Kosova ve Arnavutluk'ta Tekke Gezileri, 2015
KOSOVA VE ARNAVUTLUK’TA
Dergâh ve Tekkeler Ekseninde Bir Gezi (17 - 27 Ekim 2015)
Ayhan Aydın
Sevgili Dostlar;
20 günlük uzun ve yorucu bir dizi etkinlik ve gezi programı sonrası bugün İstanbul’a döndüm.
08 -10 Ekim 2015 tarihleri arasında Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nin düzenlediği; “2. Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Hoşgörü ve Barış Sempozyumu”na konuşmacı olarak katıldım.
10-12 Ekim 2015 tarihleri arasında Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği’nin misafiri olarak Hacı Bektaş’a gittim. Orada bir takım ziyaretlerim ve yaşayan kadın halk ozanımız Mah Turna’yla söyleşim vardı.
12-16 Ekim 2015 tarihleri arasında ise Balkanlar’da erenlerin izinde bir gezi ve bir sempozyuma katıldım.
14-16 Ekim 2015 tarihleri arasında BAL-TAM (Balkan Türkoloji Araştırmaları Merkezi) ve Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği’nin ortaklaşa düzenledikleri; “Balkanlarda Bektaşilik ve Bektaşi Edebiyatı Sempozyumu”nda, Balkanlar’da gerçekleştirdiğim 15 yıllık gezilerimin notlarını bir bildiri halinde dinleyenlerle paylaştım.
Sempozyum sonrası; 5 gün Kosova’da, 5 gün ise Arnavutluk’ta Alevililik- Bektaşilik araştırma gezisinden sonra, epeyce yorgun, ama bol malzeme ve bilgiyle Türkiye’ye döndüm.
Son etkinliklerde bana yardımcı olan çok sevgili dostum, son dönemin en genç ve üretken, ciddi çalışmalara imza atan akademisyenlerinden Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ersal’a, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Başkanı Sayın Mustafa Özcivan ve çok değerli eşine, Kosova Prizren’de beni ağırlayan Nafiz Rekasatı’ya, Şair- Gazeteci Zeynel Bektaç’a, Gjakova’da Rahmetli Ali Naki Horasani’nin ev halkına özellikle oğlu Hasan Ali’ye; Arnavutluk Tiran’da Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nden Dedebaba Edmond Brahimaj (Baba Mondi)’ye ve onun yardımcısı pozisyonundan olan Hisen Süleymani’ye içten teşekkürlerimi sunarım.
Sevgili dostlar;
25 yıldır, öğrenciliğimden beri, Alevilik Bektaşilik araştırmalarının içindeyim. Yirmi yıla yakın bir süre konuyla ilgili yaptığım çalışmalarımı, çalıştığım Cem Vakfı da dâhil olmak üzere, herhangi bir kurumun ciddi desteği olmadan, kendi özgüvenimden ve mücadeleci kişiliğimden, kendi kendime verdiğim görev ve belirlediğim hedefler doğrultusundaki faaliyetlerimden, yılmadan yürüdüğüm aşk dolu Alevi Bektaşi Yolu’nun öğretilerinden aldığım ilhamla, dostlarımın, kendini bu yola adamış insanların desteğiyle sürdürdüm.
Benim gerçekleştirmek istediğim en büyük hedeflerimden birisi; “Sözlü Kültür Ürünlerinin Yazılı Hale Getirilmesi – Sözlü’den Yazılıya Geleneği Yaşatanlar – 1000 Yazılı Söyleşi” projesidir; Alevi- Bektaşi toplumunun önder simalarıyla sözlü tarih çalışması ekseninde bilgilerin derlenmesi çalışması yani.
Ayrıca; tüm dünyadaki Alevi Bektaşi yerleşim yerleri, tekke, türbe, dergâh, ocak mekânlarının gözlemlenmesi, dernek ve vakıflarla ilgili bilgilerin derlenmesi, bunların kayıt altına alınması çalışmaları…
Bunlar başlı başına Erenleri Yolu’nda büyük projelerdir. Bugüne kadar bunların sağlıklı yürümesi için hiçbir kişi ve kurum bana ciddi bir destek vermemiştir. Ne sırtımı dayadığım devlet kurumları, ne sivil toplum kuruluşları, ne ciddi sponsor kurumları ne de iş adamları vardı.
Tüm bu çalışmalar gerçekten yoktan var etme gibi insanüstü gayretlerim, iyi niyetli kimi dostların, kurum ve kuruluşların şu veya bu şekilde, anlamı büyük, “imece” usulü yaptıkları mütevazı katkılarla gerçekleşmektedir.
Bana kapılarını sonuna kadar açan, yediren, içiren, barındıran, kendi imkânlarıyla gezdiren Anadolu ve Balkanlar'ın ve oralardan Avrupa'ya gitmiş can insanların katkılarıyla bu çalışmalar sonuca ulaştı... Onların yaptıklarının maddi bakımdan bir karşılığı olamaz. Çünkü onlar olmazsa bu çalışmalar da olmazdı. Onların tümüne minnettarım. Onların tümüne minnettarım. Bizler de; gerçekten eski dedelerin, babaların, devişlerin, âşıkların yolundan giderek, onların yaşadıkları sorunların benzerlerini yaşarak, gittiğimiz her evi kendi evimiz belledik. Her birisini, anamız, babamız, bacımız, kardeşimiz olarak gördük; sevdik, sevildik, bugüne öyle geldik… Hakk bu güzelliklerden bizleri ayırmasın, ölene kadar daim eylesin…
Kosova’da Geziler Başlıyor…
14-16 Ekim 2015 tarihleri arasında BAL-TAM (Balkan Türkoloji Araştırmaları Merkezi) ve Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği’nin ortaklaşa düzenledikleri; “Balkanlarda Bektaşilik ve Bektaşi Edebiyatı Sempozyumu”nda, zaman yaratıp söyleşi ve geziler yapmaya başlıyorum.
Sempozyum’a katılan Gülağ Öz ve eşi Sevgi Öz’le birlikte Prof. Dr. Nimetullah Hafız’ı evinde ziyaret ediyoruz. Kendisiyle daha önce Ankara’da söyleşi yaptığım Hafız’la uzun uzun sohbet ediyoruz, kendi elleriyle hazırladığı kahveyi bize ikram ediyor. Binlerce kitaplık kütüphanesini geziyoruz. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Elinde Osmanlıca birçok yazmanın da olduğunu gördüğüm Hafız’la hoş bir zaman geçiriyoruz.
Yine bir başka akşam bazı dostlarımla Kadiri Rezzaki Tekkesi’ni ziyaret ediyoruz. (Şeyh Seyyid Ali Baba Dergâhı (XV. Y.Y. – 1783)) Muharrem ayı nedeniyle “biz yastayız” diyen buradaki canların yürüttükleri zikir ayinine katıldık. Sonrasında yaklaşık bir saat sohbet ettim. Şeyh İlyas Tamnik bizi büyük bir sevgi ve muhabbetle karşıladı, ağırladı. Burada Necdet Kurt dostumuz nefesler söylüyor.
Konferansta Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Müfettiş Veli Akdal ile sohbet etme şansına ulaşıyorum. Konuya çok duyarlı bir değerimiz olduğunu anlıyorum.
Konferansta Afrim Topçu ile tanışıyorum. Kendisi Prizren Yüksek Tarih Hocasıymış ve aynı zamanda rehbermiş. Daha sonra Raif Virmiça’dan da öğrendiğim gibi, İpek kentinde Sarı Saltuk’un bir türbesinin varlığından bahsediyor. Türbeye bakanların soy isimlerinin Sipahiu olduğunu, (Saniye Sipaiu) bunun da Sipahilerden geldiğini söylüyor. Yine ondan aldığım bilgiye göre; İpek içinde Hamam Camii’nin yanında Şeyh Kamber’in 1956’ya kadar tekkede zikir etmiş. Onun çalışmalarını Kominist rejim yasaklamış. Semahanesini okul ve ilkyardım (Kızılay) binası yapmışlar. Şimdi türbe kalmamış. İnsanlar yine de orayı ziyaret ediyorlarmış. 21 Mart’ta Sultan- Nevruz’da orayı ziyaret eden insanlar varmış.
Konferansta tanıştığım öğretmen ve araştırmacı kimliği olan Cemal Bako ise bana Kosova’da üç tane Sarı Saltuk makamı olduğunu söylüyor.
Ondan duyduğuma göre;
- Jakova İpek arasında yol üstünde İpek’e 15. Km. kalarak yol üstünde bir türbe varmış.
- İpek içinde geçmişi yüz yıl önceye giden bir rüya motifi de içinde olan bir başka türbe varmış. Buna göre bir kişi (kadın olabilir) oturduğu evin altında Sarı Saltuk’un bir türbesinin olduğunu rüyasında görmüş. Ora ziyaret makamı olmuş.
- Gora Bölgesi’nde de bir türbe varmış.
Yine Prizren’de yaşayan İlyas Laouşa isimli bir kişinin Bektaşilik’le ilgili bilgiler sahip olduğunu öğreniyorum. Ama çevredeki bazı insanlara sorsak da onu tanıyana rastlayamıyoruz.
Osman Baymak isimli bir yazarın Kosova’daki tekkelerle ilgili Bay Yayınları’ndan çıkan bir kitabı varmış. Sonra tanışacağım Raif Vırmiça’nın da bu konunun uzmanı olduğunu öğreniyorum onun da yayınlanmış bir çok kitabı varmış.
Konferansta Ferhat Aşık Ferki’yle tanıştım. Öğretmen olan Aşık Ferki, yörede ünlü şair Aşık Ferki’nin torunuymuş. Dedesinin kitapları varmış. XX. Y. Y. İlk yarısında yaşayan Aşık Ferki, bilinen bir aşıkmış.
Yine Nafiz Rekasati ise Prizren’de yaşayan son Bektaşi Babasının Ömer Vechi Baba olduğunu, burada birden çok Bektaşi tekkesinin bulunduğunu söylüyor.
Rumelifeneri'nde Sarı Saltık
Rumelifeneri’nde Sarı Saltık
Anadolu ve Rumeli Alevi - Bektaşi kültür dünyasında (evreninde) en önemli sembol isimlerden birisi olan Sarı Saltık’ın gerek Anadolu’da, gerekse de Balkanlar’da (Rumeli)’de birçok yerde türbesi bulunmaktadır.
Bir kişinin birden çok yerde mezarının bulunması olağan bir durum değildir. Ancak aynı isimli şahsiyetlerin belki ayrı ayrı yerlerde mezarları – türbeleri olabilir. Fakat aynen Yunus Emre’de, Kızıldeli’de, Karacaahmet’te olduğu gibi Sarı Saltık’da da durum farklıdır. Döneminde veya yaşadıkların devrin sonrasında halkın gönlünde ve hafızasında çok derin yerler bırakan ulu şahsiyetlere farklı coğrafyalarda birçok insan topluluğu sahip çıkmıştır – çıkmaktadır. Bir de tarihsel olarak, bir kutlu kişinin farklı yörelere ziyaretleri, farklı bölgelerde konaklamaları- gezmeleri, oralarda kalmaları da onların etkisinin büyük bir alana yayılmasına vesile olmuştur. Yani belli bir türbesi olsa da, kabri bir yerde olsa da, onu kendi yurdunda görmek – göstermek isteyenler tarafından makam mezarlar / makam türbeler de yapılmıştır. Bu durum için en iyi örnek Sarı Saltık’tır. Büyük ihtimalle Romanya Babadağ’da asıl türbesi olmasına rağmen; Bulgaristan Varna – Kaliağra Burnu’nda, Makedonya Ohri Kenti’nde Ohri Gölü yanındaki St. Naum Manastırı içinde, Arnavutluk başkent Tiran’ın 40. Km. kuzeyindeki Kruya Kentinde bir dağda, Kosova İpek Köşk Köyü vd. birkaç yerde, Bosna – Hersek, Mostar Blagay’daki türbe – makamlar en bilinenleridir. (Çok şükür hepsini görme şansına ulaştım.)
Hatta bununla ilgili anlatılan bir menakıp olayı çok iyi açıklamaktadır. Kendisinin bütün Balkanlar’da çok sevildiğini iyi bilen Sarı Saltık ilerleyen yaşında bir gün dervişlerine şöyle bir vasiyette bulunmuştur. “Bir gün bu dünyadan göçersen, yedi tabut yapın, her bir yerden beni sevenler, Sarı Saltık bizimdir, biz onu alıp kendi yurdumuza götüreceğiz, derler. Siz de yedi tabutun hepsini hazırlayın, her gelene de birer tanesini verin, benim gerçek tabutum burada kalsın, der. Hakk baki olur, bir gün Sarı Saltık bu dünyadan göçer. Haber tez ulaşır, Rumeli’nin dört bir tarafından o bölgenin yöneticileri atlarla cenazeye gelir ve Sarı Saltık’ın dediği gibi onu alıp kendi yurtlarına götürmek isterler. Dervişler de her birine ayrı ayrı, gizli olarak bu tabutları verirler. Gelenler emin olmak için tabutları açar onun gül yüzlü cemalini görmek isterler. Her birisi de onu görüp tanıyıp tabutları alıp götürürler, kendi yurtlarında defnedip bir türbe yaparlar. Böylece Sarı Saltık her manada olduğu gibi bu manada da bir mucize gösterir, ne kadar ulu bir zat olduğunu bir kez göstermiş olur. Böylece Balkanlar’da yedi yerde türbesi olmuş, kendisini çok sevenlerin hem gönüllerine, hem topraklarına sırlanmış olur. Bu menakıpname yaygın olarak halen bugün Balkanlar’da Aleviler, Bektaşiler arasında anlatılmaktadır.
Selçuklu Dönemi’nde yaşayan ve Anadolu’dan Rumeli’ye 1263-64 yıllarında geçtiğine inanılan Sarı Saltık ise özellikle Balkanlar’da bugün de etkisi çok ciddi şekilde hissedilen bir alp – eren olarak çok büyük bir saygı, sevgi, hürmetle anılmaktadır.
Bir Kalenderi önderi olarak ve alp – eren kimliğinde, barışın, hoşgörünün, adaletin temsilcisi olarak görülen, yedi başlı ejderhayı yenen yiğit bir kahraman olarak bilinen, Hıristiyan Azizler gibi Hıristiyanlarca da kutsanan, manevi önderliğiyle Rumeli topraklarına mührünü vuran, Balkanlar’da en az yedi yerde türbesi - makamı bulunan Sarı Saltık, bugün halen burada halkın gönlünde capcanlı yaşamaya devam etmektedir.
Rumelifeneri’nde Sarı Saltık…
Bugün ise; belki bazıları için biraz farklı gelse de, ihmalkârlığımın bir eseri olarak, Türkiye’de Tunceli Hozat, Babaeski’de türbelerden sonra, yaşadığım şehirdeki makamına ilk kez gitmenin heyecanını yaşadım. (Sarı Saltık’ın Türkiye’de daha birçok yerde türbesi, türbe – makamı var.)
İki yıldır planlamamıza rağmen bir türlü gidemediğimiz türbeye Haşim Turan canımızın rehberliğinde bugün, ulaşmak kısmet oldu. Şu anda Şahkulu Sultan Dergâhı’nda hizmet yürüten İmam Yılmaz Hocamızla bir büyük sevinci ve mutluluğu yaşadık.
Önerimizi dikkate alan Pir Haber Ajansı’nın çok değerli iki muhabiriyle birlikte sisli bir günde yola koyulduk. Sarıyer’deki Telli Baba’ya uğradıktan sonra menzilimize yöneldik.
Rumelifeneri’nin içinde, zemininde yer alan türbede yatan Sarı Saltık yatırıyla ilgili ayrıntılı bir bilgi yok elimizde.
Yine söylenceler içinde kalmış bir kimlik var karşımızda. Tam da bugünkü gibi bir havada yani, sislerin, pusların olduğu bir havada, dalgalar içinde kıyıya varma sevdasında ve endişesinde olan denizcilerin rehberi olarak, onlara kılavuzluk eden Sarı Saltık’ın, denizcilerin koruyucusu olduğuna inanılıyor. Yani; Sarı Saltık, Horasan’dan gelen bir eren kişi olarak, denizcilere yardım eden bir denizci piri olarak da anılıyor.
Ama aynı zamanda Sarı Saltık, yanındaki yoldaşlarıyla, yarenleriyle Karadeniz’e tam da bu noktadan açılan ve Rumeli’yi fetheden bir alp eren olarak kimlik buluyor.
Daha önce çok sevgili Mahmut Aydın ve Hüseyin Başar Babaların ziyaret ettiğini biliyorum. Onları sevgiyle yâd ediyorum.
Bu makam bugün tümüyle Sünni gelenek ekseninde örtünmüş bir durumda. Seccadeler, tesbihler, Kabe- Hacc resimleri her yeri kaplamış durumda. Belki de ilk kez başında Hakk Muhammed Ali aşkıyla İmam Yılmaz hoca sayesinde çerağlar yandı, dualar edildi.
Pir Haber Ajansı tüm bu erkânları görüntüledi, Haşim Turan, İmam Yılmaz ve benden bazı bilgileri kayıt altına aldı. İsmet Sefer ve diğer basın emekçisi arkadaşımıza şükranlarımız vardır.
Dileğimiz; her yerde yaşadığımız asimilasyonlar karşısında, tekke ve dergâhlarımızın, ocak merkezlerimizin elimizden çıkması karşısında, şaşkın - lal olmuş bir şekilde, sözde bir şey yapamamanın çaresizliği için sağa sola geçici öfke patlamaları yapmak yerine, yapmamız gereken; gerçekten adam gibi ve tam anlamıyla örgütlenmek, değerlerimize sahip çıkmaktır.
Olması gereken; Alevi – Bektaşi kültür evreninde temel şahsiyetlerimizin bir kısmını kaybedip, (Ahi Evran, Yunus Emre gibi) neredeyse uzaktan üzüntüyle seyrederek iç geçirmek yerine, her birisini varlığımız, onurumuz, şerefimiz olarak kabul edip, onları koruyabilme gücünü göstermemizdir.
Siyasi artistler gibi orada burada poz vererek, iki nutuk çekip, sahte bilgece sözlerle buralar kurtarılamaz, birlikler sağlanamaz.
Dert bizde, derman ellerimizde ve örgütlü toplum olmaktan geçmektedir.
Erenler Katarında, Hakk Muhammed Ali Kervanında, Alevi Bektaşi Yolu’nda, Gerçeğe Hizmet Edenlere; Eyvallah Dostlar, Eyvallah…
Not: Sarı Saltık’la ilgili özellikle, onun yaşadığı dönemin tarihi arka planıyla ilgili, çok değerli bilim insanı, tarihçi Ahmet Yaşar Ocak’ın kitabını herkese tavsiye ederim. Birinci baskısı Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan eserin üçüncü baskısı Kitap Yayınevi tarafından çıkarılmıştır.
Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık, Popüler İslamın Balkalar’daki Destani Öncüsü, 13. Yüzyıl, Güncellenmiş ve Genişletilmiş 3. Baskısı, Kitap Yayınevi, 2016, İstanbul, 200 Sayfa
Ayhan Aydın
Rumelihisarüstü- Sarıyer
28 Mart 2018, Çarşamba
ALİ EKBER ÇİÇEK'LE UZUN BİR SÖYLEŞİ
YOLU GURBETE DÜŞENLERİN SIRDAŞI
BU DÜNYADAN BİR ALİ EKBER ÇİÇEK GEÇTİ...
Yolu Gurbete Düşenlerin Yoldaşı / Dostu
ALİ EKBER ÇİÇEK’le
(SON / EN UZUN) SÖYLEŞİ
AYHAN AYDIN
5 Aralık 2005, Balıkesir
Tekirdağ merkezden ayrılırken şimdi gidecek çok önemli bir hedefim var. Hedef Türk halk müziğinin ve Alevi deyişlerinin büyük usta yorumcusu Ali Ekber Çiçek’e kavuşmak için Balıkesir’e gitmek.
İçimde gerçek anlamıyla bambaşka duygular uyanarak büyük ustaya doğru yola koyuluyorum. Bu yola koyuluş denizlerin denizlere kavuşması gibi bir şey. Yüreğimdeki binlerce deyiş ve türküyle yolları geçiyorum. İçin için ağlıyorum, için için yüreğim burkuluyor. Biliyorum ki o şimdi hasta yatağında yatarken, başındaki sazına bakarken belki hüzünle bakıyor çevreye. Ben de Çanakkale’ye, Çanakkale Boğazına giderken Gelibolu’yu kat ederken bir yandan da yine erenlerin uğultularıyla çınlayan kulağımda aynı zamanda Ali Ekber Çiçek’in sesiyle dolan ruhum da duygu patlamaları yaşıyorum.
Evet burasını da fazla gezmemiştim, burayı da çok iyi bilmiyorum diyorum kendi kendime. Horasan/Rum Erenleri Balkanlar’a ilkin buralardan geçmemiş miydiler?
Balkanlar ilkin buradan geçen alp erenlerin sayesinde feth’edilmemiş miydi? Evronos Paşalar, Seyyid Ali Sultanlar, Ece Sultanlar bu boğazı geçip, kaleleri ve gönülleri fethederek ilerlememiş miydiler? Onların ayaklarını bastıkları topraklardan geçerken gerçekten ama gerçekten içim titredi, bir başka hüzün ve coşku sardı beni.
Bir büyük dosta, bir büyük ustaya gidiş vardı serde. Bir büyük yürekle bulaşma vardı.
Ne mutluluk verici bir duygu. Beni eşiyle bekler buldum evinin yakınlarında. Oldukça zayıflamış olan yüzünün üstündeki zaten her zaman çekingen bakan gözlerinde sevinç kıvılcımlarını yakalamıştım ya, ne gam. Gerisi boş. Yaşam vardı, bu gözlerde, hayat halen delicesine fışkırıyordu.
Zeytin ağaçları arasında yol alıp evine doğru ilerlerken imanım diyordu, canım diyordu. Bağlamanın büyük ustası, büyük bir yürekle yan yanaydım, baş başaydım artık. Ne olursa konuşabilecektim. Kendisinin de diyeceği çok şeyi varmış ki eve girer girmez sohbete başladık. Rahat olmasını rica ettim, kendisini nasıl rahat hissediyorsa öyle davranmasını, öyle giyinmesini istedim. Her tarafı resimlerle süslü duvarlarından ışık yayılan evinde, şöminesinden çıkan odun ateşinin önünde Anadolu’nun büyülü sandığını açtı büyük usta. Saza sevdalanmasını, ödediği bedelleri, hayatın sırtına bindirdiği yükleri ve onulmaz sevdayla bağlı olduğu sanatını, sazını, müziğini, TRT.’sini, Anadolu insanını bir bir anlattı.
Yine şöminenin önünde ölümsüz sesiyle bağlamasına sarılarak “haydar haydarı” çaldı bana.
6 Aralık 2005
Ertesi gün ise daha sabah kahvaltısında başladı sohbet, söyleşi.
Yüzlerce siyah beyaz fotoğrafta anılar canlandı arka arkaya.
O haliyle kamerama aldım, görüntülerini yani tüm doğallığıyla.
Aslında gerçekten de hayli söyleyecek derdi vardı, hayli sitemi vardı.
Ali Ekber Çiçek fazla konuşmaz, bu işlere pek girmek istemez, pek de bir şeyi takip etmiyor diye söylenirdi.
Ama o çok şeyi bilenlerden de çok şey biliyor, birçok şeyi de gerçeğiyle görüyordu.
Kendini akıllı sanan cahiller yanında kamil insanların sessiz kalıp çok konuşmamaları ne da yanlış yorumlanır ülkemizde.
Ali Ekber Çiçek dünya hakkında, Türkiye hakkında, Aleviler hakkında gerçekten de düşünen bir değerimizdi.
Olup biteni çok iyi takip ediyor, olumludan, insandan yana güzel gelişmeler karşısında çok seviniyordu.
Sadece son söyleşimizde değil, kendisiyle görüşmelerimizde edindiğim izlenime göre son derece duygusal bir yapısı olan Ali Ekber Çiçek, nadandan incinen, derin ve çok büyük bir ruha sahipti.
Üç dört saatlik söyleşi ve sohbetimizden sonra hep birlikte Tahtakuşlar Köyü’ne hareket ettik. Bizleri Ali Beykudar ve ailesi karşıladı. Bizlerle çok yakından ilgilenen Beykudar Ailesi’nin Ali Ekber Çiçek’i çok sevdikleri anlaşılıyordu. Sadece onlar mı? Tüm yöre insanı onu bağrına basmıştı. Kendilerinin ayrılmaz bir parçası olarak gördükleri büyük ustaya benzer bir şekilde bağlanan Tahtacılar Ali Ekber Çiçek’i ve eşi Can Hanım’ı yalnız bırakmıyorlardı. Daha sonra hep birlikte geri döndük.
Ben İstanbul’a hareket ederken bir yanımı da orada bırakıp giderken bir büyük ruhun varlığıyla onurlanan Balıkesir’in, Tahtakuşlar’ın ölümsüz ışıklara bezendiğini hissediyordum.
Ankara'da Tarihi Buluşma
ANKARA'DA TARİHİ BULUŞMA
Yunanistan Seyyid Ali Sultan Dergahı'nda önceki sene gün yüzüne çıktığı gibi, yüzyıllardır Alevi Bektaşi Yolu'na uygun bir şekilde yürüyen hizmetlerin dışında Türkiye'deki bazı çevrelerin de etkisiyle mevcut düzeni yozlaştırmak için bazı tertipler yapılıyordu.
Alevi Bektaşi birliğine büyük zarar veren ve mevcut geleneği saf dışı etmeye çalışan bir ekip topluma büyük zararlar veriyordu.
Tarihi buluşmayla bu müşkül halloldu.
Yunanistan Seyyid Ali Sultan Dergâhı'nın gerçek temsilcileri dün 24 Şubat 2018 cumartesi günü Ankara'da Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişi'ni Veliyettin Ulusoy'la buluştu.
Seyyid Ali Sultan Dergahı Vakfı Koruma Heyeti Başkanı Ahmet Karahüseyin başkanlığında 7 dede ve farklı köylerden yirmi canın ziyaretinde Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Başkanı Gülizar Cengiz son dönemde dergah çevresinde yaşanan sıkıntıları dile getiren ve yolda yaşanan ikiliklerin son bulması yönündeki konuşmasından sonra, Ahmet Karahüseyin söz alarak, yüzyıllar boyunca Yunanistan'da yaşanan birliği ve Alevi Bektaşi Yolu'nun temsilcileri olarak bağlı oldukları Hacı Bektaş Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy'u ziyaret etmelerinin yollarının gereği olduğunu, yol dışı kalan ve şimdi toplumu temsil etmeyen ve birliğe zarar verenleri durumunu anlatmak için geldiklerinini söyledi.
Veliyettin Ulusoy ise, Seyyid Ali Sultan Dergâhının Hacı Bektaş Dergahına bağlı olduğunu, orada halifelerin kendilerinden hizmet gördüklerini söyledi.
Ahmet Karahüseyin halkın tümünün onayıyla ON İKİLER HEYETİ nin bilgisiyle Mehmet Ismailoğlu'nun "halife" olarak görev yürütmeye başladığını belirtti.
Veliyettin Ulusoy ise ERKAN yürüterek Mehmet İsmailoğlu'nun halifeliğini inançsal bazda onaylarak, hizmetini yaptı ve tüm toplumunun temsilcisi olduğunu, başka birisin temsilci olamayacağını belirtti.
Ankara Serçeşme Cemevi'ndeki buluşmaya Prof. Dr. Ali Yaman, Piri Er, Sinan Ulusoy da katıldılar. Katılımda çabalarından dolayı Doç. Dr. Mehmet Ersal'a ve Araştırmacı - Yazar Ayhan Aydın 'a teşekkür edildi.
Birlik ve beraberlik adına, özellikle Balkanlarda devam eden Alevi Bektaşi Yolu'nu yozlaştırmak isteyenlere karşı önemli bir adım atılmış oldu.
Yolumuzun yozlaşmadan, geleneksel olarak yürümesi ve yaşatılması için çalışanlara Allah Eyvallah...
ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri... (ÜÇÜNCÜ SÖYLEŞİ)
ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri... (ÜÇÜNCÜ SÖYLEŞİ)
AYHAN AYDIN
Eğer tarikattan haber sorarsan
Murteza Ali’dir pirimiz bizim
Göre geldiğimiz süre gideriz
Kırklardan ayrılmış sürümüz bizim
Biz kâmiliz kâmile kem bakmayız
Rıza katarından taşra çıkmayız
Cennet cehennem korkusun çekmeyiz
Bunda sorulmuştur sorumuz bizim
Şükür olsun gerçeklere baş koyduk
Çiğimiz kalmadı güzelce olduk
Ne yoldan ne farzdan sünnetten kaldık
Bine sayılmıştır birimiz bizim
Helal kazancı meydana getürün
Eksiği var ise siz de bitirin
İşte musahip yurduna oturun
Bin can geldiğidir birimiz bizim
Derviş Hatayi der gerçek erenler
Anda pişman olur bunda gelenler
Bin kana bir mürvet dedik erenler
Gerçekler eridir darımız bizim
Evet, Ayhan Aydın kardeşimiz güzel bir konuda bana keşke hiç gitmediğim Amerika’dan açlıktan ölenleri gördüğüm Hindistan’dan harb edilen Kosova’dan Bosna Hersek’ten güneyde ölenlerden anlat deseniz kolay anlatırım da hiç görmediklerimi bu yaşam öykümü çok zor anlatıyorum. Çünkü 2 yaşında yetim kalmıştım Erzincan Kemaliye Bizmişen Köyü şimdi Gözaydın Köyü. Köyümüz bir Alevi köyüdür ve yakın köylerimiz yani Kocaoğulları, Pir Sultan Ocağı Koca Haydar Ocağı mecmuasına dualarına, Yarabbi Bizmişen Cemi yüzü suyu hürmetine bizi de yargıla diye ilave etmişlerdir. Gerçek olarak annem beni kundakta ceme götürmüştü. Ben dersimi kundakta almaya başlamıştım beşiğimi tabi götürebildi mi onu bilemiyorum yer vardıysa eğer cem evinde fakat kundakta gittiğimi söyledi annem bana. Ben insanoğlunun daha celil iken anne karnında bile televizyondan ve anne baba huyundan pay alacağını yıllar evvelinden söylüyorum bilim daha yeni çözmeye başladı. Biz bunu bilimden evvel çözmüştük ki yaradılışta vardık biz. Biz dünkü günde söyledim evvel gelenler sonra gelenler, sonra gelenler evvel gelenler ki bunu İSA Aleyhselam’da söylemiştir. Bir peygamberin yalan söyleyemeyeceğine ben inanıyorum. Onun içindir ki bir fakirde cem evinde büyüdüm. Yani kundakta daha yürümeye başlarken emeklerken, kış altı ay cem yapılır bizim orada cem evinde ve Kerbela aşkını biz daha küçükken seven kişi sevdiğine gel yas tut Adil Ali gülmek haram bu ayda dediğim gibi Kerbela mateminin kitabının altına bir iki satır yazdığım gibi biz yası o zamandan öğrendik. Onun için İstanbul’a geldim araştırma yaptım ben ne bileceğim ben bu aşkımı nerede harcayabileceğim diye düşündüm. Ve hamd olsun arayan bulur, bir tavuk toprağı eştiği vakit ya bir dane bulur yoksa bir solucan bulur. O gün bugün yedi yaşında âşık oldum aşkımı ne olursa olsun o beni hiç ilgilendirmiyor hakka bağladım sanıyorum. Çünkü hak beni âdemdir insan sevgisiyle hümanist görüşle hiçbir ırkı, hiçbir rengi, hiçbir dini, hiçbir mezhebi ayırmadan yaşadım. 35 yıl nakliyecilik ve 1972’den beri de Can Yayınlarını yan kuruluş olarak getirdim. 1990 yılında tamamen yayıncılığa döndüm. Nakliyeyi Karaköy Perşembe pazarında yaptığım için misafirlerimden ayrılamadım yayıncılığı da orada başlattım. 9 yılda 102.kitap firmam da kayıtlı ve ISBN çıkardım. Başkalarının kitabını çıkardığım hariç. Şimdi Cağaloğlun da Molla Feneri sok. bir yer kiraladım nasip olursa altıncı ayda da oraya gideceğim. Ve hizmet edeceğim diye soyundum. Emekliyim bir eşimle oturuyorum, 8 yaşında âşık olup vilayeti ayrı olduğu halde bulduğum minnettar kaldığım hem eşim hem mürşidim ben ona inanıyorum, hem musahibim her sözümün altında bir muamma vardır bir kitap doldurur. Hakk’a şükürler olsun böyle bir eşe sahibim ki her noksanımı o tamamlar ve ben her bacıyı Fatıma Ana olduğuna inanırım her kardeşimin de Şahı Merdan Ali Muhammed Aleyhisselam olduğuna inanırım. Her musahibi de onlar gibi bilirim böyle değilse zaten musahip değildir sözdedir, özde değildir. Sözde ben şimdi İstanbul’un tapusu benim desem hiçbir tapum yoksa bir dairem yoksa nasıl ki boştur sözlerde öyle boştur öze inilmedikten sonra hiçbir şey olmaz. İlla hayatınız dediniz ben hayatımı tek bir dörtlükle tamamlıyordum onu da yine söyleyeyim.
Devamını oku: ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri... (ÜÇÜNCÜ SÖYLEŞİ)
ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri (İkinci Söyleşi)
ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri (İkinci Söyleşi)
AYHAN AYDIN
Canım ozanım yüreklerimizin yandığı bir gündeyiz?
Hasan Ali Yücel güzel bir söz söylemiştir, demiştir ki; “Eskiyi unut, yeni yolu tut, Türklüğe umut sen ol çocuğum” demiştir. Ama biz maalesef hep eskiye dönüyoruz. Şahı Merdan Ali derki; “Çocuklarınızı yeniye doğru götürün, eskiye dönmeyin. Çocuklarınıza dönün, siz çocuklarınızı size dönderirseniz zamanı geri çeviririsiniz” demiştir. Ben de şimdi burada Hacı Bektaş-ı Veliyle Kemal Atatürk’ün birleştirici bir beytimi okuyayım. Çünkü Hz. Muhammed demiştir ki:
“Nerede bir ilim, bilim bulursanız o sizin mirasınızdır onu alınız.” Şahı Merdan Ali demiştir ki; “İlim Çin’deyse de gidin alın” demiştir. Hacı Bektaş-ı Veli ilim hakkında demiştir ki; “Bilimsiz gidilen yolun sonu karanlıktır” demiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te; “En büyük mürşit bilimdir” demiştir. 1400 yıl evvel Hz. Muhammed, Şahı Merdan Ali, 700 yıl sonra Hacı Bektaş-ı Veli, 700 yıl sonra da Atatürk demiştir bu üç sözde aynı manayı teşkil eder. Üçünün sözü özü birdir derim. İnşallah bir 100 yıl sonra da bir Atatürk gelir. Ben 700 yılı beklemeyelim diyorum derken de;
İnsanlığı olgunluğa getirir
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Âşık etmiş bülbül gibi inletir
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Devamını oku: ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri (İkinci Söyleşi)
Diğer Makaleler...
- ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri…(Birinci Söyleşi)
- ADİL ALİ ATALAY (VAKTİDOLU)’YLA KARAKÖY’DE BİR SÖYLEŞİ (1998)
- Bir Can İnsan: ADİL ALİ ATALAY
- Hasan Hüseyin Erkan Son Yolculuğuna Uğurlandı
- Kutluay Erdoğan Son Yolculuğuna Uğurlandı
- YAZAR KUTLUAY ERDOĞAN’I KAYBETTİK
- Aşık Sinem Bacı'yla Söyleşi
- Antropolog Hüseyin Şahin'in Sunumu
- AHMET AKAR'DAN BİR ŞİİR
- Metiner Orhan Dede Hakk'a Yürüdü