ŞAHKULU KİTAP FUARI
*İkinci Alevi Kitap Fuarı 15-18 Haziran’da!*
Geçtiğimiz yıl Türkiye’de ilk kez yapılan “Alevi Kitap Fuarı”nın ikincisi
bu yıl 15-18 Haziran tarihleri arasında yapılıyor. Dört gün sürecek “2.
Şahkulu Alevi Kitap Fuarı”na 40’a yakın yayınevi ve 30’un üzerinde yazar ve
araştırmacı katılacak. Fuarda, imza günleri, söyleşiler, dinletiler ve
masal anlatımları yer alacak.
Alevi-Bektaşi kitaplarını kapsayan “2. Şahkulu Alevi Kitap Fuarı” 15
Haziran Perşembe günü saat 13:00’de kapılarını kitapseverlere açacak.
Aynı gün 12 bin kitabın, yüzlerce görselin ve süreli yayının bulunduğu
“Şahkulu Bilgi Merkezi” de Alevilik ve Bektaşilik ile ilgili olarak
araştırma yapan, yapmak isteyen kişilere hizmet vermeye başlayacak.
İstanbul Merdivenköy’deki Şahkulu Vakfı’nın 8 dönümlük bahçesi üzerinde
açılacak kitap standlarında Can, Cem, Cumhuriyet, Demos, Everest, İletişim, Kapı, Kaynak, La ve Yurt gibi yaklaşık 40 yayınevinin Alevilik-Bektaşilik üzerine yayınladığı kitaplar yer alacak. Yayınevleri dışında fuarda Şahkulu, Karacahmet, Garip Dede, Pir Sultan Abdal, Sarıgazi Cemevi, Hubyar, Güvenç Abdal gibi Alevi kurumları da kendi yayınlarıyla yer alacaklar.
Dört gün sürecek ve her gün 11 ile 21 arası açık olacak olan Şahkulu Alevi
Kitap Fuarı’na çok sayıda yazar ve araştırmacı katılacak, yazarlar
kitaplarını imzalayacak, söyleşiler yapacak.
Fuar akşamları dinletilerin de yapılacağı 2. Şahkulu Alevi Kitap Fuarı’nda,
Çocuklara masal da anlatılacak.
2. Şahkulu Alevi Kitap Fuarı 18 Haziran Pazar akşamı sona erecek…
Şahkulu Sultan Dergâhı Vakfı
Fuar hakkında daha geniş bilgi için:
(0216) 368 55 25 veya 05322418774
Adres: Merdivenköy Mah. Ayışığı Sokak. No: 7 Kadıköy / İstanbul
www.sahkulu.org
mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
facebook.com/SahkuluSultan
YRD. DOÇ. DR. MEHMET ERSAL'la Söyleşi
YRD. DOÇ. DR. MEHMET ERSAL
(İZMİR KÂTİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL VE BEŞERİ BİLİMLER FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜM ÖĞRETİM ÜYESİ)
AYHAN AYDIN
Çok sevgili Hocam; Akademik çalışmalarda alan araştırmalarından elde edilen verilerin ne şekilde mükemmel kullanılabileceğine ilişkin en güzel örneklerden bir kısmını verdiniz. Kitaplarınızı okuyan birisi olarak bunu söylüyorum. Dipnotlara varıncaya kadar dikkatlice okuyunca titiz bir çalışmada hem yazılı kaynakların, hem de yaşayan kaynakların çok önemli olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Sizin ocaklar-dedeler-belgeler üzerine yaptığınız çalışmalar beni çok umutlandırdı.
25 yıldır bu dünyanın içinde bulunan birisi olarak bazen çok güzel şeyler de oluyor, diyeceğimiz şeyler de oluyor.
Size kişisel sevgimin dışında bu yönünüz, genç, dinamik, yılmayan, sempozyumlar organize eden, dedelere- babalara-âşıklara/ozanlara bu aşkınız, dergâhlara bu ilginiz beni çok sevindiriyor, umutlandırıyor… Keşke sizin gibi on yirmi genç akademisyen olsa da, işin çehresi değişse diyorum.
Bu vesileyle “Akademisyenlerle Söyleşiler Kitabımın” yeni baskısında sizin de görüşlerinizin mutlaka olmasını arzu ediyorum.
Sorularımı yanıtlarsanız çok memnun kalırım.
Şimdiden bin muhabbetlerimle…
Ayhan Aydın
Çok sevgili Hocam;
- Her şeyden önce sizdeki bu aşk hali nedir? Bu çalışmaları yaparken gerçekten neler hissediyorsunuz, bir işi sevgiyle yapmanın başarıdaki etkilerinden/ faydalarından bahsedebilir misiniz? Bize çalışmalarınızı anlatabilir misiniz?
Öncelikle güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Aşk ve bu kavramın içinin nasıl doldurulacağını düşünce gerçekten kolay olmadığını tekrar hissettim. Dünyaya gelen birçok insan mutlu olmadıkları hayatları yaşıyorlar. Bir insan için en zor hayat sevmediği bir işle geçen hayat olsa gerek. Ben bu konuda kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum. İşimi, gerçekten seviyorum. Öncelikle bir akademik kurumda bilim insanı olarak çalışmanın mutluluğunu hayatımın her anında hissediyorum. Araştırmayı, daha doğrusu keşfetmeyi seviyorum. Halk bilimi anabilim dalında çalışmalarımı yürütmem ise mizacıma en uygun tercihi yaptığımı düşünmemi sağlıyor. Ben, çocukluğumdan bu ana gelinceye kadar masa başında oturmayı hiç sevmedim. Halk Bilimi alanında sahada olmak benim hareketli yaşam tarzımla da uyumlu bir tablo sergiliyor. Asıl aşkı veren ise çalışma saham olan Alevilik.
Ben Isparta ilinin Senirkent ilçesinde doğmuş bir anne ve babanın üç çocuğundan biri olarak dünyaya gelmişim. Çocukluğum Isparta merkezde geçti. Ailemin, Senirkent’te bağ ve bahçelerinin olması anne ve babamın memleketi ile irtibatlı olmamı sağladı. Her tatilim ilçe ortamında işlere yardımcı olmakla geçti. Annem, Kutup İbrahim Dede Ocağı’ndan Gök Hüseyin Sezer Dedenin torunu, Babam ise Alevi bir baba ve Sünni bir annenin evladı olarak dünyaya gelmiş. Babaannem, eskilerin tabiri ile Osmanlı bir kadındı. Evdeki yegane otoriteydi desem yalan olmaz. Dedem, sözünden pek çıkmazdı. Çocukluğumda Alevilik Sünnilik laflarını çok duyduğumu söyleyemem. Duyduğumda da çok anlam veremezdim. Lakin Gök Hüseyin Dedenin evi benim için çok esrarengiz bir ortamdı. Hüseyin Dede, çocukluğumda korkulan bir otorite idi. Evine çok sık gitmesek de gittiğim anlar, bugün bile zihnimdedir. Evinin altı şarap mahzeniydi. Tonluk ahşap şarap fıçıları ve evin içinde dolaşırken insanların sağa sola kaçışmaları bugün bile aklımdadır. Alevilik çalışmalarına başlayınca onun inançsal otoritesini daha iyi anladım. Annem, sık sık Dedesinin evine gidemezdi. Babaannem zaman zaman ona takılırdı. Ne olduğunu çok anlayamazdım. Klasik, gelin kaynana kavgası gibi gelirdi. Sonra bu işin içinde inançsal aidiyetler olduğunu daha rahat gördüm. Anneannem ve ailesinde Bektaşilik merkezli ritüeller devam ediyordu. Ama babam ve ailesi, babaannemin etkisi ile zamanla yolun tabiri ile dönmüştü. Dedemin, kardeşlerinden de yola devam edenler hala var. Senirkent’in kurucu unsuru olan Alevi toplulukların çoğu gibi onlar da zamanla Sünnileşmişti. Üniversite yıllarımda olayları ve kahramanları daha net gördüm. Akademisyen olmaya karar verince bana ve bu topraklara ait olan özü, mayayı araştırmak istedim. Alevilik çalışmanın da birçok zorlukları içinde barındırdığını burnumu her sürttüklerinde anlasam da sorduğun aşkı Alevi toplumu üzerine yaptığım çalışmalarda içimde hissettim.
Yüksek lisans eğitimine başladığımda atalarımın topraklarındaki inancı araştırma kararı verdim. Senirkent’e bağlı Uluğbey beldesinde medfun Veli Baba Sultan adına kurulu ocağı, tez konusu olarak seçtim. Konuyu belirledikten sonra Uluğbey beldesindeki dedeler ve mürşid ile irtibatlara geçtim. Bütün kapıların hemen açılacağını düşünürken koca bir yaz ikna turları yapmak zorunda kaldım. Ocağın Mürşidi rahmetlik Yumurtacı Halil Dede’ye neden beni içeriye almıyorsunuz sorusunu yönelttiğimde “Evladım bu kapıya çok gelen oldu. Ama bizi değil, kendi isteklerini yazdı” diye cevap verince anladım topluma hep don biçildiğini. Sonra uzun uğraşlar sonrası içeriye girdim. İlk saha çalışmam Muharrem ayına gelmişti. “Akşam, kitap okuma var, gel” diye haber verince gittim. Mustafa Karatürk’ün evindeydik. Ev, cenazesi o gün defnedilmiş bir evden farksızdı. Bir kişi, Fuzuli’nin Hadikatü’s Süeda adlı eserini okuyordu. Herkes, hüngür hüngür ağlıyordu. Ben edebiyat bölümünü bitirmiş ve yüksek lisans yapan bir kişi olarak metindeki terkibleri anlamazken okuma yazma bilmeyen kadınların gözlerinden gözyaşları kesilmiyordu. O anı anlamlandıramadım. Ertesi günü Yumurtacı Halil Dede’ye giderek biraz da müstehzi bir eda ile “siz bu okuduğunuz kitabı anlıyor musunuz” diye sordum. Cevap, “Öz ağlamadan göz ağlamaz” oldu. O gün zihnime bir ok saplantı. Özünü ağlatan bir toplum ile karşı karşıyaydım. Her gün yeni bir şey öğreniyordum. Veli Baba Sultan Ocağı ile ilgili çalışmam tamamlanınca Alevilik adına her şeyi öğrendiğim zannına kapıldım. Mevcut literatürü okuyunca anlatılan birçok hususun yanlışların tekrarı olduğunu fark ettim. Aslında yapılan çok çalışma yoktu. Saha boştu ve Alevilik adına yazılan birçok araştırma akademik analizlerden çok Aleviliği tanımlama gayretindeydi. Aleviliğin içeriden bir gözle akademik anlamda yazılması düşüncesi ve özü ağlayanlarla bir arada olma aidiyeti yeni ocakları ve erkanları keşfetme aşkına dönüştü. Bu aşk beni motive ediyor. Bazen motivasyonum bozulduğunda erenler bir dağın başında ya da bir derenin çukurunda bir âşık, sadık talip ya da kâmil dede ile karşılaştırıyor. Bana bir cümle kuruyorlar ve dünya yeniden inşa oluyor. Bu sebeple dedelerin, âşıkların sık sık dillendirdikleri gibi “yolca giden yorulmaz” düsturu ile bu ülkenin ve dünyanın birçok yerinin dağında, taşında izine ve yoluna rastladığım erenlerin dünyasını akademik araştırmalarla literatüre kazandırmaya çalışıyorum.
- Alan dediğimiz şey nedir? Sosyal Bilimlerde Sosyolojik-Antropolojik olarak alan araştırmaları neyi ifade ediyor? Dünyada farklı alanlarda yapılan alan araştırmalarına bakıldığında yurdumuzdaki durum nedir?
Alevilik’le Bektaşilik’le ilgili konuşmalarınızda, konferanslarınızda, her zaman “Türkiye’de keşke Alevilik’le ilgili alan araştırmaları/arşiv çalışmaları çok önce başlasaydı” diyorsunuz. Ama bazen yine çok da güzel işler zamanında aslında yapılmış da, diyorsunuz.
Saha çalışmaları Antropolog, Halk Bilimci ve Sosyolog gibi bilimsel disiplinler bağlamında çalışan bilim insanları için akademik veriye ulaşılan alandır. Türklerin dili, kültürü ve tarihi üzerine çalışmaları ilk başlatanların yabancı araştırmacılar olduğunu üniversite eğitimine başlayan her öğrenci fark eder. Bizim kültürümüzün yarattığı eserlerin birçoğu da bugün yurt dışındaki kütüphane ve müzelerdedir. Birçoğunu bugün bile yasal izinlerle görmeye çalışmaktayız. Batılı araştırmacılar, biz can ve vatan derdindeyken bizi araştırmış, sahada çalışmış ve mevcut birikimi ülkelerine taşımışlar. Modern bilimin ve matbaanın Batı’da bizden birkaç asır önce temellerinin atılması saha çalışmalarının ve bunlardan toplanan verilerin metedolojik analizlerinin erken dönemlerde yapılmasını sağlamıştır. Batılı araştırmacılar, halk ve ilkel kavramlarının içini saha çalışmaları ile topladıkları veriler ile doldurmuşlardır. Batı’da uzun bir dönem Türkler ve onların yarattıkları kültür evreni medeniyetten uzak halk olarak tanımlandığı için derleme yapılacak saha olarak görülmüştür. Bu sebeple de Türklerin yaşadıkları coğrafyada özellikle 19. yüzyılda yoğunlaşan ve günümüzde de yoğun bir şekilde sürdürülen saha çalışmalarının varlığını devam ettirmesini sağlamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında saha çalışmalarına önem verilmeye başlandığını Halk Evlerinin yayın organlarında ve Türk Ocağı gibi kurumların dergilerinde saha çalışmaları ile toplanan verilerin yayınlanmaya başladığını görmekteyiz. Cumhuriyet ile bir anlamda saraylardan halka ve sahaya inildiğini söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında bu konuda hatırı sayılır saha çalışmaları yürütülmüştür. Ama yeterli olmaktan çok uzaktır. Özellikle Türk kültürünün zenginliği düşünüldüğünde mevcudun belirli bir kısmının saha çalışmaları ile toplanmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Cumhuriyet ile kurulan Üniversitelerde de saha çalışmalarına dayalı çalışmalardan ziyade metin merkezli çalışmalara yoğunlaşılmıştır. Metin merkezli çalışmaların artışı saha çalışmalarının azalması sonucunu doğurmuştur.
Saha çalışmaları maddi ve manevi birçok zorluğu beraberinde getirdiği için birçok araştırmacı masa başı metin ya da arşiv merkezli çalışmalara yönelmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki araştırma kurumlarında saha çalışması merkezli çalışmaların yoğun bir şekilde yapılmaya devam ettiğini görmekteyiz. Hatta şunu rahatlıkla diyebiliriz ki kendilerine ait olanı kayıt altına alan birçok gelişmiş ülkenin araştırmacıları farklı olan ile ilgili saha çalışmalarına yönelmişlerdir. Ülkelerinden çok kapsamlı saha çalışmalarına dayalı proje destekleri almaktadırlar. Bizim geç kalmışlığımız geleneksel olan birçok unsurun kayıt altına alınamadan yok olmasına neden olmuştur. Özellikle sözlü aktarımın güçlü olduğu Türk kültürü açısından yaşam ve aktarım ortamını kaybeden unsurların tespiti günümüzde mümkün değildir.
- Peki, hocam bunu bize anlatır mısınız; Alevilik konusunda Alan Araştırmalarıyla neyi ifade ediyorsunuz? Alan niçin önemli, bugün halen önemli mi? Bugüne kadar neler yapılmalıydı, neler yapılamamış?
Alan araştırması çalışmalarının problemlerinden ve eksiklerinden kısaca bahsettikten sonra asıl konumuza gelirsek Alevi toplumu üzerine son yirmi yıla kadar gerçek anlamda bilimsel disiplinle yapılmış bütüncül bir saha çalışmasından bahsetmek bana göre mümkün değil. Alevi inanç sistemi kapalı toplum olması sebebi ile yazılı aktarımdan çok sözlü aktarım ile bilgi dağarcığını aktarmaya devam etmiştir. Geleneksel yapı inanç zümresinin anlaşılmasında ve tanımlanmasında birçok problemli önermelerin ortaya konulmasına neden olmuştur. Öncelikli olarak şunu net bir şekilde tecrübelerimle söyleyebilirim ki saha çalışmaları ile Alevi toplumun temel dinamiklerini kaydetmeden toplum üzerine yapılacak yorumların ayakları yere basmaz. Alevilik konusu üzerine çalışmaya başladığımda her bilim insanı adayının yaptığı gibi mevcut literatürü okumaya başladım. Okudukça zihnimdeki bilginin netleşip ve konu üzerinde derinlikli bilgiye sahip olacağımı düşünürken her okuduğum eserde zihnimde daha bulanık bir veri havuzu oluştu. Saha çalışmalarına başladığımda ise soru işaretlerinin cevap bulmaya başladığını gördüm. Alevilik üzerine çalışan her araştırmacı öncelikli olarak mevcut bilgi havuzunun bulanıklığından bir kepçe tasına alıp yola çıkmaktadır. Zaten kapta bir kepçe de Sünni toplumun tanımlaması vardır. Daha da önemlisi araştırmacıların birçoğunun zihninde bir Alevi tanımı vardır ve buna uyanı kabul etme eğilimi yüzünden tespitlerinden istediklerini yorumlamayı tercih eder. Son otuz yılda Alevi toplumu içinden çıkan araştırmacı ve inanç mensuplarının mevcut literatüre ve iftiralara cevap niteliğindeki belirli bir amaçla yazılan eserlerdeki metodolojik yaklaşım problemleri ve benzer ifadeler sahaya inmekten başka bir çıkış kapısı bırakmamaktadır.
ÂŞIK KADİR TÜRK’le Söyleşi
ÂŞIK KADİR TÜRK’le Söyleşi
Sevgili ozanım nereden ve ne zaman doğmuşsunuz?
1950’de Tokat Turhal Çaylı Köyü’nde doğmuşum.
Çocukluğunuz köyde mi geçti?
Köyde geçti.
Köyünüzden bahseder misiniz, nasıl bir köydü, yaşam koşulları nasıldı?
Vallahi köyümüz ilk zamanlarda çok varlık bir köy değildi. Köyümüze bir kanal geldi, köyümüzün kendi gücüyle oldu, köyü suya kavuşturdu. Köy o zaman kalkındı. 1958’ler olsa gerektir.
Köyümüzün dağında pek orman yoktu. Önceden varmış. Bundan otuz, otuz beş yıl önce, benim abim on beş yıl kadar muhtarlık yaptı. Onun zamanında köyün dağını ormana verdi. Şu anda bizim köy ormanlık bir oldu.
Peki, gelenekler görenekler var mıydı, köyünüz cem cemaat olan bir köy müydü?
Önceden çok güzel bir topluluğumuz vardı, cem cemaat devam ediyordu. Şimdi de var ama eskiden daha fazla varmış.
Dedeler var mı?
Dedeler dışarıdan geliyor. Biz Hubyar talibiyiz, Hubyar Ocağı’ndan geliyor. Hepsi de Hubyar’a bağlıdır.
Köyde neler yaptınız, ne zaman köyden ayrıldınız?
Çiftçilik yaptım. 1970’de askere gittim. 72’de askerden tekrar köyü döndüm. Ve traktör şoförlüğü yaptım. Daha sonra Tokat - Turhal ilçesinde on sene taksicilik yaptım. Ve sene 1985’de ilk kasetimi çıkardım. O gün bugün devam ediyorum, on iki kasetim oldu.
Bu şiir aşkı, saz aşkı ne zaman başladı?
Bu askerden geldikten sonra başladı. O zamana kadar saz filan çalmıyordum. Komşumuza saz çalan hem dede hem âşık olan birisi gelmişti. O zamana göre çok güzel çalıyordu. Duygulandım, dede ben bu sazı çalamam mı, dedim. Sesim güzeldi. Çalarsın senin aşkına, kabiliyetine bağlı, dedi. Turhal’a gittim, Ulutepe Köyü’nden Mustafa Kılıç isminde bir sazcı vardı. Ona dedim ki, bana bir saz yapar mısın, dedim. Benim o köyden olduğumu biliyordu. Dedi ki, Kadir dedi, sen bu yaştan sonra âşık mı olacan, seni kim dinleyecek, dedi. Ve dedim ki sen bana bir saz yap ta öğrenirsem öğrenirim, dedim. Çalarsam çalarım, yoksa bir saz çalan gelir, bilen gelir, duvardan alır o çalar ben de zevk alırım, dedim. O zaman bana iki üç traktör kum getir de dedi, ben sana bir saz yapayım, dedi. O zaman abimin traktörü vardı. Ondan traktörü aldım, üç traktör kum götürdüm sazcıya. Ama bende öyle bir aşk var ki, yerimde duramıyorum. Geliyorum, saz ne zaman çıkacaksa, o gün geliyorum yine çıkmamış. Üç dört gün orada otelde kaldım, köye gitmedim. O zaman taksi yoktu, araba yoktu. Üç dört gün otelde yattım. Geliyor bakıyor ki, orada bekliyorum. Eve gitmedin mi, diyor. Ben sazı çıkarmadım. Anlaşıldı sen sazı almadan gitmeyeceğin, dedi. Sazı çıkardı aldım köye gittim. Gittim ama 4 kız kardeşim var dört erkeğiz 8 kardeşin en küçüğüyüm iki katlı evimiz var.
1970’de ayrıldık her birimize iki tane oda düşüyor. Bir alttan bir üstten iki oda düşüyor. Sazı çalmasam öğrenemiyorum. Abilerim karşı çıkıyorlar, senin tantananı mı dinleyeceğiz, git samanlıkta mı çalacaksın, nereden çalarsan çal, diyorlar. Ama ben bunları dinlemiyorum tabii. Gündüz tarlada çalışıyorum. Eve zor düşüyorum, gece üçe kadar da saz çalıyorum. Zor eve geliyorum, çok meraklıyım. O zaman köyümüzde Âşık Kamil diye saz çalan birisi vardı. O zaman usta mallarından çalıp söylüyordu. Ona sazımı ayarlattırıyordum. Ama bir iki derken bozuluyordu. Derken bir torba tel aldım, kırıldıkça takıyordum. Öyle öyle derken, sazı öğrendim. Teybe sesimi çekiyorum, dinliyorum. Filanca adam bunu nasıl çalıyor, ben de çalınca nerede hata yapmışım diye kendi kendime hatalarımı buluyordum, öylece öğrendim.
Bizim ilçemizde, o zaman taksicilik yapıyorum, hem de sazı öğreniyorum. Mihrican Bahar, Ali Kızıltuğ, Abdullah Papur… Onlar konsere geldiler Turhal’a. Önlerine geçtim dedim ki, Ali Abi ben de program alabilir miyim, dedi. O da benim programım dolu, dedi. Ve onları tanıyan bizim orada Sucu Rıza denen birisi vardı. Onlarla samimiydi. Onun yanına gittim. Rıza abi böyle böyle dedim. Sahneye çıkacağım, dedim. Onlar çıkarmıyorlar dedim. Sazını al, o saatte gel dedi. Ben seni çıkaracağım dedi. Sazı aldım, sinemanın kapısından baktım ki, adım atmaya yer yok. Dedim ki ben burada saz çalamam. Ben bu kadar kalabalıkta saz çalamam dedim. Derlerdi ki, âşıklar içmeden sahneye çakmaz derlerdi. Bakkala gittim, dedim ki, Ali abi dedim bana bir küçük rakı açar mısın, dedim. Bende heyecan var, sahneye çıkacağım, dedim. Ufaklığı içtim. Adam demiş onlara… Onlar beni bekliyorlar. Artık kimseyi tanımıyorum. Dediler ki hadi çabuk, bir tane söyleyecen, dediler. Bilmiyorlar ki, daha yeni yetişiyorum ama aşkım çok. Halk da benim yüzde doksanı bilmiyorlar. Beni şoför olarak biliyorlar. Halk şaşırdı. İsteriz isteriz dediler. İki derken üç dört tane türküyle indim. O günkü program beni çok etkiledi ve bu aşamaya getirdi.
Ozanların Dostluk Yolunda İlerleyen: NECLA YILDIRIM’la Söyleşi
Ozanların Dostluk Yolunda İlerleyen
NECLA YILDIRIM’la Söyleşi
Necla Hanım nerede ve ne zaman doğmuşsunuz?
Malatya Arguvan Koyuncu (Gürge Köyü)’nde 1964 (nüfus cüzdanında 1968 görünüyor) doğmuşum.
Peki, çocukluk ve çok sevgili Veli Akkol Dedemizin köyü de olan Gürge’den bahsedelim biraz?
Çocukluk günlerim, 6 yaşında annemin vefatı, 5 yıl sonra babamın vefatı öksüz ve yetim olarak okulları bitirmem, abimin yanında büyümem gibi nedenlerle, çok da kolay bir çocukluğum olmadı demeliyim; yokluk, sevgisizlikti beni pişiren. Bir bayramda bir babayı, anneyi kucaklayamamak, annenin kendi çocuğunu okula gönderirken, benim onları kenardan seyretmem, beni çok etkiliyordu. Hayata o yaşta bu acılarla başlamak, bir çocuk ruhuyla bunları yaşamak gerçekten de çok zordu.
İlkokul köyümde okudum, ortaokulu da. Liseye gidemedim. Öğretmenim beni çok seviyordu, onu mutlaka illahi ki okutun, derdi. Annem, babam yoktu benim yanımda, orada sahipsizlik nedeniyle okuyamadım.
Köyden başka hangi hatıralar var, arkadaşlar, oyunlar, hep mahsunluk mu?
Maalesef hep mahsunluk var. Mutlu olduğum günü hatırlamıyorum bile. Gerçekten de çok zordu.
Köyde ne kadara yaşadınız?
Ben artık o köyden kurtulmak istiyordum. Köy beni sıkıyordu. Köyümü çok seviyordum ama acılar nedeniyle oradan kaçmak istiyordum. Ben sanıyordum ki ben oradan kaçınca acılar beni bırakacak, ben rahatlayacağım.
Okuldan sonra, 17 yaşında eşimle tanıştım, evlendi.
(Bu arada eşi söze giriyor) Bu evliliğin arkasında da bir öykü var; annelerimiz kız kardeş. Annem kardeşine demiş ki, onu yıkarken, ben oğlan doğuracağım ve bu kızı benim oğluma alacağım, demiş. Bizim bundan hiç haberimiz olmadı. Biz kırk yaşına geldikten sonra haberimiz oldu.
(Ozan söze giriyor) Babamın kardeşi, halam bu hikâyeyi bize anlattı. Biz de bilmiyorduk. Eşimin de anne babası yoktu. Ebem bana bakıyordu. Biz de belli bir seviyeye gelince, siz birbirinizi alın, bir yuva kurun, dedi. Onun önayak olmasıyla bu evlilik gerçekleşti.
Ayhan Bey ben yaşamımı aslanda yazıyorum. Hatta bu güç bile olsa, bana çok zor gelse de kaleme döküyorum yaşadıklarımı. O acıları yazmak bile bana onları yeniden yaşatıyor. Bir zaman yarım kaldı. Ama hedefim yaşamımı kitap haline getirmek.
Evlendikten sonra ne yaptınız?
Eşimin babasının Mişedi yeni ismiyle Yamaç köyündendi. O henüz askere gitmemişti. Onunla evlendik. Askere gitti, 1985’de askerden geldi köye, üç beş ay sonra İstanbul’a göç ettik. Yaşamımızı burada sürdürüyoruz.
Peki, ilk şiir deneyimleri, saza söze ilginiz ne zaman başladı?
Çocukluktan beri bu vardı. Hatta ben cemlere giderdim. Sazın tınısı benim ruhumu alıp başka yerlere götürürdü. O sevgi hiçbir zaman içimden çıkmadı.
İlk şiiriniz hatırlıyor musunuz, ne zaman yazdınız?
1999’da yazmışım. Yazmaya da devam ediyorum. Şiirlerimi henüz kitaplaştıramadım. İnşallah bir gün hayat öykümü ve şiirlerimi kitaplaştırmak istiyorum.
Devamını oku: Ozanların Dostluk Yolunda İlerleyen: NECLA YILDIRIM’la Söyleşi
Ozan HÜSEYİN ERDOĞAN’la Söyleşi
İnsanlığın, doğanın, dostluğun, sohbetlerin harmanında
Barışın Dilini kullanan
Ozan HÜSEYİN ERDOĞAN’la Söyleşi
Dostluğa yaren, sevgide akız
Barışı sever, savaşta yokuz
Toprağa nimet, emekte hakız
Emek işinde, rehberin olsun
Gelenek yaşıyor, ozanlık yaşıyor, dostluk yaşıyor… Dost meclislerinde, muhabbetlerle büyüdüm, her gittiğim yerde insana gönül verdim, insanı anlamaya çalıştım diyen Hüseyin Erdoğan, geleneğin yaşatıcılarından olduğunu eserleriyle ortaya koyuyor. Ama onun ayrı bir yönü, bir yüzü de var. Belki de ozanlık kentlerle, bugünle, kalıplarının dışındaki başka dünyalarla da buluşmalı, görüşüne bir örnek sanki. Hece ölçüsünün dışında da yazdığı o güzelim şiirinde duygu ırmakları akıyor, aşktan yana, sevgiden yana, insanlıktan yana… Taksim’de barışı özleyenlere de, yalnız insanlara, gurbette kalanlara da sesleniyor, şiirleriyle, şiirin bir umut çığlığı olduğunu da gösteriyor. Uzun yıllardır sevgi ve muhabbetle andığım, bu güzel insanla bir söyleşi yaptım, ozanlardan, dedelerden, şiirden konuştuk… Muhabbet ehline kalsın diye…
Ayhan Aydın
Can olana beden biçilir
Hakk kapısı dosta açılır
Yar yolunda serden geçilir
Yolcu isen yol da güzeldir
Puslu, karanlık, soğuk günler olsa da, insanoğlu yine sıcak bir yer, bir dost, bir gülen yüz arıyor…
Siz hayat boyu neyi aradınız, neler yaptınız, hangi ideallerin peşinde koştunuz?
Almış olduğumuz kültür ve felsefe bizim hayat ilkelerimizi belirlemiştir. Dünya malıyla hiçbir işimizin olmadığı anlayışı hayatım boyunca devam etmiştir. Varlığımız dost varlığıdır. Benim kafamda zenginlik anlayışı çok farklıdır: Ne kadar çok dostum varsa onu o kadar büyük bir zenginlik olarak kabul etmişimdir. Her zaman insanca yaşamak, insan değerleri içinde var olmak en büyük idealim olmuştur.
Peki, bu idealler çok mu zor ki, dünya kan ağlamaya, bombalar yağmaya, çocuklar ölmeye devam ediyor?
Zaten insani değerler derken, insanın insana insanca bakmasıdır, tüm mesele. İnsanın kutsiyeti Tanrı katında da teyit edilmiştir. “İnsana melekler bile secde etmiştir”. Önemli olan insanı yaşatmaktır. İnsan öldürene insan denilmez. Ben onlara canavar diyorum. İnsan olan insanı yaşatır. Onun aksi benim için insanlığın dışındadır. Barış, barışmak, bunlar insanın olmazsa olmazlarıdır.
Aşkı irfandan gönül konulur
Gönül bağında insan okunur
Sırlı aynadan öze bakınır
Aşkın kölesi kul da dinlesin
Dedeler ve Bazı Sorular…
Dedeler ve Bazı Sorular…
Ayhan Aydın
Dedelerimiz yakın çevrelerindekilerden dinledikleriyle, kendi yaşamlarıyla, okuduklarıyla, gördükleriyle olgunlaştırdıkları tecrübeleriyle yüzyıllar boyunca; yaşadıkları coğrafyada Alevi öğretisinin, bu alandaki bilginin, inancın, sevginin aktarıcıları olmuşlardır. Dedeler muhabbetle, bu “Hakk- Muhammed –Ali’nin aşk kervanını bugünlere getirmişlerdir. Bu yolda; dövülenler, sövülenler, kırılanlar, eziyet çekenler çok olmuştur… Bedeller ödense de, sazın avazındaki aşk, sinelerde perde olmamış, em olmuş, yaralar sağalmış, sağaltılmıştır bu yolda. Dedeler bir umuttur, dedelik zahmetli bir yolun adıdır. Dedeler çölde açan çiğdeme benzerler, sırrına erilemeyen bu öz suyunu nereden alırlar, diye sorulmaz. Aslında her daim kendini yeniden var eden, yangınlar içinde yaşamayı başaran öğretinin, Aleviliğin temel yapı taşlarından birisidir dedelik. Yani dedesiz bir Alevilik düşünülemez.
Sorular-Sorunlar…
Bugünün dedelerinin önünde önemli sorunlar bulunmaktadır. Her şeyden önce geçmişin benim “altın devir” dediğim dönemi maalesef artık kapanmaktadır. Elbette bu yol her zaman yaşar, sonsuza kadar “Hakk – Muhammed –Ali” aşkı ve bu aşkla harlanan çerağlar yanmaya, dedeler – zakirler sazlarını çalmaya, cemler yürümeye devam eder. Ama önemli olan bu yolda; atalarımızın sürdükleri erkânlarında, bir sorun karşısında ne yapmışlarsa, nasıl gönülleri birlemişlerse, o geleneği en zengin ve güzel bir şekilde yaşatmışlarsa, aynı şekilde bugün de o güzelliği tam yaşayabilmek ve her daim Alevice davranabilmektir. Yani sadece cem yapmakta Alevilik ve dedelik olmaz. Talibin ve günümüzde tüm halkın inançla, Alevilik konusunda karşılaşmış olduğu sorunları hakkaniyetle çözemezsek Alevi Yolu’na uygun davranmamış oluruz.
Hem de artık çağımız gerçek anlamıyla bir bilim çağıdır, teknoloji çağıdır, uzay çağıdır, iletişim çağıdır. İnsanların önemli bir kısmı hem inançlarını yaşamak aynı zamanda doğru bilgiye zamanında ulaşmak istemektedirler. Hele hele gençler gerçek anlamıyla bugünün en iyi özetleridir. Onları bir tarafa bırakarak biz bir yol alamayız. Yaşam koşulları belki bugün geçmişe göre daha da ağırdır ama artık ekonomik ve sosyal zorlukların sıkıştırdığı yaşamın dışında bir de günümüzde, her gün genişleyen bir bilgi dünyası vardır. Bugünün yaşam koşulları ne kadar geçmişin çetin şartlarından ağırsa da, birçok alanda da artık bir rahatlama söz konusudur. İnsanlar ve özellikle gençler daha kısa, daha öz ve özlü, daha az yorularak, daha hızlı bilgi sahibi olmak istemektedirler. Her kesimden insanlar, doğru bilgi kaynağına en kestirme yoldan ulaşmak istemektedirler.
Diğer Makaleler...
- HACI CIRIK’LA SÖYLEŞİ
- ŞEYH BEDREDDİN - Uzun İnce Bir Yol
- ŞAHKULU BÜYÜK OZANLAR BULUŞMASI
- ALİ MERDAN BULUT DEDE
- Halk Ozanı BİNALİ AKTAŞ İle Söyleşi
- Ressam GÜLLÜZAR FİLİS TONKUŞ’la Söyleşi
- UZUNKÖPRÜ VE EDİRNE'YE GEZİ...
- SEFA ÖZTÜRK DEDEYLE SÖYLEŞİ
- Alevi Bektaşi İnanç Kurulu Toplandı
- Hüseyin Çırakman'la Uzun Bir Söyleşi...