ALİ SÜMER HALİFEBABA CEM RADYO SÖYLEŞİSİ
ALİ SÜMER HALİFE BABA
(2. SÖYLEŞİ)
Sevgili CEM Radyo dinleyicileri merhaba ben Ayhan AYDIN, bir Alevilik Söyleşileri programında daha sizlerle beraberiz. Biliyorsunuz programlarımızda Anadolu aydınlanmasını sağlayan, Anadolu halk kültürün yaratan ALEVİ - BEKTAŞİ inancını, kültürünü, felsefesini bugünlere kadar getiren inanç temsilcilerimizi konuk ediyoruz; yazarlarımızı, dedelerimizi, babalarımızı, ozanlarımızı, âşıklarımızı konuk ediyoruz, onlarla sohbetler, söyleyişiler gerçekleştiriyoruz, onların birikimlerinden, engin deneyimlerinden yararlanarak sizlerle güzel dakikalar geçirmeye çalışıyoruz.
Bugün de yine yaşayan değerlerimizden, içimizdeki güzelliklerimizden birisiyle daha beraberiz; bu gün Ali SÜMER Halife Baba’ya beraberiz.
Ali SÜMER Halifebaba aynı zamanda CEM Vakfı kurucularından bir değerli isim. Ankara’da yine aynı şekilde Anadolu Kültürünü araştıran, inceleyen çok değerli bir kurumumuzun kurucusu, yönetim kurulu üyesi ve çok uzun yıllardan beri ALEVİ – BEKTAŞİ yoluna hizmet eden, ömrünü bu yolda geçiren bir değerimiz yirmi yıldan fazla; evet yirmi yıldan fazla Hacı Bektaş kasabasında, o dergâh da hizmet yürüttü.
Hizmetleri sadece onlarla sınırlı kalmadı yıllar yılı araştırmalarıyla, incelemeleriyle belgeselleriyle, kitaplarıyla bu topluma çok şeyler verdi Ali SÜMER babamız bu gün bizim konuğumuz. efendim tabi ki sizi birkaç kelimelerle anlatmak yetmez, sizin değeriniz gerçekten toplum için çok önemli, en son kitabınız Hacı Bektaş Aydınlanması’nda da zaten bu birikimleriniz çok bu güzel görünüyor.
Hoş geldiniz efendim, Merhaba…
Hoş bulduk, önce bu programda bana yer veren CEM Radyo yöneticilerine teşekkür ediyorum, ayrıca bizi dinleyen bütün can dostlara saygı, sevgi ve aşkı niyazlarımı sunuyorum.
Evet, aşkı niyazla başlıyorsunuz. Sizler, benliğe “lanet” diyorsunuz, “ben” fikrini ortadan kaldırarak dostça, sevgice, barışça, kardeşçe yaşamak için el uzatıyorsunuz, bütün insanları eşit görüyorsunuz.
Alevisiyle, Sünnisiyle, Bektaşisiyle, Mevlevisiyle hangi inanç kurumundan gelirse gelsin bütün insanlara kollarınızı açıyorsunuz, zaten sizlerin o ışıklı yolları bize çok şeyler kazandırdı. İnsanların kaynaşması için köprü görevini gördünüz bu güne kadar, o yüzdende gerçekten tekrar tekrar teşekkür ediyoruz. Ankara’dasınız, Ankara’da oturuyorsunuz, şu aralar İstanbul’daydınız bizi kırmadınız geldiniz programımıza, umarız bir gün CEM Radyo da ulusal yayına geçer, bütün Türkiye hatta bütün dünyaya sesimizi dostluğu, barışı kardeşliği bu güzel duyguları iletebiliriz.
Evet, efendim ben birkaç şey söyledim ama bu birkaç cümleyle sınırlı değil yaşamınız elbette çok evveliyatı var. Siz Hacı Bektaş’lısınız, oradaki biliyoruz ki Hacı Bektaş’taki makamının düzenlenmesi, tertiplenmesi, müzenin resmi açılışının yapılması, etkinliklerin yapılmasına çok büyük emekleriniz geçti. Aleviliği, Bektaşiliği zikir etmenin çok zor olduğu dönemlerde siz bu mücadeleleri verdiniz, o yüzden ayrıca teşekkür ediyoruz o çabalarınızı hiç kesintiye uğratmadan bugünlere kadar getirdiğiniz için, tekrar tekrar sizleri selamlıyoruz.
Sayın dostum bu fırsatı bana verdiğiniz ama benim de yıllardır yıllardır bir üzüntüm, bir beklentim var bütün konuşmacılar bu büyük insanları bu yolu ve erkân anlatıyorlar.
Tabi ki biz Pir Balım Sultan Yolu’na bağlı okurken şöyle bir sistem vardı. Bir matematiği, bir coğrafyayı anlatmak için tarihi önce onun tarifini yapmak gerekir, sonra o tarih de taş devri tunç devri detayıyla geçilir. Ben tabi bütün can dostlar Aleviliği-Bektaşiliği kendi ölçülerinde bildiğini zannediyorum. Fakat ben bir de, önce bu Alevilik ve Bektaşilik konularına, detaylarına girmeden acaba bu Alevilik ve Bektaşiliğin kaynaklara geçmiş bir tarifi yok mudur, diye merak edecekler oradan girmek istiyorum konuya.
HASAN YILDIZ HALİFEBABA
HASAN YILDIZ HALİFEBABA
Yine De Erenlere Sığınıyoruz...
Hızır Cümle Darda Olanlara Yetişsin...
Yıllar yılı anamız, babamız, bacımız, hısmımız, can yoldaşımız, dostumuz bildik Anadolu ve Rumeli insanını, ömrümüzü bu yollara adadık.
Binlerce söyleşi, kayıt, fotoğraflar, bitmez tükenmez insan öyküleri derledik...
Büyük hayal kırıklıklarına uğradık, dost bildiklerimiz, güvendiklerimiz bizi hançerlediler, yolumuzu kestiler...
Çıkar için yola çıkanlar yol aldılar; Aleviliği - Bektaşiliği sömürdükçe sömürdüler. Bugün de otokrat kafaların elinde, Aleviliği iliğine kemiğine kadar sömüren sözde artist sanatçılar elinde bu yol kan ağlıyor, kan kaybıyla büyük yozlaşmalar yaşıyor...
Biz yine de özü insan, sözü insan, Hızır'ın atına binmiş erenlere sığınıyoruz. Gönülleri sevgi dolu canlarla yol alıyoruz.
Yirmi yıl önce, rahmetlik Hakkı Saygı ile birlikte nice dağlar, tepeler aştık, nice nice zorlukları yendik. Cem Vakfı'nın tüm imkanlarını kullananlar adam oldular, türlü türlü nimetlere kodular. Hakk Saygı'nın arabasıyla, sağdan soldan aldığımız destelerle bizler çok güzel işler yapmaya çalıştık. Gönül köprüleri kurduk, insanların benzersiz sevdalarıyla bir araya gelmelerini sağladık. Cem Vafkı başta olmak üzere, Alevi kurumları ve bu kurumların başında olup da, geleceği inşaa etme aşkından çok o günü değerlendirenler sayesinde, dedeler, babalar, aydınlar darmadağın oldular.
Şimdi de, bu büyük boşluktan yararlanan ve ideolojik bir kafaya sahip olan AKP. - MHP. tek adam rejiminin ürünü olan Kültür Bakanlığı bünyesindeki Alevi - Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı çıkarcıların da desteğiyle yol alıyor...
Alevi aydını, kurum başkaları da ağızlarını yummuş, sadece seyrediyorlar.
Yirmi yıl önce yaptığım ve adım adım yüzlerce insanla görüşüp, konuşup onların da gönül birliğini yaparak 6 uluslararası İnanç Önderleri Toplantısı yapan Cem Vakfı tarihi bir fırsatı kendisi var etmiş, yakalamış ama sonra da çok yanlış adamlar yüzünden bu birliktelikler darmadağın olmuştu.
Aynı yanlışa devam eden kurum ise, bir eli Ankara'daki kurumda olan insanlardan hala medet umuyor...
Allah size akıl fikir versin...
Can insanlar Hasan Yıldız Halifebaba ve Rahmetlik Fatma Ana Bacı Sultan'ı bu vesileyle sevgi ve saygıyla anarken, Hasan Baba'yla yaptığım söyleşiyi ilk kez burada sizlere aktarıyorum.
Sevgi ve muhabbetlerimle.
Hakk erenler Hızır, cümle doğru yolda gidenlerin işini asan eylesin, şimdi bir zamanlar birbirine küfredercesine karşı iken çıkar nimetleriyle bir araya gelen YOL YIKIM EKİBİ, yolsuz, ikrarsız, menfaatperestlerin nutuklarını bağlasın...
Hakk eyvallah, can erenler...
Söyleşi...
Sevgili izleyenler şimdi gerçekten de yolumuzu aydınlatan, ışıklandıran dede ve babalardan birisiyle daha bir aradayız. Ne güzel ki böyle Kırklareli’nde değerli dostlarla, değerli büyüklerimizle birlikteyiz. Rehberimiz doldukça doluyor, kabardıkça kabarıyor bizde daha seviniyoruz. Selahattin Bey’inde (Dağ) desteğiyle Hasan Yıldız’ı bulduk, sizde buyurun şöyle.
Şimdi yol her şeyden ulu yola hizmet etmekte herhalde hemen hemen en güzel şeydir. Dediniz ki, hoş sefalar geldiniz bizim hanemiz, dergâhımız herkese açıktır.
Gerçekten de Muhammed Ali isminin zikredildiği bu dergâh, bu cem evleri, bu tarihler boyunca gerçekten de insanları aydınlatan, ışıklandıran dergâhların kapısı hiç kapanmamış. Niye kapanmamış acaba? Niye kapanmamalı?
Bu yolun ululuğu nereden geliyor sevgili babacığım?
Şimdi evladım bu yol Muhammed Ali’nin yolu, bu Telli Kuran. Türkçe okuduğunuz zaman her şey açık açık ortaya çıkıyor. Bakıyorsun yolumuz ayetlerle başlıyor ayetlerle bitiyor bugün bizim söylediğimiz nefesler vardı Kuran’dan yarı yarıya parçalardır.
Kuran âlemlere öğüttür der bir ayette. Kuran bana öğütse bugün mü öğüt, yoksa öldükten sonra mı öğüt efendim. Ben o Kuran’dan bugün faydalanacağım, bugün yararlanacağım. Ben öldükten sonra o Kuran dursun asın tahtanın üzerine yahutta dolapta dursun duracağı kadar. Bu Kuran’dan ben bugün faydalanacağım o Kuran âlemlere öğüt, Müslümanlara değil bütün insanlık âlemine indi o Kuran. O Muhammed işte İslam âlemine değil, Müslümanlara değil bütün insanlık âlemine ışık tuttu. Benim Kuran’ım’dan bütün Hıristiyanlar faydalanıyor ama ben faydalanamıyorum abdestim yok benim ne yazık ki abdestim yok benim o Kurandan ben faydalanamıyorum. O abdestsiz ellenmez Kuran yok, namazsız ellenmez Kuran ona düğümlemişler milletin önüne orayı da kör kütük sır kütüğü yani suyun aktığı yere kütük koymuşlar su akmasın oradan. Şimdi adama soruyorum beş vakit camiye gidiyor abdest kelimesi Arapça mı, Türkçe mi diyorum boynunu büküyor. Ya sen ibadet yapıyorsun onun aslını bilmezsen niye yapıyorsun ki. Abdest; ab su, dest el Türkçe’si o zaman özü ne bunun çekirdeği ne temizlik.
Yunus ne dedi; 72 millet dahi elini yummaz değil dedi. Bu abdesttir bu cahil toplumu korkutuyorlar yani bayağı bir öcü gibi millet abdest diyor, Mehmet’in abdesti varmış Ahmet’in yokmuş. Ya fakirin abdestim yoksa benim sırtım kirliyse beni rahatsız eder. Ama biz diyoruz ki, içimizi temizleyelim içimizi. Bize soruyorlar iç temizliği biz bununla uğraşıyoruz toplumun içini temizlemeye çalışıyoruz. Fakirin dışı kirliyse beni rahatsız eder ama içim kirliyse herkesi rahatsız eder öyle midir?
Eyvallah yani Hakkı saldım fiziksel olarak temizlendim ama bunu içimizi temizleyecek olan kaynaklardan birisi Kuran’dır diyoruz Kuran’sız olmaz.
Aşık Veysel Yazım
Berfin Bahar Dergisi'nin Temmuz Sayısında Yayınlanan Aşık Veysel Yazım...
Selam ve sevgilerimle...
Bizim Yunus Kolu'ndan, Bir Büyük Ozan: Bizim Aşık Veysel'imiz...
Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yâda
Garip bülbül gibi ahûzar etme
Zar etme hey zar etme hey zar etme hey
Cumhuriyetin temel değerleri, yalnızlık, vefasızlık, uzaklara özlem, gerçek ve benzersiz doğa aşkı ve sevdası, gerçek dost arayışı gibi nice konuları şiirlerinde ustalıkla işleyen Aşık Veysel, Cumhuriyet Döneminin en önemli halk ozanlarından birisidir.
Kendi çağındaki ve kendi çağından sonra yaşamış bir çok ozanı etkileyen Aşık Veysel'i aynı zamanda bir başka gelenek içerisinde de değerlendirmemiz gerekir.
Bence o; insanlık değerleriyle yoğrulmuş ve Yunus Emre gibi gerçek dost, en iyi insana ulaşma aşkı ve bu uğurdaki arayışı hiç bitmeyen, kendi özünü batıni kültür yolunda da bulan bir gelenek ozanıdır.
Taptuk Emre Dergahı'nda kendisini çekemeyenlerin öfkelerinden ve de çok sevdiği pirinin, kardeşi olarak bildiği kızıyla evlenmeye zorlanan Yunus Emre, tüm hayatını değiştirecek bir karara vararak, bir gece yarısı, ansızın canı gibi sevdiği ustası, babası, yol önderi olarak gördüğü Taptuk Emre'yi ve bu doğru görüp doğru gelenlerin "Tarik-i Müstakim" yani en temiz ve doğru yol belledikleri, buraya değil ki insanın, odunun bile eğrisi giremez, diyerek kırk yıl, ağaçlarla, kuşlarla, börtü böcekle sohbet ede ede, dağlardan dalı, budağı, kırığı olmayan odunları getirdiği evi olarak gördüğü erenler dergahını terk edip, gerçek yaşamın içine karışır.
Dünyanın nasıl çilelerle ve adeletsizlerle dolu bir yer olduğunu tüm hayatı boyunca iyice öğrenir. Sadece tasavvufçu, tekke şairi olarak değil de, zamanla yazdığı ölümsüz dizelerle dünyalı Yunus Emre olarak da bilinir, tanınır, sevilir.
Söylence budur ki, yaşı da ilerleyen, dergahın ve pirinin hasreti iyiden iyiye bağrını yakan Yunus Emre daha fazla dayanamayıp bir gün yolunu yine Taptuk Emre Dergahı'nda uğratır.
Fakat çözmesi gereken bir sorun vardır onun: ya piri Taptuk Emre, destursuz, icazetsiz dergâhı ve kendilerini terk etmesini affedememişse, kendisini görmek istemezse ne yapacaktı?
Bu duygu, düşünce ve karamsarlıklarla dergaha varınca, dergahın bahçesinde Taptuk Emre'nin eşi Ana Sultanı görür. Eline varıp, niyaz eder. Meramını anlatır. O da, Yunus, Taptuk Emre'n, pirin çok yaşlandı, artık gözleri çok iyi görmüyor. Sen şöyle kapının eşiğine uzanırsın, o da oradan geçerken ayağı sana değince, bu nedir, kimdir? diye sorar. Ben de Yunus, derim. Eğer hangi Yunus, Bizim Yunus mu, derse o zaman bilki pirin seni affetmiş demektir.
"Ezelden beri benim fikrim / Enel Hakk idi zikrim" diyen Yunus Emre; Batıni yolda insanı en kutsal varlık bilip "Hakk ademdedir", diyen ve 922 yılda Bağdat'ta, görüşlerinden dolayı katledilen Hallac-ı Mansur'un dünya görüşünü benimseyip, onun yolundan gitmiş Anadolu'nun bilge, hümanist ve bu toprakların en büyük ozanlarından birisi olmuştur. Yunus Emre kendisinden sonra bir büyük halk ozanlığı geleneğinin bu topraklarda yeşermesini sağlamıştır.
İşte aynen Yunus Emre gibi bir Alevi olmasına, Alevi yolunda yürümesine rağmen yine Yunus Emre gibi şiirlerinde bu inancın şifreleri olan sözcüklerle, kavramlarla, terimlerle değil de; bizzat yaşam dolu şiirleriyle Aleviliğin de değerleri olan konularla örer şiirlerini Aşık Veysel.
Çağının sorunları, doğruluk, güzellik, dürüst insan ve toplum anlayışı, benzersiz doğa sevdası görülür onca zaman geç de de değerinden bir şey kaybetmeyen şiirlerinde.
Erdoğan Alkan "Kör Oldum Veysel Oldum"derken onu çevreleyen şartların Aşık Veysel'i Aşık Veysel yaptığını belirtir.
Aşık Veysel; Koca Ahmet Yesevi'den, Dedem Korkut'a, oradan ve Yunus Emre ve cümle Anadolu ozanların sürdüğü yolda ilerlemiş Türk Kültürünün ve bu toprakların en ölümsüz seslerinden birisi olmuştur.
Şiirlerinin gücü, konu çeşitliliği, dilinin, anlatımının sadeliği, işlediği konulardaki derinlik onun yaşadığı günleri aşıp geleceğe taşıyacağımız büyük bir değerimiz olmasını sağlamıştır.
Bir sevda insanı olan Aşık Veysel hiç durmadan, içindeki derin hislerin her birisini bir başka aydınlık duyguyla ve farklı dünyalara götürüp ve kendi çizdiği rotasında bizleri peşinden sürüklemiştir.
Onun Toprağı; yaratan, üreten, açları doyuran ve tüm kirleri, kötülükleri örterek, insanın karanlık noktalarından, verimli aydınlık yarınlar çıkmasını sağlayan, tüm dünya insanlığının akıl ürünü ekinlerinin filizlendiği, "Adem Ata/ Havva Ana"yı da, her türlü yaratıyı bize veren yaşamın bizzat ta kendisidir.
Onun dağları, sulak yaylaları, çayırların, çimenlerin içindedir.
Her daim güzeller ve çiçek açmış ağaçlarıyla Aşık Veysel, her daim dünyayı güzellikler içinde, aydınlıklar içinde düşler, betimler.
Toprak yurttur. Yurt korunduğun, hayatını borçlu olduğun en önemi sığınağındır.
Toprağın yoksa yurdun da yoktur. Yurdun yoksa her an yok olabileceğin, sonsuza kadar kaybolacağın bir karanlıktasın demektir.
O yüzden Aşık Veysel'de yaşam, toprakla ve yurtla anlamlıdır. İşte yurdun ve bayrağın varsa, üstünde çayır çimen dağların da olur, türlü güzellikler de olur, gelinlik kızlar o zaman yaylalara çıkabilirler, atlar o verimli ovalarda bir baştan bir başa coşkuyla koşabilir, binbir renkli çiçekler, derin kökler gibi yaşam fışkıran dallarıyla ağaçlar o zaman sonsuza kadar aydınlıkta boy verebilirler.
O zaman yaşam olur, o zaman insanlar dost olabilir, işte o zaman da insan ölse bile dostları onu hatırlayıp, yad edebilirler.
Böylece bu fani dünyadan geçsek de, göksel varlığa varsak da, en ölümsüz dostlukla, bir yurdu olan insanların gönüllerinde bizler sonsuza kadar yaşayabiliriz.
Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım (Aşık Veysel)
...
Şaşma gönül doğru yoldan
Meydan almaz kuru bühtan
Saz çalarlar sarı telden
Yanık gelir ses ıraktan (Aşık Veysel)
Aşık Veysel de bir çok Alevi ozan gibi aslında "dergâh- tekke- ocak- makamından / usta aşık- pir elinden" geçmiştir.
1925 yılında çıkarılan Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun gereği Hacı Bektaş Dergahı kapatılınca orada bulunan bazı dervişlerin Aşık Veysel'in memleketi olan Sivas, Şarkışla Sivrialan yakınlarında bu gelenegi sürdurdukleri çok iyi biliniyor. Aşık Veysel de "Bektaşi Meclisleri/ Muhabbetleri" düzenleyen bu canlarla sayisiz kez bir arada olmuş, onların düşüncelerinden yararlanmıştır.
Sivas, Hafik, Yalıncak Sultan Ocağı'na bizzat gitmiş, bu ocak dedelerinden feyz almış, hatta ikinci evliliğini bu ocaktaki bir bacıyla yapmıştır. Sivas Divriği Çamşıhı yöresi dede ve aşıklarıyla bir araya gelmiş, onlardan çok etkilenmiş,
Alevi inanç dünyasının sır perdelerini onlarla aralamıştır.
Alevi - Bektaşî Yolu'nda öğretinin temeli "insan-ı kamil" olmaktır. Yani, gönül kırmayan, herkesin sevgisini kazanmış bir olgun insan olabilme çizgisinde, "Dört Kapı / Kırk Makamdan" geçip, "Edep - Erkan" usulünce toplumda oturmasını, konuşmasını, kalkmasını bilip, "kamu alem / cümle alem birdir bize" denilen, "72 milleti bir nazarda" görüp, cümle canlı mahlukları özünden yaratan Tanrı'nın birer parçası olan "cihan alemi", kendi özünde "Cem edip", insanlık yolunda bir menzil kazanmaktır tüm hüner.
İşte Aşık Veysel insan, doğa ve yurt sevgisiyle yoğrulmuş Anadolu Hümanizması olarak bilinen ve Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Seyyid Ali Sultan / Kızıldeli, Virani, Yemini, Kul Himmet, Teslim Abdal, Pir Sultan Abdal gibi eren ve evliyaların, ozanların yolundan giden bu geleneğin cumhuriyet dönemindeki bir önemli ozanıdır.
Seherde ağlayan bülbül
Sen ağlama ben ağlayım
Ciğerim dağlayan bülbül
Sen ağlama ben ağlayım bülbül ey (Aşık Veysel)
Aşık Veysel de sadece kendi haline değil, ağlayanla ağlayan, gülenle gülen bir insan olarak yüreği ezik insanların duygularına da tercüman olan bir duygu ozanıdır.
Ozan bilge insandır; sezgi gücü çok yüksek, benliğini aşıp toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket ederken tüm yeryüzü insanlığının değerlerini kendi değeri ve sorunlarını ise kendi sorunu olarak bilen insandır.
Aşık İhsani'nin dediği gibi "Sorumluyum Ben Çağından / Dik Dağımdan Düz Ovamdan / Sömürüyü Toprağımdan / Kovana Dek Yazacağım"
Aşık Veysel'in toplumcu şiirlerinin olmadığı, devlet düzeninin yanında yer alıp, yaşanan haksızlıkları dile getirmediği yönünde bazı eleştiriler vardır.
Her bir ozanın dünyaya, olaylara, yaşama bakışları birbirinden çok farklıdır.
O yurduna sevdalı, yurdunun sorunlarına duyarlı bir doğa ve halk aşığıdır.
Ama unutmamak gerekir ki, Aşık Veysel daha çok "insan- toplum- doğa" bağlamında bir geleneğin sürdürümcüsüdür.
Anlatamam derdimi dertsiz insana
Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz (Aşık Veysel)
...
Aslıma karışıp toprak olunca
Çiçek olur mezarımı süslerim
Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar
Gökyüzünde dalgalanır seslerim (Aşık Veysel)
Aşık Veysel yaşamın tüm güzelliklerini hissedip, yaşama bağlansa da her ozan gibi o da yalnız bir insandır, derdini tam anlatamayan, tam anlaşılamayan, zaman zaman kendi kendisiyle başbaşa kalınca hüznünü bağrına bastığı bağlamasıyla paylaşan bir yaralı yürektir.
Hayatın ilk baharında yediği ilk darbe değildir sadece ondaki derin yaralar, eşinin onu terk etmesi, evladını kaybetmesi, köylülerinden ve akrabalarından yeterli ilgiyi görmemesi de onun hüzünlerini arttıran faktörlerdir.
Ayrılık günleri geldi dayandı
Eğlenip burada kalan elveda
Eridi cesedim yüreğim yandı
Sinem delik delik delen elveda (Aşık Veysel)
Her ozan gibi sevdası, arayışı, yakarışı, özlemi hiç bitmeyen Aşık Veysel; Anadolu gezilerinde, seyahatlerinde, okullarda, sahnelerde sazını çalıp, benzersiz sesiyle evrene seslenirken, yüreğiyle insanlığa dokunmak istemiş, insanlık özlemi hiç bitip tükenmemiş, insandan umudunu hiç kesmemiştir.
Ama Aşık Veysel köklerinin ne olduğunu da her zaman bilen, bir ozanlık geleneğinin içinde bir kimliğe sahip olduğunu hiç unutmayan bir ozandır.
Aşık Veysel yurduna sevdalı, "Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil" diyen Yunus Emre'nin insan severliğiyle dolu olduğunu görürüz.
O
"Hak'a minnet canum külli nur oldı
İçüm taşum nur ile ma'mur oldı
Uyandı devletüm gaflet habından
Bir ile varlığım külli Bir oldı"
Diyen Kaygusuz Abdal,
"Bakıp cemal-i yare çağırırım dost dost
Dil oldu pare pare çağırırım dost dost
Aşkın ile dolmuşum zühdümü yanılmışım
Mest-i müdam olmuşum çağırırım dost dost"
Diyen Niyazi Mısri,
İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerler idi
Ben can nedir şimdi bildim
Diyen Muhittin Abdal
Gibi batini tasavvuf yolunu süren ozanların kolundan gelen bir gelenek ozanıdır.
Cumhuriyetin değerlerini, okumanın, kalkınmanın önemini, birlik ve beraberlik duygularının kutsallığına inanmış, yazdığı ölümsüz dizeler dünya durdukça yaşayacak bir büyük değerimizdir.
Anısı önünde eğiliyoruz.
Ayhan Aydın
16 Haziran 2023
Berfin Bahar, Aylık Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, Yıl: 28, Sayı: 305, Temmuz 2023, Sayfa: 12-14, İstanbul
Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yâda
Garip bülbül gibi ahûzar etme
Zar etme hey zar etme hey zar etme
Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan mı aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma
Sızlatma hey sızlatma hey sızlatma
Bahçada dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkar etme
İnkar etme hey inkar etme hey inkar etme
Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
Unutma hey unutma hey unutma
Çiğdem der ki ben elayım
Yiğit başına belayım
Hepisinden ben alayım
Benden ala çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar
Lale der ki behey Tanrı
Neden benim boynum eğri
Yardan ayrı düştüm gayrı
Benden ala çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar
Nevruz der ki ben nazlıyım
Sarp kayalarda gizliyim
Mavi donlu gökyüzlüyüm
Benden ala çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar
Nevruz der ki ben nazlıyım
Sarp kayalarda gizliyim
Mavi donlu gökyüzlüyüm
Benden ala çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar
Sümbül der ki boynum uzun
Yapraklarım düzüm düzüm
Beni ak gerdana dizin
Benden ala çiçek var mı
Abone Koşulları: Yurtiçi Yıllık (12 Sayı): 600 TL. Kitap Armağanlı Abonelik: 750 TL / Cezaevlerine; Yıllık (12 Sayı): 300 TL. Resmi Kurum-Kuruluşlara; 12 Sayı: 900 TL Resmi Kurumlara Birim Fiyatı: 75 TL. / KKTC: 12 Sayı, 720 TL Yurtdışı: 12 Sayı, Avrupa: 85 Euro; ABD ve Uzakdoğu: 90 Dolar, (Yurtiçi ve yurtdışı abone bedelinin Türkiye İş Bankası İstanbul - Cağaloğlu Şb. Berfin Basın ve Tic. Ltd. Şti. 1095-558371 nolu TL. hesabına yatırılması rica olunur.) Posta Çeki No: Befin Basın Yayın Tic. Ltd. Şti., 5096824
Adres: Cağaloğlu Yokuşu, Evren Han, No: 29 / 62 Cağaloğlu 34112 - İSTANBUL / Tel: (0.212) 513 79 00 Faks: (0.212) 512 37 20
www.berfin.net / e-posta Adresi: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Ali Kızıldeli Dede
Ali Kızıldeli Dede Hakk’a Nail Oldu…
Aslen Malatyalı olup, Gaziantep’de doğmuş olan, Kızıldeli Ocağı’ndan Ali Kızıldeli Dedemiz (1942 – 10 Mart 2023) Hakk’a nail oldu.
Tüm ömrünü cemlerde, erkanlarda, muhabbetlerde geçiren, İran, Suriye, Irak'a kadar giden, gönüller birleyen, dürüst insan, gönüller sultanı, canlar canı Ali Kızıldeli Dedemiz sonsuzluk Alemine göçmüştür.
Gül yüzlü dedemizin devr-i daim, devri asan, yeri gönüller, menzili mübarek olsun…
Ali Dedemizle çok sohbetlerimiz, muhabbetlerimiz olmuştu. Abdal Musa sevdalısı olan Ali Dedemiz sürekli oraya gidip etkinliklere, cemlere katılan bir önemli değerimizdi.
Şimdilerdeki gibi, devlet, belediye, kurum güdümüne girip, yanlışları doğru gibi halka yutturan, menfaate daha çok düşen kent türedisi dedeler gibi değil, halkının bağrına, gönlüne ulaşan gerçek bir pir, gerçek bir yol evladıydı…
Nurlarda yatsın gül yüzlü dedem… Yerin nurla ala nurla dolsun, üzerinde çiğdemler, nergisler, sümbüller büyüsün…
Anın daim, yerin Ehlibeyt sevenlerin kalbi olsun… Uğurlar olsun, uğurlar olsun, uğurlar olsun…
Ali Kızıldeli Dede (Kızıldeli-Seyyid Ali Sultan Ocağı Dedesi)
Ayhan Aydın
Sevgili dede ne zaman, nerede doğdunuz?
1942’de Gaziantep’te doğmuşum. Dedem Hasan Dede Malatya’da doğmuş, babam ise o da Gaziantep’te doğmuş. Aslen İran’dan Erdebil’den gelmeyiz, Nişabur kentinden gelmeymişiz. Aslında bizim atamız iki kardeş, bir bacılarımış. İran’dan Irak’a, oradan Beyrut’a gitmişler. Beyrut’tan bir gemiye binmişler. Gemiyle Yunanistan’a geçmişler, o zaman Sırp dönemiymiş. Gemiyi Sırplar iskeleye çekmişler. Bunlar gemiye kaçak bindikleri için bunları Sırplar yakalamışlar. Bunların birinin adı Seyyid Ali Sultan, diğerinin adı Ali Seydi Sultan’mış, bacılarının adı da Bacım Sultan’mış. Oradaki kumandan Bacım Sultan’ı kendine hizmetçi olarak almış bunları da serbest bırakmış. Birisi gelmiş Kırcaali’ne yerleş, o dönem para yok pul çok çünkü, orada ikamet etmiş, birisi de Dimetoka’ya gelip yerleşmiş. O yöreleri irşat etmeye başlamışlar. İslamiyet’i ve Aleviliği o yörede yaymaya başlamışlar. Başlarına talipler toplamaya başlamışlar, talipleri de çoğalınca isimleri yayılmaya başlamış. Zaman içinde Seyid Ali taliplerinden bir ordu kurmaya başlamış. O zamanın padişahı da diyor ki mademki Seyid Ali’nin bu kadar askeri var, ordu kuruyor, İslamiyet adına çalışıyor, buna demiş bir yazı yazıyım. Yazıyı yazmış, babası Mehmet’e bir manga askerle birlikte bu mektubu da vermiş, babası o zaman biraz kafayı oynatmışmış, vermiş eline babasını göndermiş. Babası gelmiş Kızıldeli Sultan’ın yanına. Mektupta yazıyormuş ki ne kadar eli silah tutan asker varsa onları yanına al gel, tekkeye hizmet edenler orada kaslın, diyor. Mektubu Seyyid Ali Sultan Kızıldeli Sultan okuyor. O zaman Kızıldeli de tamam diyor, madem padişah emir etmiş (gidelim) topluyor dervişlerini, tekkeye hizmet edenlerini orada bırakıp çıkıyor İstanbul’a doğru yola. İstanbul’a çıkınca Muharrem ayı yaklaşıyor, geliyor Edirne’ye. Edirne’de tam muharrem başlıyor. Muharrem ayı çıkıncaya kadar burada ikamet edek (diyor) boş bir araziye konuyorlar. Kendilerine de ufak tefek sığınacak, gölgelenecek yerler yapıyorlar. Orada ikametgah ediyorlar, orada on iki gün Muharrem Oruçlarını tutuyorlar. Muharrem Orucunu tuttuktan sonra da oranın halkına da Müslümanlığı ve Aleviliği yaymaya başlıyorlar. (….) Sonra Seyyid Ali Sultan İstanbul’a varıyor, bir iki gün derken padişahın huzuruna çıkamıyor.
Böyle bir iki üç beş gün derken, Seyyid Ali Sultan diyor ki, biz buraya yiyip içmeye gelmedik, Padişahla görüşelim artık diyor ve padişaha haberci gönderiyorlar. Padişahım, diyor bizi buraya davet ettin de biz buraya yemeye içmeye, o kadar yolu boşuna gelmedik, diyor. Padişah diyor ki, senin askerlerin var, ben de sana biraz asker vereceğim, sen onların başına mihmandar olacaksın, bunun adı da Yeniçeri ordusu olacak, diyor. O da başım üstüne, diyor. Ne ihtiyacın varsa, karşıla diyor, ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Adamlarını da ona veriyor. Peki, şimdi ne yapacağım, diyor? Padişah diyor ki, doğuya gideceksin. Malatya yöresine gidecek orada İran askerleriyle, şahın askerleriyle savaşacaksın, diyor. Başım üstüne diyor, artık bir ay mı, iki ayda mı, Malatya’ya varıyor ve orada İran askerleriyle karşılaşıyor. Orada İran askerlerini yeniyorlar ve orada oldukları yerde yerleşip kalıyorlar. Bu askerler istek üzerine geldikleri için bunlara “tercihli” asker demeleri gerekirken, “tencirli” diyorlar. Bundan sonra da onların adı Tencirli olarak kalıyor. Bir kısmı da Süzenli gurubu oluyor. Ve o askerler orada yerleşip kalıyorlar. Seyyid Ali Sultan da orada ikamet ediyor, orada vefat ediyor, orada kalıyor.
Tam neresi Seyyid Ali Sultan’ın türbesinin olduğu yer?
Malatya Yazıhan’ın Fethiye Köyü Tenci Mezrası. Bir Aşağı Tenci var, bir de Yukarı Tenci var. Padişah tüm buradaki araziyi Kızıldeli’nin adına veriyor. Onlar üç kardeşmiş ve de onun üç evladı varmış, bizim neslimiz de o üç kardeşten geliyor. Onların isimleri biliniyor mu? Onu bulamadım. Ama ben beş göbek ilerimi biliyorum. Benim babamın ismi Ali, onun babasının adı Hasan, onun babasının adı Mehmet Efendi, onun babasının adı da Ali Efendi. Bizim köyümüzde on iki ev, on üç olmaz. Bu her zaman böyle olmuş. Şimdi de aynısıdır. Bizim atalarımız hiçbir zaman kendi menfaatleri için bir şey yapmamışlardır. Hep topluma hizmet etmişlerdir. Dünya da en çok talibi olan Kızıldeli Sultan’dır. Neden Kızıldeli demişler? Asıl ismi Seyyid Ali Sultan’mış, Kızıldeli demişler. Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye gelmiş. Bakmış ki ocağın üstünde Kara Kazan duruyor. Ne o, ne bekliysiz, demiş. Odun yok demişler. Nasıl, Tekke’nin odunları eksik olur mu, demiş. Ayakları kazanın altında yanmış, elleri de kevgir etmiş, kazanı karıştırmış. Bunun üzerine oradaki dervişler, Hacı Bektaş Veli’ye gitmişler. Demişler ki, bir at geldi, atın üstünde birisi geldi. Böyle böyle oldu demişler. O da demiş ki o Seyyid Ali Sultan, Kızıl’dır, demiş. Kızıldeli dememiş. Yanına gitmiş demiş ki, ya Seyyid Ali Sultan ben sana Kızıl demiştim ama Kızıldeli’ymişsin, demiş. Onun ismini de Hacı Bektaş Veli koymuş. Siz de Tenci Köyü’ndensiniz? Biz de o köydeniz. Bizim oradan çıkmamız çok eskiye dayanıyor. Eşiniz (ana)’da aynı köyden mi? Biz zaten amcazadeyiz. Aynı köydeniz. Bir başı Antalya’da, bir başı Gaziantep’te, bir başı da İstanbul’dadır. Bizim köyümüz dede köyüdür. Hepsi dededir. Benim dedem o köyden çıkıp Gaziantep’e gelip yerleşmiş. Bizim Antalya’daki Amcazadelerimiz cem yürütmezler. İstanbul’da var. Gaziantep Düztepe Mahallesi’nde bizim soydan insanlar vardır. Kardeşimin çocukları vardır, onlar iki evdirler. Orhan ve Ali Kızıldeli’ler orada yaşıyorlar.
Niyazi Mısri'nin Limnos Adası'nda Bulunan Tarihi İzleri
Niyazi Mısri'nin Limnos Adası'nda Bulunan Tarihi İzleri
İster isen bulasın cânânı sen
Gayre bakma sende iste sende bul
Kendi mir’âtında gözle onu sen
Gayre bakma sende iste sende bul
(Niyazi Mısri)
Sıradışı bir mistik ozan olan Niyazi Mısri (9 Mart 1618 - 16 Mart 1694), Halveti Tarikatına mensup olsa da taşkın Ehlibeyt sevgisi, görüşleri, camilerde, mevcut adaletsiz düzeni ve yöneticileri çok ağır şekilde eleştirdiği için ilk önce Rodos Adası'na, sonrasında ise iki kez Limni Adası'na sürgün gönderilmiştir.
Çok ağır koşullarda yaşayan Niyazi Mısri şimdi Yunanistan'a ait olan ve yaklaşık 500 yıl Osmanlı idaresinde kalan Limni Adası'nda hayatını kaybetmiştir.
Şiirleri, yaşamı, çileleri, dervişleriyle hiç unutulmayan Niyazi Mısri ile ilgili, Balkanlar özellikle Yunanistan'daki Osmanlı - Türk varlığı ile ilgili dünya çapında bir tarihci olan Prof. Dr. Heath W. Lowry'nin dün hediye ettiği kitabı bu sabah okudum.
Onun araştırmacı aşkına hayran kaldım.
Tarihçi, tarihi belgeler yanında yer- coğrafya- kişi ve belgelerden de çok yoğun bir şekilde yararlanan kişidir. Haritalar, tarihi fotoğraflar, yazmalar, her türlü belge... Elbette bol bol yerinde araştırma yani görme uğraşları, geziler... Hani oturduğu yerden başka yerlerden çalıntılarla kitaplar yazanlar var ya, kendisine tarihçi diyenler de hep aynı yerde, aynı plağı okur gibiler...
Bol bol okuma, yabancı diller, yüksek muhakeme gücü ve mutlaka yerinde araştırmalar...
Bunlar olmadan olmuyor.
İşte Sayın Lowry'i dinleyince, okuyunca insan tüm bunları düşünüyor.
Tarihi belgeler yanında yerinde incelemeler...
Niyazi Mısri'nin izinde Limni Adası'nda araştırmalar; Camii, kale, bina kalıntıları, kitabeler, fotoğraflar...
Prof. Dr. Heath W. Lowry de Niyazi Mısri'nin yaşam öyküsü yanında Limni Adası'nda yaptığı araştırmalarla eskiden onun adını taşıyan camii, uzun süre hapsedildiği kalenin kalıntıları, dergahından kalanlar ve tarihi bir kitabe üzerinden araştırmalarını bizlerle paylaşıyor...
İşte böylesine işine aşık, işinin ehli gerçek tarihçilere çok ihtiyacımız var.
Sevgili hocamızın emekleri var olsun...
Heath W. Lowry, Niyazi Mısri'nin Limnos Adası'nda Bulunan Tarihi İzleri, Çeviri: Kıvanç Tanrıyar, Bahçeşehir Üniversitesi, İstanbul, 2011
Ayhan Aydın
20 Ocak 2023
AYHAN AYDIN'A ŞİİR BÜYÜK HEDİYE
En Güzel Hediye....
Yolumuzun Aydınlığı Bizleri Yaşatıyor, Peşinden Koşturuyor...
Ne Kadar Çileler Çeksek De, Geçmişte Yaşayan Atalarımızın Çektikleri Yanında Bizimkisi Hiç Kalır... Tek İsyanımız Bu Güzel Yolun Birilerince, Her Zaman Başkalarını Suçlasalar da, Suçladıkları Kişiler Gibi Yine Kendilerince De Kullanılmasıdır...
Yolu Gönlüyle Yaşatıp, Yozlaştırmayanlara, Yola Hizmet Edenlere Aşk Olsun...
Mustafa Sazcı Can Kardeşimizin Bana Yazmış Olduğu Şiir Beni Çok Mutlu Etti... Sizlerle Paylaşmak İstedim...
Muhabbetlerimle...
Ayhan Aydın
Ayhan Baba vaktin hayr olsun.
Öncelikle yola, geleneğe ve cümle ocaklara içi sırada ocağımız Kızıldeli Seyyit Ali Sultan ocağına olan hizmetlerinizden dolayı müteşekkirim, o güzel yüreğinize aşk-ı niyazlarımı sunuyorum.
Hakk ve hakikat yolunu tüm hakikatiyle sürdüren rehberlerimizden, pirlerimizden, mürşidlerimizden sonra bu hizmeti yürütecek olan tüm genç Ocak evladlarına muazzam bir arşiv oluşturdunuz. Zulmat ehlinin tüm gücüyle karanlığa boğmak istediği bu nurlu yolda bir delil de nefeslerinizle, makalelerinizle, programlarınızla siz uyardınız. Bu nedenle ne kadar teşekkür etsek az olacaktır.
Ezcümle dün gördüğüm güzel bir düşün üzerine gönülden dökülen kelamları size de iletmek istedim. Aşk-ı muhabbetle...
Nefesizin daim, ilminiz gür olsun. Mutluluk, huzur, sağlık ve bilcümle güzellik ocağınızda, bucağınızda kaim olsun. Hakk sizleri bizlere bağışlasın.
Güzel dosttan gelen tatlı sedaya,
Kulak verip yola çıktın Cevheri.
Baldan tatlı zehre, cemi hevâya,
Sırtın dönüp aşka uçtun Cevheri.
Aşkın deryasında hayli menzilin aldın,
Dalıben deryaya inciyi buldun,
Cafer dükkanına tezgâhın kurdun,
Gevher alıp, gevher sattın Cevheri.
Gezip dolaşırsın dostun bağında,
Abdal Musa Pir'in ol Durdağında,
Bir ismi Balkandır, Urum diyarında,
Nazenin yoluna girdin Cevheri.
Sarıbal Ocağı diyarındansın,
Cümle yol ehlinin şiyarındasın,
Hem bugündesin, hem yarındasın,
Eserinle hayat buldun Cevheri.
Sarı Saltık Sultan, Şah Kızıldeli
Teselya'da gözüm nuru Durbali,
Onlardan ayrı mı Merdan'ım Ali,
Arının sırrına erdin Cevheri.
"Erenler Katarı" yolun belleği,
Devam etmesidir canın dileği,
Dilekten de öte çağın gereği,
Buradan payını aldın Cevheri.
Telli Kur'an ile miraç eyledin,
Eyledin de dostu tavaf eyledin,
Canın, gerçeklere teslim eyledin,
Meydana koç kurban geldin Cevheri.
Hüseyn-i Kerbela mülkün ihyası,
Onların aşkına çekeriz yası,
Gökkube altında derdin devası,
Dermanı kâmilde buldun Cevheri
Arama uzakta sen seni gözle,
İkilik bulunmaz cihanda, özde,
Hünkar Bektaş Pir'in izini izle,
Menzili maksûda erdin Cevheri.
Daim Hakikati kendinde ara,
Der ki gerçek erler; arayan bula,
Vallahi düştüğün girdab-ı bela,
Mihneti belayı çektin Cevheri.
Suyun gözesinde bulmuşsun iman,
Tuttuğun dal değil dest ile demân,
Kılavuzun olsun Ol Şah-ı Merdan,
Şaşıp düşmeyesin Baba Cevheri.
Devri der ki: sözü tamam eyledim.
Eyledim de aşk deryasın boyladım,
Aşık Ali'yi de rehber eyledim,
Senden sana ayna tuttum Cevheri.
Vallahi gül yüzlü, nur cemalli can kardeşim, senin bu sözlerin benim için bir aşk badesi oldu...
Zaman zaman isyan edip, küsüyorum her şeye...
Senin bu cevher sözlerin hayat verdi bana...
Sana ne söylesem az gelir...
Yüreğin var olsun, var olsun.