Metin Turan'la Ozanlar Üzerine Bir Söyleşi

Metin Turan’la Ozanlar Üzerine Bir Söyleşi…

Ayhan Aydın

Çok kısaca nedir halk ozanlığı ve âşıklığı? Anadolu’da nasıl boy veriyor Dede Korkut, Köroğlu ve bugüne gelinceye kadar hangi özellikleri ile kimliklerini yaşatıyorlar Anadolu halk ozanları?


Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra dinlenir yarın nereye sefere gideceğiz der, lalası der ki, sultanım siz Bizans’ın başkentine geldiniz. Biz aslında ruhumuzda göçebeliği taşırız. Büyük kentlerle yerleşmeye başladıktan sonra biz büyük alışveriş merkezleri ve çarşılarla tanışmaya başlıyoruz. Orada meslekler türemeye başlıyor. Onun öncesinde bizde ozanlık geleneği var. Şaman aynı zamanda üstün yetenekleri olan sihirbazlık gibi meziyetleri olan ama aynı zamanda saz çalan, şiirler okuyan ama İslam’la tanıştıktan sonra biliyorsunuz şiirleşmeyle birlikte meslek dalları ortaya çıkıyor, uzmanlaşma başlıyor. İslam dininin güzel sanatlara olan yaklaşımından kaynaklanıyor. 19.yy. Seyrani’ye, Dertli’ye şeytan bunun neresinde, dedirten bir zihniyet orada ozan aslında karikatürize ediyorum çıkış yolu buluyor. Reyhani biliyorsunuz Erzurum’da doğmuş, Bursa’da hayata gözlerini yumdu. 1950’li yıllarda Kağızman’da benim baba tarafından dedem olan Cemal Hoca mektep medrese görmüştü. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Kars, Sovyet, Rusya idaresinde olduğu için kırk gün onların idaresinde kalmış. O dönem bugünkü yüksek okul Gori’nin pedagojik eğitimi almış bir insan.

 

Biz programlarımızda geleneksel yapıyı devam ettiren âşıklarımızı, ozanlarımızı konuk olarak alıyoruz, sazları ile düşünceleri ile kendilerini yansıtmaya gayret ediyorlar. Bugüne ait ne söylersiniz halk âşıklığı Anadolu’da Türkiye’de şu anda ne şekilde yaşıyor.

 Ozanlık 1980’li yıllara kadar görkemli sürdürülebiliyor. Bugün toplumun doğru okuma konusunda bir açmazımız var. Bu gelenek birden bire kopacak noktada değil. Çünkü çok zengin bir geçmişi var. Bugün ozanlık geleneğini sürdürme iddiası olanların koparıldıkları bir düzlem var. Alevi Bektaşi geleneği var, o zakirlerin, dedelerin çalıp söylediği türkülerin düşünün ki 1926 yılında Türkiye’de ilk folklor derlemeleri, müzik derlemelerinden çok bir tanesi Aşık Veysel’dir. Örneğin; Ağgül seni camekanda görmüşler, Erzincan türküsü Aşık Veysel derlemiştir ve 26 yılında derlenmiştir. Derdimi dökersem derin dereye, doldurur dereyi düz olur gider. Aşık Veysel kendine ait derlemeleri söylediğinde 40 yaşındaydı. O zamana gelene kadar bu gelenek onu biçimlendirmiştir. Bugünlerinin ozanları açmazı bu, zannediyor ki o gelenek ona da geçiyor. Çünkü onun yolları tıkandı. Tekkeler kapandı, zaviyeler kapandı.

 

İkimizin de ortak olarak sevdiği günümüz ozanlarından bir sevdiği Muharrem Yazıcıoğlu vardı?

 

Yazıcıoğlu okuyarak, sazdan çok yazmak lazım geleneğinin parçası olmaya çalışan isimdir. Kendisini büyük bir sevgiyle anıyorum.

 Metin Turan’la “Tarihten Mekâna Türk Halk Şiiri” ndeki ozanlar üzerine…

 Sevgili Metin Turan ismini topluma mal eden Seyrani hakkında neler söylersiniz, Seyrani kimdir, şiirlerinde neler, özellikle hangi konular ağırlık vermiştir işlemiştir?

 Seyrani diğer adı ile Develi, Kayseri’nin Develi İlçesinde yetişiyor. Önemli özelliği bir ayağının İstanbul’da olması çünkü Kayseri’den yola çıkıp İstanbul’a kadar geliyor ve dönemin padişahı Abdülaziz’in sarayına kadar konuk olmayı beceriyor. Seyrani İstanbul’a gelene kadar o geleneğin bir parçası olan yol arkadaşı Agop Usta ile birlikte yola çıkıyorlar, Ermeni kökenli bir vatandaşımız. İstanbul’da da Aşıklar Kahvesini mekan tutuyorlar, başka mekanlarda da hep aşıklık geleneğinin içerisinde oluyorlar. Muamma indirmeler Seyrani’nin ustalığını gösteren önemli göstergelerdir. İstanbul’a geldiğinde de yine Aşıklar Kahvesine uğrayıp sanatını ve ustalığını sergilemesi açısından askıdaki muammayı çözüyor ve oradaki insanlar ona saygı duymaya başlıyorlar ve bu duyularak saraya kadar gidiyor. Aşıklara meraklı olan Sultan Abdülaziz’de kendisini sarayda konuk etmek istiyor. Başka aşıkları da davet ediyor çünkü biliyorsunuz aşıklık geleneği Ahi geleneğinin parçasıdır.

Seyrani ile birlikte diğer aşıkları da ağırlayan Abdülaziz aşçıbaşına aşıkların neler istediğini, isteklerine göre yemek çıkartmayı istetiyor. Baklava, börek, bal, kaymak isteyen aşıklar yanında, sıra Seyrani’ye geldiğinde, ben dert yemek isterim, diyor. Böyle bir istediğin sultana saygısızlık olduğunu dile getiren aşçıbaşı, padişaha gidip efendim böyle böyle, diyor. O da huzuruna çağırıyor, aynı şeyi kendisine söylüyor, ben dert yemek istiyorum, çünkü şimdiye kadar ben hep dert yedim alışık olduğum şey budur, diyor. Keskin, sivri dilini hiçbir zaman sakınmıyor, padişahın huzurunda da sakınmıyor.

Zaten daha sonraki şiirlerinde de taşlama ustalığını sergilediği için sıkıntı yaşamaya başlıyor ve hemşerilerinin birisinin uyarısı ile oradan Bağdat’a gidiyor, İstanbul’dan uzaklaşması gerekiyor. Onun da temel nedeni Abdülaziz döneminde Topkapı Sarayı’nın yanında bir saray varken ikinci bir sarayın Dolmabahçe Sarayı’nın inşaatına başlanıyor, hazine de boşluk oluşmaya başlıyor. Seyrani buna tahammül edemiyor, sarayı beğenmediklerini yeni saraya ihtiyaç duyduklarını hazinenin boşalmış olduğunu dile getiriyor. Bu da padişahı rahatsız ediyor. Böyle sivri dilli ama velilikle deliliği yan yana taşıyan büyük bir bilge.

Kayseri’de sokaklarda dolaşırken kafasına şarap şişelerinden kavuklar yapıp onlarla dolaştığı rivayet edilir.

Sen kimin kulusun dediklerinde, diyor ki ben renklerin kuluyum, Tanrıya hakaret ettiği varsayılıyor kadıya gidiyor. Kadının huzuruna çıkarıldığı zaman bir deste gül götürüyor yanında, siz böyle mi söylemiştiniz, dediklerinde gülleri çıkarıp işte bu renkleri yaratanın kuluyum, diye kendisini ifade ediyor. Mecazi ve ustaca söylemeyi becerebilen bir aşıktır Seyrani.

 

Halep’e de gönderiliyor doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Direnmesini bilmek lazım, yanlışları her şart altında söylemek lazım.

 

Bir seher vaktinde yol oldu kervan

Devletlim buyurmuş katlime ferman

Eceli peşime taktı her zaman

Çıkmayan bu candan bezer ağlarım.

 

Aşkın sermayesi kara bağlandı

Bazen düşündürdü bazen ağlattı

Kader Seyrani’yi Halep’e attı

Gülmeyen bahtımla gezer ağlarım.

 

Hemşerilerinden birisi İstanbul’u terk et sonun perişan olacak, deyince onun yardımıyla Halep’e kadar gidiyor. Çağının ozanı olmuş olan kişiliklerinin temel özelliklerinden bir tanesi hangi düzlemde, hangi düzende olursa olsun halkın sesi, sözü olma yolundadır.

 

Günlük hayatta yaşam akıp gidiyor. Hangi çağda olursak olalım kimisi sefa içinde veyahut kendi yaratmış olduğu sahte bir dünya içerisinde cennet aleminde yaşıyor; kimisi ise yokluklar içinde veya baskılar altında yaşama savaşı veriyor.

Ozanlıkta, yazarlıkta toplumun öncülüğüne gelince iş değişiyor. Karanlıklar içerisinde, sıkıntılar, sorunlar içerisinde hayatı dramatize ettiği zaman, böyle olumsuz şartları dile getirdiği zaman, başına gelmeyen de kalmıyor. Dili de güzelse, yalınsa daha ön plana çıkıyor. Burada kullanılan üslup ve dil çok önemli.  Seyrani ile başlayan bu gelenek günümüze doğru geldikçe bir Cemal Hoca örneğinde olduğu gibi o buhranları özümseyip yine yansıtmayı başarabiliyor, biraz farklılıklar olsa da. Cemal Hoca için diyeceksiniz?

 

Cemal Hoca da tam geçiş dönemlerinin ozanı,  Seyrani için de durum aynı. Yetiştikleri topluma bakalım; Osmanlı çözülmeye başlıyor, yani kurumlar çözülüyor artık. Cemal Hoca Osmanlı’dan Cumhuriyete geçtiğimiz dönemin ozanıdır. Bir başka dönem olarak farklılığı vardır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda 1917 yılına kadar Kars coğrafyası Rusların elinde tam 40 yıl. Cemal hoca bu coğrafya içerisinde de bir geçiş dönemi ozanı olarak görev yapıyor. Hem kültürel anlamda geçiş, hem siyasal ve ideoloji anlamında. Hem Rusya’da çok köklü toplumsal değişiklikler söz konusu Ekim Devrimi gerçekleşiyor, hem Anadolu coğrafyasında; 23 Ekim Devrimi gerçekleşiyor. Böyle iki coğrafya içinde ama sonra da birleşen bir coğrafya da farklı olan geçiş döneminin ozanı oluyor.

Cemal Hoca Rus idaresi altında iyi bir eğitim görüyor. O dönem yüksek öğrenim şansı elde eden Gori’de bugün Gürcistan’ın sınırları içerisinde pedagoji eğitimi görüyor. Döndükten sonra kendi köyünde 1906 yılında sekiz yıllık ilkokul vardır yani o dönemde böyle bir kültürel kurumlaşma da söz konusu. Orada din derslerine ve Türkçe derslerine giriyor. Sümmani Kağızman’a gider Cemal Hoca’ya misafir olur. Cemal Hoca’nın şiire yatkınlığını fark eder o zaman ki ismi ile İsmail Molla İsmail diye anılıyor. Bir şiir yazmayı bile övünçle kaydeder ve Sümmani gibi birisinin genç yaşta bir halk şairi adayına şiirle övgü dizmesi çok önemli bir göstergedir. Ondan etkilenerek kendisine yönelen baskıları göğüslemesini de bilebilen bir cesaret gösterir.

Cemal Hoca’yı cesaretli kılan etkenlerden bir tanesi Sümmani’nin o bölgede sazlı etkinliklerde bulunması geleneği sürdürmesi. Kendi çağdaşları içerisinde Kağızmanlı Yusuf Sezai, Çıldırlı Aşık Şerif Varlı bunlar yüzyılın önemli ozanlarıdır. Cemal Hoca bütün bunların içerisinde bir kişilik olarak ama geçiş döneminin ozanı olarak da karşımıza çıkar.

 

Öyle bir kimliğe sahip ki; Arapça, Farsça biliyor, geniş bir kültürü var.

 

Astronomi eğitimi alıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun kendi çağını doğru okuyabilen onun ayrımına varabilen insanlar önemli eserler verebiliyorlar, toplumun temsilcisi, sözcüsü olabiliyorlar, aydını olabiliyorlar. Cemal Hoca böyle çağını doğru okuyan insanlardan. Rus idaresinde, Ruslara göre başka etnik kökenden olanın hakları yoktur öyle bir sistem kurmuşlar. Vergi veriyorsanız size öğrenim hakkı da tanıyorlar. Cemal Hoca’nın ailesi böyle bir tercihte bulunuyor, gönüllü olarak vergisini verme talebinde bulunuyor, bundan dolayı da gerek Cemal Hoca, gerek onun başka yakınları mesela İdris Efendi yüksek öğrenim olanaklarından yararlanabiliyor, bu da çağı okumakta kaynaklanıyor.  Yöresinde ilk Latin harflerini öğreten Cemal Hoca’dır. Aslında normalde cami imamıdır. Kendi geçimini oradan sağlıyor ama cumhuriyet ideolojisini o kadar erken keşfetmiş, öğrenmiş ki millet mekteplerinde gönüllü olarak, yukarıdan direktif beklemeksizin koşarak katılıyor. Çünkü Latin harflerini biliyor, tanıyor, Arapça, Farsça, Rusça bilgisi de var, eğitmenlik olanaklarından yararlanan birisi.

 

Şaşmamak, hayran olmamak elde değil.

 

Halk ozanının özelliklerinden birisi de budur. Siz eğer toplumunuzun ihtiyaçlarını sezemiyorsanız, çağı okuyamıyorsanız, orada sizin halk önderliğiniz, ozan kimliğinizin çok da bir anlamı yoktur. Sizin kendi kendinizi tatmin etmeye dönük bir kuruntunuz olurdu.

 

Sizin de bir yakınlığınız var mı?

 

Ben Cemal Hoca’nın torunlarından bir tanesiyim, baba tarafından dedem.

 

Bu gelenek böyle devam ederse bu ülkenin geleceği parlak, aydınlık olur. Çağını yakalayabilen, toplumun gözcüsü, sözcüsü olan ozanlarla, önderlerle, bilgelerle bu toplum bugüne geldi ve tüm bu güzellikler de gerçek aydınlar, ozanlar, yazarlar tarafından gelecek kuşaklara aktaracak.

 

Biz aşıkız ne söylesek

Sözümüzde yalan olmaz

Sır içinde sır sıklarız

Hiç kimseye ayan olmaz

 

Biz aşıkız ta ezeli

Her dem severiz güzeli

İçten söyleriz gazeli

Sevmeyende vicdan olmaz

 

Git teslim ol bir mürşide

Hikmetini gör her şeyde

Güzel sevmeyen kişi de

Vallahi din iman olmaz

 

Biz güzellere taparız

Sanma ki yoldan saparız

Eşiklerini öperiz biz de

Başka devran olmaz

 

Budur aşıkların hali

Daim tevhit okur dili

Cemal Hoca aşk bülbülü

Saksağanda figan olmaz

 

Bir de inanç dünyası ile ilgili ilginç bir örnek;

 

Aşka giriftar olmuşuz

Bektaşi derler bize

Saç sakaldan bi haberiz

Ferraşi derler bize

 

Dersimizi vird ederiz

Mescidi meyhanede

İçeriz tiryaki aşkı

Kallaşi derler bize

 

Din imanda doksandokuz

Mezhebimiz var bizim

Her bir renge boyanırız

Nakkaşi derler bize

 

Cemal Hoca’nın felsefesini, hayat görüşünü özetleyen en güzel dizeler bunlar. Az önce okudunuz gibi o bir güzele tapınmayı, kutsallaştırmayı becerebilen, bir başka dizesinde de şöyle diyor, tamamı aklımda değil; Anadolu’da kadını düşünün, kadın neredeyse otobüsü ayıracak duruma getirmiş. 21. Yüzyılda haremlik selamlık oturtturmaya çalışıyor. 19. Yy. başlarında hümanist dünya görüşü, insancıl, barışçıl, insanı insan olduğu için seven anlayıştır.

 

Böyle yüzlerce ozanımız bunlar şiir güçleriyle, toplumsal önderlik yönleriyle ayrılan insanlar. Günümüzde birçok insanın sevdiği ve yad ettiği Yaşar Reyhani var. Ozanlık geleneği içerisinde kendi üslubunca, kendi şiir dünyasını kurabilmiş çağımızın önemli ozanlarından birisi. Biraz onu analım.

 

Reyhani’yi yakın dönemde yitirdik. 1950’li yıllarda Cemal Hocanın yanında bulunmuş onun çıraklığını da yapmış ozanlarımızdan bir tanesi. Reyhani çok aydın görüşlü birisi kendi kuşakları içerisinde dünyayı çok aydınlık bir gözle okuyan sayılı insanlardan bir tanesi.

 

Her kesimden insanın sevdiği ender ozanlardan birisi. Bir de günümüzde bir Kaplanimiz var. Bir çok şiiri sanatçılar tarafından türküleştirildi.

 

1980’li yıllarda Kaplani ortaya çıkıyor. Yürüyorum Dikenlerin Üstünde şiiriyle zannediyorduk ki 16.yy. yaşamış bir halk ozanı gibi algılanıyordu. Kaplani dedikleri benim, dediği zaman kimse inanmıyormuş herkes ölmüş biliyormuş. Popüler olunca tanındı. Biraz da usta dizeler insanlara eskileri çağrıştırıyor. Cemal Hoca, Seyrani, Dertli, Köroğlu, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi bütün bu halk ozanlarının en tipik özelliklerinden bir tanesi toplumlarda geçiş dönemlerde, kırılma dönemlerinde, önemli travmalar yaşadıkları dönemlerde o dönemi doğru algılayıp iyi ifade etmeleriyle ortaya çıkan kişiliklerde somutlaşıyor.

Yunus Emre Moğol istilasıyla birlikte Anadolu’da bir çok trajediyi okuyamasaydı Yunus Emre olmazdı. Anadolu’da kasıp kavrulan, insanları kuşatıp duygularını anlatıp onlara terapi yapmıştır.

Pir Sultan bir başka noktada böyledir. Karacaoğlan başka bir noktada böyledir, Kaplani bugüne geldiğimizde o da öyledir. Toplumun travma yaşadığı bir dönemde derinden derine, hiç olmazsa onun söyleyemediklerini şiirle, sazla bütünleştirip dile getirmiştir. Karanlık bir gece yol görünmüyor, yürüyorum dikenlerin üstünde. 80 travmasını ozan dili ile ifadesidir.  

 

Ozanlar ki dilimizi en kıvrak şekilde kullanarak bizim öz benliğimizi, öz yapımızın güzelliklerini yaşatıyorlar. En güzel değerlerle insana dair halleri ölümsüz dizelerle dile getiriyorlar. Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal daha ismini sayamayacağımız onlarca, yüzlerce geçmişin nefeslerini bugüne getirenler, yaşantılarını, anılarını, sorunlarını, dağların uğultularını, nazlı yarin özlemlerini, bülbülün şakımalarını bize getirenler o geleneği öyle bir yaşatmışlar ki ve bu yurdun dağlar kadar yerli sahipleri olmuşlar. Ozanlardan çok şey bekliyoruz, bize çok şey verdiler ama ozanlık kimliğini hak etmişlerse, ozan olarak sevilmişlerse ben diyorum ki onların da dokunulamayan duyguları var, toplumun tümüne anlatamadıkları yanları özel duyguları var diyorum, siz ne diyorsunuz?

 

Yunus’un Ete Kemiğe Büründüm Yunus diye göründüm, sözü çok ünlüdür. Sonuçta ete kemiğe bürünmüş olmak, onlarda bizim gibi kendisine sakladığı, kimseyle paylaşamadığı, sır verdiği, sır aldığı bir dolu olay ve eylemleri vardır. Ozan kavramını onlara yakıştıran toplumdur, kendileri böyle bir iddianın arkasına düşmüş olsalar da bunu toplum onlara bahş edebilirse olur.

Mahsuni’yi Mahsuni yapan toplumla buluştuğu yerdir, Pir Sultan’ı Pir Sultan yapan toplumla buluştuğu kucaklaştığı yerdir. Değilse onların kendilerini ozan olarak tarif vermesi çok da bir anlam taşımıyor. Bunlar yola çıkarken kimse ellerinden tutup siz ozan olacaksınız, şunları da yapın demiyor. İster istemez çevreden, olaylara karşı tavırlarından dolayı kendilerine bir sorumluluk hissediyorlar. Ben burada ozan olarak bir görev üstleniyorum, diyor. Başkası hekim olarak görev üstleniyor, bir başkası öğretmen olarak görev üstleniyor. Klasik şair ile halk ozanı arasındaki fark burada. Türkiye’deki şiirin bir başka ülkede ki şiirden ayrılan yanı da budur. Biz 1970’li yıllarda ozanlarımızdan çok büyük sorumluluklar beklediğimiz için şiir üzerine siyaseten konuşmalar yaptı bu çok doğal, Türkiye’ye mahsus bir şeydir. Şiir bilimcileri, edebiyat bilimcileri buna itiraz etseler de bu böyledir çünkü bizim geleneğimiz böyle gelmiştir. Devletin dili olmamış bir Türkçeyi siz ozanlarınızla yaşatabilmişsiniz. Egemen olanın, kapısından girememiş bir halkın egemenlik anlayışını sağlamış. Dolayısı ile biz şiirden çok şey bekliyoruz.

 

Deniz dalgalanıyor bütün suları ile geliyor insanlar üzerine, insanlar toplum olarak da geliyor insanın üzerine. Yaşamı ve dünyayı olanı, belki de olmayanı da, olmasını istediğimiz şeyleri de ozanlar o benzersiz dizeleri sazlarının da tınıları ile bize getirip veriyorlar. Anadolu’nun, Balkanlar’ın, Suriye’nin, İran’ın, Irak’ın, Azerbaycan’ın buradaki Türk boylarının yaratmış olduğu halk ozanlığı geleneğinin başka bir coğrafya da bulmak kolay mı?

 

Tabii ki çok zor, zengin bir birikime dayalı. Bütün bu topluluklara rağmen halen canlılığını koruyan bir gelenek. Bu gelenek sadece bize mahsus da değil. Ukrayna’ya gidersiniz bugün halen geleneksel şiir tarzını sürdürmeye çalışan hece ile şiir okumaya çalışan hatta bunu kendi müzik aletleri ile seslendirmeye çalışan bundan çok hoşlanan bir toplum görürsünüz. 1950’li yıllarda parlamentoya girmiş bir siyasetçi Aşık Veysel’i de alır Çubuk’da rakı içeceklerdir, keyiflenecekler sohbet ederler, bir ara Aşık Veysel’i unuturlar aklına gelir saz acıktı derler. Aşık Veysel sazı alıp türküler söyledikten sonra siz ne kadar güzel anlatıyorsunuz, biz de bunları düşünüyoruz saatlerce kafamızda kuruyoruz ama sizin gibi ustaca birkaç dizeye sığdıramıyoruz. Aşık Veysel’in vermiş olduğu cevap çok ilginçtir, benim sırtına bindiğim bir şey var deh diyorum gidiyor, dur diyorum duruyor ama ne niye gittiğini biliyor ne niye durduğunu biliyor. Toplumu akıl ve duygularla birleştirip sanatsal yetenekle kavrayan insanlarla sıradan insan arasındaki temel çizgi burada. Bir tanesi neyi niçin yaptığını çok iyi biliyor o sanatçıdır, öteki ne yaptığını bilmiyor sadece güdüleniyor. Yeri gelmişken Kaplani’den birkaç dörtlükle şiirsel kılalım programı.

 

İkimizde varız zaman içinde

Dünya mı yalancı ben mi yalancı

Kara toprak ile kucaklaşınca

Kervan mı yalancı hal mı yalancı

 

İki gönül birbirine yar olur

Bir zaman işleri figan zar olur

Çıkar çelişince nefret var olur

Sevgi mi yalancı kin mi yalancı

 

Kuran’da okudum kubbeymiş hava

Yeri tavaf yapıp kılınmış dava

Katılmıyor fizik kimya bu sava

Dilin mi yalancı din mi yalancı

 

Kaplani’yim yola çıktık dost ile

Başımıza geldi bin türlü çile

Çok yürüyüp varamadık menzile

Ayak mı yalancı yön mü yalancı

 

Bizim belki de hayatımızda sormamız gereken temel sorunlarından bir tanesi ayak mı yanlış yere gidiyor yoksa yönümüz mü yanlış.

 

AYHAN AYDIN’LA GELENEĞİ YAŞATANLAR

 

7 NİSAN 2000 PAZARTESİ – METİN TURAN

FOLKLOR EDEBİYAT DERGİSİ YAYIN YÖNETMENİ

 

28 MAYIS 2007 PAZARTESİ

METİN TURAN - OZAN KEMTERİ

 

Metin Turan Kimdir?

1966 Kars-Kağızman doğumlu. Ankara Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulu ve Trakya Üniversitesi’nde okudu.

İlk öyküsü 1981 yılında yayımlandı. Ürünleri, Yazko Somut, Oluşum, Günümüzde Kitaplar, Yeni Sanat, Sanat Rehberi, Yeni Şiir, Varlık, Cumhuriyet Kitap, İmece, Özgür Gelecek, Damar, Berfin Bahar, Edebiyat ve Eleştiri, Folklor, Türk Folkloru, ODTÜ Halkbilim, Littera, Kül Öykü, Kebikeç gibi dergilerde yayımlandı.

İmece ve yeni Şiir dergilerine yayın koordinatörü, Sanat Hareketi, Promete, Sendika, Anadolu Ekini, Ürün, Mecaz ve Praksis dergilerine sahip sıfatıyla katkıda bulundu.

Edebiyatçılar Derneği Yürütme Kurulu Üyeliği ve genel sekreterliği görevlerinde bulundu. Kısa adı KITABEK olan Kıbrıs, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu ve Folklor Araştırmacıları Vakfı’nın başkanıdır.

Şiirleri Lehçe, Almanca, Arapça, Bulgarca, Makedonca, Romence, Korece, Özbekçe, Ukraynaca ve Rusça’ya çevrildi.

Öğretim elemanı olarak, 2007-2012 yılarında Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi’nde halk edebiyatı dersleri okuttu.

1994 yılından buna yayımlanmakta olan halkbilim, antropoloji, sosyoloji, tarih, müzik ve edebiyat içerikli Folklor/Edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütmektedir.

 

Yayımlanmış Kitaplarından Bazıları:

 

  • Can İçindedir Canan, Kağızmanlı Cemal Hoca
  • Aşık Veysel (Yaşamı, Sanatı, Şiirleri)
  • Kul Himmet
  • Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri
  • Türk Halk Edebiyatı
  • Suları Islatan Mecnun (Şiir)
  • Kültür- Kimlik Ekseninde Türk Edebiyatı
  • Tarihten Mekana Türk Halk Şiiri
  • Halk Kültürü, Başarı Yayınları
  • Sokaklar, Kentler, Ülkeler (şiir)
  • Halk Edebiyatı Bilgileri
  • Halk Deryasından Damlalar
  • Kars Halk Kültürü ve Edebiyatı
  • Yürüyorum Dikenlerin Üstünde, Halk Ozanı Hasan Kaplani’nin Hayatı, Sanatı, Şiirleri

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile