Şiran Yeniköy ve buradaki Alevilik Üzerine Ahmet Zemci Aydın’la bir söyleşi...

Şiran Yeniköy ve buradaki Alevilik Üzerine Ahmet Zemci Aydın’la bir söyleşi...

 

AYHAN AYDIN

 

Söyleşide daha çok, inançlı bir Alevi olan Ahmet Zemci Aydın’ın (aynı zamanda dedem) ilk çocukluk, gençlik yıllarından başlayarak geçirmiş olduğu çalışma evreleri, aynı zamanda Şiran’la ile ilgili, Yeniköy ve Kırıntı ile ilgili bilgileri, bunun yanı sıra daha sonraki bölümlerinde Alevilik, Bektaşilik, müsahiplik hakkındaki görüşlerini almaya çalışacağız.

 

Gümüşhane, Şiran, Yeniköy dağlık bir mekanda kurulmuş yerler. Aleviler için Çepni de diyorlar ama bu yaygın bir söyleyiş midir, bizim yörede? Dağlardan Trabzon bölgelerinden adamlar gelirdi, biz onlara Çepni derdik. Fakat bundan esinlenerek etraftaki köylerden öyle bir mevzu duymadım. Ama Çepniler yazın geliyor, güzün gidiyorlardı.

 

Bizim köylüler de başka yerlere gidiyorlardı, çalışmak için vb. Tabii onlara da farklı isimler verilebilir oralardaki Sünni inancındaki insanlar tarafından? Biz Karadeniz, Giresun tarafına geçim için gittiğimizde sığır güdenler oluyordu. Oralardakiler, bizim oralara “ova” derler, oralar sahil olduğu için kışın yaşamı zor oluyor ovaların yaşamı başka oluyor, bizim oraları kış bastı mı, yeşil bir su gider, etraf yeşildir.

 

Yeniköy’ün farklı soyların, boyların değişik yerlerden gelip burada yerleşmesiyle oluştuğunu söylüyorlar. Bunların ne olduğu hakkında herkes farklı bir şey söylüyor? İbrahim var, onun oğlunun oğlu Süleyman Dayı oluyor arada üç göbek geliyor. Yeniköy’e yerleşimi ilk onlar yapıyor.

 

Onların nereden geldiği hakkında bir bilgi var mı? Onlar hakkında bir söylenti var, bizim aslımız Horasan’dan geldi, deniyor. Bilmiyorum gezici olarak mı, Türkmen olarak mı, geldiler? 200 yıl mı, 250 yıl mı artık bilemiyorum bu kadar sonra yine onların kabileleri var. Orada onlar kabile diye söylemiyor.

Söylentilere göre sonradan da Şeyh oğlu, diye geliyorlar. Öyle imiş vaziyeti incelediğimiz zaman öyle imiş; Yusuf Dayılar, Hüseyinler, Hasan Bey’in babası filan... Ahmet Çavuş Dayı’nın sahiplik yakınlık dolayısı ile Aralalık’tan sonrasını da (bir bölge ismi olsa gerek) onlara Şakir Dayı’nın babası vermiş. Demek ki birbirlerine o kadar yakınlar ki yerlerini de veriyor. Şeyh oğulları dendiği zaman köyün yarısı onlara bağlı. Onlar da ikiye bölünmüş gibi oluyor bir kısmı sonradan soy ismini kullanmış bir de Karamollaoğulları var. Babamın demesine göre Dersim yani Tunceli’den gelme olduğu söyleniyor.

 

Kimler onlar? Şahintaşlar. Babam onların mübarekliğini iyi yapardı (iyi anardı anlamında) Şah Veli, Şahlar varmış aralarında bir dövüş olmuş, birbirlerinden ayrılıyorlar, bir kısmı buraya Yeniköy’e geliyor.

 

Şahintaşlar, Şah Velioğulları’ndan mı geliyor?  Evet.

 

Değişik şeyler söyleniyor yani Tunceli’den geldiği filan söyleniyor ama belli bir şey yok? Zaten Tunceli’nin aslını okursan hepsi Horasan’dan gelme. Tarihini ben okudum. Oradan gelme, sığınma, derken oralardan da dağılmalar oluyor.

Bizim dedemizin aslı Yörük’tür. Mesela Uzun Hasan dedikleri Yörük neslindenmiş. Bir rivayete göre bizim oralar kendi kabilemiz Uzun Hasan’a uzanıyor. Onlara Karakoyunlular mı diyorlar, Akkoyunlular mı? O sülale bize meşhur oluyor. Biliyorsun onların da Şah İsmail’le bağlantısı var.

 

Sizlere (Bizlere) Badıloğulları deniyor? Evet bize Badıloğulları deniyor. Badıl işte o soy ismine nasıl bağlandı ise, öyle gelmiş.

 

Deliler’den bahsettik. Deli dediğiniz kişi ilk önce dağların tepesindeki bir yere yerleşiyor? Bizim yakın Kapuluyurt (Kapılıyurt) dediğimiz yere ilkin geliyor, sonra başka yere yerleşmiş. Bir rivayette Deli’nin çocuklarının mezarlarının Kapılıyurt’ta olduğudur. Ben gidip görmedim ama, orada imiş. Bir hastalık oluyor, Deli’nin çocukları ölüyorlar. O da orada onları defnediyor.

 

İbrahim mi demiştiniz? Deli’nin esas ismi İbrahim.

 

Yok onun torununun torunu ya da ondan 4 göbek sonra?  En sonu Süleyman’dı.

 

Süleyman Dayı’nın soyu ne olmuş oluyor? Deli’nin soyu olmuş oluyor.

 

Ondan sonra gelenler kaç göbek... Süleyman Dayı’yı siz tanıyor musunuz? Tabii çok iyi tanıyorum. Hatta Derviş Ali, Süleyman Dayı’nın babasının ismi Derviş Ali imiş, Derviş Ali dedikleri zaman da esas Deli’nin oğlu değil de, Deli’nin oğlunun oğlu imiş, aradaki ismi biraz meçhul konuştular.

 

Yani Deli var, Deli’nin oğlu meçhul, tam bilinmiyor, onun oğlu Derviş Ali? Dördüncü, Deli’nin oğlu gibi var.

 

Ondan bir tane daha çocuk var? Ali’nin oğlu biri var sonra Süleyman Dayı, Derviş Ali oluyor, Derviş Ali’nin oğlu da Süleyman Dayı.

 

Süleyman Dayı’yı nasıl hatırlıyorsunuz? O eski yazı okumuş birisiydi. Süleyman Dayı’nın, Onun 6 oğlu var.

 

Süleyman Dayı’nın soyundan gelenlere ne isim veriliyor? Şeyh oğulları.

 

Yani Günelliler mi oluyor? Günelliler oluyor. Ahmet Çavuşlar’a da Karamollaoğlu deniyor.

Bizim köylü Ahmet Çavuş askerde bir yüzbaşının vurulması olayından sonra terhis olmuş. Ölen yüzbaşının altın bir kemeri varmış ve bu kemeri Ahmet Çavuş’a veriyorlar mı, nedir tam bilemiyorum, artık ona geçiyor bu kemer, onunla beraber geliyor Ahmet Çavuş köye. Köyümüzde zengin sayılmaya başlıyor. Millette para pek olmadığı için beş kuruşa bile insan muhtaç oluyor.

Karamollaoğulları geniş bir aile. Onların sülalesinden Mehmet Dayı, Salih Onbaşı, Halil İbrahim Dayı’nın babası, Ahmet Çavuş, Seferlerin Küçük Alaattin’in babası ile Sefer’in babası kardeş imiş ve babaları da Ahmet Çavuş’un kardeşi imiş.

 

Yani onlar da ayrı bir soy olarak gelmişler oraya? Tabii Karamollaoğulları yani Kara’lar, bir de Şeyhoğulları, yani Şahintaşlar iki ayrı, eski soy.

 

Yani Yeniköy’de isim olarak, ilk kez bu topraklara gelen kişi olarak Deli, diye birisi biliniyor, onlardan da Şeyh oğulları, Güneller geliyor? En eskisi Deli oluyor sonradan da diğerleri geliyor.

Benim, dedemin kardeşinin ismi Yusuf imiş.

 

Dedenizin ismi neydi? Benim dedemin ismi Mehmet imiş ve Aziz Dayı’nın dedesinin kardeşi imiş. Ama arasında çok yaş var. Benim dedem ilkin Keradam’a gelmiş, orada kalmış. (İnternet’te yaptığım taramayla Keredam’ın Şiran’a bağlı bir köy olduğu yeni isminin ise Kavakpınar olduğu bilgisine ulaştım. A. Aydın)

 

Keradam nereye bağlı? Kelkit’in Şehhoroz’un yanında tepede bir köy.

 

Şeh Horoz Dağı’nın yakınında mı?  Kelkit’e giderken orada bir tekke var, derenin içindeki köy. Orada yalnız kalıyor. Diğer kardeşleri geliyor, köye yerleşiyorlar alıyor, tutuyorlar, satıyorlar.

 

Yani başka bir yere yerleşmiyorlar da niçin burayı seçiyorlar acaba? Bildiğim kadar Alevilik mevzuunda herkes kapalı yerlerde barınıp yaşamaya özen gösteriyor. Aleviler, Alevilerin yanına sığınıyorlar.

 

Yok. Yani diğer aileler gelirken niçin başka yerlere sığınmıyorlar da bizim buraya geliyor acaba? Parça, parça geliyorlardı zaten.

 

Ama eskiden zaten bilmiyorlardı birbirlerini bir yerlerden hep beraber gelmediler ki, parça parça geliyorlar? Tesadüfen gelmişler.

 

Demek ki onların birbirlerini de bulmaları enteresan. O kadar insan başka bir yere gitmiyorlar da niçin bir yere geliyorlar? Beş ayrı boy, soy bir araya geliyor. Alevilik mevzuları da var kaçamak veriyor. Keredam dediğimiz bu benim dedem, orada kalmış orada evlenmiş mi artık bilmiyorum büyük kardeşi bizim köye yerleşiyor her şey sayılı oluyor.

 

İsmi nedir? Yusuf, Yusuf’un oğlu Halil, Halil’in oğlu Aziz Dayı oluyor. 5 – 6 kardeşi var, 5 – 6 bacısı var Halil’in.

 

Halil Amca’nın dedesi sizin dedenizin kardeşi? Kardeşi, demek bizim künyemiz çok küçük oluyor daha düşkün fakirhane oluyor ki gidip onu oradan alıp getiriyor.

 

Onun orada olduğunu biliyor? Demek ki duyuldu, öğrendiler. Bizim kasabada bir Pazar yeri oluyor ya orada buluşma ile mi tesadüf mü oluyor nasıl oluyor tam bilmiyorum.

 

Yani Keradam’a bir yerleşme oldu ama ne olduğu, nasıl yerleşildiği belli değil? Evet.

 

Burada evlenme oluyor? Evlenme olup olmadığını da bilemedik babamla konuşmadık. Babamın babası öldüğü zaman babam 4 yaşında imiş, babam yetim kalmış. 4 – 5 kardeşi varmış. Ama zeki ileri derece tahsilli olmuş gibi biri.

 

Deli’den gelenler Günelliler, ayrıca Şah Velioğulları, Karamollaoğulları, Badıloğulları var. Bu isimler eskiden kullanılıyor muydu? Tabi kullanılıyordu.

 

Dedenizin zamanında onların nereden geldiği hususunda Şükrü Dede bir şey söylüyordu, herhalde? Horasan’dan geldiği söyleniyor.

 

Nereden geldiğini tam anlamıyla çözemiyoruz ama bunların dışında bir aile var mı, kök var mı?

Türkiye dediği zaman bizim aslımız da Türk olmuş oluyor. Horasan’dan kopup geldiğine göre Anadolu’ya akın hep oradan gelmiş.

Bizim Avukat Hüseyin (Aydın), şu anda bilebildiğim kadarıyla Yeniköy tarihiyle ilgili en detaylı bilgiyi o biliyor. Kendisiyle bir söyleşi yapıp konuyla ilgili bilgileri alsam da asıl olarak, kendisinin ailelerle ilgili soy kütüğünü yazılı olarak hazırlaması en uygun olacak şeydir. Ayrıca bu konuda en geniş doküman Yusuf Aydın’dadır. Ayhan Aydın) biliyor, bizim Hüseyin’le beraber incelemeler onların bir kitap düzmeleri var.

Aziz Dayı’nın dedesinin ismi Yusuf. Aziz Dayı’nın babası hükümlü bir adammış. Aziz Dayı’nın babasının ismi Halil. Yusuf dediğimizin artık Halil Ağa orada bir köy odası yapmışlar geleni gideni misafir  ediyorlar.

 

Şimdi Deli var, ondan sonra, Şeyh Velioğulları, yani Günelliler var? Şeyhoğulları başka, Şah Veli başka. Şah Veliler Şahintaşlar oluyor.

 

Şah Veliler kimler?  Şahintaşlılar, onların ilk dedeleri belli mi? Dedeleri Tunceli’den gelme diyorlar, bilmiyorum. Dersim’den gelme oluyorlar.

 

Yani bir Şıh (Şeyh) Veli oğulları var, bir de Şah Veli oğulları var. Şah Veli oğulları Şahintaşlılar, Şeyh Veli oğulları Şıhlılar.

 

Şıhlılar yani Günelliler Yeniköy’deki en eski soy. Bunların Kırıntı’daki Günellilerle arasında bir bağ var mı? Tam bilemiyorum. Hasan Derviş ayrı gelmiş, Deli de ayrı gelmiş bu yöreye. Deli’nin gelişi ile Hasan Derviş’in gelişi arasındaki bağı, tarihi tam manasıyla çözemiyoruz ama yaşantılar ayrı.

 

Peki hangisi eski gelmiş acaba? Orayı kesin olarak bilemiyorum.

 

Şimdi bu Deli dediklerinin ismi tam olarak bilinmiyor ama belki İbrahim’dir? Durmuş’un dediğine göre Deli’nin esas ismi İbrahim imiş. İbrahim’in oğlu Derviş Ali imiş, Derviş Ali’nin oğlu Süleyman imiş, arada bir şey daha var onu sökemediler.

 

Onun kerametleri var deniliyor? Bunu biz de çok duyduk, ama bilemiyoruz tam manasıyla.

 

Ne olduğu bilinmiyor öyle bir söylenti var ama bilinen o ki Deli denen adam Yeniköy’e en eski gelen adam. Sonra bunun soyundan en az 5 göbek sonrasından Süleyman Dayı biliniyor. Süleyman Dayı’nın çocukları kimler? Durmuş, İsmail, Derviş Ali, Kazım, Meliha’nın (Aydın) babası.

 

Onların çocukları, torunları derken en azından 7 göbek gibi bir şey olmuş oluyor... Bugüne gelmiş oluyor, Yeniköy’deki en eski soy, 7 göbek öteye gidiyor, gibi.

 

İnsanların eğitime ilgisi alakası var, eski yazıları okuma gibi? Süleyman Dayı dediğim, Aziz Dayı dediğim, Molla İsmail, Şeh oğullarından yine ayrı dediğimiz bunların tahsilleri çok vardı.

Babam, Hüsnü Dayı sonradan okumuş, Hüsnü Dayı’nın babası Ahmet Çavuş’un okumuşluğu varmış ama öyle dini kitaplardan pek okumuşluğu yoktu galiba.

 

Cemlere dedeler nerelerden geliyor, Kırıntı’nın kendi ocağı, soyu var zaten, hangi soydan acaba onlar? Onlara Sarıbaloğulları deniliyor.

 

Hasan Derviş ocağın mürşidi mi? Evet. Bizim köyde de Deli. Bizim köydekilerin fazla bilgisi yok ama dede sayılırlar. Hacı Bektaş’a gidip geliyorlar. Hacı Bektaş’a Kars’tan mal, eşya bir şeyler götürüyordu, getiriyordu.

 

Durmuş Günel’in (Pehlül) dedesi kim oluyor? Onu bilmiyorum ama Kars’tan gelme, diyorlar.

 

Kırıntı’dan Hüseyin Dede varmış? Hüseyin Şeyh dediğimiz benim babamın emsali idi. 1870 doğumlu herhalde. Okumuş adam, yetişmiş yani kültürlü birisiydi.

 

Şebinkarahisar’dan dedeler geliyormuş bizim yöreye? Onlar da demek ki eskiden büyük bağlantı vardı. Babam bir dedeyi herhalde İsmail Dede’ydi, çok seviyordu. Büyük Erzincan zelzelesinden sonra onu görmeye gitmişti.

 

Onu görmeye mi gitti? Evet, onu görmeye gitti. Arada iki günlük yol var. Ben de sonradan onu gördüm. Ben Diyarbakır’a gittim, geldim. Onun da oğlunu sordum, soruşturdum, araştırdım, İstanbul’da. Onun oğlunun çok ideal insan olduğunu söylediler; ben de araştırdım.

 

Çal, Şinik’te (Çambaşı, Dilekyolu köyleri oldu) bir ocaklık, dedelik var mıymış? Yalnız Çal’da duyduk. Çal’da Güssün’ün (Gülsüm Aydın) babası (Ahmet) Çal’dan evlenmiş. Onun babası ile evlenenin kızın babası ile anamın babası Şinik’te musahipmişler.

 

Musahiplik o zaman da vardı, yani diğer o köylerde de devam ediyor? Tabii vardı. Bu dediğimiz 150 seneyi geçiyor.

 

O zaman ki yaşam nasıldı? Bizim köylüler oraya yerleşirken oralar orman içi olduğu için, davarcılıktan başlamış, tarlacılıktan başlamış geçim. Zaten bir parça ekmeğin, sütün, yoğurdun oldu mu keçilerden mesela yiyecek peydahlayabiliyorlar. Dağlarında odun çok. Odunları kışlık yakacak olarak kullanıyorlar, eskiye göre en gelişmiş medeniyet bizim babalarımızdan başlamıştır. Evlerde camdan pencere yok, ortada bacalar vardı.

 

Pencere yok, tepeden ışık alıyor? Evet. Herkes kendine göre tek evi olanlar yerleşim binası orta yerde yatma kalkma oluyor. Çünkü öte yerde ek yapmışlar o büyük yerlerin aşağı yukarı yanlarında birer ufak odaları vardı. O büyük yerlerden sayarsak bizim ev, Kasım Dayıların, Yusuf Dayıların, Mustafa’nın evi, Hamdullahlar’ın evi, eskiden temel ocak olarak sayarsak onlarda ocak olarak ayrılıyor. Onlardan 30 – 35 tane ancak çıkar. Bizim köyün 60 hane olduğunu sayıyorduk, şimdi sayarsan 100 – 150 hane kadar var.

 

O zamanlar cemler yapılıyor muydu? Cem yapılıyordu, millet fakirlik içinde olsa da, inancını yerine getiriyordu. İçimizde aşk vardı.

 

Yani sürekli gidiyordunuz o zaman çok cem yapılıyordu demek oluyor? Çok yapılıyordu.

 

Senede 30 – 40 gün yapılıyordu. Ne zamanlar yapılıyordu? Kışın yapılıyordu.

 

Her gün mü yapılırdı? Her gece yapılırdı. Önce cem yapılacak dede çağırılacak dendiği zaman halkı toplarlar bir görgü, konuşma mütalâası yaparlar... Köylü kendi aralarında yanlış oldu mu dede çağıralım mı, gidip getirelim mi? Diye kendi aralarında öyle bir mütalâa oluyor. Sonra toplantı oluyor, ceme karar verilince umumi bir görgü kurbanı, bir mal kesiliyor ortak olarak. Herkes yiyip içiyor.

Süleyman Dayılar fakirdi ama onlar Şeyh olduğu için cem onların ocağından başlardı. Dede hangi güne kadar dursa oradan kapı açardı.

 

Nasıl kapı açardı? Şimdi dede benim bildiğim kadarı ile geldiği zaman önce bize gelirmiş. Gelen-giden bizde olduğu zaman karar verdikleri zaman kararı bizim orada da konuşsalar gidip Hasan Şeyh’e verirlerdi. Cem orada başlardı, evvela Süleyman Dayı’nın evinde başlardı. Şeyh oğulları olduğu için öyle bir adet töre idi.

 

Cem nasıl başlar, nasıl devam ederdi? Köylüyü yemek yemeye toplarlar sonra tanışma olur. Sonra karar verilir, köylülerden barışık olan var mı, olmayan var mı? Ondan 5 – 10 gün ilgilenirler bir araya getirmeye uğraşırlar barıştıkları kadar barışırlar, 3 – 4 taneden sonra umumi olarak 12 hizmetle başlar.

 

Hepsi uygulanıyor mu? Ayetleri ile beraber hepsi uygulanırdı.

 

Bu Veliyettin Ulusoy’un kitabında vardı, herhalde bizim yörenin uygulamaları böyleydi? Veliyetin değil de Celal Efendi’nin bu kitabı. O iyi yazmış. Şimdi dediğimiz gibi görgüden başlandığı zaman 12 hizmetten başlardı akşamları biraz barıştırma yapılırdı, barıştırmalar bittikten sonra 10 gün sonra da azaldığı zaman barışı bırakır sonra 12 hizmete başlanır.

 

Cemden önce barıştırmak mecburdu? Mecburdu.

 

Barışmadan başlanmıyor mu?  Barışmayan kötü olan adamları dışarıdan içeriye almıyorlar ara sıra olursa kıyıda kulakta dururdu insanların içinde oturamazdı.

 

12 hizmet başladığı zaman saz çalınırdı. Sazı kimler çalıyor? Dedelerden de çalan var, yanında aşıklar da vardı.

 

Onlarla beraber mi geliyorlar? Gelen de var gelmeyen de var... Onlardan ayrıca aşık gelmezdi.

 

Cemler nasıl yürüyordu, 12 hizmet nasıl oluyordu? Önce millet ocak başı olur, ocak başının dedenin post yeri olur dedenin oturduğu yere tahta postu deriz, yanına da aşıklar oturur, köyün ileri gelenleri, büyükleri birbirlerine müsaade ederek hürmet ederek yerleştirirler. Kadınlar meclis toplanmadıysa daha ileri gelen kadınlar ehli ceme uygun meclisin düzenine uygun oturabilirler, çocuklar kademe kademe oturtulurlar... Ceme böylece oturtulmuş olurlar. Sonra bir de baba vardı elinde değnek gelene gidene babalık ederdi; konuşana sus derdi, şuraya otur... derdi.

 

Bu 12 hizmetten biri miydi babalık, yoksa baba diye ayrı bir adam mı vardı? Bir tane o oluyor, 12 hizmetten birisi oluyor.

 

Dede pençe mi, çubuk mu kullanıyordu? (Genelde ya pençe, ya çubuk olur) Çubukla değil pençe ile susturuyor dede pençe vururdu. Çubukla Soğugiller (Kırıntı’da bir sülale) yapardı. Değnekliler Soğugiller Kırıntı’dakiler kürkçü derler, ayakkabıcı derler mesela sırasını tam doğru dizemem belki ama; süpürgeci var, ayetleri ile beraber kurban duaları var... Usulle olduğu için 12 hizmetin içinde bu oluyor tüm hizmetler yürüyor, dualarıyla; süpürgeci oluyor, ışık duası vardır mesela ayrıca ışık yanıyor ama veya bir şişe ile mum ile yakıyorlar o dua okunuyor, dede de dua eder duaları var, hizmetçinin de kendisine göre duası var... Dedenin de söyleyeceği dualar var... 12 hizmet bittikten sonra bir dinlenme arası veriliyor, sohbet faslı açıyorlar, genelde nasihat faslı oluyor bu şeye göre cemin okunuşuna göre 3 – 4 saat civarı sürdüğü oluyor.

 

Dede kurban tığlıyor mu? Tığlamıyor, duasını yapıyor.

 

Duasını yapıyor pençeli dedeler? Pençeli.

 

Dar oluyor mu, darda durma nasıl oluyor? Dar oluyor, dar dediğimiz toplu dualar olurken umumi bir dara durma oluyor. Halk birden kalkıyor bir de yine dört kişi musahip olurken dara durması oluyor. Darda Allah! Allah! deniliyor.

 

Musahip olacaklar kurban kesiyorlardı, buna mecburlar mı? Evet kesiliyor.

 

Bir kurban mı kesiliyor? Öyle oluyor.

 

İbrahim Şeyh İstanbul’da yaptırmış da o yüzden şimdi musahip olmuşlar Kırıntı’dan. Onun fotoğrafları çıktı Cem Dergisi’nde. (Hüseyin Bal Hoca yazdı bunu.) Büyüklü küçüklü, kadınlı erkekli, kapıya gidip geliyorlar, içeride dedenin karşısında dua okuyorlar, sorular soruluyor onlar çok iyi dar-ı Mansur duaları alıyorlar.

 

Bizim orada sonraya kalıyor? Lokma Cuma akşamları olurdu bizim orada, diğer akşamları lokma yok bizim orada.

 

Bizim dedeler Hacı Bektaş Dergahı’na bağlı. Onlar oraya mı gidiyorlar? Tabii Kırıntıllı dedeler oralara giderler.

 

O zaman Ulusoylar’a Çelebiler’e bağlılar? Tabii. Bizim Yusuf (Öztürk) 1951’de gitti. (musahip kardeşi). Onlar ocak zadeli değil de babalarından beyitleri duymuşlar. Yusuf’un babası Trabzon tarafından göçüp gelme idi.

 

Öztürkler ailesi, Kırıntı’ya Trabzon’dan gelme mi? Evet.

 

Belki de Çepniler dedikleri onların soyudur? Doğrudur, olabilir.

 

Çünkü tarih onu kaydediyor Çepniler Trabzon’da, Giresun’da yoğun bir şekilde yerleşmişler. Ama onlara Çepni diye hitap etmediler.

 

Etmeyebilirler ama belki de öyleydiler, kökleri öyleydi.

 

Kürtün’de hiç Alevi var mı? Kürtün’de öyle bir şey duymadık ama köylerinde olabilir bize bağı yok. Yalnız Trabzon’da Eskiköy diye bir yer var orası Aleviymiş. Çepniler’de Aleviler vardı.

 

Trabzon’dan Eskiköy’den, Gümüşhane’nin ve Şiran’ın diğer köyleri arasında bağlılıklar var mıydı? Bağlılığımız yok. Dereyüzü köyleri denen Kürt kökenli diğer Şiran’ın köyleri bizden çok hürmetkarlardır onlar. Onlar o kadar cemi de bilmezlerdi, biz bilirdik. Onlarda daha kısa olurmuş galiba cemler. Onlarda öyle bizim gibi görgü cemi 12 hizmet cemi yoktu galiba. Adı vardı duyduğum kadar.

 

Bir rivayete göre Şiran’da 20 tane Alevi köyü var mı? Var galiba var.

 

Sizin geçmişten geleceğe çok yoğun çalışmalarınız oldu. Tabii bir de kısaca Anadolu’da da çok fazla köylere yörelere gittiniz. Teker teker anlatsanız her biri büyük şeyler. Yani inşaat işçiliği, kalfalığı, sonra müteahhitliği dolayısı ile oralarda da çok insanlar, çok şeyler gördünüz. Çocuklardan büyüklerden birbirlerine çok yakınlığımız olurdu. Mesela Çorum’dan, Balıkesir’den vardı arkadaşlarımız. Öyle bir yakınlaşmamız vardı.

 

Umumi olarak Türkiye çapında inşaatçılık yaşamınızdan bahsedersek biraz da, bu konuda neler söylersiniz? İnşaatçılık dendiği zaman herkesin oyununa gelen inşaatçılık çeşidi oluyor ilkin yakın köylerden başlanıyor. Bilmem Yusuf’un kardeşi Halit onlar bir zamanlar Van’a doğru giderdiler. Biz ilkin demiryollarından başladık çalışmaya. Sonra İzmir’i aştık işlerin inşatçıların çeşitli kademeleri var. En sonun da mütahitliğe girdik bilmem nereye girdik? Sınıf sınıf inşaatçılık var, bu kişiden kişiye, durumdan duruma değişiyor ama inşatçılıktan başka mesleğimiz olmadığına göre bir yerde bir iş bulsak girsek yapsak sanacağız ki bizim mesleğimizden daha iyi meslek yok gibi geliyordu bize. Aslında değil küçük güzel bir mesleğin kendine göre daha güzelliği var zorluk olmadan geçim derdi var.

 

İnşaatçılık böyle geçti. Geçim için sayılmayacak kadar illere gittiniz yani bütün illere gittiniz neredeyse herhalde? Zonguldak’ın içine girmedim, Hatay’ın da içine girmedim. Bunun dışındaki diğer tüm illeri hep biliyorum.

 

Tümüne gittiniz, hatta kazalarının da çoğuna gittiniz sanırım? Çoğuna gittim.

 

İnşaatçılık yönünde güçlüklerle karşılaşma var, bir de insanlarla çalışmak kolay olmasa gerek? Ben İş Bankası vasıtasıyla gittim, inşaat yaptığım yerlere. İşçileri buradan alırdım kazalarda bilhassa ben sıkıntı fazla çekmezdim. İşlerin iyi gitmesinde İş Bankası’nın işi olması, onun olumlu yönü vardı, yaptığımız işlerde. Müteahhitler çoğu yerlerde kötü görünüyordu ama, ben İş Bankası’nın mütahiti olduğum için kolaylıkla karşılanırdım.

 

Peki, o kadar ilde, ilçede, bucakta, köyde, kentte her tarafta bulundunuz bu Alevilik/Sünnilik mevzusu meydana çıkıyor muydu çalışmalarınızda? Çıkıyordu. Suşehri’nde iki kardeş çalışıyorlardı. Bunlar römork yapardı bizim Suşehri’nden giden dedeleri fevkalade biliyorlardı. Sohbetimizi yapardık, yakınlığımızı yapardık birisinin evine de giderdik.

 

Sünnilik/Alevilik konusunda bayağı bir sorunlar yaşanmış olabiliyor değişik insanlar da gördünüz. Sünnilerden ileri gelenler hocalar, hacılar gördünüz, sohbetleriniz oldu? Ben zaten küçüklükten beri kitap okurken tarikat kitapları, okurken şeriat kitapları okumayı öğrenmeyi bilmeyi isterdim ve bilgim de vardı. Gittiğim yerde tartışmasını yapacak kadar biraz bilgim olurdu, konuşmaya konuşabilirdim. Manisa’nın Demirci Kazası’nın Çakaloğlu Nahiyesi’nde 5 – 6 tane bina yaptık. Ramazan zamanı biz oruç tutmazdık, bir hoca hadise mana veriyor, onunla konuştuk. Aleviliğin kapalı olan taraflarını anlattım, dedik ki hoca efendi biz oruç tutmuyoruz, namaz kılmayı bilmiyoruz bizim halimiz ne olacak? filan bir hafta sabırlı olduk onlara iş yaparken kadınlar erkekler beraber oturuyor tabi ben o zaman 30 yaşlarında idim, kadınların yanında yemek yemeye çekiniyordum, mülâyim geçtiği zaman bir zamanlar kalktı gidiyordu, omuzuna sarıldım biz bunu o zaman duymuştuk ama gülerek hoca dedi ki; La ilahe illallah Muhammedî Resullullah diyen bir Müslüman cezası ne ise çeker, yine ahırette sonunda gideceği yer cennettir, dedi. Ben dedim hoca efendi tamam bu bana yeter. Sonra Alevilik mevzularını kapalı anlattım adam hoş karşıladı. Mesela hoca olmayan dede müritlerinde yine Manisa’nın bu kaza değil ama nahiye idi şimdi kaza oldu, Hacı Bektaş’tan birisi vardı onlarla konuştuk, sohbet ettik, fakat derinlere inmedik.

 

Gittiğiniz yerde dede veya aşıklar ile karşılaştınız mı? Benin gittiğim yerler şehir hayatı olduğu için olmadı.

 

Şehir merkezleri, oradaki insanlardan Kürtler mesela Kürt bölgelerinde nasıldınız? Konuşup sohbet ettiğimiz zaman birbirimize uyum sağlardık, iyi idik.

 

Kürtlerden Aleviler var mıydı? Kürt Alevileri var. Bazı Kürtlerden bizden de iyi Aleviler oluyor tabii.

 

Onlara rast geldiniz mi? Gelmedim ama duydum. Bazı arkadaşlar anlatırlar ama iyi olduklarını duyardım. Mesela Çorumlulardan, Balıkesir’den çok arkadaşımız vardı, birbirimize çok yakındık uyum sağlardık, hürmetimizi gösterirdik ama o tür sohbetleri açmazdık. O zamanlar cem var mıydı bilmiyorum, 1941 yılları...

 

Bu tarihten sonra da köye gittiniz mi?  Köydeki cemin aynısı burada yaptık.

 

Peki, mesela genel olarak sizce Alevilik-Bektaşilik deyince bu ne anlama geliyor? Gördüğümüz duruma göre sevgi, birleşme, samimiyet, hoşgörü insanda peyda oluyor. Karşındaki adamın durumuna göre çok yanaşabiliyorsun karşıdan gördüğün zaman bunda mim duası var derler, insan simaya baktığı zaman fark ediliyor Alevi olduğu.

 

Siz de anlayabiliyorsunuz? Tabii konuşmasından, davranışından, hareketinden anlayabiliyorsun ve ona yakın bir laf söyleyeyim 1972’de Iğdır’da İş Bankası binasını yapıyordum akşam bir dükkana girdim dedim buradan bir Samsun sigarası alayım. Onlar da Şia Alevilerindenmiş ben de meraklandım bunlardan birini görsem de konuşsam, sohbet etsem, diye. Adam diyor ki, biz Mekke’ye gittik oradan Kerbela’ya uğradık… Ben de adamın lafının arasına bir laf attım dedim, Kerbela’yı biz de biliyoruz, biz de gideriz filan, siz bilmezsiniz, dedi. Dedim Ehlibeyti bilen bir insan Kerbela’yı da bilir. Elimden tuttu adam konuştuktan sonra kahveye geldik, uzun boylu açıldık, anlattık, sohbet ettik. Şimdi onlar bizim dedeleri suçladılar, dedeler namazı inkâr ettiler siz namaz kılmıyorsunuz, dediler. Bu insanlara Iğdır’da rastladım.

 

Iğdır’da Şiiler, Azeriler yoğun. Yani böyle bir yaşam olmuş oluyor o zamandan başlayarak kitaplara büyük bir ilginiz varmış. Eskiden beri büyük bir ilgi belki 100 – 200 kadar kitabınız varmış, eskiden? Kitaplar hep kayboldu. 500 – 600 sayfalık Bektaşi kitapları vardı, tarihi falan hepsi kayboldu.

 

Yeni yazılara göre mi ? Tabii yeni yazılara göre.

 

Kaç yılından sonra?  Maarif Kitapevi’nin yayınlarından sonra.

 

Maarif Kitapevi’nin ki Hz. Muhammed’in Hayatı, Şah İsmail, Yunus Emre, Bektaşiliğin İçyüzü gibi eserler sanırım? Bektaşi tarihleri filan Bektaşiliğin İç yüzü ben de halen var.

 

Ahmediye, Muhammediye gibi kitaplar varmış? Ahmediye’yi, Muhammediye’yi babamın zamanında dinleyici olarak bulundum; cennet cehennem ne, Ahmediye kim, Muhammediye kim? Sonradan aldığım tarih kitaplarında okudum. Ahmediye Muhammediye, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre hepsinin yaşamlarını değişik kaynaklardan okudum.

 

Musahiplik nereden kaldı? Peygamber Efendimiz Mekke’deyken, Ebu Cehil’le Ebu Süfyan, baş düşmanlarıydılar. Peygamber Efendimiz Müslümanlığı yayarken, onlar cephe aldılar. Allah-ü Tealâ Peygamber Efendimize Cebrail Aleyhisselâmı yolladığında, sesler gelmeye başladı. Hatice vahiyden geliyor, o da namaz kılıyor ve o lâfları dinliyor, bayılarak yatağa düşüyor. Sonra da vak’aları Hatice Ana’ya anlatıyor. Peygamber Efendimiz çocukken, Hatice Ana’nın çobanları varmış ve ticarete gider gelirmiş. Peygamber Efendimizi çobanlara yardımcı olarak almış ve her şeyi ona teslim etmiş. Mekke ile Şam arasında bir duvak yeri varmış. İyi de okuyormuş. “Nerelisin?” demişler. Peygamber efendimizin yanında Ebu Talip de varmış. “Sizin oralarda bir peygamber soyu olacak, bunu biliyor musunuz?”. “Bilmiyoruz” demişler. “Muhammet isminde bir çocuk olacak.” Orada bir ağaç varmış, o yeşermiş. Peygamber Efendimiz yurda dönünce, oturup Hatice Ana’ya anlatıyor onunla evleniyor. Vahiy gelmeye başladığı zaman, mağaraya Cebrail geliyor. Peygamber Efendimiz eve geliyor ve baygın yatıyor. Fakat Hatice Anamızın bir amcası var ve “Hatice’yi bana isteyin” diyor.

Mekke’de Ebu Cehil’le Ebu Süfyan çok güçlüler. Müslümanlık yeni doğuyor. Peygamber Efendimize Allah’tan vahiy geliyor, “Mekke’den Medine’ye gideceksin” diye. Orada Ebu Bekir ile Hz. Ali çok yardımcı oluyorlar. Hz. Ali, Efendimizi yatağına koyuyor. Cebrail Aleyhüssselâm gelince, Peygamber Efendimiz gece kalkıp Ali’ye gidiyor. Mekke’den gelen muhacirler var, onlarla Medine’deki Ensarileri kardeş yapıyorlar. Peygamber Efendimiz Medine’nin ahvalini öğrenip, ondan sonra göç ediyor. Mekke’den gidenler ortada kalıyorlar, Ensariler hepsini evlerine alıyorlar ve kaynaşma başlıyor. Musahiplik de o zaman başlıyor. Birbirleriyle kardeş oluyorlar. Hz. Ali ile de Peygamber Efendimiz birbirleriyle musahip oldular.

 

Sizin musahip olmanız nasıl oldu? Biz 1942’nin 10. ayının 26’sında asker olduk. Onunda köyden çıkıp, yirmi altısında askere gittik.

 

Nereye? İzmir’e. O zaman Yusuf’u (Öztürk) tanımıyordum. Orada bir bölüğe düştük. Dört sene askerlik yaptığımız için de tabii birbirimizle kaynaştık. Bir yatakta yatardık kış geldiğinde, Yusuf’un iki tane battaniyesi vardı. Benim battaniyemi de getirir, ikimiz bir yatardık. Ot yatağı idi. 1946’nın onuncu ayının otuzunda terhis olduk. Sonra köye geldik.

 

Nasıl oldu? Tören nasıl yapıldı? Bölük komutanı 15 gün izin verdi, “5 gün de benden” dedi. Tezkereyi aldım geldim, derken bunlar geldiler. Birbirimizle kaynaştık. Haziranda terhis olduk. Yine 1948’in onuncu ayında, Aslan Beyler’de bir koç hazırladık. Aslan Bey’lerde (Günel) bunun amcası da vardı.

 

Dede mi geldi, nasıl dua okundu? Köy Cemi devam ediyor, Büyük Şeyh yani Hüseyin Şeyh (Günel) bizi yolcu oluyor yolcu oluyor ki biz Musahip olacağız, dördümüz bir arada bir çarşafın altına – beyaz tasmalar boğazımıza bağlandı – başımızı bağladılar bu benim arkamda bacılar arkamızda üç defa – selamaleyküm marifet erenleri aleykümselam dedenin erenleri – kendimizden, dünyadan geçiyoruz artık ahirete gidiyoruz.... dualar okunuyor. Hepimiz çömeliyoruz, Hakk’a teslim oluyoruz, dualar başlıyor, kurbanlar kesiliyor, kurban bir yerden pişiriliyor... yemek devam edecek – kaynaşma oluyor o zaman – bu böyle devam ediyor, Ehlibeyt’e gözümüz bağlanıyor – Ali ile Muhammet’in postuna oturmuş oluyor, Ali birimiz Muhammet pirimiz oluyor – bu mevzular çok uzun...

 

Dede nasıl öğüt veriyor, ne diyor ne yapıyor? Çok güzel nasihatlar veriyor – keseniz bir, keseniz ayrı olmayacak, kazancınız bir, ayrı olmayacak, karınız kızınız olmayacak, birbirinize bir şey demeyeceksiniz, eğer kızarsanız küstürürseniz Ehlibeyt yok – yasaklar daha çok – Allah bunları dedi birbirimize bağladı, dede.

 

40 yıl oldu musahip olalı. 40 yıl içerisinde gidip gelmeler, düğünlerde, ölümde, zulümde hep berabersiniz? Özümüz bir.

 

40 yıl sonra aynen uygulanıyor diyorsunuz? İçimiz dolu. Öyle şeyler oldu, öyle şeyler yaşadık ki, senelerdir hiçbir ayrımımız olmadı.

Bizim yörede İbrahim Dede’nin bilgisi çok derindir, ben onu seviyorum.

 

“Ta ezelden Muhammet’tir Ali’nin dostu, elinde Zülfükâr küffara kastı, Kırklar Meydanında sereriz postu, er cemali Muhammet, pir cemali İmam Hasan, Şah Hüseyin, ilk serelim Ali’nin yolunu birbirine versin, Muhammet’i selavat.

 

10 Nisan 1998 Cuma günü Ahmet Zemci Aydın’la Ankara’da yaptığım söyleşinin deşifre edilmiş metnidir.

 

AHMET ZEMCİ AYDIN, 4 EYLÜL 2000 PAZARTESİ GÜNÜ ANKARA’DA HAKK’A YÜRÜDÜ.

 

 

Ulu Çınar; Yerin Yüreğimizde Saklı...

Ahmet Zemci Aydın

 

Alevi, Sünni binlerce insanın sevgi ve saygısını kazanmış, insan severliğiyle, dostluğuyla, muhabbetiyle, sohbetiyle, yardımseverliğiyle gönülleri fetheden Ahmet Zemci Aydın, Hakk’a yürüyüşünün birinci yıldönümünde anılıyor. Gümüşhane Şiran Yeniköylü olan, seksen yıllık ömründe gönüllere akmayı bir görev bilmiş bu bilge Ehlibeyt dostunu saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz.

 

Doğruluğu, dürüstlüğü, çalışkanlığı ilke edinmiş, merhameti, muhabbeti, hürmeti ile gönülleri fethetmiş, ilmi insanlık için şart bilmiş, ışık olup karanlıkları aydınlatmış, dost olup yaraları sarmış, gönlü insan sevgisiyle dolu, Ehlibeyt aşığı ulu çınar, seni çok özlüyoruz...

 

Güneş kadar sıcak

Akarsular kadar berrak

Toprak kadar bereketli

Ulu Çınar,

Seni çok özlüyoruz...

Büyüklüğün sende,

Yerin yüreğimizde saklı.