ALİ DOĞAN

(BEKTAŞİ HALİFEBABASI)

 

İnsan-ı kâmil olma mertebesinde bir yol olan nazenin yolunu, Bektaşiliği, Alevi-Bektaşi inanç ve düşüncesini, felsefesini günümüzde yaşatan değerlerimizin fikirlerini derliyoruz.

Alevi İslam inancının ayrılmaz bir parçası olan Babagan Bektaşiliğinin önemli temsilcilerinden birisi olması yanı sıra önemli bir Alevi merkezinde de yaşamını sürdürmüş olan Ali Doğan, bize bu konuda oldukça orijinal bilgiler de veriyor.

 

AYHAN AYDIN

 

Siz değerli Bektaşi halife babası Ali Doğan’ı tanımak isteriz.

Efendim kısaca bize kendinizi tanıtır mısınız?

 

1927’de Karaşar’da doğdum.

Karaşar, Ankara’ya 130 kilometredir.

Ahalisinin, aşiret olarak Türkistan’dan geldiği kaydı vardır. Senelerden beri Alevi geleneğini sürdüren büyüklerimizden duyduklarımızla, gördüklerimizle bugünlere geldik.

Küçük yaşta “Mademki Müslüman’ım, Müslüman neler yapar?” diye araştırmaya başladım. Camilere, teravihlere gittim. Ankara’da Keçiören’e kadar gittik. Gençliğimizde, “Uzaklara gidersen sevabı çok fazladır.” derlerdi. Biz de uzak camilere giderdik.

Bize “Alevi” diyorlar. “Alevinin de kendine göre bir usulü, ibadet şekli var mıdır? Nedir, nasıldır?” diye merak edip, araştırmaya koyulduk.

Öğrendik ki; Alevilik’te yol, erkân görmek, musahip olmak lâzım.

Kendimize uygun musahip de bulduk.

Sonradan, Alevilik-Bektaşilik nedir? Nasıldır? Diye, Bektaşi dervişleriyle, babalarıyla görüştüm. Bize de nasip oldu, İstanbullu Hakk’a yürüyen Ziya Baba Erenlerden (Mehmet Ziya Şişman) 1959 senesinde nasip aldım; böylece yola girdik.

1966’da derviş oldum.

1975’de Halife Zeynel Baba’dan, babalık icazetnamesini aldım.

1989’da Noyan Baba’dan halifelik nasipmiş, öyle münasip gördüler, hilâfetnamesini aldım.

Yolumuzu, erkânımızı yapabildiğim kadar yapmaya, sürdürmeye çalıştım.

Yol Muhammet/Ali’nin, din Muhammet/Ali’nin, Hacı Bektaş Veli’nindir, diyorum.

Yolumuzu, geleneğimizi sürdürmeye çalışıyorum.

 

Çocukluğunuz Karaşar’da mı geçti?

 

Karaşar’da geçti.

Orada, genç yaşta esnaflığa başladım. Rahmetli babam kereste ticareti yapıyordu. 1940’ta ilkokulu bitirdiğimde, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne kereste vermek için, trenle oraya gidip geliyorduk. Babamın okur yazarlığı yoktu. Onun kâtibi gibi çalışıp, küçük yaşta esnaflık, kerestecilik yaptım.

 

Oradaki sosyal yaşam, cemler, dedeler, örf ve adetlerden neler hatırlıyorsunuz?

 

Karaşar’da şimdi halk evi diye tabir ettiğimiz toplantı evleri vardır. Orada köyün ileri gelenleri dedeler, erkan, yol sürdürüyor, musahip yapıyorlardı.

Hacı Bektaş’dan, Çubuk’tan, Dede Garkın Ocağı’ndan gelen dedeler de olurdu. Mesala Hacı Bektaş’dan Lütfi Dede gelirdi.

Anneannemin annesi de nasipli Bektaşi’dir.

O devirde Hacı Bektaş’a hayvanlarla onbeş-yirmi günde gitmiş gelmiştir.

Karaşar’da Bektaşilik yeni değildi.

Bizim zamanımızdan evvel Bektaşi Babaları Karaşar’a geliyormuş. Örneğin; Köseler Köyü’nde yatırı bulunan Emirze Baba Horasan’dan gelmiş bir Evliya’dır. Onun menkibesi de fazla uzak değil. Yüz senelik bir olay. Bunu hatırlayanlar da var. Emirze Baba Karaşar’a gelip birisinin yanında hizmetçi olmuş ve yayladan öküzlerle tomruk çekermiş. Öküzlerin çekemediği yerlerde kendi sırtlar götürürmüş ve bir gün bir dik yamacı çıkarken öküzler tomruğu çekemeyince tomruğu omuzundan almış, gidiyormuş bunu köylüler görmüş. Görenler “Emirzeye bak, nasıl taşıyor o tomruğu” deyince kendinin görüldüğünden utanarak elindeki keseri fırlatmış ve “benim mezarımı keserin düştüğü yere yapın” demiş. Köylünün hayretler içinde bakışından Emirze’nın düşüp öldüğünü görmüşler.

Keserin düştüğü yer fırlatmış olduğu yerden 3 km. imiş ve onu oraya defnetmişler. O zaman yirmi yaşında imiş.

Bir başka gelende Ankara eşrafından Derviş Rıza’dır.

Kırkambar diye derlemesi vardır. İki lisan biliyormuş. 1926’da tahsilinden dolayı Ankara Hasanoğlan Öğretmen Okulu’ndan öğretmen olarak atanmıştır.

 

Karaşar nahiye mi?

 

Karaşar 500 hanelik nahiye. Nüfusu 20.000 civarında, belediyesi de vardır. Şu anda köydeki nüfus 1500-2000 arasında, fakat Ankara ve İstanbul’da yaşayan Karaşarlılar 15.000 vardır.

Karaşar’da eskiden beri Hacı Bektaş’tan gelen Bektaşi babaları, dervişleri vardır.

 

Cemler yürürken, Bektaşi erkânları da yürüyor muydu?

 

Yürüyordu. Cumhuriyetin ilânından sonra, bir dönem kesiklik olmuştur.

 

Halk her ikisine de mi devam ediyordu? Yoksa bir kısmı Bektaşi erkânlarını sürüyor, bir kısmı da dedelerin cemine mi katılıyordu?

 

Karaşar’da ayrılık yoktur. Karaşar dedeleriyle zaten akrabayız. Onlar vazifesini yapar, biz misafir gibi, onlarla aynı cemde bulunuruz.

Annemin de, babamın da musahibi vardır.

Annem, babam, benden sonra nasip almış, yola girmiş, Bektaşi olmuşlardır.

Bektaşi olup da Alevilik’ten çıkmış değildir ki.

Yani her ikisi de sürülüyordu. Hem Bektaşilik var, hem Alevilik.

 

Peki Bektaşiler de Alevi cemlerine katılıyor mu?

 

Katılıyorlar.

Yalnızca nasip alma törenlerine katılmazlar. Meselâ nevruzu, Muharrem matemini halkevinde, dedelerle beraber yaparız. Sadece yol, erkân bakımından bazı değişiklikler var.

 

Yola girmeniz nasıl oldu?

 

Başta da söylediğim gibi, kendi araştırmalarımla yola girdim. Bektaşilik nedir? Yolu, erkânı nedir? diye Bektaşi babalarıyla görüştüm, kitaplar okudum.

 

Bize o süreçten bahseder misiniz? Araştırdınız, sordunuz, bu yola talip olduğunuzu mu söylediniz?

 

Sizin araştırmacı-yazar olmanız gibi, bizim de araştırıp sormamız, dinlememiz icap etti. Böyle bir ihtiyaç duydum, araştırdım ve nasip oldu. Asıl nasip, ruhtan alınan paydır deniyor, ama tarif etmek için bize; yoldan nasip almış, derviş olmuş, deniyor.

 

 İslâmiyet insanlığa ne getirmiş, bu din neler vaat ediyor? Temel özellikleri nelerdir?

 

İslâmiyet; teslimiyet anlamına geliyor. Yolumuz olduğu için, içtenlikle teslim oluyoruz, bir mürşide biat ediyoruz.

Peygamber Efendimiz için, “Bu dinin kurucusu.” diyoruz.

Din; güzel ahlâktır, denmiş.

Bu güzel ahlâk nerede? İslamiyet’te yok mudur? Vardır. En güzel örnek, Hz. Peygamberimizdir.

Ehlibeyt; Peygamberin ev halkı diyoruz.

Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak” 72 fırkadan birisine “Kurtuluş fırkası” deniyor.

Bize iki şey emanet ediliyor.

Birisi Kur’an-ı Kerim, diğeri Ehlibeyt.

124 bin kişinin huzurunda söylüyor Peygamberimiz, yalnız Müslümanların peygamberi değil, âlemlere rahmet olarak gelmiştir.

Ya Habibim! Yaratmasam seni, yaratmazdım âlemi” deniyor. “Levlaka levlak lema halek tul eflak” demiş. Burada, iki levlak kelimesi var. Biri Hz. Peygamber için, biri de Hz. Ali içindir. Neden? “Ya Ali! Hakk, beni kendi nurundan yarattı. İkimiz bir nur idik.” Bu nur Hz. Adem’den Ehlibeyt’e kadar geldi. Aynı nur daha sonra İmam Hasan ve İmam Hüseyin’le teşekkül etti.

Her peygamberin sülâlesi, oğlundan gelişmiştir. Allah’ın hikmetine bakın ki, Hz. Peygamberin 3 oğlu oluyor, 3’ü de Hakk’a yürüyor. Yalnız bir kızı Hz. Fatma anamız kalıyor, nur onda devam ediyor. Onun için “Hakk’ın nuru, Hz. Ali ile Hz. Peygamber’de, ikisi bir elmanın iki yarısı.” diyordu Peygamberimiz. Çünkü (Arapça okuyor) Onun kanı benim kanım diyebilir, ama burada (Arapça okuyor) Hz. Peygamber’in ruhu, Hz. Ali’nin ruhu demektir.

Hz. Peygamberimiz “Ehlibeyti sevmek farzdır. Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin bu dördünü unutmayın.” diyor.

Biz Alevi-Bektaşiler Ehlibeyti ayırmıyoruz.

Peygamberimizi çok sevdiğimiz için, soyunu da çok severiz. “Ya Ali! Allah’ı seninle benden başka hiç kimse anlayamadı. Seni de Allah’la benden başkası anlayamadı.” diyor.

O yüzden, Ehlibeyt’i çok seveceğiz.

 

Bir yazar, “Ehlibeytin ışığı var olduğu için, bu dünya varolacaktır” diyor. Ehlibeyt aşkı Alevi-Bektaşiler ve gerçek Müslümanlar için, gerçek huzur ve güven kaynağı.

Peki, bu huzur ve güven kaynağı insanların vasıfları ne ki, hâlâ ışıkları bizi aydınlatıyor?

 

Bu dinin kurucusu Hz. Peygamber Efendimiz, sanisi İmam Hüseyin’dir.

Eğer İmam Hüseyin, Hz. Peygamber’in kurduğu bu dini ayakta tutmak için çoluğunu çocuğunu feda etmeseydi, bugün Müslümanlık diye bir din kalmayacaktı.

Bunun için “Kerbelâ’daki direniş karanlığın sonu, Hüseyin bu dinin direğidir” deniyor.

 

Dama çıkmış bir güzel

Damın etrafını gezer

Elinde bir deste gül

Gülü kendinden güzel

 

Dam, yüksek bir yerdir. Oraya çıkan, Hz. Ali’dir. Elindeki gül de İmam Hüseyin’dir. Bu dinin ayakta kalabilmesi, devam etmesi için zulme, haksızlığa boyun eğmemişler, adaletin yerine gelmesi için canlarını vermişler, çocuklarını feda etmişlerdir. Bunun için bu din ayakta kalmış ve kalacaktır.

Din, Muhammet-Ali’nindir, yol Muhammet-Ali’nindir.

Hacı Bektaş Veli’nin dini budur. Hacı Bektaş Veli’nin ayrıca getirdiği, kurduğu bir din yoktur.

Hz. Peygamber’in sözlerinin öz Türkçe’sini söylüyoruz.

Kulakları çınlasın, Yaşar Nuri Öztürk Hürriyet Gazetesi’nde, “Hacı Bektaş, mezhepler üstü bir insandı. Evrensel bir kitap olan Kur’an-ı Kerim’i Arapça’nın a’sından, Farsça’nın f’sinden kurtarmış, bizim anlayacağımız şekilde, öz Türkçe ile açıklamış. Türk milleti, bu hususta Hacı Bektaş Veli’ye ilelebet borçludur. İşte o Horasan’dan gelen ışık, yanan bir ağacın parçasını, dalını atıyor, Hacı Bektaş Veli’de yeşeriyor.” diye yazıyor.

Evet, yeşerten kim? Hacı Bektaş Veli’dir.

Hz. Peygamber’e sormuşlar, “Din nedir?” “Güzel ahlâktır” demiş.

Hacı Bektaş Veli, dini tarif etmek için “Din; eline, diline, beline sahip olmaktır. Benden evvel, çok tarikatlar, mezhepler vardı. Ben bunu, hepinizin gördüğü gibi hayatımda denedim. Çilehaneye gidip, bir taşın içerisinde 40 gün kaldım.” demiş.

Bunlar ruhu ve nefsi terbiye etmek için, bir vasıta, bir araç mıdır? Bundan evvelkiler yapmışlar; tekkelerde hu! çekmişler, çile çekmişler, hepsini yapmışlar. Hz. Pîr de bunları yapmış, ama “Sizin bu 70-80 senelik ömrünüz tecrübe tahtası değil, hepsini yapamazsınız. Ben size en kısa bir yol göstereyim. O yol aşk yoludur, muhabbet yoludur.” demiş. İşte bu yüzden bizim ibadetlerimizde, din şekille ifade edilmez. “Dindar olma, dindar ol da dini dar olma” diyor. Cami, cem; toplanmak anlamına geliyor. Bunlar toplanıp Allah’tan, Peygamberden, Kur’an’dan, Ehlibeyt’ten, ahlâktan, edepten, terbiyeden bahsediyorlar. Eskiden dergâhlarda kapılara yazarlarmış, biz de aynısını yazıp devam ettiriyoruz.

 

Meclis-i irfâna girdim, durmayıp kıldım talep

Her hüner makbul, ama ille edep, ille edep, ille edep.

 

Bu da eline, diline, beline sahip ol, demektir.

Peygamber Efendimizin tarif ettiği güzel ahlâkın Türkçe açıklamasıdır.

 

Hacı Bektaş Veli’nin Kur’an-ı Kerim’i Türkçe terennüm etmesi, halk ozanlarının da şiirleri, duvaz-ı imamları Türkçe okuyup terennüm etmeleri, hem bizim eski kültürümüzün yaşaması, hem de insanların anlayarak ibadet etmesi sonucunu doğurmuştur ki, bu da çok ayırt edici bir özelliktir.

Alevilik-Bektaşilik, tabii ki Türk kültürünün, örf ve adetlerinin izlerini taşıyor. Yani Aleviler, Bektaşiler, İslâmiyet içerisinde Türklere mahsus olan özellikleri getiriyor.

Hacı Bektaş Veli ve ona bağlı halifelerin Anadolu’ya Ehlibeyt aşkını taşımaları kolay olmadı. Sünni kesim ve diğer insanlardan ayrı olarak, Hacı Bektaş Veli ve ona bağlı talipleri, halifeleri, dervişleri nasıl bir yorumla bu dini izlediler? Onları diğerlerinden ayıran özellik nedir?

 

Hacı Bektaş Veli, 17. göbekten Hz. Peygamber sülalesine bağlı. Doğduğu yer Horasan. Türkler’in bulundukları yere, Anadolu’ya geliyor. Türkler Müslümanlığı kabul ettiklerinde, Araplar da bölünmeler olmuş. Ehlibeyt’i sevenler ayrılmış. Kitabımız aynı, Peygamberimiz aynı, ama bizim hangi tarafı tutmamız lâzım gelir?, diye düşünmüşler.

Türkler zalimin değil, mazlumun, doğrunun tarafını tutmuş.

O bakımdan dürüst İslâmiyet’i kabul etmiş ve sürdürmüş.

Hacı Bektaş Veli, Anadolu’ya geldiğinde, sevgisiyle, hoşgörüsüyle halkı kendisine yakınlaştırmış. Değil Anadolu’yu, Balkanları bile Müslüman yapmış.

Biliyorsunuz, Hacı Bektaş Veli evvelâ yedi haneli bir köye gelmiş. Nevşehir’deki papazların karargâhına yaklaşmış. Kıtlık olmuş, “Bunlar da insan” diyerek, biriktirilmiş buğday göndermiş. Onları kılıç zoruyla değil, güzel hal sergileyerek etkileyip, Müslüman olmalarını sağlamış.

 

Diğer halifeler de herhalde aynı damarı sürdüler?

 

Abdal Musa Sultan, Hz. Pîr Efendimizin amcasının torunudur. Haydar Atanoğlu, Hasan’ın oğludur. Abdal Musa Sultan, sülâleden Hz. Pîr’e yakındır. Hepsine Alp Erenleri diyoruz. Anadolu’nun Türkleşmesinde çok büyük rolleri, önderlikleri olmuş. “Aşıkların sözleri Kur’an’ın özüdür,” diyoruz.

Peygamberlere vahiy geliyorsa, aşıklara da ilham geliyor.

Bir bakıyorsun, aşık bir günde beş tane ilâhi, nefes yazıyor, bazen on günde bir nefes yazamıyor. İşte nefesler de öyledir.

Bir örnek vereyim; 1953’te Aşık Veysel gecesi yaptıklarında, Ankara’da halkevinde bulundum. Devlet Tiyatrosu sanatçılarından biri çıktı, “Aşık Veysel 20. asrın halk aşığıdır” dedi. “Bir sayfa yazı yazsa, her kelimenin altını kırmızı kalemle işaretlemek lâzım. Allah katında hiçbir kelimenin atılacak yeri yok, hepsi Hakk sözüdür, Kur’an’ın özüdür. Biz bir sayfa yazı yazsak, her kelimenin üstünü kurşun kalemle çizerler. Allah katında ele alınacak yeri yok, derler,” dedi.

Onun için biz inandığımız kimselerin Kur’an-ı Kerim yorumlarından istifade ediyoruz. Ayetlerde aşıklarımızın sözleri de Hakk sözü olduğu için, onlardan da istifade ederek, ahlâkımızı uygulamaya çalışıyoruz.

 

Günümüzün gençleri ve çağdaş araştırmacılar, Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli gibi Alevi-Bektaşi kültürünün temel sembollerinin menkıbeleşmiş hayatlarını pek benimsemiyorlar. Fakat insanlar, bu büyük kişilerin mucizelerine gerçekten inanıyorlar.

Hacı Bektaş Veli’nin cansız duvarı yürüttüğü gibi birçok mucize söyleniyor.

Bunlar hakkında neler söylersiniz?

 

Bir hadisi kudsiyede; “Ben bir veli yaratırım, ondan işleyen, işleten ben olurum.” buyuruyor.

Cansız kayayı yürüttü, kaya da meydanda.

Bu, manevi yönden taşlaşmış olan o günkü insanları harekete geçirmiş, onlara 5 duyguyu şahit getirmiş.

Bunun tasavvuf yorumları da hem batılını, hem de zahirini yapabilecek kuvvettedir.

Hz. Ali’nin Hayber Kalesi’nin kapısını koparması ki, bunu oraya gidip gelen hacılardan duydum, birisi, “800 kilo, yirmi kişi yerinden kımıldatamadık” diyor.

Demek ki o manevi gücü var ki, onu yapıyor. Demin dediğim gibi, Allah, “Ben bir veli yaratırım, ondan işlerim.” diyor. Kaygusuz’un bir sözü var:

 

Evliyaya eğri bakma, kevnu mekân elindedir

Mülke hüküm süren oldu, iki cihan elindedir

Sen Onu şöyle sanırsın sencileyin bir ademdir

Evliyanın sırrı vardır, gizli ayân elindedir

 

Hakk onu bundan gönderdi, kullarını irşât için

Kime diler iman verir, kahrı ihsan elindedir

Kaygusuz der, bu ilmi okudum, anladım bildim

Bütün âlemleri, sırrı kâmil insan elindedir

 

Kâmil insan ne demek? Olgun insan demek.

Bizim ibadetlerimizde, geleneklerimizde, göreneklerimizde, erkânlarımızda sevgi vardır.

Sevginin biraz ileri derecesi, muhabbettir.

Muhabbettin son aşaması, aşktır.

 

Aşkı bilmek istersen

Aşkla bağlan bir kâmile

Huzur bulmak istersen

Aşkla bağlan bir kâmile

 

Aşk, nur, fikir dediğimizin hepsi Allah demektir. Hiçbirisi elle tutulmaz, gözle görülmez, ama yaptığı işler var.

Kur’an’da Bakara suresinde iblise; “İki elimle yarattığım âleme niye secde etmiyorsun?” diyor. İki el ne demektir? Allah’ın kudret, hikmet elidir. Onun için aşk her şeyin özüdür. Yaratılanla yaratan ayrı değildir. Kul Allah’tan ayrı, gayrı değildir, Allah’ın aynısı değildir. Allah’ın mertebe mertebe tecellisidir. Allah her şeyin özü, kaynağıdır. Allah deniz, biz damlayız. Damla denizden ayrı değil, ama deniz değiliz.

Zahiri İslâm’ın tarifinde, İslâm’ın şartı 5 olarak sayılıyor.

İmam Cafer diyor ki, “Dinin temel esasları 5’tir. Biri; kelime-i tevhit. İki; adalet, adaletsiz devlet yaşayamaz. Üç; nübüvvet. Dört; velâyet, velilik. Beş miaddır.” diyor.

İmam Cafer Hazretleri “Dinin dalı budağı 10’dur.” diyor. İşte orada hac, oruç, zekât, tevella, teberra vardır, ama şekil olarak değişiktir.

Yaşar Nuri Öztürk de “İslâmın şartı beştir, ama Kur’an’da rakamsal bir şey yoktur.” diyor. Zina yapmamak, yalan söylememek, haram yememek İslâm’ın şartlarından değil mi? O zaman sekiz olmuyor mu? O bakımdan adalet, doğruluk bizim şiarımız, yolumuzun geleneğidir.

 

Tasavvuf, en önemli zenginliklerimizdendir. Alevi-Bektaşi felsefesine göre; Yaratıcı, kendi güzelliğini görmek için yeryüzünü, dünyayı, insanı yarattı. Yani dünyada kendi görüntüsünü gördü, deniyor. Bu nasıl açıklanıyor?

 

Küntü kenzen mahfiyyen “Ben gizli bir hazineyim, Zatımla beraber, sıfatımı halkettim “diyor. “Adem âlem oldu, âlem de Adem” diyor, böyle mesut etti.

Birisine, “Ölüm var mıdır, yok mudur?” diye sormuşlar. İnsan 4 nesneden hâsıl olmuştur; su, ateş, hava, toprak.

İnsanda ruh yok mudur? Vardır. Ruha ölüm yok ki. Öyle ise Hakk her yerde, her şeydedir.

Bu bakımdan, kul Allah’tan ayrı değildir.

Hz. Peygamber Efendimiz, “Ya Ali! Bu âlem yoktu.” demiş “Kim vardı?” diye sormuş “Hakk vardı. Sonra bu kâinatı, bu âlemleri yarattı.” demiş “Kendi ne oldu?” “Gene de ondan başka bir şey yoktur.” demiş. İşte Adem’de tecelli etmesi budur. Adem, yokluk anlamına geliyor. Sen yoksun, o vardır. Sen senliğindeyken, gönül boldur dikenden. Mehmet Oruç, ruhu şâd olsun, “Ya Rabbi! Ben geliyorum sen gidiyorsun, sen geliyorsun, ben gidiyorum. Sabaha karşı gel de, sarmaş dolaş olalım.” diyor. Gelen kim? Gelen, giden diye bir şey yoktur. O vardır. Biz dualarımızda, “” deriz. Allah’ın 99 ismi vardır.

En kısası , kimlik demektir.

Zat ismidir Allah, ama Allah’ın zatı da, sıfatı da sendedir.

Sen Hakk’tan ayrı da, gayrı da değilsin.

 

Alevilik-Bektaşilik özde aynı.

Her şeyin gerçeğini konuşmakta, meydana sermekte fayda var. Çünkü çağ konuşma, bilgi çağı. Bunların yazılması, hayati derecede tarihi öneme sahip.

Kök aynı, yalnız zamanla bir farklılaşma oluyor.

Bektaşiliğin, Alevilik’ten hem inançsal, hem de yaşamsal olarak ayrılan bir yanı oluyor. Kendine ait özellikleri var. Bunların dile getirilmesi, Alevilerin de, diğer insanların da bunu bilmesi lâzım. Kök, öz aynı olmasına rağmen, Bektaşiliğin de farklı adetleri, ritüelleri, kuralları, üslupları var.

 

Alevi; Ali yanlısı, Ali’yi seven kişidir.

Bektaşiler de, Aleviler de Ali’yi sevdiğine göre, Ali sevgisi hepimizde mevcut, ama daha önce de söylediğimiz gibi yol, erkân bakımından bazı değişiklikler var. Yolun, süreğin bir olması lâzım. “Erkân-ı Harbiye Reisliği” diyoruz. Bu bir nevi harp tekniğini öğretme sanatıdır. Burada da yol, erkân var. Erkanda ve müşterek esaslarda birleşmek lâzım. Bazı küçük değişiklikler, inancımızı değiştirecek değil. Gönül ister ki, herkesin inancı da, ibadeti de bir olsun. Bugüne kadar olmamış, bundan sonra olmaz mı? Kitabımız, Peygamberimiz aynı. “Hepsi bir olsa, Bektaşilik-Alevilik bir olsa,” diyorsunuz.

Bir Alevi de ben Bektaşiyim, dediğine göre, Bektaşiliğin usullerini, erkânlarını uygulaması lâzım” dediler.

Ne yapmak lâzım?

Vazifeli olanın, üstüne düşen görevi yapması gerekir.

Meselâ Hz. Peygamber Efendimiz der ki, “Ya Ali! Şu 4 kişiden 3’ü ol da, 1’i olma. Ya öğretmen, ya öğrenci, ya da dinleyici ol. Eğer bu üçünden biri değilsen, hiçbir şey değilsin.” demiş.

Şimdi biz öğrenci miyiz? Öğrenciysek, öğrenciliğimizi yapmaya çalışmalıyız, öğretmen isek, başkalarına öğretmeye çalışmalıyız.

 

Erkânlarımızdaki farklılıklar nelerdir? Alevilerin dedeleri, Bektaşilerin dervişi, babası, halifebabası, en sonunda dedebabası oluyor. Böyle bir sinsile izliyor. Fakat Alevilikte soydan gelen dedeler var.

 

12 İmamlar’da, dikkat edersen Hz. Ali’nin oğlu İmam Hasan şehit olduktan sonra, İmam Hüseyin’in geçmesi lâzım. Ona lâyıkmış, geçmiş. Hz. Ali’nin oğlu, Muhammet Ali’dir. Eğer böyle babadan oğula geçseydi, onun yerine, o geçmiş olurdu. İmam Zeynel Abidin, Muhammet Hanifi Efendimize demiş ki, “Babamın yerine, imamlığa benim geçmem lâzım.” “Gidelim, Hz. Peygamber Efendimize manevi feyzinden soralım, hangimiz lâyıksa, o geçsin.” demişler ve İmam Zeynel Efendimiz imam olmuş. 12 İmamlar’ın çocukları da onun yerine geçmiş değil. Hangisi lâyıksa, o geçmiştir. Ehli olanın geçmesi lâzım, diyoruz.

Dedelik, sülâleden geliyor, eyvallahımız var. Ama bu işin ehli olan geçerse yolumuz, erkânımız bakımından daha iyi olur.

 

Bu Bektaşilik’te nasıl oluyor?

 

Çalışarak oluyor.

 

Diyelim ki Alevi, Sünni veya Hristiyan biri Bektaşi olmak istiyor, ne yapacak?

 

Hıristiyan Bektaşi olamaz mı? Olur.

Araplar’da, herkes kabilesi ile öğünürmüş “Ben Kureyşliyim, ben Haşimiyim.” dermiş levitra 20 mg price. Hz. Selman Efendimize, “Sen hangi kabiledensin?” diye sormuşlar, “Ben İslâm’ın çocuğuyum” demiş. Kabile söylemediği için, onu hakir görmüşler. Hz. Peygamber Efendimize söylemişler, o da, “Selman bizdendir, Ehlibeyttendir” demiş. Ehlibeyt 5 kişidir, 6. kişi olsa, Selman olacaktı. Hristiyan da, Musevi de Bektaşi olabilir.

 

Nasıl olabilir?

 

Ehlibeyt yolunu sevecek, yolunu devam ettirecek. Hıristiyan gönüllü olarak Müslüman oluyor da, neden Bektaşi olmasın?

 

 Bektaşi olurken bir tören mi uygulanacak?

 

Tören de uygulanacak.

 

Nasıl bir tören?

 

Ehlibeyt yolunda gideceğine dair ikrar verecek, söz verecek.

 

Kime söz verecek?

 

Oradaki mürşidin huzurunda olan topluma.

 

İkrar verip, ikrarından dönerse

Kâfir olur, el sözüne uyarsa

 

dizelerinde söylenen budur.

İkrar nereden kalmadır? Bu da çok mühimdir.

Ruhlar yaratıldığında, Allah ruhlara sormuş; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Bunların biri Farsça, biri de Arapça olarak “Evet” demişler. “Sizi bu âleme bir geminin kaptanı olarak göndereceğim. Bu gemiyi taşa, kayaya kaptırmadan sahile ulaştırırsanız, belli dediğiniz belli olur.” demiş. Kur’an’da bu ayetler var. Kur’an-ı Kerim’deki Fetih Suresi’nin 10. ayetinde “Senin elinin üzerindeki el, benim elimdir.” diyor. O günkü biat, bugünkü biat. İşte bizde, gerek bir Alevi’den, gerek bir mürşitten nasip alındığı zaman, bu söz veriliyor.

Yani, “Gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı gidenin canı” denmesi gibi Alevi törelerinde ikrar verilirken, bunlar söyleniyor.

Biat alınca da bu yola girmiş, Ehlibeyt yolunu benimsemiş oluyor. Bektaşi olup, nasiplenip, bu yola giriyor.

 

Diyelim ki bir kişi yola girmenin ötesinde, Bektaşi oldu. Fakat bu yolda hizmet edip, daha iyi bir mertebeye gelmek istiyor. “Ben talip oldum, bu yola girdim” diyor. Dervişlik var, babalık var... Bu geçişler nasıl oluyor? Daha doğrusu, kendisine Bektaşi denen halkımız, mutlaka babalara bağlı mı? Bir kişi yola girdi, nasip aldı, ama ayinlere, erkânlara girmedi, ibadetlerini yapmadı. Bu kişinin anası, babası Bektaşi ise, kendisi ne olacak?

 

Alevi’si olsun, Bektaşi’si olsun, anasının, babasının Bektaşi olmasıyla kalmayacak.

Bektaşiliğin, Aleviliğin yolunu sürdürmek için, yapılması gereken vazifeleri yapması lâzım.

Yapacağı nedir? Alevi/Bektaşiler; kilisede tapınmayı, camide avunmayı, tekkede tepinmeyi bırakmışlardır.

Aşk, muhabbet yoluyla Hakk’a gitmeye çalışırlar.

Onun için Alevi evlâdı olsun, Bektaşi evlâdı olsun, yol, erkân görüp de sürdürürse makam, mertebe alır.

 

Diyelim ki, biri derviş olmak istedi. Buna nasıl ve kim karar veriyor? Bektaşi babasından mı icazet alması lâzım?

 

Hangi babadan nasip almış, o yola girmişse, gene kendi babasından alır.

Aradan birkaç sene geçince, orada da dervişe ihtiyaç varsa, canların önerisiyle derviş olur.

Baba içlerinde hangisini lâyık görürse, onu derviş yapar.

 

Derviş neler yapıyor? Görevleri nelerdir?

 

Dilimiz döndüğü kadar dervişin tarifini yapalım; D’si diline sahip olmak, E’si eline sahip olmak, V’si vesveseden uzak olmak, Ş’si şehvetten uzak olmak... Aslında dervişlik makamı çok büyük bir makamdır.

Babalık makamı, ayrıca vazife almış eğitici, öğretmendir, hâl ve hareket bakımından.

 

Aşık Yunus’un dervişlik üzerine bir ilahisi var:

 

Derviş bağrı taş gerek

Koyundan yavaş gerek

Gözü sulu yaş gerek

Sen derviş olamazsın

 

Dervişlik olaydı tacıyla hırka

Biz de alırdık otuza kırka

 

dediği gibi, dervişler yalnız kıyafetle değil, hal ve hareket bakımından da örnek insanlardır.

Dervişler; yaptıkları hizmetlerle, ileride o dergâhta ihtiyaç varsa, halife tarafından topluma baba da yapılabilir.

 

Babanın görevleri nelerdir?

 

Baba, velidir.

Meselâ, “Çocukların velisi” diyoruz. Bu da aynı şeydir, velisi, babasıdır.

Baba, canları yetiştirir.

İbadetin aslı, nefse muhalefettir. Meselâ oruç; şükür ve duadan ibarettir diyoruz. Madem ki nefsi terbiye etmek, bu canı yetiştirmek, olgunlaştırmak istiyoruz, vazife almış bir baba bu konuda canları yetiştirir.

Alevi dedeleri ile baba arasındaki fark bu. Meselâ, babanın 50 tane evlâdı var, bunlarla meşgul oluyor. Diğer insanları da, talipleri de yetiştirmek zorunda.

Eskiden, köylerde yol, erkân bakımından inanç çok fazlaydı ve dedeler vardı.

Bir dostun dediği gibi, “Biz mi bozduk İstanbul’u? Eskiden dedeler vardı, şimdi onlar yok, ama vekilleri nerede? Eskiden çaylar akardı, çaylar yok, ama kumları nerede?” diyor. Eskiden bilhassa köy yerlerinde tutkunluk, inanç vardı, dede dedeliğini, talip talipliğini yapıyor, yol, erkân çok güzel sürülüyordu. Şimdi çok dağıldık.

 

Size bağlı baba var mı?

 

Var.

 

Kaç tane?

 

İki tane var.

 

Babaların sayısını neye göre saptıyorsunuz?

 

İhtiyaca göre.

Taliplerin çokluğuna, azlığına göre, dervişlerin içerisinde yetişmiş, babalığa lâyık olanlar varsa, onlar seçiliyor.

 

İki tane babanız var. Bunlar nerelerde görev yapıyorlar?

 

Karaşar ve Ankara’da. Burada, bize bağlı olan canları yetiştiriyorlar.

 

Halife babalar da dede babayı seçiyor?

 

Halife babalar, kendi aralarında dede baba seçiyorlar.

 

Halifeyi da dede babayı seçiyor?

 

Dede baba, ihtiyaç varsa, bir babayı halife yapıyor. Normalde, 12 İmamlar gibi, 12 tane halife baba olması lâzım. Şu anda 8 tane var.

 

Dede babadan icazet almayan halife babalar da mı var? Onlar nasıl halife baba oluyorlar? Meselâ Avni Baba, babaydı, sonra halife baba oldu. Ona halife babalığı kim verdi?

 

İstanbul’daki babalar arasında halife baba olduğu söyleniyor. O mevzulara girmek istemiyorum.

 

Bektaşi erkânlarımız daha çok nerelerde yürüyor?

 

Halife babalar İzmir, Ankara, İstanbul ve Tekirdağ’da var. Onun dışındaki yerlerde bir-iki tane var. Köylerde, kazalarda da halifeye bağlı babalar olur.

 

Bu yolu sürdüren insanlar daha çok nerelerde?

 

En çok Ankara, İzmir, İstanbul’da var. Onun dışında Eskişehir, Antalya ve Adana’da da Bektaşi babaları var. Onlar da bu yolu sürdürüyorlar.

 

Alevi/Bektaşilere değindik, ama Sünnilere değinmedik?

 

Kur’an’ın anlamına ve yorumuna bakalım; Secde suresinde, “Ben evreni 6 günde yarattım.” diyor. Bir çok kişi, 6 günde yarattı anlıyor. Oysa 6 devirde, 6 aşamada yarattı. Yaşar Nuri Öztürk, “Hz. Muhammet ve Hz. Ali konuşan Kur’an’dı.” diyor.

Bazısı da diyor ki;

 

Kur’an benim işim, bildim, anladım

Geçen suçum için pek çok ağladım

Fendi erenleri ele bağladım

Pirlerin Sultanı Hünkâr’a geldim

 

Kur’an-ı Kerim, “Şimdiye kadar, şimdiden sonra olacak her şey Kur’an’da mevcuttur.” diyor. Zahiri ulamalar toplanmış (1915 senesinden evvel olmuş), haritayı önlerine sermişler, “Burası İstanbul Boğazı asla fethedilemez.” demişler.

Kur’an-ı Kerim’deki ayetler hiç değişmiyor, tasavvuf ehline, ilmine âşina olanların yorumunda, uygulamasında değişiklikler oluyor. Sanki Allah İngilizlerle, İstanbul’la uğraşıyor.

1915 senesinde İngilizler İstanbul’u alınca, bu sefer “Bizim Kur’an’a verdiğimiz manâ değişik” demişler.

Halifenin birine sormuşlar, bunun manâsı nedir? “İki denizin birleştiği yer, fikirlerimizin birleştiği yer” demiş. Akıl, fikir demektir. Akıl der ki, “Şu tespihi buldun, 100 milyon eder, fikir derki; alma haram, buraya elimle koymadım.” Onun için “düşman nefistir” diyor. Yani anlayış değişiyor. Her şeyin bir mahremiyeti var. Bunlar kolay işler değil.

 

Aleviler’in, Bektaşiler’in erkânları, yolları, ibadet şekilleri çok ama çok zengin. Mesela muharrem orucu var, nevruzlar var, bunları siz uyguluyorsunuz?

 

Kur’an-ı Kerim’de muharrem orucu diye bir oruç yok, diyorlar.

Biz Ehlibeyti, Peygamberimizi çok sevdiğimiz için, her sene onların başına gelen kötülükleri hatırlayarak, yâd ederek, muharremde tutabildiğimiz kadar oruç tutuyoruz.

Peygamberimiz ve torunları da “Müslüman’ım” diyen Sünniler’in Peygamberi değil mi?

Neden bizim orucu yadırgıyorlar?

Onların orucuna gelelim.

Kur’an-ı Kerim’de kaç yerde oruçtan bahsediyor? Ne diyor? Namaza; salât deniyor. Oruç var, inkâr edilmez, ama manâsı, tutuluş şekli nasıl? Burada, bir ay devamlı oruçlu olmamızı tavsiye ediyor.

Oruç tutan bir insan, akşama kadar yemek yemiyor, sigara içmiyor, çay içmiyor, nefsine hâkim, güzel ama, mevsim elbisesi gibi bir giyip, bir çıkarmayacaksın.

Aradaki fark şu; yalan söylerse, Alevinin/Bektaşinin orucu bozulur.

Onların orucu budur.

Ahmediye”, “Muhammediye” kitapları vardır, bunlar Hacı Bayram’ın kitaplarıdır.

Ahmediye’de diyor ki, “Gıybet orucu bozar mı, bozmaz mı?” Zahiri bir kimseye sorsan, “Bozmaz” der.

Burada, yemek, içmek yok, ama “Gıybet orucu bozar.” diyor.

Öteki de “Bozmaz” diyor.

Sen Müslümanlığı bırak da kâfir ol”, “Neden?”, “Senin Peygamberin bozar diyor, sen bozmaz diyorsun.

Şimdi buradan ne çıkıyor? Orucu gerçek manâsıyla bilmemiz lâzım.

0ruç; sabır ve şükürden ibarettir, ibadetin özüdür.

Üç aylar vardır. Tutmasan da, yapmasan da recep, şaban, ramazan üç gün ondan, beş gün ondan, bir ay da ramazandan oruç tutuluyor.

Aşıklardan, şairlerden Muzaffer Tanrıyar diye birisi, recep, şaban, ramazan diye üçünü de sayıp “Recebin ahvaline, şabanın sıfatına, ramazanın hakikatine erenler arif oldukları için, bugün arife, yarın bayram yaparlar” diyor.

Namaza gelince; Kur’an-ı Kerim’de namaz diye bir kelime yok.

Salâd namazdır, Farsça’dır, Sanskritçe lisanıdır.

Biz İranlı mıyız? Değiliz ve bunu Türkçe olarak söylüyoruz “Namaz kılacağız” diyoruz.

Biz Türk isek öyle dua edeceğiz.

Demek oluyor ki, bunun manâsı değişiyor. Kur’an-ı Kerim’de, bir çok sürede geçiyor. Bakara Suresinin 238. Ayetinde, “Orta namazına çok dikkat edin.” diyor. Çoğu kişi “Orta namazı, öğle namazı” diyor. Ötekiler, “İkindi namazıdır.” diyor. Bu hiç fark etmez. Peki öğlen namazına çok dikkat edelim de, ikindiyi öylesine mi kılalım? Bu olmaz.

Abdest; Kur’an-ı Kerim’de bir yerde vardır Maide Suresi 6. Ayette, “Huzur namazına duracağınız zaman, abdest alın. Evvelâ yüzünüzü yıkayın, sonra dirseklerinize kadar elinizi.” diyor. El yıkanmadan yüz yıkanmaz ki! Burada ne demek istiyor? “İnsan altı köşelidir; sağ, sol, alt, üst, şekalet ve saded. Kalp bunun tam ortasındadır. Buna çok dikkat edelim.” diyor bize.

Ab; Arapça su demektir, dest; el demektir.

Abdest; elini suyla yıka, demektir.

Hocalar bize, “Abdest aldın, elini yıkadın” diyorlar.

Alevi dedeleri, Bektaşi babaları da diyor ki, “Elini sabunla yıkadın, doğrudur. Tamam mı?” “Tamam değil” “Nasıl olacak?”, “Ya Rabbi! Sen bu eli bana hizmet etmek için verdin. Senin rızan olmayan yerlere bunu sokmayacağım, harama uzatmayacağım, namahreme el uzatmayacağım. El uzatırsam benim orucum bozulur deyip bir daha yıkayacaksın.” Ağzımıza üç defa su verirken, “Ya Rabbi” Gıybet edersem, yalan söylersem benim abdestim bozulur” deyip, bu abdesti perçinleyeceğiz. Yani abdest almak, namaz kılmak, oruç tutmak çok değişik tariflerde, anlamlarda, ama bunu yapmamız lâzım. “Namaz ehli, niyaz ehli, naz ehli” diyor.

Namaz kılacaksın, nasıl inandıysan öyle yatacaksın, kalkacaksın.

Nedir niyaz?

Bir nevi secdedir. Kur’an’da secde ayeti var mı? Var.

Ben Adem’e secde ediyorum, o duvara secde ediyor.

Aramızdaki farklar bunlardır.

Birisi ile konuşuyoruz, diyor ki, “Adem’e secde edilmez.” “Ama sen Kur’an’ı inkâr ediyorsun.” “Neden?” “Bakara Suresi 30. ayette diyor mu?” “Diyor” “Demek ki Adem’e imiş.” Hz. Peygamber’e; “Ya habibim! Yaratmasaydım seni, yaratmazdım bu âlemleri “ diyor. Peki Hz. Peygamber Adem değil mi?”, “Adem”, O zaman Hz. Adem, Hz. Peygamber buraya otursa, ben secdeyi evvelâ Hz. Peygambere ederim.” “Evet olabilir.” dedi. “Ama ona edince, dedeye, babaya da secde edebiliriz, bu da Adem’dir.” “Yahu, bugün öyle dede, baba nereden bulacaksın?” “Benim tanıdığım var, İzmir’de, İstanbul’da, beraber gider, ederiz.

Yani secde Adem’edir.

Secde üstün bir kulluktur.

Her yaratık, yaratılışa, Allah’a secde etmektedir.

Secdeyi, namazı inkâr etme, ama tarifi, şekli değişebiliyor. Meselâ ağaçları ele alalım, hep Allah’a secde etmektedir. Ayak üstü durmaktadır, eğilmesini bilmiyor. Hayvanlar dört ayaklı olduğu için, sürekli rükûda duruyor, hep Allah’a secde ediyor. Bir de sürüngenler vardır, onlar da daima yerde. İnsanoğlu melekten de üstündür. Namaza durduğumuz zaman, ellerimizi kulaklarımıza götürüp, “Ya Rabbi! Dünya gayelerini arkaya attık.” diyoruz, Hakk’ın huzurunda duruyoruz, bu az geliyor, eğiliyoruz.

Dedenin, babanın önünde eğilirsen, Allah’ın huzurunda dünden eğilmen lâzım.

Onun için “Secde Adem’e” denince, Kur’an’a uyduğumuz için, secdeyi Adem ediyoruz.

 

Bektaşi erkânlarında da, Bektaşi muhabbetlerinde de aynı şey var. Peki, “Halka namazı” kavramına nasıl bakıyorsunuz?

 

Camide hoca, müezzin, cemlerde baba, rehber var.

Camide arka arkaya; halka namazında cemal cemale namaz kılınır. Yani bütün canlar, daire gibi halka olunca, birbirine, cemal cemale bakarlar.

 

Muhabbetleriniz perşembe günleri mi oluyor?

 

Museviler cumartesi, Hıristiyanlar pazar, Müslümanlar cuma günleri tatile giriyor.

Neden?

Hiç olmazsa haftada bir toplanmak gerekiyor.

Peygamberimizin zamanında 12 sene cuma namazı kılınmamıştır. Mekke’den Medine’ye gidene kadar cuma namazı farz değildi. Medine’ye gittiler. “Medine’de cumartesi pazar toplanıyorlarsa, biz de cuma günü toplanalım” dediler. O toplantıda Şam’dan Kervan geliyor, her ay gelmiyormuş. Onlar orada namaz kılarken, cuma namazı farz değildi daha. Gelen kervandaki develerin boynundaki zillerin sesini duyuyorlar ve namazda Peygamberi ayak üstü bırakıp, gidiyorlar. Kitaplarda 7 ya da 12 kişi kaldığını yazar.

Kur’an’da; “Peygamberinizi ayakta koyup alışverişe gitmeyin. Namazınızı kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın, alışverişinize devam edin.” diyor.

Biz peygamberimizi ayakta bırakıp, gidiyor muyuz? Gitmiyoruz.

Demek ki o, gidenler için bunu söylemiş. Haftada bir kere toplanılmasının, cumanın farz oluşunun amacı şu; Memleket meseleleri konuşuluyor, konu komşudan hasta, sağ, yapılacak bir şey var mı?, diye toplantı oluyor.

Biz de perşembe veya pazar gününü ayarlıyor, haftada bir kere toplanıyoruz.

 

Bu toplantıya kimler girebiliyor?

 

Herkes. İsterse zahiri bir komşun gelsin, girebilir. Muhabbet olduğu için, herkese açıktır.

 

Muhabbette neler yapılıyor?

 

Kur’an ayetleri nasıl makamla okunuyorsa, muhabbette de daha çok gerçek aşıkların ilahileri, sözleri okunuyor. Kur’an’dan, dünya bilgilerinden, manevi bilgilerden açıklamalar yapılıyor.

 

Kalkıp arz eyleyip de ceme gelenler

Buraya boş gelip de dolu gidenler

 

dizelerinde denildiği gibi, buraya bir şeyler almaya geliyoruz.

 

Muharrem orucu Bektaşilerde nasıl tutulur?

 

Aşure; aşur olmaktır. Muharremin onuncu günü İmam Hüseyin Efendimiz şehit olmuştur. Esasında susuz kalması üç gündür, ama biz 10 gün oruç tutuyoruz. Ayın birinden onuna kadar, bir bardak çay bile içmiyoruz. Ama herkes dayanabildiği kadar tutar. Peygamberi, Ehlibeyti çok sevdiğimiz için, o günleri yaşatmak için, 10 gün tutuyoruz.

 

Ramazan orucu tutuluyor mu?

 

Aleviler’de de Bektaşiler’de de, eskiden beri ramazan orucu tutanlarımız olabiliyor.

 

30 gün mü, daha mı az tutuluyor?

 

Kur’an-ı Kerim o ayda indirildi, onun için tutuluyor, deniyor. Fakat Ramazan; lûgate göre “sıcak” anlamına geliyor. Kur’an, sıcak bir ayda indi. Peki sıcak ay hangisidir? Ağustos diyelim, peki, temmuz sıcak değil midir? Buradaki sıcaklık, Allah’a yakınlık, onun sıcaklığıdır. Allah’la yakınlaşmak için daimi oruçlu olmamız, orucu bozmamamız lâzım. Mevsim giysisi gibi, bir ay giyip çıkarırsak, makbul olmaz.

 

Bazı Alevi ve Bektaşiler arasında cuma namazları da var?

 

Yaşar Nuri, “Namaz iki rekâttır. Eğer Muhammedi namazını sorarsan bana, bunları kılmamak sünnettir, kılmak değil.” diyor. Buradaki iki rekâtın tasavvuf anlamı, yakınlıktır.

 

Nevruz nedir?

 

Nevruz; yeni gün demektir.

Kitaplarda yazdığı gibi, Hz. Ali Kâbe’de doğmuştur. Şimdiye kadar hiç kimse Kabe’de doğmamış, sonrasında da doğamaz. Hz. Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’nin annesinin yanında yetişti. Ona “Anne” diye hitap ederdi. Hatta Hakk’a yürüdüğünde, Hz. Ali “Annem öldü.” Deyince, Hz. Peygamber; “Senin değil, benim annem öldü, Hakk’a yürüdü.” dedi. O zamanlarda sıkışmış, çocuk dünyaya getirecekmiş. “Ya Resullullah! Ben çok sıkıştım.” demiş, o da “Kâbe’ye giriver.” demiş. O da Kâbe’ye girmiş, doğumunu orada yapmıştır. O yüzden Nevruz kutsal gündür. 21 Mart saat 02.30’a doğru doğmuştur.

 

Regaip Kandili ve Miraç Kandiline nasıl bakıyoruz?

 

Regaip; rağbetten geliyor. Bu kandiller, mevlitler hep sonradan konulmuştur. Hz. Peygamber “Şu kandili, bu kandili yapın.” demedi ve ayrıca böyle ayetler de yoktu.

Bunları yapmak ne derece doğrudur? Elbette inanç meselesi.

Biraz önce “Bugün arife, yarın bayramdır.” dediğim gibi, Hacı Bayram Veli Hazretleri ne diyor? Bayram mühimdi, yâr ile bayram ederler şimdi. Mürşidini görmek, onun için en büyük bayram. Nasrettin Hoca büyük bir veliydi, biliyorsunuz. Her sözünde hem güldürücü, hem düşündürücü sözleri var.

Bir köye gitmiş, orada yemek içmek çok bolmuş. “Ne iyi köy burası.” diyor , yiyor, içiyor.

Hoca bilmiyor musun? Bugün bayram” diyorlar,

Keşke her gün bayram olsa, ne iyi oluyor.” demiş.

 

 

* Bu söyleşi Ankara’da, Ali Doğan’ın Apidinpaşa’daki evinde, 23.10.1998’de gerçekleştirilmiştir. Kaset çözümleri yapıldıktan sonra Ali Doğan’a söyleşi metni yazılı olarak gönderilmiş ve 14 Kasım 1999’da düzeltme ve ilavelerle tekrar tarafımıza verilmiştir.

 

EHLİBEYT

 

            Ehli beyt’e bağlı başımız

            Ehli beyt bizim aşımız

            Hazreti Fatıma ilacımız

            Muhammed Ali miracımız

                       

            Hasan Hüseyin baş tacımız

            Onları anmak göz yaşımız

            On İki İmam sırdaşımız

            On Dört Masum haldaşımız

 

            Hacı Bektaş yoldaşımız

            Bu yola koyduk başımız

            Bunu yazan soydaşınız

            ALİ DOĞAN kardaşınız

           

 

            ALİ DOĞAN H. BABA

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile