FUAT BOZKURT

Prof.  Dr. FUAT BOZKURT

TÜRKOLOG-DİLBİLİMCİ-ARAŞTIRMACI-YAZAR

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRÜ

BİN YILLIK ACILARLA BESLENMİŞ BİR HALK FELSEFESİ BİRİKİMİ VARDIR ALEVİLİKTE

 

Aleviliğin Toplumsal Boyutlarını ortaya koymaya çalışan kitabı bağlamında, aynı zamanda bir dilbilimci de olan Sayın Fuat Bozkurt’la yaptığım söyleşide onun Alevilik/Bektaşilik konusundaki fikirlerini özetle almaya çalıştım.

 

AYHAN AYDIN

Sayın Fuat Bozkurt, "Aleviliğin Toplumsal Boyutları" isimli eserinizde, "Ali'nin yolunda yürümek diye tanımlanan "Alevilik" çağların akışı içinde yan düşüncelerle beslenir, bir toplum görüşü, bir yönetim biçimi özelliği kazanır. Bağımsız düşünceye, "özgür davranışı" çağın gidişi ile uygarlık buluşları arasında yaklaştırıcı bir yoruma elverişlidir. Bugün "Alevilik" denince anlaşılması gereken inançtan çok bir yaşam kuralı, "yaşayış biçimidir" diyorsunuz. (1) Bunu biraz açabilir misiniz? Bu yaşama kuralı nasıl bir kural, nasıl bir yaşayış biçimi bu? Çağlar içinde hangi yan düşüncelerle beslenmiş, bir toplum görüşü, bir yönetim biçimi özelliği kazanmış? Hangi tarihsel sosyal gelişmelerle, "bağımsız düşünceye", çağın gidişi ile uygarlığı yakınlaştıran bir hüviyete bürünmüştür? (*)Alevilik pekçok kaynaktan beslenmiş bir ırmaktır. Özgürlük felsefesiyle kendini bir ölçüde kaynaştırmayı başarmıştır. Anadolu insanının acıları, kederleri, yaşamları olgunlaşmış tüm düşünceleri Anadolu Aleviliği'nin içinde erimiştir. 2000'li yıllara geldiğimizde yeni bir bilgi birikimiyle, yeni bir düşünce ufkuyla, insanlığın karşısına çıkma durumundadır, Alevilik. Nitekim de öyle olmaktadır. Yeni yeni kuşakların çağdaş, ilerici, aydın kafaların çabasıyla daha da bir yeni kimlik kazanacaktır Anadolu Aleviliği.

Halk resmi gibi tek boyutludur aslında. Eğitim kurumu olmadığı için, devlet desteği olmadığı için; halkın kendi yarattığı bir şey olduğu için şiirle folklorla, gelenek ve göreneklerle beslenmiş bir "Halk Felsefesidir" Anadolu Aleviliği. Elbette naif bir felsefe. Artık 21. yüzyıla girerken Alevilik kendi aydınını kendi düşünürünü yetiştirmeye başlamıştır. Ona inanıyorum ki çağdaş insanlık düşüncesinin, Aydınlanma Felsefesi'nin içinde yer alacaktır artık Alevilik.

 

Eski Türk inançlarının, Orta Doğu'daki Dinlerin, Eski Yunan Felsefesi'nin Anadolu Kültür ve Uygarlığı'nın Anadolu Aleviliği'ni asıl biçimlendiren temel öğeler olduğunu biliyoruz. Öyleyse İslamiyet'in Alevilikteki yeri ve konumu nedir? Anadolu Aleviliği, İslamiyet'i saydığınız unsurlarla güzel bir yoruma ulaştırmıştır. Bu İslamiyet'in önemli bir aşamasıdır aslında. Alevilerin yaptığının başka alimler de yapmak istemişlerdir. Mevlana'da Eski Yunan Felsefesi ile İran Felsefesi'ni birleştirerek bir yenilik getirmiştir. Mevlana'nın etkisiyle yayılan Mevlevilik bile çok geniş halk kesimlerine yayılmazken, Alevilik Anadolu'da oldukça yayılmıştır. Alevilik İslamiyet'e yeni bir yorum, içerik kazandırmıştır. Onu Arap yapısından çıkarmış insancıllaştırmıştır.

 

Sizce Osmanlıların ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Devlet ve hükümetlerinin baskıları, Anadolu Aleviliği'ndeki İslami dokuyu ve kültürel yozlaşmayı arttırmış mıdır? Anadolu Aleviliği'nin Bektaşilik Kolu bizzat Osmanlı tarafından kurulmuş ve zedelenmiştir, bozmuştur, Osmanlı Bektaşiliği. Bektaşilik, Sünnilik'le Alevilik arasında bir yerdedir. Namaz kılan ramazan orucu tutan Bektaşiler bunu doğal karşılamaktadırlar. Halbuki Alevilik’te kesinlikle namaz ve ramazan orucu yoktur. Bektaşi şiirlerine baktığımızda Osmanlıca'nın ne kadar yoğun olduğunu görebiliriz. Alevi-Kızılbaş ozanlar ise hemen hiç aruzlu şiir söylememişlerdir. Bektaşi tekkeleri bizzat Osmanlı Devleti tarafından kurulmuştur. Hacı Bektaş Tekkesi bile legaldır, illegal değil. Bektaşiler başta İstanbul, büyük şehirlere yerleşmişlerdir. Onlar aynen Mevleviler gibi devlet olanaklarından yararlanmışlardır. Bir ölçüde de Osmanlı nüfusunu kullanarak Bektaşileri sindirmiş, denetimi altına almıştır.

Prof. SURAIYA FAROQHI’nin bir kitabı var; "Bektaşi Tekkeleri" diye, Almanca. Kitapta, Bektaşi tekkelerinin Anadolu'daki vakıfları işlenmiş. Geniş topraklar, mal ve mülkler var... Tuz o zamanlar için sıcak paraya anında dönüştürülebilen bir maldır. O kitapta tuzdan elde edilen gelirlerden Bektaşi tekkelerine aktarılan miktarlar bir bir yazılmış. Bu belgeleri, bu etkiyi kimse yalanlayamaz. Benim bu söylediklerime Bektaşiler çok kızıyor. Ama bunların tümü tarihsel gerçeklerdir.

 

Anadolu Aleviliği'nin kurumlaşmasını Babalı Ayaklanması'na bağlıyorsunuz. "Yani Babalı

Eylemi, Aleviliğin Anadolu'da derleniş biçimidir" diyorsunuz. (2) Bize Babailer İsyanı'ndan bahsedebilir misiniz? Yukardaki iddialarınızı ve savınızı nelere dayanarak ileri sürüyorsunuz? Babalı Ayaklanması Anadolu'da Türkmenler’in yerleşmesinden yaklaşık 150 yıl sonra çıkmıştır. Bu süreç içerisinde Oğuzlar her ne kadar İslam'ı tanıyıp benimser görünseler de onların tam Müslüman olduklarını söylüyemeyiz. Osmanlıların ataları da gerçek anlamda Müslümün değillerdi. Osmanlılar'da Ertuğrul üzerine dört farklı efsane anlatılır. Ertuğrul aslında Kur'an diye bir kitabın adını bile bilmez. Ertuğrul Bey'in dört oğlunun dördünün de isimleri Öz Türkçedir. Sadece Osman'ınki Arapça görülür. Fakat çok ilginçtir, Osman'ın gerçek isminin de bilinenden farklı olduğunun delilleri belirmeye başlamıştır. Yunan kaynaklarında "Osman"ın ismi "Ataman" olarak geçmektedir. Doğrusu da budur. Osman ismi daha sonraki tarihlerde yakıştırılmış addır.

Babalılar Ayaklanması'nın temel nedeni ekonomik buhranlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin halktan kopması, yönetim sınıfının insanları dışlaması, Devletin farklı devletlere özentileri yani yabancılaşma, Ayaklanma'nın nedenlerinden birkaçıdır. Büyük Selçuklular da aynı çıkmaza girip yıkılmışlardı. Büyük Selçuklular ulustan kopmuşlardı. Adaletsiz vergiler, baskılar, talanlar... sonunda Devleti halk yıkmıştır. Aynısı işte Anadolu Selçukluları'nda da olmuştur. Şehirlere yerleşen bir kısım halk sünnileşmiştir. Camiler, medreseler yayılmıştır. Göçebe halk ise perişan bir vaziyettedir. Bu durumun tarihsel kökenlerini Prof. Ahmet Yaşar Ocak eserlerinde çok güzel anlatmaktadır. Ekonomik sorunlarla, kültürel-inançsal sorunlar birleşmiştir. Bunun sonunda da ayaklanmalar çıkmıştır. Bunların en büyüğü ve etkilisi, Babalılar Ayaklanması'dır. İşte bu Ayaklanmadan sonra Anadolu Aleviliği kendi öz kimliğini daha da netleşmiş ve bir ayrı inanç-yaşam-kültür olarak kuramlaşmıştır. Yani saflar belirginleşmiş, kimin ne olduğu berraklaşmıştır.

 

Sayın Bozkurt Kızılbaşlık nedir. Nasıl doğmuştur. İran Safevi Devleti'nin Kızılbaş kimliğini Türkler nasıl oluşturmuşlardır ve sonunda Safeviler Anadolu Kızılbaşları'nı nasıl etkilemişlerdir? Kızılbaş adı Alevi adından da eskiye dayanır. 1976 yılında Afganistan gezim sırasında bir şeye tanık oldum. Orada Kazak Türkleri'yle konuşurken bir olayı aktarmaları sırasında bir şey tespit ettim. "kafir" bir "kızılbaşın" nasıl kesildiği anlatılıyordu. Kızılbaş sözü demek ki, çok eskilerden beri tüm Asya'ya yayılmış. Türklerde başlıklarla ilgili sayısız sözcük vardır; Başkurtlar, Karakalpaklar... gibi. Kızılbaş adı da bunun bir devamıdır bence. Bu ismi temsil eden insanların da isyankar olduklarını tespit ediyoruz. Sonra da bu bence Anadolu'daki Alevilikle birleşmiştir.

16. yüzyılda Anadolu Alevileri'yle Osmanlıların bağı tümüyle kopuyor. Osmanlı Devleti Bizanslaşıyor. Anadolu insanına Osmanlı'nın yabancılaşması ise başta Aleviler’de Kızılbaş etkiyi son derece arttırıcı rol oynuyor.

İran'a Venedik'ten çok fazla "kızıl" başlıkların satıldığını öğreniyoruz, tarihi belgelerden.

Anadolu Alevileri, Kızılbaşları İran Safevi Devleti'ni kuran temel güçlerdir. Osmanlı baskısı karşısında ise Anadolu Kızılbaşları İran'a akar olmuştur. Şah Hatayi, kutsal bir kişi kabul edilmiş bu "Şah" tüm Anadolu Kızılbaşları'nın görmek tanımak istedikleri, yüce bir insan konumuna gelmiştir. Anadolu'lu Kızılbaşlar, "biz ölüye değil diriye gideriz" diye Şah Hatayi'yi ziyaret Hac kabul etmişlerdir. Küçük yaşta devlet kuran Şah Hatayi çok büyük bir sempatizan kitle kazanarak, ününü arttırdıkça arttırmıştır. İran'a Anadolu Kızılbaşların İlgisi Şah Hatayi'den sonra da devam etmiştir. İran Safevi Devleti'ni kesinlikle Türk Kızılbaşlar kurmuşlardır. Kızılbaşların etkisi İran'da Safevi Devleti yıkılana kadar devam etmiştir.

 

Kızılbaşlar Safevi Devleti'ni kurmalarına rağmen İran'daki Kızılbaşlıkla alakası olmayan Şii'lik nasıl doğmuştur öyleyse? Bugün Alevilerin karşısındaki en zıt güç bağnaz Şiilik’tir. Şiilik'i de ancak ve ancak İran Kültürü'yle açıklayabilir. İran tam 1000 yıl Türk egemenliğinde kalmıştır. İran'da Türk hakimiyeti daha 1920'e kadar devam etmiştir. Türk hakimiyetine karşın nasıl oluyorda Şiilik gibi tutucu bir inanç İran'da ortaya çıkıyor? Genellikle baskın kültürler, güçlü kültürler zayıfı ezip geçerler. İran'da Fars Kültürü de çok eski ve çok kuvvetli bir kültürdür. İslam'a ilk en büyük tepkiyi de İran'ın verdiğini unutmayalım. Çünkü İranlılar kendi kültürlerine çok sıkı bağlıdırlar. Şah İsmail Hatayi ise Kızılbaşlığı kılıç zoruyla İran'a yerleştirmeye çalışmıştır. İşte halkın buna görünür görünmez tepkisi de kendini Şiilikle göstermiştir. Hiçbir zaman İran'ın tümü Kızılbaşlığın hakimiyetine girememiştir. Yani zorla kabul ettirilmeye çalışılan Kızılbaşlığa halk tepki göstermiş bunu da Şiilikle ortaya koymuştur.

 

Alevi İnanç dünyasının temel kurallarından olan "Eline-Beline-Diline Sahip Olmak" kurumunun

Anadolu Aleviliği'nin sosyal yaşamının düzenlenmesindeki temel önemi nedir? Bu kurum Anadolu Aleviliği'ne nereden geçmiştir? Ben bu ilkenin Maniheizm'de aynen olduğunu saptadım. Fakat gerçek o ki bu ilke Maniheizm'den önce de vardı. Oralardan bize geçmiştir. Aleviliğin yaşam felsefesinde, günlük yaşamında, insanlar arası ilişkilerde temel belirleyici ilke ve düstur olmuştur bu kurum.

Aleviler devletle barışık olmadıkları için toplumsal yaşamda daha da önem kazanıyor bu ilke. Çünkü Aleviler kendi yaşam düzenlerini sağlayıp bir huzurlu toplum yaratmak isteğindedirler. Tabii cem törenleriyle de fazla ilgisiz değil bu ilke. Hepsi birbirleriyle ilintilidir. Cem ve bu ilkeyle Aleviler kadı karşısına, mahkeme kapısına çıkmadan sorunları halletmişlerdir.

 

Toplumsal bir yargı düzeni, toplumu barış ve birlik, kaynaşma içinde tutan bir dayanışma kurumu olarak gördüğümüz; Aleviliğin dinsel törenleri "ayini Cem"in kökenleri nerelere dayanıyor? Bu dinsel ayinler insanların ilk evrimleşme sürecinden başlayan oyun ve iş kavramlarıyla ilgilidir. "Homo ludens" oyuncu insan devrinin izleri tüm insanlarda görülmüştür uzun zaman.

İnsanları hayvanlardan ayıran birkaç özellik vardır. Düşünen insan, alet yapan insan... ve oyuncu insan. Oyun insan ve toplum yaşamında çok büyük bir öneme sahiptir. İnsanlarda oyunun kuralları vardır. Bütün ilkel dinlerden başlayarak semah benzeri davranışlar hep olmuştur. Bu ayinler giderek kurumlaşarak dinsel hüviyetlere büründüler. Oyunun yanında sihir ve büyü de girer işin içine. Metin And "Oyun ve Büyü" kitabında bunu çok güzel anlatıyor.

Bugün Afrika yerlilerini yaptığı dansları Ön Asya Dinleri yasaklamıştır. Bu danslarda biliyorsunuz, kadın-erkek karışık halde bulunup yarı çıplak oyun sergiliyorlardı. Eski Türklerde de kadın-erkek her zaman bir arada olmuştur. Bir arada sayısız oyunlar, danslar, törenler gerçekleştiriliyordu.

Aleviler Eski Türk İnançları'nı hep sürdürmüşlerdir. Semah Alevilikte çok önemli bir yere sahip olup cem ayinlerinin ayrılmaz parçasıdır. Cem Törenleri Şamanizm'deki ayinlerin ayrılmaz parçalarıdır. Cem Törenleri Şamanizm'deki ayinlerin bir devamı niteliğindedir.

 Anadolu Aleviliği toplumsal bir yaşam biçimidir. Özellikle göçebelerde, kırsal kesimde genelde erkek-dişi ayrımı yapılmaz. Göçebelerde, savaşta kadın-erkek yan yanadır. Kadın hem erkeğin işini görebilir, hem de kendi işlerini yapar. Oğuz Kağan Destanları'nda, Dede Korkut Destanları'nda kadının Türk toplumunda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu görebiliriz.

Anadolu'da yerleşik düzenle kadın biraz eve sıkışmıştır. Anadolu Aleviliği'nin belki de en değerli yanı ise, ibadetinde kadının olması ve kesinlikle tek eşle evliliğin bir kural olarak yerleşmesidir. Alevilik’te boşanma "düşkünlük" nedenidir. Yani boşanan eşleri Alevi toplumundan dışlanırlar. İki evlilik ancak 1800 yıllarından sonra Aleviliğe girse de bu hiçbir zaman Sünnilik'teki kadar olmamıştır. Hiçbir Alevi büyüğünde iki evliye rastlamıyoruz. Meseleleri tahlilde elbette bilimsellikten uzaklaşamayız. Günümüz Türkiyesi'nde kadınlara bir baskının uygulandığı bir gerçektir. Şu anda kadınlara Alevi-Sünni kimin ne kadar önem verdiğini de tam hesap edemeyiz. Yani tüm Alevilerin kadına hak ettikleri toplumsal kimliğini verdiğini; kadınların hiç sömürülmediğini söylememiz olanaksızdır.

 

Bir dilbilimci olarak Alevilerin, deyişlerini türkülerini, şiirlerini; kültür ve uygarlık ürünü olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiyemiz'de kültürümüzü ve Türkçemizi ayakta tutan bu kadar güzel bir başka topluluk olduğunu sanmıyorum. Osmanlı hiçbir zaman Türk Dili'ne hizmet etmemiştir. Çok zengin Alevi kültür edebiyat ürünlerinin hala yazıya geçirilmediğine tanık oluyoruz. İncelemeler sonucunda hiç bilinmeyen çok zengin malzemelerin çıkacağına da eminim. Şu anda Hollanda'da Doğu Bilimleri Akademisi'nde Prof. J. de Jong, bütün Alevi-Bektaşi nefeslerini derleyip, bilgisayara kaydediyor. Bu büyük bir olay aslında. Çok büyük bir arşiv oluşturuyor yani. Bizim halk kitaplarımız ise hala derlenmiş bile değil. Alevilikte çok önemli olan Buyruk yazmaları var. Bu eserler hiç bir ciddi araştırma konusu yapılmamıştır. Şimdiye kadar yayınlananlar (benim ki de dahil) da çok büyük hatalar var. (Ben kendiminkini düzeltiyorum şimdi) Tüm Alevi, Bektaşi yazın ürünleri bir araya getirilip ciddi incelemelerde bulunup, arşivlenmelidirler. Bu kültür ürünlerinde emsalsiz güzellikte bir Türkçe var.

Dilbilim açısında da ilginç bazı şeyler tespit ettim, Alevi ürünlerinde. Mesela Cem'in Öztürkçesi aslında "görgü"dür. Görmekten geliyor yani. Cemevininki ise "babadam"dır o da Öztürkçe. Alevilikte hemen tüm inanç terimlerinin kökeni Türkçe’dir. Bu bile başlı başına araştırma konusudur.

 

Siz Aleviliğin iki kola ayrıldığını, bunlardan birisinin Bektaşilik diğerinin ise Kızılbaşlık olduğunu söylüyorsunuz.(3) Bu iki kol arasındaki temel örgütlenme ve siyasal yönetim anlayışı farklarından bahsedebilir misiniz? Bazı eğrilikler söylenmeyince düzelecekmiş gibi bir yanlış kanı var toplumda. Geçmişi doğru bilmezsek geleceği iyi tahlil edemeyiz.

XVI. Yüzyılda Bektaşi tekkelerinin başına Balım Sultan oturtulmuştur. Osmanlı yönetimince. Daha önceden Alevi-Bektaşi ayrımı zaten yoktu. Yani devletin bir düzen oyunu var burada. Alevilikle Bektaşilik ayrılıyor burdan sonra. Bektaşilik daha sonra da Sünniliğe yaklaşmıştır. Kısacası, Bektaşilik aslında Alevilikle Kızılbaşlık’la Sünnilik arasındadır: Bektaşi babalarını devlet atıyor, görevlendiriyor. Bektaşiliğin örgütlenmesi tamamen legal. 1826 yılından sonra yani Yeniçeriliğin kaldırılması ve Bektaşi tekkelerinin kapatılmasından sonra Bektaşiler Kızılbaşlara benzemeye başlamışlardır. Prof. İlhan Başgöz çok güzel ortaya koymuştur ki, Bektaşilik legal olduğu için Cumhuriyet'in ilanından sonra tekkeler kapatılınca Bektaşilik çökmüştür.

 

Müsahiplikle ilgili inceleme ve araştırmalarınız var. Bize bu "Yol Kardeşliği"nin doğuş nedenlerinden söz edebilir misiniz? Burada söylüyeceklerimi ilk kez size açmış oluyorum. (sizin ricanız üzerine de daha sonra ayrıntılarıyla yayın sorumlusu olduğunuz Pir Sultan Dergisi'nde yazacağım) "sogut" diye bir Ön Asya halkı vardır. İran halklarından birisi. Hatta Kürtler’le de akrabalıkları var, bu halkın. Bunlar Horasan civarında yaşamışlar. Soğutlar Asya'nın en kurnaz tüccar insanları. Onlardan Türkçe'ye de bir söz geçmiştir; "Biste" diye. Bu esnaf kardeşliği anlamına geliyor. Sözcük Türkçe değil. Fakat zamanla Türkler arasında da "esnaf kardeşliği" manasında kullanılır olmuş. Yani Türk Kültürü'ne girmiş bu kavram. Bir de savaşcı gazilerde bu sözcüğün kullanımını görüyoruz. Savaşa giden insanlar, eşlerini çocuklarını mal ve mülklerini en sevdikleri insanlara teslim ediyorlar. "Can yoldaşlığı" kavramı da buradan doğuyor. Eğer gaziler savaşta ölürlerse, karısı bıraktığı arkadaşının kardeşi oluyor. Çocukları ise onun çocukları olmuş oluyor. Kadınlarla ve çocuklarla asla evlenme diye birşey söz konusu olamıyor. Can yoldaşı artık o aileye de bakmak göz kulak olmak zorunda. Esnaflar batarlarsa bu sefer onun gönül dostu, can dostu olan arkadaşı batana yardım ediyor. Orta Asya'da kadın şamanlar arasında da yakın bir dayanışmanın olduğunu biliyoruz.

Tabii musahipliği herkes farklı kaynaklardan başlatıyor. Hayber Kalesi Cenkleri'nden başlatanlar da var elbette. Şunu söyleyim ki, hiçbir Arap ülkesinde ne cem vardır, ne semah vardır ne de müsahiplik vardır. Bu saydıklarım Asya kaynaklıdır. Müsahiplik Alevilik içinde çok önemlidir. Ben burada ilginç bir noktaya değineceğim. Tahtacılar üzerinde incelemelerim olmuştu. Tahtacıların inançların inanç ve gelenekleri ile diğer Aleviler arasında çeşitli farklılıklar vardır. 1993'de Akdeniz Üniversitesi'nde bir sempozyum düzenlenmişti.

 

Türkiye'den ve dünyadan birçok bilim adamının bu arada  katıldığı bir sempozyumdu sanırım. Evet. İşte orada şöyle bir sonuç çıkmıştı. Tahtacılar Oğuzlar'dan da önce Anadolu'ya gelmişlerdi. Tüm eski geleneklerini, göreneklerini inançlarını yaşatmayı başarmışlardı. Dışa kapalı yaşamışlardır hep. Şunu saptadım ben, müsahipliğin anlamı ve kapsamı da Tahtacılar'da diğer Alevi zümrelere göre farklı. Müsahipliğin kolları bile var Tahtacılar’da. Bir müsahip ölürse onun yerine bir başkasıyla müsahip olmak gerekiyor. Müsahiplerin kızkardeşleri de müsahip oluyorlar... Tahtacılar'da 12 hizmet kesinlikle dualarla yapılıyor. Ordaki inançlar o kadar canlı ki insan şaşırıyor. İmam Hüseyin'in öldürülüşü canlandırılıyor mesela, tümüyle o anda orda olmuş gibi görebiliyorsunuz. (Bu elbetteki İran Şiilerinkine kesinlikle benzemiyor).

Tahtacıların incelenmesini son derece önemli buluyorum. Bence Anadolu Aleviliği'nin ortaya çıkış öyküsü Tahtacılar’ın inanç ve yaşamlarında gizli.

 

Daha çok Eski Türk İnançları'ndan kaynaklanan Alevilik’te önemli bir yer tutmuş, "ateş, su, dağ, tahta kılıç, gökyüzü, eşik, uğurlu-uğursuz hayvanlar..." gibi kültlerin; kültürel-inançsal motiflerinin, günümüz Aleviliği'nde hala yaşadığını söylüyebilir miyiz? Ben aslında dede soyundan geliyorum. O yüzden canlı gözlemlerim de var. Alevilik’te eşiğe basılmaz, kapının eşiği öpülür. Ateşe su dökülmez, kendi kendine sönmesi beklenir. Kuzular öldüğü zaman toprağa gömülmezler, ağaçlarla asılırlar. Bunlar ta Bozkurt Türkleri'nden kalma adetler ve inançlardır. Bunlar gibi daha yüzlercesini görürüz. Anadolu'da, özellikle Alevilik'te. Biliyorsunuz tüm Anadolu'da dağlar kutsal sayılır. Hep Eski Türk İnanç’larıdır bunlar. Evet diyebiliriz ki Anadolu Aleviliği'nde hala Eski Türk İnançları yaşamaktadır.

 

Bir kimlik çıkmazı içinde bulunan günümüz Aleviliği'ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu biraz da Anadolu insanın toplumsal yapısıyla ilgili bir mesele aslında. Bir türlü kültür kimliğimizi bulamamış bir milletiz maalesef. Sokakta çıkan "kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz" diye sorun, on kişiden sekizinden alacağınız yanıt "müslümanım" olacaktır.

Şu anda çok büyük bir arayış içinde insanımız. Aydınlıkçı felsefeyle, şeriatçı gerici akımların mücadelesi vardır, bugün ülkemizde. Şeriatta kimlik, kişilik önemli değildir. Sürü olursun sen orada. Bu mücadelede Aydınlık felsefesinin başarıyla sonuçlanıp Türkiye'nin karanlıklar içine gömülmeyeceğine inanıyorum.

Türk-İslam Sentezi diye bir şey yarattılar. Son derece sakat, zararlı bir sentez. Bu sentezin savunucuları güya Türkiye'yi savunur görünürler ama Araplaşmanın onulmaz kamburunu da taşırlar sırtlarında. Araplaşmak, kendi kültürünü köreltip, Araplaşmak ne trajik, ne komik, ne düşündürücü bir çıkmaz.

Aleviliğin 21. yüzyılda insanımıza en büyük katkısı öz değerlerini yitirmeden varolmasıyla olcaktır. Aleviliğin bu yüzyıldaki kimliği, aslında özünde olan, evrensel dostluk kimliği, olmalıdır. Bireyin önce insan olması gerekir. İnsan sürüden farklıdır. Bakın şeriatçıların toplandıkları mekanlara oraların sürülerin toplulukları olduğunu göreceksiniz. Yani onlar toplum değillerdir. Alevilerin yeri çağdaşların yanıdır, demokrasinin yanıdır, laikliğin yanıdır. Biz Alevilerin yapmaları gereken şeyse, çağdaş siyasetçilerimizi yetiştirmemiz, bilim adamlarımızı yetiştirmemizdir.

 

Siz aslında dede soyundan geliyorsunuz. Dedeler kimlerdir. Dede soyundan gelmek size neler kazandırdı? Dedelerin ortak bir soydan geldikleri görüşü, bilimsel değildir. Doğru değildir bu görüş. Dede ailelerinin insanlara sembolikte olsa birşeyler vermeleri güzel bir şeydir yalnız.

Babam "Kurt Veli Dede" yörede etkin bir isimdi. Malatya, Çorum, Sivas'ta iyi bilinir. Babamın Alevi gelenek ve görenekleri çok iyi bilmesi bana çok yardımcı olmasına vesile oldu. Ben araştırmaların dışında dedeliği sürdürmedim.

1960'lardan sonra dedeler "günah keçisi" yapıldı. Dedelerin sömürücü olduğu söylendi. Bu pek doğru değildir. İstisnalar dışında Anadolu'da kaç dede zengin olmuş? diye soruyorum bu iddialarda bulunanlara. İstisnalar var elbette. Dede aynı zamanda ağa ise o başka. Bir de siyasal nedenlerle zengin olan dedeler var tabii.

Dedelik özde Şamanizmin bir devamıdır.

 

Bizi kırmayıp söyleşi yaptığınız için çok teşekkürler. Ben teşekkür ederim.

 

Söyleşi: 1995, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkezi, Kızılay,  Ankara

 

(*) Ben ilk söyleşimi sizinle gerçekleştiriyorum. Söyleşi yapılan kişi sanki konusunda çok fazla uzmanmış gibi bir sonuç çıkarılıyor, genellikle. Benim böyle bir iddiam hiçbir zaman olmamıştır. Bir de söyleşinin esas anlamı söyleşi esnasında bilinmeyen söylenmeyen bazı yeni şeylerin söylenmesine ilişkindir ki umarım burada bu sonuca ulaşılır.( F. Bozkurt )

(1) Prof. Dr. Fuat Bozkurt, Aleviliğin Toplumsal Boyutları, Tekin Yayınevi, 3. Baskı, s.7

(2) Age, 25

(3) Age, 159

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile