CAFER DÜZGÜNOĞLU DEDE'YLE SÖYLEŞİ

CAFER DÜZGÜNOĞLU

 (SEYİT NURİ CEMALETTİN – KABULLER KÖYÜ/ REFAİYE / ERZİNCAN)

 Ayhan Aydın

Yüzyıllardır bu kutlu yolu süren, Hak Muhammed Ali aşkıyla gönülleri çarpan, hizmet yürüten dedelerimiz, babalarımız, aşıklarımız, ozanlarımız Anadolu’da ve Balkanlarda ilden ile bu büyük inancı yaşatmışlar, günümüzde de yaşatmaya devam ediyorlar. Ne mutlu ki bu büyük damar, bu büyük kök, öz kaybolmadı ve ebediyete kadar da inşallah kaybolmayacak. Ehlibeyt’in metisenasını yapan insanlar, yeryüzü olduğu müddetçe devam edecektir. Şimdi bu büyük yolu, bu kutlu yolu devam ettiren, sürdüren mücadeleci kimliğiyle, çalışmalarıyla, cemleriyle, gezileriyle bir inanç önderi olmuş çok değerli bir dedemizle beraberiz. Onunla söyleşi yapacağız kendisi Cafer Düzgünoğlu, İzzet Düzgünoğlu’nun abisi kendisini rahmetle anıyoruz, kendisinin de bu yola hizmetleri vardır, cem evine hizmetleri vardı. Evet, şu anda 8 Mart Dünya Kadınlar günü aynı zamanda bugün ve saat 10.45, söyleşimizle dedemizi daha yakınen tanıyacağız. Dedelik hakkında, ocağı hakkında, gezdiği gördüğü yerler hakkında, tarih hakkında, tarikat hakkında söyleşi yapacağız. Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz, bizi mutlu kıldınız sevgili dede. Şimdi sizinle daha önce Cem Radyoda da bir program yapmıştım, bu programa çok büyük bir ilgi olduğunu söylemek gerekiyor abartısız. Beni dinleyenler böyle bilgili dedelere ihtiyacımız var, dediler. Çünkü dede olmak, dede lafını almak belki kolay gibi görülebilir ama aslında büyük bir yüktür bilene, anlayana göre değil mi?

Dedelik zor değil mi dede?

Tabi ki kolay değil.

Şimdi, isterseniz gönlünüzden ne geçiyorsa ondan başlayalım. Benim kafam da yüz tane soru var ama sizin ilk etapta gönlünüzden ne geçiyorsa soruyu öyle çevirebiliriz.

Tabi erenler, bu fırsatı bana verdiğinize Sayın gazetecimiz Ayhan Bey’e saygı duyarak, teşekkür ederek bana fırsatı verdiğine memnun oldum. Ben, 72 yaşındayım güz gelir tezelde sallanan bir yaprağa benziyoruz. Bu da bir fırsattır. Belki duyduğumuz, yaşadığımız, gördüğümüz içerisinde, eski gelenek ve göreneklerimizi tekrar dile getirmek için bu fırsatı bana verdiğiniz için sana saygı duyarak teşekkür ederim Sayın Ayhan Bey.

Şimdi ise tabi ki Aleviliğin bir özü vardır, şöyle bir örnek verelim önceden Ayhan Bey beni söylemişti ben Erzincan’ın Refahiye Kazasının Kabullar Köyündenim, Seyit Nuri Cemalettin evlatlarından olup şurada da bulunuyoruz. Tekrar tekrar teşekkür ederim Sayın Ayhan Bey’e bu fırsatı bize tanımıştır. Ehlibeyt yoluna da emekleri vardır çalışıyor, çalışmaktadır. Onların bizim geleceğimizin teminatı olduğuna inanıyoruz. Tabi şimdi örnek verelim; unu bir tabağa, eleğe koyarsın kim baksa un der, kim baksa un der başka bir şey diyemez ama unu, eleği biraz elediğin zaman esas un altına geçer, kabahatler yukarıda kalır Alevilik bu demektir. Aleviliği eleştirmek lazımdır, herkesin fikrini almak lazımdır, örf ve adetlerimizin, gelenek ve göreneklerimizin esaslarına ermek için böyle fırsatlar buldukça herhangi bir ocakzademizin, seyitlerimizin, dedelerimizin fikirleri alınır, birleşir.

Biz de bunu, gelenek ve göreneklerimizin öteden beri kalan her hangi bir şey gördüklerimizi anlatacağız. Şimdi acizane Türkiye’nin her tarafına gidiyorum. Hiç Alevi’nin olmadığı yere gidiyorum, Aleviyle karşılaşıyorum. Aynı zamanda Sünni toplumunu da giderim, bu konuşmaları yaparım. Çünkü  bir ağacın aslını sürsen ormana gider. Orman bin yaşında olsa baltadan geçmemiştir daha. Fakat şu masa baltadan geçmiş, bıçkıdan geçmiş, falan yerden geçmiş, mürşidini görmüş buraya gelmiş, olmuş bir masa. Ama mayası ağaç fakat o ağaç daha baltadan geçmemiş. Yani birinci doğuşu yapmış ikinci doğuşu yapmamış. Bir demirin aslını sürsen madene gider, toprağa gider, maden hammadde topraktır, işte bu demir de kabul etki teyp olmuştur, alet olmuştur, mürşidi bunu halletmiştir getirmiştir. Yeryüzünde Alevi-Sünni değildir, Hıristiyan alemi de dahil, bütün dünya aslını sürdüğü zaman Adem ile Havva’ya gider. Adem ile Havva köktür, insan kolları ve dallarıdır. Arada ki fark eğitimdir, gerçekten eğitimdir.

1979’da Almanya’ya gittim, biz Allah deriz onlar Got, biz Muhammed deriz onlar Margandiyesefer,  biz Hz. Ali onlar Yadialsefer, biz On İki İmam deriz onlar on iki havari diye severler, biz Hızır onlar Sipsekiz diye sever. Yani anladım ki mana alemde, insan haklarında beraberiz. Sırf bunun içerisinde, bunun dışında yad kalan Arap ve cahillerdir. Onun için Aleviler ırk, dil, din, cins bilmezler, önemli olan insandır.

Dört kitap haktır, İncil İsa’ya, Tevrat Musa’ya, Zebur Davut’a, Kuran Muhammed’e geldi. Eğer yaradan Tanrı, ben fark koysaydım derdim ki, Kuran’ın kavmi daha kıymetli, Kuran kıymetlidir, 8 göz verem Kuran’ın kavmine 15 aylık yaratam. İncil daha düşüktür onun kavmini de bir göz verem Tanrım tek göz İncil’in kavmidir, işte kavmini de 3 aylık yaratam. Bu farkları ben koymadım Tevrat’ın kavmi bir kol verem, Zebur’un kavmine bir kulak verem. Tanrı diyor ki, “ben 9 aylık insan yarattım, kimseyi kimseden farklı yaratmadım farklılığı kendi yaşantılarında hak ve hukuku takip etsinler. İnsan haklarını getirdim, insandan daha büyük yaratıktır” diyor; “Ey kulum! Ceset sizin ama ruhunuz benim, cesediniz bir kovan, ruhunuz bir arıdır, arının balı o kovanda bir muhabbettir, muhabbet yaşadığı müddetçe insan haklarına bağlı, insan haklarına saygı göster, canın var can incitme, senden büyük insan yoktur.” Aleviliğin özünü, bunu böyle kabul ediyor. Biz bunu ayırmıyoruz, Kuran ayırmamış, Tanrı ayırmamış, biz de ayırmıyoruz. Dört kitapta birbirini temsil etmiş, dört peygamber birbirine destek olmuştur. Şimdi aradaki fark eğitimdir. Bir anadan doğma, bir mürşitten doğma, mürşitten doğmayan müşkülat içerisindedir. Mürşitten ne zaman doğarsa, mürşitten doğması içinde kulaktan gıda alacak ki ruhunu doyursun, ağızdan gıda aldığı zaman sadece midesini doyurur ama bütün canlı ağızdan gıda alıyor ama bir şeye benzemiyor. Ruhuna gıda vermek için kulaktan gıda alacak ki, ruhunu doyura insan-ı kamil ede. Alevilerin böyle bir müspet ilime, böyle bir gerçeğe özen verdikleri için, şurada gelenek ve göreneklerimizin, cem tertiplerimize yetiştik.

72 yaşındayım, 50 seneden bu yana halkın içindeyim yaz, kış. Yalnız eskiden Anadolu’daki törelerimizi buraya aktarmak için bana fırsat vermiştir, Sayın Ayhan Bey.

Ben de burada açıklamak istiyorum acizane halimle. Eskiden Anadolu’daki cemleri, cemaatleri bütün Türkiye’nin her tarafını gezdim. İnanç bir, töreler ayrı; hedef bir, hizmetler ayrı. Yalnız bunu düzeltmek içinde Cem Vakfımız kurulmuştur, bütün dernekleri bunun altında vakıf edecektir. Elbette bizim de bu ahkamlarımız toplanıp, soy şecerelerimiz toplanıyor Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı zamanında çağırılacak bunu da ilkokullara, ortaokullara alacaklar, bu ikilik aradan kalkacak. Bizim de bir düzenimiz olacak. O gördüğümüz seyitler, yetişen seyitler bundan sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin ahkamında on iki hizmet, dört kapı kırk makam dersini alıp, okuyup, onlar gelip; nasıl İmam Hatipten çıkıp filan yerde sen hocasın, görev veriyorlar kimse bir şey demiyor,  onlar ondan sonra gelecekler filan cem evinin dedesi sensin. Türkiye çapında çekiç bir yere vurulması için ulusal bir radyo alacağız, Cem Vakfı alacaktır. Mesela Şeriat diyor ki, bugün Ramazan Türkiye çapında, bugün  Kurban Bayramı Türkiye çapında işte bizim Cem Radyomuz geldiği zaman, 48 Perşembe haktır, Perşembe günleri herkese Alevilerin cem gecesidir. Cem kapımız açıktır, siyaset yasaktır gelen vatandaş serbest gelir, soru sormak serbesttir. İşte Kuran’ın Maide suresinde Hızır Orucu var, Türkiye çapında bir gün de, Elfeti Suresinde Muharrem yazılıdır, Türkiye çapında bir günde.

Alevi felsefesini, bilinçli dedelerimiz televizyonlarda açıklayacaklar, yalnız vakıf olup yasallaştıktan sonra bunlar açık açık konuşulacak. İleride ki umutlarımız büyüktür, artık eskisi gibi dövülmek, kovulmak, sövülmek, hor görmek, dışlanmak zamanımız geçmiştir, davamıza sahip çıkmak için bir fırsatları görüyorduk. 1380 senedir bu millet bu çileyi çeke çeke, o dedelere saygım var ki hiç tahsili olmasa, bir kırık sazıyla, iki teliyle bu kültürü bugüne kadar getirmiştir. Bugün de basınımız ele almıştır, dünya çapında ışığımız Avrupa’dan geliyor.

Bugün Almanya’da, 3000 kişi varsa 2000 kişi çocuklarını bu felsefe üzerine vermiştir. İsviçre İnsan Haklarına gittim bütün emekli savcı, emekli yarbay, emekli albay, emekli hakim çocuklarını bütün insan hakları için vermişler. Eğer Devlet vakfı zaten yapıyor, yapılırsa bugün bir şeriatçı general gelse itiraz yapsa tarikattır diye hepsi kapatılır. Ama Devlet vakfı olursa camiyi kapatırsa burayı da kapatır. Bizim de haklarımız var, çünkü askerlik yapıyoruz, oy kullanıyoruz, vergi veriyoruz. Bizim de vergilerimiz oraya toplanıyor, bizim de haklarımız vardır.

Memlekette laik cumhuriyet varsa, demokrasi varsa, insan hakları varsa, onun için burada bizim de hakkımız vardır. Türk ocaklarını, Hacı Bektaş-ı Veli açmıştır 1270’te gelmiştir, 1299’da Osmanlı’yı kurmuştur, 680 kişi bilim adamı yetiştirmiştir.

Atatürk Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Cemal Efendi Çelebiye gidiyor hatta (Prof.) Zekeriya Beyaz da bunu açıkladı gazetenin 3.sayfasında ondan sonra açıklayacak 30-40 sene önce bunu halkımıza anlatırdım. Mesela, Tunceli’de Hasan Hayri, Mustafa Saltık dergahta, Cemal Efendi, Veli Efendi Zara’nın Kırk Kilisede, İsmail Elçioğlu emekli öğretmen Van Muş’ta, Haydar Berk Varto aşireti reisi büyük Haydar, Haydar İleri Dikmen, Hüseyin Aksoylar Erzincan’da, bunlar Alevilerle Samsun, Amasya, Sivas kongrelerinde 4 Eylül 1919’da gelipte kongreyi yapıp orada birleştiriyor. Ne mutlu Türküm diye kaynağı Atatürk’ün koyduğu temellerden, Hacı Bektaş’ın koyduğu temellerden alıyor. Şimdi gelelim bizim cem usullerimize, tabi ki tahribat gördük, tahrip olduk, dağıldık ama bugün için bilim adamlarımız yetişti arşivlerden çıkarttılar. Biz de mümkün olduğu kadar çıkarttığımız arşivlerden getirdik kendilerine ilettik. Bunlar toplanacaklar Milli Eğitim Bakanlığı dediğim gibi Kültür Bakanlığı çağıracaklar bunlar ilkokullara alınacak ve ilkokullarda bunlarda okunacak, yani şunu demek isterim ki; Alevi toplumu, büyük bir inanca sahipseniz, bu inancınıza sahip çıkmanız için hemen önümüz ışığa gidiyor, günün alnı balçıkla sıvanmıyor. Ufaklar parlamaya başlamıştır bu parlağında bir önderi vardır, biz bu önderi biz kutup yıldızı kabul ediyoruz o günlerin geleceği de işaretidir, tarihin işaretleri var. Bunun için hiç şüpheniz olmasın. Neme lazım yapmayın, birliğe beraberliğe gelin karışın, çocuklarınızı okutun, hayatta en hakiki mürşit ilimdir İmam Ali’nin sözüdür, Atatürk yazmış Faziletname’de yazılıdır. Adalet mülkün temelidir, Alevilerin tarafsız olduğunu, demokratik olduğunu bu demektir. Büyük Millet Meclisini 39-40 bin kişi seçerse 39 sene avukat derse çıkaramıyor millet vekili hakimiyet milletindir. Bir oy fazla olsa köylü çıkarıyor uyanalım, meclisin kaderi bir milletin elindedir. Birlik beraberlik yapın yanlış şuna üzülüyorum Adnan Bey burada girdi, çıkmadı buna çok üzüldüm. %35 istatistikle Sivas temsil eder, % 25 Erzincan temsil eder, neden bu şey olsun. Yani her şeyi hatırlatıyorum az çok ki detaylarına girmiyorum.

Hangi Adnan Bey?

Adnan Polat, İbrahim Bey’in oğlu Erzurum Aşkale’li. Futbol başkanıydı bir zaman. Şimdi bu arada yani gerçekleri görmeliyiz ki, biz umutsuz değiliz. Çalışan profesörlerimiz, çalışan bilim adamlarımız, çalışan dedelerimiz vardır. O dedeler yine geliyor, herkes burada fikrini açıklıyor bu açıklamaların artık eleye eleye gerçeği bulacağız sonunda. Eskiden kalma dedelerimizin gelenek ve görenekleri şöyleydi; dedeler işte falan köye ceme gidecekler, bir hafta önce gider o köyü eleştirir, elekten geçirir haklı kim haksız kim, kimin kimden alacağı var, kimin kimden vereceği var, alır verir razı eder. Yalnız kan davası, nikah olduğu zaman onları da ayırır, falan gün gelin size onu sizi ikna edem falan kitapta şunu yazıyor, falan buyrukta bunu yazıyor onu da anlatıp ikna ederdi çünkü yol uludur. Onun için şimdi tuttuğumuz cemler, baş okutma erkanı çolukta gelir, çocukta gelir görsünler unutmasınlar. İkinci bir cemaat, herkes eşleriyle gelir kamiller cemaatidir. Üçüncü bir cemaat, on iki hizmet dediğimiz görgü kurbanları gelir, musahipler olur. Bizim de eskiden Anadolu’da dedeler, ben işte falan köye gidiyorum taliplere gidiyorum derdi. Giderdi talibin birisine misafir olur, köyün büyüğünü çağırır, tabi ki sorar kim nasıl, kim durumu nedir, haklı mıdır, haksız mıdır, alır verir, barıştırır, razı eder, görüştürür. Sırf kan davasını, nikah hakkı olanları seçer, onu da zaman olsa da Davut suresinde onu da açalım o meseleyi, kan davası hakkında. Ama şimdi beri tarafı konuşuyorum, zaman zaman onu da konuşacağız, fırsat bulduğumuz zaman geliriz bir daha açıklarız. Dedeler o köyü tertemiz insanoğlu birbirinden razı olursa on iki imam razı olur, Tanrı razı olur, Allah razı olur. Ama kul hakkıyla huzuruma gelme dedikleri zaman, bizim bu halk mahkememiz kullar birbiriyle razı olduktan sonra Tanrı razıdır. Onun için, her bittikten sonra cem evi tayin edilir, postlar serilir, dedeken gelir, meydanlar açılır, herkes lokmalarıyla gelirler. Meydanlar açıldıktan sonra, dede söyler biliyorsunuz bu cemaatte 3 türlü oturuş var; Hz.Adem bağdaş bağlamıştır, edep erkan Hz. Muhammed olmuştur ve bir dizinin üzerine de oturan İmam Ali. Hz. Muhammed ne zaman daraldıysa “Len herena Ya Ali, lebeyke Ya Muhammed” ne diyorsun “edirnik Ya Ali edirnik Ya Ali” “daraldım Ya Ali yetiş” derdi. Üç oturuş vardır bunları da size cem dedemiz bildirecek bu şekilde. Meydanlar açıldıktan sonra, dede süpürgeciyi çağırır oraya bir süpürge çaldırır, meydanlar açılır süpürge duasını verir şamdanlar gelir. Üçler aşkına üç kere Allah Muhammed Ali ışığımızdır diye. On iki gelir on ikiler de ışığımızdır diye on iki de olabilir, tepsiye koyar duasını alır, oraya bırakır onunda duasını verdikten sonra cemaat, edep erkan mümine nişan herkes sağında ki adamın yüzüne niyaz eder ki, bu hepimize bağlıyız işaretidir. Ama dede onu açıklar rahatsız olanda gönlünü versin oraya. Bizden rahatsızlığı olur, kendinden rahatsızlığı olur olabilir ya insandır, raporlu olabilir ama gönlünü versin oraya. Şimdi bu cem birliği, bu beraberlik burada bir varlık meydana getirir. Dede başlar;

 

Hak’tan bize name geldi

Pirim sana beyan olsun, dedeye kadar bir,

Şahtan bize nida geldi

Halifeye haber olsun, iki yanında ki halifeye haber ediyor.

 

Hak kuluna eder nazar

Dört kapıdan Adem düzer

Cahil gelmiş cemi bozar

Gözcü sana haber olsun. Gözcü gelir niyaz eder oraya oturur edep erkan olur. Halka başlar.

 

Bu yola giden Hacıdır

Onlarla güruhu nacidir

Cem kilidi kapıcıdır

Kapıcıya haber olsun, kapıcı gelir

 

Bu yola giden hacılar

Mümin Müslüm bacılar

Onlarda Hakka duacılar

Peykçiye haber olsun

 

Zakir zikir sazınan

Kuran okunur evazınan

Mümin Müslüm niyazıyla

Niyaz benciye haber olsun o gelir

 

Gelin gidelim rehvane

Kulak verin erkane

Tekbir verildi kurbane

Kurbancıya haber olsun o gelir

 

Gelin gidelim hakikate

Kulak verin tarikata

Mümin Müslim girmiş itikate

Erkancıya haber olsun

 

Mümin olan geldi meydane

Münkirin sürdü zindane

Hizmet verildi Selmane

Süpürgeciye haber olsun o gelir

 

Mümin olan yolun yakın

İster münkirlerden sakın

Çıra yakman ister canın

Çıracıya haber olsun, şamdancı yani

 

Şah Hatayim vara geldi

Mümin Müslüm dara geldi

Legen ibrik meydana geldi

Tazekar üzlükçüye haber olsun. Yani üzlükçük ayakkabıcıdır, tazekar ibriği getirendir. Tazekarda bir bacıdır, Hz. Fatıma görevini yapar. Bu da verildikten sonra, duaları bittikten sonra, orada zakir başlar;

 

Kurbanlar tığlandı, gülbenkler çekildi

Gaflet uykusundan uyanmaya geldim. Yani uyandı artık.

Dört kapı sancağın andan dikildi

Üryan büryan olup meydana geldim. (Yani günahlardan soyunup gelmek üryan, büryan dediği anlamını başka anlamayın)

 

Evvel eşiğine koydum başımı

İçeri aldılar döktüm göz yaşımı

Erenler yolunda gör savaşımı

İçip kana kana mestane geldim

 

Dört kapı selamın alıp verdiler

Pirin huzuruna çekilip geldiler

El ele, el Hak olsun dediler

Henüz mensup gibi cihana geldim

 

Yolumuz on iki imama çıkar

Rehberim Muhammed Ahmedi Muhtar

Kulumdur şahiye divane geldim (Yani bütün divana geldik)

Ve el miratil müminin (Mirat aynadır) mümin müminin aynası oldu. Orada öz gönlünü Hakka teslim ederek, gönül birliği yaparak, bir noktaya hedef olarak herkes özünü teslim etmiş bizzat Hakka. Yani Hakla pazarlığı başka aklında fikrinde bir şey yoktur, sadece Hak vardır, hizmet vardır. Dede bunu zakir bunu okuduktan sonra orada bir şey daha yaptırır.

 

Şah Hatayi eder dembedem

Cahillerden gelmesin kadem

Hizmetimiz oldu tamam

Yardımcımız on iki imam

 

On iki imam aşkına Allah Allah, sedasıyla milleti secde eder Allah Allah ettirir. Secde duasını verir, secde duası bittikten sonra şehitler uyansın uyandırır işaret eder gözcü fırlatır oraya işaret eder uyandırır, ondan sonra orada dede bu sefer ne yapar Kerbela Vakasını söyler;

 

70 sahabe 12 imam

Kerbala’da Yezid çevirdi tamam

Demeyiz asla bizde el aman

Şahit şehit evliyayım öldürün

 

Vermediler suyu kurudu diller

Yezit ordusuyla bağladı yollar

Soldu her kişi açılmaz güller

Cedi pakım Mustafa’yım öldürün. İnsan hakları için ölüyorum öldürün.

 

Kardeşim İmam Hasan’a verdiler zehir

Vermediler suyu bağlandı nehir

Yezit kalbiniz hep olmuş bakır

Yetimin geçtiği Kerbalayım öldürün. Ben insan hakları için orayı da açıklayacağım azıcık. Neden?

 

Yazdınız bir name ben çıktım yola

Yezit askeri yasladın her kola

Bülbül aşıktır ol onda güle

Garibi geçti Kerbalayım öldürün

 

O zalim şimdi çadırı yıktı

Hayalimin yüzüne baktı

Evliya ervahı ayağa kalktı

Yetimi geçti Kerbalayım öldürün.

 

Bu kelime söylendiği zaman, bütün millet ayaktadır. Bacılar duvaz imam söyledimi ayakta katar çeker o sonunda gelen Hz. Fatma görevini yapan, bacıların baş tarafında tevhid çekerler ayakta. Yaş döken döker.  Bu Kerbala Vakası uzundur 23 hanedir bu böyle hep gider. Çok acıklıdır. Bu bittikten sonra, bir duvaz da imam söyler on iki imanın ismiyle, tekrar milleti secdeye indirir, ikinci secdeyi yapar şöyledir;

Ela Seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Muhammet Mustafa’ya bağışla bizi, hem eladır hem seyittir hem Muhammet neslidir

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

İmam Ali Keremallahu vech efendimize bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı nuri cemali

Hz. Haticetül Kibriya Hz. Fatımatül Zöhreye bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. Hasan Hz. Hüseyin’e bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. Zeynel Aliyul ebanın sekavatına edaletine ihsanına bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. İmam Bakır'a bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Horasan piri 7’nci İmam İmam Musa-ı Kazım’a bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. İmam Rıza’ya bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. İmam El envaka bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. Muhammet Taki’ye bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Hz. İmam Hasan El Askerine bağışla bizi

 

Ela seyidine Muhammet bi hakkı Nuri Cemali

Muhammet Mehdi’nin hürmetine bağışla bizi

 

“Duvaz imamlar okundu Hatmil Kuran, Kuran Hatmil bundadır. On iki imam okundu sureyi ayette oldu tamam.” Bunu söyler bir duvaz imam daha söyler. İkinci secdeyi yaptırır, ikinci secdeyi yaptırdıktan sonra secde duasını verir secde duasını verdikten sonra, tabi ki herkes işten gelen bir aşkla Hz. Hüseyin aşkına göz damla yaşını döken neden döker. Tabi ki şimdi onu anlatsam o bir saatte bitmez başka zamanda anlatacağım. Yalnız şurayı anlatayım. Şam’da Yezit, caminin üzerine yazdığı Meryem İbn-i Haşiminin camisinin üzerine yazdığı 70 sene Ehlibeyte küfür söyledi, Hz. Hüseyin’e mektup yazdılar gelin bu davanıza sahip çıkın.

Camiye girip de Ehlilbeyt’e küfür söylemeyen anla ki Alevidir işkence yapıyorlar, hiç girmeyen Müslüman değildir onu yatırın işkenceye. Bu ayrımı yaptı, bir Alevi olarak nasıl küfür söylesin? Eskiden küfür söylemeden belki korkusundan girerdi çıkardı bilmezdi. Şimdi anlında da yazar yok ben bugün kanun çıkarsam belli olur ve girmediler. Tayfa reisi Müslüm Akın vardı, dediler ki sen bizi al bunların içerisine çıkar.

O zaman çadır, mağara evdi, toprak evler bile yoktu. Aldı dışarı çıkardı, dağa çıktılar dağda tuttular tabi bunlar dağda kaldılar, Hz. Hüseyin’e name yazdılar, name bugünkü mektuptur. Nameyi yazdılar Hz. Hüseyin bu nameyi alınca Medine’de bir ilanet yaptı, 70 bin kişi toplandı. 70 bin kişi toplanınca bunlar hazırlandı yola düştüler, işte İpek Yolu diyoruz ve deve katarları o zamanın vesaiti oydu bindiler geldiler. Geldiler ki bir çöl çöl bitmiyor, sıcak bir çöl var, çölde iki üç tane çadır var sordular ki çadırlara, “siz kimsiniz”, “nereden gelirsiniz?” Dedi ki, “Biz Şam’dan geliyoruz Hz. Hüseyin’e mektup yazdık, mektubun cevabını alamadık şimdi biz kaç günde gidersek biz haber götüreceğiz” işte dedi Hz. Hüseyin başınızdadır bu katar o katardır, 70 bin kişiyle geldik. Hz. Hüseyin’e haber verdiler oradan üç hane gelmiştir, geldi sordu onlara daha ne kadar yol var, üç konaklık yol var. Yani bir konak bir günlük yol.

Öyleyse dedi bu halk yorulmuştur, develeri yıkın, çadırları çakın haber alalım. Ve develeri yıktılar çadırları çaktılar altına geçtiler ama çöl, kum sıcak. Saat 10.00 – 11.00 dediği zaman kuma güneş vurdu mu insanın suratına vuruyor. Oranın isim esas Nil Manelvasıdır, o bela çıktıktan sonra Kerbela dendi orası da var. Bu arada Hz. Hüseyin, bunlardan sordu ne var ne yok, size anlattığım gibi anlattı. Suları bitti su kırmalarında, dediler ki burada su yok mudur? Şu tepenin arkasında bir Fırat vardır dedi bize su vermediler İbn-i ziyad’ın ser askeri, Yezidin ser askeridir. Yezidin askeri mıntıkası Memun’dur vermediler. Canım dedi koca bir Fırat’tan su almakla ne olur ki. Tabi bunlar gittiler 60 kişi 30 kişi atlı 30 kişiyle su kırmaları ellerinde gittiler, su alalar İbn-i Ziyad’ın askeri etraflarını sardı, “siz kimsiniz?” Onlarda doğrusunu söylediler ki yani suyu alalar. “İşte Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in adamlarıyız, biz Medine’den bir toplumduk Şam’a gidiyoruz.” “Niçin gidiyorsunuz?” “Şam’da caminin üzerine Ehlibeyte küfür yazmıştır. Yezitle Muaviye yazdı Yezitte oğlu geldi daha başka türlü bir kanun çıkarttı Aleviler seçilsin diye. Kim ki Ehlibeyte küfür söylemeden içeri girerse bu Alevidir işkenceye yatırın. Biz de çadırlara aldık, başımızda Müslüm Akın dağa çıktık. Fakat biz name yazdık cevap çıkmadı biz geliyorduk siz geliyorsunuz” durum bundan ibaret. O zaman bunlar su alırken bu doğruyu söylediler, dediler ki, siz 70 bin kişiyle gelmişseniz muhakkak bir işiniz vardır. Yezide haber verdiler Yezit dedi ki, “Sakın onları bırakmayın” ilk savaş orada açılıyor o 60 kişi ölüyor. Ondan sonra Hz. Hüseyin’i görmek istedi. Çağırdı peygamberin torunu musun? “Evet” hangisi? “Hüseyin’im” dedi. Nereye gidiyorsun? Dedi ki, “Şam’da dedi, benim ceddime Ehlibeyte küfür söyleniyor. Bugün Hz. Muhammed benim dedemdir, babamın amcasının oğludur, babaları kardeştir bu Muhammet neyse İmam Ali’de odur Ehlibeyt için On iki imam Ehlibeytte onları sevenler e onları sevenler benimle beraber geldiler. 70 bin kişi geldik bu çölde, su almak için o da adamlarımız gitti” dedi. “Ha dedi sen peygamberin torunu Hz. Hüseyin’sen benim senden bir dileğim var” dedi Yezit. Nedir dedi? Dedi “benim halifeliğimi imzala öyle geç” bir ana muhalefet partisi gibi. Hz. Hüseyin dedi ki, “Ben senin halifeliğini imzalarsam bir şartla imzalarım, sen o küfrü, o levhayı kaldırırsan, insanlar üstünde işkenceyi kaldırırsan, insanlar haklarına bağlı, insan haklarına saygılı bir düzen getirirsen o zaman ben bu halifeliği imzalarım.” “Benim devletim dedi o işe karışma Yezit dedi, o benim işimdir, sen yalnız imzala” dedi. “Tamam ben imzalayam ki kararı ben vermiş olayım bu millete zulüm yapıyorsun demektir, ben bu imzayı veremem”. “Sana dedi son sözü söyleyeyim, aile efradına villa köşkler yaparım yaşa dedi sen yalnız imzayı ver.” “ben aile efradını için bu halkı ayak altına alamam bütün insanların canı candır” git 24 saat düşün. Hz. Hüseyin geri geldi halka dedi ki, “Eğer dedi benden imza istedi verseydim, benim aile efradıma bana köşkler yapıyor, ben bütün insan hakları için ölüyorum burada kaldım, imza vermedim. Aile efradını bu hakikat bu insan haklarına kurban ettiriyorum bunu iyi anlayın yalnız siz özgürsünüz, hürsünüz yine diyorum. İnsan hakları için ölenler burada kalsın, eğer bunu kabul etmeyenler ayrılsın.” 70 bin kişiden 70 kişi kaldı, hepsi Yezidin tarafına geçti. Onları da şimdi tarif edeceğim. O tarafa geçtiler Yezitle beraber 5 vakit yat kalk, 30 gün oruç devam daha olmamış olacak o. Tabi bunlar Yezidin tarafına geçtiler, Hz. Hüseyin yalnız kaldı dedi ki, “Ey dedi yüzünüz kara ola, siz beni burada yalnız bırakacağınızı ben ne bileyim ki dedi sizi getirip beni yalnız bırakmışsınız” e had iki olmaya. O da bugünkü Muharrem de yine gelecek çırpınan şeylerdir. “Ya Hüseyin kendilerine vuruyorlar keşke biz seni yalnız bırakmasaydık, o savaşta bizde gitseydik” diye feryat ediyorlar. Onlarda Alevi’dir, Alevi ismi altındadır fakat Alevi’nin öyle bir şartı şurtu yok. Onlar aynı o şeye girmiştir. Geçtiler o tarafa Ehlibeytin eli kolunda kaldı, mahi Muharrem on iki gün matem tuttular, on üçüncü gün aile efradından, İmam Zeynel on iki yaşındadır, aile efradı kendi aralarında sakladılar ki imam nesli kesilmesin. Nasıl ki hutbeye çıkıp yine küfür söylenince İmam Zeynel silkindi çıktı, bir Kuran kitabını aldı koltuğunun altına aldı gitti kapıya dayandı. “Ey cemaat, şu Kuran’ı severseniz İslam iseniz, Müslüman’sanız beni dinleyin.” Ve İmam Zeynel’i dinlediler, dediler ki, “Bu Medine çingesi ne diyor” ismi de öyle. “İçinizde Aleviler vardır dedi bizi tanır, biz Medine çingenesi miyiz, Peygamberin torunu muyum” dedi. Müezzini indirdiler Kuran’ı müezzinin ayağının altına attı söyletmek için. Müezzin Kuran’ı aldı öptü başına koydu “sen gençsin, cahilsin dedi bu senin büyük dedene geldi, Muhammet’e geldi bu kitap bizi günahkar ediyorsun. Sen İmam Ali’nin oğlusun Hz. Hüseyin’in oğlusun, İmam Ali’nin torunusun.” Dedi herkes bunu duyunca dedi ki. Onu söyletti İmam Zeynel’i hutbeye çıkarttılar. İmam Zeynel sanki dedesi İmam Ali yanında gibi itikatlı, tereddütsüz “Ey Yezit dedi sana nahlet olsun, İbn-i Ziyad’a nahlet olsun bu emri verdiniz.” Neticesi, Yezit gitti İbn-i Ziyad’a haber etti dedi, “onlar İmam neslindedir, ilim derya gibidir dedi. Sonra Hz. Peygamberin torunu olduğuna inanırlarsa halk ihtilal olur, bizi çiğnerler. Ne yapalım, ben onun gönlünü almak için onun yanında sana lanet okurum sen sebep oldun, işi kazaya dökerim çapulcu.” Hemen geldi “Ya İmam dedi, seni azat ediyorum, yani affediyorum, İbn-i Ziyad’a lanet olsun o yaptırdı,” “Başta da sana lanet olsun emir veren sensin.” Ve Hz. Hüseyin’in faciaları, bu şekilde devam ederken tuttu millete 3 ay ceza, 24 tane bacı soyundurdu develere bindirdiler, İmam Zeynel’i de bindirdiler Medine’ye göndermek için peşine davul çaldılar. Tak tak tokmaklardan çıkarttılar. Halk dedi ki, “Biz dedi Hz. Hüseyin’i evlatlarını, Hz.Hüseyin’i bize şehit ettirdiniz” yalnız Yezidin ser askeri Hurşeyid Murşeyid Hüseyin Hz. Hüseyin’in tarafına geçti. Hani diyor ya,

İptida bu meydanı Hürşeyid aştı, 72 pehlivan şehit oldu yar aşkına kan saçtı ah senin dertlerine Hz. Hüseyin. Ve bu arada,

İmam Zeynel aldı Ali nasıl

Şükür kesilmedi Muhammet nesil

124 bin evliyası İmam Ali ve Muhammet neslinden geldiği için on üçüncü günü Ehlibeytin eli kolundan çekti İmam Zeynel’in kurtuluş kurbanıdır.  On üçüncü günü kestikleri kurban, İmam Zeynel’in kurtuluş kurbanıdır, imam nesli sağdır diye, yani bizim halkımız bunu anlayamıyor ve anlatamıyoruz. İşte bu sebep buradan gelmiş şimdi buraya uzatıyorum beriki cemin şeyine geleceğiz. İkinci secde yapıldı, üçüncü secde de bir duazı imam söylenir. Ondan sonra başlar

 

Pir bize bugün geldi

Gülleri taze geldi

Önü sıra Murteza Ali Kamber geldi.

 

Murteza Ali Kamber Şahımız

Yüzüdür kıblegahımız

Miraçtaki Muhammet

O bizim padişahımız. Sonunda Hak ilahe illallah çekerler.

 

Padişahım yaratan

Okut ağdan karadan

Ben pirden ayrı düştüm

Yüz yıl geçti aradan

 

Aramızı uzattılar

Yaramıza tuz attılar

Bir kul geldi Fazlınan

Bedastanda sattılar

 

Satarlar Bedastanda

Ses gelir Gülistandan

Muhammet’in hatırı

Ber güzardır bir aslandan

 

Aslanı var güzarı

Pir hayalin gözlerim

Hep hasrette kalınca

Hani benim intirazım

 

İntizarın çekerim

Leblebim bal şekerim

Aşık ile daima

Hep gözyaşım dökerim

 

Dökerim gözyaşımı

Gör mevlamın işini

Keşiş kurban eyledi

Yedi oğul başını. Hz. Hüseyin başını vermediydi oğlu verdi.

 

Figan eyledi melekler

Kabul olsun dilekler

Yezit bir dert eyledi

O dert bizi helekler

 

Yezit bir dert eyledi

Melekler vird eyledi

Pirim bir şehir yaptı

Kapısını dört eyledi

 

Dört eyledi kapısını

Mahi gevher yapısını

Yezitler şehit ettiler

İmamların hepsini

 

Hasan’a ağu verdiler

Hüseyin’e nice kıydılar

İmam Zeynel ile Bakır’ı

Bir zindana koydular

 

Zindan yolların ezadır

Cafer kulların gözedir

Caferin bir oğlu var

Kazım üncü Rıza’dır

 

Kadınağı ağladı

Göz yaşını çağladı

On iki yol katarım

Türlü meta tutarım

 

Yüküm mahi gevherdir

Müşteriye satarım

Satarım müşteriye

Çevrem kalsın geriye

Cebrail de şehire

Cennette ki huriye

 

Huriye iş eyledi

Hatırım hoşa eyledi

Kanat verdi kuluna

Havada kuş eyledi dediği zaman bütün cemaat dededen, zakirden başka ayakta deniz dalgası gibi tevhitteler. Kanatlı kulunu havada kuş etti ya.

 

Kuş eyledi havada

Gezer dağda ovada

El kaldırmış Hakkına

Savsak durmuş duada

 

Savsak durmuş duada

İsmi azam duası okuna

İsmi azam duası tatlı canı dokuna

Dokunur tatlı cana

 

Ağlarım yana yana

On iki imamların davası

Kaldı ulu divana

Ulu divan kuruldu

Cümle mahluk dirildi

Yezit şehit etti

A**** kuruldu

 

Pir dediler Ali’ye

Hacı Bektaş Veli’ye

Hacı Bektaş bacının

Verdiler Kızıldeli’ye

 

Kızıldeli tacımız Şıh Ahmet’tir miracımız

Karacaahmet’tir gözcümüz

Kul Himmet ustamız

Şah-ı Merdan aşkına

Hak versin muradınız. Dediği zaman tekrar dile getirir.

 

Şah Hatayi’m eder dembeden

Cahillerden gelmesin kadem

Hizmetimiz oldu tamam

Yardımcımız on iki imam

 

On iki imam aşkına Allah Allah. Hepsi secdeye. Bu üçüncü secde yapılır, secde duası verilir. Tabi ki şimdi hepsini ayrı ayrı söylemek, hayli zaman alır da araya girmemek için, başka konuyu açmamak için bunu devam ediyoruz. Gelenek göreneklerimiz, cemaatlerimiz o günkü cemaatlerimize yetiştik. 72 yaşındayım 52 sene halkın içinde kaldım, aşağı yukarı 10-15 sene eski cemaatlere yetiştim, 10-15 sene kaldım Anadolu’da. Şimdi bu cemaatler böyle devam ederken, secde duası yapılır, secde duası bittikten sonra halk tabi şehitler uyansın uyanır, halk uyandıktan sonra, orada dede toplumun birliğine bir dua yapar. O duayı yaptıktan sonra, bir El Fatiha eder, eli yüze çalarlar. Amin demek A Ali’dir, Min de Muhammet demektir, yanlış anlamayın. Bazı bizim Aleviler Kuran okuyorlar Amin demeye çekiniyorlar ya Allah Allah diyeceksin. O zaman yeni Türkçe yoktu ki, eski Türkçe vardı. Amin Muhammet’tir, Ali’yi Muhammet’i seversen varlık onlarda biter. Zaten cahil bilse ki A Alidir, onu da ağzına almaz. Yani bu bizim hakkımızdır Min Muhammet demektir anlamı. Şimdi bu da bittikten sonra meydanlar açılır, bir nefes verilir cemaate meydanlar açılır, semah faslı başlar. Semah faslı başlar orada hep ana bacı kardeştir zaten bacıların başında, o ilk şeyi gezdiren bacı o gelir,  bir iki bacı daha beraber gelir. Yeri müsaitse beş kişi ikisi de erkek orada semah yaparlar. Bizim Anadolu semahları da şimdi ben göremiyorum, yapmıyorlar. Bir yerinde duruşlar, perdeye basarlar ikinci soldan yürüyüşler, Tevrat üçüncü sağdan döner düzenlerimiz böyledir, tabi ki bunu zaman zaman bulunduğumuz zaman bunları yapacağız ve yaptıracağız. Yani hedef bir de töreler değişik olabilir, olsun o  da semah, turnalar semahı, üçler semahı var, beşler semahı var, kırklar semahı var hepsi de ibadettir, hepside Alevilik felsefesinin, kültürünün içerisinde vardır. Şimdi, bu semah faslı bittikten sonra daha kimse bir görülmemiş, dışarıdan leğen olarak gelir eline dökerek hazır ol ehli cemaat Muhammet Mustafa’nın hizmeti geliyor, sakin olun cemaat millet o zaman selavatlanır Muhammet’in ismi okunur, selavatlanır bir adım atar sakinin olun ehli cemaat Muhammet Mustafa’nın hizmeti geliyor, üçüncü adımı atar getirir şöyle dedenin önüne tutar, bir damla su döker, o bacıda havluyla havlu alarak niyaz eder halkayı dolanır. Halka bitti tabi ki cemaat çoktur. Bir sefer ayakta durur eline döker, Pirime rahmet Yezide lanet sakka Ya Hüseyin herkese geleneklerimize göre kimse mahrum kalmaz. Elini yüzüne sürer rahmet eder, onun ismi altında gelir onun hizmeti altında geliyor anlamı. Bunlarda tamam olduktan sonra meydanlar açılır, kurbanlar gelir, lokmalar gelir. Tabi ki şimdi umumi bir cemaat olduğu için kimse seçilmiyor, edilmiyor yalnız dışarıda herkesin lokmasını mahrum etmemek için veriyorlar. Dede orada açıklar eskiden öyleydi, hasta olan var, düşkün olan var, gelmeyen var onlara pay ayırırın, bütün canlara pay ayırırın söylerdi. Bu düzene biz bugüne yetiştik bugünü böyle yaptılar. Semah faslı bittikten sonra lokmalar dağılır, dağıldıktan sonra lokmacı oraya geçer “gözde nizan yok, elde de terazi yok, ceme geldi Hakkın niyazı herkes gıdasına oldu mu razı” üç sefer söyler herkeste razılık verirse, olur ki almayan olursa orada açıklar, onu da razı ederler cemaat sona erer. Dede orada bir dua yapar dedenin duası üzerine oturanın gidenin kolsuz giymesi, başını yastığına koysun bu sevgiden, bu birlikten, beraberlikten ayırmasın Cenab-ı Hak bizi diye konuşur duvazı da yapar.

 

Siz atalarınızdan nasıl dinlediniz? Nasıl olmuş bu ilk cem, Alevilerin cemi nasıl başlamış, nasıl yürümüş tarih boyunca?

 

Şimdi erenler teşekkür ederim. Kırklar cemi, biz kalktık duyduğumuz, söyledikleri bize yanlarında dinlediğimiz tabi ki kulağımızda, hatırımızda kalmış. Bir rivayet edilir ki, Hz. Muhammet Hacıl Veda’ya giderken yani Kabe’ye gidiyor, Kabe neresidir Kabe’de hani diyor ki, Eli medretti ilmin mabu mabiha, ilmin şehri benim kapısı Ali’dir. Umme mübürül mahi, çünkü biz birbirimizden aşıkar olduk. İlmin şehri benim kapısı odur ben o kapıya vardım. Yani onun kapısına varıyor. Hatta İncil’in başında İlya, Zebur’un başında Papa, Tevrat’ın başında Burya, Kuran başında Haydar-ı Kerrar iken Ali çoktur ama Şah-ı Merdan Ali birdir. Ben bu Şah-ı Merdan Ali’ye bağlıyım. Kabe’mde odur yani El miratın mümin, mümin aynasıdır ve kendisidir, uzakta değildir. Şimdi Hz. Musa, Sırrı Tuna’ya gidiyor diyor, “sır buradan içeri Tuna vücuttur.” Üçü dine danışıyor onlar zannetti ki dağa çıkıyor. Değil aslında. Şimdi oraya da geleceğim. Kırklar cemine, orayı anlatayım sonra burayı anlatırım. Hz. Muhammet kalktı, Kabe’ye giderken gitti ki, yolunun üstüne bir aslan düşmüş. Aslan düşünce kendisine hücum etti geriye çekildi, korktu. Cebrail bunun ağzını ovdu, “Ya Muhammet niye çekildin” dedi, “aslan yolumun üstüne düşmüş hicap ettim.” “Dedi onun senden bir arzusu vardır” nedir “parmağında ki hatem yüzüğünü istiyor.” Hemen çıkardı yüzüğü ağzına aldı sakin oldu. O gün Hz. Muhammet gitti ikinci günü dönüş yaptı. Gelirken düşündü ki, ben o zaman hani yüzük attım şimdi ne yapayım, Cebrail ağzını duydu “Ya Muhammet yolun açıktır sen git filan yerde, kırklar makamı diye yazar git orada ne göreceksin.” Gitti ki baktı, kapının üzerinde yazar “Kırklar Makamı” diye yazıyor. Kapıyı vurdu, “sen kimsin?” “Ben Hz. Muhammed’im”, “Bizim Muhammed’imiz içimizde sen bize lazım değilsin” Allah Allah düşündü başka Muhammet var mı acaba? Geri döndü, Cebrail nazil oldu “Ya Muhammed ne oldu?”, “Dedi ki bizim Muhammet’imiz içimizde dediler, demek başka bir Muhammet daha varmış ben bilmiyorum” “Bilirsin, bilirsin dedi öğrenirsin. Git söyle ki, ahır zaman nebisiyim” kapıyı vurdu, “Sen kimsin?” “Ben, ahır zaman nebisiyim”, “Bizim nebimiz de buradadır, sen bize lazım değilsin, nereden geldiysen oraya git.” Yine döndü. Üçüncü gün Cebrail nazil oldu, “Ne oldu” dedi böyle böyle “Git söyle ki el fakiri fukaralardanım” yani harabat ehliyim. Kapıyı vurdu, “Sen kimsin?” dedi, “Ben el fakiri fukaralardanım”, “ha bize lazım” dedi. Onun için diyor, “Harabat ehline hor bakma şevki ehlini ihmale eden viraneler de var.” Kapı açıldı içeri girdi ki, hemen İmam Ali kalktı karşıladı, görüştüler fakat 39 kişi var. Şimdi dedi ki, “Ya Muhammet nereden geliyorsun?” sizi anlattığım gibi anlattı böyle böyle dedi. Ben bu üçüncüdür bu kapıya gelmem. “Peki dedi, parmağındaki yüzüğün işareti ne dedi” dedi ki, “Mim duası benim ismim yazılı Bin Muhammet” hemen aldı yüzüğü “Bu mudur dedi” yüzüğünü tanıdı. “Ya Ali sana erdim ama dedi senin sırrına eremedim seddaksın Ya Ali dedi”. O zaman Hz. Muhammed’e bir aşk geldi, kalktı bir pervaza döndü işte kırklar pervaza dönerken başında bir taç vardı yere düştü kırk şeride bölündü. Onun tuttu beline kemer bağladılar. Fakat şeridin biri kaldı orada parçanın biri kaldı. Hani şimdi beline kemer bağlıyorlar ya. Dedeler bağlar, bacılarınkini de o dediğim bacı bağlar. Mesela kırk şeride bölündü biri kaldı orada, döndü döndü, döndü, aşk ile döndüler, şevk ile sohbet, muhabbet sedalarıyla, ilahileriyle durdu İmam Ali orada bir dua verdi. Dedi ki “bu şemlenin bir tanesi kaldı bu kimin?” “O dedi biz otuz dokuz kişi burada Selman’ındır. Gönderdi ki engür getire şerbet edek.” O zaman başka bir şey yoktu, üzüm yani engür getire şerbet edek bu da onun hakkıdır, dedi. Kırklar makamı dediği zaman o zaman Selman elini uzattı baktı ki bir el geldi. Bir neşter vurdular, baktı kırkından kan çıktı. Kırkının özü, sözü birmiş yani kırklar makamının. Yani Hz. Muhammet ile İmam Ali’nin halinden anlayan o kırk kişiymiş Kırklar Makamı.

 

Onların ikisi de dahil kırk kişi.

Tabi.

 

Otuz sekiz kişi yani.

 

Otuz sekiz kişidir bir de Selman kırk kişi, bir de Muhammet etti kırk bir Ali’ye tabi. Başlarında biri bulunacak ki kırklara hizmet edecek. Biz atalarımızdan,

 

Yani Hz. Ali dahil olmak üzere kırk, Hz. Muhammet ile kırk bir mi diyorsunuz siz?

 

Tabi. Hz. Ali ile otuz dokuz kişi, biri nerede dedi Selman-ı gönderdik ki engür getire üzümü şerbet edek. O zaman bu şemle de onun, şemle demek beline bağlanan şey orada bir tane fazla kaldı ya. Muhammet sordu, “Bu kimin?” bu da dedi biz kırk kişiyiz Selman’ı gönderdik onun o gelip beline bağlayacak. Biriniz kırkınız bir olduğunu nereden anladım. Hz. Muhammet bir neşter vurunca  baktı ki kırkından da aynı kan çıktı. Demek ki kırkının özü, sözü birmiş kırklar makamı burada başlıyor. Biz kalktık öteden beriye erenler bunu duyduk, bunu söylediler bize.

 

Peki yani o kırkların döndüğü semah, kırklar semahı dediğimiz ve Hz. Muhammet ile Hz. Ali’nin yapmış olduğu o ibadete cem diyebilir miyiz? Yani o.

 

Gayet tabi cem oradan başladı.

 

Oradan başladı. Peki bu Alevilikte ki kırk dediğimiz insan oradaki Kırklar mı?

 

Tabi ki orada ki Kırklar. Yani orada kırk kişi şöyle ki, Hz. Muhammet’in iç varlığına, İmam Ali’nin iç varlığına orada ki kişiler bağlanmıştır, kırkının da özü, sözü bir oldu. Birine neşter vurdu, kırkından kan çıktı.

 

Aklınıza gelenler işte kırklardan başka kimler var? İşte Selman-ı Farisi var.

 

Gayet tabi, işte Selman-ı Farisi var, Fazlı var ondan sonra Tayyar var yani bütün Ehlibeyt.

 

O zaman ki Ehlibeyt.

 

O zaman ki Ehlibeyt kabul et ki biz burada kırk kişi toplandık hani isimlerimiz vardır. Kırk kişi diye ad vermişler, kırkı da bir olduğu için adada lüzum yok.

 

Kırklardan birisi o kadar.

 

Kırklardan birisi. Şimdi biz kalktık erenler bunu duyduk. Biraz önce şunu anlatacaktım. Hz. Musa Sırrı Tuna’ya gitti, tabi rahmetlik babam da anlatırdı, büyükler de anlatırdı. Biz bu duygu duymuştuk fakat o günleri gördük geçirdik. Şöyle ki, Hz. Musa bir gün yerinden çıkıyor, diyelim ki Ankara’da oturuyor mürşidin, Sırrı Tuna daha da uzun ama Tuna vücuttur Sır göğsünden içeri herkes sırrı gönlünde, gidip mürşidine danışacak. Gitti yolu bir balkana ormana uğradı,  ormana girdi baktı ki bir seda sesi geliyor. Seda sesi geliyor üçleri, beşleri, yedileri, kırkları hepsi zikir ediyor, kendisini mest etti bu seda. Sağa döndü, sola döndü kimse yok, baktı ki dağın tepesinde bir kuş var. Kuş Cenab-ı Hak tarafından insana gelmiştir, bütün üçleri, beşleri, kırkları, yedileri zikir ediyor. Hz. Musa iyice mest oldu. Bakam dedi bunun sonu nereye gelecek. Oturdu oraya. Nasıl olsa Cenab-ı Hakkın huzuruna gidip bunları söyleyeceğim. Oturunca baktı ki kuş düştü, yolun altında mundar hayvan gebermiş affedersin ona düştü gıdalandı. “Ey Ulu Tanrım dedi şu güzelliğe bak, şu konuşmaya bak fakat yediği leşler işte bununla leş oldu yediği gıda. Nasıl olsa Cenab-ı Hakk’a bunu danışacağım dedi. Fakat renkleri 72’dir, 73 renk almamıştır, 72 künyedir 73 güruhu nacidir. 73’te dahil olmadığı için o mundar leşi yiyor. Anlatacağım ileride. Orayı geçti bir elma bağına rast geldi, bir elma koparttı yarısı parası yok. Elmayı böldü yesin baktı ki kalbi çürümüş, özü kokuyor. Ey Allah’ım dedi oğlum beşerdir birisinin eline getirtmeyin, ben bunu kendi elimle daldan koparttım bu ne hikmet onu da attı. Onu da danışacağım. Daha ileri gitti bir fındalıktan bir esar kesti o yana içerdi bu yana içerdi baktı ki esar eğri ulan dedi Cenab-ı Hak bu eğriyi hiçbir zaman kabul etmez, onu attı bir tane daha kesti doğru. Aşağıyı aldı, oraya bıraktı kendi içeri girdi makama girdi, aşka niyaz etti. Dedi ki, “Yarabbi, sen ki her şey malumdur, ben yolda birkaç rivayete rast geldim, bunları bir daha dile getirmek istiyorum.” “Söyle dedi Ya Musa.” “Makamından çıktım işte, huzurunuza hedef ettim gelmek için geldim yolum bir ormana baltana uğradı, baktım ki öyle bir seda geliyor, öyle bir muhabbet geliyor ki beni mest etti. Dağın tepesinde bir kuş var 72 türlü renkten rengi var saydım, o kadar güzel. Senin inayetin tarafın insana gelir insan gibi konuşuyor. Oturdum oraya en sonunda ibadeti bitirdi yolun altında mundar hayvan ölmüştü onun leşini gıdalandı bu kimdir?” “Dedi Ya Musa, o zamanın dedeleridir. Talibin, mühibin köşesine gidecekler, muhabbet edecekler, mest edecekler yalnız haklıyı haksızı seçmeyecekler aldıkları lokma da, mundarı leşi olacak. Onu gördük geçtik çünkü 72’de kalmışlar. Hani diyor ya;

 

İsmi müsen makamına düşmeyen

Dört kapıdan kırk makama geçmeyen

İşleyeni 72’ten 73’e seçmeyen

İsterse desin evladı resul isterse desin ismi şahtanur.

 

73’ün gülfü Ehlibeyttir 72 Kainatın yaratılışıdır. Ve dedi filan yere geldim dedi, bir elma bağına rastladım daldan bir elma koparttım, elmayı böldüm ki özü çürümüş kokuyor bu ne?” “O da o devrin tadibip emridir dedi dışarıda benim varlığım var görünecek, fakat içindeki kiri kibri silmeyecek, çürütecek” dedi. Onu da gördük geçti. Ve dedi filan yere geldim bir esar kestim “ne yaptın?” eğriydi attım bir daha kestim, alda gel getirince asa Musa’nın elinden insana geldi. “Ya Musa döndü sen beni Cenab-ı Hakkın huzuruna getirmedin, benim doğruluğum beni getirdi.” Yani kişinin kişiliği önemlidir. Hz. İmam Zeynel ile, dün de konuştum dediler ki, Hüseyin gibi baban var, Ali gibi deden var, Muhammet gibi ceddin var sen ne düşünüyorsun? “Dedi beni benden sorarlar onlardan sormazlar.” Şimdi kişinin kişiliği önemlidir. Bir kişinin suçunu da, topluma mal etmeye hakkımız da yok insanlığın hakkı değildir. Hz. Ali’nin Faziletinde şöyle bir yazı okudum; “Bugün bayağı bir insana sorsam nar ateş, bab rüzgar, hat toprak, ab su, şent güneş; su, toprak, ateş, rüzgar olmazsa bir canlı yaşar mı?” Yaşamaz değil mi, yaşamaz efendim kime sorsan yaşamaz. Su, toprak, ateş, rüzgar, güneş birbirini tamamlar, birisi noksan olsa yine yaşamaz. O zaman Hz. Muhammet’e gitti sordular; “Ya Muhammet, nar ateştir, bab rüzgardır, hat topraktır, ab sudur, şent güneştir. Bunların anlamı nedir, bizi ikna et.” “Dedi gidin Hz. İmam Ali’ye sorun” niye dedi. “Eli medineti ilmin babı aliha ilmin şehri benim ama kapısı oydu. Ben o kapıya vararak bu şehre sahip oldum, bu ilme sahip oldum, gidin ona sorun.” Geldiler Hz. İmam Ali’ye, “Ya Ali Hz. Muhammet bizi sana gönderdi. Nar ateş, bab rüzgar, hat toprak, ab su, şent güneş bunun anlamı ne?” “Evet dedi nar ateştir ateşin görevi ne, çiğleri pişirir, çiğler pişmezse lokma yenmez. Eğer bir insanda anadan doğduğu gibi kalırsa, çiğ lokmaya benzer. İlla bir rehber önüne geçecek ki onu ikna etsin, pişirsin meydana getirsin. Ateş bir rehberdir çiği nasıl pişirirse, bir insanda anadan doğduğu gibi kalırsa çiğ lokmadır, ona işarettir dedi.” “Hat topraktır, anlamı ne?” İmam Ali dedi ki, “Binbir ismi vardır bir ismi abu toprak yani toprağın babasıyım. Topraktan gelen bir gıda olmazsa, hiç canlı yaşar mı? Yaşamaz, gıdaları biliyorum beden oradan alıyor. Fakat ruhun gıdası da dedi pirin kelamıdır kulaktan gider ruhuna doğru insan-ı kamil eder.” Güzel dedi. “Şent güneştir anlamı ne?” “Güneşte dedi bütün yeryüzünde ki bitkinin rehberidir, onları pişiriyor. Güneş olmazsa hiçbir mahsul kemale gelir mi gelmez, onları pişiriyor.” Güzel dedin. “Ab sudur anlamı ne?” “Su toprağın canı su, adamın canı su, ağacın canı su, her şeyin canı su. Su kirleri de yıkar, su mürşittir. En son öyle bir mürşit lazım ki, 366 ezasına girsin beynini, zeynini yıkasın insan-ı kamillik budur desin. 73’üncü gürüfün rengine boyansın.” Hani orada dedi ki, tarikat kulbundan tecidi olmayan bir kişi yediği haramdır yese ne fayda, isterse yenilip tarikat kul tecid demek, yenilemeyen, bir üstat mürşidin eline geçmeyen yediği haramdır yese ne fayda. Makbul dergah biatına girmeyen dergah var marifet değil biatına girmek marifettir, rengine boyanmak marifettir. Bir dedeye sorsan Allah var mı? He he var akıllıya var. Var demekle değil ki, Allah’ın varlığı nedir bunu anlamaktır, bununla yaşamaktır, onun rengini boyanmaktır.

 

Tarikat kulbundan tecid olmayan

Bir kişi yediği haramdır yese ne fayda

Makbul dergah biatına girmeyen

İlahi şahım dese ne fayda

 

İsmim müsemma kaydına düşmeyen

Dört kapıdan kırk makama geçmeyen

İşleğini 72’den 73’e seçmeyen

İsterse desin Evladı Resulüm, isterse desin İsmi Şah talibim

 

73 Güruhu Naci mi?

 

73 Güruhu Naci Ehlibeyttir. İşte orada söylüyor ayırıyor, 72 kainatın yaratılışıdır. Bütün dünyada bu insanlar.

 

Neyi ifade ediyor, 72 boy mu, soy mu?

 

Şimdi 72, bütün insanların aslı 72’dir. İşlek araya girince, insanlar hakları 73’ncü güruhu Naci’ye ait oldu. Yani beynelmilel, tarafsız, evrensel bakarak yani laiklik beynelmilel ama anlatamam, anlatmasını beceremedim.

 

Yok anlattınız da, yani 72’den 73’e seçilecek.

 

Tabi 72’den 73’e orada da dedi ki, ismim müsemma kaydına düşmeyen, müsemma; Hz. Hüseyin’in, Ehlibeytin yoludur, Hz. Muhammet Hz. Ali’nin özüdür, ismim müsemma kaydına düşmeyen, dört kapıdan kırk makama geçmeyen, işleğini 72’den 73’e geçmeyen yani dört kapı pirin, rehberin, musahibin, mürşidin dört kapı sonu mürşittir. Mürşit eline geçmeyen, ismim müsemma kaydına düşmeyen, dört kapıdan kırk makama geçmeyen, işleğini 72’den 73’e seçmeyen isterse desin Evladı Resul, isterse desin ismi şah talibim. Sözde değildir bu yaşantıdır.

Keşke Nuh gemisine binmeyen (Vücut bir gemidir, ruh kaptandır binmiş gezdiriyor)

Naru babdan abu hata inmeyen (Nar ateş, bab rüzgar, ab su, hat toprak) yani enginlik büyüklüktür, hak olan saygı büyüklüktür, sevgi büyüklüktür, hatasını bilmek büyüklüktür, cahili affetmekte büyüklüktür.

 

Keşke Nuh gemisine binmeyen

Naru babdan abu hatta inmeyen

Kubbeyi alemde alıp gülmeyen

Büyüğü de özünmüyorsa ne fayda

 

Adem kubbeydi kubbe oydu

Cihan da dergende suydu

Evvel ahır yine dünya buydu

Ahmak buna büyüğü de özünmüyorsa ne fayda

 

Fedai tecelli beyin noktaya (Beynin altında ki nokta Ali’dir bilesin diyor. Beynin altında ki nokta)

Kimini hece okutur kimini veruzaya

Özü çürük benzersin bir yaya

Menzil alamaz koşsa ne fayda

 

Yani illa ki bir mürşidin eline geçecek, müşkülattan sıyrılacak, saf ve temiz olacak. Hak yoluna giden, Hakka teslim olan, hakikate özünü veren bir kişi maskeden soyunacak. Her şeyden kainattan pislikten, arınacak soyunacak. İlla bir mürşit lazım, son mürşit lazım. Tabi ki orada birisinde de diyor ki;

 

Cihan var olmadan ketmi Ademi de hakte ile birlikte yektaştım, beraberdim.

Yarattım bu mülkü aynı o demde yaptım tesirimi nakkaşiyim ben

Anasırdan bir livası olup büründüm (yani anadan dünyaya geldim)

Naru, varu, haku, abtan gördüm (su, toprak, ateş, rüzgardan gördüm)

 

Hayrul beşer olup dünyaya geldim

Adem ile bir yaşıtım ben

Ademin sütlünle Şit olup geldim (Hz. Şit)

Nuh-u nebi olup tufana girdim

 

Bir zaman bu mülke ben İbrahim oldum

Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben (Yani Beytullah müminin gönlüdür)

İsmail göründüm bir zaman hecan hiç Adem’den almayın

İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman

Eyüp geldi çok çağırdı el aman

Kurt yedi vücudum kan yaşıdım ben (Hepsi kendisiydi Adem’den almayın)

 

Zekariya ile beni biçtiler

Yayha ile kanım yere saçtılar

Hz. Davut geldi çok peşime düştüler

Mühlü Süleyman’ı çok taşıdım ben (Davut’um Süleyman oldum seni öyle taşıdım)

 

Mübarek asayı Musa’ya verdim

Ruhun guddusu olup Meryem’e erdik

Cümle evliyaya biz rehber olduk

Selman-ı Pak ile yoldaş idim ben (yine Adem’den ayrılmıyor Adem’le devam ediyor hepsi Ademle devam ediyor)

 

Şu cihanı münkürü devredip geldim

Tarikat meydanına erkana girdim (İşte erkana giriyor burada)

Şahı vilayet ile kemerbest oldum (Kemerbest orada oldular ya Hz. Şahı Vilayet’in (Hz. Ali) müsahibi Selman-ı Pak’tır, Muhammet’in ki Veysel Karani’dir) şimdi bizim şeriatçılar bazen dedelerimizde canım kızında musahibi olur mu? Kardeşim Muhammet Medine’ye toplandı halkı herkes bir ahret kardeşi bulsun sonra dedi ki, Senin ahretlik kardeşin kim benim ki de dedi İmam Ali” olur mu dedi, “Evet dedi.” “Evlentün femülakatun lan falaka edim sır dedemin Abdal, Ali bendedir ben Ali’deyim hiç farkı yok.” Fakat tarikata geçtiği zaman kemerbesti Selman-ı Pak oluyor İmam Ali’nin, Veysel Karani de Muhammet ile oluyor. Hani musahip var ya musahip tarikatta.

 

Şu cihan mülkünü çok devredip geldim

Kırklar meydanında erkana girdim

Şahı vilayet ile kemerbest oldum

Selman-ı Pak ile yoldaştım ben

 

Şu cihan mülküne çok geldim gittim

Yağmur olup yağdım ot olup bittim

Rum diyarının benim şad ettim

Horasan’dan gelen Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli (Rum diyarına geliyor burayı şad ediyor)

 

Gahi nebi gahi veli göründüm

Gahi uslu gahi deli göründüm

Gahi Ahmet gahi Ali göründüm

Kimse bilmez sırrımı neydim kimdeydim ben

 

İkrar verdik cümle düzüldük

Boyala sırrı farş etmedik asla bir kula (Kerbela’da yatan Şah Hüseyin bile paketini taşıdım ben)

Şimdiki Hemdullah şehri dediler (ha ispat etti kendisini Ahmet Cemal Cemalettin’in babası, Çelebi Cemalettin Atatürk’ün biliyorsun oraya kadar geldi bak)

Geldim gittim zatımı kimse bilmediler

Her gelen kardaş ile yoldaş idim ben.

 

(Şir’i Bektaş Çelebi’nin Cihan Var Olmadan (Devriye) söyleşi sonunda tam metin olarak verilmiştir. Ayhan Aydın)

Bunlar açık açık söylemişler erenler, bunlar güzel güzel anlatmışlar, bize yol açmışlar. Biz bunları anlamamız için Kuran’ın özü, gerçek aşıkların sözüdür.

Kuran bir nasihat kitabıdır, fakat bunlar öyle değildir. Bunlar insanlara hitap etmişler, insandan büyük yaratık yoktur, Hak Adem’dedir. Ben gittim İzmir’e gittim, bir olay anlatayım müsaaden olursa, İzmir’den de Denizli’ye gittim. Denizli’de ki Hacı Bektaş Dernek Başkanı Malatyalı, bundan epey sene önce. Evel Hacı Bektaş’ta tanışmıştık, Hacı Bektaş’ta Timur Efendinin kapısının önünde, akşam Turgut Bey hazırlardı her akşam yarım saat bir saat konuşmam vardı on gün her akşam. Onlarda dinlediler, kim dinledi orada geldi konuştular tabi. Bizi davet ettiler gittik oraya, gittim ben başkanın odasına girdim doğrudan doğruya. Girdim ki, iki üç tane kravatlı mıravatlı oturmuş fakat başkan beni tanıdı ayağa kalktı, buyurun dede, dedi. Biz kıyam ettik oraya görüştük, onlarla tokalaştık. Dedi ki, dede midir onlar sordu “Evet” dedi. Nereli dedi? “Erzincanlı dedi, Bursa’da oturuyor” dedi. Ha ismi ne filan? Duymuştuk dedi birisi falan, olabilir dedim, sağ olun. Fakat benden önce bir muhabbete tutulmuşlar, biz de içeri girdik hoş beş ettiler, bize çay söylediler onlar devam ettiler. Bir saat kadar dinledim yalan olmasın, baktım ki en sonunda ateistliğe kaçıyorlar. Yani Allah’ı tespit edemiyorlar, şekil veriyorlar ona. Tabi ki dinlemesini bilmeyen konuşmasını bilemez. Söz gümüşse sukut altındır. Dünya arifin elinde zeralanmış, arifte bir cahilin elinde zeralanmış olabilir. Şimdi adam konuştular, konuştular en sonunda ben terbiyesizlik yaptım affedersiniz, dedim “bir söz hakkı bana verir misiniz sayın başkanım?” Onları ben tanıyorum tabi. “Tabi dedi dede daha biz seni konuşturacağız.” Ama Hacı Bektaş Derneği’nde oturmuş ateistliğe kaçıyor. Tespit edemiyor. “Buyurun” dedi dede, “sağ olun dedim fırsatı verdiğinize.” Dedim “Allah’ın şekli, şemaili nedir onu bana verin bir, gösterin bir, ikincisi de bilmiyorsanız onu adresini bana verin gidim görüşüm onunla, gelem öyle doğrusunu söyleyeyim.” Orada birisi dedi ki, “senin dediğin dede bu mudur?” “Tabi dedi dede doğru söyledi, biz de sabahtan beri onu konuşuyoruz, onu araştırıyoruz dede doğru söyledi.” “Peki, ama dedi biz şimdi Allah’ın adresini nereden edek, nasıl verelim. “Veremiyor musunuz” dedim. “Peki dedim, müsaadeniz olursa ben arz edeceğim.” “Tabi dedi buyurun”, “teşekkür ederim” dedim. Ve bu arada dedim ki, “şimdi Diyanet Reisine sorsam, Allah’ın ismini zikir eder misin?” “evet” diyor. “Rahman ve rahim olan yüce Tanrının ismiyle size hitap ediyorum” diyor. Müspet ilim soruyor, bu rahman ve rahim Allah’ın ismi olduğuna göre, bunun mekanı nerede? Müspet ilim karşısında soruyor ya, mekanını bize gösterir misin? O da dört kitabı gezip dolaşıp en sonunda diyor ki, “Hak müminin kalbindedir.” Peki bu mümin insan mıdır? Evet dedi insandır. İnsanda da büyük bir yaratık var mıdır? Yok dedi güzel. Rahman gök, rahim yer gökten yağmazsa yerden bitki bitmez. Rahman baban, rahim annen yumuşak rahman ve rahimden doğuyorsun. Eğer insan Adem ile Havva olmasaydı, insan nesli kesilmişti getirdi mümin tenine bağladı. “Yalnız Allah’ı ispat etmek için şimdi sana bir örnek vereceğim, şekillendireceğim” dedim. Onlar da öyle dinliyorlar. “Şimdi dedim ruh bedenden çıktı, beden oraya düşüyor mu” “düşüyor” dedi. “O çıkan ruhu da görüyor musun dedim ne şekilde olduğunu” “göremiyorum,” son çıkan canlıdır çıkmazsa göre yine canlıdır, çıktığı için bura cansız kaldı o sağlamdır. Görüyor musun dedim.” “Görmüyorum.” “Bedene geldiği zaman varlığı meydana çıkıyor mu?” Görüyorsun, konuşuyorsun, işitiyorsun, dinliyorsun “doğru” dedi, İşte o Allah’tır. “Bana bir ceset lazım ey insanoğlu büyük yaratık sensin seni buldum ki, beni ispat edem. Sana da bir ruh lazımsa, ben de ruhsuz bedenim bende senin ceset senin ruhun benim ikimiz birbirimizi tamamlamış yaşıyoruz. Sağlam mürşidi kamile ihtiyacımız var ki mürşit onu ziyaret ede.” Hemen birisinin gözü doldu, hemen kalktı orada arkadaş dedi, “dede film gibi getirdi gözümüzün önüne bize dayadı, canlandırdı iyice.” Ruhu göremiyoruz doğru. Adamlar dedi ki; “dedenin tahsili var mı?” Tabi böyle görünce köy vari. Dedi “dedenin zamanında tahsil yoktu Anadolu’da okul yoktu, dedenin tahsil yok.” “Hayır dedi ben inanmam” dedi, bu avukattır, ben doktorum dedi. Dedim ki erenler, inanmıyorsanız sizi inandırayım bari. Var tahsilim var. 1952 –53’te Balıkesir’de askerken 29 harfi bize orada öğrettiler. Biz yetiştiğimiz de Anadolu’da okul yoktu, köylerimizde okul yoktu. Yalnız orada 29 harfi bize sağ olsunlar öğrettiler. Ama hastaydım gelirdim eve kitap okurken rahmetlik annem, babam derdi ki, kalk yat, peki derdim. Sabahtan kalkardım masamın üstü böyle, yatmışım ne kadar olsa kafam dağılırdı bir daha çözemezdim ve çokta meraklıydım. Köy odalarında, hani çocuklar vardı ya ben o makatların altına girerdim onlar konuşurdu cemaat bitene kadar. Ben birden orada çıkardım.

 

Belki de uyuyup kalırdınız orada.

 

Elbette olabilir de. O kadar dinlerdim meraklıydım, merak içimde vardı. Fakat, biraz göz gezdirdim o şeylere. Onun için dedim, tahsilim budur. Allah Allah dedi ya. Sonra dedim ki efendim siz fakülteyi bitirdiniz, okullarda 29 harf vardır değil mi bütün okullarda. 29 harfi okuyanlar, atoma kadar çıkarır, makine çıkarır, sanayi çıkarır, dört yüz metre yerin altında fay hattını bulur, fakat insanı okuyamamıştır. 73’üncü Güruhu Naci otuz ikidir harfi, pa ha ta ja harfi var Allah Muhammet Ali. Bu manevi ilmini okuyanlar, insanları okur insandan büyük bir yaratık yoktur. Kuvvetini de sen çıkarırsın ama 29 harfin içerisinden her şeyi çıkarırsın ama beriki tarafa eğer manevi ilmin olursa, ikisini de beraber söylersen daha diyecek bir şey yok. Çünkü sayfa devirmişsin ama ben sayfa devirememişim, beri tarafta bir şeyler bulmuşum. Tarikat profesörleri, Viraneler, Dertliler, Yeminler, Hacı Bektaş-ı Veliler bunlar haşa haşa bunlar deli midir? Akıllı biz miyiz? Bunlar dünyanın varlığıdır, bunları okumak meseledir. Bunların nutkunu okumak meseledir, uyandılar. Şimdi adam kalktı birisi dede dedi, ver şu elini öpeyim, dedim rica ederim elimi öpsen terfi alacak değilim, öpmesen terfi alacak değilim. Gönüller bir olsun teşekkür ederim. Yalnız sakın önceki fikirlerinizi dinledim, böyle olmayın. Eyvallah dede dedi canla başla şimdi anladık varlığın ne olduğunu. İnsanları okutun mesele yoktur. Tabi, şimdi konuşmalar öyle sürüyor geçen ileride burada üç ay önce bir konuşmamız vardı biliyorsunuz Cem Radyoda. Gittiğim yerlerde dinleyenler dinlemiş dede bize o milli mücadele tarihini biz duymamıştık ama şimdi Zekeriya onu açıklıyor. Bize bir daha duyurtturacak mısın? Öyle umumi yerde herkes dinlesin, birkaç yerde adresimi aldılar buradayken, ben Sivaslıyım Yıldızeli’ne cem evi yaptırmışım farkında mısın o akşam konuşmuştuk, artık akşam ben bıraktım gittim ondan sonra size geldi ne geldiyse, eğer sordularsa. Şimdi onlar tekrar ediyorlar, telefonumu almışlar geçen telefon ediyor Bursa’ya. Sayın dedem, onu bize bir daha tekrar etmezsin diyor. Bu Bolu’dakiler Kürt kendisini belliyorlar, Atatürk Türk Ocaklarını kurduğunu bilmiyorlar, Hacı Bektaş Türk Ocağını kurduğunu bilmiyorlar, Atatürk’ün kaynak olduğunu bilmiyorlar şimdi Zekeriya Beyaz’da gerçi onu açıkladı eğer okurlarsa.

 

Şimdi, dilerseniz bir ara verelim, zamanınız varsa bu aramızdan sonra kendi yaşantınız hakkında, efendim bu Atatürk, Hacı Bektaş hakkında, gezdiğiniz gördüğünüz tecrübeleriniz hakkında, ocağınız hakkında bir ikinci bölümde söyleşelim ne derseniz, zamanınız var mı?

 

Saat kaçta olabilir.

 

İşte bir ara vereceğiz.

 

Olur olur tabi efendim.

 

Evet şimdi de, Hacı Bektaşi Veli’ye gelelim. Anadolu’da pirler piri, serçeşme ve bütün dedelerin, erenlerin kendini yakın hissettiği yer, başını bağladığı Hacı Bektaş Dergahı var. Ama ilk önce Hacı Bektaş-ı Veli kimdir?

 

Eyvallah, teşekkür ederim bana bu fırsatı verdiğine saygı duyuyorum. Siz bizim gören gözlerimiz, duyan kulaklarımız, öten dillerimiz olacaksınız, gençlik geleceğin teminatıdır.

 

İnşallah.

 

Buna da saygılıyım. Umutlarım da büyüktür bunlara. Şimdi biz gözlendiği zaman, örnek verem yaprak sallanır gibi gazelde biz sallanıyoruz yaş 72. Ama gelenek ve göreneklerimizle sizlere aktarmak için borçluyuz sizlere, sizin gibi gençlere.

Bu memleket Rum diyarıdır, Bizans Devletiydi. Sivas yokken Zara’nın Beydağ vardır, kaleler vardır. Beylik derdi ona hükmederdi. Elaziz yokken eski Harput hükmederdi, Divrik mihnir yani Kayseri hükmederdi, Erzincan yokken Kemah mermer *** imal ederdi, Erzurum yokken mermi şehriydi, Bayburt tabutun kalesiydi, Trabzon Pontus Devleti böyle başı fiyazlarını geçeceğim Hacı Bektaş Veli’ye. Ve Ankara Engül Kalesi Kral Tekür hükmederdi, Eskişehir’e kadar hükmederdi, Konya Alaaddin Keykubat Yeniçeri ordularının başında bulunan Alaaddin Keykubat. Hatta Ümmühan Hatun, Alaaddin Keykubat’ın annesi Battal Gazi’nin türbesini o yapıyor. Battali Gazi, Amasya’da bu tarikatı kuran Bektaşilerden Baba İlyas, Manisa’da Karacaahmet, Bursa’nın İnegöl’de Hasan Baba, İzmir’in Salihli’deki Hamza Baba, Hacı Bektaş-ı Veli’den 244 sene önce geliyorlar. Fakat evet, Rum Diyarında ancak ancak biraz baş göstermişler ama Hacı Bektaş-ı Veli gibi zata nasip olmuş. Hacı Bektaş-ı Veli, Türkmenistan’daki Ahmet Yesevi mürşidi ve hocasıdır. Ahmet Yesevi’nin soyu, Hz. Adem’in küçük kardeşi Cafer-i Tayyar’a çıkar müslümatından doğru, İmam Hüseyin’in müslümatından doğru.

Bu Hacı Bektaş-ı Veli’yi yetiştiren Ahmet Yesevi’dir, bu halk Ahmet Yesevileri karıştırıyor. İkinci Ahmet Yesevi, Profesör Fuat Köprülünün tarihinde yazar, Çin’in Tibet yaylasındadır.

Bugün dünyanın en büyük nüfusu Çin’dir 3’te 1’si Alevi’dir, buradakiler nasıl Hacı Bektaş’a giderler oradakilerde Ahmet Yesevi Türbesine ziyaret ederler giderler toplanırlar. Orada Aleviler, en büyük Alevi de orada vardır.

İmam Ali, Çin’i Maçin içerisine girdi tabi orada yazıyor. Şimdi, o Çin’deki Ahmet Yesevi, Ankara’nın Hacı Bektaş’a giderken Keskinli Haydari Sultan’ın babasıdır. Haydari Sultan’ın esas ismi Kudrettin Haydardır, Hacı Bektaş-ı Veli’nin annesi Hatem Ananın kardeşidir, Hacı Bektaş’ın öz dayısıdır.

Hacı Bektaş-ı Veli İran’ın yüz ölçümü bizim gibi 3’tür, Horasan Türkiye kadardır. Şimdi Türkiye’nin nerede Hacı Bektaş Kültür Tanıtma Derneği var, gidiyorum Hacı Bektaş Kültür Tanıtma Derneği, diyor. Ama diyorum ki, bir gazeteci gelse Hacı Bektaş kimdir, kültürü nereden gelmiş, bunu soyu nedir, cevap yok. Onun için bir dergaha bağlanıp kalmıyorum yoksa Bursa’da bırakacaklar beni. Süleyman Diyaroğlu yalvarıyor, Kestel yalvarıyor, Pir Sultan Derneği yalvarıyor. İstanbul’da geldim Çekmece’de uğradım, Şevki dede diyor ki filan yerde cem evi yapılmış, sana telefon edecektim sen de geldin böyle böyle. Dedim erenler, bir yere bağlanıp kalırsam orada kalırım bu açıklarımı vermek hevesindeyim, merakındayım.

Onun için herkes bunu bilsin, duysun. Sünni’si de duysun ki bu Hacı Bektaş kimdir, bunlar bu kadar sarılıyorlar. İran’ın yüzölçümü bizim gibi 3’tür, Horasan Türkiye kadardır yüzölçümü. Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuş Hacı Bektaş-ı Veli, babası İbrahim Sani. İbrahim Sani’nin babası İbrahim Musa Sani, İbrahim Musa Sani’nin babası İbrahim Mükerremül Mücap. İbrahim Mükerremül Mücabın babası Hz. Muhammet’in torunu, Horasan Piri 7. İmam, İmam Musa-yı Kazım’dır. İmam Musa-yı Kazım’ın babası Peygamberin torunu 6. torunu İmam Bakır hazretleridir. İmam Bakır’ın babası Peygamberin 5. torunu İmam Cafer-i Sadıktır bizim işimiz hep de onlarla vallahi billahi, İmam Cafer’in babası Peygamberin 4. torunu İmam Zeynel Abidin’dir, İmam Zeynel’in babası Peygamberin 2. torunu İmam Hz. Hüseyin’dir, İmam Hasan ile kardeşler, Hz. Ali’nin öz oğullarıdır. Hasan ile Hüseyin’in annesi Hz. Muhammet’in kızı Hz. Fatıma’dan da doğdular Muhammet’in de öz torunlarıdır. Hacı Bektaş dediğimiz, ta oraya kadar gidiyor, o nesilden geliyor onun için biz Alevi olarak Türkiye çapında Hacı Bektaş Kültür Tanıtma Derneğini yazdığımız zaman ispatı da budur, bu bir.

İkincisi, Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra Timurtaş oğlu, Kadıncığın ismi Kutlu Melek’tir, İdris Hoca’nın karısı. Konya’da Yunus Kumrunun (Mükri (?)) gelini, İsmail, İdris, Sarı İlker bunlar Konya’dan Yunus Kumrunun oğullarıdır. Kadıncık Ana esas ismi Kutlu Melek’tir, onun kızı Nuriye Fakiri Fatma ile ilticap ediyor. Timurtaş isminde bir oğlu geliyor, Timurtaş’tan Hızırlale geliyor, Hızırlale’den Mürsel Bali geliyor, Mürsel Bali’den Balım Sultan, Kalender Sultan iki evladı oluyor. Balım Sultan hamilisi vardır bu mücerretliğe delalettir, dünya evine girmedi. Kardeşi Kalender Sultandan evlatlar geldi; Şehri Hemdullah Efendi işte, söyledim biraz önce şiirin içinde, ondan Ali Feyzullah, ondan Cemal Efendi, Veli Efendi geldi. Cemal Efendi, Veli Efendi Atatürk zamanında sağdı. Atatürk tabi ki Dergaha geliyor, 3 gün kalıyor hatta beraber fotoğrafları da vardır. Oradan  başlıyor nereden indin, Samsun’dan indim.

Türk Ocaklarını Hacı Bektaş-ı Veli açıyor. Atatürk, Ne mutluyum Türk’üm diye kaynağı oradan alıyor. Yurtta sulh cihanda sulh Hacı Bektaş’ın sözüdür biz yapıcıyız, yıkıcı değiliz. Laik Cumhuriyete bağlıyız, İstikbal göktedir 80 sene önce, Hayatta Hakiki mürşittir İmam Ali’nin sözüdür Faziletname’de yazılıdır, orada okudum. Yıl, tarih, fakülte, coğrafya içerisine alıyor Hakiki mürşit ilimdir. Şimdi bu bazen şeriatçılar sandı ki, bizim kıldığımız namaz da o da bir ilimindir onun  içindedir, onunla bir alakası yoktur. Ama mızraklı mevcuttur. Erenler, bu tarih böyle devam etmiştir, böyle gelmiştir. Şimdi.

 

Şimdi bunları tarihe geleceğiz de biraz daha alalım zamanımız var, kasetimiz de var. Türk ocaklarını kurdu dediniz. Şimdi kendinden öncede gelen veliler de var dediniz, Anadolu’ya. Fakat bir çoğunu da kendisi görevlendirdi deniyor. Şimdi Hacı Bektaş ve ona olan bağlı olan bu büyük veliler, dedeler, pirler ne yapmışlar, kimler bunlar, nerelere gitmişler, Balkanlar var, Bektaşilik var değil mi Aleviliğin dışında bunlara girelim biraz.

 

Hacı Bektaş-ı Veli, Horasan’dan Ahmet Yesevi diyor ki, “Seni Rum diyarına gönderiyorum buraya git Rum’u irşat et.” Köseğini atıyorum “bu nereye düşürse orada sana yol olsun diyor git, araştır”. Hacı Bektaş-ı Veli, 1270’de Kayseri’nin Develi Kazası vardır, iri yarı bir Ali varmış deve ırkları varmış Horasan’dan gelme, Hacı Bektaş’ta tanıyor ya doğru oraya geliyor. Diyor ki, “bu Rum diyarının asıl yeri neresi?” bugünkü Kırşehir’in olduğu yeri tarif ediyor. Peki diyor teşkilatı oraya kuralım. 1270’i yazın oraya teşkilatı kuruyor dedi ki, şimdi ki tut var betonla beslemişler, kara tut köseği de odur işte, halen yaşıyor bura ana yurt olsun diyor ve oradan mekan atıyor. 680 bilim adamı yetiştiriyor, Türk Ocaklarını kuruyor.

Mesela Seyit Ali Sultanı Dintokaya gönderdi, bilmem ne Çelebiyi ta Amerika’ya gönderdi, bilmem kimi Bulgaristan’a gönderiyor yani isimleri hale hazırda mevcut olarak belki hatırımda olmayabilir, bu 680 kişiyi gönderdikten sonra burada ki bilim adamları diyelim ki, Abdal Musalar, Kaygusuz Abdallar veyahutta Karacaahmet, Şahkulu, Mevlana tabi Mevlana sonra Şemsi Tebriz gönderdiği işaret ediyor. Hacı Bayram Veli bunlar ilkokul, ortaokul, lise sayılır üniversite Hacı Bektaş’tır, üniversite orasıdır.

Hacı Bektaş, bütün Türk ocaklarını her tarafa ettikten sonra, bu gerçekleri böyle meydana koyduktan sonra, Hacı Bektaş-ı Veli veliler velisi, orada Ali kendisidir zaten o soydan geldiğini açıkladım. Hacı Bektaş-ı Veli insan haklarını, insan sevgisini ve Allah insanlarla beraber iç içe yaşadığını, ceset senin ruhun benim beraber bağlı olduğunu, yaşadığını açıklamıştır.

On iki ocağın yedisi Horasan Piri Musa-ı Kazım evlatlarından geliyor fakat beşi Rumeli’dir. Pir nefes vermiş, olmuş on iki ocak on iki hizmeti ifa etmek için. Şimdi tabi ki o geçmiş zamanlardan biri, halifeye hizmet vermişse o ölmüş oğlu gelmiş seyit olmuş, o ölmüş torunu gelmiş seyit olmuş, çoğalmış. Tabi bunlar zaman zaman iş meydana çıkar, önemli olan insan hakları. Hacı Bektaş-ı Veli hem Ali kendisidir, Veliler velisidir, hem de mürşit-i kamildir. Mürşit Hz. Hüseyin’dir insan hakları için, pir Hacı Bektaş-ı Veli’dir, bütün seyitler rehberdir, yol göstericidir aslında. Yalnız kendi aralarında, erkan yürüsün diye işte birisi demiş sen pir görevine bak, birisi mürşit görevine, birisi demiş sen rehber görevine bak arlarında erkan yürüsün devam etsin diye böyle kurmuş bu temeli.

Şimdi Hacı Bektaş-ı Veli, bu tarikatı, bu Türk gücü kurunca o zaman Osmanlılar Orta Asya’daydı bugün kü Osmanlılar Orta Asya’da Çinlilerle savaş yaptılar, Çinliler set çektiler, akarsuyunu kestiler buraya geldiler Hacı Bektaş-ı Veli’ye intisap ettiler, biz dedi orada rahmet düşmedi, suyu bize kestiler buraya geleceğiz ne diyorsun? O da yapıcıdır yıkıcı değildir “gelin” dedi. İlk Osmanlı’nın göçü, şimdi Bilecik’e bağlı eskiden Bursa’ya bağlıydı Söğüt’e gelirler. Bursa’da Geyikli Baba, Somuncu Baba, Emir Sultan, Şıh Edebali bunlarda Hacı Bektaş-ı Veli’nin yetiştirdiği talebelerdir. Gidip onlara hoş geldin ediyorlar onlarla beraber 50 kişi seçiliyor, Hacı Bektaş’a gidiyorlar. Hacı Bektaş’a bir süreyle yanan geldik bize söz ver aha geldik. Bursa’nın Söğüt’tür, göçlerimiz Osmanlı ilk göçü oraya veriyor. O zaman Şıh Edebali’nin kızını, Osman’a veriyorlar. Hüseyin Kıvrıkoğlu Şeyh Edebali’nin torunlarından geliyor.

 

Öyle mi? Nasıl oluyor?

 

Evet Genel Kurmay Başkanı. Ben gittim, abisiyle Eskişehir’de görüştüm Hasan Kıvrıkoğlu’yla. Kızını Osman’a veriyorlar işte oradan geliyorlar Şeyh Edebali torunları olarak geliyorlar. Abisi bana söyledi, kendisi 1934 doğumlu, Bozhöyük doğumludur. Ha şimdi takip ettim araştırdığıma göre Hacı Bektaş-ı Veli, devleti kuruyor Yeniçerileri çağırıyor koalisyon devletini, 1299’da kuruyor. Sırtına da vuruyor, “Allah’ım Türk milletinin kılıcını keskin, nefesini üstün, ordularına zafer, milletini payidar et” diye dua ediyor. Ama şunu söyleyeyim, Osman isimdir, ben Osmanlı Devletini kurmasını istemem. Osmanlı Devlet kuracaksın hani tarafsız, demokrasi, evrensel, laik cumhuriyete bağlı demektir o günkü görüş, bugün kü laik cumhuriyete bağlı bir görüş. Peki diyor. Hacı Bektaş-ı Veli 1299 Osmanlı Devletini kurunca, 700 sene yürüyor mazisi Hacı Bektaş 733 sene ediyor mazisi. O bende ki işte şecerelerde o günün tasdiki, sana gösterdiğim şecereler, halifesi olduğun. Şimdi tabi ki bunlar belli bir şeydir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı Devletini kuruyor Hacı Bektaş’ın zamanına kadar tarafsız yürüyor, tarafsız. Hacı Bektaş-ı Veli vefatından sonra Osmanlı büyük koalisyondur, kanunlar çıkarıyor yanındaki koalisyonu eritiyor, benim soyum devam edecek. Soy devam ediyor babadan oğula, oğuldan toruna, babadan oğula, oğuldan toruna ta ki 1512’de Yavuz’a gelene kadar. Yavuz bu sefer soy kırımına geçiyor, o günkü şeyhülislamın teşvikiyle. Şöyle bir örneğini vereyim Şeyhülislam, bugün matbaayı John Gutenberg çıkarıyor esas Çinliler çıkarıyor. 1414’de John Gutenberg geliştiriyor burada ki İbrahim Müteferrika oraya gidiyor, ben Almanya’ya gittim Kel Mehmet Kalesi vardır, Vedesgurd’da, dedi ki, İbrahim Müteferrikanın Türkiye’de anma töreni yapılıyor. Aydın adam olduğu için bizim haberimiz yok.

 

O İbrahim Müteferrika’nın törenini Almanya’da anıyorlarmış.

 

Vedesgurd’da  Kel Mehmet Kalesinde bunu yapıyorlar. Nasıl ki Konstantin buradaymış oraya da zamanında bir Türk gitmiş Kel Mehmet Kalesi diye.

 

Gördünüz mü Kaleyi?

 

Tabi, ben kendim gittim.

 

Orada törenler yapılıyor.

 

Evet bu tören niçin yapılıyor? Dedi ki; İbrahim Müteferrika’nın anma töreneni yapıyorlar. Türk olduğu için, Kel Mehmet’te Türk olduğu için burada bu anma töreni yapıyorlar. Niçin yapıyorlar sordum? Dedi ki, matbaayı Çinliler çıkarıyor Çinlilerden sonra 1414’de John Gutenberg Alman getiriyor fazlalaştırıyor, geliştiriyor. Rahmetlik İbrahim Müteferrika bunu burada duyuyor, gidiyor oradan getiriyor. Getiriyor o günü Devlet Güvenlik Mahkemeleri kanunu, molla kanunudur. Demirel yine bu kanunu getirdi ama askeriye geldi devletin güvenliğine çevirdi onu. Devlet Güvenlik Mahkemesi demek, molla kanunun o günün mahkemesi şu bu yoktu, Anayasa yoktu. İdam berat, berat Diyanet Reisi ile Padişahın arasındaki sözdür. Devlet Güvenlik Mahkemesi budur. Hatta, son padişahın oğullarını getirmek, torunlarını getirmek için Fransa’dan Cumhuriyet halk parti güçlüydü orada karşı geldi, gelemediler. Askeriye sonra geldi Devletin Güvenliğine çevirdiler onu. İbrahim Müteferrika makineyi buraya getiriyor. Şeyhülislama danışıyor hani Diyanet Reisi demek, işte İbrahim Müteferrika bir makine getirmiş böyle basıyor birden basıyor çıkarıyor. Adamlar diyor ki, kaleminin *** gelir daha güzel. Şeyhülislam diyor ki, “O gavurun icadıdır kırın makineyi denize atın.” Almanlar bunu biliyorlar anma töreni yapıyorlar bizim haberimiz yoktur. Böyle bir Diyanet Reisi olursa bu memleketin başına, bu memleketin hali ne olur? İşte Hacı Bektaş-ı Veli’nin kurduğu ahkamlar, ayak altında kalmış Osmanlı’nın şeyi devam etmiştir. Şimdi onun üzerine bir şiirim var onu söyleyeyim mi?

 

Tamam çok güzel olur. 300 tane şiiriniz var.

 

Şiirim var, yalnız boş kaldığı zaman o gelin yazar ben bunu söylüyorum o yazıyor. İleride kitap haline getirmek için, fakat bu şiirimi de onun baş sayfasına alacağım. Daha nice şiirlerim de var da, bunu böyle üzerimde bazen gezdiriyorum.

 

Şiir okuyacaklar Cafer Dede, buyurun dede.

 

Eyvallah teşekkür ederim bu fırsatı verdiğine erenler, ömrün uzun olsun, dilin bülbül, gönlün şad olsun ışığımız olasın ileride.

 

Horasan ilinden bir er geldi (İşte Hacı Bektaş Veli geliyor)

1270’de Rum’a varıyor (Buraya)

Bütün dünya sesini duyuyor

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk. (Başka yol yoktur Atatürk yolumuzdur, Hacı Bektaş pirimizdir.)

 

Avrupa’da Türk Ocaklarını kurdu

Osmanlı’ya o zaman görev verdi

680 sene hüküm sürdü (Osmanlı)

Pirim Hacı Bektaş Yolum Atatürk

 

1270’de Horasan’dan geldi

1299’da Osmanlı’yı kurdu (Osmanlı 1299’da kuruluyor)

Osmanlı adaleti bıraktı zulme döndü

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

 

Osmanlı hüküm sürdü o zaman

Tarih 688 seneyi buldu (688 sene hüküm sürdüler)

Halkı bırakıp ağaların yüzüne güldü (Hamidiye ağaları vardı ya Sultan Hamid zamanında halkı bırakıp ağaların yüzüne güldü)

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

 

Osmanlı’nın son padişahı o zaman geldi

Onun ismine Vahdettin Padişah dendi

Neredeyse vatanı satıp böldü

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

 

Atatürk 1919’da geldi

Kurtuluş savaşını o zaman kendisi verdi

İstanbul ilini hep virana boğdu (Fransa, Almanya, İngiliz hep İstanbul’a doldu onları hep sürdü gitti)

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

 

1923’te Cumhuriyeti kurdu

Cumhuriyet Hükümeti o zaman dendi

Devlet işini hep dinden ayırdı

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

 

Cumhuriyet hükümeti dünyaya ilan oldu

Bütün Türk olan devletler sevinip güldü

Dost olan devletler Atatürk’e gönül verdi

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

 

Cafer Dede der ki bu hali böyle gördüm

Yüce Mevlanın gücü Atatürk’tedir derim

Cumhuriyet yaşadıkça hep Atayı severim

Pirim Hacı Bektaş yolum Atatürk

Diye bağlamışımdır. Teşekkür ederim.

 

Ben teşekkür ederim evet yani böyle güzel şiirleriniz de var. Şimdi Hacı Bektaş ve Atatürk’ü birbirine yaklaştırdınız, aynı dediniz. Bir daha mı var okuyacağınız?

 

Şimdi Hacı Bektaş Türk Ocaklarını kurmuştur, Atatürk “Ne Mutlu Türküm” sözünü oradan almıştır. Tarihlerde inceledim ki Atatürk’ün yolundan başka yol yoktur. Pirde Hacı Bektaş’tan başka pir yoktur.

 

Peki Hacı Bektaş nasıl bir yol kurdu, nasıl sistemleştirdi, dört kapı kırk makam dedi? Mesela, diyoruz ya Kırklar Meclisinden bahsettik, semahlar dönüldü Hz. Muhammet’te Kırklar meclisindeydi.

Peki Hacı Bektaş o yolu nasıl sürdü, kimden aldı bu bilgileri? Nasıl yetiştiripte kime nasıl verdi yani yanında mı yetiştirdi derviş gibi onun yanında mı yetiştirler hepsi yoksa onlara bir yol mu gösterdi?

 

Evet efendim şöyle oldu; Hacı Bektaş-ı Veli hani nesilden geldi ya, Hz. Muhammet ile İmam Ali’nin varlığı Hasan ile Hüseyin’den geliyor. İmam Hasan’ın bir oğlu var Abul Kasım Emeviler tarafından gerdek olmadan şehit oluyor. Hani Feyzullah söylüyor ya, Fadime’nin kınası baksana diye şehit oldu, nesil Hz. Hüseyin’e geçti, Ali ile Muhammet’in nesli oradan başladı.

İmam Zeynel geldi, hani diyor ya;

İmam Zeynel kaldı Ali’nin aslı

Şükür kesilmedi Muhammet nesli (ikisinin nesli ondan geliyor, hem Ali hem Muhammet)

124 bin nebi yaslı

Ah senin dertlerin Hz. Hüseyin

Şimdi İmam Zeynel geliyor birleşiyor, İmam Zeynel’den İmam Bakır, İmam Cafer, İmam Musa-ı Kazım 7’nci pir, Horasan piri de geliyor. Oraya kadar tek geliyor Ali ile Muhammet’in vardığı nesilden. Orada Muhammet’inki ayrılıyor, İmam Musa-ı Kazımın küçüğü İmam Rıza, İmam Rızadan İmam El Naki, İmam El Naki’den Muhammet Taki, Muhammet Taki’den İmam Hasan ül Askeri son Muhammet Mehdi. Mehdi Muhara’da sır oldu diyorlar. Ben diyorum ki canlar, taş mağarasında değil vücut bir kaledir kalenin bir mağara buradır. El kad müminin, müminin gönlüne indim, Muhammet’in sevgisi müminlerin gönlünde yaşıyor. Öz bedende yaşatacaksın, yani mağara burasıdır, canlı mağara. El kadil müminin, müminin kalbine ben indim, onu sevenler kalbinde taşır, yaşar. İmam Ali’nin nuruysa, işte Musa-ı Kazım’dan demin saydığım gibi. 2’nci oğlu İbrahim Mükeremül, İbrahim Sani, Musa Sani takip ettik Hacı Bektaş’a kadar saymıştım o tarihle. Şimdi yalnız Hz. Muhammet’ten kalan emanetten, İmam Ali’den kalan ışık İmam Zeynel’e kadar devam ediyor. Bu arada Muhammet Hanefi diyor ki; “sen benim yeğenimsin hani Muhammet Hanefi anası Kayseri Rum kızıdır, İmam Hz. Hüseyin ile babadan bir anadan ayrılar. Dedi ki, o arada konuşuyoruz biz büyüklerimizden de böyle duyduk, ben diyor senin amcanım diyor Muhammet Hanefi İmam Zeynel’e, herkes sana bu saygıyı yapıyor bana da o kadar yaptılar bu saygıyı neden peki? Diyor ki, “Sen benim amcamsın Sezerül Esvet’in önüne gidelim, çubuklarımızı vurak, mühürlerimizi basalım eğer kimin şeyine seslenirse imamet onda kalsın.” Sezerül Esvet’in önüne gittiler, ilk anda ilk Muhammet Hanefi’ye verdi. Zaten Kayseri Rum kızı Muhammet Hanefi anası Veysel’in kızı Hanefi’ydi. Gitti Muhammet’e daha önceden söyledi ki, “Ya Muhammet senden bir ricam vardır, kızın Fatma’ya söyle beni hoş tuta bir, bir de dua etki bir evladım olsun hem senin ismini hem benim ismimi ala.” Bana da tehdit ediyor. Yalnız kancayı amcasına verdi gitti çubuğu vurdu zor işaret etti, öğürdü bastı ama okunmadı. İmam Zeynel, mührü basınca hamur gibi battı, “Ya Sezerül Esvet bey ke yaman Zeynel” hani imamlık ondan kaldı. Bu şecerede kayıtlı, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin yetiştiren mürşidi Ahmet Yesevi’ye kadar. Hz. Muhammet ile İmam Ali’den kalan nesil, secere yani bu insan hakları sevgisi ve insanların büyük yaratık olduğunu, insandan büyük bir yaratık olmadığını ve insanları sevmek Tanrıyı sevmek, insanlara hizmet Tanrıya hizmet yani yeryüzünde insan varsa her şey var, insan yoksa hiçbir şey yok. En büyük yaratık insan olduğu için, mürşid-i kamil ile hitap ettiler. Bu ileride ki mürşitlerde bu akımı aldılar, yeşil bir hanı Hacı Bektaş-ı Veli’ye getirdiler emanetleri Ahmet Yesevi ona teslim etti.

 

Ahmet Yesevi’den geliyor.

 

Ahmet Yesevi’den geliyor. Diyor ki, “Bu senin hakkındır, sen her ne kadar benim kızımın oğluysan sen Ali kendisisin emanetler sana yakışır.”

Çin’in Tibet Yaylasında ki işte onun babasıdır. Dergahı da Türkmenistan’da.

 

Onunla bizim yani Hacı Bektaş’ın bir soy bağı yok?

 

Soy bağı şuna çıkar, Türkmen biz Türkmen kökenliyiz felsefemiz Alevi’dir, Alevilik, bir soy değildir.

 

Çelebiler var?

 

Timur Efendi gitti Müdafanameyi getirdi ama eski Türkçe tabi, Mısır’dan gelmiş. Şimdi Cemal Efendi zamanında, İstanbul’da Bektaşilerin babası Arnavut Hilmi vardı. Arnavut Hilmi dedi ki, “Siz Hacı Bektaş evladı değilsiniz biziz, biz Bektaşi’yiz.” Sultan Hamit Devrindeydi, mahkeme mahkeme mahkeme ahırı neredeyse davayı kazanacak, Sultan Hamit onlardan taraf. Cemal Efendi o zaman Türkçe bir ilan ettirdi çünkü Yavuz’un zamanından kalmadı yaktı yıktılar ya, Hacı Bektaş-ı Veli hakkında bir tarih, bir eser kimde varsa Allah aşkına getirin Arnavut Hilmi karşısında mahkeme oluyor, padişahta bunu istiyor biz bunu ispat edelim. O zaman Zara’nın Kırkkilise’de emekli öğretmen İsmail Elçioğlu diş hekimi o zaman fetiye derlerdi yani dişçiye, dergaha geliyor diyor ki bizim Erzincanlı Koca Leşkerden Veli Habip vardı onun dedesi Mısır’da Defterdar bugünkü zabıt katibi, ben dışarıya gittiğim için gidip orada eserleri arayacağım. Şimdi İslam devletlerinin en eskisi Mısır’dır, Hıristiyanlarının ki Yunan’dır. İslam devletlerinin bir şey çelişki oldu mu gidip kayıtları orada çıkarıyorlar. Rahmetli Halis Toprak da oraya gitti o olayda başka gerekirse onu da anlatırım, beraber gittik Elbistan’a kadar rahmetliyle. Birkaç gün Ankara’da kaldık Elbistan’a gittik. Akbil Köyünde Aklez aşiretidir evinde kaldık rahmetliyle günlerce, haftalarca beraber kaldık. Şimdi İsmail Elçioğlu Mısır’a gitmiş. Mısır’da Koca Leşkerli Veli Habib’i görüyor, babası orada defterdar zabıt katibi, diyor ki, “Hacı Bektaş Veli namına ait burada bir eser var mıdır?” O da yokluyor kütükleri, çıkartıyor. Getiriyor Hacı Bektaş-ı Veli işte Müdafaname dedikleri.

 

Evet.

 

Müdafa ediyor getiriyor Cemal Efendiye. Cemal Efendi tuttu bunu mahkemeye sürdü, mahkeme huzurunda evlat olduğunu ispat etti. Yani sahiden mi sahiden tabi ki o Müdafaname’de yazıyor.

 

Sen bunu nereden öğrendin?

 

Amcamız oradaydı, o da dedeme babama aktarmış böyle bize aktarmış böyle gelmiş o Sakallı Gazi Baba işte hani fotoğrafını sana verdim ya. Şimdi biraz bizimkiler uyanıkmış, köklü bir aile imiş yani daha önceden, araştırmacı deniyormuş. Netice getirdi mahkemeye sürdü, Sultan Hamit’in huzurunda ispatladı davayı kazandı evlat olduklarını, Hacı Bektaş soyundan geldiklerini. Davayı kazanınca, Sultan Hamit’in sarayında oturmuşlar Veli Efendi de oradaydı, Veli Efendi biraz celalliydi o dediğim Veli Efendi çok celalliydi. Cemal Efendi kalktı ayak yoluna gitti Destur aldı da gitti, gitti Arnavut Hilmi dedi ki, “Veli dedi ben şimdi senin cemalini yakaladım, yakaladım” “Neyimi yakaladın” dedi o kadar hiddetle geldi. Sultan Hamit kadaba geldi kaşgında sarayında bunun “dur bakayım yerinde dedi, ben şimdi senden bir ispat isteyeceğim” tabi dedi istersen Veli Efendi mübarek çok tutkundu. Cemal Efendi tuvaletten gelince diyor ki, “ben seni yakaladım diyor Arnavut Hilmi, neyimi yakaladın? “Üzerinde kelamı kadın vardı tuvalete gittin. Dedi, “o kelamı kadını ispat eden o gözlerdir, sen o gözlerinin ikisini de çıkart tuvalete git ben de onu çıkartayım.” Orada da davayı kazanıyor. Hiç arifin önüne durulur mu? Ondan sonra o zaman Sultan Hamit dedi ki, “Canım siz davayı kazandınız, her şeyi kazandınız Hacı Bektaş’tan geldiyseniz, bir işaret gösterin” “ne istiyorsun?” dedi Veli Efendi. Sultan Hamit dedi ki, “Bana bir kupa süt getirin, bunu şimdi peynir yapacaksın” dedi. Hay hay dedi Ya Pirim Hacı Bektaş dedi parmağını koydu karıştırdı, kupayı kapattı kaldırdı ki peynir olmuş. O zaman Tokat’ın Alaca Mescide sürgün sürdü. İşte meşhur Ali Cevat’ların Dedeleri orada, Veli Efendi orada Tokat’ın Alaca Mescidine sürgün sürdü. Cemal Efendi dergahta kaldı, onlar orada kaldı. Sultan Hamit bu sebeple sürdü onları. Davayı da kazandılar ve  buda Müdafaname’de ispatlıdır. Eğer hocaya söyle o Müdafanameyi, geçen Kadir Efendide geldi söyledi buraya güzelde konuştuk teşekkür ederim ona zaten onlardan bir tek odur. O Müdafaname’yi Türkçeleştirin bak onda ispat eder, gelen şecereleri anlatır onunda senin haberin olsun. Onu soruşturun yeni Türkçe’ye dökün.

 

Nejat Birdoğan’ın bir Müdafaa şeyi var işte bu savunmayla ilgili bir kitabı neşretti aslında belki aynı şey. Şimdi peki bu Müdafa var, yani bir şeyleri ispat edebilme yeteneği var. Fakat ondan sonra diyorsunuz olmadı, şimdikilerde her ne kadar oradan da gelse.

 

İşte umut kesilmiyor Timur Efendi biraz uyanıktır.

 

Tamam. Şimdi Bektaşilik var, böyle bir Çelebiler ve Hüdadadlılar nedir?

 

Hüdadadlılar, bir de bir Veli Efendi var o temiz adamdı ben yetiştim ona. Onlar Hudadadlılar, Kırşehir’de müftülük yapan Mustafa Efendi vardı. Mustafa Efendi’nin takımıdır Cemal Efendiyle dava gördüler burada Hacı Bektaş arazisi üzerine, tabi kazanamadılar bizimkiler yine kazandı. Bunlarda bu soydan geldiler Topal Münir vardır onun babası şimdi onlarda orada öyle bahbadlar. Halkın birazı da orada oturduğu için zannediyorlar ki onlarda Hacı Bektaş evladıdır. Onlar değildir, onlar Hudadadlar takımındadırlar. Yani nüfus dirilmiş. Fakat benimkini evlat olduğumu Müdafaname ispat ediyor. Onların öyle bir Müdafanamesi yoktur.

 

Peki bir de, bu soydan yürümeyen Bektaşiler var yani Bektaşilik var, Bektaşi Babaları var yani bir dedeler var, bir babalar var. Onları nasıl görüyorsunuz yani soydan gelmiyorlar?

 

Şimdi erenler, evet Hasan Baba filan vardır Edirne’de, davet ettiler gittim oraya Bektaşiler toplandı o da Bektaşi derneklerinin başıdır. Tabi biz konuştuk orada, bizimle onların arasında ki Alevilerle, Bektaşilerin arasında ki fark şudur; onlar diyor ki muhtar gibi, nasıl seçiyorlar kim hakkından gelirse erbabını istiyoruz, evladı değil. Ama Anadolu’daki Aleviler, aynı soydan gelsin de  deli de olsa dedemizdir, akıllı da olsa dedemizdir. Ama yol bana tarif etmiyor, bir çığır açmıyor bu nasıl olabilir? Hangisi yol açarsa onu kabul edin, diyor. Bizimkilerde, adam o da onun kardeşidir o da onun babasıdır gidiyor bir sevgi bağlıyor ona. Zannediyor ki, bunlarda bir hizmet görüyor. Onun için onlarda diyor gerici oluyor. Bunlar baba tayin ederler. Kim hakkından gelirse, muhtar nasıl seçerler, ona imza verirler o orada Aleviliğin, Bektaşiliğin şekilleri, usulleri neyse aynı bizimkiyle aşağı yukarı farkı yok, törelerde değişiklik var ama bulundum orada. Onlar babalar yaparlar hizmeti, bizimkilerde seyit dedeler yapar.

 

Şimdi dede, gelelim size o düşünceler çok güzel  fikirler var çok da inşallah bir söyleşi daha yaparız çok mevzular var, musahiplik var.

 

Tabi zaman zaman her şey zamanla olur.

 

Her şeyi bir günde alamayız. Çünkü dolu olan insanın bilgi yükü olunca ondan alacağız. Fakat ben sizin kendinizle ilgili olan çalışmaları da bir öğrenmek istiyorum. O, bize oldukça yararlı olacak bir şey. Yani 72 yaşında olmak bir tecrübeyi gerektiriyor, bir birikimi insanlara.

 

İşte en azından duygularımızda dedelerimizden evet.

 

Şimdi Erzincanlı olmakla beraber Bursa’da yaşıyorsunuz, Bursa’da yaşadığınız için o çevreyi de çok yakınen biliyorsunuz. Fakat soyunuz, kökünüz de belli onu da devam ettiriyorsunuz, o geleneği. Bu nedenlerle şöyle diyelim, ilk önce siz kendinizden bahsedin yada ocağınızdan bahsedin.

 

Önce kökenimden bahsedeyim.

 

Kökten bahsedip oradan gelelim.

 

Şimdi.

 

Hangi ocağa bağlısınız?

 

Seyit Nuri Cemalettin.

 

Bahsedelim, kimmiş Seyit Nuri Cemalettin tarih nereye gidiyor, türbesi, dergahı nerede, kolları ayrılıyor mu? Çünkü soy soy, boy boy ayrılıyor ocaklar da.

 

Tabi efendim doğru sağ olun. Şimdi Seyit Nuri Cemalettin, daha evlenmeden Hacı Bektaş Veli’nin halifesi olup, Hacı Bektaş Veli bir gün halifeleri topluyor diyor ki; “halifelerin huzurunda ben dünyamı değişeceğim Timurtaş kalktı benim post nişanlığımı Seyit Cemalettin yapacak. Seyit Cemalettin’de aynı Musa-ı Kazım evlatlarından gelme, o biliyor çünkü. Seyit Rıza Horasan piridir dedim ya Musa-ı Kazım’a kadar beşi Rumeli’dir baba alan isimleri Rumeli’dir.

Şimdi mesela Baba Mansur var, Şahmanlık var, Cafer-i Mansur var, Hallac-ı Mansur var, Mansur-u Edebali var hangisinin biz şeceresinden geldiklerini kabul ettik, kaybetti şaşırdılar.

Yahut da Cemal Abdallar var Horasan’dan geliyorlar, işte Altuntaş’a geliyorlar dağılıyorlar tabi. Şimdi önemli insanlık başka, biz şimdi soy şeceresi olarak ordalar.

Hacı Bektaş halifeleri topluyor diyor ki; “Ben dünyamı değişeceğim, size vasiyet ediyorum Seyit Nuri Cemalettin Timurtaş büyüğüne kadar görevi, hizmeti o yapacak post nişanlığı o yapacak, makama o oturacak” ilk halifedir. Ve çağırıyor yüzü, gözü, suyu sırtına vuruyor Seyit Nuri Cemalim Nuri Cemalimsin, üç sefer aynı sözü söylüyor. Pir dünyasını değişiyor, Seyit Cemalettin bu  post nişanlığını yürütüyor. Ne zaman ki Timurtaş büyüyor, Timurtaş’a teslim ediyor. Babanın mirası evladındır, diyor teslim ediyor. Yalnız Seyit Cemalettin’e şunu söylüyor diyor ki; “Seyit Nuri Cemal benden sonra evlen, senden bir evlat gelecek ismini Asil Doğan koyacaksın.” Sağlığında bunu söylüyor. Ve Seyit Nuri Cemal pirden sonra görevi yapıyor, sonra Timurtaş’a teslim ediyor görevi Zeynep Kamile isminde bir bacıyla evleniyor, bir anayla evleniyor. Onunla bir oğlu oluyor zaten pir dedi, ismini Asil Doğan takacaksın Akdeniz’i yol etse gerektir, diye sağlığında söylemişti. Bir oğlu olunca herkes geliyor isim taka, Seyit Cemal diyor ki; “Bunun ismini pir zamanında taktı, isim takmıyoruz” nedir? “Asil Doğandır” Bu Asil Doğan kalkıyor, 15-20 yaşına genç oluyor ve o zaman üç peşli entari giyerlermiş dervişane, saçları örer külahın altına koyarlarmış o günün çağın şekilleri, bu tabi geliyor yol etse gerek denir çardağa gittim ben çardakta, aynı bu Haydarpaşa’da nasıl bu yapı o vilayet onun vilayeti. Deniz kenarına öğlen sıcağı 150-200 metre kalıyor el ediyor gemiye ki dur. Gemi ayrılıyor tabi, hemen yetişiyor deniz kenarında peşlerini topluyor, kumu dolduruyor Ya muteful ebab serpince deniz ikiye ayrılıyor, dalga filan gidiyor belki 500 metre. Geliyor bakıyor ki bu büyük bir zattır, ikinci parçadan gemi gelmeye başlar.

Efendim diyor bizi bağışla siz bir gençsiniz, güzel bir gençsiniz ben sizi tanıyamadım siz nerelisiniz, kimsiniz? “Ben diyor Kırşehir’de Seyit Cemal’in oğluyum, Seyit Nuri Cemal’in oğluyum ismim Asil Doğan’dır.” O zaman geminin üstünü yazıyor Gül Cemal Baba sen Nuri Cemal’ın oğlusun. O Gül Cemal oğulları devam ediyor halen şimdi.

Seyit Nuri Cemal, ismini alınca Asil Doğan dolaşıyor Afyon’a geçiyor. Afyon’da onun bir evladı oluyor Erdoğan, Balıkesir’in Bigadiç’te tarih onu söylüyor ama türbesi hangisi olduğunu belli değil Afyon’daki belli.

Afyon’da İsmail Ertuğrul doğuyor, Manisa’nın Akhisar’da olduğunu yazıyor yine aynı o bölgede. 1512 tarihinde Yavuz Selim Alevi soy kırımına geçince, 480 sene ediyor miladi 1512’den aldığın zaman aşağı yukarı öyle ediyor, bunlar doğuya geçiyorlar; Erzincan, Tunceli, Mezire, dünkü kağıtta işte Mezire yazıyor yazdıkları Mezire o adam yazmış, Mezire’ye de gittim. Doğuya geçiyorlar iki kardeş, ormana çekiyorlar Afyon’da Dinar Kasabasının Çakırlar tekesi yazdı ya, ormanda kalıyorlar. Zaman zaman ormanlar bitiyor şimdi iki köy olmuş artık Adak köyü falan köyü Afyon’da gittim onları gördüm.

Şimdi Doğuya geçenler İsmail Ertuğrul’dan gelenler, Seyit Cemal ilk dedesinin ismini verir, Seyit Cemal, Koca Süleyman, Seyit Nesimi bunlar Doğuya geçiyorlar. Sağman deresini geçiyorlar Sağman Deresini tutturamayanlar, Mezire’ye gelip yerleşiyorlar. Mezire’de, şimdi 80-90 hanedir orası.

Seyit Cemal, Koca Süleyman, Seyit Nesimi en büyükleri ona itaat ediyorlar, büyük abilerin ki yani ikrar ediyorlar mürşid tayin ediyorlar kendilerine.

Seyit Nesimi’nin türbesi de, Erzincan Durmuş Köyü vardır büyük bir türbedir, halen mevcuttur, oradaki evler türbeye giderler yemin ederler Seyit Nesimi’ye evini bulmuş ediyor oradaki insanlar yani onun hakkı için demeye yemin ederler, Durmuşun altında büyük bir türbe.

Onun üç oğlu oluyor, Seyit Mehmet, Seyit Ali, Seyit Kakım en büyük abileri Seyit Mehmet’tir. Seyit Mehmet, Zurun Tercan’ın Zurun’a üç kardeş oraya yerleşiyorlar, şimdi mevcuttur Zurun köyü. Seyit Mehmet, dünyasını değiştiriyor Seyit Mehmet’in kardeşi Seyit Ali, Refahiye’nin Kabullar Köyüne geliyor eski Koçkiri Beyleri bakıyorlar ki, çok yeteneklidir o Kabullar Köyünü ona veriyorlar. Sen gel buraya yerleş diyorlar, o aydın oraya yerleşiyor. Gidip abisinin oğluna Şıh Mehmet dedeye diyorlar ki, biz seni onun yerine koyduk, pirlikte biz senin önüne geleceğiz, rehberlikte de bunlar bizimkilerin önüne birbirlerine bağlanıyorlar, rehber amcalar.

Orası da oradandır Hacı Bektaş’a bağlıdır tabi. Şimdi Şıho dededen gelen evlatlar Şah İsmailler, Seyit Bakır vardı Çayırlıda otururdu, Turabi vardı vefat etti şimdi onun torunları var ama onlardan, yani şöyle kendini kurtaracak yahut da sözü, sohbeti benim gibi meydanacak pek az azlar, zayıflar o yönden.

Hatta geçen sene, geldiğimiz de fotörlü birisi orada gizli çok çok içeride oturuyordu gözlüyordu bizim Adana dernek başkanı Hüseyin Yalçın emekli öğretmen, biz beraberdik dedim ki; “Ya bizim Şıho Dededen kim çıktı” dedim. “ha ha orada dedi Şah İsmail’in oğlu orada” Muhsin baktım ki orada gözlüyor ,yani gelip meydana çıkıp bir açıklama yok biz de bunu düşündük.

 

Hüseyin Yalçın ile sizin bağınız ne kadar?

 

Onlarda Derviş Cemallerden ayrılıyorlar fakat bize bağlılar, pirlikte bize bağlılar. Hüseyin Yalçın Seyit Süleyman, Derviş Cemal, bunlar hepsi Seyit Nesimi’ye bağlıdır diye söyledim ya, o koldan geliyor. Yani bize bağlı, birbirimize bağlıyız gerçi insan olsun da ben onun elini, ayağını öperim o ayrı dava kendi aralarında.

Şimdi Seyit Ali, Seyit Kakım kardeşini de alıyor Refahiye’nin Kabullar Köyüne yerleşiyor, Koçkiri Beyleri oraya geliyorlar. Oraya yerleşince tesir nüfusmuş, dava kesermiş, hakiminin kesmediği davayı o kesermiş, çok yetenekliymiş mübarek Seyit Ali.

Seyit Ali’den gelen evlatlar Seyit Mustafa, Seyit Nesimi yine tekrar Nesimi dedemin babası, ondan sonra bunlar geliyorlar.

Seyit Nesimi’den gelen evlatlar, Kekko Dede işte Gazinin babası o sakallının babası babamın amcası o geliyor. Seyit Süleyman oluyor, dedem oluyor efendim Kabullar Köyünde ikamet ettik. Amcam Hüseyin Tabura gidiyor babası, oraya yerleşiyor büyük amcam. Babamda sizlere ömür Bursa’da 79’da vefat etti.

 

Allah rahmet eylesin.

 

Ben Bursa’da oturuyorum. Gelenekler, duygular budur eren.

 

Şimdi Kabullar Köyü nasıl bir köydü?

 

Kabullar Köyü bir dere içerisindeydi.

 

Kaç haneydi?

 

35-40 hane var biz yetiştik.

 

Yetiştiniz.

 

Şimdi 2-3 hane anca var.

 

72 yaşındasınız, köyde mi doğdunuz?

 

Evet. Köyde doğdum, Kabullar’da doğdum.

 

Kaç yaşına kadar yaşadınız köyde?

 

Aşağı yukarı 30-35 yaşına kadar oradaydım.

 

Babanızla beraber, ailenizle beraber.

 

Evet. Hatta biz Bursa’ya gelende 1964’te, babamla beraber yine Doğuya gittik gezdik.

 

Peki, Bursa’ya niçin gelindi?

 

Efendim şimdi Bursa’ya gelmemizin sebebi şuydu; 1938’de bizim Erzincan’da Menfi Kanunları çıktı hatırlarsan, göçmen yani Diyaroğulları, Maksutçavuş şimdi ki Süleyman Diyaroğlu’nun dedesi, benim babamın amcasının kızıdır, onun hanımı, onlar oraya geldiler.

Bir de bu Gazi Baba hani gösterdim sakallı, kardeşi Efendi Dede o geldi. Ondan sonra da baktı ki adamlarımız çekildi mahrumiyet bölgesi olduğu için, arazimiz de kıtlık dağınıktır biz de çekildik geldik bu yüzden.

 

Niye Bursa’yı seçtiniz yani?

 

Adamlarımız önceden geldi ya oraya.

 

Orayı seçmişler.

 

Bizde orayı seçtik, oraya geldik işte orada şimdilik ikamet ediyoruz.

 

Peki nasıl bir yaşam sürdünüz 30 yaşına kadar köyde, biraz çocukluğunuzu, gençliğinizi anlatın? Nasıl bir aile yaşantısı? Babanızı anlatın biraz.

 

Tabi. Efendim babamın ismi Ali Ekber’dir, amcam Ali Haydar’dır, küçük kardeşleri Ali Rıza’dır üç kardeştir, Seyit Süleyman oğulları bunlar.

Babam tabi ki gurbet hayatı, gurbete geldik arazimiz yoktu babam geliyordu 5-6 ay kalırdı tekrar gelirdi.

 

İnşaatlarda vesaire çalışmak için mi, işçi olarak mı yoksa?

 

Yok bekçilik. Bekçilik yapardı, sakacılık yapardı ve dolayısıyla 5-6 ay kalırdı.

 

Nerede kalırdı?

 

Tarlabaşı’nda kalırdı.

 

Nereye bağlı Tarlabaşı?

 

Beyoğlu’na bağlıdır, Taksime İstanbul’a bağlıdır. Orada en fazla kalırdı, işte Kimenalı, Ürüşan onlar hep Çitmeli, Arif bey onlar hep beraber onlar o arada toplantı devam ederdi aynı muhabbetler böyle. Babam hep böyle günleri muhabbetle geçerdi rahmetlik, sonrada köye de tabi gelirdi, rahmetli amcam gelirdi amcama da çok saygılıydı. Şimdi bizim o devirde, demin biraz önce anlattım çocuklar kalabalık yapmasa diye cama dışarı ederlerdi. Ben kimse görmeden önceden makatlar vardı makatların altına bir bez sererdim, üstüne uzanırdım çocuktum.

 

Nasıl muhabbetler olurdu büyükler bir araya gelince?

 

İşte anlattığım, soydan anlatırlardı, cemden anlatırlardı, cemaatten anlatırlardı, Aleviliğin sevgisini anlatırlardı, insan sevgisini anlatırlardı hep bu insan sevgisi üzerine, Virani’den, Dertli Daimi’den, Fuzuli’den, Harabi’den, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Pir Sultan’dan bunlardan bahsederlerdi.

 

Birbirine saygı sevgi vardı.

 

Tabi.

 

Peki erkekler bir araya gelirdi?

 

Bacılarda gelirdi, onlarda aynı cemaatte otururlardı. Dinlerlerdi, hizmetçi hizmetini yapardı, orada hizmet ederdi.

 

Şimdi mesela işte tabi yenecek, içilecek. Bir yere misafirliğe geliyorsunuz aynı yere mi gelinirdi, değişir miydi?

 

Şimdi bugün benim misafirim var, ben bir şey keserim bir kurban gibi bir şey getirir tekkeye keserim komşuları çağırırım adetimiz öyle, komşular gelir yer içerler ondan sonra da komşular başlarlar tek tek onlar çağırır.

 

Herkes sırasıyla çağırır.

 

Herkes sırasıyla çağırır ağırlarlar ve gönderirler.

 

Yaz kış devam eder mi?

 

Yaz kış böyledir.

 

Peki arazi yetersiz, yani rençperlik hayvancılık var mıydı köyde?

 

Tabi vardı. İşte koyunlarımız, keçilerimiz, bir çift öküzümüz.

 

Biraz vardı diyorsunuz. Mesela insanlar babanız gibi yani şehir dışına mı giderlerdi, rençperliğe?

 

O zaman pek az giderlerdi.

 

Babanız yani ender  insanlardandı.

 

Evet.

 

Niye bu ocakzade olduğu halde cem cemaat, talip bu şeyler yaygın değil miydi?

 

Şimdi efendim yaygındı ama gelecek nesli düşündüler okul yok, tahsil yok, emekli yok mahrumiyet bölgesidir.

 

Kabullar Köyü nereye bağlı dediniz Erzincan’ın?

 

Refahiye’ye.

 

Refahiye’nin merkezine uzak herhalde?

 

Tabi yaya 3,5 saat sürüyor.

 

3,5 saat.

 

3,5 saat sürüyor.

 

Çevrenizde diğer Alevi köyleri var mıydı?

 

Var.

 

Hangileri?

 

Mesela, İyadlar köyü eski Koçkiri, Gezge, Bekolar, Tırıktaş, Şaverdi, Gerne, Bozolar, Çiçek Ali, geç beri tarafa Gülen deresi, İştolar, Mecük yanımızda ki İspirit köyü vardı o Bayburttan gelme İspir’den gelme Sünniler tabi. İspirit ismini almışlar Bayburt’un İspirt’ten geliyorlar oraya yerleşiyorlar. Yalnız onlarında yaşlıları biz kalktık, duyduk, işittik gece bizim cemlere geliyorlardı, cemlerde kalırlardı giderlerdi. Şerif Çavuş falan isminde, Raif Paşa falan onlar bizim köye cemlere gelirlermiş. Bizim köyde, küçük şehir gibi 3 ay görgü sürermiş 3 ay, bizim köyden kalktıkları zaman Tırıktaş’ta devam edermiş, Tırıktaş’tan kalktıkları zaman Erzincan’a bağlı Zazalar köyünde orada toplantı yaparlarmış.

 

Sizden önce derken siz görmediniz.

 

Ben tabi yetiştim, az yetiştim.

 

Yani köyünüzde cemleri, cemaatleri yeteri kadar görmediniz daha önce çok muymuş daha mı çokmuş.

 

Daha önce çokmuş 3 ay görgü yapılırmış köyde. Benim de yetiştiğim zamanlarda cem yaparlardı, cemaat yaparlardı.

 

Görgü yoktu yalnız cem cemaat vardı.

 

Cem cemaat vardı evet ondan önce görgüler vardı.

 

Peki siz bir dede olarak size bağlı talipler var mıydı?

 

Şıh Hasan var. Şıh Hasan aşireti ne kadar varsa, Seyit Nuri Cemalettin vardır.

 

Babanız yapıyor muydu yani?

 

E tabi babam işte amcam yapardı.

 

Öyle mi?

 

Ama amcam talip içerisinde çıkmazdı, herkes ona giderdi.

 

Talip içine çıkmıyor.

 

Çıkmazdı herkes giderdi ona ağzı eğri giden ağzı doğru gelirdi. Ali Haydar dedikleri zaman, o anadan doğma da hamile yani öyle tevekkeli ama. Çok güzel Metin saz çalardı. Onun saz çalması kimse de göremiyorum ben.

 

Saz çalardı.

 

Saz çalar söylerdi ama o öyle coşa geldiği zaman, yürekten içerdi ağzından gelirdi. Öyle o aşk vardı, rahmetlik.

 

Hiç kaydedilmemiş mi sesleri, sesi yok mu?

 

Onun sesi hiç yoktur.

 

Tabi yanımızda amcazadesi var, isminiz neydi?

 

Gazi Düzgünoğlu.

 

Gazi Bey’de var biz ona soruyoruz. Şimdi tabi ne büyük nimet olurdu değil mi, şimdi onun sesi olsa, sazı olsa, teypte kaseti olsa da radyolarda söylense. Şimdi size de geleceğiz biraz. Yani babanız daha ziyade, tabi ki Şıh Hasanlıların talipleri olmasına rağmen gidip gelme olmuyordu. Şimdi başka nasıl şeyler hatırlıyorsunuz?

 

Şimdi erenler şunu söyleyeyim; şimdi talip dediğimiz zaman neymiş bu Baluk lakap, Saru lakap, İbolu, Mustolu lakap Abasanlı lakap bunlar aşiret, bunlar birer kişinin ismidir ağaların ismidir. Tarihte diyor ki, Şıh Hasan aşiretinden ayrılan ya kılıçla ya kendini kestiği olmuştur. Horasan’dan gelen doğrudan doğruya Şıh Hasan’dır, Aleviler bütün oradan ayrılmıştır. O tarihte ne Balım var, ne İbo var, ne Saru var, ne Germu var, ne Koçkiri var. Koçkiri bir semtin ismidir. Mesela şimdi nere gitsek Erzincanlıdır derler, hangi vilayete gitsek. O zaman da İran’ın Horasan’da Koçkiri vardır, Tunceli’nin Koçkiri’ne gelmişler oradan Refahiye Koçkiri’ne, oradan Sivas Koçkiri’ne dağılmışlar önleri kapanmış gitmiş Koçkiriler gelmiş. Yalnız tarih diyor ki bütün Alevi’nin kökü, aslı Şıh Hasan’dan ayrılma. Şimdi önemli olan, insan hakları, insan sevgisidir bunu sürdürsün kim olursa olsun elini de öperim ayağını da öperim.

 

Peki talip olmak yola girmek, yola talip olmak.

 

Gayet tabi, yola girmek, bir mürşit-i kamile bağlanmak, musahip tutmak; piri olur, rehberi olur, mürşidi olur, mürebbisi olur mürebbi musahiptir, musahibi olur. Mesela aynı inancı, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’den gelen sevgiyi yaşatmak.

 

Peki yani pir, mürşit, rehber bunlar ayrı ayrı şeyler.

 

Pir, rehber ilk kapıdır, mürşit ikinci kapıdır, pir ikinci kapıdır mürşit son kapıdır.

 

Mürşid ne demek? 

 

Efendim mürşid şu demektir; biraz önce bir şey söylemiştim.

“Hayatta en hakiki mürşid ilim” Atatürk’ün sözü.

 

İlimdir buyurduğun gibi. Son kapı mürşittir mürşit gıdayı kulaktan verir müşkülleri halleder, mesafeden sıyırır, saf ürettiği bir insan kalır. Yani bir bilek bir yürek. Bütün toplumu bir bilek, bir yürek olur yani birleştirici. Sonra insanları kötülükten soyundurmak, mesafeden soyundurmak, hak ve hakikate bağlamak mürşit-i kamilin sözü aynı suya benzer her şeyi yıkar götürür.

Mürşidin belli bir ocaktan olma zorunluluğu yok.

 

Yok mürşit olsun kim olursa olsun, mürşit olsun müşkül halletsin. Ama rehberin var, pirin var.

 

Pir, bir dede olacak öyle mi?

 

Tabi seyit esari, evladı resulden olur.

 

Mesela her ocağın değişik değişik piri mi oluyor, yada kendi ocağından mı oluyor?

 

Şimdi kendi ocağına da bağlanabilir, doğrudan doğruya Hacı Bektaş-ı Veli’ye de bağlanabilir yahut da bir ocak diğer ocağa da ikrar verebilir. Yani aralarında böyle bir şey yapmışlar.

 

Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı diyoruz ama mesela bir cemde sorduğu zaman, işte bir talibi veyahut da bir dedeyi yine bir dede karşısında yola getirecek olan mesela bir mürşit deniyor herhangi birisi, pir mesela sizin piriniz kim dediğimiz zaman ne cevap veriyorsunuz?

 

Biz mi?

 

Evet.

 

Bizim pirlikte Zurun’da Şıho Dedegile bağlıyız.

 

Şıho Dede.

 

Evet Şıh Ahmet dede 1954 senesinde, 56 nüfus bir evde dönerdi tekke gümüşlerdi ora dağıldı tabi orası da bu şeye bağlıdır bugünkü Afyon, en büyük evimiz ilk Seyit Cemalettin oda dergaha bağlıdır, rehberde kendi içimizde.

 

Rehber ne demek?

 

Rehber, yol gösterici.

 

Peki kim yol gösteriyor yani yol gösteren bir insan mı mesela.

 

Gayet tabi. Şimdi kabul et ki rehber neye benzer; şu bir binadır camdan girilmez, bacadan girilmez ilk kapı rehber kapısıdır. Rehber oraya anahtar uyduracak, onu açacak ikinci kapı görülür onu açmadan, açtın mı ikinci görülür. O da pir kapısıdır, onu da pir açar. Dört kapı kırk makam usulüne etkili farz neyse bildirir yıkar, o da getirir son mürşide teslim eder.

 

Şimdi diyelim ki, yani bu işleyiş nasıl oluyor? Ben mesela diyelim ki, bu cem esnasında mı oluyor yada bu bir felsefe mi, bir düşünce mi? Yani şimdi birisi benim pirim şu diyor, pir onu dedenin huzuruna mı getiriyor yani pir dediğiniz zaman onu nasıl?

Rehber pirin huzuruna getiriyor. Bir insan yola girmek için, işte rehber gelir bana der ki, mürşidimiz var, pirimiz var. Kim? Ayhan Bey. Rehberdir gelir beni getirir sana dede götürür. Sende beni yıkarsın mürşide gönderirsin, daha üstüne gönderirsin.

Ne yapılıyor, sorgu sual mı oluyor ödül mü veriliyor, ödün mü veriliyor ne yapılıyor?

Sorgu suali şöyle; kötülükten arındırır, mesafeden soyundurur, sevgiyi, saygıyı, birliği, beraberliği, kardeşliği, eşitliği insana tanıtır.

Şimdi diyelim ki genç bir çift ceme girecekler, dahil olacaklar dedenin huzuruna ilk geliyorlar. İşte yani o mekanizma orada mı işliyor. Pir.

Tabi rehber orada getiriyor dedenin huzuruna, pirin huzuruna getiriyor onları. Buyurun diyor bunlar yola girecekler.

Pir dediğimiz zaman genellikle dedeye de pir deniyor ama diyelim ki posta oturan dede, zaten dede ama rehber dediğimiz ki dede de olabilir değil mi rehber?

Tabi tabi seyittir.

Mutlaka dede mi olmalı?

Dede olacak. O senin dediğin zakir olur saz çalan olur ona derler.

Yani rehber dede olacak.

Tabi.

Dede talibi getiriyor pire.

Pire getiriyor. Pirde onu eğitiyor son katı mürşit-i kamildir. Rehberin kapısına girenler, baş okutma erkanını yapar bugün yapılan cemler herkes gider, pir kapısına girenler altı erkan o da kamiller eşiyle beraber gelir, mürşit kapısına gelenler de görülenler, musahip olanlar, en son kapı o. Mürşit onları yıkar el ister teslim eder. 48 Cuma onların hakkıdır o zaman her Cuma görülebilirler.

Şimdi şunu anlayayım, yani ben anladım dinleyicilerde, izleyicilerde anlayacak. Herhangi bir cem esnasında diyorum şimdi sizin kendi yörenizde cem olacak, insanlar ilk başta daha genç yeni ceme giriyor genç çift evlenmiş. Yani o nasıl bilecek ki rehberi var, piri var, mürşidi var. Cemden önce anlatılıyor mu yada eğitiliyor mu?

Tabi anlatılıyor önceden baş okutma erkanı var ya orada nasıl olsa görmüş. Şimdi diyelim evlendi eşiyle beraber gelir rehbere, ben bu yola girmek istiyorum. Rehber onlardan sual sorar, eşine, işine, aşına; eline, diline, beline sahip olacaksın, özüne, sözüne, gözüne sahip olacaksın ki ben seni pire götüreyim. Tarikatın gereken nasihatleri, gereken sözleri aktarır o da gıdayı kulaktan alır, ruhunu doyurur insan-ı kamil olmak için pirim diyor rehber der ben bu çiftler bu yola girmek istiyor, bunların hakkıdır. Tabi ki pir ondan sonra, kimsenin işte vereceğin var mı, alacağın var mı, veyahut da yeryüzünde insanoğlu birbirinden razı olsa Tanrı razı olur biliyorsun kul hakkıyla divan önüne gelmeye. Bizim tarikatta, önce bunu tutarlar sorumlu tutarlar, kimse alacağın varsa ver, dökeceğin varsa doldur, yıktıkların varsa yap ondan sonra huzuruma gel. O da tamamladıktan sonra tamam gider oda bir iş bulur kendine göre kafayı kafaya verir altı ay piri onlara müsaade eder musahip olacaklar ya altı ay birbirinizi deneyin, eğer dört bilek bir yüreğe bağlanırsa gelin yanıma. Onlarda giderler düşünürler, taşınırlar altı ayın içerisinde tam birbirlerini denedikten sonra, kendine güvenirlerse gelirler tekrar rehbere tamam derler biz mutabık kaldık, kafa taslarımız birbirine uydu, eşlerimiz bizimle beraberdir, biz bu insan sevgisine uymak istiyoruz insanın yanına girmek istiyoruz. Rehber onları getiriyor pire, pirde onları götürüyor mürşid-i kamile, mürşid-i kamil onları “han erenler hanıdır, yol erenler yoludur gafil olmayın gaziler hizmetler gördükten sonra en sonunda, Allah Muhammed Ali” diye elikler, tarikat böyle devam eder. 48 Cuma devam eder her Cuma onlar hak eder.

Peki siz mesela musahipli misiniz?

Evet.

Şimdi kendi musahiplik kavlinizi yaparken bunlar mı uygulandı aynı şekilde.

Tabi. Benim musahibim abisiydi.

Abisiydi eşlerinizle beraber aynı dedelerin, hatırlıyorsunuz kaç yıl oldu önce bu iş?

Sizlere ömür tabi musahibim vefat etti.

Allah rahmet eylesin.

Allah razı olsun artık hanımı da, bu son ki hanımı evdedir öyle bir şeye bir şey etmez.

Yok ne zaman oldunuz diyorum ne zaman yaptınız?

Anadolu’da.

Kaç yıl önce yaptınız?

1964’ten önce biz gelmeden önce.

Yaptınız yani aynı bu sistemi hangi dedenin huzurunda yaptınız? Kendi yörenizde mi yaptınız?

Biz kendi yöremizde yaptık, bizim babamız bize yaptırdı.

Kendi babanız oldunuz.

Olduk yaptırdı.

Nasıl anlaştınız, nasıl buluştunuz? Musahipliğe nasıl karar verdiniz? Millet mi istedi yoksa kendi gönlünüzden mi coştu, tavsiye oldu mu yani?

Efendim önceden biz amca çocuğuyuz, bunlar Kuruçay’da duruyor biz Yahyalıda duruyoruz. Geldik, gittik tanıştık, anlaştık, birleştik bir evin külfeti gibiyiz zaten. Amcamın oğlu bende onun amcasının oğluyum. Biz ikrar vermek için önce babalarımız razılık verdiler bize, biz de anlaştık dinleştik tam manasıyla gönül gönüle verdik, kararı verdik. Oturduk ahkamı görmek için pirin görevi, bir zaman ikrar ver el ikrardan geri dönmem. Ondan sonra musahip demek, müsrabi olmaktır. Yani eğer musahip diye geldiği zaman bütün Aleviler, aynı inanca bağlı bütün Aleviler musahiptir ama galiplikte kalıyor talip olamıyor. Müsrabi olursa, eşit olursa o zaman galiplikten çıkar Muhammet Ali’nin talibi olduğu belli olur.

Kurban kesmiş miydiniz?

Evet.

Ortak mı kestiniz kurbanı?

Büyük musahip kim ise, o alır keser ikinci sene de öteki musahip alır keser.

Her sene kesilir mi musahip kurbanı?

İlk o yeter  keser, yeterse kesilir.

Kesenler, kesebildiniz mi ara sıra?

E tabi gayet tabi zaman zaman.

Senede bir mi kestiniz?

Sene de bir keseriz, altı ayda bir keseriz iki senede bir keseriz, beş sene de bir keseriz ne zaman kudretin yeterse, gücün yettiğin zaman bir şeyler düşünürüz.

Bu cemde mi duası okunuyor?

Tabi cemde.

Peki şimdi musahiplik kavli öyle.  Siz muhasip yaptınız mı çiftlerden yakın zamanda?

Şimdi yaptık yapmazda değiliz. Mesela Kestel’de geçen sene bir görgü meydana geldi. Erzurumlu Kazım musahibi de Erzurumlu Erdek’te duruyor getirttirdim bana geldiler. Dediler ki; “dede bu görevi sen yapacaksın.” Kureyşan talipleri “Dedim onlardan bir izin alın” onlardan gelecek kimse yok, hizmet görecek kimse yok. Gitti izin aldılar, onlarda müsaade ettiler tamam biz gittik o görevi orada yaptık ama bizden önce Balyan dedeler vardı, onlar görülmek için bizi götürdüler. Biz gittik oraya önceden oraya gittik dedim ki, “komşularınız ne kadar varsa musahiplerin yani erkekler, el ele verin gidin dolaşın gelin razılık alın, biz Muhammed Ali’nin yoluna gidiyoruz, bizden alacağınız var mı, vereceğiniz var mı? Vereceğimiz varsa biz helal ediyoruz, alacağımız varsa söyleyin verelim. Bütün insanlar birbirinden razı oldu mu Allah’ta razı olur. Verdiler, aldılar şikayetçi olanda kalmadı topladı, anladık dinledik ondan sonra cemaat başladı, aynı cem nasıl tarif ettim o şekilde cemaat sona erdikten sonra ondan sonra musahipler geldi meydana, tarikat hutbeleri okundu. Nasıl ki musahiplik İmam Cafer nikahı dört kişiye kıyıyorya ya, tarikat iki kişiye kıyılıyor erkeğe kadına. İmam Cafer nikahı dört kişiye kıyıyor bende yazarları var tarikat hutbesini okuruz o okuduktan sonra bunlara gereken sözleri söyleriz bunları birbirine bağlarız, ondan sonra otururlar bunlar eliflenir halka duasını alırlar ve çekilirler.

Dualı, Kuranlı, nikahlı şey. Şimdi gelelim tekrar Bursa’ya yani 1964’te geldik dediniz, yerleştiniz, babanız kaç kardeştiniz?

1964’te geldik 1974’te babam sizlere ömür.

Allah rahmet eylesin.

Allah razı olsun.

Anne?

Annem memlekette vefat etti, babam evlenmedi.

Peki kaç kardeştiniz?

2 kardeştik. İşte bir İzzet Dede.

İkiniz miydiniz?

Evet ikimiz.

Onu da Allah rahmet eylesin.

Allah razı olsun dillerine sağlık.

Toprağı bol olsun diyelim yani sevdiğimiz dedelerden biriydi. Şimdi gelelim Bursa’ya, babanız geldi, sizler geldiniz zor oldu tabi anne olmayınca.

E tabi ama hanım bizim, amcamın oğlu bilir babam biraz çetindi rahmetlik, annemde yok ya hani sertti fakat o hanım hepsini sinesine çekerdi yine elini öperdi, ayağını öperdi hizmetini yapardı. Yapmak zorundaydı, yapmasaydı bu sefer ben ona sıkıntı verirdim. Ben hiç sıkıntı vermeden önce o yapardı o işi, bir yere gitseydim hiç düşünmezdim çünkü o onun hizmetlerin hepsini geri bırakmazdı. Yıkamasını, süpürmesini, yedirmesini, içirmesini hizmetlerini görürdü yani çok memnun gitti babam.

Şimdi aynı evde tabi o zaman yaşadınız.

Tabi.

Kaç çocuğunuz var?

3 oğlan 3 kız var.

Allah bağışlasın.

Cümlesinin kızlar evli, oğlanların ikisi evli yalnız en büyük oğlan ben 1952’de Balıkesir’de askerken çocuk doğmuştu, bir yaşına girmeden binadan düşmüş kazayla şura kırıldı o zaman onun doktoru asistandı götürdüler, iğne yaptılar bir ay sonra tekrar yine aynı yerden düştü darbe gördü bu şimdi ne evli ne bir şey evde. Hani düşünce biz.

Yaşıyor?

Yaşıyor.

Allah uzun ömür versin o, o şekilde evde diyorsunuz.

Askeriye dört yaşındaki, beş yaşındaki çocuğun zekasını verdi Selimiye Kışlası tasdik etti. Fakat ben buna emekli olmuştum dediler ki 1800 gün lazım, 1800 günü doldurdum dışarıdan ödedim ben doldurdum askeriyeye sigortaya müracaat ettim, sigorta doktorlarına da engel bir kişi vardı ahırı olmadı yani olamadı. Ankara’ya götürdük hiçbir cevap gelmedi.

Evde.

Evde.

Ne yapacaksın takdiri ilahi.

Şimdi ben malulen emekli oldum ben akciğer ameliyatı gördüm üzerinize sağlık, 1959’da Süreyya Paşada 6 ay yattım benim emekliliğimden o faydalanabilir mi Ayhan Bey? Onun sağlık karnesini çıkarttım ben.

 

Şimdi tabi siz çok yer geziyorsunuz. Niçin bu aşk, nereleri gezdiniz, ne yapıyorsunuz? Gezme aşkı, görme aşkı çok sizde değişik değişik illere gittiniz, dedelerle şeylerle. Mesela dün Ali Göktepe Dedeyle konuşurken hayli dedeler tanıdığınızı gördük yani konuşurken kimleri tanıdınız, nerelere gittiniz?

Şimdi efendim Anadolu’da bir söz var atasözü, bizim dağlarda kenger oluyor bilirsin, güz geldi mi kuruyor rüzgar atıyor artık nereye atarsa, kengere sormuşlar vatanın neresi demiş rüzgarı bilir. Şimdi 1964’ten önce de memleketteyken 12 ayın hepsini hesap etsen 2 ayını evde bırakmıyorlar, giderdim. Bursa’ya geldim adım Bursa’da oturuyorum, belki sen Bursa’yı benden daha iyi bilirsin. Yanımdaki komşumun çocuğu 5-10 yaşına girmiş tanımıyorum, kimin çocuğu soruyorum çünkü bırakmıyorlar. Bir tabir var; Koçkiri alçığın bel niye kamburlaşmış demiş Erzurum yukarı çekiyorsun baş aşağı çekiyor. Şimdi gelirim eve, eskiden not gelmiştir şimdi öncelik tanıyorum nereden geldi filan yerde oraya öncelik tanıyorum, önce oraya gidiyorum. Şimdi Tunceli’yi gezdim, Anadolu’dayken de Bursa’ya geldim de.

Tunceli’nin Şorşifanı’na gittim, Çakberi’ye gittim, Ağdıpet’e gittim, Namkireğe gittim, Sine gittim, Fesliğe gittim, Büyükana gittim, Kılıçalp’e gittim yani köylerini gezdim. Millam Köyüne gittim, Tunceli’nin içine gittim, Ovacık’ın içine gittim, Hozat’a gittim gezdim dolaştım.

125 yaşında ki Cem Siya Ağa vardı canlı tarih Hozat’ta bizim talipler, yatakta otururdu, bir evde 25 gelin 25 delikanlısı vardı. Küllah çalışıyordu. Canlı tarih gibi anlatırdı rahmetli babamla gittik. Halbori Köyüne gittik Minya var Feridat aşireti reisi 114 yaşında, adam adam tek tek anlatırdı onları da gördüm. Tabi ki birkaç sefer gittik dolaştık, fırlaştık en neticesi oraya da giderim. Sivas’a giderdim, İmranlı’ya.

Mesela Cumru denen bir semt vardır Gazi bilir, Cumru’ya giderdim, Ilıca’ya giderdim, Hıllıs’a giderdim, Huanak’a giderdim köylerin ismidir bu Yengice’ye giderdim, Yeniköye giderdim, Karlığ’a giderdim, İmranlı’nın içine giderdim. Dipsiz Göle giderdim, Kızılkaya’ya giderdim, Beydağ’ına giderdim, Pınar Köyüne giderdim ve Zogar Köyüne giderdim Nurettin Ersin’in köyü milletvekiliydi. Şimdi Sivas’ı da iyisini bilirim, dolaşırım ve kim dedeler nerede, onlarla da temas etmişimdir.

Geç Malatya’ya Arguvan’a giderdim, Malatya’nın içine giderdim, Şıh Hasan’a giderdim, Karaca Köyüne giderdim, orada da adamlar gördüm görüştüm. Onu geç.

Elaziz’e giderdim, Mihi Köyüne meşhur Celal Abbas işte bu Garip Dede’de ki Fethi Dede’nin (Fethi Erdoğan Dede) akrabaları oluyor ki, onların köyde İsmail Hakkı Talay vardı Dersim hadisesinde Şıh Ahmet dede taliplerinden, Mikai içerisinde Şıh Hasan adına bir tarih vardı, o tarih Mikai içerisinde Geyik Dersim üzerine yazılıdır ben bunu Bodik Mezrasında burada Doğan Kılıç vardı bir zaman bilir misin?

Doğan Kılıç Ehlibeyt Gazetesi’ni yazan, o bana dedi ki “Dede sen çok geziyorsun Şıh Hasan namına, bir tarih bir şey varsa gel bana söyle” o tarihte bizzat Çin’deki Ahmet Yesevi’nin el yazısıdır. Hangi seyitlerden gelmiş, hangi kol nereden gelmiş, hangi aşiret nereden gelmiş ve tarikat nedir yazılmış hiç matbaaya girmemiş. Böyle açtığın zaman şu memlekette şu genişlikte hayvan derileri vardı çarık yaparlardı, aynı öyle zoplon gibi böyle uzanmış buradan ta kapıya gider onları toplarlardı mikanın içerisine koyarlardı, bir kış orada rahmetli babamla kaldık orada okuttuk.

Dersim hadisesi olduğu zaman onlar götürdüler İsmail Hakkı Talay’a verdiler İsmail Hakkı Talay sakladı sonra onları Mengilik’ten döndükten sonra, yine götürdü onları verdi. Şimdi Doğan Kılıç dedi ki, “Eğer dede sen çok geziyorsun, Şıh Hasan’dan bana bir tarih bulursan al da gel, gelmezsen adresini bana ver” bende gittim baktım herkesi çıkartmıyorlar, rahmetlik babama mürşit kapısında bağlılar ya Şıho dedeyle bizlere mürşidimiz diye, orada çıkarttılar on yedi gün kaldık. Muzra ateş tekli ey eski Türkçe okudu, açıkladı bizzat Ahmet Yesevi’nin el yazısı matbaaya hiç girmemiş. Şimdi ben geldim İstanbul’a Doğan Kılıca, ki tarihin yerini göstereyim filan filan yerde, geldim ki o da Kürtçülük davasında Eyüp’te yatıyor. On iki kişi Diyarbakırlı birleşmiş, oğlum senin Kürtlerle ne ilgin var ya gitmiş orada yatıyor. Rahmetlik Cemal Gürsel Milliyetçilik dolayısıyla bir reisi cumhurun üç kişiyi affetmesi lazımdı doktora gönderdi, rapor aldı affetti çıkarttı. Bu sefer gitti Maraş da bir olay çıkarttı, karıştırdı. Şimdi artık bilmem nerede kaldık bende vazgeçtim. O tarihi oradadır, onu getirip çıkartsaydı çok güzel bir danışacak. Çünkü bizzat Ahmet Yesevi kendisi dolduruyor, Hacı Bektaş-ı Veli’nin annesinin babası.

Ne oldu o belge orada kaldı?

Orada kaldı onlardaydı çıkarmadılar, şimdi belge orada. Zaten babamın, rahmetlik ağırlığı vardı onun hatırı için çıkarttı, okuttular.

Yoksa yok.

Yok, on yedi gün kaldık orada. Yoksa yok oğlum çıkar gerçeği meydana koy, ne zamanda yaşıyorsun sen olmadı ben de daha gidemedim. Mesela Eskişehir’e giderim, Seyitgazi’ye giderim, Aslanbeyli Köyüne giderim.

Peki öyle yani çok yerleri gezdiniz Anadolu’da bir sürü köyleri gezdiniz, gördünüz. Dünkü dedeyle konuştuklarınız çok mühimdi. Mesela hangi dedeleri tanıdınız, hangi ocağın büyük dedelerini tanıdınız dün anlatıyordunuz dedelerden.

Evet, şimdi Ağuçan dedelerinin en yaşlısı Aziz efendi vardı, Aziz Efendi Muhtat Dedeyle meşhur Muhtat Dedeyle Ali Dedenin babasıydı. Hozat’a bağlı Mardin Köyü vardır bu bizim dedenin babası oradan gelmedir Malatya Akçadağ, esas kökenleri oradır. Üryan Hızır’ın türbesi de orada Aşkale’de Üryan Hızırlar var Üryan Hızır’ın türbesi, Amerika’dan bile ziyaretine gelirler. O dedelerle görüştüm, Sarı Saltık dedeleriyle görüştüm, Zeynel dede, Muhsin Dede daha yaşlı dedeler vardı onları gördük, kaldık. Müslüm Dedeyle görüştük, İsmet Paşanın kirvesi olan Düzgün dedeyle Nuri Osman Mezrasında onlarla görüştük yani çok dedelerle görüştük. Anladığım kadarıyla dedeler biraz da şahsı menfaatlerini severek, bu millete ışık tutmamışlar, kördüğüm yapmışlar, dede mi dede, talip mi talip sözde kalmış.

Yok dün güzel bir şeyler mesela, birbirinizi tanıştırdınız.

Ha Altuntas’dan gelmiş Horasan’da Altuntas’a gelmiş, Altuntas Bingöl’e bağlı.

Nereye?

Bingöl’e bağlı Elazığ Bingöl arasında. Şimdi bu Altuntas’a geldikleri zaman şu tarihte gelirler; ne zaman ki Yavuz Selim hani Alevilerin soy kırımını gerçekleştiren İran’daki Şah İsmail’le harp etti ya, o zaman Şah İsmail’in askerleriyle geliyorlar. O tarihte oraya yerleşiyorlar, Cemal Abdalların şecereleri Hacı Bektaş’ta tasdikli değil, İran Alevi de tasdiklidir. O onu söylüyor o zannetti ki Seyit Nuri Cemal odur. Seyit Nuri Cemal o değildir, Seyit Nuri Cemal demin anlattığım gibidir. O, Cemal Abdalların en büyükleri rahmetlik Malo Dede vardı, Sali Dede vardı.

Onlar nasıldı yani?

Mali Dede büyük bir zattı, eski Rüştiyeyi bitirmiştir zati hali hatta bunu şikayet ettiler gitti bir yazı yazdı hakim şaştı. Ama şöyle baksan iri yarı harabat ehlidir, yani saçı sakallı. Bizim memlekete geldikleri zaman filan yerin talipler Şadıllar Şeyhidir dedeleri. Babam haber gönderdi babam gitmezseniz sanki yeni gelmişler gibi gittikleri zaman sabah.

Şadıl Aşireti Cemal Abdal’a mı bağlı?

Cemal Abdal’a bağlıdır evet.

Şadıl Aşireti Cemal Abdal’a bağlı.

İran Şahından gelmedir.

Peki Seyit Nuri Cemalettin.

Seyit Nuri Cemalettin aynı benim anlattığım gibi.

İşte onu diyeceğim, Cemal Abdal başka Seyit Nuri Cemalettin başka.

Bunlar ayrı evet Seyit Nuri Cemalettin’in şeceresi Dergahta tasdiklidir, onların ki İran’da Erdebil tekkesinden tasdiklidir. Rahmetlik Malo Dede bunu izah etti.

Mesela Hüseyin Yalçın Cemal Abdallı mı?

Yok Derviş Cemal.

Derviş Cemal.

Evet Seyit Cemal evlatlarından Seyit Süleyman, Seyit Nesimi en büyükleri dedim ya. Seyit Nesimi, Seyit Kemal, Seyit Süleyman.

Şimdi Cemal Abdal, Derviş Cemal?

Ayrı.

Ayrı ayrı bir de Nuri Cemalettin evlatları.

Nuri Cemal dedikleri Seyit Nuri Cemalettin’dir, Seyittir. Ama Cemal Abdallar Erdebil’de Şah İsmail’in babası Şah Haydar var orada tasdikli şecereleri var.

Cemal Abdalların.

Altuntaş’a gelenler evet.

Oradan gelenler Altuntaş’a gelenler orada.

Altuntaş’tanda dağılıyorlar hatta orada bir köy var, 500 hanedir o köy bozuldu neden bozuldu? Fakat ben bunu vermek istemiyorum bunu kes.

Şimdi ben bir de şu nokta çok önemli Derviş Cemal, Cemal Abdal, Seyit Nuri Cemalettin bunlar ayrı ayrı.

Derviş Cemal torununun ismidir lakabı, Seyit Nuri Cemalettin’in torunudur dördüncü neslidir.

İşte onu diyeceğim, Seyit Nuri Cemalettin’in dördüncü torunu diyorsunuz.

Dördüncü torunun ismidir biraz tevekkeliymiş Derviş, Derviş Cemal lakabı olmuş.

Derviş Cemal demişler.

Lakabı olmuş Hozat’a giden.

Seyit Nuri Cemalettin’in torunu Derviş Cemal.

Dördüncü torunun ismini vermişler, ilk dedesinin ismini vermişler.

Peki Derviş Cemalin makamı neresi?

İşte Derviş Cemal, Mezre Hozat Mezre.

Hozat Mezre’deki Derviş Cemal mi?

Derviş Cemal.

Cemal Abdal’ınki.

Cemal Abdal, Altuntaş’tan sonra geliyorlar bu Kerpiç Şeyran’a geçiyorlar Zali dedeler, Malo Dede Refahiye’deydi, Kangal’a geçti.

Bir dakika Cemal Abdal’dan bahsediyoruz, Altuntaş’tan sonra türbesi nerede diyorum türbesinin nerede olduğunu soruyorum?

İşte ilk türbeleri Altuntaş’tır ondan sonra da nerede kaldıklarını bilmiyorum.

Cemal Abdal dağılıyorlar.

Ama dedelerini tanıyorum. Bal Hasar köyü vardır orada işte şeyin Cemal Abdalların talipleri.

Cemal Abdalların talipleri değil mi Bal Hasar Köyü, Balık hisarda deniliyor.

Saatçi Hasan filan vardı Kartal’da İsmail.

Evet onlar öyle. Şimdi işte Cemal Abdallardan kimleri tanıdınız, isim isim dedelerden.

Cemal Abdallardan Malo Dedeyi tanırım, Sali Dedeyi tanırım, oğlu Tayyar Dedeyi tanırım, Malo Dedenin oğlu Kemal Dedeyi tanırım işte bizim İzzetin kızı Malo Dedenin torununda. Yani Kemal’in oğlunda, hısımlarımız oldu Malo Dedenin torunu. Sonra onlardan Seyit Zirabı  tanırım, Kazım Dedeyi tanırım, Şirin Dedeyi tanırım, Pirel Dedeyi tanırım Kartal’da duruyor eskiden beri iç içeyiz yani birbirimizi biliyoruz.

Seyit Nuri Cemalettin evlatlarından Derviş Cemalde onun dördüncü torunu lakap denmiş.

Lakap almış.

Kimleri tanıyorsunuz sizin kendi bu ocaktan başka? Şu an çok büyüklerden kimleri tanıdınız?

Bizimkilerden mi?

Evet.

Bizim ocaktan mı?

Evet.

İşte ben sana saydım.

Yok yok, yaşlı kimleri tanıdınız büyük olarak.

Yaşlı olarak, amcamı bilirim babamın büyüğüdür. O sakallı Gazi Dede, babamın öz amcasının oğludur onu bilirim, onun kardeşi Efendi Dedeyi bilirim, bizim Zurun’da Seyit Bakır vardı Şıho dede dediğim onun oğlu.

Kim?

Zurun’da.

Zurun Köyü.

Zurun köyü, 1954 senesinde 56 nüfus bir evde dönerdi böyle tekke köy.

Sizin pirlerden.

He büyük hepimizden orası dağıldı sonra. Şıho Dede Amerika’ya gitti geldi Çayırlı’da bir yer aldı, oğlu Seyit Bakır orada otururdu Ali Dedenin babası.

Ali dede, Bakır dede.

Ali Dede orada otururdu Seyit Bakırın oğlu, orada otururdu. Seyit Bakır Bursa’ya da geldi bize geldi babamın sağlığında geldi, Seyit Bakır geldi. Başka da, Tunceli’de Düzgün Dedeyi tanırım, Mahmut Dedeyi tanırım, Müslüm Dedeyi tanırım.

Mahmut Doğanay mı?

Değil. Mahmut Doğanay değildir o ak sakallıydı.

Neyse o değil.

Ben yetiştim ona Düzgün Dedenin kardeşi, Düzgün Dede İsmet Paşanın çok iyi bir ahbabıydı.

Çok güzel.

Sarı Saltıklardan Karacada bunlar esas yerleri, Elaziz’in Sün Köyüdür.

Ha bir dakika şimdi oraya geleceğiz. Mesela bakın Derviş Cemallerden Hüseyin Yalçın, başka kimleri yani günümüzde de böyle çok hizmet yürüten dedeler var onlardan kimleri tanıyorsunuz? Derviş Cemal veya Cemal Abdal, isim olarak kimleri bilirsiniz, tanırsınız?

Şimdi isim olarak veyahut da gördüklerim hiç kimseden bir hizmet görmedim. Bir yalnız.

Hizmet derken, koşturuyor manasında yoksa cem cemaat değil de.

Anladım koşturuyor manasında yani talip içerisinde gezenler.

Gezsin gezmesin az çok bir oraya yakışır yani yakışır olarak.

Size saydığım işte Kazım Dede vardı, Şirin Dede vardı, Feyzullah vardı, Malo Dede vardı.

Bugün günümüzde.

Bugün günümüzde, şimdi şu arada işte bir tek Ali Dedeyi görüyorum.

Ali Göktepe, dünkü dede.

Dünkü dedeyi görüyorum.

Hüseyin Yalçın?

Hüseyin Yalçın o Derviş Cemal’dir.

İşte Derviş Cemal diyorum.

Hüseyin Yalçın hizmetkar hizmeti var, çalışması var.

İşte bu yazıyı yazanın Hayri Dede’nin amcazadesi o Hüseyin Yalçın. Hayri Şanlı diye yazmış ya o.

Hayri tabi o da Tunceli’nin Zankara Köyündendir, Zankara Köyünde otururlar Hüseyin Yalçın.

Şimdi tamam onlar ayrı.

O tarihi de onlardan almıştık çünkü o araştırıcıdır.

 

Tamam ondan almıştınız. Şimdi şeye gelelim yani siz bu kadar şeyleri gezdiniz zamanımızda azalıyor, beşer onar dakika da şunları söyleyelim.

Birincisi çünkü kaset bitecek inşallah başka zaman daha detaylı görüşeceğiz. Şimdi dedeciğim, şimdi Bursa’da olduğunuza göre oradan bahsedelim. İşte oradaki Alevi Bektaşi cemaat, cemler cemaatler nasıl oluyordu?

Şimdi efendim orada dedeler çok. Kestel’de belki 250-300 dede var.

Kestel dediğiniz bir muhit mi?

Kazadır Bursa’nın bir kazası. Cem evi var orada, Hacı Bektaş Kültür Tanıtma Derneği diye isim altında.

Oranın yerlileri mi sonradan gelmeler mi oraya Aleviler?

Tunceli’den gelme, Erzincan’dan gelme sonradan gelmeler. Cem evinin başkanı Hüseyin isminde Nazmiyeli iyi bir çocuktur, Hüseyin bana da gelir gider. Hatta orada açılış törenleri oldu Garnizon komutanı Tuncelili olduğu için orayı boş bırakmıyor, Garnizon komutanı geldi, Emniyet amiri geldi, orada İl başkanları geldi açılış törenlerine biz fakirleri götürdüler orada konuşma yaptılar, açılış töreni yaptık. Cem evi, eski cem evi ufaktı başka büyük bir yer kiraladılar Tuncelili birisi Almanya’dan 280 metre yapmış oraya bırakmış ceme ait, oraya gittik. Meskenlerde, Pir Sultan gecesi oldu yine bizi götürdüler, Hacı Bektaş Kültür Tanıtma Derneği Süleyman Diyaroğlu Başkan, “dede dedi ben ileri sefer yedi sene kaldım kimse gelip bana sahip çıkmadı.” Sen ondan sonra Ali Akçay Domar köyünde o idare etti. Şimdi yine Diyaroğluna devretti. “Sen varsan ben her zaman varım” diyor. Bir hizmet olur, biz fakiri götürürler orada.

Peki diğer mühitleri yani Bursa’nın mühitleri Geyikli Babanın bulunduğu yer Sünni Köyü oldu.

Sünni Köyü.

Alevi Köyler, Bektaşi Köyler?

İsmetiye’nin yarısı Bektaşi’dir.

İsmetiye nereye bağlı?

Bursa’ya bağlı, Timurtaş’a bağlı Timurtaş Kazadır. Orası da Bursa’ya bağlı yakın bize.

Başka Bektaşi Alevi Köyleri?

Bektaşi Alevi köyleri, 18 tane köy var dönmüşler Osmanlılar zamanında.

Peki civarda da var, mesela Eskişehir’de çok değil mi?

Tabi Eskişehir’de var, Bursa’nın içinde de çok. Mesela Soğanlı mahallesi var, bizim mahalle 200 hane var, Kestel’in içi var, Gül suyu Türkeşçidir orada Alevi azdır.

Şunu diyeceğim ben aradığım husus şu; sonradan oraya gelen giden değil de Tunceli, Erzincan’dan değil de, özünde Bursa’nın veya çevresinin illa Bursa değil işte İznik, Eskişehir özünde cevherini görebiliyor musunuz? Alevilik Bektaşiliğin nem bağları.

Var.

Zamanla küllenmiş ama orası.

Yarbay Ali Bey vardı işte memmirizi Kütahya yolunda yakalayan, o adam yabancıdan evlenmişti hanımı musahip tuttu, toplantılarına gittim dernek yaptılar İsmetiye köyünde, Timurtaş’a bağlı İsmetiye köyü görgü yaparlardı.

Peki o yörenin uygulamaları yani siz Tunceli, Erzincan gittiğiniz de karıştı mı, kaynaştı mı?

Tabi onlar hep birbirlerini biliyorlar kaynaştılar.

Cem, cemaatlar benziyor mu üç aşağı beş yukarı?

Yalnız törelerde değişiklik var.

Var belirgin yani tam uymuyor.

Evet uymuyor ama hedef bir.

Hedef bir onu demiyorum zaten hedef bir de uygulamalar değişik.

Değişik.

Şimdi ben çok değişik konulara gireceğim de zamanımızda yok bir başka zamana inşallah. Yani musahiplik, Nevruzlar, diğer kutlamalar, diğer töreler filan. Peki siz, bu Cumhuriyet dönemini de iyi biliyorsunuz mesela, efendim şu generaller var diyorsunuz, yurdumuzun komutanları da var diyorsunuz. 1960 ihtilali oldu, onları da hep biliyorsunuz, onlardan biraz bahsetsek.

Şimdi onlardan bahsedeyim, neden bahsedemiyorum biliyor musun? Şimdi bahsederim etmesine de bugün Dersim olayı oldu tabii Duran Celal Bayar’ı astılar, onun doktoruyla görüştüm şimdi bana diyecekler hani elinde yaz var mı, ispatın var mı?

Yok onları demiyorum.

Onları ben duydum doktor söyledi bana.

Duyduğunuzu diyorum yada işte kamuoyuna mal olmuş mesela Kıvrıkoğlu dediniz.

Kıvrıkoğlu tabi Bektaşi kendisi, Bozüyüklüdür, Bozüyük doğumlu, Edebali’nin soyundan geldiklerini abisiyle görüştüm Hasan Kıvrıkoğlu Bozüyüklüdür. Birde Ali Kıvrıkoğlu var.

Saltıklılar bir de tabi Hacı Saltık.

Dede Saltık Sarı Saltık’a sahip çıktılar ama değil Haydar Saltık Yugoslavyalıdır Bektaşi’dir orada Sarı Saltık’ın bir türbesi var babası 17 sene o türbeye hizmet etmiş, bir oğlum olursa Haydar takacağım diye Haydar Saltık lakabını oradan almıştır. Yani bu Hozat’takilerle bir alakası yok.

Peki onlarla alakası yok. Saltıklar dedik bunları özel sohbetlerde de bana söylersiniz ben kafama yazarım o önemli değil, her şeyi söylemek gerekmiyor.

Saltıklar, Selçuklular onları anlatırız.

Mesela, Turgut Koca dediniz değil mi?

Evet.

Onu da tanıdınız.

Makine mühendisidir Balıkesir’deydi, o sakallı Gazi Dede var ya onunla çok iyi ülfetleri vardı ben de bulundum çok sevilen bir insandı, güzel de sözleri var.

Çok güzel şimdi dedeciğim bugün bizi kırmadınız, geldiniz tam onda geldiniz, on buçukta başladık aralıklı da olsa iki kaset doldurduk. Fakat ne kadar söyleşsek az çünkü bilgi dağarcınız geniş.

Estağfurullah.

72 yaşını boşa geçirmemişsiniz, gezmişsiniz, görmüşsünüz, dedelerle tanışmışsınız, vilayetlere gitmişsiniz, ceme cemaate karışmışsınız, efendim Bursa’da yerleşmişsiniz ama Bursa çok mühim bir il bana göre. Şöyle ki; Bursa Marmara Bölgesini ve Batı Anadolu’nun ihmal edildiğini kanısındayım. Hep bende Doğuluyum ama hep Doğu ön planda işte Tunceli, Malatya, Erzincan fakat buralar biraz soğumuş. Bursa’sı, İzmit’i, Kütahya’sı, Bolu’su buralarda büyük Alevi Bektaşi yatakları tarihte, en büyük yataklar buralardan başlar, Geyikli Babalar bilmem neler. O nedenlerle, oralarla ilgili mutlaka daha başka  gözlemleriniz vardır ama bir başka sefere. Şimdi son olarak neler söylersiniz, ne okursunuz ne dersiniz?

Şimdi şunu son olarak şunu söyleyeceğim, bizim Aleviler şunu söylüyorlar; Eline, Beline, Diline sahip ol diyorlar. Yani Hacı Bektaş’ın sözü, fakat bu söz çıplak kaldı. Şöyle ki, bir insan soyunsa şurada otursa oturabilir mi yok, soyunamaz. El eli mıstara imam sıtıra insan mıstıra. Şimdi Hacı Bektaş önce demiş ki, yaşıyor bir insan yaşıyorsa yemesini yiyecek ki yaşaya, çalışmadan da yenilmez. Önce demiş; birinci ibadet işin, işin olursa aşın, aşın olursa eşin, yer içer rahatladı ondan sonra eline, beline, diline sahip ondan sonra sözüne, özüne, gözüne sahip. Hacı Bektaş tamam söylemiş, biz bunu noksan kabul ediyoruz. Şu evin reisi şu, eve ekmek dört gün getirmezse külfet ekşimez mi yüzüne, ekşir. Önce iş lazımmış Hacı Bektaş öyle demiş birinci işin, aşın, eşin sonra eline, beline, diline sonra özüne, sözüne, gözüne. Bu doğrudur doğru mudur gerçek budur.

Evet.

Gerçek budur. Yani şimdi bizde rahmetlik Daimi, eline, beline, diline yazmıştır ben onlara ilave ettim şunu söyleyeyim, şunu her zaman biz öyle bir görüşlüyüz.

Görmüyorsan gerçek varlığı

Sünni’ysen, Aleviysen ne çıkar (Gerçek varlıktan haberin yok)

Sanat edindiysen sahtekarlığı

Sünni’ysen Aleviysen ne çıkar

 

İnsanlık giderken hep ileriye

Bizler inadına kaldık geriye

Gelmedi işte cehaletten beriye

Sünni’ysen Aleviysen ne çıkar

 

Kemaletin hidayetin olmazsa

Marifet suyuyla kalbin dolmazsa

Benden insanlığa eser kalmazsa

Sünni’ysen Aleviysen ne çıkar

 

Gayet inançlıysan gayet zorbalı

Gündüz tespihli gece kavgalı

Olmadıkça insanlara faydalı

Sünni’ysen Aleviysen ne çıkar

 

Daimiyim nefse hakim olmazsan

İlme, fazilete talip olmazsan

İşine, aşına, eşine; eline, beline, dilen sahip olmazsan

Sünni’ysen Aleviysen ne çıkar.

Ne güzel özetlemiş değil mi sizde ne güzel okudunuz. Sünni’ysek Aleviysek ne çıkar sahtekar.

Döndür tarihçi sayfayı döndür

Eğer bilmiyorsan en bileni gönder

En büyük öğretmen en büyük önder

Biri Hacı Bektaş biri Atatürk.

Eyvallah çok sağ olun, çok teşekkür ederiz.

Bende çok teşekkür ederim.

Sizden hiç fikir almadık siz ne dersiniz birkaç cümleyle. Yani bak dedemiz anlattı, sizde aynı soydan.

Gazi Dede: Birlikte ikilik olmaz amcamın oğlu çok güzel her şeyi açıkladı, her şeyi güzelce şey etti ona ben çok teşekkür ederim, size de çok teşekkür ederim. Başka bir şey yok.

Dedeciğim, çok sağ olun var olun ama bir gün gelsin size çok zorluk olmazsa bir radyo da bir mülakat yaparız, sohbet ederiz. O canlı oluyor, bütün insanlara teşmil ediyor çünkü.  Burada o çak mühim çok sağ olun çok var olun ellerinizden öperim.

Rica ederim gözlerinden öperim ömrün uzun olsun. Sen bizim duyacak kulağımızsın, görecek gözümüzsün, konuşacak dilimizsin.

Allah razı olsun inşallah layık oluruz, sağ olun.

Ey şahin bakışlı bülbül avazlı

İşte ben gidiyorum ey ahu gözlüm

Bir eli kadehli bir eli sazlı

Ne sen beni unut ne de ben seni

 

Yolda haramiler çok engel arada

Unutma sevdiğim demde sırada

Garip gider ama gönül burada

Ne sen beni unut ne de ben seni

 

Ta ezel ezeli seni sevende

Şu iki cihanda kevri mekanda

Nizam başlarında ulu divanda

Ne sen beni unut ne de ben seni

 

Açılsın gülbenkler sürülsün devran

Görülsün gaipler açılsın meydan

Sizinde bizim de yolumuzu *** yaradan

Ne siz bizi unutun ne de biz sizi

 

Hüseyniyim der ki gül benzim soluk

Serimize yazıldı bu ayrılık

Vallahi sevdiğim gönüller hep birlik

Ne siz bizi unut ne de biz sizi

 

Eyvallah.

 

Söyleşi: 08/03/2002, İstanbul

 

 

Cihan Var Olmadan (Devriye) - Şir’i Bektaş Çelebi

Cihan var olmadan ketm-i ademde,
Hakk ile birlikte yektaş idim ben.
Yarattı bu mülkü çünkü ol demde,
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben.

Anasırdan bir libasa büründüm,
Nar-u, bad-ü, ab-ı Hâk’ten göründüm,
Hayr’ül-beşer ile dünyaya geldim,
Âdem ile bile bir yaş idim ben.

Âdem’in sulbünden Şit oldum geldim,
Nuh-u Nebî olup Tufan’a daldım,
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum,
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben.

İsmail göründüm bir zaman ey can!
İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman,
Eyyüp geldim çok çağırdım El’aman,
Kurt yedi vücudum kan-yaş idim ben.

Zekeriyya ile beni biçtiler,
Yahya ile kanım yere saçtılar,
Davud geldim çok peşime düştüler,
Mühr-ü Süleyman’ı çok taşıdım ben.

Mübarek asayı Musa’ya verdim,
Ruhü-l Kudüs olup Meryem’e erdim,
Cümle evliyaya ben rehber oldum,
Muciz murh-ı şebi hüffaş idim ben.

Sulb-i pederimden Ahmed-i Muhtar,
Olup da cihana geldim aşikâr,
Ali ile çok takındım Zülfikar,
Kul iken zat ile sırdaş idim ben.

Tefekkür eyledim ben kendi kendim,
Mucize görmeden imana geldim,
Şah-ı Merdan ile Düldül’e bindim,
Zülfikar bağladım tığ taşıdım ben.

Sekahüm hamrinden içildi şerbet,
Kuruldu ayn-i cem ettik muhabbet,
Meydana açıldı sırr-ı hakikat,
Aldığım esrara sırdaş idim ben.

Hidayet erişti bize Allah’dan,
Biat ettik cümle Resullah’dan,
Haber verdi bize seyr-i fillah’dan,
Selman-ı pak ile yoldaş idim ben.

Şükür matlubumu getirdim ele,
Gül oldum feryadı verdim bülbüle,
Cem olduk bir yerde ehl-i beyt ile,
Kırklar meydanında ferraş idim ben.

İkrar verdik cümle düzüldük yola,
Sırrı faş etmedik asla bir kula,
Kerbela’da İmam Hüseyn’le bile,
Pak ettim demeni gül taşıdım ben.

Şu fena mülküne çok gelip gittim,
Yağmur olup yağdım ot olup bittim,
Urum diyarını ben irşad ettim,
Horasan’dan gelen Bektaş idim ben.

Gâhi nebi gâhi veli göründüm,
Gâhi uslu gâhi deli göründüm,
Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm,
Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben.

Şimdi hamdülillah Şir’î dediler,
Geldim, gittim, zatım hiç bilmediler,
Kimseler bu remzi fehm etmediler,
Her gelen mahlûka kardaş idim ben.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile