CELAL BEKTAŞ

(SİVAS - ZARA – ŞEREFİYE NAHİYESİ GÜLLÜALİ KÖYÜ

ŞIH ÇOBAN – 1958)

KÖLN, ALMANYA

AYHAN AYDIN

23 Mayıs’ta kendisiyle Köln Hacı Bektaş Veli Cemevi’nde uzun uzun sohbet ettiğim Celal Bektaş Dede’nin kendi ocağıyla ilgili, çocukluk günlerinin anılarıyla dolu dünyasından bir kesit sunmak istedim.

 

Şöyle bir geçmişinize, çocukluğa, köy yaşamına dönersek neler söylersiniz, nerede, ne zaman doğup büyüdünüz, çocukluk hatıralarınız nelerdir?

 

Yaşam tabii ki o zamanın koşullarına göre güzeldi, her zaman özlemle anıyorum. Fakir çocuğuyduk, ilkokulu okurken çobanlık yapıyorduk. Çocukluk köyde geçti. Kendi malımıza, davarımıza koşuyorduk. Dede çocuğu olduğumuz için bizim durumumuz daha farklıydı. Dedeler misafir gelseydi, başka misafirler gelseydi, Hızır Günlerinde, ceme katıldığımızda oradaki güzelliği görüp, Ya Hüseyin deyip göz yaşını döken büyükleri gördüğümüzde çok etkilenidiğimizi hatırlıyorum. Tabii o zaman cemevinde çıktığımız zaman güzelliğin tüm çevrede olduğunu, insanlarda olduğunu ve her tarafa nur yağdığını hissediyorduk. Verilen lokmaları, Hakk lokması olarak görüp bir tanesini yere düşürmeyip te kutsallığını kabul edip özen gösterip onu yerdik. O zaman ki Alevi kitlesinin görünümü buydu, inanç vardı, itikat vardı.

Bir dedegan çocuğun kapıdan geçerken zorla ellerimize gelmeleri, bir külehteki eğer açılmamışsa ağa dede çocuğunun elinin vurulmasının istenmesi, ilk kaşığı o dede çocuğuna verilmesi, oradaki un ambarı açılmamışsa, o dede çocuğu elini sokup ilk kez o ambardaki undan almasını istemelerini hiç unutamıyorum. Bunun tam nedeneni bilmesem de bize gösterilen büyük ilgi, sevgi, bizleri bağırlarına basmaları, bize küçük bir hediye de vermeleri elli kuruş, bir lira, bir yumurta bizi hem şaşırtır, hem de çok sevirdiririrdi. Zamanla bundaki manevi anlamı çok daha iyi anlayıp, bunun çok derin bir şey olduğunu hissettim. Ben her zaman o hislerle dolu bir şekilde yaşadım, yaşıyorum da. Yani o çocukluk günlerinin ilk sevgisi, hiç bir zaman benden uzak olmadı. O günleri her zaman özlemle anıyorum. Kışın bilhassa Perşembe günleri, akşamları herkes kendi gücüne bir tas çökelekle, bir kömbeyle ocağımıza gelmeleri... Misafirlerin bize gelmeleri, bizden şifa bulmak için gelenlerin sevinçlerini hiç unutmuyorum.

Bizde piri olmayanı hor görürlerdi, muhakkak ki birinden el etek tutman gerekir, denirdi.

Seyyid Hamza’nın bizim köye atıyla gelmesinde, taliplerine gelmesinden dolayı, köyün yerleşimi hoşuna gidip, atını satıp arazı alması, sonra taliplere gitmememis, benim dedemin genç yaşta bir kerameti loğ (luğ) taşıyla bir hikmet götermeleri sonucunda sevgi pınarları çoğalmış. Hakk’a genç yürüyen dedemdem sonra babam ve amcam küçükken yetim kalıyorlar. Biz on beş yaşında bu güzellikleri arkamızda bırakıp Avrupa’ya gittik. Avrupa’ya gittiğimizde Köln’e yerleştik.

Köylümüz, komşumuz, Ali Koçyiğit aile dostumuz beni götürdü. Ekonomik durumu bundan iyiydi. 5 Ekim 1972’de, on beş yaşındayken oraya gittik, Köln yakınlarında bir köyde yerleştik. O zaman köyde Avrupa’ya yerleşen Alevi inancına bağlı olan Alevi toplumun Alevi sorununun varlığının farkına varmadan, sadece iş derdinden başka bir şey düşünmeden sorunların çocuklar arasında yaşamayacağını farz edip yaşadılar. Rahmetli İsmail Abim, Hamza Abim ise Belçika’ya yerleşmişlerdi.

1985’de Şinasi Koç Dede’nin Avrupa’ya gitmesinde, Niyazi Bozdoğan Dede başta olmak üzere, bunları dara kaldırmaları, sizin çocuklarınız Alevi kurallarınca yaşamıyorlar, Alevi Yolu yürümüyor deyip, Almanya’da bir Alevi dergahı (derneği) kurulması yönünde onlara telkinde bulunuyor. Bunun gibi öneriler, zorlamalar sonuç veriyor.

 

Köln’de yıllardan beri bir Hacı Bektaş Kültür Derneği’nin varlığını duyarız. Orada Cem Dergisi’nin okurlarıyla buluşması için emek verildiğini de çok iyi biliyorum, her zaman sizlerin ismini duyarız.

 

1985’deki Niyazi Bozdoğan Dede ve arkadaşları Köln ve Çevresi Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği’ni kuruyorlar. Bunu beş sene kendi evini adres gösterip, yaşatmışlar. Burdaki çalışmaları Leyla Ana’yı da analım ki, onun da üstün hizmetleri ve gayretleri sonucunda bu işler hep evinde yürüdü. Ben de abimin, git Niyazi Bozdoğan Dede’nin derneğine git, kayıt ol, deyince, 1991’nde resmen bu derneğe üye oldum.

18 Mart1993’de dernek başkanı olarak seçildim.

1993’de 2 Temmuz Sivas Olayları’nda Federasyonun Genel Sekreteri Ahmet Aydemir bizleri olağanüstü bir toplantıya çağırdı. O toplantıya çağırdığından federasyon üye dernekleri yüzde yüzü bir kaç üyeyle hazır bulundular, salon tıka basa doluydu. Bizler orada dedik ki, daha bizi ne kadar yakacaklar ki biz birleşelim. Turgut Ökerler, Necdet Saraç ve diğerleri de bir ağızdan biz de birlikten yanayız, dediler. Ayrıca üç ay sonra yapılacak genel kurulda bizlere de seçme ve seçilme hakkı verilirse onlarla bir araya gelebileceğimizi söyledik. Derneklerin tümünün orada bulunmalarını, herkesin oylamaya katılmasını şart koştuk. Sizin amacınınız eğer Alevilik’se, Alevilik konusunda çalışmaksa buyrun sizinle çalışılım, dedik. Yani seçme ve seçilme hakkı bakımından eşitlik olsun istedik.

31 Ekim 1993’de Frankfurt Üniversitesi’nde, İzzettin Doğan’ın da olduğu bir genel kurulda, seçim oldu ve Derviş Tur’un da onların tanıtımını yapmasının da katkısıyla; Köln Alevi Kültür Merkezi’ne üye olan başta başkan Ali Rıza Gülçiçek, Necdet Saraç ve Gülizar Cengiz, Hamburg Alevi Kültür Merkezi’nden Turgut Öker ve ekibi seçilip yönetime geldiler.

Gelmelerinde başta bir böl yönet siyasetine girdiler, ya kendi doğrultularında bir yönetim belirlediler ya da mevcut yönetimi şekillendirerek böylece yükseldiler ve federasyonun başına böylelikle geçtiler. 

Kendi kafalarında olmayan, kendilerine rızalık vermeyen, kendi kurallarıyla orada bulunmak isteyen bazı dernekleri federasyondan ihraç ettiler.

1995 yılında yapılan genel kurulumuzda beni dörtte üçlük bir çoğunlukla başkanlığa getirmişlerdi. Aynı yıl bizim derneğimizin içine karıştılar. Yirmi kadar kişiyi bizden kopardılar, bizi zayıflatmak istediler başaramayınca başka oyunlar denediler.

Bunlar da tuttular, yönetimi kendi doğrultusunda şekillendirmeyince aynı yıl, 1995’de İzzettin Hocamızı konuşmacı olarak götürdüğümüz için İzzettin Doğan düşkündür, sizler de düşkünsünüz deyip, Köln Hacı Bektaş Veli Derneği’ni Federasyon’dan ihraç ettiler.

İzzettin Doğan ve Cem Vakfı’nı benimsiyorduk bu konuda her zaman bizim dernek açık olmuştur. Alevi inancı çerçevesinde bazı çalışmaları yaptık, paneller yaptık, kurslar verdik.

2001’e kadar ben yönetimde kaldım. Yönetimden ayrıldım. Yeniden yapılan bir seçimle 26 Ocak 2013 elimizden geldiği kadar Aleviliği kendi özüyle yaşaması için yaşaması için çaba yapmaya devam ediyoruz.

 

 

Alevilerin yurtdışındaki karşılaştıkları en önemli sorunlar nelerdi, siz neler gözlemlediniz?

 

Alevi toplumunun sorununlarından en büyük sorunun Alevilik sorunu olduğunu görmekteteyim. Çünkü Alevilerin inanç önderleri olan dedeler hiçbir devlet tarafından kendilerine dedeliklerinden dolayı bir kolaylaştırma getirilmediği için ne yapabililerdi. Dedeler, kendi çocuğuna ayırmaları gereken zamanları bile kendilerine ait olan zamanları bile evlatları olarak biltikleri taliplerine ayırdılar. Bu da yeterli yeterli olmadı.

 

Mesala uyum sorunları, dil, kültür çatışmaları, gençler...

 

Eskiden yaşlı olmalarına rağmen her kapıya gittiğin zaman iş bulmak kolaydı. Şimdi maalesef meslek yaptığı halde iş bulma sorunları var. İş sorunu aşmadıkları gibi, kültür sorunlarını da beraberinde yaşayırlar. Bir Avrupa’da dünyanın her inanç ve kültür insanların burdaki Alevi toplumundan yeterli bilgileri almadıkları için diğer kültürler ve inançlar karşısında bocalamaktadır. Gençlerimiz sıkıntı içindedir.

Uzun yıllardan beri Köln Hacı Bektaş Derneği’nden cemler yapılıyor. Dedeler kurulu olarak başta cenaze hizmetleri, her cumalık cemlerimizi yapmaktayız. Mesala hafta içerisindeki Alevilik içerisine dersler, On İki Hizmet kursları, semah kursları vermektediyz. Dedelik yetiştirme, cem yapmayan dedelere de cem yapma yeteneği yapmaya öğretiyoruz. Oradaki sorunları gidermek için çaba harcıyoruz.

 

Yönetimiziniz de kimler var?

 

Yönetim kurulu başkanı; Yüksel Söylemez, 2. Başkan Erdal Gedikoğlu, Haydar Polat, Gülhan Dursun, Kamil Kaplan yedinci kişi olarak dedeler kurulu başkanıdır. Bu değişmez şu anda da ben bu görevi yerine getiriyorum.

 

Şıh Çoban Ocağı hakkında neler söylersiniz?

 

Secerede yazılan, Anadolu’ya Şıh Çoban Şah Haydar Sultan olarak geldiğinde deyimlere göre Sarı Saltuk, Kızıldeli’yle müsahip olmuş.

Sarı Sartuk Balkanları irşat ettiği vakit, Şıh Çoban bir koyun peşine düşüp Doğu Anadolu’ya, Tunceli’ye, Güneydoğu’ya Mazgirt ilçesine kadar gidip orada kaybettiği koyunu bulup sütünü içip, bugün Kırklar, denilen yere yani Şıh Çoban türbesinin bulunduğu yere geliyor. Koyunun peşine düşmesinden dolayı ismi Şıh Çoban olarak anılıyor. Kırklara geldiği anda koyunun ne ileri, ne geri gelmemesi nedeniyle, Şıh Çoban’ın koyuna elindeki asayla dokunması sonucu koyunun yerinde kıpırdanmasından, hidetlenip yere vurunca asayı onun yeşerdiğini görmesinden burdaki Hakk’a göçeceğini görmesi, orada da Hakk’a yürümesi sonucu anılan Şıh Çoban orada vefat ediyor ve oraya defnediliyor.

Orada bulunan Şıh Çoban evlatları, 1134’de Anadolu’ya geldiği soysecesinde yazılmaktadır.

Mazgirt’deki Şıh Çoban Evlatları bazı evlatları Erzincan Tercan Elmalı Köyü’ne yerleşmeleri olmuştur. Burdaki talipleri Tunceli, Erzincan, Sivas, Çorum yörelerinde Gavli (Kavli, (Gevi)) Aşireti, Pendik  gibi aşiretlerin taliplerimiz olduğu, bilhassa Gavli Aşireti’nin Çorum’dakilerin dedelerin senede bir kez oraya gidip cem yapmaları yeterli görmeyince bazı insanları elçi olarak bizlere gönderip en azından bir kişinin kendilerine gönderilmesini yani onlara yakın oturmasını istemeleri sonucunda; bugün Çorum’da Alaca’da Nesimikeşliği diye adlandırılan Nesimi Dede’nin oraya gitmesi, ev yapmaları, mekan vermeleri sonucu orada yerleşmişlerdir. Dolayısıyla kendi pirlerini kendilerine yakın götürmüşler bu yol orada sürmüş. Nesimikişliği’nde Nesimi Dede’nin bir kardeşi Alaca’ya bağlı Mollahasan Köyü’ne yerleşmiştir.

Bizler de; Seyyid Hasanoğlu, Seyid Hamza gençken bizim ata binip Sivas’a bağlı Zara Şerefiye Nahiyesi Güllüali Köyü’ne yerleşmişlerdir. Bugünden geriye gidersen; 160 seneye kadar gidir. Tercan Elmalı doğumlu olan Seyyid Razı, oğlu Seyid Hasan, oğlu Seyyid Hamza (babamın dedesi), Seyyid İsmail, oğlu Seyyid Aziz (babam), babamın abisi Seyyid Hubyar tüm bunlar Güllüali Köyü’nden. Ben Seyyid Aziz’in en küçüğüyüm: diğerleri. İsmail, Rıza, Hamza, Hüseyin kardeşlerim. Seyyid Hubyar yani amcamın tek oğlu Seyyid Dursun’dur.

Amcazadelerimizin birisi de İmranlı Yazı köyü’ne gitmiş yerleşmişlerdir.

 

Şıh Çoban’ın Sivas merkezinde, Kale’nin altında da bir Türbesi vardır.

Erzurum Horasan’ın Deliler Köyü’nde de Şıh Çoban Türbesi vardır.

Pirimiz Ağucanlar, Rehber’imiz Şıh Çobanlılardır.

Derviş Gever (Gevr) Ocağı, Şeyh Berhi Berhican Ocağı dedeleri de Şıh Çoban Ocağı’na kelle kesmişlerdir, bizlere bağlıdırlar.

 

Alevilik denilince neler söylesiniz?

 

Alevilik İslam’ın gülen yüzüdür. Alevilik İslam’ın güzel ahlakıdır, Hakk Muhammad Ali yoludur. Alevilik önemlisi eline-beline-diline sahip olmanın yoludur.

 

Dedeler kimlerdir, gerçek bir dedenin özellikleri nelerdir?

 

Dedeler Hz. Muhammed ve Fatma Anamız ve Ali’den onların soyundan gelen Seyyid-i Saadet, Evlad-ı Resul olan genellikle de İmam Musay-ı Kazım soyuna dayanan onların evlatlarına denir.

Dedede olan özellikler: eline diline beline sahip olmazsa, Hakk Muhammed Ali yoluna turab olması, kendisinin benliğini içinden atıp, pir huzurunda, özünden kendini ve Hakk’a teslim etmesi gerektiğini, nefsine ağır geleni bir başkasına yapmamasını, Alevilikle ilgili özelliklerin kendinde toplanması gerekir. Kul Hakk’ı yememesi gerekir, nefsine sahip olması gerekir. Yuyucu pak olmazsa pak olunmaz. İçindeki kini kibiri, her şeyi atıp temiz bir özle Hakk’a yaklaşmalı. Talipten de bunu bekleyebilir. İlk önce dede bunu yapacak ki, talibi de aynı yola getirebilsin. Aleviliğin dini İslam, kitabı Kuran’an. Ali bendesi olması gerekir.

Başta Alevi dedelerin, din önderlerinin üstündeki vasıfların neler olması gerektiğini, her attıkları adımdan sorumlu olmaları gerektiğini, dürüstlüğün başta olması gerektiğini düşünüyorum. Bununla bir dede de özellikle hiç kimsede dargın ve küskün olmaması gerektiğini, müsahiplik, görgü kavlinin gerektiğini düşüüyorum. Hz. Hüseyin, Hz. Hacı Bektaş Veli postuna oturmak bununla mümkündür. Ceminin, cematinin bilinçli dedelerin yetiştirilmesi gerektiğine inanıyorum.

CEMAL MUTLUER

 

Burada hizmet yürütüyorsunuz. Ayrıca aynı isimli derneğin yönetim kurulundasınız ve buranın da görevli dedesisiniz. Hüseyin Gazi Sultan hakkında neler biliyorsunuz? Ankara’ya geldiğimiz 1968’lerden beri Hüseyin Gazi olarak bildiğimiz burayı biz her sene ziyaret ederdik. Evlenmeden önce gelirdik buraya kurban keserdik, o zaman yaşlılar dururdu, yabancılar dururdu. Biliyorsunuz biz Aleviler sıkıştığımız anda hemen kurban adarız. Ben buraya 8-10 tane kurban kesmişimdir. En son kurbanım da 1993’de olmuştur. Aleviler buraya geldiği zaman geç giderlerdi yürekten bağlıydılar. Fakat ibadetle, inançla ilgisi olmayanlar buraya hakimdi. Bizler de düşündük, taşındık, inancımızı yaşatmak için buraya sahip çıkalım dedik.

 

Peki neler yaptınız, neler yapmak istiyorsunuz burada? Hüseyin Gazi Türbesi’ne biraz hizmetlerimiz oldu ama eksiklerimiz daha çok. Hüseyin Gazi’nin kendisinden kalma yeri olduğu için duvarla çevirdik üzerini kapattık. Bir dernek odamızı yaptık, türbenin iç kısmını kaldırım taşı ile döşettik, elektriği aldık böyle hizmetlerimiz var.

 

Buraya Alevi/Sünni, karışık farklı inançlardan insanlar geliyor onu biliyoruz. Gelenlerle ilişkileriniz nasıl? Burada mesela kurban kesimi oluyor, dualar ediliyor sanırım dileklerinin gerçekleşmesi için insanlar geliyor. Başka neler gözlemliyorsunuz. Buraya daha çok hangi insanlar geliyor? Bizim buraya herkes geliyor; Alevi’si ile Sünni’si geliyor biz insanları ayırmıyoruz, herkese hizmetimiz aynı ne istiyorlarsa biz yapıyoruz. Buraya yaşlısı da geliyor, genci de geliyor. Kurbanlar kesiliyor. Ben duasını veriyorum, kasabımız kesiyor. Eğer isterseler burada pişirip lokma olarak herkese dağıtıyoruz.

 

Buraya toplu olarak gelme var mı? Tabii. Kurban kesmek isteyen otobüs tutuyor, traktör tutuyor, çevresi ne kadarsa geliyorlar. Kurbanını pişirip lokma olarak herkese dağıtır. Ama bazıları da adak yapıyor burada, kesiyor evine götürüp komşuya dağıtıyor. Biz burada herkese açığız.

 

Alevi/Bektaşi inancına mensup birisi olarak bu inancı nasıl tanımlıyorsunuz. Bir dede olarak nedir, Alevilik/Bektaşilik, ne dersiniz? Alevilik ve Bektaşilik’te bir ayrım yoktur; ikisi aynı biz bu inancı iyi biliriz. Buradaki kurban kesmeler insanlarımızı birleştiriyor. Bazı ilişkileri kopuk insanlarımızı buraya çağırıyoruz akraba, hısım ama çokları da burada tanışıyor belki.

 

Alevilik nedir, dendiği zaman bir Alevi genci veya bir Sünni vatandaş, siz neler söylüyorsunuz ne cevap veriyorsunuz? Alevilik; Hz. Ali zamanından, Ali evinden gelmedir. Sordukları zaman detaylı olarak her şeyi anlatıyoruz, bildiğimiz kadarıyla.

 

Neler anlatıyorsunuz özet olarak? Hz. Ali devamlı haksızlığa karşı durmuştur. Ondan sonraki nesil de haksızlığa karşı olduğu için, onların bu yönüne değer veriyoruz. Önce bizim insanlarımıza, Alevi olarak insanı insan olarak bildiğimiz için, ve yanlışları olmadığı için, Aleviliğin değerlerini anlatıyorum. Alevilik adına doğru olan neyse onları yapıyorum.

 

Peki dedeler neler yapmışlardır ya da dedelere neler yapılması lazım. Dedelerin sorunları nelerdir? Dedeler devletten, bir yerden para almıyorlar, onlar kendi imkanları ile talibin yanına varır. Ama talipten para istemezler, ama onun bir mürşit hakkı vardır. Ama dedenin cebine az yada çok bir miktar koyar. Hiçbir dede talibine demez ki bana şu kadar para vereceksin.

 

Yeni kuşak insanlara eğitim verilmesi gündemde. Peki dedelere bir okul açılması, bir kurs verilmesi olabilir mi, bunu kimler yapabilir sizce? Olabilir tabii. 1993’lerde ben Hacı Bektaş’a gittim orada postta oturan efendilerimiz var; Feyzullah Efendi’nin oğlu Veliyettin Ulusoy var, ben ona bu konuyu önerdim. Eğitim alalım, dedim.

 

Peki senelik olarak oraya gidip icazet alma olayınız var mı, ya da sizin ocak doğrudan oraya mı bağlı? Ben her sene Hacı Bektaş’a gider, icazetname alırım.

Biliyorsunuz bizde bir mürşit, pir, rehber hakkı var. Taliplerimizi gördüğümüz zaman diyoruz ki, bir mürşit hakkı vardır. Mürşidimiz Hacı Bektaş olduğu için bizlerin orada bulanan çelebilere karşı bir sorumluluğumuz var. Beş kuruş, on kuruş, on iki kuruş her neyse, gönlünüzden ne kopuyorsa onu alacağız, dualayacağız, deriz. Ben o parayı alıp giderim Hacı Bektaş’a, o posta oturana sunarım. Çünkü bizim eskiden beri gelenek göreneğimiz olduğu için onu yaparız. O da bana der ki filan köylü Cemal Dede gelmiştir lokmayı getirip bize sunmuşlardır.

 

Sizin kendi yörenizde sorunlar olduğu zaman, dedeler arası sorunlar olduğu zaman gidip onlardan mı yardım istiyorsunuz, onlar mı yazı yazıyor? Mesela filanca yörede filanca ocağa bağlı filanca dedenin şu sorunu bilinmektedir, fakat bunda bir mesuliyet yoktur, gibi bir yazı var mı, buna benzer şeyler olabilir mi? Dedenin de olabiliyor, talibin de.

 

Dedenin var mı? Sizin var mı? Tabii oluyor. Bazı sorunlar vardır çözülemiyor. Bir düşkünlük olayı vardır, dede bunun altından kalkamaz.

 

Dergaha mı gidiyor, Hıdır Abdal Ocağı’na gitmiyor mu? Hacı Bektaş Dergahı’na gider.

Gider der ki Hacı Bektaş’a git, Hacı Bektaş’a durumun ne ise onu anlat. Aynen yazar. Der ki benim şu suçum vardı, okudum aynen şu durumu tatbik ediyorum, bu adam üç sene sonra görülür veya buna şu cezalı işlemler yapılır, der yazar gönderir.

 

Sizin durumunuz, özellikle İç Anadolu Alevileri’nde olduğu gibi, bizim Şiran yöresindeki Sarıbal Ocağı’nın durumuyla hemen hemen aynı. Bu ocağın dedesi İbrahim Günel Dede ile yapmış olduğum söyleşide de benzer sonuçlara ulaşabiliyoruz. (Dedeliğin babadan oğula geçmesinde veya her yıl veya belli dönemlerde icazet yenilemelerinde olduğu gibi durumlar, çözülemeyen önemli problemlerde olduğu gibi.) Siz kendi yörenizdeki ocaklı olmakla beraber, piriniz Pir Sultan olmakla beraber, sorunlarınızı veya sıkıştığınız durumu her sene Hacı Bektaş dergahına gidip oradaki Ulusoylar’a (Çelebiler, Efendilerden)  danışarak bu sorunları aşma yoluna gidiyorsunuz.

Sorunum olduğu zaman benim dedem benim sorunumu çözer. Eğer benim sorunumu dedem çözemiyor ise o zaman der ki, senin sorununu ben çözemedim bir üst mahkeme olarak Hacı Bektaş’a git, orada çöz, der.

 

Cemal Dede her yıl taliplerinden para toplar, Hacı Bektaş’taki Pire gönderir. (Gülağ Öz)

 

CEM DERGİSİ, SAYI: 97, OCAK 2000