HAMZA TANAL MÜREBBİ - AYHAN AYDIN

HAMZA TANAL

 

(MÜREBBİ- AKÇAENİŞ KÖYÜ / ELMALI / ANTALYA)

 

(1930 -  27 Kasım 2007)

 

AYHAN AYDIN

 

Tahtacı Türkmen geleneğinde önemli  bir kurum olan Mürebbilik, bu yapı içinde aslında Ocakzade dedelerin en önemli yardımcıları olan inanç önderlerini ifade eder. Temelde Yanyatır ve Hacıemirliler diye iki ana ocak gurubuna dahil olan Tahtacı Türkmen Aleviler’de maalesef dedelik kurumu oldukça zayıfladı. Bu konuda Veli Asan gibi çaba harcayan yazarlar, aydınlar ve duyarlı bazı vatandaşlarımızın olması sorunun çözümünü çok kolaylaştırmıyor. Bu büyük Türkmen gurubu içindeki ibadetlerin yerine getirilmesi için mutlaka dede ocaklarından insanların desteklenip, yetiştirilip bu büyük ocakların kurumamasına çalışmak gerekir.

Çok uzun yıllar tüm Türkmen obalarında, boylarında semahlarını dönen, cemlerini yapan Tahtacılar da dedelerin baş rehberleri, yardımcıları olan mürebbiler de artık çok azalmaya başladı. Çağımızın yaşayan en ünlü mürebbilerinden Hamza Tanal’la yaptığım söyleşinin tarihe bir kayıt düşme açısından önemli olduğuna inanıyorum. Söyleşimizde Hamza Tanal kendisine yöneltilen soruları içten bir şekilde yanıtlarken, bizi de bu konularda yani mürebbilik, Tahtacılar, dedeler gibi konularda aydınlatmaktadır.

Uzun süredir felçli olarak, yatalak bir vaziyette son çilesini dolduran bu Alevi - Türkmen inanç öncüsü aydın mürebbimizi bu vesileyle bir kez daha selamlamak istiyorum.

Evinin önünde söyleşi yapmak için gittiğimiz Hamza Tanal  biz soruları sormadan konuşmaya başladı. Biz de sözünü kesmeden, dinledik. (Söyleşinin ilk okumasını yapan Hazma Tanal’ın kızı Öznur Tanal’a da teşekkür etmem gerekiyor.)

 

Bir adamın eli bozuksa o yezittir, beli bozuksa o yezittir, Yezid’i Muaviye’yi kendinizde arayalım, Hüseyin’i kendimiz de arayalım, Abdal Musa’yı da kendimizde arayalım. Bak Daimi ne diyor;

 

Bir gerçeğe bel bağladım

Aldı benliğimi, yok etti beni.

 

Benlik nedir biliyon mu? “Gurur, kibir, benlik, bunları aldı benden” diyor. “Hamur etti yoğurdu fırında pişirdi”, diyor. “Ustam sofraya yatırdı beni, çiğnediler” diyor. Daimi bak neler söylüyor. Hep vücuttan (içten, özden) konuşuyor, şimdi baktım bulamadım onun bandı yok. Daimi gerçek evliya idi. Daimi, Aşık Veysel. Bak Atatürk dedi ki; “Can gözünü açacağım, kafa gözünü açacağım”.  Can gözü açıktı Aşık Veysel’in. Daimi’nin can gözü açıktı, baksana bir mürşide teslim olmuş ki; “Bir gerçeğe bel bağladım erenler” diyor, “o gerçek mürşidimmiş (yol gösterici)” diyor. Oradan el almış. Onun bandını bulun bak neler söylüyor. Ben diyor, ırmağa karıştım, denizden denize götürdü aşk beni, diyor. Neler neler söylüyor, neler. Uyandırmak için aşıklar, dedeler, dervişler, bektaşlar söylemiş, söylemiş. Bak ne diyor Mahzuni;

 

“Ey Arapça okuyanlar,

Allah Türkçe bilmiyor mu?

İngilizce, Fransızca,

Bize hitap  etmiyor mu? ”

 

Allah’a karşı geldiğini meydana koyuyor. Ne anlayacak şeriat bundan, hoca ne anlayacak? Bu şeriat değil yavrum şeriat var şeriat içinde.

 

Sizin anladığınız şeriat nedir? Tarikat var tarikat içinde, marifet var marifet içinde, hakikat var hakikat içinde. Bunun için de Muhammed 27 gün bir hurmayla çile çekmiş, anladım mı? Hz. Hüseyin, Ehlibeyt çile çekmiş. Hacı Bektaş’a gittin mi? Çilehanesini gördün mü?  40 gün bir zeytin tanesiyle çile çekmiş. Ama kötü huylar gözünün önüne gelecek  sıkmıyor, kendi kendini sıkıyor, bağırıyor işte kurban keseceğim, diyor oradan çıkıyor. Hacı Bektaş Kırkların sülalenin ziyaretin içinde gidiyorlar, debeleniyorlar. Kırklar burada çile çekmiş diye, onun için zor bu işler, kolay değil. Bu işler zor işler, kolay değil. Çile çekmek lazım, yürümek lazım, ulaşmak lazım.

Bunun 5 ismi var çile, niyazet, halvet, inziva, erbain. Bunu çile çeken dervişler bilir, çile çeken dedeler bilir. Ben öyle dede arıyorum bu alemi terk etmiş, vücut alemine girmiş. Muhammed ölmeden evvel dünyadan elini eteğini çekmiş, anladın mı? Nefsini ayağının altına almış, diyor ki;

 

“Nefsinin alırsan ayak altına,

O zaman geçersin sultan tahtına.”

 

Erenler kazanmış ama neyle? Çalışmakla, maddi ve maneviyatla. Zenginin birine şurada geldi ayağa kalkmadım. Dedim ki;“ - Sen gururunu, kibrini,  çiftlikte bıraktın geldin mi ?” dedim. “ – He” dedi. “Bunların vebali sana. Aç doyurdun mu, çıplak giydirdin mi, düşkün kaldırdın mı, zenginin sultanı oldun mu? ”. Yoksa öyle ben zenginim demekle, güzelim demekle ne güzelliğine doyar, ne zenginliğine doyar, ne oldu, ne var, ne olacak. Evvela “Neydim?”, sonra “Ne oldum?”, sonra “Ne olacağım?” “Ne oldum?” diyenin vay haline. “Ne oldum?” diyen Hakk’a varamaz. “Ne oldum?” diyen bir yere gidemez. Onda gurur, kibir vardır.

 

“Kırma gönül şişesini yapan bulunmaz,

Yıkma Hakk’ın binasını ören bulunmaz.”

 

Yine Daimi söylüyor onu herhalde. Aşıklar uyandırmak için neler söylemiş. Aşık Veysel ne diyor; “Benim sadık yarim kara topraktır.” Aşık Veysel’in bandını alın da dinleyin neler söylüyor. Can gözü açıktı Aşık Veysel’in. Can gözü açıktı,  “Gönül gözü” de diyorlar ona ya.İşte gönül gözü de aynıdır.  Aynı şey.İkisi birdir yani. Gönül gözü demek, can gözü demektir. Bir kişi inancı olmazsa benim yanıma oturmaz. Ben de onun yanına oturmam. Çünkü ben ona bir şey veremem, o da benden bir şey alamaz.

 

Efendim tekrar hürmetler diyelim. Şimdi bizim dedelerimiz, ozanlarımız, babalarımız, aşıklarımız, mürebbilerimiz bu yolu sürdürenler... Yüzyıllar boyunca bugüne getirenler yani yaşayan değerlerimiz, erkanları yürütenler, eğrisiyle doğrusuyla... Hayatın türlü güzelliklerini, çirkinliklerini getirenler sizlersiniz, o yüzden size borcumuz  büyük. Sağolun. Allah razı olsun.

 

Sözlü kültürü yaşatan sizlersiniz, uygulayan sizlersiniz, uygulatan bize doğru yolu gösteren sizlersiniz. O yüzden bizim buraya gelmemizde ki meramlarımızdan birisi de sizin fikirlerinizi daha genişçe duymak, dinlemek. Çünkü aynı isim altında olsa da dedeler, babalar, mürebbiler, aşıklar... Her biri birbirinden değerli. Tabi, tabi. Kılıç kınını kesmez. Birbirimizle övünürüz. Hepsine saygımız var.

 

O yüzden sizin de ayağınıza geldik. Sağolun, Allah razı olsun.

 

Sizinle de bir söyleşi yapmak istedik. Tabi Alevîlik/Bektaşilik yani çok derin anlamlar yüklenen şeyler. Alevîlik/Bektaşilik deyince siz ne diyeceksiniz, siz nasıl yorumluyorsunuz? Neler getirmiştir Alevilik, Anadolu’ya, Türk insanına neler katmıştır. Onun ayırt edici yönleri nelerdir, Sünnilerden farklı olarak? Mesela işte Kuran-ı Kerim’i bizim farklı algılamamız var, dini farklı algılamamız var, yaşamı farklı algılamamız var. Sizin gözünüzle, ağzınızla dinleyelim. Tabi, hay hay.  Alevîlik/Bektaşilik? Alevî belden gelmedir,  12 İmam neslinden gelen dedelere bağlıdırlar. Bektaşi ise koldan gelmedir. Bir Ermeni, bir Hıristiyan, Bir Yahudi, bir Pomak, bir Boşnak, bir Çerkez, Bektaşi olabilir. Alevî ise 12 İmam neslinden gelenlere bağlı olanlardır. Bunlar tahsil terbiye insan üzerinde bir maskedir. Maske açıldığı zaman asıl neyse foya meydana çıkar. Bu tahsili terbiyeyi hem maddiyat, hem maneviyat bozar. Ama asılı ne maddiyat bozabilir ne da maneviyat. İnsanın  en izzetli varlığı hanımıdır. Onu dahi teslim etsen bir Alevi hayati pahasına dahi olsa ona bir art niyet düşünmeden o emaneti yerine götürmeyi düşünür. Bektaşi için de bu böyledir. Yalnız farklı milletler de Bektaşi olduğu için arada fark var. Asıl azmaz, bal kokmaz. Alevi baldır. Bektaşiler de bu yola hizmet veren insanlardır. Ama bak mesela fakir 70 yaşındayım, bizden kız alıp kız vermeyi asla istemezler (Bektaşiler).

 

Aleviler Orta Asya’dan uzun yılları kapsayan bir göçle geldiler. Kızılbaşlık nedir, yani Alevîlik? Özde Kızılbaş terimi vardı, daha önceden Rafizi dendi, Işıklar dendi, Kalenderiler dendi. Sonradan Alevî ismi verildi. Temel de fark yok, ama  kelimenin kökü nereden geliyor? Uhud Harbi’nde Hz. Peygamber’in bir dişinin şehit olması, yüzünün yaralanmasıyla orada çukura düşmesi zamanında Peygamber şehit oldu deyince nasıl dağılıyor. Onun muhtelif noktalara koyduğu Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar falan kaçıyorlar. Peygamber tabi orada şehit oldu diye çukura düşüyor, İslam cengaverinden bir cengaver onu muhafaza ediyor. Ondan sonra o harpte Hz. Ali yokmuş. Cebrail Aleyselam nazil oluyor, ya kardeşim Muhammed, Hz. Ali’yi imdadına çağır, deyince; Yetiş Ya Ali!, diye çağırıyor. Ali Uhud’un başında Devret Boğazı var, orada o şeyleri aşireti reislerine karşılaşıyor, ne oldu Peygamber şehit oldu, biz de kaçıyoruz, diyorlar ki; Peygamber iki cihanın serdarı o tatlı canın, nazik tenin sahibiyken İslam dini uğruna şehit olmuşta siz daha mı yücesiniz falan filan kaçmasaydınız size yazıklar olsun diyor, iniyor aşağıya. Arıyor ki Peygamberi cesetlerin altında buluyor, yüzü yaralanmış, dişi şehit olmuş, kanlar akmış. Ya Resulullah, diyor senin temiz kanın Kureyş kafirlerinin ayağının altında çiğnenmeye layık değil,  imamesini alıyor, sarıyor başına.

Peygamberi sırtına alıyor, yürüyor. Onun ölmediğini fırsat bilen Kureyşliler tekrar hücuma geçiyorlar. Hz. Ali’ye diyor ki beni bir kayaya yasla yaralı ya, yaslıyor. Ali onlara hücum ediyor püskürtmek için. Ali’nin kılıcı kırılıyor, Ali’ye Zülfikâr’ı veriyor. Ali kılıcı öyle sallıyor ki, Kureyşlilere. Peygamber de arkadan tarif ediyor, onların hücumuna göre, “ Sağdan ya Ali, soldan ya Ali,” diye. Onlara püskürttüğü zaman “Kaçın Kızılbaş geliyor, Kızılbaş geliyor,” diye söylüyorlar. Gerçek Kızılbaşlığın anlamı bizim buradan doğuyor.

 

Yani İslamiyet’in ilk döneminde diyorsunuz, bir de tarihçilerde belirtiyor ki Safeviler döneminde Şah İsmail Hatayi’nin müritleri... Evet, o zamanda Şah İsmail Safevi’nin askerlerinin başına bağladığı.

 

Yani İslamiyet’in ilk döneminden geliyor, Şah İsmail de hatta onun da ataları Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar da o Ehlibeyt döneminde ki Kızılbaşlık manasını kullanıyorlar. Tabii o oradan gelen efsane ve ananeyi devam ettiriyorlar. Şimdi bize Kızılbaş dedikleri zaman biz huzur duyuyoruz. Ne mutlu, ne mutlu. Eğer Kızılbaş böyleyse siz Peygamber şehit olmuş deyince kaçıyorsunuz ama bizim ki ateşin içine geliyor, kalenin de ayak altında çiğnenmesini istemiyor.

 

Şimdi dedelerimiz ocaklara bağlı. Ocaklar da kutsal mekanlar, oradan kaynağını alıyorlar, öğretilerini alıyorlar. Ocak sizce nedir? Yani ocağın önemi nedir Alevîlikte? Ocak, şimdi aşiretin aslımız göçmen. Aşiretin geldiği zaman her toplumun bir ocağı var. Çevre genişledikçe anlıyon mu? Ocak kutsal olan yani evin ateşi, menbağı, temeli. Örneğin Elazığ, Erzincan, Tunceli arasında Koca Seyit, Köse Seyit, Mir Seyit, Seyit Mençek. Ağuçan, Hıdır Abdal, Koyun Abdal, Güvenç Abdal, Yanyatır var. Bizim ocak ona bağlı (Yanyatır). Bir de Hacı Emirliler var. Biz Yan Yatır Ocağı’na bağlıyız. Hacı Emirli, İslahiye’nin Kabaklar Köyü’nde.

 

Yanyatırlılar, Hacı Emirliler. Yani Tahtacı – Türkmen, Alevi ocakları? Onu da şöyle diyim şey ayrılıyor. Yanyatırlılar 12 erkanlı, Hacı Emirlilerin de  16 erkan olduğundan bahsediliyor. Ama erkan 12’dir. Gökçeli, Mazıcı, Cicili, Üsküdarlı, Cingöz, Aydınlı, Nacarlı, Yağlı, Elemetli, gibi 20/25 oymak ayrılıyor böyle. Fakat bunlar dediğim gibi Hacı Emirli ocağıyla, Yan Yatır Ocağına bağlı. Kolları, oymaklar aşiretin oymakları bu. Aşiretin oymakları bu temelde iki tane ocak var, ona bağlı diğer bölümler var.

 

Siz hizmetleri sadece Akçaeniş’de mi yapıyorsunuz, yoksa başka yerlere de gidiyor musunuz? Gitmiyoruz, sadece kendi bölgemizde.

 

Siz de hiyerarşi nasıldır? Yani pir, mürşit, rehber işte mürebbi, mürşit... (Bektaşilerde derviş, baba, halifebaba, dedebaba) Sizde ki sıralama nasıldır? En büyük mürşit var, ondan sonra dede var, ondan sonra mesela bizler mürebbi diyoruz, “Öğretici”. Evet mürebbi öğretici mürebbiye kadın, mürebbi erkek.

 

Mürebbinin altında bu hizmeti yürüten yok. Yok.

 

Şimdi mürşidiniz kim sizin? Bizim mürşidimiz esas mürşidimiz Muhammed, rehberimiz Ali. Mürşitlik öldü, mürşit diye bir şey yok, kalmadı şimdi yok. Fakat  erkanı Ehlibeyt süreğini devam ettiriyoruz. Karınca kaderince.

 

Mürşitlik, Pirlik, Rehberlik... Yani bunların kökeni nereden geliyor? Mürşitlik nereye dayanıyor? Kökeni Ehlibeyt’ten geliyor ya, Hz. Muhammed ve Ali’den ondan sülbünden (soyundan) gelen 12 İmamlar’dan.

 

Peki mürebbi diyorsunuz ama dede yok mu? Yani siz bu yolu öğretiyorsunuz, yayıyorsunuz bir de dedeler var. Yanyatır Ocağı’nın dedeleri yok mu? İşte o dedelerin kökü geçti (kurudu). Onun sülbünden kalanlar dejenere olmuş.

 

Şimdi efendim biliyorsunuz Alevî cemlerinde yolu, adap, erkanı yürütmek için buyruklarımız var. Dedelerimiz bunlarla yüzyıllar boyunca cemleri yürütmüşler, peki sizlerin buyruklarınız var mı? Ya da sizin elinizde metinler var mı, yazılı metinler. Yani ibadetlerde, cemlerde, cemaatlerde, herhangi bir törende, musahiplikte, kurban tığlama da diğer şeylerde baş vurduğunuz kaynaklar var mı? Eliniz de var mı, siz nasıl öğrendiniz, kimlerden öğrendiniz? Şimdi Alevî aydınlarımızın çıkardığı kitaplar var. En başta ki bizim rehber olarak buyruğumuz İmam Cafer Buyruğu.

 

Şeyh Safi Buyruğu diye de bir buyruk? Şeyh Safi yani o da bir yerde ocaktan oradan gelme.

 

Onun bir belgesi var mı? Tabii. İmam Cafer Buyruğu var.

 

Yok siz gördünüz mü, uyguluyor musunuz? Sizde İmam Cafer Buyruğu mu var? Evet. Mesela o iki Hacı Bektaş nüshası var, Maraş nüshası, İzmir, Malatya nüshaları var falan aynı, değişen tarafı yok.

 

Burada bir şeyler kullanma olayı  var mı pençe gibi? Pençe-i Ali Aba. Eskiden tarik var, pençe var. Ama şimdi pençe-i Ali Aba.

 

Siz hangisini kullanıyorsunuz? Pençeyi kullanıyoruz, Pençe-i Ali Aba’yı.

 

Siz diğerleri dediniz ki; “Yolu sürmüyorlar”. En azından bildiğiniz kimler var. Yanyatır’dan olsun, Hacı Emirliler’den olsun. Şu anda bildiğiniz var mı? Onların çocukları ya da o yolla ilgilenen hiç kimse yok mu? Yanyatır ocağından, yani ziyaret eden, sizin ziyaret ettiğiniz? Hiç kimse yok.

 

Şu anda gençlerin Alevîliğe bakış açısı nasıl, duyguları nasıl? Şimdi belki dün seyrettiniz, Serdar (Hamza Tanal’ın oğlu) bu işe çok önem veriyor. Serdar da iki senedir bu işle çok uğraşıyor. Tabi bu arada bizim de yalnız olmamız dolayısıyla maddi manevi zararımız oluyor. Bu da bizim için bir kâr sayılır. Anane gelenek kaybolmasın. Ama biz Alevîyiz, bizim kendimize özge bir kültür felsefemiz var, bu mümkün. Dedelerimiz, babalarımız bu zamana kadar bunu devam ettirmiş, biz niye bunu bırakalım, kaybedelim.

 

Muharrem orucu gibi kutsal günler var, törenler var. Bunlar yürüyor mu bu köyde? Yürüyor. Bilhassa Muharrem ayında aşağı yukarı 7’den 70’e böyle matemli günü kutlar günü değerlendirmeye çalışırlar.

 

Orada Hz. Hüseyin’in şehadeti için mersiyeler, okunuyor mu? Okunuyor.

 

Gençler iştirak ediyor mu? Ediyor.

 

Bu evliyalar, ermişler, erenler, dervişler yani yüz yıllardır insanların gönlünde taht kuran ulu insanlar... Alevilik Onların felsefesi çevresinde gelişen bir inanç ve kültür. Her biri kendi çevresini aydınlatmış, ısıtmış. Kendine bağlı olanlar olmuş, oradan feyz alınmış. İşte Hacı Bektaşi Veliler, Abdal Musalar, Kızıldeliler, Nesimiler...  Bunlar kim? Yani bunlar neyi ifade ediyor. Bunları nasıl görüyorsunuz? İnsanlık aleminde gariplerin yanında yer alan Hak ile hak olmuş, Hakk’ın vahdaniyetine dahil olmuş, zalime boğun eğmemiş nuru vahit kişiler. Böyle Hacı Bektaşi Veli, Türkiye’de öz Türkçe’yi aşılayan kişi. Abdal Musa büyük bir evliya, Hacı Bektaşi Veli ile amcazadeler. Bunlar açları doyurmuş, çıplakları giydirmişler, zalime boğun eğmemeyi öğretmiş. Kendine inananları bir çevrede toplamışlar. Mesela biz kötüleri bile affedebiliyoruz. Asılmışız, kesilmişiz, yüzülmüşüz, yakılmışız yine de boğun eğmiyoruz zalime. Ölüm bizim için minnet, zalimlere boğun eğmek en büyük zillet, eğilmeyeceğiz. Bugünle yarının hiç farkı yok.

 

Yanyatır Ocağı’ndan biraz bahsedelim. O ocak hakkında, o ocağın işlevi, çevresindekiler, bugünkü durumu hakkında neler söylersiniz? Şimdi bu Yanyatır Ocağında aklım erdiği kadarıyla gelen mürşitler, dedeler vardı. Hiçbir bilinçlisi yoktu.  Kısmet dağıtırken o toplumunda her ocağa verilirken birisi yan yatmış, sen niye yan yatıyorsun diye falan diye “ - Yan yatır!” falan diyince ona da verilen kısmette “Yanyatır Ocağı” olarak geçmiş. Ama mürşitlerde, dedelerde, babalarda, baba da geliyordu onlarda fakat bilinçli, aydını yoktu hiç.

 

Ne gibi yani? Bilinçli, aydından kastınız nedir? Siz nasıl olmasını istiyordunuz, onlar nasıldı yani? Şimdi bizim 12 erkânımız var, 4 kapı 40 makam da var. Bunlardan bize detaylı bilgiler vermiyorlardı. Vermesini söylediğimiz  zaman da Kızıl Necati isimli bir adam vardı, dede, bir gün dedim ki ayini cemde, ikrarlıyım ama gidip geliyorum, “Dede” dedim, önüne niyaz oldum;

“Biz Alevîyiz, bize diyorlar ki; Kızılbaş, gusül etmez, tavşan yemez, mum söndürür falan diyorlar, biz de buna yanıt veremiyoruz, biz gerçek bu muyuz, yoksa abdest alıp, namaz mı kılalım? ” falan dedim. O da beni tersledi.

“Kim bu adam ya?” dedi, “Ben bu yaşa kadar dedi, daha bana böyle soru yönelteni görmedim.” falan dedi. Beni dövecekler, ayini cemin adamı. İsmail diye birisi var. Dedi ki; “Dede, bak biz yaşlandık, dede var “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” demeden başka hiç bir şey bilmez. Haklı söylüyor çocuk” dedi. Ya bize öğretin, yahut ta bu dedelikten vazgeçek. Kaynaklarını verin bize, kitap alın okuyun diyin”, dedi. Artık bu aşağı yukarı 25-30 sene evvel.

 

Yani 25-30 sene önce cemler yapılıyordu. Şu anda yapılıyor mu? Şimdi yapılıyor da mesela fakirim şimdi 10-15 talibim var.

 

10-15 talibiniz var. Nerede 10-15 talibiniz? Bu köyün içinde.

 

Diğer Tahtacı Köyleri nelerdir bu yöredeki? Şimdi burada başka Tahtacı Köyü yok. Kaş da var. Karacayer var. Finike de Çatallar, Gökbük, Turunçova da Menekşelik Mahallesi, efendim Yeniköy var. Kumluca, Hızır Kahya, Toptaş, Sırımlı, Baymak var. Bunlar Tahtacı aşiret.

 

Peki siz kendinizi ne olarak nitelendiriyorsunuz, Türk, Türkmen veya bir başka bir şey, Tahtacılar? Tahtacı Köyü.

 

Ama ne deniyor yani Tahtacı, Türkmen diye bir şey kullanılıyor mu? Türkmen, mesela onlar, Alevîlerin hepsi Türkmendir. Fakat Çanakkale’de, Balıkesir’de Türkmenlere “Çepniler” denir. Dede şimdi bir insan 18 yaşına girdiği zaman, bir eş kendine seçtiği zaman orada bir şey olunuyor, şey alınıyor. Allah’ın emiyle, Peygamberin kavliyle orada. Kız isteme.

 

Doğum da ölüm de nedir? Ölümde ölen kişi musahipliyse onun başına musahipliği, yetkili mürebbiler delil uyandırırlar.

 

Bu nedir? Ateş, mum yakacaklar, sabaha kadar onun başı beklenir.  Matem müziği çalınır.

 

Matem müziği neyle çalınır? Sazla, curayla.  Sazla matem müziği çalınacak sabaha kadar. Beyitler, ayet makamları söylenir, herkesi duygulandırır, ağlanır.

 

Ölüm nedir, yani nasıl algılanıyor ölüm. Ölüm deyince insanların kafalarında ne var? Ölüm deyince Hakk’a göç eden kişidir. Ölüm önemlidir. Tören yapılması lazım.

 

Efendim çok sağolun, sizi daha fazla yormayalım.

 

Söyleşi: 7 HAZİRAN 1998, AKÇAENİŞ KÖYÜ – ELMALI -ANTALYA

 

Akçaeniş, Hamza Tanal (Mürebbi)

Günümüzde Mürebbilik geleneğinin en önde gelen temsilcilerinden birisi olan ve ünü tüm yöreye yayılan Hamza Tanal’ı hasta yatağında ziyaretim beni oldukça etkiliyor. Daha önce birçok kez buluşup söyleştiğim, sohbet ettiğim, Abdal Musa anma etkinliklerine katılan yazarların, sanatçıların uğrak yeri, nice dostlukların kurulduğu, adeta bölgedeki Tahtacı geleneğinin odaklandığı, sergilendiği, herkese açık bir ocak evi, dede evi, muhabbet evi Hamza Tanal’ın evi bu sefer beni hüzünlendirip ağlattı, aynen kendisi beni gördüğünde ağladığı gibi.

Hey gönlü yüce, soyu yüce, karekteri yüce dost insan; hey ak yüzlü, ak börklü, ak yürekli Anadolu ereni! Bu kapılardan kimler geldi, kimler geçti? Hepsi senin sohbetinden, deminden demlenip, esriyip Aleviliğin, Bektaşiliğin, Tahtacı Türkmen geleneğinin zenginliklerini senden dinleyip, coşmuş nice güzellikler yaşamışlardı. Umuyor ve diliyoruz tekrar ve tekrar sabahlara kadar süren yarenlikler devam eder, o büyük ceviz ağacının altında bir lokmanın kırk parçaya bölündüğü, bin bir umudun filizlendiği gün ağarma vakitleri sohbetlerin tadına varılamadan sofra başlarından tekrar kalktığı günleri tekrar yaşarız.

23 Haziran 2002

(Hamza Tanal’ı 27 Kasım 2007’de Kaybettik. Ruhu Şad Olsun.)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile