İHSANİ SIRLIOĞLU - AŞIK İHSANİ –

İHSANİ SIRLIOĞLU

-      AŞIK İHSANİ –

(1932 - 21 Nisan 2009)

Aşık İhsani, Türk Halk Ozanlığı içinde kendine has bambaşka bir üslup geliştirebilmiş ender ozanlardan birisidir.

Aşık İhsani, ozanlığının yanı sıra, politik kimliğiyle de, kişisel farklılıklarıyla da uzun zaman gündemde kalabilmeyi başarabilmiş benzerleri arasında da belki de ilk olarak, yurt dışına taşan ünüyle, kasetlerinin yanında kitapları, kıyafeti, evlilikleriyle olduğu kadar, siyasi bir partiden milletvekili adayı olmasıyla da, belleklerde yer etmiş bir isimdir.

Aşık İhsani, uzun saç ve sakalıyla sahneleri inleten, sazını çok özgün bir şekilde çalabilmesinin yanında, onu düşüncelerini çok geniş kesimlere ulaştıran için ustaca kullanabilen sanatçıydı.

Uzun zamandan beri Diyarbakır’da yaşamını sürdürmüş Aşık İhsani geçmişte yayınladığı kitaplarını yeniden düzenleyip yayınlarken, anılarını da yeniden imbikten geçirip derlemenin yanı sıra, yeni ürünleriyle de; yaşama, hayata dair görüşlerini yansıtmaya uzun zaman devam etmiştir.

Kitapları, söyleşilerle, insan öyküleriyle dolu kitapları. Kendisi hani çok yönlü bir ozan dedik ya, gerçekten de gazeteci bir yönü de vardır Aşık İhsani’nin.

Ağaların dünyasını çok iyi bilen İhsani onların zulmünü anlattı eserlerinde, tarlada işçinin, emekçinin alının terinin davasını güttü yazılarıyla. Anadolu’yu gezdikçe sevmiş, sevdikçe coşmuş, kederlenmiş ama yiğitçe bu insanların hem dertlerini, hem de destansı hayat öykülerini çok lirik bir şekilde yazmıştı.

Avusturalya’ya da bir uzun gezisi vardır İhsani’nin...

Anadolu’da Ağalı Dünya’nın, yeni dünya denilen bu topraklarda insanların nasıl Beyaz Köle yapıldığını ne müthiş anlatmıştı.

Davası insanlık davasıydı, kavgası emekçinin kavgasıydı.

Sadece şiirleriyle değil, gezi notlarıyla, söyleşileriyle de insanımızın senfonisini yazma uğraşırsındaydı Aşık İhsani.

O bir Sırlıoğlu’ydu; sırlar içindeki dünyayı hem devrimci bir sesle sislerinden arındırmak isterken aynı zamanda insana ait sırları da çözme yarışındaydı. Kükreyen sesiyle okyanusların dalgalarına benziyor, her dalganın yüzüne vurmasıyla saçları bu suyla besleniyor, saçları ve hayalleri ülkesinin hayalleri gibi uzuyordu.

Kendisiyle telefon aracılığıyla başlayan tanışıklığımız derin bir muhabbete dönüştükten sonra, eserlerini yeni baştan okumamdan sonra yazılı olarak kendisine ulaştırdığım yazılı sorularıma, yazılı olarak gönderdiği yanıtları alıp, bu söyleşi metnini Pir Sultan Abdal Kültür Dergisi’nde yayınlandıktan sonra, Onunla telefon ve mektupla bağlantımız artarak devam etti.

Nihayetinde 2002’da Anadolu’yu kapsayan araştırma gezim esnasında Diyarbakır’ı kapsayan alan araştırmalarımız esnasında CEM Vakfı Adıyaman Gölbaşı Şube Başkanı Niyazi Aslan’la kendisini iki kez ziyaret ederek uzun saatler süren kamera çekimli, söyleşiler yaptım.

Onu çok daha yakından tanıma fırsatını yakaladığım bu görüşmelerimden sonra Aşık İhsani’nin nasıl bir yurtsever bir aydın, ülkesinin sorunlarını nasıl yakından takip eden, halkının dertlerini kendisine dert edinen, ülkemizde sürüp giden emperyalist işgale karşı nasıl eskiden olduğu gibi mücadele etme aşkının nasıl hala canlı olduğunu açıkçası heyecanlanarak görüp yaşadım.

Ezgilerini dertli dertli çalan sazının tellerinde yine yanık sesiyle dillendiren Aşık İhsani, yeni eserlerinde bu sefer, Anadolu’nun tümüyle sevgi ve dostluk felsefesinin harmanlanmasına rağmen büyük çilelerle kavrulmuş Alevi kesiminin yangınlarının da yansıtan çalışmalarıyla dikkat çekiyordu.

Evi özellikle oturma salonu, bir müzeyi andıran Aşık İhsani; kendisine yurt içinden ve yurt dışından hediye edilen onlarca armağanı bizlere gösterirken çok neşeli ve mutlu görünüyordu.

Duvarda kendisinin yaptığını öğrendiğimiz bir yağlı boya tablo ise gerçekten de görülmeye değer doğrusu.

Fotoğraflar, fotoğraflar… geçmişin tanığı, belleğinin canlı belgeleri fotoğraflar… Duvarlardan derken, albümlerden taşıp, bir dönemi devri bize hatırlatan, tanıtan afişler, resimler, belgeler, fotoğraflar, kitaplar, plaklar, dergiler…

Öyle çok anlatacak, söyleyecek şeyi var ki; öyle anıları, projeleri var ki o anlatırken şaşıp kalıyorsunuz, hayranlıkla dinlemekten başka yapacak fazla bir şeyiniz yok zaten.

 

Çaldın, söyledin İhsani.

Sadece saz değil davul da çaldın İhsani.

 Zalimin yüzüne tükürdün İhsani.

Ağanın anasına avradına sövdün İhsani.

Çok okudun, sordun, sorguladın bir aydın ozan oldun İhsani.

Diyarbakır kalesinin taşları gibi yıllanmış şarap tadında şiirler yazdın İhsani.

Faşistin, Muaviye’nin, Yezit’in postunu yere serdin İhsani.

Zifiri karanlıkta bir güneş oldun doğdun İhsani.

Gürzünü eline aldın zalimin başına vurdun İhsani.

Coşkuna coşkular kattın dünyayı gezdin İhsani.

Çok sevdin, sevildin, Baltasını Biledikçe Biledin, cellatların sevincini kursağında bıraktın İhsani.

Haykıran bir yürektin, dostlara dost, düşmanlara düşman oldun İhsani.

Sırlıoğlu’ydun ne de güzel yakıştı bir Aşık İhsani olarak gönüllere aktın büyük ozan.

 

AYHAN AYDIN

 

Türkiye’de halk ozanı denince ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Birçok kitabınız yayınlandı, sizinle birçok kez röportajlar yapıldı. Fakat ben yine de sizden yayınlanacak kitapta kalıcı olması için yaşam öykünüzü yine sizin ağzınızdan ayrıntılarıyla almak isterim.

Türkiye’de sosyalist harekette yer almış bir ozanımızsınız, niçin sosyalizmi seçtiniz? Kendinizi niçin sosyalizme yakın buldunuz da türlü zorluklara karşın bu düşünceyi hala savunuyorsunuz? Türkiye’nin yönetimden kaynaklanan sorunlarını şiirlerinizle, eylemlerinizle çok çarpıcı şekilde yansıtmaya, dile getirmeye çalıştınız. Sizce temel sorun neydi ve nedir?

Babam Diyarbakır’da öldügünde ben 3 yaşındaydım. Dul ve yoksul anamın boynuna bir hükümlüye takılan zincirler gibi takılakalmışım. Diyarbakır’da o ara kıtlık da vardı. Kim / kimsesizlik, yok / yokluk... Anamın beline boynunu bir iyice bükmüştü... Buna karşın anam zaman zaman, Muş / Varto’lu Seyit Mehmet Baba’nın kızı olduğunu söyler söyler övünürdü...

Altı yaşıma basmıştım. Anamın kendisi şöyle dursun, beni bile besleyemiyordu. Bu nedenle açlıktan ölmeyim diye beni bilmediğim köylere, adamlara gönderdiydi. İşte bu nedenle, çok istediğim halde okula gidemedim.

Günler, aylar, yıllar geçip gidiyordu. Çalışıyor, eziliyor, büyüyordum. Çalıştığım köyler, adamlar Alevi değildi. 17 yaşıma basmıştım. Erzurum’da benim gibi birini tanıdım. Adana’ya gidecekti. Atladık trene vardık Adana’ya. İş miş aradık hak getire... İş bulamayınca Mersin’den bir vapura atlayıp İzmir... İstanbul’a vardık.. ve... Büyükçekmece / Mimarsinan Köyü’nde bir iş bulup çalıştık. İki yıl yer altından kömür kazıp çıkardık. Maden ocağı kapanınca İstanbul / Topkapı dışındaki kara lastik fabrikalarında çalıştım. Bu arada beni askere alıp, Erzurum’a gönderdiler.

Askerlik dönüşü elime bir saz geçirip tellerine vurdum... vurdum... şiirciklerimi oluşturdum.

Diyarbakır’da on dolayında Alevi köyü vardı. Halen de var. Dedeler gelir saz çalar söyler giderlerdi. Dede olayını çocukluğumda duymuş, görmüştüm.

Yaşadığım çeşitli olumsuzluklardan dolayı sazı tek başıma çaldım. Çaldım, çaldım az da olsa birşeyler öğrendim. Kendimi Anadolu deryasına attım. Dolaştım çaldım, dolaştım. Bir ara yolum Ege’ye, Manisa’ya düştü. Ünlü Manisa Tarzanı’yla tanışıp yanında bir ay kadar kaldıktan sonra Uşak’a vardım. Saza sarılırken kafamızda Güllüşah adlı bir kız adı katılmıştı. Ona aşıkmışım gibi türkülerimi onun adına yapıyordum. Onun adını söylüyordum. Uşak’ta birkaç gün kaldım. Bir ara mapusane müdürü aldı beni evine götürdü. Bir iyice karnımı doyurduktan sonra, sana Güllüşah kızı bulduk, dedi. Kızı aldı bana gösterdi. Kız güzeldi ama kafamdaki Güllüşah’a benzemiyordu. Baskı yapıldı. Kızı nikahlayıp hemen saz öğrettim ve.. Güllüşah adını ona verdim, Anadolu’ya attık kendimizi. Yıl 1957 idi. Olduk Aşık İhsani ve Güllüşah. Halk hemen bizi tuttu, ilgi üstüne ilgi gösterdiler...

Bunu duyan, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre kitaplarını çıkaran kitapçılar bizi, geldi aldı ve ilk ilk kitabımız çıktı, Aşık İhsani ve Güllüşah.....

1958’de Ankara Radyosu, Yurttan Sesler şefi Muzaffer Sarısözen bizi de programa aldı. Çarşamba günleri Güllüşah’la karşılıklı saz çalıp türküler söyleyince halkın ilgisini daha çok çektik.

Bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile tanıştırıldık. Uzun zaman gürüştük. Onlara şu türküyü söyledik:

 

Hey ağalar bahtiyarız mesuduz

Evel Allah sonra Demokrat Parti

Her köşesi cennet oldu yurdumuz

Evellah sonra Demokrat Parti

 

Nice istasyonlar nice garajlar

Nice fabrikalar nice barajlar

Yapıldı düz oldu keskin virajlar

Evelallah sonra demokrat parti

 

Sırılsıklam cahildik. Ama sazımızı türkülerimizi sürdürüyorduk.

27 Mayıs 1960 darbesi yapıldı, askerler geldi, kaldı. Bir ara Ankara Radyosu’nun üst katında, üçüncü tiyatro salonunda, Türk Ocakları’nın 51. yıldönümü töreni yapıl-dı. 27 Mayıs’ın Başbakanı Fahri Özdilek ve kordiplaması (büyükelçiler, konsoloslar) ve ötekiler vardı. Sanatçılar geç kalınca beni aradı buldu sahneye çıkardılar. Saçım sırtımı, sakalım göğsümü dövüyordu. Kendime öz bir biçimde bir urba giyiniktim, ayakta saz çalıyordum o zaman. İlk, yeni yaptığım türkümle girdim.Türkümü okurken Başbakan ayağa kalktı ve tüm gücüyle bağırdı: “Atın şu komünisti oradan.. ” Tabii kordiploması şaşkın.. Ne olduğunu öğrenmeye çalışırken ben karakolda...

Yaklaşık bir yıl sonraydı. Türkiye’nin dışırıya tanıtılması için kısa metrajlı bir film yapılacaktı. Filmin yapımı Fransızlar’a verilmişti. Yönetmen beni, Güllüşah, küçük oğlumuz Garip’i aldı, Ürgüp Peribacalarına gidildi. Film yapıldı ve bu film Avrupa’da beş ödül aldı.

1962’de milletvekilleri maaşlarını artırmaya kalkıştı. Duyunca hemen yanıma birkaç halk ve halk ozanını aldım, parlementonun içine kadar gidip protesto ettik, maaşları geri aldırdık..

Bu arada Belçika Kültür Bakanı Türkiye’ye geldi. Kültür Bakanımızla görüşürken oradaydım ve kendisini bizim fakirhaneye davet ettim. Ertesi günü akşamı 25 kişi çıktı yemeğe geldiler... Bakanın adı Artur Olot’tu. Adam ülkesine gidince ünlü dergilerdinde şu başlıkları okuduk; “Türkiye’de üç şey ilgimi çekti. Bir, her kesimin Atatürk’e sarıldığını, 2. Parlementoda eski cumhurbaşkanı Celal Bayar’a af teraneleri. 3. Saçı sakalı gibi up / uzun görüşlü Aşık İhsani... ”

Türkiye İşçi Partisi kurulmuştu. İşçim, köylüm, açlık falan diyorlardı. Ben de bunları şiire döktüm. İlk yazdığım devrimci şiirim şu oldu; “Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar / Geliyoruz, geleceğiz, yakındır” ve öteki devrimci şiirlerim peş peşe oluştu.

Bu şiirleri yazarken cehaletim sürüyordu, ama yazıyordum. Bıçak kemikte... Nazlı.. Ağasız dünya...... derken “Ağalı Dünya” adlı kitabım çıktı. Ve eski dostlar düşman oldu, yeni dostlar edindim.

Çetin Altan Milliyet’teydi. Birkaç şiirimi almış yayınlamıştı. Ağalı Dünya durmadan bitiyor, ben durmadan matbaalara gidiyor yenisini çıkarıyordum. Böylesi bir günde, hanım şairlerden Sennur Sezer beni aldı İstanbul dışına çıkardı. Geziyorduk. Sennur bir ara, bak İhsani, Çetin Altan burada oturuyor. Gel istersen gidelim, dedi. Akşamdı. Vardık. Çetin rakı içiyordu. Bir kadeh bana da verdi ve haydi sıhhatine derken ben kadehimi az aşağı indirip tokuşturunca Çetin atıldı “kimsin ulan, Sovyetler Birliği’nden gelmişsin değil mi, bizi denetlemeye geldin, hadi konuş... ” Çetin Altan sonraları benim için çok yazdı.

Yazdıklarım görülmemiş şiirlerdi. Edebiyat piyasası alak-bullak olmuştu. Cahil, köyden gelmiş, okul yüzü görmemiş birinin bu şiirleri, Ağalı Dünya’yı yazdığına inanmadılar. Yüzüme karşı, bu şiirleri, kitabı sana Sovyetler Birliği’nden gönderdiler, deyip deyip duruyorlardı. Böylesini hiç görmemişlerdi. Hele bir halk ozanınından hiç....

Galata Köprüsü’nde Ağalı Dünya’yı yüz kuruşa satıyorduk. Bir akşam üstü kadının biri yanıma yaklaştı; “Pertev Naili Hoca seninle görüşmek istiyor” deyince tası tarağı toplayıp yola çıktık. Pertev Naili Hoca adını, Anadolu’da öğretmenlerden duymuştum. Türkiye’nin tek “halkçılık kürsüsü” profesörüydü. Vardık ki ne görelim, tüm edebiyatçılar tıklım tıklım salonu doldurmuş, Hoca’yı ortalarına almışlardı. Hoca’nın elini öptük. Sonra da Hoca, İhsani, bize bir iki türkü söyler misin, deyince saza sarıldım, başladım söylemeye... Türkünün bitiminde, Pertev Hoca edebiyatçılara döndü, evet İhsani bir halk ozanıdır, der demez ordakilerin tümü birden ooh dedi, rahatladılar.

Evet. Benim gibi cahil birinin görülmemiş bir biçimde devrimci kitap ve şiirler yazmasına inanmak istemiyorlardı. Bu nedenle Halkçılık kürsüsü profesörü Pertev Naili Boratav’ı Paris’ten getirdi. Benim Sovyetler Birliği’nden mi geldiğimi ve normal bir halk ozanı mı olduğumu öğrenmek istediler. Bunların tüm belgeleri bendedir.

1960’tan 1977’ye kadar bana pasaport vermediler. Ecevit o zamanlar başbakan ve dostum olduğu halde bana pasaport verilmedi. 1977’lerde bir yolunu bulup Almanya’ya attım kendimi, halk geceleri ve televizyonlara çıktım. Bu arada Belçika ve öteki ülkeler de bana el uzattı, halk gecelerine ve televizyonlara çıkardılar beni. O ara Avrupa’dan üç de şiir ödülü aldım.

İlk okuduğum kitap Fuzuli’nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi” isimli kitabıdır. Bugüne kadar 24 kitabım yayınlandı. İkisi yabancı dillere çevrildi. Ağalı Dünya ve Beyaz Köle. Taşplak, 45’lık plak, longpley ve kasetlerim epey çıktı. Longpleylerimden biri ABD’de biri de, SSCB’de çıktı.

Eşitlik, özgürlük, tam bağımsızlık, laiklik, demokrasi, hakça bölüşüm diyorsunuz her konuşmanızda, eserlerinizde. Bu kavramlar için Türkiye’de bu kavramları savunduğunu iddia edenlerin gerekli mücadele verdiğine inanıyor musunuz?

Hayır. İnanmıyorum. Herkes üzerine düşen görevi yapmış olsa sorunlar daha da azalacaktır. Zaten temel sorun da orada yatıyor zaten.

Halk ozanı kimdir, halk ozanlığı nedir?

Halk ozanı halkın yanında olandır. Yani halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı, söylemeyen dilidir. Yani halk bir derya, halk ozanı bir balıktır. Dahası, halk kır çiçekleri, halk ozanı bir arıdır. Bir de şöyle diyelim halk ozanı, derin ve karanlık kuyulara atılan halkını kartal pençeleriyle çıkarıp ap-aydınlığa götürendir. Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini belasını sevincini söyletmek için ozanını yaratmıştır. Halk varoldukça ozanı da olacaktır.

Alevilik Bektaşilik için neler söyleyeceksiniz?

Alevilik vazgeçilmez bir güzelliktir, sevgidir, barıştır, dostluktur, kardeşliktir ve de zengin bir kültürdür.

Çocukluğumdan bugüne yüce Alevi halkının itildiğini, kovulduğunu, dövüldüğünü, öldürüldüğünü, yakıldığını hep duydum, gördüm. Hükümetler bu ‘Yezitliğin’, bu işkenceceliğin, bu yobaz faşist kırıntılarının yaptığı katliama “dur” demediler. Üstelik göz yumdular yıkılasıcalar.

Yüce Alevilik oluştu oluşalı hep öyle oldu. İşte, tarihlere beyinlere kapkara bir leke olarak giren Kerbela kana doymayan ‘Yezit kırıntıları’ daha sonra katliamlarına devam ettiler. Kedinin ciğere yetişemediği gibi yüce Aleviliğin kültür hazinesini yaratan şairlere, yazarlara ve Ali’yi sevenlere murdardır, deyip çivili sopalarla, satırlarla, ateşlerle saldırdılar. Bu yezit faşist kırıntıları, yüce Alevilik mertebesini, sırılsıklam cahil kalıp yetişemediklerinden, murdar dediler.

Biz ne yaptık? Yapabildiklerimizi yaptık. İhanetlerini, yezitliklerini, katliamlarını saza söze döküp, beyinlere, tarihlere, işledik. Başka ne yapabilirdik ki; onların hükümeti, onların polisi, jandarması olunca.

İmam Ali, İranlıların abarttıkları gibi, durmadan savaşan, kan döken bir katil değildir. İmam Ali iyilik, kültür sever bir bilim adamıdır. Sürekli halktan, haktan yana çıktığı için ona (hak) denilmiş bir beyin hazinesidir. İşte size Ali’nin bir deyimi, “her şey bir şeydir, cahil hiçbir şeydir. ” Bu deyim İmam Ali’nin kim olduğunu göstermiyor mu?

Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini-belasını, söyletmek için halk ozanını yaratmış, içinden çıkarıp önüne katmıştır.

Halk ozanı halkın duyan kulağı, gören gözü, söyleyen dilidir. Halk bir derya, halk ozanı balıktır. Yani, halk kır çiçekleri, halk ozanı arıdır. Türkiye’de halk ozanının özgürlüğü yoktur. Ancak, geçmişteki halk ozanları deha şiirleri yazmış, gizlemiştir. Sonraları elden ele okunmuş, bana kadar gelmiştir. İşte, büyük Alevilik Kültürü’nü yaratan bu şairlerdir.

Türkiye’nin tek kültürü Alevi Kültürü’dür. Çünkü, davul zurna Pakistan’dan, ut, darbuka, cümbüş Araplar’dan, gitar İspanya’dan, keman İtalya’dan... Ötekiler şurdan burdan geldi Türkiye’ye. Alevilik ise bir yoldur. Kültür yolu hazinesidir. Ve de erişilmez, bu topraklara özgü bir kültürdür. 1979’da, Türkiye’ye göre dünyanın dibi olan Avusturalya Kıtası’na gittiydim, çağrılmıştım. Baktım ki ne göreyim. Bir parça ekmek karşılığı, Alevi halkı Avusturalya’ya da gitmiş.

 

Ekmek Leyla oldu bre dostlarım

Mecnun oldum ardı sıra gezerim

 

Dostlara hasret türküleri söyledim. Sonra da dertlerini belalarını hasretlerini, oturup bir kitap yazdım; “Beyaz Köle” yazarken Pülümürlü Hıdır geldi, sordum: “Buraya geldiğinde ilk işin ne oldu?” deyince, “Ölü babamı aramak oldu. ” dedi. Anlamadım, deyince yeniden girdi: “Ben çocukken, köyde babam öldüğünde, komşular ağız birlik, babamın öte dünyaya vardığını dedilerdi. Ee burası dünyanın ötesi olduğuna göre babamı neden aramayak ki. ” İşte yüce Aleviliğin yeni bir kültürel yanı daha: Bektaşi mizahı... Bu olayı Cumhuriyet, ve başka gazeteler de yazdı. Avustralya’nın, Türkiye’ye göre dünyanın dibi olduğunu anlatan harika bir deyim. Aleviliğin bir dehasıdır bu.

Türkiye’de halk ozanlarının temel sorunları nelerdir?

Halk ozanı ekonomik gücü ve özgürlüğü olmayan bir kültür adamıdır.

En çok sevdiğiniz, beraber olduğunuz, dost olduğunuz diğer ozanlar, yazarlar kimlerdir?

Halkının sömürülmesine karşı çıkan tüm ozanları, yazarları, çizerleri seviyorum.

Söyleşi: 1999

Pir Sultan Abdal Kültür Sanat Dergisi, Sayı: 43, Mart/Nisan 2001, Sy. 55/66

ESERLERİ

  • Aşık İhsani’nin Hayat Hikayesi ve Şiirleri (1960).
  • Ağalı Dünya (1964); Yazacağım (1966); Bakalım Hele (1967)
  • Ozan Dolu Anadolu (Gezi, 1974); Vur Ağanın Başına (1975)
  • Beyaz Köle (1985), Düş Değil Bu (2000).

 

 

2. SÖYLEŞİ

 

 

Diyarbakır’dan Aşık İhsani Sırlıoğlu ile birlikteyiz. Gönlü insan sevgisi ile dolu ozanımızın çocukluğundan başlayarak yaşamıyla ilgili  bakalım bize neler anlatacak?

 

1930 yılı… Babamlar Muş’a bağlı Varto’dan gelmişler. Ben burada doğdum bu benim suçum değil. Kürt ağalarının elinde büyüdüm. 5 yaşındaydım… Anam açlık çekiyordu, babam yoktu… Ve anam beni bir ağaya 3 kilo ekmeğe sattı. Çünkü ekmeğimiz yoktu. Hem karnını doyur dedi, hem de ben karnımı doyurayım, dedi. Böylece Kürt ağalarının eline düştüm. Kars, Van, Muş, Erzurum çevrelerinde ağalar birbirlerine sattı beni. Çarekler köyü vardı Alevi, oraya gidiyordum. Ağa gelip beni dövüyordu, ne işin var senin Kızılbaşlar arasında, diyordu. Eskiden kimse Kızılbaş demiyordu; Muaviye pezevengi, Hz. Ali ve ordusuna karşı savaş hazırlamıştı. Ali sinirlendiği zaman önüne gelene vurmuş ama (yeri gelince) kendi adamlarını da vurmuş. Dostları toplanmış, ya Ali sen sinirlendiğin zaman vuruyorsun, o zaman biz birbirimizi ayırt edemiyoruz, biz ne yapalım, diye düşünmüşler ve sormuşlar. Hepsinde kırmızı gömlek varmış, çıkarmışlar kırmızı gömleği yırtmışlar kafalarına sarmışlar ki Ali tanısın onları. Ali’nin de kafasına kırmızı gömleği sarmışlar. Ya Allah deyip saldırınca, Muaviye bunu görünce kaçın Kızılbaşlar geliyor, demiş ve Ali savaşmadan galip gelmiş.

Ali her zaman galipti, Ali demek ulu demektir, büyük demektir.

Muhammed onları bir savaşa gönderdi ganimetler geldi ama Ali almadı. Ali bileğinin hakkıyla kazandı, yedi.

Ali’nin iki oğlu Hasan ve Hüseyin bunlar ikiz. Önce Hasan dünyaya geldi. Bir gün Muhammed Mescitte namaz kıldıktan sonra sormuş, ey tanıdıklar; benim iki gözüm nerededir biliyor musunuz? Ya Resullullah bizim gözlerimiz gibi alnının altında, burnunun üst tarafında, demişler. Hayır açın iyice gözlerinizi bakın, Hasan ile Hüseyin’i göstermiş işte benim iki gözüm bunlardır, bunlara değen bir çöp benim iki gözüme değer, demiş.

Osman geldi Muaviye’yi getirdi Şam’a vali yaptı ve O da İslam’a baş belası oldu. Benden sonra İmam Hasan Halife olacaktır, dediler ve üç kağıtçılık yapıp İmam Hasan’ı ortadan kaldırdılar. Muaviye insan kanı içe içe şişer ama sonunda etleri dökülür hiç kimse ona yaklaşamaz, kokar. Onun yerine Yezit gelir ve Hüseyin, gel bana biat et herkes bana biat etti ben artık halifeyim, der. Ve Hüseyin der ki, benim ecdadım size biat etmedi siz bize biat ettiniz ben size biat etmiyorum, der. Hüseyin 72 yoldaşıyla feda eder kendisini. Yezit taraftarları sadistçe Hüseyin’in kellesini keser mızrağa takar ve  gezdirirler. Yezit babası gibi sahtekardır. Büyük Şahı hemen orada gömerler ve babasına, dedesine kavuşur Cennet-i Ala’da. Yezit ne yapar, ne yaparsa kötü yapar, Yezit şeytandır, Yezit lanettir. Biz şeytandan, fesatlıktan yana değiliz, biz Hakk’tan, haktan, adaletten yanayız, Ali’den, Hasan’dan ve Şah’tan yanayız.

 

Bu düşünce içerisinde Aşık İhsani 1930’larda hayata atılıyor,  yaşam kavgası ile tanışıyor her şeyden önce. Ağaların, beylerin, paşaların zulmunden başlıyor hayat öyküsü, öyle sürüp gidiyor. Değişen çok bir şey yok değil mi?

 

Değişen bir şey yok ama biz isterdik ki bizim geleneklerimiz, göreneklerimiz bizde kalsın. Bilirsin bıyığımız, sakalımız gelir ama yasını tutarız Şah Hüseyin’in, İmam Ali’nin, Seyit Hasan’ın ser verir, sır vermeyiz ama sırrımız açıklandı. Üç kuruş para kazanmak için hepsi açıklandı.

 

Düşünceler yazı ile dilden dile, gönülden gönüle akıyor ve tercüman oluyor. Kaç kitap oldu bugüne kadar?

 

22 kitabım var. Avrupa’da tercüme edilmiş birkaç kitap da ben de var. Bazıları da geliyor buraya ben kitapları okuyayım tercüme edip sana getireyim, diyorlar ama geri getirmiyorlar. Avrupa’dan çağırıyorlar ama bizim hanım gelmiyor. Sen de gel gideriz orada Ali’yi sevenler var, diyorum. Hayır gidemezsin Diyarbakır’da kalacağız, sen gidersen öldürürüm kendimi, diyor.

 

Zincirleri kıran birisiniz ne oldu böyle?

 

Evet. Yaşayanlar arasında zinciri kıran halk ozanıyım, Pir Sultan’ın dışında. O bizim öncümüzdür diğerleri var hepsinin adını söyleyemiyorum çünkü hepsi İmam Ali’den yana, Şah Hüseyin’den yana.

 

 

Zincirleri kıran bir ozansınız, gönül ferman dinlemiyor. Ozanlık, sanatçılık, yaratıcılık aynı yerlerde buluşuyor galiba.

 

Halk ozanlarının okurluğu yoktur. Halkın önünde mutlaka gitmeli, halk adına söylemeli, halk adına duymalı, halk bir deryadır. Gerçek halk ozanı bir deryadır. Halk ozansız olmaz, ozan da halksız olmaz. Halk bir çiçek ozan bir arıdır.

 

Halkı ezenlerin karşısında yılmaz bir savunucu olarak dinledim sizi.

Devrimci dediğimiz ve faşizm, kapitalizmle hayat bulan onların düzenini sarsacak şekilde eleştiren toplum önderleri, yazarlar, aydınlar vs. Dinledim, okudum. Siz bu halk ozanlığı geleneğinin içindeki en ünlü isimlerden birisiniz, biz böyle biliyoruz.

Halk ozanlığının içinde mücadeleci bir yapınız var. Sizde o geçiş nasıl oluştu, nasıl bir devrici halk ozanı oldunuz; birinden mi etkilendiniz, bu okumalarla mı oldu yada ruhunuzun derinliklerinden gelen bir ses miydi bu değişim rüzgarını alevleyen?

İmam Ali’yi, Hasan ve Hüseyin’in varlığında kendinizi buluyorsunuz ama onun dışında bir de Amerikan emperyalizmi diğer emperyalist güçlere karşı mücadeleniz var.

Acaba çektiğiniz çilelerin dışında, okumalarınızın dışında sizi ne etkiledi bu kadar?

 

Beni etkileyen çocukluğum, çünkü çok çektim. Kürt ağalarının elinde uykusuzluktan çatlıyordum, kuru ekmek ve suyla karışık yiyordum. 5 yaşını yeni bitirmiş birisiydim, gurbet elde ağaların elinde beni gece gündüz çalıştırırlardı.

18 yaşını yeni bitirmiştim birisi trenle gitmiş Adana’ya, İzmir’e. Gel kaçalım, dedi. Öylece kaçtık ağaların elinden. İstanbul’a geldik Büyükçekmece Mimar Sinan’a. Orada karnımızı doyurmak için yedi kat yer altında kömür taşıdık. Oradan çıktık lastik fabrikalarına girdik. Ben o sesi dağlarda öğrenmiştim. Pir Sultan’ın gelin canlar bir olalım, sesini. Adana ile Tarsus arasında Yenice var, Yeniceli Sıtkı Baba aynı dörtlük Ozan Sıtkı’nın da var. Ozan Dertli var “Şeytan bunun neresinde” türküsünü söyleyen, bir de aynı şekilde Erzurumlu Emrah’ta gördüm o da Ali’yi seven bir ozan. Ben onları dinledim, onlarla büyüdüm.

Bizler dünyaya yayılmışız, Avustralya kıtasına gittim orada da Alevi’yi gördüm. Ekmek Leyla oldu bre dostlarım, Mecnun oldum ardı sıra gezerim, bu düzen Aleviliği aç bıraktı. Artık kız Leyla’nın peşine takılmadı ekmek Leyla’nın peşine takıldı.

Japonya beni çağırdı orada Alevi gördüm, Çin’e gittim orada da Alevi gördüm, Hindistan’da Alevi gördüm, Suriye’de Alevi gördüm.

Gerçek Türk müzik aracı Alevinin çaldığı saz ve çobanın üflediği kavaldır. Davul zurna bize Pakistan’dan geliyor, cümbüş lafı Arabistan’dan geliyor, keman İtalya’dan, gitar İspanya’dan diğer zirzoplar da Amerika’dan geliyor.

Gerçek müzik Alevi müziğidir. Yunus Emre’yi Sünni bildiler ama Alevi’dir. 1979’da Avustralya’ya gittiğimde Aleviler beni karşıladı, Tunceliler, Antepliler, Maraşlılar.

Ecevit Başbakandı Maraş olayı oldu. Bıyığı olana vuruyorlardı benimde bıyığım vardı. Onlar bize saldırıyorlar ama biz yine onlara bir şey yapmadık. Türkiye’nin kültürü Alevi kültürüdür.

 

Güllü Şah’la geziler, ziyaretler kitaplaştı, çok ünlendi...

 

Çok ünlendi ama bu kültürü kaldıramadı çünkü yabancıydı. Kaldıran gelsin, dedik. Muğla Köyceğiz’de yobaz Yezit zihniyetliler ayaklandı, Alevilere karşı. Bizim Alevi kızlarımız atlara bindi silahları aldı dağlara çıktılar, bunu bileniniz var mı?

 

Devrim dünyası ile Alevi dünyası ile kapılar aralıyorsunuz bizlere, sizin dimağınız çok genç, yüreğiniz çok genç demek ki bunları diri tutuyor?

 

Çok evliliktendir.

 

O dönemde uzun saçlar ve sakallar vardı. Siz bu kimliğinizle çok ünlendiniz, bir dönemin deyimi ile hippiler gibiydiniz?

 

Hippi değiliz biz İmam Hüseyin’in yasını tutuyoruz.

 

Öyle bir dünya çapında bir gelenek veya akım olduğu için öyle isimlendirmeler oldu.

 

Sultanahmet mahpusunda müdür geldi ağır paltolar giymiş, Sultanahmet savcısı geldi, dediler. Bunun saçını, sakalını kesin, dedi ve kestiler. Sakala gelince, eğilip baktılar orak çekiç aradılar 1966’da.

 

Sesiniz, tavırlarınız ve bu giyim kuşam ile çok aşırı popülerliğe kavuştunuz. Sadece görünüş değil sloganlarınız, şiirleriniz, davranışlarınız da değil, siz klasik halk ozanlığı geleneğinin temsilcisi olmakla birlikte farklı yapınızla da yeni bir soluk getirdiniz.

 

Şarabi Köyü var mı yakınlarda, şarap yetiştirirmişler.

 

Çok yerlerde var ama küp şarabı özel bunu Rumlar bir ada da yapmışlar, birisi onların yanında çalışmış Denizli’nin Çal kazasında Rumlar’dan öğrenmiş ve bütün dünyada satılıyor. Kan aynı, dil aynı, amaç aynı sizin içtiğiniz bizim içtiğimiz anlamına geliyor. Nazlı bir oğlan doğuruyor 4-5 yaşlarında daha herkes ona piç diyor, ana da gidiyor onun bunun kahrını çekiyor. O çocuğun tek arkadaşı kediler, köpekler ve tavuklardır başka kimsesi yok. Sonunda yorgun düşüyor akşam eve gelince ağlamaya başlıyor,  her zaman ağlayan o çocuk diyor ki; “anacığım köyde bana herkes piç diyor, piç ne demek... Böyle bir şiirim var, biliyorsun... Ağasız Dünya...

 

Ağasız Dünya

Anacım be akşam eve dönünce

Neden hep ağlıyor gülsen olma mı

Köyde bana “piç” diyorlar ne dimek

Birinden öğrenip gelsen olma mı

 

Bu gün Abuzıt’ın süslü Memedi

Gördüydüm elinde ağ ekmek yedi

Bi ısırık istediydim vermedi

Versin deyi haber salsan olma mı

 

Okula komadı bizi Kel Ağa

Odunu yoğumuş iletti dağa

Taş kestiydi basamıyom toprağa

Ayağıma babıç alsan olma mı

 

Tahsildar tefeci hökümet ganun

Dam su inek eşşek hepsi mi onun

Öyle isem şu dünyada ağanın

Olmadığı biyer bulsan olma mı

 

Ağasız Dünya’yı 1959’da yazdım, 61’de çıktı. 1962-1963 arası Nazım Hikmet 1500 satıyordu. Çünkü okur yoktu, korku vardı. Yaşar Kemal de 700 bin satıyordu okur yoktu. Ağalı Dünya 2 milyonu aşkın sattı.

 

Bazı ozanları, sanatçıları da teşvik ettiniz, sahneye çıkmaya korkan, çekinen insanları, arkadaş olarak aldınız yanınıza sahneye çıkardınız. Öyle de bir coşkunuz  da var paylaşma, birleşme gibi.

 

Ben tek başıma Pir Sultan Abdal’dan kalma çağdaş halk şiirleri okudum, şiir söylenmeyenlerin adına şiir yazdım, beş halk ozanı ile bir araba kiraladık Tunceli’ye gittik 2500 lira verdiler, adam başı 500 lira düştü. Benim amacım halk ozanlarını ayaklandırmak onları bir yere getirmek, artık pısırık kalmayalım, Pir Sultan gibi başkaldıralım, hakkımızı arayalım, düşüncesindeydim.

1960’ların başında Mahzuni ile Osman Dağlı vardı. Osman Dağlı şiir yazardı Mahzuni’ye bir iki plak yaptı tutmadı ama şu türküyü söyledi tuttu, Ali’yi seven onu kendisinden bildi sarıldı Mahzuni’nin türkülerine “Aman doktor bak bebeğe / Param yok ceketimi al / Aman doktor bak bebeğe” türküsü söyleyince tutuldu Mahzuni.

Alevilikte ezgicilik vardır çünkü (Aleviler) Şah Hüseyin’in yasını tutar, İmam Ali’nin yasını tutar, Seyit Hasan’ın yasını tutar o nedenle hep ezgi söyler.

Türkiye’nin en büyük kültürü Alevi kültürüdür, Alevi kültürü kalktı mı Türkiye çöker.

Davut Sulari’yi gördüm, İsviçre’de kızını gördüm Nesimi adlı Maraş’lı birisiyle evli, baban nasıl dedim, sus söyleme, dedi. Davut Sulari’nin yorumu iyi, muhabbeti iyi ama zikzakları yapmaması lazımdı ama işte aşıktır.

 

Daha bir çok halk ozanları var biraz bunları değerlendirseniz?

 

Topladım onları hepsi kendi içinde halk ozanıdır. Ozan Dolu Anadolu kitabında kimisinin şiiri yoktu mesela Aşık Zamani, Tunceli’li, onun şiiri yoktu adına şiir yazdım kitaba koydum düzene sahip çıkalım.

Cem Dergisi bizim Kuran’ımız, orada Hıfzı Topuz’un bir yazısı var Özal ve Demirel yıktı bu Türkiye’yi Tansu Çiller. Ben İstanbul’da birinci sıra milletvekili olurken Hıfzı Topuz Afrika’dan bana bir mektup gönderdi oy’um senin için, demişti. Fransa’ya gittim Hıfzı Topuz’u gördüm. Hıfzı Topuz büyük bir yazardır, Alevi gibi aydındır.

 

Siyasi politik günlere biraz dönelim. Nasıl oldu Türkiye İşçi Partisi’nin öyküsü, kuruluşu? Türkiye’nin gerçek anlamda devrimci, demokrat, sol çizgide ve güzel çizgide olan ilk ve tek partisi, deniliyor.

Diğer aydınlarla içli dışlı oldunuz; Ruhi Su, Çetin Altan, yazarlar, çizerler artık o camianın içindesiniz.

 

Evet. (Ben o zaman) bilmiyordum cahildim, Kürt dağlarından gelmiştim daha yeni, Adnan Menderes başbakan, Celal Bayar cumhurbaşkanı, saraydaydım yani gidip geliyorduk.

1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurdular bir başkan aradılar Mehmet Ali Aybar’ı getirdiler uzun boylu konuşan, sözü dinlenen bir kişiydi. Mehmet Ali Aybar geldi, Çetin Altan da destekledi. Türkiye İşçi Partisi’ni destekledik. O parti aydınlık getiriyordu, Aleviliğin aydınlığı gibi ama Alevinin aydınlığı bir başkadır, pırıl pırıldır güneşten daha aydınlıktır. Türküleri söyledim atıldım mahpuslara bugüne kadar geldik.

1957-58 hatta 60’a kadar Ankara Radyosu vardı, herkesin gözü, kulağı Ankara Radyosu’ndaydı. Çarşamba günleri programlarımız vardı, bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar vardı, Adnan Menderes başbakandı ve diğerleri bize el attılar. Celal Bayar’la muhabbet ederdik

Adnan Menderes, Celal Bayar el attılar bize amacı şu idi: Aşık İhsani ve Güllüşah yani Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre’nin uzantısı olduk, halk bizi benimsedi çünkü 68’den sonra Demokrat Parti’yi kimse dinlemiyordu. Halk arasına gittiklerinde nutuk çekerlerdi, bizi de götürürlerdi. Halk onları dinlemediği için bizi yanlarına almışlar, bizi görünce toplanıp gelirdi herkes. 27 Mayıs’ta (1960) bunlar devrildi askeri darbe oldu. Cemal Gürsel ve başbakan Fahri Özdilek İstanbul sıkı yönetim komutanı o da geldi başbakan oldu. Yabancılar için gösteri yapacaklar Ankara Radyosu’nun üst tarafı. Yabancı konsoloslar, yabancı genel müdürler, bakanlar, milletvekilleri gelmişti. Başka sanatçılar geç kalınca ben çıktım sahneye bu türküyü de yeni yapmıştım.

(Aşık) Veysel’i hepimiz çok severiz, hastalıktan ve öküz vurmasından iki gözünü kaybetti ama iç gözü görüyordu. Önceleri dedelerden söylerdi sonra Pir Sultan’dan söylerdi daha sonra kendisi söylerdi. İlk Atatürk’e söyledi. Ankara Radyosu hemen ona yer vermişti Atatürk şiirini okudu derken Atatürk’ün vefatıyla İsmet İnönü cumhurbaşkanı oldu bu kez İsmet İnönü’ye bir şiir yaptı ondan sonra Ankara Radyosu sürekli Veysel Baba’yı almaya başladı. Ankara’da Şah Hatayi gecesi yapıyorduk Yaşar Kemal vardı, Ruhi Su vardı, Can Yücel vardı, Mahzuni vardı. Veysel’e gittik Şah Hatayi gecesi yapıyoruz dedik, bizi kendinize alet etmeyin siz komünistlersiniz, dedi ve gelmedi Şah Hatayi gecesine. Halkının sırtından trilyonlar çalan halkını aç bırakanlara karşı Veysel Baba bir şey demedi. Veysel Baba Pir Sultan’ın torunlarındandır. Pir Sultan bir başkaldırı ozanıdır, Ali bir başkaldırı yiğididir, bizim ailede başkaldırı ozanlarımız vardır. Bu düzencilere, hırsızlara Veysel Baba bir şey söylemedi.

Veysel bir Alevi halk şairidir, öncülerimizdendir,  nur içinde yatsın saygı ile selamlıyorum.

Biz istedik ki Veysel Baba baltasını çalan küçük hırsıza söylediğini büyük hırsıza da söylemeliydi.

Bu ülkede Aleviler neler yaşadı, neler...

Maraş da korkunç katliam oldu Alevileri bırakmadılar, Ecevit o zaman başbakandı ve hiç sesi çıkmadı.

Daha yeni Sivas’ta 35 canımızı yaktılar; Tansu Çiller başbakandı, idare edin dediler, çünkü düzen yezidin düzenidir.

Biz uyanalım artık onları korkutalım ki bizi vurmasınlar.

Bizim de şerefli bir insan olduğumuzu anlasınlar. Çünkü aslımız onların aslından daha çok şereflidir biz şerefli bir kavimin evlatlarıyız.

 

Mahpusluk tabi ki sizi etkileyen unsurlardan birisi oldu, oranın yapısı, bünyesi sizin dünyanız, yaşamınız, halkınız, oranın ise paslı zincirleri, demirleri... Bu tutsaklığı, esirliği ve özgürlüğü çağrıştırıyor fakat sizin ki daha büyük bir dava; toplum davası, toplum esir olmasın, toplum sömürülmesin, birey de bu toplum içinde olduğuna göre tabi ki tek başına işkence görmesin, çile çekmesin (ama toplumun huzuru için birey biraz sancı çekebilir) düşüncesi vardı.

 

Biz toplumu ezenlere karşı savaştık, Pir Sultan’ca savaştı o nedenle bizim aslımızda savaş var. Yunus bir Alevi şairdir, Tabtuk Emre de öyle. Sünniler bunu kendilerine yordular, Yunus Yunus’tur başkası değildir.  Yunus Hacı Bektaş’a geliyor o da sen Taptuk Emre’ye git, diyor. Yunus’un Alevilikle kendi nesli ile ilgili bütün şiirlerini yok etmişler diğer şiirlerini çıkarmışlardır ortaya.

 

Aşık İhsani en çok nelerden hoşlandı, nelerden hoşlanır özel dünyasında neler vardır?

 

Ben savaşmaktan başka hiçbir şeyden zevk almıyorum. Cem Dergisi’ni okuyorum ama gazete geliyor sadece başlıkları okuyorum gözüm izin vermiyor.

 

Burada (Diyarbakır’da) yaşam nasıl gidiyor, siz bütün Anadolu’yu, dünyayı dolaştınız geldiniz yine doğduğunuz yere.

 

Bizim hanıma diyorum ki; gidelim İstanbul’a, İzmir’e, Anadolu’ya. O inatla gelmiyor, kendimi asarım gelmem, diyor. Ben de burayı çok seviyorum. Sinem Bacı, sonra Sarıca Kız ondan sonra bu hanımım geldi. Ne yapayım geliyorlardı... Bunların çoğu da tiyatrocu, balerin ve sinemacı ama hiç birisi 20 yaşında değildi, hep 17-18-19  yaşlarındaydılar. Ama bu hanım 20 yaşında geldi. (Sanırım Aşık İhsani ondan fazla evlilik yaptı. A. A.)

 

Burayı pek fazla sevmiyor musunuz, yerleşme bakımından başka yer düşünür müydünüz?

 

Benim amacım güzel yerlere gitmek savaşmak yani ben istiyorum sahnede… Yada halkın arasında evimde türkülerimi çalıp söyleyeyim.

 

Kaç plak, kaset çıktı bugüne kadar?

 

1957’de ilk taş plağımı çıkardım. Şimdi herkes kendi kendine çıkarıyor.

 

Emekliliğiniz var mı?

 

Hiç okula gitmediğim halde basında 1962-1971’e kadar en sert dergide yazı yazdım; Ant Dergisi’nde. O kapanınca Vatan Gazetesi’nde yazılarımı yazdım. Sivas’a konsere gittik. Bütün yobazlar saf saf oldular, burada konser yapamazsın, dediler. Ben yapacağım, dedim. Yapamazsın, seni öldürürüz dediler, bıçak ve silah gösteriyorlar bana. Ben Sivas’ın çarşısında bir o tarafa gidiyorum, bir bu tarafa gidiyorum. Kalabalık gruplar geldi kapıda beni bekliyorlar, gelip bizi öldürecekler. Onlara söyledim, söyledim, ağızları tutuldu bir şey yapamadılar.

 

Emeklilik?

 

Emeklilik gazeteden. Bir gün bakana gittim dedim ki; ben bu kadar halk kültürüne hizmet etmişim ama emekliliğim yok, bundan sonra ne yiyeceğim, dedim. Sen dur ve sus dedi, çay ve kahve içirdi. Sonra bakanlığa gittik, kültür bakanıyla telefonla görüştü, sonra gel, dedi. Ankara Oteli’ne gittik, yemek yedik o zaman genel müdürü çağırdılar söylediler emekliliğimi yaptılar.

 

Bu kadar Anadolu, yurt dışı gezileri ve nice anılar var. Bunlar kitaplara da sığmaz.

 

Neler var neler... Yabancı basın benim hakkımda yazıyor, dışişlerine geliyor gidiyorum benim hakkımda yazılanlardan bir tanesini verin bana diyorum, beni dövüyorlar, senin ne işin var bu gavurlarla, diyorlar. İngilizler, Fransızlar ortaklaşa benimle ilgili bir film yapacaklar... İzin vermediler katiyen olmaz, dediler. Ben gizliden gittim peri bacalarına, oradan Kayseri’ye... Bir film yapıldı, Türkiye’ye geldi ki kesilmiş filmi öyle yapmışlar anlamı kalmamış, kesmişler.

 

Belgesel şeklinde mi?

 

Benim yaşantımı çektiler ama beni gösterirken peri bacalarını da gösterdiler.

 

Saz sizin ayrılmaz bir parçanız yine konserler oluyor mu, konserler için teklifler alıyor musunuz?

 

Bizim hanım istemiyor. İstanbul ve Avrupa çok istiyor, beni çağırıyorlar. Eskiden siyahlara köle diyorlardı şimdi biz Beyaz Köle olduk. Kitap yazdım adını Beyaz Köle koydum.

Gittim bir fabrikaya elektrikler bozuk çünkü bütün Avrupa’da Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da bütün bozuk makineleri oraya atmışlar, o adaya Avustralya’ya, yeni modern makineleri de kendileri kullanıyorlar.

Anadolu’da gördüm köten diyorlar toprak biraz sert olunca öküz sürüyorlar ve bizimkiler de öküz gibi sürülmüşler oralarda otobüs ve kamyonları çekiyorlardı, onları resimledim getirdim, bu kitabı Cumhuriyet çıkardı.

 

 

72 yaşının birikimleri, coşkusu her şeyi ile birlikte…

 

Ben kendimi hiç 72 yaşında gibi görmüyorum... 1960’larda 70’lerde çaldığımın daha sertini çalarım. Şimdi daha bir güç geldi bana. Ben sahneye geçerken toplanıp geldiler aydınlar. Dediler ki, bize bir şey çal. Benim ayaklarım bir karış yukarıya çıktı. Çalarken hopluyorum, şaşırdılar, biz hayatımızda böyle bir şey görmedik, dediler.

 

Bunlardan sonra geleceğe nasıl bakıyorsunuz?

 

Yeniden halk ozanlarını aldığım Ozan Dolu Anadolu kitabı var biliyorsun. Ozanların hayatlarını, şiirlerini koydum. Çünkü Anadolu bir ozanlar deryasıdır. Veysel öldü halk ozanları gömüldü, demişlerdi Veysel’in vefatında. O zamanlar halk ozanlarıyla kimse ilgilenmiyordu ben ilgilendim, şiir yazmayanlara şiir yazıyordum, yazıp onlara veriyordum. Şimdi işte siz biliyorsunuz Ozan Dolu Anadolu, ozanlara bir hizmetimdir. Bu şekilde çalışıyorum.

 

 

Söyleşi; 16 EKİM 2002, Diyarbakır, Ofis

 

 

 

AŞIK İHSANİ

Aşık İhsani (d. 1932, Diyarbakır - ö. 21 Nisan 2009, Diyarbakır), halk ozanı.

Aşık İhsani özellikle 1970'lerde oldukça popüler olan halk ozanıdır. Yaşamı Diyarbakır'ın yoksul bir köyünde başlar. Demokrat Parti ile başladığı politik hayatına TİP ile devam eder. Sert ve açık anlatımı ile devrimcilerin ozanı olarak tanınır. İstihbarat arşivlerinde kendi tabiri ile iki elarabası dosyası bulunmaktadır.

17 Nisan 2009'da evinde yapılan belgesel çekimleri sırasında aşırı heyecan nedeniyle fenalaştı. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi Servisi’ne yatırılan Aşık İhsani'nin tansiyonunun yükselmesi sonucu beyin kanaması geçirdiği belirlendi. Yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınan Aşık İhsani, 21 Nisan 2009’da sabah saatlerinde yaşamını yitirdi. Diyarbakır’ın Şehitlik semtindeki mezarlıkta toprağa verildi.

Yaşam Öyküsü

Asıl adı İhsan Sırlıoğlu’dur. 1932 yılında Diyarbakır’da doğar, küçük yaşta şiir yazmaya başlar. İki yaşında iken babası Filit'i kaybeder ve annesi tarafından sıkıntılı ve yoksul bir ortamda büyütülür. Çalışmak için sürekli diğer köylere ve şehirlere gitmeye başlar. 17 yaşındayken İstanbul Büyükçekmece Mimarsinan Köyü’nde maden ocağında çalışmaya başlar. Maden kapanınca lastik fabrikalarında çalışır daha sonra Erzurum’a askere gönderilir. Askerlik sonrası kendi kendine saz çalmaya başlar. Sazı ile Anadolu’yu dolaşmaya başlar. Bu seyehatlerinin birinde Manisa Tarzanı ile tanışır ve bir müddet yanında kalır. Aşık İhsani türkülerini Güllüşah ismindeki hayali bir kıza söylemektedir. 1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası’nda çalışmaya başlar. Uşakta bir hapisane müdürü ona senin Güllüşah’ı bulduk der, kız her ne kadar İhsani'nin hayallerindeki Güllüşah değilse de bu kızla evlenir. İhsani ona da saz çalmayı öğretir ve Aşık İhsani ve Güllüşah olarak şehir şehir dolaşmaya başlarlar. Bu ikili halk tarafından oldukça ilgi görmeye başlar. Aşık İhsani ve Güllüşah adlı kitapları yapılır. 1958’de Ankara Radyosu Yurttan Sesler programının şefi Muzaffer Sarısözen tarafından programa davet edilir. Her hafta Çarşamba günleri Güllüşah ile birlikte radyoda türkü söylemeye başlarlar.

Bu esnada Celâl Bayar ve Adnan Menderes ile tanışır ve görüşmeye başlarlar. DP'nin mitingleriyle Türkiye'de dolaşmaya başlar. “Evvel Allah sonra Demokrat Parti” ve benzeri şarkılar yapar.Bu esnada 27 Mayıs Darbesi olur. Türk Ocakları’nın 51. Yıldönümü dolayısyla TRT‘de verilen bir törende alel acele sahneye çıkarılır. Sakalı gögsünde, saçı belinde bir halde sahneye çıkan İhsani’nin söylediği şarkı Başbakan Fahri Özdilek tarafından beğenilmez. Başbakan ayağa kalkarak “Atın şu komünisti oradan …” der ve İhsani şaşkınlık içinde kendini karakolda bulur. Bir yıl sonra Fransızlar tarafından yapılan bir Türkiye tanıtım filminde karısı ve oğlu Garip ile birlikte yer alır. 1962’de milletvekilleri maaşlarına yapılması istenen zam ile ilgili kararın görüşüldüğü günlerde meclise giderek protesto gösterilerinde bulunur. Belçika Kültür Bakanı ile bir Türkiye ziyareti sırasında tanışır ve gezi dönüşü “Saçı ve sakalı gibi uzun görüşlü Aşık İhsani” olarak Belçika gazelerinde boy gösterir. Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşuyla birlikte sol hareketlere ilgi duymaya başlar. İlk yazdığı devrimci şiir "Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar Geliyoruz, geleceğiz, yakındır" Şiiridir. Daha sonraki röportajlarında bu döneme kadar ki yaşamını cahillik olarak tanımlayacaktır. Bu dönemde Ağalı Dünya adlı kitabı yayınlanır. Daha önce içinde olduğu Adalet Partisi ile artık düşman olurlar. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği kıbrıs mitingi sırasında Deniz Gezmiş ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri bayrağını yakarlar. Şiirleri birçok dergide yayınlanmaya başlar. Bu arada Çetin Altan ile tanışırlar. Çetin Altan onun ve sol çevreden birçok kişi yazdığı şiirlerin, kitapların Sovyetler Birliği'nden gönderildiğinden şüphelenmektedir. Bu şiirleri okul yüzü görmemiş birinin yazdığına inanmazlar. En son onu konunun uzmanıolan Pertev Naili Boratav’a götürürler. Boratav İhsani’yi dinler ve “İhsani bir halk ozanıdır.” Diyerek İhsani üzerindeki şüpheleri kaldırır. 1977’de Almanya ve Belçika’ya gider ve bu ülkelerde de televizyon programlarına katılır, ödüller alır.1979’da Avusturalya’ya gider. Son yıllarında Diyarbakır'da yaşayan Aşık İhsani 21 Nisan 2009'da Diyarbakır'da öldü.

Şiirlerini, »Ağalı Dünya« (1964-65, 2 cilt), »Yazacağım« (1966), »Bakalım Hele« (1967), »Bak Tarlanın Taşına« (1974), »Vur Ağanın Başına« (1975) adlı kitaplarda topladı. »Dünden Bugüne Aşık İhsani« (1976), »Düş Değil Bu« (1993) ve tüm şiirlerini topladığı »Bıçak Kemikte« (2002) adlı kitapları yayımlandı.

Ayrıca 1973 yılında çıkardığı »Ozan Dolu Anadolu« adlı antoloji ile gezi izlenimlerinden oluşan »Beyaz Köle« (1985), adında kitapları bulunmaktadır.

 Le Monde'da hakkında çıkan haber

"... İhsani ile söz konusu olan başka şey. Bunu söylerken Bob Dylan'ı, Joan Baez'i, Gospels'in politik olmuş kara derili şarkılarını düşünüyorum. Ray Charles'ın ya da Johnny Hallyday'in çığlık türküsü, Charlie Mingus'un yakarı türküsü, Bob Dylan ya da Joan Baez'in yakınma türküsü,Leo Ferre, Georges Brassens'in taşlama türküleri, İhsani sözlerindeki şiddetle karşılaştırıldıklarında adeta çekinden kalırlar. Yalnızca Vietnam Savaşı'na karşı koyan dünya ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsani şiirinin ilk göze çarpan özelliğidir. İhsani bu öfkeyi, bu sertliği halkına karşı olan her şeyi yermekte kullanıyor. Kibarlar belki bu tondan inciniyorlar ama bu akım, bu hakaret rayına oturmuştur..."

AŞIK İHSANİ’NİN KİTAPLARI

  • Aşık İhsani'nin Hayat Hikayesi ve Şiirleri (1960)
  • Ağalı Dünya 2 cilt (1964-1965)
  • Yazacağım (1966)
  • Bakalım Hele (1967)
  • Ozan Dolu Anadolu (Gezi, 1973)
  • Bak Tarlanın Taşına (1974)
  • Vur Ağanın Başına (1975)
  • Dünden Bugüne Aşık İhsani (1976)
  • Beyaz Köle (1985)
  • Düş Değil Bu (1993)
  • Bıçak Kemikte (2002)

 

KAYNAK: VİKİPEDİ ANSİKLOPEDİSİ

 

 

 

AŞIK İHSANİ  (II.)

(İHSANİ SIRLIOĞLU)

 

 

Diyarbakır’dan Aşık İhsani Sırlıoğlu ile birlikteyiz. Gönlü insan sevgisi ile dolu ozanımızın çocukluğundan başlayarak yaşamıyla ilgili  bakalım bize neler anlatacak?

 

1930 yılı… Babamlar Muş’a bağlı Varto’dan gelmişler. Ben burada doğdum bu benim suçum değil. Kürt ağalarının elinde büyüdüm. 5 yaşındaydım… Anam açlık çekiyordu, babam yoktu… Ve anam beni bir ağaya 3 kilo ekmeğe sattı. Çünkü ekmeğimiz yoktu. Hem karnını doyur dedi, hem de ben karnımı doyurayım, dedi. Böylece Kürt ağalarının eline düştüm. Kars, Van, Muş, Erzurum çevrelerinde ağalar birbirlerine sattı beni. Çarekler köyü vardı Alevi, oraya gidiyordum. Ağa gelip beni dövüyordu, ne işin var senin Kızılbaşlar arasında, diyordu. Eskiden kimse Kızılbaş demiyordu; Muaviye pezevengi, Hz. Ali ve ordusuna karşı savaş hazırlamıştı. Ali sinirlendiği zaman önüne gelene vurmuş ama (yeri gelince) kendi adamlarını da vurmuş. Dostları toplanmış, ya Ali sen sinirlendiğin zaman vuruyorsun, o zaman biz birbirimizi ayırt edemiyoruz, biz ne yapalım, diye düşünmüşler ve sormuşlar. Hepsinde kırmızı gömlek varmış, çıkarmışlar kırmızı gömleği yırtmışlar kafalarına sarmışlar ki Ali tanısın onları. Ali’nin de kafasına kırmızı gömleği sarmışlar. Ya Allah deyip saldırınca, Muaviye bunu görünce kaçın Kızılbaşlar geliyor, demiş ve Ali savaşmadan galip gelmiş.

Ali her zaman galipti, Ali demek ulu demektir, büyük demektir.

Muhammed onları bir savaşa gönderdi ganimetler geldi ama Ali almadı. Ali bileğinin hakkıyla kazandı, yedi.

Ali’nin iki oğlu Hasan ve Hüseyin bunlar ikiz. Önce Hasan dünyaya geldi. Bir gün Muhammed Mescitte namaz kıldıktan sonra sormuş, ey tanıdıklar; benim iki gözüm nerededir biliyor musunuz? Ya Resullullah bizim gözlerimiz gibi alnının altında, burnunun üst tarafında, demişler. Hayır açın iyice gözlerinizi bakın, Hasan ile Hüseyin’i göstermiş işte benim iki gözüm bunlardır, bunlara değen bir çöp benim iki gözüme değer, demiş.

Osman geldi Muaviye’yi getirdi Şam’a vali yaptı ve O da İslam’a baş belası oldu. Benden sonra İmam Hasan Halife olacaktır, dediler ve üç kağıtçılık yapıp İmam Hasan’ı ortadan kaldırdılar. Muaviye insan kanı içe içe şişer ama sonunda etleri dökülür hiç kimse ona yaklaşamaz, kokar. Onun yerine Yezit gelir ve Hüseyin, gel bana biat et herkes bana biat etti ben artık halifeyim, der. Ve Hüseyin der ki, benim ecdadım size biat etmedi siz bize biat ettiniz ben size biat etmiyorum, der. Hüseyin 72 yoldaşıyla feda eder kendisini. Yezit taraftarları sadistçe Hüseyin’in kellesini keser mızrağa takar ve  gezdirirler. Yezit babası gibi sahtekardır. Büyük Şahı hemen orada gömerler ve babasına, dedesine kavuşur Cennet-i Ala’da. Yezit ne yapar, ne yaparsa kötü yapar, Yezit şeytandır, Yezit lanettir. Biz şeytandan, fesatlıktan yana değiliz, biz Hakk’tan, haktan, adaletten yanayız, Ali’den, Hasan’dan ve Şah’tan yanayız.

 

Bu düşünce içerisinde Aşık İhsani 1930’larda hayata atılıyor,  yaşam kavgası ile tanışıyor her şeyden önce. Ağaların, beylerin, paşaların zulmunden başlıyor hayat öyküsü, öyle sürüp gidiyor. Değişen çok bir şey yok değil mi?

 

Değişen bir şey yok ama biz isterdik ki bizim geleneklerimiz, göreneklerimiz bizde kalsın. Bilirsin bıyığımız, sakalımız gelir ama yasını tutarız Şah Hüseyin’in, İmam Ali’nin, Seyit Hasan’ın ser verir, sır vermeyiz ama sırrımız açıklandı. Üç kuruş para kazanmak için hepsi açıklandı.

 

Düşünceler yazı ile dilden dile, gönülden gönüle akıyor ve tercüman oluyor. Kaç kitap oldu bugüne kadar?

 

22 kitabım var. Avrupa’da tercüme edilmiş birkaç kitap da ben de var. Bazıları da geliyor buraya ben kitapları okuyayım tercüme edip sana getireyim, diyorlar ama geri getirmiyorlar. Avrupa’dan çağırıyorlar ama bizim hanım gelmiyor. Sen de gel gideriz orada Ali’yi sevenler var, diyorum. Hayır gidemezsin Diyarbakır’da kalacağız, sen gidersen öldürürüm kendimi, diyor.

 

Zincirleri kıran birisiniz ne oldu böyle?

 

Evet. Yaşayanlar arasında zinciri kıran halk ozanıyım, Pir Sultan’ın dışında. O bizim öncümüzdür diğerleri var hepsinin adını söyleyemiyorum çünkü hepsi İmam Ali’den yana, Şah Hüseyin’den yana.

 

 

 

 

 

Zincirleri kıran bir ozansınız, gönül ferman dinlemiyor. Ozanlık, sanatçılık, yaratıcılık aynı yerlerde buluşuyor galiba.

 

Halk ozanlarının okurluğu yoktur. Halkın önünde mutlaka gitmeli, halk adına söylemeli, halk adına duymalı, halk bir deryadır. Gerçek halk ozanı bir deryadır. Halk ozansız olmaz, ozan da halksız olmaz. Halk bir çiçek ozan bir arıdır.

 

Halkı ezenlerin karşısında yılmaz bir savunucu olarak dinledim sizi.

Devrimci dediğimiz ve faşizm, kapitalizmle hayat bulan onların düzenini sarsacak şekilde eleştiren toplum önderleri, yazarlar, aydınlar vs. Dinledim, okudum. Siz bu halk ozanlığı geleneğinin içindeki en ünlü isimlerden birisiniz, biz böyle biliyoruz.

Halk ozanlığının içinde mücadeleci bir yapınız var. Sizde o geçiş nasıl oluştu, nasıl bir devrici halk ozanı oldunuz; birinden mi etkilendiniz, bu okumalarla mı oldu yada ruhunuzun derinliklerinden gelen bir ses miydi bu değişim rüzgarını alevleyen?

İmam Ali’yi, Hasan ve Hüseyin’in varlığında kendinizi buluyorsunuz ama onun dışında bir de Amerikan emperyalizmi diğer emperyalist güçlere karşı mücadeleniz var.

Acaba çektiğiniz çilelerin dışında, okumalarınızın dışında sizi ne etkiledi bu kadar?

 

Beni etkileyen çocukluğum, çünkü çok çektim. Kürt ağalarının elinde uykusuzluktan çatlıyordum, kuru ekmek ve suyla karışık yiyordum. 5 yaşını yeni bitirmiş birisiydim, gurbet elde ağaların elinde beni gece gündüz çalıştırırlardı.

18 yaşını yeni bitirmiştim birisi trenle gitmiş Adana’ya, İzmir’e. Gel kaçalım, dedi. Öylece kaçtık ağaların elinden. İstanbul’a geldik Büyükçekmece Mimar Sinan’a. Orada karnımızı doyurmak için yedi kat yer altında kömür taşıdık. Oradan çıktık lastik fabrikalarına girdik. Ben o sesi dağlarda öğrenmiştim. Pir Sultan’ın gelin canlar bir olalım, sesini. Adana ile Tarsus arasında Yenice var, Yeniceli Sıtkı Baba aynı dörtlük Ozan Sıtkı’nın da var. Ozan Dertli var “Şeytan bunun neresinde” türküsünü söyleyen, bir de aynı şekilde Erzurumlu Emrah’ta gördüm o da Ali’yi seven bir ozan. Ben onları dinledim, onlarla büyüdüm.

Bizler dünyaya yayılmışız, Avustralya kıtasına gittim orada da Alevi’yi gördüm. Ekmek Leyla oldu bre dostlarım, Mecnun oldum ardı sıra gezerim, bu düzen Aleviliği aç bıraktı. Artık kız Leyla’nın peşine takılmadı ekmek Leyla’nın peşine takıldı.

Japonya beni çağırdı orada Alevi gördüm, Çin’e gittim orada da Alevi gördüm, Hindistan’da Alevi gördüm, Suriye’de Alevi gördüm.

Gerçek Türk müzik aracı Alevinin çaldığı saz ve çobanın üflediği kavaldır. Davul zurna bize Pakistan’dan geliyor, cümbüş lafı Arabistan’dan geliyor, keman İtalya’dan, gitar İspanya’dan diğer zirzoplar da Amerika’dan geliyor.

Gerçek müzik Alevi müziğidir. Yunus Emre’yi Sünni bildiler ama Alevi’dir. 1979’da Avustralya’ya gittiğimde Aleviler beni karşıladı, Tunceliler, Antepliler, Maraşlılar.

Ecevit Başbakandı Maraş olayı oldu. Bıyığı olana vuruyorlardı benimde bıyığım vardı. Onlar bize saldırıyorlar ama biz yine onlara bir şey yapmadık. Türkiye’nin kültürü Alevi kültürüdür.

 

Güllü Şah’la geziler, ziyaretler kitaplaştı, çok ünlendi...

 

Çok ünlendi ama bu kültürü kaldıramadı çünkü yabancıydı. Kaldıran gelsin, dedik. Muğla Köyceğiz’de yobaz Yezit zihniyetliler ayaklandı, Alevilere karşı. Bizim Alevi kızlarımız atlara bindi silahları aldı dağlara çıktılar, bunu bileniniz var mı?

 

Devrim dünyası ile Alevi dünyası ile kapılar aralıyorsunuz bizlere, sizin dimağınız çok genç, yüreğiniz çok genç demek ki bunları diri tutuyor?

 

Çok evliliktendir.

 

 

 

O dönemde uzun saçlar ve sakallar vardı. Siz bu kimliğinizle çok ünlendiniz, bir dönemin deyimi ile hippiler gibiydiniz?

 

Hippi değiliz biz İmam Hüseyin’in yasını tutuyoruz.

 

Öyle bir dünya çapında bir gelenek veya akım olduğu için öyle isimlendirmeler oldu.

 

Sultanahmet mahpusunda müdür geldi ağır paltolar giymiş, Sultanahmet savcısı geldi, dediler. Bunun saçını, sakalını kesin, dedi ve kestiler. Sakala gelince, eğilip baktılar orak çekiç aradılar 1966’da.

 

Sesiniz, tavırlarınız ve bu giyim kuşam ile çok aşırı popülerliğe kavuştunuz. Sadece görünüş değil sloganlarınız, şiirleriniz, davranışlarınız da değil, siz klasik halk ozanlığı geleneğinin temsilcisi olmakla birlikte farklı yapınızla da yeni bir soluk getirdiniz.

 

Şarabi Köyü var mı yakınlarda, şarap yetiştirirmişler.

 

Çok yerlerde var ama küp şarabı özel bunu Rumlar bir ada da yapmışlar, birisi onların yanında çalışmış Denizli’nin Çal kazasında Rumlar’dan öğrenmiş ve bütün dünyada satılıyor. Kan aynı, dil aynı, amaç aynı sizin içtiğiniz bizim içtiğimiz anlamına geliyor. Nazlı bir oğlan doğuruyor 4-5 yaşlarında daha herkes ona piç diyor, ana da gidiyor onun bunun kahrını çekiyor. O çocuğun tek arkadaşı kediler, köpekler ve tavuklardır başka kimsesi yok. Sonunda yorgun düşüyor akşam eve gelince ağlamaya başlıyor,  her zaman ağlayan o çocuk diyor ki; “anacığım köyde bana herkes piç diyor, piç ne demek... Böyle bir şiirim var, biliyorsun... Ağasız Dünya...

 

Ağasız Dünya

Anacım be akşam eve dönünce

Neden hep ağlıyor gülsen olma mı

Köyde bana “piç” diyorlar ne dimek

Birinden öğrenip gelsen olma mı

 

Bu gün Abuzıt’ın süslü Memedi

Gördüydüm elinde ağ ekmek yedi

Bi ısırık istediydim vermedi

Versin deyi haber salsan olma mı

 

Okula komadı bizi Kel Ağa

Odunu yoğumuş iletti dağa

Taş kestiydi basamıyom toprağa

Ayağıma babıç alsan olma mı

 

Tahsildar tefeci hökümet ganun

Dam su inek eşşek hepsi mi onun

Öyle isem şu dünyada ağanın

Olmadığı biyer bulsan olma mı

 

Ağasız Dünya’yı 1959’da yazdım, 61’de çıktı. 1962-1963 arası Nazım Hikmet 1500 satıyordu. Çünkü okur yoktu, korku vardı. Yaşar Kemal de 700 bin satıyordu okur yoktu. Ağalı Dünya 2 milyonu aşkın sattı.

 

Bazı ozanları, sanatçıları da teşvik ettiniz, sahneye çıkmaya korkan, çekinen insanları, arkadaş olarak aldınız yanınıza sahneye çıkardınız. Öyle de bir coşkunuz  da var paylaşma, birleşme gibi.

 

Ben tek başıma Pir Sultan Abdal’dan kalma çağdaş halk şiirleri okudum, şiir söylenmeyenlerin adına şiir yazdım, beş halk ozanı ile bir araba kiraladık Tunceli’ye gittik 2500 lira verdiler, adam başı 500 lira düştü. Benim amacım halk ozanlarını ayaklandırmak onları bir yere getirmek, artık pısırık kalmayalım, Pir Sultan gibi başkaldıralım, hakkımızı arayalım, düşüncesindeydim.

1960’ların başında Mahzuni ile Osman Dağlı vardı. Osman Dağlı şiir yazardı Mahzuni’ye bir iki plak yaptı tutmadı ama şu türküyü söyledi tuttu, Ali’yi seven onu kendisinden bildi sarıldı Mahzuni’nin türkülerine “Aman doktor bak bebeğe / Param yok ceketimi al / Aman doktor bak bebeğe” türküsü söyleyince tutuldu Mahzuni.

Alevilikte ezgicilik vardır çünkü (Aleviler) Şah Hüseyin’in yasını tutar, İmam Ali’nin yasını tutar, Seyit Hasan’ın yasını tutar o nedenle hep ezgi söyler.

Türkiye’nin en büyük kültürü Alevi kültürüdür, Alevi kültürü kalktı mı Türkiye çöker.

Davut Sulari’yi gördüm, İsviçre’de kızını gördüm Nesimi adlı Maraş’lı birisiyle evli, baban nasıl dedim, sus söyleme, dedi. Davut Sulari’nin yorumu iyi, muhabbeti iyi ama zikzakları yapmaması lazımdı ama işte aşıktır.

 

Daha bir çok halk ozanları var biraz bunları değerlendirseniz?

 

Topladım onları hepsi kendi içinde halk ozanıdır. Ozan Dolu Anadolu kitabında kimisinin şiiri yoktu mesela Aşık Zamani, Tunceli’li, onun şiiri yoktu adına şiir yazdım kitaba koydum düzene sahip çıkalım.

Cem Dergisi bizim Kuran’ımız, orada Hıfzı Topuz’un bir yazısı var Özal ve Demirel yıktı bu Türkiye’yi Tansu Çiller. Ben İstanbul’da birinci sıra milletvekili olurken Hıfzı Topuz Afrika’dan bana bir mektup gönderdi oy’um senin için, demişti. Fransa’ya gittim Hıfzı Topuz’u gördüm. Hıfzı Topuz büyük bir yazardır, Alevi gibi aydındır.

 

Siyasi politik günlere biraz dönelim. Nasıl oldu Türkiye İşçi Partisi’nin öyküsü, kuruluşu? Türkiye’nin gerçek anlamda devrimci, demokrat, sol çizgide ve güzel çizgide olan ilk ve tek partisi, deniliyor.

Diğer aydınlarla içli dışlı oldunuz; Ruhi Su, Çetin Altan, yazarlar, çizerler artık o camianın içindesiniz.

 

Evet. (Ben o zaman) bilmiyordum cahildim, Kürt dağlarından gelmiştim daha yeni, Adnan Menderes başbakan, Celal Bayar cumhurbaşkanı, saraydaydım yani gidip geliyorduk.

1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurdular bir başkan aradılar Mehmet Ali Aybar’ı getirdiler uzun boylu konuşan, sözü dinlenen bir kişiydi. Mehmet Ali Aybar geldi, Çetin Altan da destekledi. Türkiye İşçi Partisi’ni destekledik. O parti aydınlık getiriyordu, Aleviliğin aydınlığı gibi ama Alevinin aydınlığı bir başkadır, pırıl pırıldır güneşten daha aydınlıktır. Türküleri söyledim atıldım mahpuslara bugüne kadar geldik.

1957-58 hatta 60’a kadar Ankara Radyosu vardı, herkesin gözü, kulağı Ankara Radyosu’ndaydı. Çarşamba günleri programlarımız vardı, bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar vardı, Adnan Menderes başbakandı ve diğerleri bize el attılar. Celal Bayar’la muhabbet ederdik

Adnan Menderes, Celal Bayar el attılar bize amacı şu idi: Aşık İhsani ve Güllüşah yani Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre’nin uzantısı olduk, halk bizi benimsedi çünkü 68’den sonra Demokrat Parti’yi kimse dinlemiyordu. Halk arasına gittiklerinde nutuk çekerlerdi, bizi de götürürlerdi. Halk onları dinlemediği için bizi yanlarına almışlar, bizi görünce toplanıp gelirdi herkes. 27 Mayıs’ta (1960) bunlar devrildi askeri darbe oldu. Cemal Gürsel ve başbakan Fahri Özdilek İstanbul sıkı yönetim komutanı o da geldi başbakan oldu. Yabancılar için gösteri yapacaklar Ankara Radyosu’nun üst tarafı. Yabancı konsoloslar, yabancı genel müdürler, bakanlar, milletvekilleri gelmişti. Başka sanatçılar geç kalınca ben çıktım sahneye bu türküyü de yeni yapmıştım.

(Aşık) Veysel’i hepimiz çok severiz, hastalıktan ve öküz vurmasından iki gözünü kaybetti ama iç gözü görüyordu. Önceleri dedelerden söylerdi sonra Pir Sultan’dan söylerdi daha sonra kendisi söylerdi. İlk Atatürk’e söyledi. Ankara Radyosu hemen ona yer vermişti Atatürk şiirini okudu derken Atatürk’ün vefatıyla İsmet İnönü cumhurbaşkanı oldu bu kez İsmet İnönü’ye bir şiir yaptı ondan sonra Ankara Radyosu sürekli Veysel Baba’yı almaya başladı. Ankara’da Şah Hatayi gecesi yapıyorduk Yaşar Kemal vardı, Ruhi Su vardı, Can Yücel vardı, Mahzuni vardı. Veysel’e gittik Şah Hatayi gecesi yapıyoruz dedik, bizi kendinize alet etmeyin siz komünistlersiniz, dedi ve gelmedi Şah Hatayi gecesine. Halkının sırtından trilyonlar çalan halkını aç bırakanlara karşı Veysel Baba bir şey demedi. Veysel Baba Pir Sultan’ın torunlarındandır. Pir Sultan bir başkaldırı ozanıdır, Ali bir başkaldırı yiğididir, bizim ailede başkaldırı ozanlarımız vardır. Bu düzencilere, hırsızlara Veysel Baba bir şey söylemedi.

Veysel bir Alevi halk şairidir, öncülerimizdendir,  nur içinde yatsın saygı ile selamlıyorum.

Biz istedik ki Veysel Baba baltasını çalan küçük hırsıza söylediğini büyük hırsıza da söylemeliydi.

Bu ülkede Aleviler neler yaşadı, neler...

Maraş da korkunç katliam oldu Alevileri bırakmadılar, Ecevit o zaman başbakandı ve hiç sesi çıkmadı.

Daha yeni Sivas’ta 35 canımızı yaktılar; Tansu Çiller başbakandı, idare edin dediler, çünkü düzen yezidin düzenidir.

Biz uyanalım artık onları korkutalım ki bizi vurmasınlar.

Bizim de şerefli bir insan olduğumuzu anlasınlar. Çünkü aslımız onların aslından daha çok şereflidir biz şerefli bir kavimin evlatlarıyız.

 

Mahpusluk tabi ki sizi etkileyen unsurlardan birisi oldu, oranın yapısı, bünyesi sizin dünyanız, yaşamınız, halkınız, oranın ise paslı zincirleri, demirleri... Bu tutsaklığı, esirliği ve özgürlüğü çağrıştırıyor fakat sizin ki daha büyük bir dava; toplum davası, toplum esir olmasın, toplum sömürülmesin, birey de bu toplum içinde olduğuna göre tabi ki tek başına işkence görmesin, çile çekmesin (ama toplumun huzuru için birey biraz sancı çekebilir) düşüncesi vardı.

 

Biz toplumu ezenlere karşı savaştık, Pir Sultan’ca savaştı o nedenle bizim aslımızda savaş var. Yunus bir Alevi şairdir, Tabtuk Emre de öyle. Sünniler bunu kendilerine yordular, Yunus Yunus’tur başkası değildir.  Yunus Hacı Bektaş’a geliyor o da sen Taptuk Emre’ye git, diyor. Yunus’un Alevilikle kendi nesli ile ilgili bütün şiirlerini yok etmişler diğer şiirlerini çıkarmışlardır ortaya.

 

Aşık İhsani en çok nelerden hoşlandı, nelerden hoşlanır özel dünyasında neler vardır?

 

Ben savaşmaktan başka hiçbir şeyden zevk almıyorum. Cem Dergisi’ni okuyorum ama gazete geliyor sadece başlıkları okuyorum gözüm izin vermiyor.

 

Burada (Diyarbakır’da) yaşam nasıl gidiyor, siz bütün Anadolu’yu, dünyayı dolaştınız geldiniz yine doğduğunuz yere.

 

Bizim hanıma diyorum ki; gidelim İstanbul’a, İzmir’e, Anadolu’ya. O inatla gelmiyor, kendimi asarım gelmem, diyor. Ben de burayı çok seviyorum. Sinem Bacı, sonra Sarıca Kız ondan sonra bu hanımım geldi. Ne yapayım geliyorlardı... Bunların çoğu da tiyatrocu, balerin ve sinemacı ama hiç birisi 20 yaşında değildi, hep 17-18-19  yaşlarındaydılar. Ama bu hanım 20 yaşında geldi. (Sanırım Aşık İhsani ondan fazla evlilik yaptı. A. A.)

 

 

 

Burayı pek fazla sevmiyor musunuz, yerleşme bakımından başka yer düşünür müydünüz?

 

Benim amacım güzel yerlere gitmek savaşmak yani ben istiyorum sahnede… Yada halkın arasında evimde türkülerimi çalıp söyleyeyim.

 

Kaç plak, kaset çıktı bugüne kadar?

 

1957’de ilk taş plağımı çıkardım. Şimdi herkes kendi kendine çıkarıyor.

 

Emekliliğiniz var mı?

 

Hiç okula gitmediğim halde basında 1962-1971’e kadar en sert dergide yazı yazdım; Ant Dergisi’nde. O kapanınca Vatan Gazetesi’nde yazılarımı yazdım. Sivas’a konsere gittik. Bütün yobazlar saf saf oldular, burada konser yapamazsın, dediler. Ben yapacağım, dedim. Yapamazsın, seni öldürürüz dediler, bıçak ve silah gösteriyorlar bana. Ben Sivas’ın çarşısında bir o tarafa gidiyorum, bir bu tarafa gidiyorum. Kalabalık gruplar geldi kapıda beni bekliyorlar, gelip bizi öldürecekler. Onlara söyledim, söyledim, ağızları tutuldu bir şey yapamadılar.

 

Emeklilik?

 

Emeklilik gazeteden. Bir gün bakana gittim dedim ki; ben bu kadar halk kültürüne hizmet etmişim ama emekliliğim yok, bundan sonra ne yiyeceğim, dedim. Sen dur ve sus dedi, çay ve kahve içirdi. Sonra bakanlığa gittik, kültür bakanıyla telefonla görüştü, sonra gel, dedi. Ankara Oteli’ne gittik, yemek yedik o zaman genel müdürü çağırdılar söylediler emekliliğimi yaptılar.

 

Bu kadar Anadolu, yurt dışı gezileri ve nice anılar var. Bunlar kitaplara da sığmaz.

 

Neler var neler... Yabancı basın benim hakkımda yazıyor, dışişlerine geliyor gidiyorum benim hakkımda yazılanlardan bir tanesini verin bana diyorum, beni dövüyorlar, senin ne işin var bu gavurlarla, diyorlar. İngilizler, Fransızlar ortaklaşa benimle ilgili bir film yapacaklar... İzin vermediler katiyen olmaz, dediler. Ben gizliden gittim peri bacalarına, oradan Kayseri’ye... Bir film yapıldı, Türkiye’ye geldi ki kesilmiş filmi öyle yapmışlar anlamı kalmamış, kesmişler.

 

Belgesel şeklinde mi?

 

Benim yaşantımı çektiler ama beni gösterirken peri bacalarını da gösterdiler.

 

Saz sizin ayrılmaz bir parçanız yine konserler oluyor mu, konserler için teklifler alıyor musunuz?

 

Bizim hanım istemiyor. İstanbul ve Avrupa çok istiyor, beni çağırıyorlar. Eskiden siyahlara köle diyorlardı şimdi biz Beyaz Köle olduk. Kitap yazdım adını Beyaz Köle koydum.

Gittim bir fabrikaya elektrikler bozuk çünkü bütün Avrupa’da Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da bütün bozuk makineleri oraya atmışlar, o adaya Avustralya’ya, yeni modern makineleri de kendileri kullanıyorlar.

Anadolu’da gördüm köten diyorlar toprak biraz sert olunca öküz sürüyorlar ve bizimkiler de öküz gibi sürülmüşler oralarda otobüs ve kamyonları çekiyorlardı, onları resimledim getirdim, bu kitabı Cumhuriyet çıkardı.

 

 

 

 

72 yaşının birikimleri, coşkusu her şeyi ile birlikte…

 

Ben kendimi hiç 72 yaşında gibi görmüyorum... 1960’larda 70’lerde çaldığımın daha sertini çalarım. Şimdi daha bir güç geldi bana. Ben sahneye geçerken toplanıp geldiler aydınlar. Dediler ki, bize bir şey çal. Benim ayaklarım bir karış yukarıya çıktı. Çalarken hopluyorum, şaşırdılar, biz hayatımızda böyle bir şey görmedik, dediler.

 

Bunlardan sonra geleceğe nasıl bakıyorsunuz?

 

Yeniden halk ozanlarını aldığım Ozan Dolu Anadolu kitabı var biliyorsun. Ozanların hayatlarını, şiirlerini koydum. Çünkü Anadolu bir ozanlar deryasıdır. Veysel öldü halk ozanları gömüldü, demişlerdi Veysel’in vefatında. O zamanlar halk ozanlarıyla kimse ilgilenmiyordu ben ilgilendim, şiir yazmayanlara şiir yazıyordum, yazıp onlara veriyordum. Şimdi işte siz biliyorsunuz Ozan Dolu Anadolu, ozanlara bir hizmetimdir. Bu şekilde çalışıyorum.

 

 

Söyleşi; 16 EKİM 2002, Diyarbakır, Ofis

 

 

 

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

 

Bilmece

 

Tam otuz keredir evlendim bana

Her gelen kız giden dulu arattı

Genç aldım yaşlıyı boşadım yine

Her gelen kız giden dulu arattı

 

İstemem geleni göklerden inse

Bayramlar ederim gidenim dönse

Talihim mi böyle bilmem nedense

Her gelen kız giden dulu arattı

 

Tersine gelene yoldaş oldum ben

Gelen güzel gelen taze gelen şen

Gelen ömür fakat bunlara rağmen

Her gelen kız giden dulu arattı

 

İhsani’yem fazla gelmişken dünkü

Yetmez gibi çıktı geldi bugünkü

İstemem bir daha gelmesin çünkü

Her gelen kız giden dulu arattı

(Her gelen kız yeni yıldır / giden de eski yazılar)

 

Yetişin

 

Yetişin heyy arkadaşlar yetişin

Memleketi zulüm aldı yetişin

Zulmün arkasına geçen deyyuslar

Tepemizde fazla kaldı yetişin

 

Politik cambazlar sarıldı dine

Derviş Vahdetiler hortladı yine

Demokrasi denen yerin dibine

Faşizm kökünü saldı yetişin

 

Güveni müveni kalmadı canın

Haddi-hesabı yok dökülen kanın

İktidar partisi anayasanın

Kitabını yere çaldı yetişin

 

Ayaklar altında çiğnendi haklar

Sorumlu kürsüde gerçeği saklar

Arpası irice gelen uşaklar

Birer kuduz köpek oldu yetişin

 

Geliyor

 

Geliyor heyyy bire dostlar geliyor

Koca halkım kalka kalka geliyor

Yıkılası zorbalığın üstüne

Her bir yandan aka aka geliyor

 

Yivli hançer gibi sıyrılmış kından

Ne ölüm korkusu ne de bir zından

Ortaçağın kahpe karanlığından

Kurun gibi çıka çıka geliyor

 

Poyraz yemiş sarı siyah yüzüyle

Her cümlesi küfür dolu sözüyle

Çanağından çıkmış iki gözüyle

Aç toprağa baka baka geliyor

 

Köylüsü kentlisi ederek toyu

Bir elinde kitap birinde oyu

Kendisinden olmayanı yol boyu

Ateşleyip yaka yaka geliyor

 

Vakti gelmiş durmaz olmuş yuvada

Bir ayağı dağda biri ovada

Sağları rüzgarda eli havada

Yumruğunu sıka sıka geliyor

 

 

Namaz Kaldı

 

Mehmet asgariden aylık alıyor

Altı nüfus ve kirada kalıyor

Mehmet ya evliya ya ad çalıyor

Çiftetelli oynamaya az kaldı

Her şeye zam geldi bir namaz kaldı

 

Tok olanlar yedi daha tok oldu

Hırsız daha hırsız dönek çok oldu

Orta direk vardı tümden yok oldu

Çiftetelli oynamaya az kaldı

Her şeye zam geldi bir namaz kaldı

 

Muhalefet geri meri esiyor

İktidar-miktidar hava basıyor

Borçlar gırtlağa dayandı kesiyor

Çiftetelli oynamaya az kaldı

Her şeye zam geldi bir namaz kaldı

 

Oğluma

 

Sana oğlum demem hayatta çiğsen

İstemem başına altın taç giysen

Yetiştirip iki ağaç diktiysen

İşte o zaman benim oğlumsun

 

Zalimin önünde boyun eğmezsen

Yoksulun malını çalıp yemezsen

Ben İslamım o gavurdur demezsen

İşte o zaman benim oğlumsun

 

İhsani’yem benim idi giden dün

Yarınlar senindir iyice düşün

İnsan olduğunu öğrendiğin gün

İşte o zaman benim oğlumsun

 

Düş mü

 

Dün gece düşümde gördüm dostlarım

Dersimliler birden bire yürüdü

Kimi eşeğini kimi kazını

Tepe bayır süre süre yürüdü

 

Kiminin sıkılmış nasırlı eli

Kiminin kimine dayalı beli

Afyon’dan Ağrı’dan bir insan seli

Kaya kaya dere dere yürüdü

 

Kiminin sırtında baltası çulu

Kiminin dağlara çevrili yolu

Samsunlu İzmirli tüm Anadolu

Bölge bölge sıra sıra yürüdü

 

Kimisi yaşlıca kimisi ergen

Kimi dev yapılı azimli girgen

Kiminin uyy babo elinde dirgen

Bıyığını bura bura yürüdü

 

Tok davul sesleri güm dedi yer yer

Herkesin alnında şapır şapır ter

Kiminin ağzında yeni bir haber

Ötekine vere vere yürüdü

 

Kimisi sarılı çıplak bir taya

Kimisi göğsünü eylemiş kaya

Koca halkım bir aydınlık bulmaya

Karanlığa vura vura yürüdü

 

 

Sivaslı Küçük Bir Kızın Dramı (Bu şiir ödül almıştır)

 

Anam Gül komuş adımı

Hani neden gülmüyom ben

Şu insanlar sanki diken

Bunu doğru bulmuyom ben

 

Sabah erkence kalkıyom

Uykusuz yola çıkıyom

Elin işine bakıyom

Bi dakka boş kalmıyom ben

 

Babam kız git çalış diyo

Anam buna alış diyo

Sonra da gel gülüş diyo

Çok istiyom ölmüyom ben

 

Ne bi yeni pabıç giyom

Ne bi lokma datlı yiyom

Kaç oldu hastayım diyom

Bi gün eyi olmuyom ben

 

Ne okuyom ne yazıyom

Ne oynuyom ne geziyom

Bazı herkese kızıyom

Ne olacam bilmiyom ben

 

Balta

 

Odun kırıcıydı adı İlyas’tı

Yanaştım yanına yüzünü astı

İşin nasıl dedim bir küfür bastı

Arkasından baltasını biledi

 

Bana bak arkadaş dedim dedi ne

Dedim sen bir vatandaşsın dedi he

Dedim kanun var dedi çekil be

Arkasından baltasını biledi

 

Dedim ilin nere senin dedi Van

Dedim çoluk çocuk dedi sekiz can

Dedim düzelecek dedi ne zaman

Arkasından baltasını biledi

 

Dedim yoksulluğun ocağı söne

Açıldı gözleri atıldı öne

Dedim dur bakalım dedi ne güne

Arkasından baltasını biledi

 

Savaş Alanı

 

Vurulmuştu nefes nefes uyandı

Ölenlerden arta kalan tek candı

Çabaladı dizlerine ayandı

Kalktı kalktı kalktı çaresiz

 

İmkan bulsa uçacaktı yurduna

Yem olmadan dağ başının kurduna

Bir geleni varmış gibi ardına

Baktı baktı baktı çaresiz

 

Çömeldim yanına kaldık tek teke

Bir şeyler diyordu can çeke çeke

Aldığı yaradan kan leke leke

Aktı aktı aktı çaresiz

 

İçten bir titreme almıştı onu

Çıkmıyor kısıktı sesinin tonu

Akbabalar dönüyordu boynunu

Büktü büktü büktü çaresiz

 

Bırakmıştı elindeki işini

Yavrusunu yuvasını eşini

Varan Azrail’e karşı dişini

Sıktı sıktı sıktı çaresiz

 

Silahların parladığı o her an

Çukur çukur yanıyordu koca han

Böyle cinayetten insanlık çoktan

Bıktı bıktı bıktı çaresiz

 

 

Sivas Olayı

 

Bak ne etti Sivas bize

Yetiş İmam Alim yetiş

Kan göl oldu çıktı dize

Yetiş İmam Alim yetiş

Yüreğime doldu ateş

 

Hain yezit yıktı yaktı

Hükümet uzaktan baktı

Yeter insan kanı aktı

Yetiş İmam Alim yetiş

Yüreğime doldu ateş

 

 

Edibe Sulari çöktü

Akarsu boynunu büktü

Pirsultan göz yaşı döktü

Yetiş İmam Alim yetiş

Yüreğime doldu ateş

 

Eller gider iken aya

Biz düştük lanet belaya

Sivas döndü Kerbelaya

Yetiş İmam Alim yetiş

Yüreğime doldu ateş

 

Toprağa Ne Ektiysem

 

Ne ektiysem onu biçtim

Şu üç dönümlük tarlaya

Elma ektim pekmez içtim

Şu üç dönümlük tarladan

 

Bir dönüme sevgi ektim

Çevresine barış diktim

Kucaklar dolusu çektim

Şu üç dönümlük tarladan

 

Bir dönüme hızlı daldım

Bir yılda dört ürün aldım

Altın buldum elmas buldum

Şu üç dönümlük tarladan

 

Bir dönümü kırmızı nar

Biri pamuk biri pancar

Fındığım var zeytinim var

Şu üç dönümlük tarladan

 

Bir dönümü kara üzüm

Üzüm benim iki gözüm

Portakala güldü yüzüm

Şu üç dönümlük tarladan

 

Bir dönümü benim yurdum

Yurduma bir okul kurdum

Gül kokladım bal yoğurdum

Şu üç dönümlük tarladan

 

Bir dönüme yağmur verdim

Yağmura bol güneş serdim

Oğlanı kızı everdim

Şu üç dönümlük tarladan

 

Çekecek

 

Memlekette gezinirken yitirdim

Kim bulduysa versin çekeceğimi

Çekeceksiz ben kendimi bitirdim

Kim bulduysa versin çekeceğimi

 

Zengin değil yoksula kötü baksın

Kitap değil onu faşistler yaksın

Aydın değil savcı mapusa tıksın

Kim bulduysa versin çekeceğimi

 

Patron değil işçiye kazık atmaz

Ağa değil köylüyü alıp satmaz

Meclis değil enflasyonu yaratmaz

Kim bulduysa versin çekeceğimi

 

Siyasetçi değil yalan söylemez

Öksüzün hakkını yemeyi bilmez

Devlet bankasını talan eylemez

Kim bulduysa versin çekeceğimi

 

Pahalılık değil yürüsün öne

Hayalici değil köşeyi döne

Başbakan değildir balonu söne

Kim bulduysa versin çekeceğimi

 

Zından

 

Türkiye’de bir zından var

Havası ağır mı ağır

Kapısının tanrısı yok

Dıvarı sağır mı sağır

 

Türkiye’de bir zından var

Oy anam oyy beni beni

Tahta kurusundan önce

Zındancılar yiyer mi

 

Türkiye’de bir zından var

Konuşamaz hep susarsın

“Yaşasın özgürlük” dersen

vurulursun kan kusarsın

 

Türkiye’de zındanlar var

Zındanları yıkmak gerek

Ortacağın katranından

Temizlenip çıkmak gerek

 

Yazacağım

 

Yazacağım bu can tende

Durana dek yazacağım

Eşitsizlik zincirini

Kırana dek yazacağım

 

Günüm çıkasıya dardan

Haber gelesiye yardan

Vurguncuyu şahdamarından

Vurana dek yazacağım

 

Ağalığın çöküşünü

Gür suların akışını

Fakirliğin kalkışını

Görene dek yazacağım

 

Sorumluyum ben çağımdan

Düz ovamdan dik dağımdan

Sömürgeyi toprağımdan

Sürene dek yazacağım

 

Halkım uyanmasın diye

Gerçekler gizlenir niye

Anayasa’m raftan köye

Girene dek yazacağım

 

Dost

 

Bin düşman öldürmektense

Dostum bir dost kazan bir dost

Düşman öldürmekle bitmez

Dostum bir dost kazan bir dost

 

Aç gözlerin güne baksın

Gün gecene ışık yaksın

Dostun yoksa sen de yoksun

Dostum bir dost kazan bir dost

 

Şu gavur şu İslam deme

Deyip insan hakkı yeme

Sorunların küme küme

Dostum bir dost kazan bir dost

 

Bir dost bir dost ile gelir

Gele gele yığın olur

Düşmanın o zaman ölür

Dostum bir dost kazan bir dost

 

 

Yola Yola

 

Yabancı dost yerli düşman yürüdü

Tepemize kol kola ha kol kola

Oturup durmanın zamanı değil

Haber versin kul kula ha kul kula

 

Baltalara dirgenlere değelim

Vuruşalım kara günü dövelim

Bu yurt baştan başa bizim diyelim

Direnelim bel bele ha bel bele

 

Çekelim keskince kinleri kından

Zalime gününü edelim zindan

Ben bir yandan sen bir yandan her yandan

Verişelim el ele ha el ele

 

İhsani günümüz gitmesin boşa

Vuralım yezidi sürelim dışa

Biz gelelim biz kalalım baş başa

Kardeş kardeş yol yola ha yol yola

 

Bekle Beni

 

Bekle beni Güneydoğu seninle

Dola dola geliyorum hazır ol

Yer altı-yerüstü değerlerini

Bula bula geliyorum hazır ol

 

Sende doğdum ben anlarım dilinden

İlaç yaptım saçlarıma kilinden

Seni kahpe karanlığın elinden

Ala ala geliyorum hazır ol

 

Umutlarım çiçek açtı yarına

İhaneti komam sende barına

Ak suları kara topraklarına

Sala sala geliyorum hazır ol

 

Hayalimde teknik düşümde bilim

Yapılar yapmada ustadır elim

Ellerin yurdunda kalır değilim

Sıla sıla geliyorum hazır ol

 

İşlesin makinem eylesin karı

Dişlesin insanım dalında narı

Yolum çukur yolum yokuş bunları

Bile bile geliyorum hazır ol

 

Ağasız Dünya

 

Anacım be akşam eve dönünce

Neden hep ağlıyor gülsen olma mı

Köyde bana “piç” diyorlar ne dimek

Birinden öğrenip gelsen olma mı

 

Bu gün Abuzıt’ın süslü memedi

Gördüydüm elinde ağ ekmek yedi

Bi ısırık istediydim vermedi

Versin deyi haber salsan olma mı

 

Okula komadı bizi kel ağa

Odunu yoğumuş iletti dağa

Taş kestiydi basamıyom toprağa

Ayağıma babıç alsan olma mı

 

Tahsildar tefeci hökümet ganun

Dam su inek eşşek hepsi mi onun

Öyle isem şu dünyada ağanın

Olmadığı biyer bulsan olma mı

 

Mor Yaşmaklım

 

Mor yaşmaklım bahar geldi

Haydi sen de eserek gel

Bahçe bahçe kucak kucak

Lale sümbül keserek gel

 

Kopar ayrılık bağını

Sevda yaşasın çağını

Kavuşmanın bayrağını

Daldan dala asarak gel

 

İhsani’yem sokaklar dar

Ayağın incinmesin yar

Yollarda gözlerim var

Üzerine basarak gel

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile