ADİL ALİ ATALAY (VAKTİDOLU)’YLA KARAKÖY’DE BİR SÖYLEŞİ (1998)

Can Yayınları Sahibi, Ozan

ADİL ALİ ATALAY (VAKTİDOLU)’YLA KARAKÖY’DE BİR SÖYLEŞİ (1998)

Ayhan Aydın

Yıllarını Alevî Bektaşi inancına, kültürüne bu inanç ve kültürün tarihine, tarihinin araştırılmasına ve bu konuda açığa çıkan eserlerin yayınlanmasına harcayan; bu inancın gerek yurtiçinde gerek yurtdışında da tanıtılmasında emeği geçen halk ozanı, inanç bakımından da Aleviliğin derin felsefesini yansıtacak sözlerin eserlerin sahibi Anadolu İnanç Önderlerinden, bir Anadolu halk bilgesi olan Adil Ali Atalay ile gerçekleştirdiğim söyleşide; Alevî Bektaşi inancı dedeler, ocaklar, halk ozanlarının Alevîlikteki yeri ve yılların birikimi olan tecrübeleri üzerinde durdum.

 

Sayın Adil Ali Atalay, eserlerinizi okuyoruz, çalışmalarınızı, çabalarınızı görüyoruz. Yıllarınızı gerçekten de Alevilik uğruna çalışmalarla geçirdiniz. Nice törenlerde bulundunuz, hele hele de bir üniversiteye benzeyen yazıhanenizden yüzlerce insan gelip geçti binlerce öğrenci, dede, yazar, ozan, zakir, sanatçı bilim adamları, Alevilik’le ilgilenenlerin tümünün duyduğu bildiği bir mekânınız var. Bugün piyasada kitapları olan Alevilik’le araştırma yapan bütün yazarların mutlaka bu dergâhta bulunduğunu biliyoruz. Çok uzun bir ömür dedik. Gerçekten dolu dolu geçen acılı, sevinçli nice yıllar nice günler geçirdiniz. Şöyle bir geçmişe baktığınızda bugünlere nasıl geldiniz, hangi aşamalardan geçtiniz. Yoğun bir deneyim var. Bunu bize aktarırsanız elbette ki gençler de bundan çok hisse çıkarıp, yararlanacaklardır. Lütfederseniz hayatınızın seyrini dinlemek isteriz sizden.

 

Teşekkür ederim Ayhan Aydıncığım. Şimdi insanın bir özü vardır, bir de sözü vardır. Bir zahir vardır, bir batın vardır. Zahir âlemde çalışılır kimisi güçlü olur. Pehlivandır, güreş tutar veyahut kazanır, yük taşır. Yükünü götürür. Veya beyni çalışır. Kaderi de biraz pek kadere inanmam yardım eder, veyahut aklının dikkat edip boşa harcamadığı zaman çok paralar kazanır. Çok yerler alır. Çok zengin olur, her şey olur. Fakat ben daha küçük çocuk iken çocukluğum da hikmet ilahi dedelerimin dizinin dibinde oturdum.  Büyüklerin sakallılarla benim teşviki mesaiyim idi. Ben küçük çocuklarla hiç oynamadım, oyun bilmedim, hiç yani. Zaten yetim idim.

Yetim büyüdünüz.

Yetim büyüdük. İki kardeş yük sırtımıza binmiş idi ki biz çocukluğumuzu hiç yaşamadık zaten. Belki de doğaldı kabul edilse de edilmese de milyonlarca yıl evvelden bazı kişiler kodludur. Belki de kim bilir bekli de kodluyduk. Yani öyle diyeceğim çünkü benim hep düşüncem, bilim de idi yani. Bin yıl yaşasam okurdum. Esasında ama okutamadılar. Köyümüzde ilkokuldan başka okul yoktu. İlkokulu okudum, pekiyi dereceyle bitirdim.  Gurbete çıktım. Gurbette de hala okuyorum esasında. Hala da okuyorum. 64 yaşındayım 64 yaşında halen okuyorum. Çünkü bu toplum gidip rahatça kitap isteyemedi. Ben ne yapayım diye düşündüm. 30 yıl nakliyecilik yaptımsa da hiç rahat edemedim. Bence esir çalışmış oldum. Can yayınlarını yan kuruluşu olarak kurdum 1972’de birkaç kitap çıkardım tatmin olamadım. Şu anda birkaç kitabım İSBN almış durumdayım. Baskıda. Kitaplarımdan 12 basım yapan oldu. 8 basım, 7 basım 5 yılın içerisinde şu 6 yılın içerisinde. Zaten biliyorsunuz sansür konmuştu. 1420 yıl sesli gelenekten biz yazılı geleneğe geçtik. Ben şunu beklerim yani yazarlarımızdan hepimiz hep yıldırım gibi biliyoruz diye düşünüyoruz. Hâlbuki iki yarım bir bütündür. Mutlaka Kişi kişiyi tamamlar. Sökük yerini arkadaşı diker. Burada birleşemedik. İlk günden dedim ki yazarlar bir araya kolektif çalışalım, hatta bir heyet kuralım kitaplar heyetten geçsin. Yanlışlarımızı görelim, düzeltelim. Maalesef biz gözledik ki bir başkasının kitabı yanlış olsun ki bizim ki güzel olsun. Hani bir başkası çirkin olsun ki biz güzel görünelim felsefesi, bizi mahvetti mahvetmektedir. Yani benim düşüncem ne bir ticaret için inan ne de bir şan şöhret için biraz evvel pir dedin. Pir herkese de pir denir. İhtiyar bir kişiye pir denir. Pirlikte kolay değildir. Biz herkesin ayağının türabıyız ben tüm varlıklarla yoğrulmuş, özleşmiş bir kişiyim. Bende büyük yoktur, küçük yoktur. Benim babam ister profesör olsun, isterse dilenci olsun beni hiç ilgilendirmez. Tabi ki saygı duyarım ben babama. Öyle diyince ataya saygısızlık anlaşılmasın. Cahiller belki ters anlarlar. Ama benim babam evliya olsa ben zalim isem babamdan bana nedir ki babam okumamışsa ben okur bir profesör olursam olamam mı? Fevkalade olurum.

Peki, babam profesörse ben okumamışsam tahsil yapmamışsam bilimden habersiz isem bundan ne çıkar burası çok önemlidir. Zaten, “bildim demez bilenler, gördüm demez görenler gizli sırrı açar mı hakikate erenler”. Şimdi “şeriatta o senindir, bu benimdir tarikatta; hem senindir hem benimdir. Hakikatte; ne senindir, ne benimdir hepsi hakkın malıdır”. Biz öbür dünya mı derler veyahut ta göçtüğümüz vakit her şey aslına rücu edecek benim toprağım toprağa gidecek ruhumda geldiği yere gidecek. İnsan isek insana gidecek hak insandaysa insana gidecek yok kayıp ise de kayıba gidecek ama ben kayıpta inanmıyorum. Çünkü çok büyük bir felsefedir. Alevîlik, Bektaşilik, felsefesi pek Çok derindir yani o kadar derindir ki. Gerçeğin birisi der ki “ bin kere doğdum, bin kere pir oldum, bin kere cahil oldum, bin kere kâmil oldum, bin kere zalim oldum, bin kere mazlum oldum” sayar da sayar. Yani bu bir gerçektir. Tefekkür edenler kendilerinde de görürler, şeritlerinde vardır. Yani bu güne kadar ruhumuz sıra yani nöbet meselesidir. Benim düşüncemde tayin edilir. Şimdi bizi tayin etmişler. Ben şimdi bugün eşimde bende emekliyim. İyi kötü oturacak evim var, iyi kötü altımda bir arabam var. Oturup rahat rahat yiyip, içip gerneşip gezeceğim zaman iken ben 64 yaşında yeniden başladım, üstelik yerlerimi satıp o yerlerin bana bir faydasının olmayacağını bildiğim için yerlerimi satıp kitap çıkarıyorum. Şu Virani’nin divanı’nı çıkardığım vakit kendi kendime teşekkür ediyorum ki ben bu Viraneyi okumazdım. Yani okumazdım derken zaman bulamazdım okuyamazdım. Okumazdım değil okuyamazdım. İçerisinde Arapça Farsça olduğu halde ben onu iki sefer tashihinde okudum inan eridim. Eritti beni hele o risalesi, risalesinin içerisindeki beyitleri o kadar mesaj veriyor, o kadar mesaj veriyor ki, bir yerde diyor ki dünya cifesine saplanan kişi yani şehvetine, şehvet deyince biz zavallılar sekste anlarız öyle değildir. Yemeninde bir şehveti vardır. Lezzetle yiyen ayrıdır, şehvet ile yiyen ayrıdır. Çalışmanın da bir şehveti vardır. Şehvetle çalışmak vardır, lezzetle çalışmak vardır. Yaşamanın da şehveti vardır. Düşüncenin dahi bir şehveti, lezzeti vardır. İşte o öyle diyor ki dünya pisliğine batan bir kişi yedi deryada yıkansa tehareti yokturdur diyor. Teheratin temizlenmez diyor. O kadar güzel vurguluyor ki. Sonra dertli baba yıllarca giderdim. Orda taşlarda şiirlerini okurdum.

Nerdeydi.

Bolu Gerede de.

Bolu Gerede Dertli Baba:

Evet. Gerede de Kızılbaş oldu diye köyden kovarlar. Bilhassa bu hep Ankara’da, Beypazarı’n da çok yaşar. Hatta Bey Pazar’lı Dertli bile derler çok orda yaşadığı için. Ölür Saman Pazarı’na gömerler. Kara yolu vurulunca tesadüf tam yolun kenarına gelir ziyaretgâh olur. Kızılbaş idi mezarlarına koymazlardı ama şimdi adamın yeri ziyaretgâh oldu. Biz hiç oradan geçerken imkân yok Dertli’de duracağız, ineceğiz, gidip şiirlerini okuyacağız, selam vereceğiz. Şimdi hangi birini söyleyeyim ben yani düşünüyorum ilminden tut, şiirinden tut, efendim hikâyesinden tut, romanından tut, her şeyin bir güzelliği var. Yani en güzel arkadaş kitaptır derler, işitiriz, gazetelerde okuruz veya radyolarda söylerler, televizyonlarda söylerler. Gerçek olarak en sadık arkadaş kitaptır. Okuma zevkini alanlar onu okudukları vakit kendilerinden çok yer bulacaklardır. Bunu düşündüm ki ben şimdi mutluyum. 15–20 tane kitap var önümde basılacak hep de 20–25 kitapta eşin dostun kitaplarını burada çıkardım. Firmamın ismini koymadım, numarasını da koymadım. Çünkü öyle işime geldi, yapmadım. Mümkün olduğu kadar belki doğruyum, belki yanlışım, insanları incitecek insanlara zarar verecek hiçbir kitabı firmamda çıkarmak istemiyorum.

Alevîlik Bektaşilik dedik. Çok derin felsefe dediniz. Biraz açalım, Alevîlik/Bektaşilik deyince herkes farklı farklı yorumlar, tanımlar getirdi. Anlamlar yüklediler. Adil Ali Atalay, Alevîlik/Bektaşilik deyince ne anlıyor ne söylüyor.

Canım benim şimdi Alevîlik Bektaşilik dediğin vakit bir felsefe, bir düşünce, bir inanç, bir özdür. Bunu anlatmak için cihana sığmaz. Nasıl cihana sığmaz. Ne kadar güzellikler varsa Alevîlikte vardır derim ben bunu. Şimdi bütün güzellikler Alevîlik’te varsa peki Alevîlikten başka bir şey yok mu? Demek ki bir şey yoktur derim ben yani. İllaki Alevî anadan babadan doğma meselesi de değildir yani. Niçin yeter ki kişi o felsefeye, o öze o inanca girebilsin, o öze girildiği vakit özdedir. Yani bugün bir ağaca bakarsın elmadır dersin, incirdir dersin, çiçeğine bakarsın incir çiçeğidir, yaprağı incir yaprağıdır ama incir olup verdiği vakit onun içindeki çekirdeği bir çekirdek bin çekirdek olur, özdür. Yani şimdi o çekirdeğe sen incir diyemiyorsun yani bir incirin çekirdeğine incir diyemiyorsun ama ağacına incir diyorsun o yenmiyor ama. O bir çekirdek ölüp diriliyor, dirilince milyonlarca, çekirdek milyarlarca, milyonlarca meyve oluyor. Böyle meyve olurken insan da bir özdür. Eğer öze inmemiş ise insan bir ağaç gibidir. Aynen bir yaprak gibidir. Bence bir yeşillik gibidir yani. Nasıl ki bir ekmek nimet olması için bak ben Alevîliği şöyle anlatayım size; bir ekmek buğday iken tarlaya dökersin necasette dökersin üzerine günah diye korkmazsın, ürkmezsin, çarpılırım demezsin, çiğnersin, öküz çiğner.  Veya traktör çiğner bugün. Ama yeşilliğini çiğnersin ama yeşilliği çiğnemeyen insana saygımız var tabi yeşil çiğnenmez. Yolarsın, koparırsın, affedersin tükürürsün. Ama bu ne zaman ki ölüp dirildikten sonra, başak aldıktan sonra, dövüldükten sonra, yıkanıp, kuruyup, öğündükten sonra, yoğrulup ekmek olduktan sonra öpüp başına korsun bu nimet olmuştur. İnsanlar da öyledir. İnsan vardır ki efendime söyleyeyim daha yeşil bir ottur. Ama insan vardır ki nimettir. İşte o Hz. İnsanı kâmildir. İşte o Hz. İnsanı kâmil olduğu vakit o kişi alevidir. Ama ister o Alevî olsun, Sünni olsun, Mecusi olsun, putperest olsun, Ermeni olsun, Yahudi olsun benim için hiç değişmez. Ve insan insandır, insan dünyanın neresine gitse insandır. Tanrı, sevgi, insan üçlüsünde birleştiğimiz vakit çok çok güzel olacaktır. Ha şimdi üçlü dediğimiz vakit Hak, Muhammed, Ali bir nuru vahittir, ayıran zahittir, demişiz. Peki, Allah, Muhammed, Ali ne oluyor, bu üçlü dediğimiz vakit yine Allah’ı alıyoruz, Tanrı diyoruz, sevgi diyoruz, insan diyoruz. Biz Muhammed ile Ali’yi Alevîler Bektaşiler vücudumuza getirmişiz. Hiç uzakta aramıyoruz. Yani onun huyuyla huylanmışsak, onun ruhuyla ruhlanmışsak, onun haliyle uygun halimiz olmuşsa biz işte o zaman Muhammed ile Ali’yi sevmiş oluyoruz. Eğer biz onun haline uymamışsak bizim düşüncemiz Muaviye düşüncesi ise hiç boşu boşuna Ali’yi seviyim demeyelim yani biz Muaviye düşüncesini vücudumuzdan atmadıkça, Ebu Süfyan düşüncesini vücudumuzdan atmadıkça, Muhammedi seviyim desek yalandır. Yezit düşüncesini vücudumuzdan atmadan, Hüseyin’i seviyim desek yalandır. Yani o kadar hassastır ki kıldan incedir, kılıçtan keskincedir, üç kural vardır. Birisi eline, diline, beline, birisi işine, aşına, eşine, birisi, sözüne, izine, özüne; Bu üç kurala dikkat eden kimsenin sırtından geçinmeyen, işine sahip çıkan, aşını temin edip eşini aç koymayan eşine sahip çıkan, sözü, özü, izi bir olan eline, diline, beline sahip çıkan ancak Alevidir. Ama şimdi her Alevîden doğan bir hırsızsa, Alevî dediğiniz vakit ben çok üzülürüm. Bir ırz düşmanıysa ben çok düşünürüm. Kumarbazsa çok düşünürüm. Esrarkeş ise çok düşünürüm. İçkikeş ise çok düşünürüm, yani ben bunu düşünürüm. Ancak Aleviği yaşayan Alevidir, Aleviden doğan değil.

Yani temel düstur güzel ahlak mıdır?

Tabi, tabi zaten Muhammed (S.A.V)’e demişler ki din nedir? “Ahlaktır, ahlaktır.” Tekrar sormuşlar ya Muhammed din nedir, demiş ki ahlaktır, ahlaktır. Zaten ahlakı olmayanın dini yoktur dur ki. Alevî olsun, Sünni olsun ne çıkar. Ahlaksız insan ahlaksızdır, kardeşim. Sonra Alevîlik Hz. Ali’den beri derler. Benim Alevîliğim yaradılıştan beri Alevîlik vardır. Âdem ile Havva’dan 4 kavim gelmiştir. Ad kavmi, Ud kavmi, Lut kavmi, Put kavmi. Şit ile Naci’den üç kavim gelmiştir. Nebi kavmi, Veli kavmi, Mürsel kavmi, yedi kavim dünya yüzünde insan vardır. Ama 73 kulplu da bir kazan kurmuşlar ortaya, 73 millet varmış, hepsi de sarı kulpların her birisi birinden tutmuş. Biri altın öbürleri bakırdır, hal bu ki, hepsi de benim tuttuğum altın demiş. Ne hikmet ise kimse ayranım ekşi demez. Kimse ayranına siyah da demez. Herkes derki benden üstünü yok der. Şimdi bana sorsanız, benden dürüstü yoktur derim. Benden efendim, güzeli yoktur dur derim. Çalışkanı yoktur dur, efendisi yoktur dur derim. Hal bu ki benim milyonlarca noksanım vardır. Benim noksanımı karşımdaki görür. Beni met ederlerse ben üzülürüm, yani gerçekten ben şunu düstur edinmişim Everek’li Seyrani demiş ki “

Cahil meclisinden firar eyledim,

Kâmil meclisinde karar eyledim,

Her kim beni övdü zarar eyledim.

Tenkit edenlerden kârım var benim”

demiş. Benim noksanımı söyleyen benim dostumdur. Çünkü ben orayı tamamlarım yani benim şimdi buradan giderken affedersin oturmuşum pantolonum sökülmüş, sen görmüş haber vermemişsin ben gitmişim 40 kişi görmüş, sen o zaman benim dostum değilsin. Yani düstur budur tamamlamaktır. Kişiler birbirlerini tamamlar. Hatta biz bu dünyaya gelişimizde hizmet için gelmişiz. Zahmet edersek çok yanlış olur yani.

Neye hizmet edeceğiz.

İnsana hizmet edeceğiz. Tabi insanı kâmil yani insan, Tanrı “Ahseni takvim yarattım” diyor. Ahseni takvim Evet tıpkı bana benzettim diyor. Kendime benzettim, sohbet etmem için diyor. Ruhumla ruhlandırdım, nurumla nurlandırdım diyor. Ben şimdi bir insanı üzüp de Tanrıya yalvarmam, çağırmam ahmak olurum o zaman ben deli miyim ki bir adamın gönlünü kırayım da, ondan sonra Allah’ım sen beni affet ben filanca adamı üzdüm, gönlünü kırdım. Olmaz kardeşim olmaz gidip ben o adamdan  gönlünü almaya çalışacağım sonra insan-ı kâmilsem bir insandan ne üzülürüm nede üzerim. Kimseyi üzmemem lazımdır.

Yani Alevilikte en yüce makam insanın gönlüdür.

Söyler yani herkeste söyler yani bu Edebiyat öğretmenidir. Ona saygım var, rahatsız Tanrı şifasını versin. Yani bu böyledir güzelim. Bu böyle insana değer veren, insanı yücelten, insanı en yüksek makamlara getiren bir felsefe, inanç, kültür ne denirse densin ama özünde insan olsun. Şimdi farklı tanımlar yapılıyor tabi ama diyorsunuz ki öz bu olduğu müddetçe istendiği kadar tanım yapılsın öz değişmez.

Şimdi efendim bana 500 kilo şişko Adil Ali Atalay deseler, 15 kiloluk cılız Adil Ali deseler ben üzülmem ki hiç üzülmem. Niye üzüleyim ben kilomu biliyorum yani. Kiloyu da vermek istiyorum veremiyorum. 80 kiloyum ben kantar şurada tarttıralım şimdi. Ben kilomu bildikten sonra bana şimdi ister kâfir desinler, ister evliya desinler ne kâfir olurum nede evliya olurum. Ben neysem oyum zaten. Bana şimdi kâfir olmam koçum. Ama Alevîlere bir sürü iftiralar etmişler. Meselâ mum söndürüyor demişler, mum söndürmemişler. Efendim kestiği yenmez demişler. Bir hesaptan doğrudur esasında mümin’in lokmasını münafık yiyemez, zaten. Bu da bir gerçektir yani. Ama bunun özüne inilmemiş. Şimdi Mümine helâldir. Münafığa haramdır. Bu bir gerçektir. Ama şunu demek isterim ki çok şükür ki bir dörtlüğümde demişim ki;

Çok şükür ki yaktın benim sinemi

Yaşamak isterim çoktur önemi

Âşık ettin sen aldırdın kalemi

Hallerimi benim gibi bilen hey.

Dediğim gibi çok şükür ki açıldı kutu şimdi Alevîlerin boynuzlu, kuyruklu olmadığı görüldü. Artık kardeş olmanın zamanı geldi.

Peki, Hz. Ali Alevîlikte çok ayrı bir yere sahip onun hakkında da çok şeyler yazılıyor, söyleniyor, ediyor. Siz nasıl tanımlayacaksınız. Hz. Ali kimdir, Alevîlikte yeri ve önemi nedir?

Şimdi canım, ciğerim. Köre ne, göre ne Hz. Ali’yi benim gözümle görmeyenle bir başkasının gözüyle görmek bir olmuyor ki. Ben de bir vakit Hz. Ali’yi tanımazdım. İnan tanımazdım şükürler olsun Allah’a batınımda gördüm Âşık ne demiş batının da görmezsen deme ki haktır. Şükürler olsun ben gördüm. Ali’den başka bir şey yok. Her cemalde Ali yazıyor. Her insanın cemalinde Ali yazıyor, Ali’yi inkâr eden kendini de inkâr etmiş oluyor biter yani. Tüm sevenlerin vücudunu ihata etmiş su ile buz gibi kaplamış. Her dar günümüzde daha hâlâ Ali diyoruz. Bir yükü kaldıramadığımız zaman ya Ali diyoruz kaldırıyoruz biz bunu gerçekten kaldırıyoruz. Konsantre yapıyor. Birden bire güç veriyor.

     Bakın bazı kendini bilmezler Hz. Ali’ye hâşâ vekellem katil diyorlar, bir gün Hz. Ali Malik Eşterle bir harbe başlarlar, Malik düşünür Hz. Ali’nin kılıcı çatal kestiği belli olur, ben öldürdüğümü sayayım sonra da onunkini sayayım bakalım bu gün o mu çok öldürür ben mi diye başlarlar. Kendininkini öldürürken sayar. Harp durunca Hz. Ali’ninkini sayar, derki: “Ya Ali bugün ben senden çok adam öldürdüm” der.

     Hz. Ali der ki: “Ya Malik sen çok adam öldürdün, benim kılıcım yedi göbek sonra o kişiden bir mümin doğacaksa ona inmez” der.    

Bak bakışın al alışın Herkes kendini görür.

Şimdi Hz. Ali, dediğim vakit Divanı Kebir’inde Mevlana diyor ki; Cenab-ı Allah İsmini Kuranda Ali’nin ismiyle çağırttırmıştır diyor. Hz. Muhammed diyor ki Ya Ali bütün peygamberlerle gizli geldin. Bende aşikâr geldin. Cenab-ı Allah Kuranda diyor ki; Ya Muhammed Ya Ali sizi yaratmasaydım bu cihanı yaratmazdım. Diyor Ya Muhammed Ya Ali zaten Muhammed Ali’den, Ali Muhammed’den ayrı değil ayrı gören kezzaptır. Nasıl kabul ederlerse etsinler. Bütün insanlık Muhammed ile Ali’ye muhtaç yoksa bu cihan olmazdı. Kendisi nerede olacaktı.

Ali’yi sevip Muhammed’i sevmeyen demesinki ben Ali’yi sevdim. Muhammed’i sevip Ali’yi sevmeyen demesinki ben Muhammed’i sevdim diyemez. Ârabul ya çok söz Kuran’a yakışır ben sözü söylüyorum. Yalan söylüyorsam kellem kesilir, sen ne yapacaksın ayetini soruyorsun yavrum. Sen bana bir ayet sor. Bak Cenab-ı Resulullah buyuruyor ki; benden sonra 157 bin tane âşığım gelecek. Benim Kuran’ımı Ehl-i Beyt’imi insanlığı didik didik edecekler kendi lisanlarına, çevirecekler.  Hallaç gibi saçacaklar. Biz cemimizde zakire deriz ki oğlum al şu sazı eline, bize bir ayet oku da dinleyelim. O da derki

“Hatalar eyledim, noksandır işim

Tövbe günahıma estağfurullah,

Muhammed Ali’ye bağlıdır başım

Tövbe günahıma estağfurullah

 

Hasan’la Hüseyin balki nur ise

İmam Zeynel sır içinde sır ise

Özümüzde kibir kinlik var ise

Tövbe günahıma estağfurullah”

Bundan güzel dua nerede bulunur, canım benim. Canımsın, gülümsün, günahıma kalma der münacatta bulunur. Zaten ibadet yavrum cem evi olsun, camii olsun, namaz olsun, niyaz olsun duadır canım. Farsça’da Namazdır. Arapça’da Salattır Türkçe de salat duadır. Şekillendirmek te bir şekillendireyim demişler. Niçin her inanç sahibi bir şekillendirmiş ki insanları bir arada tutsunlar diye. Dedeler cem yapmışlar onlarda insanları bir araya getirsinler diye, hocalarda namaz kıldırmışlar insanları bir arada tutsunlar diye. Yani kötü bir şey değildir. 5 vakit diyorlar, kuranda 5 vakit diye bir kayıt yoktur.

E Peygamber de 5 vakit namaz kıldı diyorlar.                 

Kardeşim Allah peygamber aşkına 82 yıl Emevi’ler Peygamberi yok etmek için çalışacaklar ondan sonra da 500 küsur yıl Abbasiler çalışacaklar, 600 küsur yıl da Osmanlılar çalışacaklar Ehlibeyti yok etmek için siz de bu milletin dediğine inanacaksınız ki Hz. Muhammed demiş. Ne kadar saçma canım. Süfyan oğlu Muaviye diyor ki; ben kuranın, Muhammed’in, Ali’nin, Ehlibeytin aleyhinde 80 deve yükü kitap yazdırdım diyor. Kıyamete kadar doğruyla yanlışı bulamayacak diyor. Şimdi sizin Alevîlerin okuduğu Hz. Muhammed’e çamur attığı, Ali’ye çamur attığı sözler sanıyorsunuz ki Muhammed ile Ali’nin sözümü. Emevilerin, sahtekârların, hilebazların Yaptığı sahtekârlık. Benim Hz. Muhammed’ime, benim Hz. Ali’me vurulmuş ihanetlerdir. Onlar benim özümdedir. Onlar parsa toplayan değillerdir. 

Yani onların inandığı Muhammet ayrı Alevîlerin ki ayrı mı?

Bunlar Muaviye’nin uydurmaları kardeşim. Lanet Muaviye’nin uydurmaları. Hazret diyenlere yazık canım benim güzelim benim ya. Tabiri caizse o öyle çok büyük bir kazık çaktı ki kıyamete kadar insanların birleşmesini önledi.

Hem de çatal kazık çaktı. Kıyamete kadar çıkmaz dedi benim çaktığım kazık dedi gerçek söylüyorum yani. Ama şimdi misal Alevîler’de cemevi yapmaya başladılar. Ben diliyorum ki kültür evi yapalar yani. Tahsil versinler yani Allah, Allah demeyle Allah gelmez kardeşim. Bal, bal demeyle ağız bal olmaz. Allah’ı gönlüne getireceksin. Allah’ın ne kulağı sağır hâşâ hâşâ ve kellem ne de gözü kör kardeşim. Allah ben görürüm diyor ya, işitirim diyor ya her an yanındayım sana senden yakınım, şah damarından daha yakınım diyor biz dağlarda, taşlarda Allah’ı ararsak çok yazık olur artık. Bırakın canım 21. Yüzyıla giriyoruz aşk olsun kardeşim. Güzelim ya.

Evet. Ben günümüzde çok tartışılan bir hususa bir dayanak yapmak istiyorum belki anladınız. Âli’siz Alevîlik lafına, görüşüne, bak şimdi cansız can yayınları olur mu? Adil Âli’siz Adil Ali olur mu? Kardeşim ya. Muhammet’siz şeriat, Muhammed’siz Müslümanlık olursa Âli’sizde Alevîlik olur. İstersen getir bir kitap yazayım ki Âli’siz Alevîlik olmaz diye fakat kırk dağın başını bir bilek keser tek bir sözümle. Eğer Muhammed’siz Müslümanlık ve şeriat oluyorsa, Âli’siz de Alevîlik olsun şaşarım kardeş ben bu işe şaşarım. Niye böyle üzerime geliyorsunuz kardeşim gerçeği söylüyorum ben. Lütfen benim Ali’me değmesinler, sözüm tüm yazarlara, tüm kurum başkanlarına, tüm dedelere, ozanlara! Benim Ali’i ister Arap olsun ister İngiliz olsun, ister Türk olsun benim Ali’m Ali’dir. Ben Ali’me kurban olam.

Şanına indi Helata

Haşa hiç yapmadı hata

Evveli ezelden öte

Ben Ali’me kurman olam.

Evet, Âli’siz Alevîlik olmaz. İslam’ın da, Alevîliğin de özünde doğruluk, dürüstlük varsa onu da ortaya koyan Ali, Muhammet, Ehlibeyt, on iki imamlar, diyorsunuz.

Ha şunu diyeyim bakın şimdi. Burada gerçeğin birisi diyor ki; bizim ele hiç mürsel uğramadı diyor. Hakikaten de bizim Türkiye’ye belki de hiç Peygamber uğramamıştır. Belki de uğramıştır. Veyahut ta Amerika’ya uğramamıştır. Veyahut ta Afrika’ya uğramamıştır misal diyeyim size, Peygamber nereye gelir bilir misiniz siz zalimin çok olduğu yere, cahilin çok olduğu yere, öğretmen cahile lâzımdır yani. Gerçekten bana şimdi sen bir ilkokul öğretmenini getirip de bana nasıl ders verdirebilirsin. Ama bir Profesör Doçent Lise öğretmeni vebeha Benim bilmediğimin bin tanesi, beş bin tanesini o bilir. Ama gidip de bir profesöre sen ilkokul öğretmeni sen buna ders vereceksin dersen şeytan bile güler bu işe. Gerçekten şeytan bile güler bu işe. Ve onun için Alevîler Ali’yi, Muhammed’i, Allah’ı vücutlarına ihate etmişlerdir. Buz ile su gibidir birbirinden ayrılmaz. Ben buz ile su gibiysem sen deki bundaki su yoktur de durma. Beni ilgilendirmez yani. Ben Hak Muhammed Ali’yi vücuduma getirmiş isem onların aşkıyla yanıyorsam, hem de gözümden rahatça yaşlar dökebiliyorsam, haykırabiliyorsam, bir yükü kaldıramadığım vakit onun ismini söyleyip kaldırabiliyorsam sen durma deki bunda Ali yoktur de. Ali’siz adam de, Muhammed’siz adam de, Allah’sız adam de bu beni ilgilendirmez.

Şimdi küçükken dediniz dedelerin dizinden ayrılmazdım. Sakallılar, ihtiyarlar, öğüt vericiler beni etkiledi dediniz. Peki, o günlere biraz daha dönelim çünkü hayati derecede önemli. Bugün bir yozlaşmayla karşı karşıyayız. Geçmişin kültürel değerleri yavaş, yavaş ortadan kalkıyor. Cemevleri olsa bile siz bunların kültür evine dönüştürülmesine gerektiğine, günümüzün çağımızın gereklerine göre uydurulması gerektiğine inanıyorsunuz. Bunu söylüyorsunuz bütün konuşmalarınızda da dile getiriyorsunuz. Peki, o günlerdeki cemler, dedeler nasıldılar. Neler gördünüz cemlerde, oradaki dedelerimizin özellikleri nelerdi. Hatırladıklarınız, bildikleriniz.

Canım, ciğerim eskiden Anadolu da çok kar yağardı. 6 ay çalışır, 6 ay yerdik yatardık yani. 6 ayda ibadet ederdik. Gerçekten sabahlara kadar ibadet, edilirdi ibadet kötü bir şey değildir. Dua kötü bir şey değildir. Yani güneş vururda nasıl ısınmazsın, poyraz eserde nasıl üşümezsin, yağmur yağarda nasıl ıslanmazsın bu kadar yani ıslanmıyorum, yağmur yağıyor da benim elbisemi ıslatmıyor demek ne kadar yalan olursa ibadette insana bir şey vermeyi desem o kadar yalan olur. Şimdi yalnız benim söylemek istediğim şudur; 2000 yıla girerken tahsilsiz kişi kalmıyor artık dikkat edin buraya ama yaşlılar zaten görmüştür onların derisini de yüzsen onun içinden ne Allah’ı ne Muhammed’i nede Ali’yi çıkaramazsın. Şimdi tahsilli kişilere nasıl ki Mevlana bilimini almış idi hemen kültürünü bir tek sözle yani bir anda Şems’den aldı. Ben tahsilli insanların Allah’ı tanıyacaklarına kul hakkı yemeyeceklerine inanıyorum. Dürüstlüktür yani bak ahlaktır yani, ahlaklıysa bir insan dinin içindedir. Ahlaksızsa secdeden hiç başını kaldırmasın istersen. Yani secdedeyken hırsızlığı düşünüyorsa o hırsızdır o ibadet yapmıyor yani mantıkin dışına çıkıldığı vakit din değildir. Hz. Muhammed demiştir ki; “Din mantığa uyacaktır, benim sözümü söyledikleri vakit bakın mantığa uyuyorsa benim sözümdür. Mantığa uymuyorsa benim sözüm değildir. Mantıksız dın de din değildir, mantıksız sözde söz değildir” demiş. Benim söylediklerim de mantığa uymuyorsa benim sözümde değildir. Benim kellemi kessinler kesilir zaten. O günlerde tabi ki Anadolu’daydık 6 ay boş zamanımız vardı, sabahlara kadar, kış yaza kadar dedeler gelirdi. Güzin gelirdi yaza kadar ibadet ederdik.

Hangi ocaktı, pardon.

Vallahi biz Ağuçen ocağına bağlıyız. Ağucan ocağı. Erzincan, Elazığ, Sivas yani 24 vilayette vardır. Biz Kemaliye’nin Bizmişen köyü şimdi Gözaydın oldu. Şen topluluk yani bizim köyümüzde cemi çok aşklı yaparlardı. Koca Haydar, kocalılar mecmualarına, dualarında Bizmişen cemi yüzü suyu hürmetine bizi de yarlıga diye mecmualarına bile geçirmişler. Bizim köyümüz Divriği’nin Kara Geban köyünde Kara Pirbat yani Kara Donlu Can Baba’ya bağlıyız.  İbadet güzel bir şeydir. 1985’e kadar her Perşembe cem yapardık. Daha bu cem evleri yok iken ayıptır söylemesi bunu söylemek çok kötülüktür. Sağmacılarda biz iki dairenin üstünü cem evi yapmıştık ve Koca Sinan’da da çift daireyi birleştirmiş cem evi yapmıştık. Bilirler cem evine gelenler ne zaman ki Karaca Ahmet’te Şah Kulu’un da cem evleri yapıldı biz evimizde cem yapmayı bıraktık. 

Sizin yörenizden bahsedelim. Yani Kara Donlu Can Baba’ya, Ağucan’a bağlıyız dediniz. Orda ki cemlerin nasıl yürüyordu. 6 ay boyunca cem yaptığınızı söylediniz. Görgüdür. Şimdi görgü olduğu vakit çok sürer. Görgü sorulu görgüdür, yani sorulur.

Yola gelen kişiyi, köyünde ki köylüsünden sorarlar, bu yola gelen kişinin haylazlığı var mıdır? Haksızlıkları var mıdır, küfür kelam ederler mi, komşuyu incidirler mi, komşunun ziyanına giderler mi zaten namus gerçekten çok zor bulunur onların derdinin dermanı olmaz düşkün sayılır onlar yani güzel bir ikrarla güzel bir bağla bağlanmışlardır onun için gerçekten Alevî köylerinde çok mahkemelik olan insan olmaz yani. Bir biriyle yanlışlıkla kavga etse büyüğün birisi derki yavrum kışın dede gelecek ayağın ayaküstüne koyacaksın yani dara duracaksın ne cevap vereceksin, dediğinde o dövülmüş olan bile ağlayarak kendini döven adamın boynuna sarılır, barışır. Kardeş olur gider yani bu çok hassas durumdur bir özdür, öz. Öz hiç hile götürmez yani bakın şimdi öz diyorum. Alevîlik bir özdür. Özü olmayanın hiç sözünün de itibari yoktur.

Peki, orda işte dedelerin korkusuyla barışma olayları oluyor. Dede ceme geleceği köye geleceği yani sizin kendi köyünüzün değil dışarıdan geliyordu dedeler.

Dışarıdan geliyordu.

Nereden geliyordu.

İşte Kara Geban’dan geliyordu. Mürşidimizde Elazığ da Sün köyünde Koca Seyid Evladı Ahmet Mutluay’dır şimdi. Evet tesadüf bugünde evimde misafir idi.

Koca Seyid’in türbesini de yaptırdılar. Açılışını da ben gitmiş yapmıştım zaten

Koca Seyid yani kimdir.

Şimdi Koca Seyit, Mir Seyit, Seyit Mençek Köse Seyit, bunlar dört kardeştir. Koca Seyit Elazığ’ın Sun köyünde Mürteza efendinin oğlu İbrahim Özer ve Mahmut efendinin oğlu Ahmet Mutluay bunlar Koca Seyittendir. Miktat dedeler Ali Haydar dedeler kardeşin birisindendir. Bu Doğan’lar, İzzettin Doğan efendiler onlarda kardeşin birisindendir. Kardeşin biriside mücerret yani çocuğu olmamış öyledir.

Bunlar nerededir.

Bunlar Malatya’dadır, Elazığ’dadır, Bargin’dedir Sivas’tadır, Amasya’da, 24 vilayette vardır. Koca Seyit’e bağlılar. He işin gerçeği ama biraz evvel dediğim gibi herkes benim tuttuğum kulp altındır derler. Öyle derler bu olaylar ikinci plandadır. Kara donlu Can Baba’da bu dört kardeşin amcalarıdır.

Sohbetimizde dediniz ki ocaklar çok önemli ama ocaktan da önemlisi ocağın manası. Ocakta ateş yanıyor mu, demir eriyor demiştiniz özel bir sohbetinizde. Ocakların bu boyutta tekrar eder misiniz, nedir?

Canım, ciğerim. Ocak demek yani hakikaten bir kişi, bir kişiyi eritebilmiş ise kötülükten beri alabilmiş ise bak hamlıktan pişirebilmiş ise onu evliya derecesine getirebilmiş ise, kendisi evliya derecesinde ise, sözü geçerliyse, sözü diriyse ben bir dörtlüğümde demişim ki; Diridir bitirir, arifin sözü, demişim. Sözü geçerliyse çok iyi dikkat eyle yani dediği dedik, çaldığı düdük olabiliyorsa o bir ocaktır. Sonra ben sabahtan da görüştüm. Mürşidim ile Seyidi saadat, muhibbi saadat hiç birbirinden ayrı değildir. Ve aynı sözü de söyledi benim evimde “Seyidi saadat, muhibbi saadat” yani saadat yoksa ne seyittir, nede muhiptir. Ama biraz evvel dediğim gibi siz dede gelecek diye dedenin korkusundan suç işlemezler değildir.  Bu özünün korkusundan yani zaten yalan söyleyemez o bağlanmıştır, ikrar vermiştir. Öl ikrar verme, öl ikrardan dönme. Yani öl ikrarı verme peki diyor. Ama verdin ise de daha artık o ikrardan dönme. İkrar verenin malı gider yoktur dur, ikrardan dönenin de canı yoktur dur. Gerçekten yoktur dur yani ha bu güzel bir inanç, temiz bir inanç, arı güzel bir şeydir. Onun içindir ki suç işlemez. Şimdi nasıldır ki bir kişi oruç tuttuğu vakit evde yalnız ise ekmek varsa, su varsa o yiyeceği yiyemiyor. Yediği vakit kendine ihanet etmiş oluyor, burası çok önemlidir işte halbu ki kimse yok niye orucum de yalan söylüyorsun karşındakini aldatıyorsun ama kendini aldatamıyorsun yani. Kişi kendiyi aldatıyorsa kendini affedemiyorsa Allah onu affetmez. Tuba ağacısın sen Tuba ağacı senin bütün vücudun azaların sana şahit. Gözün görüyor yediğin, ağzın çiğneyecek yediğin, miden söyleyecek yediğin, yüreğinin sızlaması diyecek ki benim sızım gitti diyecek. Sen bunu nasıl inkâr edeceksin. Bunu inkâr etmene imkânda yok, ihtimal da yok. İmkân, ihtimal olmadığına göre. İşte o öz öyle bir özdür ki verilen ikrardır, ikrar. İkrarından dönen yezidi lanetten daha berbattır. İkrarlı yezittir. Çok enteresandır. Öyle kolay değildir. Kolay olsa ben 40 defa Alevî olurdum, 40 defa Bektaşi olurdum öyle kolay mı zannediyorsunuz siz, yok dört dörtlük olacak. Ama şimdi 25 milyon Alevî var diyorlar bana 5 milyon Alevî versinler ben Türkiye’nin hepsini kardeş yaparım. 5 milyon Alevî versinler, 5 milyonu da ücretsiz bekçi yaparım. Herkesin evini beklettiririm. Öldürenin önüne gider siper olur önce beni öldür sonra bunu öldür, buda insan sende insansın dedirttiririm. Sen adamı öldüreceksin bir de ben adamım diyeceksin Allah’ın yarattığını öldüresin vay babam vay bende Aleviyim yahut Müslüman’ım diyesin. Ben bunun Müslümanlığından şüphe ederim yani. Bir Müslüman adam öldürmez. İmkân ve ihtimal yoktur dur.

Alevî de hiç öldürmez. Ha askerlik meselesine geldiği vakit, ben mürşidimin gittim elini öptüm. Dedim askere gidiyorum. Bana dedi yavrum ne senin kurşunun bir canlıya dokunsun, nede bir kurşun sana dokunsun dedi. Yani benim kurşunumun da bir canlıya dokunmasını garanti ederek gittim. Ama Allah’a şükür silah görmedim. Ölçme hesapçısıydım, silah bile vermediler elime. Hep kara tahtanın başında ders gördüm.

Türkiye’de çok fazla ocak var. Dedeler de ocaklara bağlı. Bu inançta dedeler yoluyla yürüdüğüne göre çok önemli bir kurum bu ocaklar. O yüzden sizin devam etmenizi diliyoruz.

 Şimdi, Ocaklara gelince mesela Hıdır Abdal Sultan Ocağı var. Hıdır Abdal Sultan İstanbul’dan mermer taşını atmış Aşut düşmüş demiş Aşutka’ya düşmüş, gitmiş Padişahtan uzunca,  anlatmama gerek yok. Gitmiş orayı ona vermişler. Mesela fermanları var. Orayı karakol gibi oralara sahip çıkmış. Kara Donlu Can Baba, Hacı Bektaşi Veli Keykubat’ın önüne yollamış. Git demiş adam öldürmesin demiş. Benim dediğim senin dediğindir her ne mucize isterlerse, keramet isterlerse göster, ne yaparlarsa yapsınlar beraberiz. Gitmiş Kemah Boğazında Keykubat’ın ordusunu görmüş demiş ki durun buradan ileri geçemezsiniz müsaade yoktur der. Onlar da “sen kim oluyorsun” demişler. “Ben erenlerin emri ile geldim bırakmam sizi” deyince Keykubat’a haber verirler onlar da toplanır, “bizim dediklerimizi yaparsan bizde senin dinine gireriz” derler. Önce kazanda su ile kaynatırlar. Allah’ın izniyle erenlerin himmetiyle bir şey olmaz.

Bu olmadı fırına gireceksin demişler, sizin papazınızla gireyim demiş ve papazıyla girmiş. Papaz elini vermiş, elinden tutmuş, içeri girmiş, çıkmış bakmışlar ki papaz yanmış bitmiş. Elini açmış papazın parmakları hani bizim papaz demişler demiş elini verdi bana gönlünü vermedi ki gönlünü verseydi o da çıkardı elini verdi. İşte Alevîlikte budur yani gönlünü vermektir çok hassas ya. İşte olmuş bir ocak keramet göstermiş de olmuş. İşin gerçeği tabi ki Evlad-ı Resulmuş. Eyvallah hepimiz Evlad-ı Resul’un kapısındaki kedisine bile saygımız vardır yani. Bu bir gerçektir. Muhipte dürüst olsa o benden bin kere üstündür derim. Ben çıkarım içinden dışarıya yani. Ben şimdi Baba olarak sahtekârsam çocuğum benden temiz ise benim çocuğuma saygı duyarlar, bana yuh çekerler. Akıl var mantık var. Mantığın dışına çıkmayacaksın o kadar. Ocaklar da mesela; Baba Mansur ocağı var, efendim Üryan Hızır ocağı var, Ağuçan Ocağı var, Kara Donlu Can Baba ocağı var. Hacı Gureş ocağı var, Derviş cemal ocağı var, Sinemilli ocağı v.b.Var.

Niye bunlar farklı, farklı yani kurucularından dolayı mı, farklı, farklı ocaklar, yörelere göre mi, bu ocakların farklı olmasının nedeni ne?

Fark demek ibadet farkını mı diyorsun.

İsim farkı, ibadet farkı, yöre farkı.

Ha şimdi ibadet, şurada biz bir ders alırız. Bir hesap veyahut bir yazı aynı okuldan çıkarsınız. Sen bir köşe yazarı olursun, öbürü de bir kitap yazarı olur. Öbürü de bir efendime söyleyeyim, araştırmacı olur, kimisinin beyninden gelir, kimisinin aklından gelir. Kimisinin gönlünden gelir.  Gönülden gelen ayrıdır, beyinden gelen ayrıdır yani ya. Bu iki kere ikinin dört eder gibi. Birisi zahirdir, birisi batındır. Bu da buna göre ayrılıklar vardır, İbadeti de söylüyorsam, tabi yörelerin ayrıdır. Bir defa semahlara hiç kimse bir şey diyemez. Bu kaç çeşit semah var derlerse semahı bire indirelim derlerse ihanet etmiş olurlar. Çünkü Harran Ovasındaki devenin yürüyüşünü görüp semah yapan kişiyle, Karadeniz’deki hamsinin nasıl zıplamasını gören bir Alevî’nin semah dönüşü bir olamaz. Turnanın uçuşunu görüp, kanat çırpışını, kanat açışını gören bir Erzurumlu, bir Erzincanlı, bir Tokatlı, bir Sivaslı kişiyle Harran Ovasını bir yapamazsınız. Yani buna çok iyi dikkat etmek lâzımdır. Niye öyle denmiştir, kimisi sesli ibadet yapmıştır, kimisi de sessiz ibadet  yapmıştır. Kimisi Allah demiştir, kimisi Hü demiştir. Yani Allah’ın bin bir ismi vardır. Herkes bir ismiyle çağırmıştır.

Şimdi daha örgütlenmelere gelmedik. Ocakların semahlardan bahsettik. Bunlar birbirinden farklı olabilir diyorsunuz. Peki dedelerin sadece imam soyundan gelmesi yani dedeler istisnasız Hz. Ali’nin on iki imamların soyundan mı gelecek? Geliyor.

Şimdi, bunu 1400 yıldır böyle gelmiş olan bir şeyi birden bire tamir etmek zordur. İşin gerçeğinde, şöyle bir şey var İmamlar biz soyumuzu, kanımızı değiştirmedik diyorlar, yani bu gelen dedeler. Gerçekten dedeler, dedelerle evlenmiştir yani şu yakın zamanda ama eskisini ben görüyorum bir de bakıyorum ki İmam Hüseyin bir iki tane eşi var, her birisi bir şahın kızı veya bir başkasının  kızı. İmam Zeynel Abidin mesela, evlendiği vakit yahut onun çocuğu, geldiler Türklerin içinde kaldılar, hani derler ya, o zaman Arap mıyız derler ya oraya ben açıklık getirmek istiyorum.

Evet

Yani Horasan’a geldiler, Türklerin içerisine, Türklerin içerisinden de evlenince. Seyyid’ler Türkleşmiş oldular.

Hangi kaynaklar yazıyor bu Türklerin içerisine geldiklerini hatırlayabiliyor musunuz?

Ha şimdi kaynaklara gelince karıştırma ama bak, demiyor muyuz ki, Horasan pirleri Kazım Musa Ali Rıza onlar Türk’lerin içinde yaşamışlar kan bağı böylece bağlanmış.

Yok, yani bir birine bağlı

Tek, tek gidelim, kaynaklara gelince o zamanlar Şah diyenin dilini kesiyorlardı hiç kaynak bize yazdırmadılar. Biraz evvel ben bir tarih verdim size 82 yıl Emeviler, 600 yıl Abbasiler ile Emeviler Ehlibeyt düşmanlığını yaptılar. Hiç kitap yazdırmadılar. Şimdi nasıl ki biz gördük, ben 81 yılında çöp hakkında bir şiir yazdım hiçbir gazete yayınlamadı, gazetemiz kapanır diye. Gerçeği söylüyorum yani bizzat ben yaşadım. O zaman Ali’nin ismi anılmıyordu, Ehlibeytin ismini anamıyordun hep gizli, gizli onlar yaşıyorlardı, İmamlar hep gizli, gizli yaşadılar. Yani burası çok önemlidir. Sen hangi kaynaktan bahsedeceksin, biraz evvel dediğim gibi Muaviye’nin kaynaklarından o da hep leyhte değil hep aleyhte yazdığı kaynaklardan faydalanıyoruz şimdi bu bir gerçek bir. İkincisi gerçekten dedeler yakın zamana kadar hep dedelerle evlenmiştir, kanı değiştirmeyeceğiz demişlerdir. Fakat kan verildiği vakit insan insandır derim çocuk düşünceye göre yaratılır. Kişinin düşüncesine göre yaratılır çocuk. Bunu bilmeyenler varsa gelsinler sohbet edelim, yıllarca birbirimizi tamir edelim. Yani kişi çocuğu yaratırken, hırsızlığı düşünüyorsa doğacak çocuk hırsızdır, arsızlığı düşünüyorsa doğacak çocuk arsızdır. İnsanlığı düşünüyse de doğacak çocuk insandır. Onun için bizde derler ki “Besmelesiz” diye de bir söz vardır hani o ikinci plandır benim içinde yani kişi arif ise onun her sözü besmeledir. Çünkü arifin aldığı nefes ibadet demişim ben, arifin aldığı nefes dahi ibadettir. Fakat burada nasıl gelmiş denildiği vakit bizim belleklerimizden gelmiştir. Benim dedemin, babasının adı İbrahim, onun babasının adı Mahmut, onun babasının adı Hüseyin (Hüsük Ağa) Onun babası, Kara Mustafa, yedi göbeğe kadar ben dedem bana belleği söyledi. E. benim şimdi dedemin babasının adı İbrahim dersem, torunum bilmeyse, benden kaynak isterse ben yalan söylüyorum, yalan söylemiyorum kardaş. Yani şifayı kültürle gelen bir inancımız var.

Şifayı kültürle gelen bir inancımızla gelmişlerdir ama diyorum bak yine bellekten gelen bir sözle anlatacağım. Bunu anlatmadan da duramayacağım. O ki bu konuya değindin sen. Benim 125 yaşındaki dedem babasından aldığı belleği bana şu şekil aktarmıştır; Yavrum Abbasi devrinde, Memun’un zamanında Ehlibeyti sevenleri ortadan kaldırmak için bir oyun oynuyorlar geliniz ki sizin şecerelerinizi elinize verelim diyorlar, arif olanlar gitmiyor, gerçekten benim gibi hop hop olanlar gidip birer şecere alıyorlar. Bu seferde arifler diyorlar ki eyvah bu halk bu cahillerin elinde kalacak diye onlar gidiyor, onların da kelleleri vuruluyor. Bu söz doğruysa bu çok düşündürür. Amma velâkin şunu da çok iyi bilelim ki, bir dede çocuğuna dedelik yapsın diye Evlad-ı Resul olsun diye nasıl ki bir dededen doğan çocuğunu da güzel yetiştiriyor. Diyor ki; aman ha aman evladım senden başkası senin anandır, bacındır, kardeşindir, evladındır, nasıl ki evladına bakacaksın onlara da öyle bakacaksın diye bu kural bir defa Alevîlik dedelerinde vardır bunu da ben asla inkâr edemem. Sonra bizi 1400 yıldır bu kültürü yanlışıyla, doğrusuyla, itikatiyle alıp getirmiştir. Sonra ben her şeye karşı çıkarım, inanca karşı çıkmam, inanç çok kutsaldır. İnanç ile oynayanların akıbeti de berbattır onu da bilesiniz.

Tamam dedeler böyle, ocaklar böyle. Peki, halk ozanları var, yüzyıllar boyunca bu inancı, kültürü sözlü ürünleriyle neredeyse Kuran ayetlerini de sazla çalarak eski Türk kültürünü de devam ettirerek günümüze kadar ulaştıran dedelerle beraber ozanlar, ozanların yeri nedir Alevîlikte.

Gül yüzlüm ozan kolay, kolay ozan değildir. Bunu çok iyi bilesiniz. Atatürk’ün güzel bir sözü var; “Herkes her şey olabilir hatta milletvekili olabilir, hatta ve hatta Cumhurbaşkanı olabilir ama sanatkâr olamaz demiştir.” Ki sanatın çok büyük değeri vardır. Maalesef bizde Türkiye de sanata hiç değer vermeyiz. Ozan demek doğaçlama söylemek demek yani şimdi biraz da martavallı gidersem dinleyicilerim affetsinler ben. Hz. Muhammed de doğaçlama söylüyordu kuran özünü Hakk’a bağlamıştı, Hakk’tan geleni lisanıyla söyledi, yazıldı. Ozanlar da âşıktır onlar mutlak ve mutlak bir Mürşit’ten öz almışlardır, özden gelen, sözleridir. Âcizane mesela ben şimdi radyoda da söylenen eserlerim var, mesela demişim ki;

 

“Bu sıkıntı sende kalmaz,

Sabret murat alacaksın,

Kim dedi ki sabah olmaz,

Sabret murat alacaksın”

                   …………………….

Adil Ali der dost yaşa

Hiçbir emek gitmez boşa

Sevgi pahıl değil hâşâ

Sabret murat alacaksın”. 

 

Kuran değil ise bu o zaman ben neye inanacağım. Bir yerde demişim ki;

“Emeksiz yenen yemek mi”, emeksiz yenen yemek, yemek değildir dostum yani bu Kuran-ı Kerim’in ayetlerindendir. Biz hep Kuran-ı Kerim’den söyleriz. Bu da Hak vergisidir. Tanrı’nın vergisini de götürüp sokağa seremezsin ki yine aciz demişim ki bir yerde:

Olmamış meyveye olmuş denilmez,

Pişmemiş lokmada zordur yenilmez,

Hakk’ın sırrı sergi gibi serilmez.

Serer isem nurlu gönlüm çalolur

Gerçekten de çalı olur yani. Soyutlaşırım, saman gibi olurum. Bir buğdayı ezdiğin vakit, tavuğun önüne attığın vakit tavuk yer geçer gider. Ama toprağa soktuğun vakit bakarsın ki yücelmiştir, yücelir, çoğalır. Biz hep böyle sivri gittiğimiz için yücelmiyoruz. İnsanlar aşağı indikçe büyür ağaçlar yukarı gittikçe büyür deniyor. Yüceltmek kadar yücelmek, küçültmek kadar da küçülmek yoktur dur. Toplumuma da bu mesajı vermek mecburiyetindeyim. İşin gerçeğinde.

Şimdi günümüzdeki durum nedir, yani bu ozanlık geleneğini Pir Sultanların yolunu sürenlerin sayısı da fazla değil. Prof. Dr. Pertev Naili Boratav diyor ki; “Artık televizyonlar, radyolar, gazeteler, kitaplar o kadar yaygınlaştı ki halk ozanlarının işlevi bir ölçüde de artık günümüz koşullarına göre de değişti. Ama hâlâ bu ozanlık geleneğini sürdürenler var. Bu da somut olarak görülüyor. Günümüzdeki ozanlar yani ozanlık kavramını irdelerken bu değişik yorumlamamız mı lâzım yani Pir Sultanlar gibi doğuştan çalıp söyleyen, Yunuslar gibi hakkı özünde bulanların yanında günümüzde artık yine geleneği sürdürse de geçmişteki kadar kuvvetli ozanlarımız yetişmiyor, çıkmıyor. Bunun nedenleri nelerdir, ozanlarımızın günümüzde yaşayan ozanlarımızın sorunları nelerdir.

Teşekkür ederim, şimdi canım ozanlarla bir defa sanatkârları da karıştırmışız biz. Evet. Pertev Naili Boratav’a saygım var ama eğer ozanların sözleri olmasa, ne yerel radyolar, ne TRT radyosu, ne televizyonlar inan ki iflas eder. Bakın bunu çok iyi bilesiniz yani. Orda televizyonlar çıkacak vurup, kıranları gösterecek yarın ertesi gün kapatacak daha onu hiç açmayacak, açayım ki, bakayım ki bir Hak kelamı veyahut bir ozan sözü veya bir müzik duyabilecek miyim diyecek. Eğer ozanlar olmasaydı ne müzik olurdu nede türkü olurdu, nede beyit olurdu. Şimdi biz burada ozanlarını da karıştırıyoruz. Cem radyosunda o günü ozanımız filanca diye takdim ediyorlar, ben saygı duyuyorum sanatkârlara, Cenab-ı Allah birisine ses vermiştir, sesiyle yücelmiştir, birisine güzel saz çalmayı vermiştir, sazıyla yücelmiştir, birisine de söz vermiştir sözüyle yücelmiştir. Yücelsin yücelmesin mevzuu bahiste değil ama tutupta siz bir sanatkârı ozan diye takdim ettiğiniz vakit çok büyük hata işlemiş oluyor. Bu ne oluyor ozanlar küskünlüğe gidiyorlar. Yani bugün bir spikerin veyahut bir sunucunun, sunuculuğunu kalkarda efendim bir ozan ben yapacağım derse veyahut ta, bir sanatkâr ben yapacağım derse bu karmakarışık olur. Herkes vazifesiyle yücelmesi lâzımdır. Onun içindir ki çok iyi dikkat edilmesi lâzım sizin gibi araştırmacılara. Gerçekten, bir Adil Ali sanatkâr mıdır, ozan mıdır, yazar mıdır ama kişinin her şeyi de varsa benim gibi sırf benim gibi olur. Şimdi ben tutar kitapta yazarsam ki yazıyorum, tutar şiirde yazarsam ki yazıyorum, tutar sunuculukta yaparsam ki yapıyorum ama kalkıp bir sazı alıp sanatkâr olarak ta televizyona çıkarsam rezil olurum. Buna çok iyi dikkat etmeniz lâzımdır. Mesela bir Âşık Daimi âşıktır, ozandır. Bir Mahsuni âşıktır, ozandır. Bir Mahmut Erdal ozandır. Ben istersen ozanları sayayım. Siz sorun ben söyleyeyim.

Tabi bir de onu söylememiz lâzım. Bir Çırakman’ından tutun.

Bir Çırakman, Ekberi, Kul Hasan, Kul Ahmet ozandır. Yani burada şimdi çok iyi seçmek lâzımdır. Ama bak nasıl oluyor. Şimdi misal diyeyim size, ben hepsini de severim. Burada benim sözüm tam ters anlaşılmaya Adil Ali türkü söylüyor derseniz evet o ezgiyi o tanıtmıştır doğrudur. O ezgiyi o çalmıştır veya müziğini belki o hazırlamıştır. Ama bugün bir Arif Sağ’ın söylediği Pir Sultan’ın olsun, efendim aha bugün İbreti’nin olsun eserini bir Cem Radyo tutarda, bir Yön Radyosu tutarda Arif Sağ’ın eserini Adil Ali söylüyor veyahut Ayhan Aydın söylüyor veyahut Erdal söylüyor dediğiniz vakit orada hata oluyor. Bunu Arifler duyuyor, görüyor ve işitiyorum yani bunlar olduğu için söylüyorum.

Tamam, yani burada büyük bir terslik var. Bunun dışında büyük bir sorun yani ozanlara Milyonlarca saygımız var. Mesela bugün Arif Sağ olmasaydı efendim Yavuz Top olmasaydı, Daimi olmasaydı, Musa Eroğlu olmasaydı bu ezgilerimiz, bu radyolar istop ederdi yani. Gerçekten bitmiş idi yani ya.

Diyorsunuz Ozanlar söyleyeni bir birinden ayıralım. O birinci derecedir. İkinci derecede ozanların çok derin sorunları var. Yani ne oluyor, Devlet sahip çıkmıyor, deniyor. Benim 20–30 ozanla yaptığım söyleşiden çıkan sonuçlara göre ha onlara.

Ben daha ozanlara ekleme yapacağım özür dilerim. Bugün Orta Asya’dan biz âşıklara ışık denirdi. Gerçekten din adamıydı yani ki din adamıdır zaten. Bugün biz Pir Sultan ozan, Yunus’un sözüyle biz ayet olarak ibadetimizi yapıyoruz. Bakın şimdi yani bugün biraz evvelde söyledim bir dörtlük,

        Hatalareyledim noksandır işim
        Tövbe günahıma estağfurullah

İşte bu estağfurullah’ın manası öbürü diyor ki;

Gökyüzünden Şah’ı kervan gidiyor,

Onun Katarından ayırma bizi.

Allah, Allah deniyor. Burada dua yerine geçiyor. Ozanın ayetidir bu. İşte güzel bir ayettir. Evet ben biraz evvel yazarlıktan bahsettim. Ben çok rahatım o kadar rahatım ki. Bugün bir Uğur Mumcu ölür, gazeteler yazar bir Aziz Nesin ölür gazeteler yazar, makasla keserler, Aziz Nesin’i yazarlar, üzerine de ismini koyarlar, yazar olurlar. Ama ben özür dilerim, derleyen diyorum ben birkaç kitap yazmışım, derleyen demişim. Viranı’nın divanını yazmışım, derleyen demişim. Dertli’yi yazmışım derleyen demişim. Benim mantığım var. Ben demekle ben kendimi küçültmüş değilim. Eyvallah. Burası çok önemlidir. Onun için Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim.  O zaman yüceliriz.

Peki, iki nokta var. Günümüzde geçmişteki kadar güçlü ozanlar çıkmıyor. Bunun nedeni nedir?

Güçlü ozanlar çıkmıyor günümüzde, dediniz. Şimdi efendim modernleştik diyeceğim ben ona biraz da istersen kardeşlerime, canlarıma özümde başta olmak şartıyla belki de modernleştik yani. Aç olacaksın ki açlığı bilesin hani. Köyden kentleştik ya kentleşemedik de keşke kentleşseydik de, şiir de yazmasaydık da. Ama şimdi güçlü ozanlar var ve hem de daha çok var daha da güzel yazılıyor. Şimdi de Hz. Muhammed bugün gelseydi en son model arabaya binerdi, deveye binmez idi. Dünkü ozan deveyi anlatmıştır. Bugünkü ozan deveyi anlatamaz. Bugünkü ozan bilime yönelmiştir. Mesela derim ki;

Ariflerin katarında

Bir isim taşır üçümüz

Günahı kir der yuyarız

Hamdolsun yeter gücümüz.

 

Günah tarlasından çıktık,

Kovdan gıybetlerden bıktık,

Hakikate bir yol yaptık,

Hep hakka gider göçümüz,

……………………………

Adil Ali Hakk’ı bilir

Gıdası Mürşitten gelir

Suçu olan burda verir

Daha sorulmaz suçumuz.

dediğim gibidir Yani bu ağlama değildir, bu sızlama değildir,  bu bir mesajdır. Yani ileriye götürme mesajıdır. Ben bugünkü ozanların olsun dünkü ozanların, dünküleri bugünü yazmış idi, bugünküler de yarını yazmak mecburiyetindeler.

Şimdi bakın burada bir şey yakaladık. Ama şu ayrımı yapmak lâzım, Pertev Naili ve diğer çağdaş halk bilimcileri diyor ki; kırdan kente göç oldu, şartlar değişti, farklı şeyler girdi araya o yüzden şairlerin de işlediği konular, temalar değişti. Siz de demin ki söylediklerinizde bunu teyit ediyorsunuz. Fakat bu çağdaş şairlerimiz ki onlarda halk ozanlarından yararlanarak değişik konuları eserlerinde yansıtıyorlar, Alevî halk ozanları yani Âşık tarzı geleneğini sürdüren ozanlar dediğimiz zaman önemli bir mesele sizin gibi Alevî inanç ve kültürünü, konusunu işleyen ozanlarımız da azalma var dedim. Yoksa çağdaş şairlerimiz elbette ki konularında yetkin ürünler veriyorlar. Ve günümüze ışık tutabiliyorlar. Bunda bir azalma var, gözle görülüyor.

Azalma meselesi şudur; mesela bir ozan sesi de güzle ise, sazı da güzel çalabiliyorsa, görüntüye heveslenmiştir. Heveslenir o da onun özünü biraz yıpratır doğrudur. Çünkü özüm alkışı hiç sevmem, inan ki sevmem.  Hep de alkış vurana Allah’ını seven alkış vurmasın derim. Bana da kızarlar niye diyorsun derler. Çünkü bin cahilin alkışından bir kâmilin tebessümü makbuldür derim. Çünkü alkış kişinin özünü götürür. Benlik var ya benlik, görüntüde var ya ben çıktım televizyona, televizyon da şöyle böyle çaldım. O öbürü görür, seni gördüm televizyonda ne kadar güzel idin dedi mi, o kişi ne kadar arif olsa ufak da olsa benlik gelir ona. Aynaya çok yakın durursan ayna buğulanır. Bakın iyi dikkat edin nefesiniz aynayı buğulandırır, kişi kendi cemalini göremez. Arif bir kişinin yüzüne karşı met ederseniz o utanır. Utanır ha yerin dibine girer arifler. Anlatabildim mi. Küfretsen o kadar utanmaz, çünkü küfre layık değilim ben der. Onun ağzından çıkıyor der, bırakır. Burası çok önemlidir. Sonra ekmeği yoktur dur ekmeği için gider kahve köşelerinde çalar söyler. Yazacak zaman bulamaz, bundan da olur.

Bunlar olur, şimdi iki nokta daha var onları da konuşalım. Ömrünüz boyunca herhalde ziyaret etmediğiniz Alevî-Bektaşi gözesi diyebileceğimiz, inanç kaynağı diyeceğimiz, merkez kalmamıştır. Herkesin aklına hemen Hacı Bektaşi Veli ve Abdal Musa geliyor ama biz sizden de dinleyeceğiz ki Anadolu da nice evliya yatırları var, gözeler var. Bunlar yüzyıllardır insanların ilham aldığı, feyiz aldığı, ziyaret ettiği yerler. Acaba şöyle muhakeme yapsak halk tarafından fazla bilinmeyen yani araştırmacılar bile bilir ama halkın bilmediği önemli evliya diyebileceğimiz ziyaret edilen yerler nelerdir, hangi dönemlerde gidilir. Siz daha çok hangilerine gidiyorsunuz, Anadolu da ki yatırlar, ziyaretgâh yerleri. Mesela demin şey söyledik. Konunun başında da aynı zamanda da Derti’yi söyledik, onun gibi mesela.

Ayhancığım uzak yerin sorunu nedense büyük olur. İstanbul da bir sürü evliyalar vardır. Daha hepsini gezmemize imkân olmamıştır. Sen hepisini gezmişsindir diyorsun ben nere hepsini gezeyim. Bizim Anadolu’nun dağı taşı hep evliya kanıyla yoğrulmuştur canım ciğerim. Emek verilmiştir, emekten büyük değer yoktur dur. Emeği veren kişi evliya olmuştur. Emeksiz yiyen yemek başkasının sırtından geçinen evliyayım dese bile ben ona itibar vermem yani. Zaten bilhassa ve bilhassa başkasının sırtından geçinmek yozlaştırmıştır bu toplumu, yoksa Anadolu da çalışıp, çabalamadan, alın teri dökmeden önüne konan buğday ekmeğini yutamaz Anadolu’nun uşağı. Buraya iyi dikkat edin bakın çalışıp, çabalamadan önüne konan o ekmeği yiyemez bu Anadolu’nun uşağı çünkü kendi emeğiyle helâl lokması boğazından geçecektir. Burası çok önemlidir, çok çok önemlidir. Buraya çok önem verilmiştir. Onun için evliya tabi ki çoktur. Mesela bizim Kemaliye de bir sürü evliyalar vardır. Kemah ta vardır. Efendim Divriği ile Kemaliye’nin arasında bir Şammaz Pir vardır. Çok enteresandır, Müslümanlar da evliya diye gider, Ermenilerde onların evliyası diye gider. Çünkü Şammaz Pir Arage köyünde.

Şammaz Pir Arage köyü neresi.

Divriği ile Kemaliye’nin arasında bizim köye de yakındır. Battal Gazi hep onun evinde saklanırdı. Divriği de ararlardı,  bulamazlardı. Çünkü Battal Gazi gider onun orda saklanırmış. Onlar da bizim nasıl olsa bizim papazımız derlermiş aramazlarmış, bulamazlarmış. E şimdi Ermeniler gelir hem Müslümanlar gelir. Fakat giden hasta iyileşir yani mucizatı meydandadır. Anlatacak olsam kitap doldurur. Divriği’nin Şube Başkanı’nın karısı hastalanıyor, Bakırköy’e getiriyorlar, Elazığ’a götürüyorlar iyileşmiyor Şammaz Piri bilen kişiler illa oraya götürelim derler. Eşi yaho bırakın şu safsataları bırakın der. Adamın ümidi, kesilince götürelim der. Götürürler, orda bir oda vardır o odaya korlar hanımı odada kalır kendi dışarıda kurbanı keserken bir Piri Fani sakallı biri gelir hatuna der ki kızım niye kocanı, çocuklarını tanımazsın dışarıda senin kurbanını kesiyorlar haydi koş kocanın yanına der.

Kadın koşar gider eşinin boynuna sarılır, Bunun üzerine Şube reisi Türbenin yanında bir tarla vardır sahibini çağırtır o tarlayı satın alır, biz İstanbul’a geldikten sonra efsaneleşmemiş yani tutuyor etrafını çeviriyor, çamlar dikiyor, meyveler dikiyor, türbeye hibe ediyor, karısı eylendiği için yani

Peki, bu şöyle iki yoruma getirelim. Evliyalar, ozanları söyledik zaten, dedeleri söyledik. Birde evliyalar var o zaman ulu kişiler yani. Bunların görevi ne olmuştur. Yani ne gibi bir işlev yüklenmişlerdir.

Esasında ocak olmuşlardır, onlar işlev yüklenmişler, yani dertlere deva olmuşlardır. Borçlara eda olmuşlar, hastalara şifa olmuşlar, çocukla çocuk olmuşlar, büyükle büyük olmuşlar. Her müşkül halleri çözmüşler. Ne kadar müşkül hal varsa onlar çözmüşler ve çözerler yani. Onların çözemeyeceği müşkül hal yoktur dur. Onlar yaydan çıkan oku dahi geri döndürürler. Çünkü onlar çıkar için hiç bir adım atmamışlardır. Hep Hak için, onlar Hakk’ın yeryüzünde gezen görüntüleridir yani Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileridir.

Kolay evliya olunmuyor tabi.

Tabi kolay evliya olunmaz öyle. Evliyalık kolay olsa herkes olur.

Peki, gittiniz, gördünüz yıllardan beri Hacı Bektaş’a gidiyorsunuz. Abdal Musa’ya gidiyorsunuz. Orda ki insanları nasıl yorumluyorsunuz? Yani niçin oraya hâlâ gidiyorlar ya da yıllar içerisinde bir değişim var mı onların görüntüsünde.

Teşekkür ederim. Biz orda ne Hacı Bektaşi Veli’nin tabi ki itikadımız var o sendikanın altında ben bir vakit sendikanın altında diyordum. Ben şimdi karşımda her gördüğüm insan da Hacı Bektaşi Veli’yi görüyorum. Oraya bizim gittiğimizin sebebi Türkiye’nin dört bir bucağından gelen, bize benzeyen kişileri görmek. Yani herkes kendine, benzeyeni ora da bulur hırsızlar hırsızı, arsızlar arsızı orda gider görür, tanışırlar. Kumarbazlar vardır yani bin kişide bir kişi, kişiye benzer. Bulur kâmil ise kâmil bulur, arif ise arif bulur. Bilmiyorum evliya varsa da evliya da evliyaları bulur.

Yani bir olma bütün olma için insanları görmeli.

Kişilerin aklı var mantığı var şimdi. Evli evliyle gezer, bekâr bekârla gezer. Doğru mu, yanlış mı şimdi yani arkadaşlık yapar. İşte bu böyledir aynen böyledir yani. Çok açığına, saçığına ineyim ki ayrı bir düşünce olsun. Gizemli dünyaları bırakıp artık insanların gençlere güzel mesajlar verebilmesi için de yalın örnekleri seçmesi lâzımdır. Çocuğunuza siz öğretesiniz. Yani akılla, ilimle, arı, temiz olarak ama çocuğa sus ulan sen terbiyesiz konuşuyorsun, e ama çocuk vücudu gelişmiştir. Ona sen bir şey vermezsen o da gidecektir sokaktaki cahillerden öğrenecektir. Serseriliğe gidecektir. 

Doğru şimdi şu hususun sizde üzerinde duruyorsunuz, ben de 92’den beri içindeyim. Siz 30 yıldır içerisindesiniz. Yazarla, ozanlar, örgütler, dernekler, vakıflar geldiler, toplandılar, dağıldılar, toplandılar bir çatıya gelelim dediler. Geldiler, gelemediler, birlik oldular dağıldılar. Birbirine uydular uyamadılar, bütün toplantılarda hemen hemen sizi gördüm. Siz de söz alarak hep birleştirici, kaynaştırıcı olarak insanların zaaflarını değil de ortak noktalarının görülüp en azından temel bazı ilkelerde anlaşmaları gerektiğini bu örgütlerin bir araya gelmelerinin zorunluluğuna değindiniz. Ama üzülerek görüyoruz ki 2000 yıllara doğru geldiğimizde şu barış partisinden günümüze Hacı Bektaş, Pir Sultan örgütlerine, Cem Vakfı’na ve bütün diğer vakıflara ismini sayamadığımız köy derneklerine kadar sayısız örgüt bir türlü bir araya gelip de şu toplumun sorunlarını görüşüp, çözüm önerilerini de bulunabilecek bir ortak birlik kuramadılar. Ve yazarlarımızda dâhil olmak üzere birbirlerine baltalamak tan başka birbirlerinin kötü yönlerini ortaya dökmekten başka bir maharetleri olmamak kaydıyla sadece atışıp durdular. Hâlâ da sorun bu milval üzerinde yürüyor. Dediğim gibi dikkati çeken husus bunca deneyime rağmen bu böyle. Peki, bu fikir de olmanıza rağmen yine de umudunuzu kaybetmediniz.

Ben asla umudumu kaybetmedim. Ayhan Aydın. Yalnız bilhassa burayı noktasıyla, virgülüyle yayınlamanı rica ediyorum. Şöyle bir şey vardır. Biz 1400 yıldır baskı altında olan bir toplum 6–7–8 yıldır açığa çıkmış bir toplumuz olacak. Yanlışıyla, doğrusuyla olacak. Çünkü biz daha çocukluk devresindeyiz. Bir çocuğun eline iğneyi verdiğin vakit ağzına götürür hiç siz kundaktaki çocuğun eline iğne verebilir misiniz, hemen ağzına götürür. Midesini düşünür çünkü. Ne versen ağzına götürür. Ne zamana kadar 7 yaşına kadar. Olur, mu diyeceksin, olur. 4 yaşındaki çocuğa bir dürüm versen, öbür 5 yaşındaki çocuğa da bir dürüm versen, o ağlar ki onun büyük, o ağlar ki onun ki büyük, o da yiyip bitiremez, o da yiyip bitiremez. 7 yaşına kadar. 7 yaşın çok büyük önemi vardır. Dişlerini değişir, ama biz 21. Yüz yılda da 7 seneyi beklersek çok yazık ederiz çünkü çark hızlı dönüyor. Ben isterdim ki hemen toparlanalım, büyüme çağına geçelim. 7 yaşından 14 yaşına kadar da benlik çağındayız biz bakın. 3’üncü sınıfa giden çocuğu, 4’üncü sınıfa giden çocuğa abla, ağabey dedirtemezsiniz ben ondan büyüğüm der. İşte sırf biz oradayız şimdi. Aman, aman benden çok bilen yoktur, ben çok büyük kişiyim, ben herkesten dürüstüm, ben herkesten atılganım, ben herkesten bilgiliyim biz bunları takip edip peşindeyiz. Çünkü bakın bir tarlaya gidersiniz, başaklar dimdik ise bilirsiniz ki boştur içerisi. Baktınız ki başaklar eğilmiş ha bu özünü almış, doludur başaklar dersiniz. Biz daha dolmadık, dolduğumuz vakit eğileceğiz. Ağaç baş yukarı büyür, insan baş aşağı büyür. Gönlümüz engine indiği vakit kazanacağız. Pehlivan bile ayaktan alır. Bir dane toprağa düşerse büyür diyor. Baş yukarı gittiği vakit boştur diyor, gerçeğin birisi. Ben hepsinin ismini vermeğe lüzum yoktur. Çünkü benimseyenindir o sözdür. Benimsemeyenin kim ne söylerse söylesin değildir. Hani benimsediğim için benimdir. Gerçek bir söz ister 100 yıl evvel, ister 500 yüz yıl evvel söylenmiş olsun bir söz hiçbir zaman ölmez. Demode de olmaz yani ya Atasözleri de gerçektir. Şimdi bizim birbirimizi sevmekliğimizin zamanı bakın. Ben şimdi Hacı Bektaş kuruluşları, Pir Sultan kuruluşları, Dergâhlar, Karaca Ahmet kuruluşu.

Ehlibeyt kuruluşlarına, Cem kuruluşuna, Semah kuruluşuna, Karaca Ahmet’ine, Şahkulu’na, Kültür kuruluşların hepsinin kayıtlı olsam da olmasam da manevi üyesiyim çünkü hepsini seviyorum. Yunus’leyin demiş ki; “elif okuduk ötürü, pazar kurulur götürü, yaratılmışı severiz yaratandan ötürü”. Biz tüm canlı varlıkları severiz. Onun için ormanın kesilişini istememiş tiriz, ağaca tapıyı demişlerdir. Suyu harcamış tırız, kullanmış tırız, kirletmemiş tiriz. Bunlar yıkanmaz denilmiştir. Zavallılar hâlâ daha yeni çözüyorlar sular kirlendiği vakit, ağaç bittiği vakit parayı mı yiyecekler oksijen olmazsa nasıl yaşayacaklar ben bu işe şaşarım. Bunu biz Güruhu Naci’den beri çözmüşüz. Ta ilkel denilen yerde çözmüşüz. Daha fezaya insanlar gönderirken daha bu millet çözememiş kirletiriz doğayı, kirletiriz. Gerçekten bak yeni bir Alevîlikte Bektaşilikte Çevre diye bir kitap çıkardık. Ufacık ama çok anlamlı, çok mesaj verici bir kitaptır. Okumak gibi güzel bir şey yoktur dur. İşte bizim şu dönemde bakın bunun altını çiziyorum, herkese de söylüyorum. Bu dönemde biz bu toplumu birleştirmeksek biz yöneticilerin, biz yöneticilerin diyorum, biraz evvel saydığım yöneticilerin yaptığı kötülüğü Emeviler bile bu topluma yapmamış olacak. Bunu çok iyi bilsinler, ben hepsine rica ediyorum, yalvarıyorum, ödün verelim ama gerçekten ödün vermeyelim. Kazancımızdan ödün verelim, benliğimizden ödün verelim, karşımızdakine hak tanıyalım, birleşelim birleşirsek çünkü biz birleştiğimiz zaman tüm dünya bizim felsefemizle birleşecek, silahlar denize dolacak. Biz insanı öldürmek için birleşelim demiyorum. Villa, köşk yapalım diye Amerika’da mülk yapalım diye birleşelim demiyorum, biz birleştiğimiz zaman bizim kültürümüz barışı getirecek, sevgiyi getirecek, insanı insan bilecek. Dünyanın neresine giderseniz gidin, insan insandır. Ay geziniyor biz Merih’e gidecek olsak Merih’te biz ancak insan arayacağız. Konuşmamız için başka bir mahlûkla bizim konuşmamıza imkân yoktur dur. Onun icin insanı insan bilelim, insanın üzerinde duralım, insana saygı gösterelim, insanı yüceltelim ki yücelelim birleşelim birleşirsek bir şeyler yapacağız yoksa gene diyorum gene çizin sizler gençsiniz yazın yazı dursun 50 yıl 100 yıl sonra bu söz geçerlidir. Bizim yaptığımız kötülüğü Emeviler bile bu topluma yapmamış olacaktır, bunu çok iyi bilin. Güzel bir değer elimize geçmiştir, güzel geçit ağzındayız, bir geçit ağzını güzel geçelim, köprüden katran kazanına dökülmeyelim. Sırat köprüsü bu dünyadadır. Yani buradadır işte sırat köprüsündeyiz. Bu sırat köprüsünü geçelim, katran kazanına dökülmeyelim.

Kimse ayranım ekşi demez demiştim, siyahta hiç kimse demez. Feragat güzel bir şeydir. Bakın eğer bir kişi gel bana birleşelim diyorsa yanlıştır, Karaca Ahmet derneği diyorsa ki bana gel ki birleşelim, yanlıştır. Şahkulu derse ki gel bende birleşelim yanlıştır, Cem Vakfı derse ki gel bende birleşelim yanlıştır. Fedakârlık gelin bu kurumu ortak kullanalım ben çekiliyorum siz ne yapıyorsanız yapın dediği vakit doğrudur. Şimdi biz Semah Kültür Vakfını Alevî Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı adı altına mahkemeye verdik. Bu şekil olursa idera heyetindeyim. Ben toplayacağım bütün kuruluşları demeliyiz ki buraya üye olun, bende bizi de hiç süpürgeciliğe layık görürseniz süpürgeciliğini yapalım, bir baş seçelim, baş biraz evvel o gün radyoda da zannediyorum söyledi. İsmini de verdiler, adamın birisi demiş ki; bir yerde baş varsa herkes baş ise baş yoktur, bir yerde baş tek ise orda baş vardır. Bizim başımız yoktur baş istiyoruz. Halk ozanıyım, halkın içerisindeyim mesaj olarak veriyorum. Yani başı ne kadar sivrilirse sivrilsin, kökü kıl gibidir devrilmeye mahkûmdur bunların hepsi bunu da söylüyorum altını da çiziyorum. Bakın başı dağ gibi olur, kökü kıl gibi olur. Benim dedemin sözüdür bu. Çökmeye, yıkılmaya bir gün mahkûmdur. Teşekkür ederim.

Hatta ve hatta şu mübarek on Muharremde caminin havlusunda şu mesajı verdim. “Türkiye Cumhuriyeti hudutları dâhilinde yaşayan, yiyip, içen kişi Atatürk’ü sevmiyorsa yediği, içtiği haramdır” dedim. Çünkü biz On İki İmamlarda sonuncu İmama Mehdi Sahip Zaman deriz, yani zamanın Mehdisi, mevcuttur, deriz. Her zamanın Mehdisi mevcuttur.  O zamanın Türkiye’nin kurtarıcı Mehdisi de Atatürk idi. Atatürk bu vatanı bize bağış etti. Emanet etti. Atatürk’ün yerinde başkası olsaydı, bir sürü mülkiyeti, tapusu var olurdu. Eğer gerçekten İsmet Paşa’nın, Fevzi Çakmak’ın buna benzer kişilerin mülkiyeti yoksa ben yalancıyım. Atatürk’ün hiçbir mülkiyeti olmadı varlığın Türk’e terk etti diye, Veysel’in güzel bir şiiri vardır.  Varlığını bu millete terk etmiştir. Felsefesini de terk etmiştir. Özgürlük, barış, demokrasi, laikliğine sahip çıkalım. Aman Alevîler bunlar Cumhuriyetin harcıdır diyenlere gülerim, şaşarım o bir şakşaktır, o bir alkıştır.

     Biraz da onlar gelsin harç olsun diyenlerde yanlış esasında biz Aleviler Cumhuriyetin binasıyız. O bir alkıştır, o bir şakşaktır siz oraya çıkın,  ölenler sizler olun. Güneydoğu da çok acıyorum. Hatta ve hatta bu 1 Mayısta içeri dolanlara da, ölenlere de acıyorum. Bakın Sultan Nevruzu ben 73’ten beri Veysel’in başında savunuyordum, yazarlar karşı çıkıyorlardı. Geçen yıl orda yazarın biri dedi ki Adil Ali, 73’ten beri Sultan Nevruzu savunuydu biz karşı çıkıyorduk şimdi devlet bile kabul etti dedi. Peki, bu sene Sultan Nevruzunda hiç kimse rahatsız oldu mu, serbest edildi 1 Mayısta serbest edilsin. Hiç kimse gelmeyecektir, o protestocular gelip onların içerisine giremeyecektir.  Çünkü serbest herkes serbest gezecektir.

Evet. Bugün yıllarını Alevî Bektaşi inancının, kültürünün, felsefesinin araştırılmasına, incelenmesine ve kitaplar aracılığıyla da yayılmasına adayan, küçüklüğünden bu yana cemlerde halk ozanlarının dizlerinin dibinde büyüyerek günümüzde de emsalsiz güzellikte eserler meydana gelmesine vesile olan Adil Ali Atalay ile görüştük. Kendisi bize. Bize dedelikten halk ozanlığına, ocaklara ve günümüzde ki Alevî örgütlüğüne, Anadolu da ki evliyalara, yatırlara değin birçok konuda bilgi verdiler, aydınlattılar. Kendisine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. İnşallah fikirleri çiçekler misali Anadolu da ki Alevîlerin gönlünde de yayılır, özelliklede örgüt başkanlıklarının gönüllerinde bir çırpıntı meydana getirir. Birliğe, beraberliğe doğru gideceğimiz yolda önemli adımlar atılmasına vesile olur. 

 

Teşekkür ederiz. Biz teşekkür ederiz.

 

13 MAYIS 1998, Karaköy

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile