NASUH BARIN

NASUH BARIN

 SANATÇI

MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ BALE BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ

Araştırmacı kimliği yanı sıra bir sanatçı olarak da üretimleri bulunan Nasuh Barın Alevilik/Bektaşilik konusunda da çalışmaları olan bir isim.  Semahlar, Alevi/Bektaşi toplumunun sorunları, güncel meseleler gibi konularda kafa yorup yazılar yayınlayan Barın’la yaptığım söyleşide özellikle bu konular üzerinde durdum.

 

AYHAN AYDIN

Yazılarınızı, yaşamınızı inceleyen birisi olarak Nasuh Barın ismi bana farklı şeyler ifade ediyor. Araştırma ve incelemelerinin yanında sanatçı kimliğiyle ünlenen, bale, opera, koreografiyle özdeşleşen bir isim Nasuh Barın adı. Sizden yaşam öykünüzü dinlemek ayrı bir renk katacak söyleşimize. 1954 Ankara doğumluyum. 1963-64 yıllarında Konservatuvar'a girdim. Konservatuvar'ın Yatılı Bale Bölümü'nü bitirdim. Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde çalışmaya başladım. Burada da Yüksek Bale Bölümü'ne devam ettim. Yüksek Bale Bölümü'nü 1974 yılında bitirdiğimde Milli Eğitim Bakanlığı'ndan bir burs alarak Almanya'da Essan Folkwang Yüksek Okulu'nda Dans Kompozisyon eğitimi yaptıktan sonra Türkiye'ye döndüm. Bir yıl Ankara Devlet Balesi'nde çalıştım. 1982'de İstanbul'a geldim. İstanbul'da ilk özgün bale olan "Maskeler"i yaptım. Daha sonra ise Ankara ve İstanbul'da birçok oyunlar yaptık. Çeşitli tiyatro koreografileri, opera, bale koreografileri yaptık. En son çalışmam da 2 Ekim 1995'te sergilenen Ruhi Su için yaptığım çalışmaydı. Orada Ruhi Su'nun ezgileriyle bir çalışma yaptım.

1991'de Eskişehir Anadolu Üniversitesi'ne gitmeye başladım. Tiyatroculara "Sahne Jimnastiği" dersleri verdim. Şimdi ise Mimar Sinan Üniversitesi Bale Bölümü'nde "Dans Tarihi ve Sahne Dersleri" veriyorum. İki sene de Nefes Dergisi'nde sürekli yazdım. Bu derginin yayın kurulundaydım.

 

Anadolu Aleviliği'nin ritmik ve özgün folklorundan birisi olan semahlar konusunda çalışmalarınız var. Bu konuyu araştırmaya nasıl yöneldiniz? Semahların oluşumu, gelişimi, sergilenmesi; yani hem tarihsel konumuyla hem folklorik konumuyla ilgili bilgilerinizi bizimle paylaşır mısınız? Alevi Kültürü'yle çocukken tanıştım. Nedeni de Babam'ın Bektaşi olmasıydı. Babam Ragıp Baba'dan (Erensel)'den "el almış" uzun yıllar, Hasan Dede Ocağı'na hizmet etmiş, Muammer Barın Baba'dır. Ocaklardan birçok dostlar bizlere gelirlerdi, bizler onlara giderdik. Alevi Kültürü'yle daha çocukken tanıştım.

Çeşitli çalışmalarımdan dolayı ise bu alanda ancak 5 yıldan beri yoğunlaşmış bulunuyorum. Sayısız Alevi tören ve şenliğine katıldım. O tören ve şenliklerde izlediğim farklı yörelerin semahları çok ilgimi çekti. Bunları incelemeye ve irdelemeye başladım. Bana çok ilginç geliyordu. Şiir, müzik ve dans... ama hepsi kutsal anlamda. İşin içine kutsallık girdiği için çok ilgilendirdi beni. Bu başka kültürlerde az görülen birşeydi.

Avrupa Dans Tarihi'ne baktığımızdan bu tür oluşumların Hırıstiyanlığın ilk yıllarında yok olduğunu görürüz. Kilise babaları ve din adamları bu tür dansları yasaklamışlardır. Batı'da böylece inançta yerini bulamayan dans figürleri eğlenceye kaymıştır. Bizde ise, Anadolu'da Aleviler gizli bir yol olarak sürdürdükleri semahları varlığını baskılara karşı yaşatabilmişlerdir.

 

Peki semahların kökenine baktığımız da neleri görürüz? Semah'ın kökenine baktığımızda "vecd" halinde kendinden geçerek Tanrı'yla bir olma fikrini görürüz. Bunun kökeni de Şamanizm'e dayanır. Abdulkadir İnan ve Radloff'da da gördüğümüz üzre bu dans etme kültürü, yani insanın duygu ve düşüncelerini gövdeleriyle anlatma; gövdeyle bir yerlere gelebilme, Tanrı'yla bir olma, fikri Şamanizm'den gelmektedir. Ancak Anadolu'da Türkler İslamiyet'i kabul ettikten sonra (ki bu yavaş yavaş birkaç yüzyılda olmuştur) bile kendi esas "dem almak", "semah dönmek", "çalgı çalmak" gibi özelliklerini de yitirmemişlerdir. Yitirmedikleri gibi bunlara İslami bir dayanak da bulmuşlardır. "Kırklar Meclisi" olgusunu görüyoruz Alevilik'de. Kırklar Meclisi Olgusu'nda bizzat Hz. Muhammet de semah dönüyor, engür suyu sıkılıp içiliyor, çalınıp söyleniyor... Bir dinsel dayanağa oturduktan sonra da bu böyle sürüp gidiyor... Bütün bunların kökeni Şamanist kökenli olmasına rağmen, özellikle "Kırklar Meclisi Olgusu'yla bir İslami boyut kazanıyor. Bugün de cem ayinlerindeki çeşitlilikleri görmek mümkün olmaktadır. Kimi ayinlerde dem alınır, kimilerinde alınmaz... çok farklı uygulamaları görebiliyoruz. Bunların nedenleri yöresel etkenlerdir. Kars'taki semahlar farklı, Amasya’dakiler de, Fethiye'dekiler de de farklı figürleri görebiliyoruz.

Kırklar Semahı hiçbir yörede aynı şekilde dönülmez. Erzincan'daki farklı, Tokat'taki farklıdır. O zaman, şu soru sorulabilir "Kutsal olan nasıl farklı olabiliyor?" Namaz her tarafta aynıdır. Fakat semahlarda farklılıklar var. Bunun nedenine bakınca, burada anonim bir halk kültürüyle karşılaşıyoruz. Buna "Halk İslamı" diyorum ben. Max Weber'in de kullandığı bu kavrama ben de katılıyorum. Alevilik bence Heterodoks bir Halk İslam Düşüncesi'nin önemli bir boyutudur. Diğer dinlerden etkilenmiş çok farklı bir inanç sistemidir. Senkretik bir inanç biçimidir Alevilik. Kendine özgü bir inanç ve yaşam biçimi bütünlüğü vardır, Alevilikte. Bu nedenle çok değişik yörelerdeki semahların da farklı olması doğaldır.

 

Semahlarda Şamanizm etkisinden bahsettiniz. Bunun biraz daha öncesine gitsek, birçok kaynak eserden de edindiğimiz bilgilere göre, sosyolojik ve antropolojik bir gerçek olarak, semahlara benzer figüratif hareketlerin insanoğlunun evrimleşme aşamasından günümüze kadar, beraberinde getirdiği bir olgu olduğunu görüyoruz. İlkel toplayıcı toplumlardan günümüz insanına gelinceye kadar hemen her toplumda ve toplum kesitinde bu gibi hareketler var. Genel olarak Alevilik'teki semahların ortaya çıkışını o çerçeve içinde düşünebilir miyiz? Şamanizm'in etkisi dışında da çeşitli etkilerden sözedebilir miyiz semahlar konusunda. Diğer ulusların benzer hareketleri karşısında semahlarla bunları kıyaslayabilir misiniz? Olaya bir dans tarihçisi olarak baktığınızda neler söylüyeceksiniz? İnsanın en ilkel dillerinden birisi, dilden de önce, gövdeleriyle birşeyler anlatmasıdır. İlkel Kabile Avcı Toplumları'nda, insan gidiyor, diyelim bir geyiği öldürmek istiyor. Gidecek geyiği öldürecek, avlayacak sonra ise onu cemaatla paylaşacak. Burada bir taklit öyküsü vardır. Daha önceden öldürmüş olduğu geyiğin postuna bürünüyor. Öldürdüğü geyiğin yanında ise çeşitli hareketler yapıyor. Öldürdükten sonra geyiği köyüne, insanların içine getiriyor. İnsanlara bu geyiği nasıl öldürdüğünü mimatik bir şekilde anlatıyor, ateşin etrafında. Diğer insanlar el çırpıyorlar, ayaklarını vuruyorlar... Bu toplu olaya katılıyorlar. Dansın kökeninde bu olay vardır. Bu toplu katılımlı oyun her yörede vardır.

Ayini Cemler de bir toplu insan katılımını görüyoruz. Farklılık şuradan kaynaklanıyor, burada kutsallık var. Batı'da Ortaçağ'da yasaklanıyor bu tür oyunlar. Ancak 1500'lü yıllardan sonra tekrar bu kültür canlanıyor. Sonra buralardan bale doğuyor...

İnsanın kendi etrafında dönerken kendini bir ufak evren olarak görmesi, vecd haline girmesi, temel espiridir burda. Semah da "yeldirme" dediğimiz dönülen bölüm en önemli bölümdür. Orada insanlar kendilerinden geçip, Tanrı'yla bir olup, niyaza duruyorlar. Bu kendinden geçerek Tanrı'ya ulaşma formu, birçok kültürde var sadece bizde değil.

 

Bulunulan yöredeki folklorik geleneklerin etkisiyle farklı formlarda görülen semahın insanın Tanrı'yla bütünleşmesinde bir inanç ritüeli olduğunu söylediniz. Peki Sayın Barın en genel olarak bir ayini Cem'de semah nasıl başlıyor ve nasıl nihayetleniyor? Örneğin Sultan Sücaeddin Veli (Sultan Süca) (Ahmet Yaşar Ocak'ın Kalenderiler Kitabı'nda bir bölüm ayrılmıştır. Kendisi bir Kalenderi Dervişi'dir) de izlediğim ayini Cem'i aktararak anlatayım semahın başlayışını ve bitişini.

Dede cemi başlattıktan sonra çeşitli ilahiler okuyor, Kur'an'dan parçalar okunuyor, insanlar barıştırılıyor... kırgınlıklar gideriliyor... cemin bitmesine yakın önce bacılar oradan ceme katılan insanlar semaha başlıyorlar. Arkasından hazırlıklı oldukları anlaşılan çocuklar gelip semah dönüyorlar. Semah sonucunda tevhid getiriliyor. Cem noktalanıyor. Aynı şekilde Anadolu'nun farklı yörelerinde katılım olarak yansımaları görebiliyoruz. Bazı yörelerde semaha sadece erkekler katılabilmektedir. Bazen de belli bir oran nispetinde kadınlı-erkekli semahlar yapılmaktadır. Semah çeşitliliği gibi değişik cem şekilleri de vardır... Değişik amaçla yapılan cemler var. Görgü Cemi, Müsahiplik Cemi... gibi bu farklılıklar semaha da yansımaktadır. Kent Bektaşileri'nde ise semah yoktur. Semah dönmüyorlar. Hatta saz bile çalmıyorlar. Ancak insan sesiyle söylenen ilahiler var. Ama Köy Bektaşileri'nde saz da var, semah da var. Özellikle Çorlu yöresinde o yönüyle Alevi Kültür ve İnancına daha yakın bir yapı sergiliyorlar.

Aslında tüm yörelerdeki cem ayinlerini ve semahları incelemek gerekiyor. Fakat bir sorunla da karşılaşıyoruz burada. Olay bir giz ve sır taşıdığı için her insanı almıyorlar cemlere. Açıkcası bazı cemleri inceleme isteğimiz nazik bir dille reddedilmiştir. Özellikle Trakya Bektaşileri bu konuda daha titizler... Böylece toplumun içine girmede bazı engellerle karşılaştığımızı da belirtmek bir zorunluluk.

 

Sizden dedesiyle, dervişiyle, ozanıyla, babasıyla, farklı bir kültür ve inanç olarak nitelendirdiğiniz Alevilik-Bektaşilik hakkındaki düşüncelerinizi de almak isteriz? Anadolu'da bu inanç biçimi örgütlenirken kendini devam ettirmesini iki şekilde örgütlülükle gerçekleştirmiştir. Birincisi, aşiret-klan şeklinde soy­ sopa bağlı olan örgütlenme biçimi. Bu daha çok Alevi topluluklarının örgütlülük biçimidir. Diğeri ise tarikat formu olan Bektaşilik örgütlenme biçimidir. Bu tarikat formu Sureyya Faroqhi'nin da söylediğine göre, şöyle yapılanmıştır. Dergahlar tekkeler hem birer eğitim merkezi iken hem de birer konaklama yerleri, yemek yenilebilen, insanların ihtiyaçlarının karşılandığı yerlerdir. Bu tarikat formu mücerretliği gerektiriyordu. Derviş olup yola baş koymayı gerektiriyordu.

Bektaşilik- Alevilik farklılığındaki en önemli unsur bu tarikat yapılanmasıdır. Bektaşi Babaları kendilerini illaki 12 İmam'a bağlı saymıyorlar. Tevella ve Teberra elbetteki var. Ama Bektaşiler’de soy gütme yok. Bektaşiler de seçim var. Alevilikte ise Seyyidlik olgusu var. Dedelik babadan oğula geçiyor.

 

Günümüz dünyasında, kentlerinde Alevilerin ve Bektaşiler’in durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 1950'lerden sonra iç ve dış göçler yaşayan Türkiye'deki farklılaşmalar Aleviliğe de yansımıştır. Kırsal kesimin inanç ve kültürü olan Alevilik, şehirlere doğru akmaya başlamıştır. Bu akışın da bu kültürden çok şey alıp götürdüğü bir gerçektir. Ticaretteki ekonomideki yozlaşma Aleviliğe de yansımıştır. Sayısız niteliksiz kaset kitap basımı, satımı açık sömürünün izleri olarak karşımıza çıkmıştır. Bakıyoruz artık düğünlerde göbek atıldıktan sonra semah dönülüyor. Bu inançsal kültürel erozyonu gösterir. Günümüzde yapılsa yapılsa semah metodlarından yola çıkarak çok sesli bir bale süiti, yahut bir oratorya gibi birşeyler yapılır. Fakat düğünlerde semah dönülmez. ayini Cemlerdeki kutsal hava, bale tiyatro gibi yine kutsal olan mekanlarda anlam bulabilir.

Artık kentlerde bunun inançsal boyutuyla yürümesi zordur. Şehirlerde hem cemevleri azdır hem de insanlar farklı sorunlar yaşamaktadır. Çok çeşitli yörelerden şehirlere gelmiş insanlar toplanıyorlar. Her birinin farklı alışkanlıkları gelenekleri var. Ocaklar karışıyor, şimdi hangi dede kime nasip verecek? Müsahip kardeşliği dediğimiz kurum artık nerdeyse yok olmuş durumda. İnsanlar birbirlerini artık tanımıyorlar. Aynı şekilde Bektaşi tekkelerinin dergahlarının da kapalı oluşu o formların yürümesine engeldir.

Bence artık Aleviler kırsal düşünüş şekillerini bir tarafa bırakmak zorundadırlar. Bunlar içinde bir Alevi Bektaşi Tarih ve Kültür Enstitüsü'nün kurulması zaruriyeti vardır.

Sanatsal olarakta evrensel açılımlara zemin teşkil eden Alevi Kültürü'ndeki öğelerden yola çıkılarak yeni yeni ürünler ortaya konmalıdır.

 

Hem bu toplumun içerisinde gelen , hem de sanatçı kimliği ön plana çıkmış birisi olarak, Alevilik ve Bektaşilik Kültür ve İnançındaki sanatsal esintiler konusundaki fikir ve görüşleriniz nelerdir? Alevilik ve Bektaşiliğin sanatsal bir yönünün bulunduğu hep söyleniyor. Nedir bu sanatsal yön? Bu kültür ve inancın içinde müzik var, şiir var, oyun var, dans var. İncelik, nezaket sevgi ve hoşgörü var viagra 50 mg pfizer. Sanatsal özü içinde taşıyan ender inançlardan birisidir Alevilik-Bektaşilik. Bunun tüm inançsal ritüellerde ve ortaya konan ürünlerde bulabiliriz. Alevi-Bektaşi tarihini incelemek bunun için yeterlidir. Resim, el çizimleri geliştirilmiş Alevilik-Bektaşilik'te. Bunun gibi daha nice unsurları bulabiliriz Alevilik ve Bektaşilik'te.

Zaten bu toplumun içinde çıkan insanlarda gençlerde bu etkileri de görmek mümkündür. O yüzden benim gençlerden isteğim şudur. Konservatuvarlara gitsinler. İşin bilimsel boyutuna artık eğilsinler. Notayı, baleyi dansı artık okullarda bilimsel olarak öğrensinler. Bu alanlarda eğitim alsınlar. Besteleme tekniğini, çok sesli müziği iyi bilmek gerekiyor. Ancak bu yollarla evrensele varılabilir. En büyük eksikliğimiz yüzyıllar boyu hep tek sesli kalmamızdır. Çok sesliliğe ulaşmadan evrenselliğe ulaşamayız. Farklı kültürleri iyi bilmek gerekiyor. Doğu-Batı Kültürlerini iyi bilmek gerekiyor. Tiyatroyu da şiiri de, müziği de iyi bilmek gerekiyor. Artık "farklı şeyler beni ilgilendirmez" anlayışı yok olmak üzeredir dünyada.

 

Siz yazılarınızda Alevilik-Bektaşilik etik, ahlak sorununa da değiniyorsunuz. Canlı gözlemlerinizle nasıl ifade ediyorsunuz, Alevilik­-Bektaşilik Ahlakının özelliklerini? Çok güzel ahlak düstürları olan bir yol Alevilik-Bektaşilik. Alevi, Bektaşilerin edep-erkan ahlak anlayışı tüm dünya insanlarının kabul edebileceği bir yapıdadır. Ancak iş uygulamaya gelince problemlerle karşılaşıyoruz. Artık bu içinde yaşadığımız sistemden mi kaynaklanıyor,

toplumsal ve ekonomik sistemden mi kaynaklanıyor, ya da Alevilerin-Bektaşilerin kentlerdeki kimlik çıkmazlarından mı kaynaklanıyor, yabancılaşmadan mı kaynaklanıyor nedir, malesef artık o düsturları hep lafta kalıyor. Bir türlü hayata geçirilemiyor, bu ahlaki prensipler. Bu bağlamda ben "sorumluluk ahlakı" diyorum. Sorumluluk ahlakının herhangi bir sistemle alakası yok. Sorumluluk ahlakı ancak tarihsel bilinçle ve kendini aydınlatmakla olur. İnsanlarınızı bir şekilde bu sorumluluk ahlakı ve yolun özü olan yani "İnsan-ı Kamil" olmaya özendirecek olan ahlaki düsturları oluşturmakla olur. Yoksa siyasi çıkarlarla olmaz bu iş.

 

Alevilik ve Bektaşilik'de Bektaşi babalarının konumu, üstlendikleri misyon ve günümüzdeki durumları nedir? Bektaşilik’te dört aşama vardır. Birincisi insanların aşık olduğu evre. Bu yolu seven, bu yola hizmet etmek isteyen, bu tarikata girmek isteyen insanlara aşık denir. Ama bu aşıklar zamanla kendilerine bir rehber buluyorlar, bir babaya müracat ediyorlar. Baba da araştırıyor, soruşturuyor seni bu "yola" almaya ahlaki olarak, insani olarak, insani yapı olarak uygun görürse sana "nasip" veriyor. Sen bir babadan nasip aldıktan sonra, bir mürşidin oluyor. Mürşidden "el alarak" derviş oluyorsun.

Daha sonra ikinci aşama Dervişlik başlıyor. Eskiden tekke ve dergahlarda oluyordu, şimdi bu olmadığı için, çeşitli şekillerde bu yola hizmet ediyorsun. Babaya, mürşide, cemaata çeşitli şekillerde hizmet ediyorsun. Belli bir süre sonra baba seni dervişlik makamında görüp, senin bu işi yürütebileceğine kani olursa, tutuyor sana "babalık icazeti" veriyor. Baba olduktan sonra da sen artık bu yolu Balım Sultan Erkânı’na uygun insan olarak, sen de gerekirse başka insanlara el veriyorsun. Bu üçüncü aşama oluyor. Dördüncü aşama olan dede-babaya bağlı halifeler var. Baba aynı zamanda halife olanlar da var. Marmara Bölgesi, Orta Anadolu Bölgesi Halifeliği, Arnavutluk Bölgesi Halifeliği gibi. Bütün babalar kendi yörelerindeki "halife-babalara" bağlıdır. Halife Babalarsa şu anda Dede-Baba olan Bedri Noyan'a bağlıdırlar.

Böyle bir örgütlenme formu var, Bektaşilik’te. Bu tabii Alevilik’ten farklı bir örgütleniş formudur.

 

Sevgili Barın siz yazı ve söyleşilerinizde, Günümüz Aleviliği ve Bektaşiliğinin sorunlarına değinirken, bir "Tarih ve Kültür Entitüsü"nün zorunlu olarak kurulması gerektiğini dile getiriyorsunuz. Peki nedir bu Tarih ve Kültür Enstitüsü fikri, bu enstitü neler yapmalıdır, yapısı nasıl olmalıdır. Bu konuyu daha önce Nefes Dergisi'nde yazmıştım. Burda aynen yenilemek istiyorum. Benim çok önem verdiğim bir meseledir bu.

Televizyon-radyo istasyonları ne kadar gerekliyse, Tarih ve Kültür Enstitüsü o kadar gereklidir. Hatta kanımca ivedilik sırasında ön plana geçmelidir. Enstitünün yapısı demokratik ve özerk olmalı, akademik ve bilimsel anlayışla örgütlenmelidir.

TARİH derken:

1) Bugüne değin bu konuda yazılmış Osmanlıca, Türkçe ve yabancı dillerdeki tüm metinlerin kopyalarından oluşan bilgisayarlı kütüphane kurulmalıdır. Osmanlı ve Başbakanlık arşivlerinden bu konuyla ilintili fermanlar, yazışmalar, fetvalar, mühimme defterleri vs... ortaya çıkarılmalı ve bugüne dek dergi­ , gazetelerdeki tüm haber ve yorumlar arşivlenmelidir.

2) Türklerin İslam öncesi inanç, kültür ve hayatları araştırılmalıdır.

3) Türklerin İslamiyeti kabul ediş süreci, koşulları ve toplumsal yapı ortaya konmalı ve diğer din ve diller ile etkileşimi araştırılmalıdır.

4) Hoca Ahmet Yesevi'den Hacı Bektaş Veli'ye uzanan dönem araştırılmalı, Türklerin Anadolu'ya yerleşiş ve yayılmaları incelenmelidir.

5) Hacı Bektaş Veli'den Pir Balım Sultan'a kadar olan dönem irdelenmeli ve yeni yapılanmalar değerlendirilmelidir.

6) Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti kuruluşu ve yapılanışı ortaya konmalıdır.

7) Osmanlı-Safevi ilişkileri irdelenmeli ve bunun Anadolu'daki etkileri araştırılmalıdır.

8) Yeniçeri Ocağı ve Kızılbaş ayaklanmaları araştırılmalı ve bunun sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları irdelenmeli; dergah ve tekkelerin tarihi önem ve örgütlenme modelleri ortaya konmalıdır.

9) 1826 Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasının nedenleri ve dergahları açısından sonuçları değerlendirilmelidir.

10) 1826-1925 yılları arasındaki Alevi-Bektaşi inancındaki yeni toplumsal ve siyasi boyutlar yakın tarih açısından incelenmelidir.

11) 1925 tekke ve zaviyelerin kapatılması ve Cumhuriyet dönemi; günümüze dek tüm siyasi, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla irdelenmeli ve çeşitlilikler ortaya konmalıdır.

12) Alevilik-Bektaşiliğin Anadolu dışındaki örgütlenmesi (Avrupa ve diğer ülkeler) bir bütün olarak incelenmelidir.

İste Tarih deyince ilk aklıma gelen bunlar. Elbette bu olgulara bağlı bir çok detay kendiliğinden ortaya çıkacaktır, çıkarılmalıdır. Gerçeklerin detaylarda gizlendiği tavrı, bilimsel ve akademik çalışmaların özünü oluşturacaktır. Geçmişte yaşanmış olayları sağlıklı bir şekilde yerine oturtmadan, bugünü sağlıklı değerlendirmenin mümkün olamayacağını, geleceğe yönelik çalışmaların havada kalacağını bilmem söylememe gerek var mı?

 

KÜLTÜR deyince neler anlaşılmalıdır?

 

1) Geçmişte ve günümüzde gündelik hayatın tüm edimlerini içeren sosyolojik,

psikolojik, antropolojik, sanatsal, siyasal, ekonomik ve inançsal-ahlaki boyutları anlıyorum.

2) Alevi-Bektaşilik’te; kilimin, halı resim mimarı müzik şiir ve dans olguları, her biri başlı başına, hem tarihsel hem de güncel acıdan incelenmelidir.

3- Bu bağlamda müze ve arşiv kurulmalıdır.

4) Dedelerin, babaların, tekke, ocak ve dergahların tarih ve kültürel etkinlikleri yazılmalıdır.

5) Ozanlar ve Alevi-Bektaşi Müziği araştırılıp, tarih ve günümüzdeki gelişimler yazılmalıdır.

6) Alevi örgütlenmesi ile Bektaşi örgüt ve detaylardaki ayrıntılar ortaya konulmalıdır. Biçimsel farklılıkların coğrafi özellikleriyle, edebi söylem biçimleri karşılaştırılarak incelenmelidir.

7) Bu bağlamda köy ve kent kültürü araştırılmadır.

8) Tasavvuf felsefesi ve buna koşut olarak gelişen kültür incelenmelidir.

 

9) Alevi-Bektaşiliğin diğer tarikatlarla olan ilişkisi ortaya konulmalıdır.

10) Basın-radyo ve televizyon programları için gerekli iletişimi yaratacak birim kurulmalıdır.

11) Hem yurtiçi hem de yurtdışı kültürel etkinliklerle canlı bir ilişki kurulmalıdır.

12) Dernek, vakıf, basın vs. demokratik kuruluşlar ile bilgi alışverişi içinde bulunulmalı, konferans, panel, açıkoturum, sempozyum türü faaliyetler düzenlenmelidir.

13) Enstitünün bir dergisi olmalıdır.

Bunlar da kültür deyince aklıma gelen ilk olgular. Elbette kültür de de detaylar çok önemli.

Yukarıda andığımız konular Enstitü kurulup gerçekleştiğinde, asıl önem eğitim açısından ortaya çıkacaktır. Enstitü öğrenci alıp, yetiştirmelidir. Önerim şu: Tüm dede ve baba adayları ya da bu kültür ve inanca meraklı, ilgi duyan herkes akademik anlamda eğitilmelidir. (Elbette her kesimin talip mürşid ilişkisi asla unutulmadan).

Bu gerçekleştiğinde göreceksiniz. Alevi-Bektaşiler tarihlerini ve kimliklerini çok daha iyi anlayacaklar ve bu yolun ne kadar önemli, insani, barışcıl olduğunu görecekler, tüm yeryüzünü kucaklayan bir inanç, felsefe olduğunu kısa sürede kavrayacaklardır.

 

Alevi-Bektaşilerin kendi tarihini, kültürünü yüksek sesle tartışmasından yanasınız sanırım?Elbette tartışılacak. Kendi kimliğini arayan, düşüncesini, felsefesini ve inancını günümüz Türkiyesi'nde haklı ve doğru bir yere oturtmak isteyen Alevi-­Bektaşiler elbette geçmişin, günümüzün ve geleceğin meselelerini tartışarak, bakış açılarını belirleyeceklerdir. Bunun için toplumun her kesimiyle kurulacak ilişki ve düşünce Alış-verişi çok önemli. Fakat düşünce dediğimiz olgunun gerçekleşmesi her şeyden önce okuyarak, izleyerek, görerek, öğrenerek bilgi edinmekle oluşur. Bilgi edinmek aydınlanmayı aydınlanma da düşünce üretmeyi getirir birlikte. Sadece o mu? Tarih bilincini ve sorumluluk ahlakını da geliştirir insanda.

Geçmişini bilmeyen, bugünü nasıl değerlendirecek? Gelecek hakkında nasıl yorum yapabilecek? Gelin görün ki temel meselemiz de işte burada başlıyor.

 

Toplumumuz okumuyor diyorsunuz, bu konudaki eleştirilerinizi alabilir miyiz? Okuyan bir ulus değiliz. Oldum olası da okumadık. Burası kesin. Toplumumuz seyrediyor. Rahat, kendisine medya tarafından sunulan şeylerin gerçek olduğundan yola çıkarak veriyor kararlarını. Gördüğü şeylerin bir kurgu olduğunu hiç aklına getirmiyor. Değer yargılarını kendisi değil, bu anlamla bir başkaları belirliyor. İnsan ve kültürü adına müthiş kaygı verici bir durum bu... Beyinler yok olmuş. Kulaklar var ortada ve onlar da yetiyor düşünmek için...

Medya ise kendine "haber" arıyor ve her fırsatta Alevilik-Bektaşilik olgusunu kullanıyor. Ve işin doğal ki cılkını çıkarıyor. Bilir bilmez herkesi, hatta sokaktan geçen bir Alevi-Bektaşi vatandaşımızı alıp, programa çıkarak 60 milyon insanın önünde konuşturuyor. (Lütfen yanlış anlaşılmasın. Sokaktaki değerli insanı küçümsemiyorum. Ama mesele tarih, inanç, ahlak ve siyaset gibi Türkiye ve toplumun geleceği açısından çok önemli konuları içerince insanın aklına ister istemez şu sorular takılıyor:

1) Yoksa Alevilik-Bektaşilik olgusunu izleyende "yanlış imaj" bıraktırmak gibi bir kasıt mı var?

2) Yoksa Alevi-Bektaşiler kendi "sözcülerini" seçmekte gerçekten bu kadar acizler mi?

Yok, "... olsun hiç olmazsa televizyona çıkıyoruz ya... Eskiden o da yoktu... " gibi yaklaşımları ise hiç mi hiç anlamıyorum. Aleviliğin-Bektaşiliğin BU ANLAMDA BİR REKLAMA ASLA İHTİYACI YOKTUR).

Ha, televizyona, basına demeç verilmemeli mi? Açık oturumlara, tartışmalara çıkılmamalı mı? Hayır bunu demek istemiyorum. Elbette çıkılmalı. Ama konunun uzmanları çıkmalı. 700 yıllık bir tarihi birikimin inançsal, kültürel, felsefi ve sosyolojik boyutlarını bilen, siyasi çıkar ilişkileri içinde bulunmayan sözcüler çıkmalı. Hele hele yakın politik çıkarlar için böyle kutsal bir yol, asla alet edilmemelidir, diye düşünüyorum.

 

Peki bu ülkede son yıllarda Alevilik-Bektaşilik üzerine çıkan kitap ve dergiler hakkında ne diyeceksiniz? Söyle yanıtlayacağım sizi:

1) Piyasada olan kitaplar baskı sayısına bakıldığında "azdır".

2) Bu bir furyadır, ortaya çıkan birçok kitap birbirinin benzeridir ve ticari amaçla yazılmışlardır. Bir çoğunun hiç bir bilimsel ve akademik değeri yoktur. (Hangileri diye sormayın bana, alın okuyun. Siz de göreceksiniz. )

3) Dergilere gelince; bu kitap olgusundan başkadır. Her derginin olan bitene yaklaşımı farklı olabilir. Zaman zaman ortak yanları da olabilir. Dergi yaşayan, süren bir olgudur. (Süreli yayındır) Alevi-Bektaşi kesimine yönelik çeşitli dergiler vardır.

Dergiler bu toplum içinde düşünce ve siyaset farklılıklarını yansıtırlar. Ve her biri bu mozaik görüntünün rekleridir.

4) Henüz Alevi-Bektaşilere yönelik Türkiye çapında bir gazete yok.

5) Henüz Türkiye çapında bir radyo ve televizyon verici kanalı yok.

(Bu kitle iletişim araçlarının çok deneyimli, uzman kadrolarla büyük sermaye gerektirdiğini bilmem söylememe gerek var mı?

Evet, İletişim dünyasında görülen manzara şimdilik bu. Gelişen, örgütlenen ve bu arada bilinçlenen Alevi-Bektaşi kesimi elbette günün gereklerine uygun kitle iletişim araçlarını kuracaklardır. Burada dikkatli, özenli ve titiz olmak gerekir. Türkiye daha demokratik bir yapıya kavuşmak istemektedir. Bu

nedenle tv-radyo programları açısından çok iyi hazırlık yapılmalıdır. Tutarlı, ciddi, "iyi ve güzel" program üretim sürecine şimdiden girilmelidir. Yoksa sermayesi ve kadrosu çok güçlü olan diğer özel televizyon kanallarıyla rekabet etmek pek mümkün olmayacaktır. Yani bir süre sonra tekdüze kalma gibi bir sorunla karşılaşılabilir. Bu nedenle önerim şimdiden kitle iletişim komisyonunun kurulması olacaktır.

Söyleşi: 1995, İstanbul

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile