Av. HASAN GÜLŞAN

Av. HASAN GÜLŞAN

 

Sayın Hasan Gülşan uzun süredir tanıdığım ve çok sevdiğim bir insansınız. Alevi inancının günümüzde yaşayan temsilcilerinden birisiniz. Uzun yıllar bir avukat olarak geçiminizi temin ederken Alevilikle ve Alevi davalarıyla, Alevileri yakından ilgilendiren meselelerle de ilgilindiniz, bazı konularda öncü olup, olaylara bizzat müdahil oldunuz.
Yayınlamak istediğim yeni kitabımda sizin de görüşlerinizin yer almasını arzu etmekteyim. 
Aşağıdaki soruları yetkinlikle ve detaylarıyla yanıtlamanız beni memnun edecektir. 
Şimdiden çok teşekkür ediyorum.
En içten samimi duygu ve sevgilerimi sunuyorum.
Bin muhabbetle.

Ayhan Aydın

 

Çocukluğunuzu ve yaşamınızı, eğitim ve mesleki ilerleme için sarf ettiğiniz çabaları, çektiğiniz sıkıntıları bizlere ayrıntılarıyla anlatabilir misiniz?

 

1938 Dersim katliamı ve kalanların tehciri üzerine, Türkleştirmek ve Sünnileştirme asimilasyonuna yönelik olarak, annem, babam ve kucakta 3 yaşında ki ablamdan oluşan aile bireylerim, Karaman ili Zengen köyüne iskan edildiler. 1941 tarihinde bu köyde doğdum. Köyün çobanlığını yapan babam 2 yaşında iken askere alındı. 2. Dünya Savaşı nedeniyle 4 yıl sonra terhis oldu. Savaş yıllarıydı; Asker maaşı verilmemesi içinde, bizlere kimlik verilmedi. Annem köyümüzden uzaktaki Dersim'li kadın-erkeklerin çalıştığı değirmenlerde sırtıyla buğday-un taşımacılığı yaptı. 15-30 günde bir geliyordu. Ablam köyün ağasına hizmetçi verildi. Ben de Ağrı isyanında göç edip köyün çobanlığını yapan Yusuf adlı kişinin tek odalı evine emanet edildim. Babam askerden 1947’de geldi. Af çıktı. Hayvan taşıma trenleriyle 7 gün de Elazığ'a, oradan da Ovacık'a köyümüze geldik. Yaşam koşullarının olumsuzluğundan Malatya'ya göç ettik. Kimlik sahibi olduk. Babam işe girdi. Oraya yerleştik. İlk-orta ve liseyi de burada bitirdim.

           

 

Kökenlerinize ve doğduğunuz coğrafyaya baktığımız zaman yaşam koşullarının, hayatta kalma ve var olma şartlarının çok zorlu olduğu bir yerden geldiğinizi görüyoruz. Gerçekten nasıl bir ortamdan geliyordunuz? “Dersim” denilen Tunceli bölgesi coğrafyasıyla, tarihiyle, kültürüyle ve farklılıklarıyla nasıl bir yerdi ki isminden hep söz ettirdi?

 

Köken ve tarihsel adıyla Fars-Kürtçe Gümüşkapı anlamındaki Dersim 1936’da, Devletin Tunçeli anlamındaki Tunceli adı verilen ilin, Ovacık ilçesi, Solhasan köyündeniz. Dersim, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyet'i başbakanlık arşivlerinde yer aldığı üzere Erzincan (Kuruçay-Kemah-Tercan), Erzurum (Hınız-Çat), Malatya (Arapgir-Akçadağ), Harput, Varto, Kığı, Karakoçan gibi yerleşim bölgelerini de içine alan coğrafya parçasının adıdır. Dersim Doğu Anadolu’nun işlek yollarının yanı başında yükselen sarp dağları, doğal kale görünümünde olup, yüksek dağ, orman, vadiler ve sularla çevrili EŞİK tabir edilen bir yerdir. İsyan ve saldırıların eksik olmadığı, Orta ve Doğu Anadolu’daki yakın, oba, ova ve kent halkı tehlike anında bu dağ, orman ve vadilere sığınarak canlarını korurlardı. Dersim coğrafyasında bin beş yüzün üzerinde bitki türü olmakta, ender bulunan kokusuz sarımsak, renk renk kır çiçekleri, sadece o bölgeye mahsus kırkın üstünde şifalı otlar, ceviz, kenger sakızı, fasulye, bal ve alabalık gibi maddelerin yanı sıra Turizm ve hayvancılık alanında da önemli işlevler içermektedir.

Cumhuriyet Türkiyesi’nde, 1936'da devletin Tunçeli başınızda eksik olmayacak, korku ve dayatmasıyla, Pülümür, Ovacık, Hozat, Çemizgezek, Pertek, Nazimiye ve Mazgirt gibi 7 ilçeden oluşan ilçelerle Tunceli adını almıştır.

Sürekli devletin ilgisizliğinden ve işsizlikten ötürüde göç veren okuryazar oranı en yüksek, küçük bir bölgeyi kapsamaktadır.

 

 

Dersim Olayı’nın özü sizce nedir? Bu bir inanç olayı mıdır? Bu bir ayaklanma mıdır? Dersim Harekâtı olarak bilinen bu olayı sizin zaviyenizden detaylarıyla özetleyip anlatabilir misiniz? Dersim Olayı’nın sonucu ne olmuştur?

 

Dersim, Şah İsmail yenilgisinden sonra, Alevilerin sığındığı ve zamanla Alevilikle birlikte Kürt Alevilerin ağırlıkta olduğu bir bölgedir. Hacı Bektaş'dan sonra Aleviliğin serçeşmesidir. Osmanlı, her Doğuya, Bağdat’a ve İran’a sefer yaptığında Şii-Caferi mezhebinin, İran devlet ideolojisi olması nedeniyle de yapılan seferlerde, Dersim'lileri de aynı mezhebin ve İran'nın tebası farz ve kabul ettiğinden öncelikle kendisinin güvencesi için Dersim'e saldırmayı, hep hedef edinmiştir. Nitekim Cumhuriyet dönemine kadar Dersime Osmanlı, 60 sefer yapmış fakat Dersim'i fetedememiş ve dizede getirememiştir.

 

Bugün niçin on yıllar sonra Dersim Olayı hatırlandı? Bunda bir kasıt var mı? Yoksa Cumhuriyet Tarihi boyunca buna benzer başka kıyımlar, yasaklar, engeller var mıdır? Bir aydın olarak bunları yanıtlayabilir misiniz?

 

Bugün onyıllarca yıl geçmesine rağmen olayı hatırlatmaktaki amaç, Dersim kıyımı, Ermeni kıyımından sonra en büyük kıyımdır. Cumhuriyet öncesi, Anadolu’da onlarca kıyımlar yapıla gelmiştir. Cumhuriyet sonrasında da, Koçgiri, Ağrı, Şeyh Sait, Zilan ve Dersim kıyım ve kırımları olmuştur.

İşbu kıyım ve kırımların başlıca nedenleri, öncelikle Kürtlerin kimlik ve kültürlerinin red, inkar, asimilasyonuna dayanmaktadır.

Dersim bir kısım çevrelerin iddia ettiği gibi, isyan etmemiştir. Zira isyan yapabilmesi için, okuryazar, ülkeyi ve dünyayı tanıyan beyinlere ve bu beyinlerin emrinde eğitilmiş bir orduya, ağır silahlara sahip olunması gerekir. Dersim irili-ufaklı 100'ün üzerinde çoğu zaman birbirleriyle bazen de komşu ve devletle ufak çaplı çatışan aşiretlerden oluşmaktadır.

Cumhuriyet hükümetini, Osmanlının bir devamı olarak farz ve kabul ettiği içinde askere gitmek, vergi vermek ve devletin kurumlarının yerleşebilmesi için öncelikle ekonomik seferberliğin yerine getirilmesini önkoşul olarak öne sürmüştür.

Cumhuriyet hükümeti ise Dersim hakkında yapılan olumlu bir rapor (Cemal Bardakçı) dışındaki tüm olumsuz raporlarda Dersim'in bir çıban olduğunu, çıbanında ancak ameliyatla yani kazımakla yok edilebileceği yönünde raporlar üzerine Mustafa Kemal ve diğer devlet ricali 37-38 katliamı ve kalanları da asimilasyon için tehcire yollamıştır.

 

Kürt olmak, Kürt olarak yaşamak aynı zamanda Alevi inancına mensup bir insan olarak İstanbul’a uzun yıllar önce gelen birisi olarak, o günlere dönersek, bu kavramlar o günün, yani 50 yıl öncesinin insanlarına ne ifade ediyordu? İnsanların önyargıları, görüş ve düşünceleri nelerdi?

 

Kürt olmak bundan birkaç yıl öncesine kadar cahil, görgüsüz, köylü tiplemesini andırıyordu.

PKK olayından sonrada giderek ülkemiz ve özellikle Avrupa ve Amerika gündeminde Kürt isyan hareketiyle birlikte değerlendirilmeye başlandı ve Kürtlerin Ortadoğu’nun ilk ve kadim bir ulusu olup Avrupa – Hint dil grubuna girdiğini, dört ülkeden ibaret coğrafya parçası içerisinde yaşadıkları, zengin kültüre, tarihe sahip bir ulus olduğu, Ortadoğu ve dünyanında yaygın bir şekilde kabul gördüğü bir topluluktur, fikri gelişti, yerleşmeye başladı.

 

1966 yılında yayın hayatına başlayan bir Cem Dergisi var. Devam eden dönemde Birlik Partisi kuruluyor. İstanbul’da konser salonlarında, gazinolarda, köy derneklerinde, düğün salonlarında Alevilikle ilgili etkinlikler yapılıyor, konuşmalar yapılıyor, konserler veriliyor o zamanlar. Gerçekten bunun öyküsünün bizzat tanığı olan birisiniz. Bu dönemi anılarıyla birlikte uzun bir şekilde anlatabilir misiniz?

 

1966 yılında yayın hayatına başlayan Cem Dergisi, hukuk öğrencisi iken, Merhum Abidin Özgünay, Merhum Mehmet Yaman ve tarafımca ortaya atılan bir fikir olup, Cem Dergisi’nin adı da Mehmet Yaman'ca verilmiştir.

Keza aynı dönemde Dersim 38 katliamından ailesinin tüm fertleri katledilen 6 yaşında iken, uzatmalı bir çavuş sayesinde kurtulup himayesine alınan daha sonrada bir Amerika’lıya satılan, Amerika’ya götürülüp orada okutulan ve sonrada 1950 Kore savaşlarına katılıp, Gazi olan, Amerika tarafından Gazi maaşına bağlandıktan sonra da Türkiye'ye gelip, Ehli Beyt Yolu adlı aylık gazete çıkartan, Doğan Kılıç Şeyh Hasananlı gazetesinde bir süre yazılar yazdım. Merhum Av.Cemal Özbey'in öncülüğünde kurulan, Birlik Partisi'nde kısa bir dönem gençlik kollarında bulundum. Öğrencilik yıllarında İstanbulda, konser ve spor salonlarında, gazinolarda, köy derneklerinin, Aşık Daimi, Feyzullah Çınar, Mahsuni vs. gibi birçok aşıkların ve Ehli Beyt, Hacı Bektaş derneklerinin geceler organize ve sunuculuklarında bulundum.

 

1976 tarihinde, Alevi-Bektaşiliğin Esasları, 1988'de Politika Klavuzu, 2000 tarihinde Anadolu Alevi Müslümanlığı adlı üç adet eserlerim, çeşitli gazete ve dergilerde sayısız makalelerim ile bazı TV'lerde sohbetlerim süre gelmektedir.

 

Yaşadığınız dönemler boyunca sizi en çok etkileyen Alevi İleri gelenleri kimlerdi? Onların önemi ne olmuştur sizce bu hareket içinde?

 

Yaşadığım dönemlerde, Bedri Noyan, Cemal Özbey, Yusuf Ataer, İsmet Zeki Eyüboğlu, Cemşit Bender, Ahmet Yaşar Ocak, Mehmet Tevfik Otyam, Nuri Dersimi, Ziya Şakir, Abdulbaki Gölpınarlı gibi araştırmacı, yazar ve bilimadamlarından etkilendim ve eserlerinden de yararlandım, yayınladığım kitap ve broşürlere de kaynakça olarak gösterdim. Bu arada Alevilikle ilgili birçok davalarda bazen şikayetçi ve bazende avukat olarak görevlerde bulundum. 1977 yılında lise son sınıflarda okulun Felsefeye Giriş adlı Alevi'liği tahkir eden kitabın toplatılması, yazarının cezalandırılmasında şahsi davacı oldum.

Abidin Özgünay'ın çıkardığı Kızıldeli Dergisi’nin DGM'ce toplatılması ve Özgünay'ın cezalandırılmasına yönelik beraatle sonuçlanan davada da avukatı oldum.

1988 tarihinde Star Tv-Güner Ümit olayındada saldıran yüzlerce sanığın tahliye ve savunmanlığını yaptım.

Hüseyin Kılıç adlı yazarın ilk üç halifeye yönelik Hz.Ali'inin halifeliğinin gaspına yönelik eylemlerini hakarete varan eleştirilerle ilgili ve Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki kitabın toplatılıp, kendisininde Sünni inancına ve önderlerine yönelik davasının kendisinin beraatine ve kitaplarınında iadesine yönelik savunuculuğunu yaptım.

 

Sizin de başınızdan geçen somut olaylar var o dönemde, sizce bu toplumsal değişmelerden sonra içinde yaşadığımız bu toplum Alevi – Sünni yakınlaşması konusunda bir mesafe alabildi mi? O günlere bakınca bugünleri nasıl görüyorsunuz. Bir kıyaslama yapmanız mümkün mü?

 

Yaşadığım ve tanığı olduğum dönemlerde Alevi-Sünni ayrımındaki toplumsal gelişim ve değişimle ilgili sualinize ise maalesef pek olumlu bir yanıt veremeyeceğim. Zira günümüzde AKP'nin uzun süren 15 yıllık iktidarı döneminde işbu ayrım kalkmadığı gibi aksine keskinleşerek de kamplaşmaya doğru gitmektedir. Cumhuriyet Türkiye'sinde 1966 tarihinden itibaren Muğla-Ortaca'dan itibaren Çorum, Sivas, Malatya, K.Maraş gibi kırım-kıyımlarla işbu zıtlaşma ve keskinleşmenin sonuçlarıdır.

 

Alevi dernek ve vakıflarının uzun zamandan beri var olduklarını biliyoruz. Neden Aleviler Bektaşiler örgütlenme, bir araya gelme ve bunları uzun süre boyunca devam ettirme başarısını gösteremiyorlar?

 

1950'den sonra adım adım ve 1990'dan sonra büyük bir hızla köylerden kentlere yoğun bir şekilde Alevi göçü başlayınca,  Alevi cenazeleri camilerden madem diriniz gelmiyor ölünüz de gelmesin, söz ve tavırlarıyla dışlanınca Aleviler bunun üzerine, köylerdeki Cemevi töre ve yaşamını kentlere taşımaya ve mümkün mertebe bir araya gelerek kendi aralarında, aynı mahallelerde örgütlenmeye başladılar.

Cemevleri, giderekte zımmen olarak resmi kurumları zorlayarak ve aynı zamanda da sol partilerin ve zamanla da MHP'nin de desteğiyle Alevilerin yaşadığı Anadolu’nun hemen hemen tüm kent kasaba ve köylerinde fiileri resmiyet kazanmıştır.

 

Bir araştırmacı ve bu inanç – kültür yapısının içinden gelen birisi olarak siz Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce nedir Alevilik?

 

Bence Alevilik, Kuran'ın Bakara süresinde ki Adem'in yaradılışıyla ile ilgili ayette özünü bulan, Yaradanı Adem'de (insani kamilde) de gören, kabem insandır diyen, Caferi mezhebindeki İmana ait esasların tamamını ve ibadete ait esaslarından da, Tebella ve Teberrayı kabul eden, eline, diline, beline, sahip olmayı, sosyal dayanışma ve yargılama ile ekonomik paylaşmaya dayalı haksızlığa, zalime karşı durmayı ilke edinen, İslami, hümanist ve tasavvufi bir yorumdur. Dört kapı ve kırk makamdan da geçilerek oluşan ve olgunlaşan yaşamın her yönünü kapsayan bir tarikattır.

 

Hacı Bektaş Veli nasıl bir inanç önderidir? Mensup olduğu topluma ve insanlığa hangi emanetleri bırakmıştır? Bugün Aleviler – Bektaşiler gerçekten onun yolundan gidebiliyorlar mı?

 

Hacı Bektaşı Veli, Anadolu’ya geldiğinde, Babai isyanları ile karşılaşmış, Baba İlyas ve İshak'ın o güne göre sosyalist sayılabilecek görüşlerinden etkilenmiş, kardeşi Menteşi de bu hareket içerisinde kaybetmiş, hareketin kanlı bir biçimde bastırılmasıyla tebdili kıyafet ederek kendi adını olan ilçeye gelip yerleşerek Bektaşilik'le anılan eğitim ve öğretimini oluşturmaya eğittiği öğrenciler, aracılığıyla da yaymaya başlamıştır. Kadınları okumayı, ahlaka, örgütlenmeye önem vermiş ve eserler bırakmıştır.

 

Bir hukukçu olarak Alevilerdeki “Halk Mahkemeleri” üzerine kafa yordunuz mu? Bir toplumun yaşam koşullarından dolayı geliştirdikleri bu kavram, “hukuki olmayan (resmi olmayan)” bir iç hukuk yolu, örfi hukuk sayılabilir mi?

 

ALEVİLİKTE DÜŞKÜNLÜK (halk mahkemesi) olayı: Yüzyıllar öncesi Anglo-Sakson ve Amerika'daki jüri sistemini andırmaktadır. Zira düşkünlük olayı ve yargısı, toplumun arındırılmasına yönelik bir olaydır. Dünyada da bir benzeri de yoktur. Bu olayla, bireye ve toplumun haklarına, inanca zarar verenler, belli şekilde belli oranda ve zamanla cezalandırılırlar. Örneğin ceza alan kişi, belli bir süre eşiyle cinsel temasta bulunamaz, çocukları ve komşuları selam dahi vermezler, konuşmazlar, esnaf mal satmaz ve adeta ceza süresi içerisinde yeme, içme ve uyku dışında hiç bir haktan yararlandırılmaz. Adeta toplumdan soyutlanır.

 

Aleviler de bir “Kul Hakkı” kavramı vardır. İnsan gönlünü kırmak en büyük günahlardan sayılır Alevilikte. Rızalık kavramıyla ilgili olan bu “kul hakkını” gözetmek; modern toplumların hoşgörü kavramının ötesinde, temel insan haklarından olan “kişi hürriyetine, hak ve hukukuna saygı gösterip, buna uyma” olarak görülebilir mi?

 

Alevilikte RIZALIK: Rızalık olayı Cem ayinini yöneten dededen başlanır. Dede ocak mensubu bilgi ve ahlak sahibi olsa dahi, Cem yapılan toplantıda cemaate dönerek benden razı mısınız yani benim hakkımda kafanızda bir kuşku varsa gizlemeyin burası, Hak-Muhammet-Ali meydanıdır, gizlerseniz vebal altında kalırsınız der. Kaygısı ve şikâyeti olan öne çıkarak beyan eder. Dede bu takdirde ayini yönetemez. Aksi takdirde ses çıkarılmadığı zaman herkes başını eğerek elini sol göğsüne koyarak dedenin görevini onaylarlar. Bu kez dede cemaate yönelerek, içinizde birbirine haksızlık eden, inanç ve törelerimize karşı gelen varsa çıksın meydana veya çıkarılsın der. Bu durumda olanlar varsa usulü dairesinde cemate bayanlarını öne sürürler. Yoksa herkes yanındakinin omuzunu öperek razıyız, şikâyetimiz de yok anlamında iradelerini sunarlar. Ondan sonra, 12 hizmetin 11.si sırasıyla yerine getirilir.

 

Aleviler de bir “Kul Hakkı” kavramı vardır. İnsan gönlünü kırmak en büyük günahlardan sayılır Alevilikte. Rızalık kavramıyla ilgili olan bu “kul hakkını” gözetmek; modern toplumların hoşgörü kavramının ötesinde, temel insan haklarından olan “kişi hürriyetine, hak ve hukukuna saygı gösterip, buna uyma” olarak görülebilir mi?

 

Alevilikte KUL hakkı kavramı, rızalık hakkıyla eştir. Kendi alın teri ve emeği olmadan başkasının alınteri ve emeğiyle kazanılan gelirden ve maldan hak talep edilmez. Başkasına bu konuda zarar vermiş ise, düşkünlük olayında olduğu gibi tövbe edip, zararı da karşılamadan, razılıkta almadan, toplulukta yer alamaz, hele hele Cem ayinine ise hiç katılamaz.

 

Aleviliğe ve Alevilere günümüzde türlü donlar biçiliyor. Bunu daha çok kendisine aydın denilen insanlar yani; yazar, dernek ve vakıf başkanı gibi kimseler yapıyorlar. Gelecekte Aleviler yok olma sürecine girmeden geleneklerini devam ettirerek, yaşayabilecekler mi? Kent koşullarının kuşatmaları altında Aleviler günümüz koşullarında yine temel değerlerini muhafaza edip yaşabilecekler mi?

 

Günümüzde sömürülen Alevilik: Hatasız kul olmaz özdeyişi, kişilerin özünde var olan zaafiyetinin sonucudur. İnsanoğlunun, konumu ne olursa olsun, benlik ve bencilliği hep yaradılışından gelir. Nitekim dinler ve insanların koydukları yasalarda, insanoğlunun zaafını frenlemeye başkasına zarar verdiği takdir dede cezalandırmaya, zararını karşılamaya ve de ıslah etmeye yöneliktirler. Hızla örgütlenen, dağınık biçimde yaşayan Aleviler, kurdukları dernek ve vakıflarla özellikle cenaze merasimleri, lokma verme, bağış yapma, kurban kesme ve de siyasi ve sosyal çıkar sağlama ister istemez inançla bağdaşmayan bazı yerlerde bir geçim aracı haline getirenlerde olagelmektedir. Nitekim son zamanlarda kurumsal örgütlenmelerde siyasi rantın önemi de giderek kendini göstermektedir. Ordan burdan devşirme bilgilerle kaynakçada dayanarak aynı şeylerin tekrarı mahiyetinde yazar-araştırmacı furyası da yok değildir.

Bu arada İmam Cafer Sadık'a izafe edilen BUYRUK adlı tarikat yol kitabı da, İmam Cafer'e ait olmayıp, Şah İsmail'in dedesinin babası Şeyh Safiyüddinü Erdebil'e aittir. Zira İmam Cafer'in tarikat-tasavvufla ilgili uğraşısı olmamış, şeriat-fıkıh bilimiyle ilgili çaba ve eserler vermiştir. 4 Sünni İmam'ın da hocasıdır.

 

Sevgili dostum, sevgi ve sağlık dileklerimle, gözlerinden öperim.

 

20.03.2015

 

Av.Hasan Gülşan

Bakırköy /İstanbul

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile