BİZ HEP Mİ BÖYLEYDİK, BİLEMİYORUM

BİZ HEP Mİ BÖYLEYDİK, BİLEMİYORUM

“Bulutlar Çoğalıp, Gün Batmasın Dergâhtan”

Son otuz yılda gördüklerimden bazı çıkarımlarda bulunmak benim en doğal hakkım sanırım. Acısıyla, tatlısıyla, inişli – çıkışlı girdaplarıyla biraz zaman geçirdik biz de artık bu Yol’da.

Ne büyük bir heyecan, ne büyük bir aşk vardı; derneklerin, vakıfların, cemevlerinin ilk kuruluş yıllarında, günlerinde. Büyük bir sevda, utku, umut, beklenti sarmıştı gönülleri.

“Katı Marksist” bazı yapılar, şüpheci “ırkçılar- gericiler” dışında inanç bazında da, kültürel bazda da Alevilerin örgütlenmesini hoş görmeyen, bunun doğal bir yol olduğunu savunmayan pek bir kesim yoktu yurdumuzda.  Sosyalist olanlar da, nereden çıktı bu din, iman, köken farklılıklarını arttırmak, Kürtler, şimdi de Aleviler mi parçalayacaklar bizim hareketi, tarzında bir yaklaşıma sahiptiler. 1994 yılında Nefes Dergisi’nde çalışırken “sıkı Marksist” bir okumuş – yazmış kişi bana açıkçası saldırmış, bu dergilerin, bu derneklerin ahmaklıktan başka bir şey olmadığını, bizlerin gerici olduğumuzu söylemişti.

Alevi - Bektaşi toplumu kimliğini haykırmak, inançlarını yaşamak ve yaşatmak, sesini duyurmak için bir araya gelmişlerdi. On binlerin katıldıkları Alevi - Bektaşi Anma Etkinlikleri bunun en güzel sergilenme alanlarıydı.

Tuğla üstüne tuğla konuldu, Sünni kökenli esnaftan da malzemeler alındı, el birliğiyle imece usulü yükseliverdi cemevleri ardı ardına; şehirlerde, kasabalarda, köylerde.

Ne güzel duygulardı, ne güzel aşklardı onlar öyle… Bir lokmayı paylaşmak kadar lezzetli, bir çaydanlıktan çay içmek, aynı türküyü söylemek, aynı haklı davada yan yana, omuz omuza olmak gibiydi her şey. Büyülü bir şeydi bu; harman yerinde samanın kalmaması, çocuğa defter kitap alıp okula gönderilmesi, yere düşenin elinden tutulması gibi kutsal bir duyguydu tüm yaşananlar.

Evlerinden sevgiyle, aşkla, duyguyla ve gözyaşıyla yoğurdukları hamurla yaptıkları lokmaları cemevlerine, derneklere getirin halk; bin yıllık susamışlığını gidermek, kimliğiyle yaşamak, kederleri arkada bırakmak için kendi evinden kutsal saydıkları bu mekânlara akın ettiler.

Buraları ocak bildiler, dergâh bildiler, tekke bildiler, eren yurdu bildiler. Attıkları birer liralarla dolan bağış kutusundaki kumbaralardan çıkan paraların “Alevilik için harcanacak elbet ne olacak ki” diyerek alın terlerini, özlemlerini döktüler buralara…

Umutla, içlerinde tarif edemedikleri bitmez tükenmez bir sevdayla sarıldılar mekânlarına, davalarına. Nice nice yürüyüşler oldu, Alevilerin –Bektaşilerin hakları elbette verilmeli, elbette bunlar alınmalı denildi, kentlerin meydanlar yetmedi büyük kalabalıklara…  

Hangi ocaktan, hangi yöreden olursa olsun dede olsun da, saz çalan bir zakir olsun da, ne olursa olsun; yeter ki Yolumuz yaşasın, Hakk Muhammed Ali adı geçsin, Pir Sultanların, Hatayilerin nefesleriyle semah dönelim, muhabbet edelim, inancımızı kültürümüz yaşatalım dedi, milyonlar…

Hiçbir baskı, sindirme, engelleme, korku onları yollarından döndüremedi…

Cemevleri, dernekler, vakıflar doldu taştı…

Yıllar böyle akıp gitti…

Ama ne oldu böyle, otuz yıl daha yeni oldu da; yıllar, niye böyle nankör oldu da, derneklerin, cemevlerinin önünü duvarlarla örer oldu?

İdeolojik boş tartışmalar bazı Alevi kurumlarına sızdığı için mi? 30 yıldır halkın bu aşklarına, sevdalarına layık olmayan insanların bu kurumlarda kökleşmelerinden dolayı mı? Dedelerin, zakirlerin, aşıkların, kurum yöneticilerinin aynı şeyleri tekrar edip, yenilikleri halka sunamamalarından, tüm halkı kucaklayamamalarından dolayı mı? Alevilerin hiç de umurlarında olmadığı halde sürekli kavga edip, birbiriyle tartışan kimi kurum başkanlarının bitip tükenmek bilmeyen “karşı düşman” yaratma hastalıklarından dolayı mı? Aslında birbirlerinin mevcudiyetinden çok büyük memnuniyet duymalarına rağmen, sahte bazı yazı, suçlama “ajitasyonla”, hatta birbirlerini mahkemeye bile verme pahasına kurumları parça parça etmelerinden dolayı mı? Her anma etkinliğinde hemen her kurumun “alternatif” bir başka etkinlik yapıp Alevi etkinliklerinin içini bizzat kendilerinin boşaltmalarından dolayı mı? Kurumları, yönetime doldurdukları aynı zihniyetteki, aynı köy ve yöre insanlarıyla bir aile şirketi gibi çalıştırmaya başlamalarından dolayı mı? Bazı başkanların, yöneticilerin, siyasi, ticari ve türlü menfaatleri için bu kurumları kullanmalarından dolayı mı?

Yıllar geçtikçe kurumlar etkilerini, işlevlerini kaybetmiş, gerçekten içleri boşalmıştı…

Halkımız ise, belki kurumlarla, dedelerde, yazarlar da aradıklarını bulamamışlardı, belki de bir yere ait olmak da istemiyorlardı üstelik savrulup durmak daha fazla işlerine geliyordu. Ama yine de insanlar yüreklerinde büyük aşkı kaybetmeseler de, beklediklerini bulamamasına rağmen, mücadele edip, yanlışları gidermek yerine kolayı seçip adım adım kurumlarımızdan uzaklaştıkları için mi, bu boşalma arttı?

Akademisyenler, yazarlar, aydınlar kısır ve verimsiz tartışmalar içine girip yıpranmamak, zaman kaybetmemek için mi, uzak durdular buralardan?

Gençlerimiz, ah gençlerimiz; uzattıkları ellerinin karşılığını bulamayıp, kullanıldıkları, bir şey elde edemediklerini gördükleri için mi gitmez oldular buralara? Ah ki, ah…

Çok uzatmayayım…

Şimdi bunlar bir yana daha da vahim şeyler peydah oldu bu çağda…

Bugün bakıyorum da; her önüne gelen, eline bir mikrofon, cep telefonu, kamera alan, abc’yi yeni öğrenmiş okur – yazar herkes bu koca toplumun paha biçilmez birer temsilcisi olmuş da haberimiz yokmuş. Bilimsel disiplinde ve çok samimi yapılanlar dışında; bazı dede, yazar, ocağının temsilcisi olduğu vehmiyle ocakzade birey, ozan, bazı kurumlar, kişiler… Her gün konuşuyorlar, yazıyorlar, yorumlar yapıyorlar…  Bir moda çıktı, internet siteleri, yotube kanalları, hatta tek kişilik televizyon kanalı açmalar… Çoğaldıkça çoğaldı bu yozlaşmalar…  Ne adına? Sözde Alevilik - Bektaşilik adına.

Peki, bunlar, bu yetkiyi, gücü nereden alıyorlar? Bu yetkiyi birileri mi onlara vermiş, arkalarında en azından birkaç milyonluk bir kitle mi var? Gerçekten haklı bir gerekçeleri mi var? Kendilerine meydan açanlar; kendilerini her yönüyle ispat etmiş, birikim sahibi,  Alevi - Bektaşi kimliğiyle var olmuş, saygın insanlar mı bunlar da bir görüş bildirme, yorum yapma hastalığı peydah olmuş? Onlar da küçük koloniler oluşturmuşlar birkaç yüz, belki üç beş yüz kişilik derebeyliklerinde arslan kesiliyorlar, kükrüyorlar, sağa sola. Hadi kükresinler de, bunu Alevilik – Bektaşilik ve Aleviler – Bektaşiler adına yapmasınlar. Avrupa’da da bu var; Ortaçağ’da küçük kale devletleri, şatolarında dünyayı fethetmeyi planlayan prens değilken, şövalye hırsıyla asıp kesenler gibi, kimi gurupçuklarla, ferman, fetva yayınlıyorlar…

Peki, sen kimsin, nesin, nicesin? Benim gönülden bağlı olduğum ve değerleri zaten yüzyıllar boyunca oluşmuş, belli olan inancım adına ahkâm kesiyorsun, yeni yeni kurumlar – kurullar- benim yolumla ilgili yeni yeni kurallar oluşturuyorsun, yapılar sergiliyorsun? Yolun değerleri zaten çok açık, bunları yaşamak yerine yeni yeni tanımlamalar getiriyorsun? Kimseye sormadan bunu yapıyorsunuz, bizim size bunları sorma hakkımız yok mu?

Şu veya bu şekilde Aleviler – Bektaşiler örgütlendiler, başarılı oldular, olamadılar… Bu yara bir kenarda kanamaya devam ediyor, bu boşluktan yararlananlar ise cesaretle işe koyulmuşlar… Kimileri karanlık köşelerden çıkarak bunu yapıyorlar üstelik…

Şimdi de, kıymeti kendinden menkul “dedeyim, ocakzadeyim, yazarım, ozanım, kurum temsilcisiyim” diyen onlarca değil, yüzlerce kişi bir sarhoşlukla, bir aymazlıkla, bir virüs bulaşmışçasına saçma sapan sözde fikirlerini, görüşlerini bir doğruymuş, bir buluşmuş, bir gerçekmiş gibi ortalığa boca ediyorlar. Her birisi kendisine bir paye çıkarıyor bundan. Aman desinler ki, Aleviliği ne de güzel biliyor ve de anlatıyor,  Alevilerin haklarını hukuklarını savunuyor… Birçoğu hemen hiçbir şey okumamış, Alevi erkânı içinde, cemlerde, Alevi çevresinde yetişmemiş, Aleviliğin değerlerinden habersiz turfandalık kafalar uzatıyorlar boyunlarını ardı ardına…

Gül yüzlü dedelerimiz, babalarımız, dervişler, ozanlar Alevi Bektaşi Yolu’nu bugüne kadar getirmişler, çok büyük bir görev üstlenmişlerdir. Şimdilerde ise; bazı sözde dedeler, dedelik görevlerini yani, taliplerini bulup, cem yapıp, müsahip bağlayıp, yolun değerlerini, güzelliklerini, hoşgörülü felsefesini anlatmayı bir tarafa bırakmışlar, menfaat için bucak bucak gezip, birilerine kul köle olma yolunu seçmişlerdir. Böyle giderse Aleviliği var eden, bel kemiği yapı taşı dedelik birilerinin vahim tavırları nedeniyle “Yol Yıkım Ekibi”ne katılıp, çıkar için, benliğe düşüp, Aleviliği hançerleyenlerin safında yer alacaklar gibi görünüyor.

Bazıları ise kimi inanç ve tarihi değerlerimize saldırabiliyor pervasızca, hem de inanç adına, inançlı görünerek. İşte bunlar, bunların yanı ise, menfaatlenmek için yer arayan kimi sahte, çıkarcı, atalarının utandıkları bazı kişilerin ne hikmetse yeni adresleri, yeni yuvaları oluyor. Yazık, yazık, yazık.

 

Diyecekler ki, kardeşim sana ne, çağ demokrasi çağı “ağzı olan konuşur”, sen kim oluyorsun?

Bunları söyleyen sen, kimin adına konuşursun üstelik?

 

Vallahi belki de bu soruyu soranlar haklıdır, ne diyeyim…

 

Aleviliği – Bektaşiliği bugünün bazı kurumlardan, bazı dedelerden, sadece kitapları okuyarak, bazı yapılardan öğrenmeyen; zaten Alevi doğup Alevi gibi yaşayan biz milyonların konuşma hakkımız yok edilmeye çalışılıyor adım adım zaten…

Sabah erken kalkan bir dernek kurdu, yol aldı. Kendisini toplumun temsilcisi olarak yutturanlar nam aldı, şöhret buldular…

 

Bu çağın getirisi de bu demek ki; kurumlar, kişiler, bazı yazılanlar yani kentli olmak, kentte mevki kazanmak, devlete - sisteme, ana yapıya, çıkar mekanizmasına, “tek tipe” yamanmanın yeni yol ve yöntemleriyle bir yol alıyor Aleviler Bektaşiler belki de. İyice asimile olma sürecine giren, bazı akademisyenlerin de söylediği gibi bireysel çabalarla engellenemeyecek doğal bir süreçteyiz, belki de, kim bilir?

Ne diyeyim, derdimi kime yanayım?

 

İçimizde tarihçiler de var; zaman zaman Alevi Bektaşi toplumunda bu, “görüş bildirme- taraf olma” adı altındaki parçalanma – bölünme kadar derin kırılma olan bir başka çağ hiç yaşanmış mıydı, sadece bunu merak ettim.

 

Muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın

13 Haziran 2020

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile