DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI

DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI

AYHAN AYDIN

Oy benim divane gönlüm

Kalktı yola düştü gene

Boş gelmiş cihane gönlüm

Dolu dizgin coştu gene

 

Mahsuni Şerif, ulu ozanım benim duygularıma tercüman oluyor. Ben durduğum, oturduğum yerde de seyir halindeyim... Zamanın dehlizlerinde acılarımı olgunlaştırıp, her an bir uçurumun kenarından bir başka kıyıya düşüyorum... Yüreğim yangınlar içinde, dünyaya sığmıyorum, dünya bana nasıl sığsın ki?.. Bir çaresizlik, umutsuzluk zaman zaman gelir bulur beni... Teslim olmak istemem, direnirim, sürüklenirim çok ötelere... Hayatın kavgasında, tüm güzelliklerinde, öfkelerinde, aşklarında, alçaklıklarında gözlerimin önüne hemen çocuklar gelir... Öfkelerim azalır, sızılarım geçer... Bir bunalımın içinden çıkarım, doğan günle kendime gelirim...Sonra kuşların sesi, yolda yürüyenler, kornalar, işler, martılar, balıkçılar... Derken sisler dağılır gibi olur, biraz daha karamsarlık, karamsarlık, ağır bulutlar... Kulağını kendi elleriyle kesen Van Gogh fırçalarında irisler, ayçiçekleri, tarlalar, yıldızlar dizilir yolumun üstüne... Yenerim bir kez daha kaldırıp atarım derin bir kuyuya öfkelerimi, sızılarımı, arazlarımı... Karlı dağlarda yürürüm, yeşil mezar türkü söyler, balıklar dans eder, çocuklar kavanozdan şeker yerler, herşeyin söylenebildiği bir kuytuya gidilir, sincaplar bir kamyon fındık toplarlar, Afrika’da açlık sefalet biter, Anadolu’da Hitit aslanları kükremeye başlar, kansere çare bulunur, bütün evren semah döner, bir cinayet aydınlanır, bir büyük sanatçının, bilim adamının değeri nihayetinde anlaşılır, altıncıdan sonra, yedinci bira da yudumlanır dostlar meclisinde... Çölde çiçek açar, kahpelik yapanı da affederiz, ikilik perdesini yırtar, doğruluk yoluna ulaşırız biz...

Erenlerin yolunda, dedelerin, babaların, ozanların yolunda, aydınların, anaların altından izlerinden yürürürüz...

 

“Cahil bize dinsiz demiş

Sevgidir dinimiz bizim”...

 

En çok gençleri, ozanları, gerçek dede ve babaları, erenleri seviyorum, yazarları, bilim adanlarını, gazetecileri, şairleri... Neden gençlere bu aşkım? Sadece yüzlerindeki güzellik mi beni kendilerine bağlıyor, zincirliyor? Yoksa yeni bir şeye olan özlem mi, umut mu, düş mü onlarda bulduğum? Enerjim azaldıkça onlardan enerji mi almak istiyorum? Ben çocukların, gençlerin dünyasının ulaşılmaz kadar güzel olduğuna, geleceğin bugünün çocuklarının ve gençlerinin ellerinde şekilleneceğine inanıyorum... Avrupa’da kuşatılmış bir gençlik var, Türkiye’mizde kuşatılmış bir gençlik var... Pırıl pırıl gözleri var, umutları var, zekaları var... Güneşin kıskandığı bu gençlerimize yeterince değer veriyor muyuz, ellerinden tutuyor muyuz, onlara ulaşmasını biliyor muyuz, dertlerini dinliyor muyuz? Gençlik bir cevherse o hazinenin değerini ne kadar biliyoruz? Hiç avur zuvur etmeyelim, eskiden eğitim kaliteliydi vs. Deniyor. İyi de kardeşim dünü bugüne tercih edebilir miyiz? Bugünün teknolojisi, imkanları, kapsamını geçmişte bulabilir miyiz? Ben de ozanın yıllanmışını severim... Ama sevgili annemin de dediği gibi, her şey yeniden yeniye, el ellik dünya bolluk... Geçmiş bu kadar güzelse her gün yeni bir şey keşfedilen bugünün dünyasının teknolojisini, bilimini, kitabını, bilgisayarını, internetini nereye koyacağız?

Gençlere fırsat verilmiyor, önleri açılmıyor, büyükler onları hoyratça kendilerinden ve her türlü imkandan uzaklaştırıyorlar. Dünyanın her yanında sorun aynıdır, dostlar; kuzeyi, güneyi; doğulusu, batılısı yoktur bu işin. Halklar ezilmekte, sömürgenin vahşeti bu çağda da her çağda oluduğu gibi devam etmektedir. Sermaye sınıfı işçi, emekçi sınıfını ezmektedir. Dar olanaklarla bir şeyler elde etmek isteyen insanın her yerde işi zordur. Bu çağın bir başka iksiri yoktur, doğruya ulaşmak, bir şeyleri başarmak her zaman olduğu gibi bu çağda da kolay değildir.

******

Batıdaysak; zenginden alıp fakire veren Robin Hood’lar, yerli yerinde duran yel değirlenlerine karşı savaş açan Don Kişot’ları, haksızlıklara karşı çıkan Yuvarlak Masa Şövalyelerini, yedi başlı canavarı, ejderhayı yenen kahramanları, arslanlarla güreşen glatyöterleri arar dururuz.

Doğudaysak; Anadolu’daysak, Rumeli’ndeysek eğer bizim öz kahramanlarımıza sığınırız zalimin karşısında Hayber Kalesi’nin kapısını kaldırıp savuran bir Hz. Ali’yi, darda kalanlara ulaşan bir Hızır’ı, yerleri titreden bir Zaloğlu Rüstem’i, Ferman Padişahınsa Dağlar Bizim’dir diyen Dadaloğlu’nu, Köroğlu’nu, Karac’oğlanları yanımıza çağırırız, onların himmetlerine sığınırız. Yiğitliğin temsilcisi Demir Daba, yıldırımlar saçan Odman Baba, en son Civan Alişleri, Kerbela’da ölümsüzleşen ve yeniden dirilişin sembolü İmam Hüseyin’leri, Nesimileri, Viranileri, Pir Sultanları, Şeyh Bedreddinleri yanımızda hissederiz, hissetmek isteriz. Mahsuni Şerif gibi ozanlarla coşar, öfkelenir, kederlenir, haykırır kendimize geliriz.

******

Elinizde tuttuğunuz kitabımın ilk bölümünde bazı denemelerimle gönlümden geldiğince Alevilik- Bektaşilik’le ilgili fikirlerimi sizlerle paylaştım.

Bizler dünyayı hep oturduğumuz yerden görür, algılarız. Dünya sadece yaşadığımız, oturduğumuz semtten, köyden, şehirden ibaret değildir sevgili dostlar. İnsan ne kadar çok gezerse o kadar çok zenginleşir. İnsanın kendisini sürekli geliştirmesi, zenginleştirmesi, güzelleştirmesi gerekir. Bu hayat boyu sürmesi gereken bir gerekliliktir. İnsanı, insanları tanımak bunun bir aracısıysa, okumak bunun bir aracıysa, gezmek görmek de bunun bir aracıdır. İnsan fırsat buldukca gezmeli, dolaşmalı, görmelidir. Türk milleti olarak en büyük eksikliklerimizden birisi de seyehat etmekteki kusurumuzdur. En büyük bahanemiz ise zamanım yok, param yok’tur. İnsan isteyince başarır dostlar. Bunu başaranlardan biri de benim. Çok çeşitli olumsuzluklara rağmen, imkanlarımı çok zorlayarak bugüne kadar bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştım.

Bu kitapta gittiğim yurt dışı gezilerden elde ettiğim kadarıyla, oralarda yaşayan canlarımızın dünyasından, sizlere bir avuç güzellik sunmak istedim.

Kitabımın ikinci bölümü de bu gezi notlarından; Balkanlar, Avrupa ve Suriye’nin birer bölümündeki Alevi-Bektaşi inancını yaşayanların durumlarından bahseden yazılardan oluşuyor.

******

Sevgili okurlarım; Ben birilerinin söylediği veya tahmin ettiği gibi “sırtını CEM Vakfı’na dayamış” birisi değilim. CEM Vakfı benim varlığımın ayrılmaz bir parçası; Kendimi geliştirdiğim, yetiştirdiğim, ekmeğimi kazandığım yuvam. Ama konuyla ilgili birçok yurt içi ve yurt dışı gezilerimi, araştırma ve söyleşilerimi, bana destek olan dostlarımın da katkılarıyla, kendi imkanlarım ve/veya zorlamalarımla yaptım. Daha geniş imkanlara sahip olsaydım, önüme çeşitli duvarlar örülmeseydi, bugünkünden çok daha fazla iş yapar, daha fazla yeri gezip, Aleviliğin - Bektaşiliğin yaşandığı coğrafyalarda çeşitli araştırmalar yapabilirdim.

 

Sizlere sunduğum birkaç denemeyle, söyleşiyle, gezip gördüğüm yerlerdeki izlenimlerimle yaşayan Alevilik - Bektaşilik hakkında görüşlerimden bir kesit yani yeni koparılmış çiçeklerin kokularını sunmak istiyorum hanenize.

 

Bu çalışmamı gençlere emanet ediyorum. Yeni çalışmalarla bu eser büyüyecek, gerçek okurunu bulduğunda olgunlaşacak, benden bir hatıra kalacak dostlarıma.

Yeni çalışmalarda tekrar buluşmak dileğiyle, hoşçakalın.

Bin muhabbetle.

16 Eylül 2012, Kocasinan

DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 9-11

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile