Kederleri, gurbeti, aşkları, cemleriyle bir Anadolu Ezgili Yüreği;

Kederleri, gurbeti, aşkları, cemleriyle bir Anadolu Ezgili Yüreği;

 

Ozan Seyfili (Hüseyin Yorulmaz)

 

Anadolu’nun ezgisi, derdi, kederi hep türkülerle dile gelir. Bir uzun hava olur yüreğimize işler, yaşamın çileleri. Dağlarına yazılıdır sevdalar, umutlar... mesafeler aslında ne de kısadır, yüzlerce kilometreyi bir dakikada aşar da dillerden dökülen namelerin, ezgilerin peşi sıra hemen size ulaşır, uzakta görünenlerin ahvali...

Ak sözlü, ak yüzlü, ak sakallı, ak yürekli  pirlerin yolunda en büyük değerler için Hakk için, Muhammed için, Ali için, Hüseyin için, Ehlibeyt için çalınan sazlar...

Sazların tellerine nasırlı elleriyle; taşları, tuğlaları, yaşamı, işi, aşı, dünyayı kucaklayan elleriyle dirençli vuran ozanlar...

Pir Sultanca devrimci, Yunusça mistik, Mevlanaca hoşgörülü, Hacı Bektaşça birleştirici aşıklar, ozanlar, dedeler, babalar...

Anadolu’da haksızlığa tahammül edemeyen, sevgiden, dostluktan, barıştan yana bir yurt kurmak isteyen bu toprakların gerçek sahipleri... Ağaçlar, dağlar, ırmaklar, topraklar kadar gerçek sahipleri... Paslı zincirlerin bileklerini çürütemedi, şah yollarından darağaçlarının alıkoymadığı, garip gurbet ellerinde aş için, iş için çile dolduran insanlar.

Onlar Türk halkının ruhunu, duygu dünyasını, yaşamını en bilen insanlardan... Çünkü kendileri de bu insanlar arasından çıkmışlar. Evet ozanlar, dedeler, babalar, aşıklar... bilge insanlardan bahsediyorum.

Hele insan hem dede, hem ozan olursa... yaşamın tüm dertlerini yüklemek zorunda kalırsa... Alamanya yollarına, gurbet yollarına düşerse, sürekli ezilen ama onurlu yaşamıyla hep ezilenlerin, sömürülenlerin yanında olursa... yüreği hep vatanında, insanının yanında, dağında taşında olursa.... nasıl o eller saza gitmez, nasıl muhabbete gitmez, yürüyen cemler nasıl gözyaşları içinde olmaz.

Evet. Ozan Seyfili’den, Hüseyin Yorulmaz’dan bahsetmiş olduk biraz da, yukarıdaki satırları yazarken.

Erzincan’dan Arabistan çöllerine, Almanya’ya geçim için uzanan gurbet  yolları... Daha sonra ise Türkiye’nin incisi Antalya’da karar kılınan yaşamın yükünü artık atmak için biraz da dinlenme yılları... O artık kendi elleriyle yaptığı gecekonduda eşiyle birlikte yaşıyor, ağaçlarla, çiçeklerle örülü bahçesinde, kendi eliyle yetiştiği tavuklarıyla, sazıyla, sözüyle, kitaplarıyla kendi kurduğu dünyasında yaşıyor, yaşamını sürdürüyor.

Tüm yaşamını anlatmıştı bana 2000’in haziranında, kendisini Muharrem Yazıcıoğlu’yla ziyaretimiz esnasında. Sazlı, türkülü, deyişli bir muhabbetin ortasında, Türkiye’nin yaşadığı en sıcak günlerden birisinde, en güzel ezgilerini bizimle paylaşmıştı.

Daha sonra Nasıl Yönetmişler, isimli kasetini bana vermişti. Defalarca dinlediğim bu güzel kaset, beni çok etkiledi.

Nihayetinde birçok kez telefonda görüştük.

Geçtiğimiz aylarda İstanbul’a geldiğinde de Cem Radyo’da Dosttan Dosta programında da konuğum olmuştu. Yine türkülerle, deyişlerle, dertlerle örülü bir sohbette buluştuk.

Aslında bir ozanı tanımanın en iyi yolu şiirini okuyup, sazını, sözünü dinlemek, muhabbet etmekten geçer. Hele hele bir de dedeyse ozan, kendi düşünce dünyasını, kişiliğini en güzel sohbetlerde gösterir.

Ozan Seyfili, Aleviliğin temel değerlerini yaşatan bir değerimiz. Kul hakkına önem veren, kalp kırmanın en büyük günah olduğunu savunun, insana muhabbet eden, dostluğa önem veren, yaralı gönüllere bir merhem gibi sazı ve sözüyle koşup yetişen, Hızır Nebi gibi yaralar saran, gönül sarayları inşa eden, Hakk Muhammed Ali yolunun sürmesi için çırpınan, cemler yürüten, komşuluğa, arkadaşlığa çok büyük önem veren bir dedemiz, ozanımız.

Hatır gönül sayan, tarihi değerlerini, manevi değerlerini reddetmeye başlayan günümüz dünyasında, varlığımızın temeli olan tüm insanı erdemleri yaşatma yolunda savaş veren Ozan Seyfili, yine üretmeye, yine yaratmaya devam ediyor.

Antalya’da insanları bir araya getirmeye çalışıyor. Cemleri devam ettirmeye, Aleviliğin Bektaşiliğin inançsal ve kültürel boyutunun devam ettirilmesi için mücadele veriyor. Ozanlarla, yazarlarla, derneklerle, dedelerle iç içe, gönül gönüle her geçen gün yok olmaya başlayan güzelliklerimizin sürmesi için verdiği bu onurlu, erdemli çabalarından dolayı kendisini kutluyoruz, sevgi ve saygıyla selamlıyor.

Bu vesileyle bir kez daha selam diyoruz, kendisine ve Antalya’daki ozanlara, dedelere, yazarlara, babalara...

 

Gene Gel

 

Ölüm ardıma düşüp yorulma

Var git ölüm bir zamanda gene gel

Akibet alırsın tatlı canımı

Var git ölüm bir zamanda gene gel

 

Yüce dağlar sana ulaşamadım

Yalan dünya sana çıkışamadım

Eşimle dostumla buluşamadım

Var git ölüm bir zamanda gene gel

 

Bir zamanlar gezip yiyip içerken

Yeyip yeyip yaylalardan göçerken

Yine mi geldin senden kaçarken

Var git ölüm bir zamanda gene gel

 

Ben bir garibim derdim pek beter

Kurumuş dallarda kuşlar mı öter

Anamı babamı dün aldın yeter

Var git ölüm bir zamanda gene gel

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, SAYFA: 608-610

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile