YOL BİR SÜREK BİNBİR

YOL BİR SÜREK BİNBİR

AYHAN AYDIN

Alevi-Bektaşi İnancında- Kültüründe Yol Hakk-Muhammed-Ali’nin doğruluk yoludur, insan olma yoludur, benliklerden sıyrılma yoludur.

Hakk Muhammed Ali Yolu aydınlık bir yoldur. İnsanlığın barışa, kardeşliğe ulaşması, tüm canların bir özde buluşmasını öngören inanç ve kültür sisteminin ismidir. Hakk’ın kurduğu; Muhammed Ali’nin ve onların soyundan gelenlerce, o felsefeyi yaşatanlarca var edilen Alevi-Bektaşi Yolu kural ve kaidelerini oluşturmuş, uğrunda binlerce şehit vermesine rağmen bu kural ve kaidelerden ödün vermemiş, yayıldığı ve yaşadığı istisnasız tüm coğrafyalarda öz değerleriyle yaşamış ve yaşamaya devam eden bir inanç bütünüdür.

Nice erenlerin, velilerin, düşünürlerin, dedelerin, babaların, ozanların, ulu canların yazılarıyla, fikirleriyle, görüşleriyle, şiirleriyle, tutum ve tavırlarıyla, sürdükleri cemlerle, erkânlarla ortaya koydukları Alevi-Bektaşi Yolu’nda insana şah damarından daha yakın olan, kendi özünden yarattığı insandan ayrı olmayan Tanrı’nın nurunun rızkıyla dolup taşan âlemler içinde insanın kâmil (olgun) bir insan olarak yücelmesi ilkesi vardır.

İnsan nasıl insanlaşacak? İnsan kendini yaratan ve özünden çıktığı varlığa nasıl benzeyecek yani nasıl Tanrısallaşacaktır? İnsan kirden, hasetten, kibirden, hayvandan aşağı fiillerinden nasıl sıyrılacaktır? Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi sayılan meleklerden yani nurdan, ateşten yaratılmış varlıkların bile secde ettikleri insanın gerçek bir insan olması kolay mıdır? Hangi aşamalardan geçip, benliğinden sıyrılarak dara durup, özünü paklayarak insan nasıl bir kamil insan olur? İşte Alevi Bektaşi

Yolu insanlara bu büyük erdemin ve mutluluğun kaynaklarını, kurallarını, kaidelerini öğretir. Ham ervahtan çıkıp, Kırkların Cemindeki birliği yakalamak “Enel-Hak” ve “Enel-Aşk” diyebilecek insana giden yol nasıl kurulur?

İşte Alevisiyle, Bektaşisiyle, Batini İslam İnancında bu ulu yolda gidilen BİN SÜREK vardır.

Yol bellidir. Ama sürekler yani o büyük ulu yola ulaşmak için geçilen, aşılan, uyulan kurallar bütünü farklı farklıdır. Orta Asya’da, Ön Asya’da, Ortadoğu’da, Orta Asya’da, Kafkasya’da, Anadolu’da, Balkanlar’da, Kuzey Afrika’da bu yolu giden yüzlerce, binlerce sürek vardır. İnsanlar sürgün edilmişlerdir, yerleri yurtları yağmalanmış, talan edilmiş, inançları yasaklanmış, kendileri yok sayılmış, toplu kıyımlara uğramışlardır. Kimisi bir dağın kovuna sığınmıştır, kimisi düz ovada yaşamıştır, kimisi orman içinde, kimisi yaylalarda, kimisi bir yol üstünde konaklamıştır. Kimisi yurttan yurda göçmüş, kimisi bir ocağın, bir dergahın çevresinde ne pahasına olursa olsun yaşamını sürdürmüş, yolunu sürmüştür. Eski çağların büyük uygarlıklarının yanında konaklayan topluluklarının inanç önderleri farklı farklıdır. Her yörede aşıklar, ozanlar yetişmiş o yörenin dertlerini sazlarıyla başka başka dile getirmişler, farklı ocaklarda, farklı semahlar dönülmüştür. İran’da, Musul’da, Halep’te, Anadolu’da, Trakya’da, Rumeli’nde, Budapeşte’de Hakk Muhammed Ali yolu asırlar boyunca yürümüştür.

Ama işte sevgili dostlar cemlerde, erkanlarda, nefeslerde, semahlarda, sohbetlerde, örf ve adetlerde, gelenek ve göreneklerde, deyişlerde, sazlarda, muhabbetlerde, mekanlarda, ibadet zamanlarında, kılıkta kıyafetle farklılarla birlikte her ne pahasına olursa olsun devam ettirilen süreklerde farklılıklar olmuştur. Olması da çok doğaldı, doğaldır. Birileri belki kasıtlı olarak da farklılıklar yaratmıştı ama çoğunlukla doğal bir oluşum sonucunda meydana gelen bu sürekler yüzyıllar boyunca varlıklarını sürdürmüşler, Hakk Muhammed Ali Yolu’na hizmet etmişlerdir.

İşte Aleviliğin/Bektaşiliğin yayıldığı yaşadığı coğrafyalarda değişik isimlerle anılan yorumların, erkanların, toplulukların, SÜREKLER’in olduğu gerçeği de bu İslam yorumunun bir gerçeğidir, olmazsa olmazıdır. Aleviler’de, Bektaşiler’de bu Sürekler varlıklarını korumaktadırlar.

Bu Sürekler Alevi/Bektaşi Yolu’nun en büyük zenginliğidir.

Anadolu’da büyük Alevi Dede Ocakları çevresinde gelişen, serpilen, olgunlaşan inanç kaideleri vardır. Bunları bazı noktalardan birbirine yaklaştırmak olanaklı olsa da, bir kısmının birbirinden ayrıldığını kabul etmemiz gerekmektedir.

Doğu Anadolu dediğimiz ve önemli oranda Erdebil Ocağı’na bağlı insanların yaşamlarını sürdürdükleri coğrafya eski çağlardan beri insan yerleşimine ve farklı inançların, dinlerin konaklamasına imkan vermiştir. Buranın büyük iklim zorlukları, tabiat üstü kuvvetler olan inancı perçinlemiştir. On İki İmam olgusunun derin etkisinde olan ve Kerbela Olayı’nın belleklere kazındığı bu bölge Alevi inancında, erenler mucizeler gösteren bir dünyanın temsilcileridir.

Dertle, kederle örülmüş insan yaşamı, ibadet ve inanç dünyasına da yansımış bir ağıt kültürü burada erkanlar içine girmiştir.

Buradaki Ocaklar ve Onların Erkanları, Sürekleri İmam Ali’nin ve On İki İmamların, Hz. Hüseyin’in yüceltildiği, sırlar içinde bir sır, kurban kesmekle, lokma dağıtmayla, oruç tutmayla anlam kazanan bir yoldur. Burada yaşayan insanların dünyalarında mucizeler vardır, kerametler vardır, tabiat üstü varlıklar, tılsımlı olaylar vardır. Dağ başlarında, zor iklim koşulları altında yaşayan bu insanların, bu tertemiz, sütten ak insanların ruhlarının derinliklerinde hayallerdeki cennet düşleri yerine erenler elinden içilen badelerle bu dünyada yaşanan, yaşanabilecek düşler vardır. Ağuyu (zehri) içen erenin ellerinden zehir akar ama ona bir şey olmaz, bir başka eren ateşin içine girer ama yanmaz, bir diğeri cansız duvarı yürütür, birisi arslana biner yılanı kendisine kamçı yapar, kimisi göğe ağar, kimisi zaman içinde, mekandan mekana ışık hızıyla seyahat eder. Ayaklarını bastıkları yer yeşerir, parmağının ucunu dokunduklarında sular fışkırır, kışı yaza çevirirler, kar içinde ağaçlardan meyve bitirirler…

İşte bu büyük kerametlerin çağında, Anadolu’nun altın çağında büyük Alevi Ocakları kendilerini gösterirler, bir kısmının türbelerini, makamlarını tavaf ettiğimiz kimi kutuplar şunlardır: Zeynel Abidin, Musayı Kazım, İmam Bakır, Ebul Vefa Ağu içen (Mir Seyyid, Koca Seyyid, Köse Seyyid, Mir Seyyit ve Seyyit Mençek), Baba Mansur, Dede Gargın, Seyyid Mahmut Hayrani (Hacı Kureyş), Onar Baba, Sarı Saltuk, Şah İbrahim Veli, Celal Abbas, Cemal Abdal ve daha niceleri vardır bu yolda.

Bu yolda; Gözü Kızıl, Seyyid Garip Musa, Şeyh Hasan,  Hubyar Sultan, Ahi Mahmut Keçeci Baba, Üryan Hızır,  Pir Sultan Abdal, Şeyh Delili Berhican, Derviş Gevr, Seyit Seyfi, Hıdır Abdal, Kalender Çelebi, Şıh Ahmet Dede, Şah Haydar (Düzgün Baba), Büklü Dede, Sarı Mecnun, Beyazıdi Bestami, Sinemil, Veysel Karani ve daha niceleri Doğu’nun büyük ocak dedeleri olarak kabul edilmektedir…

Karadeniz boylarında Güvenç Abdal, Orta Anadolu’da Hubyar Sultan, Ahi Mahmut Veli Keçeci Baba,  Baba İlyas, Baba İshak,  Koca Haydar, Ali Baba, Karpuzu Büyük Hasan Dede, Hacı Muradi, Hacı Turabi, Ayva Tekke. Batı Anadolu’da Seyyid Battal Gazi, Karacaahmet Sultan, Sultan Süceattin Veli, Kemal Sultan, Kolu Açık Hacım Sultan, Yanyatır, Hacı Emir, Dur Hasan Dede, Sarı İsmail, Taptuk Emre, Kara Yağmur, Şah Ahmedi Veli Sultan, Hamza Şeyh Dede, Batı Anadolu’da türbesi olsa da, talipleri Doğu’ya ve Anadolu’nun başka yerlerine de dağılmış Cemal Sultan Ocağı ve daha nice birlerce dede ve baba etrafında oluşmuş sürekler vardır. Ama tümünün merkezinde Hünkâr Hacı Bektaş Veli vardır.

Alevi Ocaklarının ve tüm Bektaşi Süreklerinin, Kollarının pir olarak kabul ettikleri yegane Alevi-Bektaşi İnanç Önderi Hacı Bektaş Veli’dir. İster Erdebil Ocağı’nın etkisinde olan Doğu Ocakları (Ağucan (Avu – Ağu- İçen), Baba Mansur, Kureyş, Sarı Saltuk vd.) olsun,

İster Batı Anadolu’daki Alevi Ocakları olsun, isterse Bektaşiliğin farklı sürekleri olsun, isterse Hacı Bektaş’ın soyundan geldiği söylenen Çelebiler kolu olsun tümünün merkezinde Hacı Bektaş Veli vardır. Karadeniz’deki en büyük Alevi Ocağı olarak gördüğümüz Güvenç Abdal Ocağı Hacı Bektaş Dergahı’ndan ayrı değildir. Şiran merkezli Sarıbal Ocağı da yine Hacı Bektaş Merkezlidir. Batı’nın bir büyük Alevi ocağı hem de bir büyük Bektaşi kolu olan Eskişehir Seyitgazi Arslanlı (Süca) Köy Merkezli Sultan Süceattin Veli Ocağı nihayetinde Hacı Bektaş Dergahı’na-Ocağı’na bağlıdır. Karpuzu Büyük Hasan Dede Sultan Süceattin Veli Ocağı’na (Dergahı’na) dolayısıyla Hacı Bektaş’a bağlıdır. Çepni boylarının dede ocağı olan Köse Süleyman Hacı Bektaş’tan ayrı değildir. Tahtacıların Yanyatır ve Hacıemirli Ocakları da Hacı Bektaş’tan ayrı değildir.

Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Hacı Bektaş Dergahı’nda yetişmiş bu Ocağa bağlanmış yani doğrudan bu inanç merkezinin çevresinde örgütlenmiş Alevi Ocakları, dolaylı olarak buraya bağlı olan ocaklar ve Erdebil Dergahı’nın etkisindeki Doğu Ocaklarının tümünde bir Hacı Bektaş Veli algısı vardır.

Ayrıca Bektaşiliğin en büyük piri elbette Hacı Bektaş’ın kendisidir. Hacı Bektaş’ı kendilerine pir olarak kabul eden Bektaşiler birçok sürekle Alevi BektaşiYolu’nu sürmektedirler.

Baba kimliğiyle anılan büyük erenler Batı Anadolu’ya hükmetmişlerdir; Hüseyin Gazi, Abdal Musa, Topçu Baba, Kumral Abdal, Geyikli Baba, Postinpuş Baba, Kara Baba, Piri Baba, Hamza Baba, Veli Baba,  Horasanlı Ali Baba, Sarı İsmail, Agahi Baba, Niyazi Baba, Aslan Baba, Veysel Karani... gibi yüzlece Baba Sultan bu yola hizmet etmiştir.

Türkiye’de Bektaşilik dendiği zaman Babagan Bektaşi Kolu anlaşılmaktadır. Yüzyıllar boyunca aynı erkan dört bir kıtada aynen uygulanmış, bu büyük kolu yolun önderleri bugüne kadar başarıyla getirmişlerdir. Türkiye’de Batı Anadolu’da; başta Ege Bölgesi’nde, Trakya’da olmak üzere yüz binlerce Bektaşi yüzlerce dervişe, babaya bağlı olarak yolu yürütmektedirler. Bektaşi babaları hizmetleri kendi evlerinde ve evlerinden ayrı salonlarda, odalarda meydan açmaktadırlar. Muhabbet bağına giren muhip canlar yüzyıllardır olduğu gibi mürşitler karşısında yunup yıkanmaktadırlar. Bir kısım Bektaşi Tekkesi ve Dergahı yine aynı inançtan olmalarına rağmen erkanları farklı olan Aleviler, Alevi Ocağına mensup dedeler tarafından onarılıp meydanevleri cemevleri olarak kullanıldığı için burada ortak bir görünüm vardır.

 

Aynı şekilde Eskişehir Seyitgazi Arslanlı Köyü’nde bulunan bir Alevi Yol Önderi olan Sultan Süceattin Veli Hazretleri’nin makamı da bir Bektaşi Dergâhı olmuş, daha sonra bu soydan geldiğine inanılan bir büyük Ocakzade aile tarafından aynı isimli bir ocak olarak bir seyyid, bir dede ocağı olarak hizmet vermeye devam etmektedir.

Büyük bir Alevi ulusu olan ve bir zamanlar Bektaşi Erkanları’nın uygulandığı Seyyid Battal Gazi ise tüm Türkiye’nin belki de en büyük ve en eski inanç külliyesi’ne sahip olarak varlığı’nı sürdürürken yine aynı isimli bir büyük Alevi Ocağı’na da kaynaklık etmektedir.

Çok rahatlıkla farklı zamanlarda farklı inanç erkanlarının, farklı inanç önderlerinin hizmet yürüttükleri Alevi-Bektaşi ulularının türbeleri çevresinde yapılanan dergahlarda, tekkelerde ortak mekanı farklı erkanları uygulayan Alevi-Bektaşi toplulukları kullanmışlardır.

Tüm bunlar içinde en uzun süreli olmak üzere, en geniş coğrafyada Bektaşiliğin Babagan Kolu’nun etkin olduğunu ve bu etkinin de günümüzde devam ettiğini söylememiz gerekmektedir.

Anadolu’yu aydınlatan onca dergâh (ocak) içinde Malatya Arapkir Onar Köyü merkezli ONAR BABA (DEDE) ve Erzinacan Kemaliye Ocak Köyü merkezli HIDIR ABDAL SULTAN’ı da anmadan geçmemeliyiz…

 

İstanbul’da Milyonların Ziyaret Ettiği Mekânlar…

ŞAHKULU SULTAN;bir Alevi ulusu olarak Anadolu’ya gelip meydan açıp, halkın önderi olup, birlik düsturuyla milyonları etkilemiş, bir yol ulusu olmuş devamında bir Bektaşi Dergâhı’nı kaynaklık yaparken, 1826 Yıkımının ardından 1925’de Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasından sonra viran bir mekâna dönüşmüş, sonrasında ise Anadolu’dan İstanbul’a göç eden Alevi canlar tarafından sahiplenilmiş ve Alevi Ocaklarına mensup dedeler tarafından Alevi Erkânları’na göre cemler yapılır olmuştur. Bu ulu dergâhtan nice dedeler, babalar, seyyidler, dervişler, ozanlar yetişmiş yüzyıllar boyunca çevresinin gerçek bir ilim irfan yuvası olmuş, meydanların açıldığı cemlerin yürüdüğü bu büyük ocak/dergâh çevresine hayat kaynağı olmuştur.

KARACAAHMET SULTAN: bir şifa dağıtıcısı olarak nice nice sultanların dertlerini iyi etmiş, gözcü olarak Cem’e, Alevi birliğine hayınların (bozguncuların) girmesini engellemiş, gönülleri fethetmiş, sadece İstanbul’da değil, birçok yerde ziyaret edilen bir kutlu sultan da Karacaahmet olmuştur.

İstanbul’da ERİKLİ BABA (ERYAK BABA) kış aylarında çiçekler açtırmış yani gönüllerde sevgi-dostluk kıvılcımları uyarmıştır, yaktığı çerağlarla. Yolda kalanlara yoldaş olan GARİP DEDE her daim ziyaret edilen ulu bir mekân olmuştur.

 

KIZILDELİ-SEYYİD ALİ SULTAN SÜREĞİ

 

Çok büyük bir Alevi/Bektaşi Yol Süreği olarak, Seyyid Ali Sultan bir diğer ismiyle (veya bir başka eren kimliğiyle) Alevi - Bektaşi Kolu Kızıldeli, Babagan Bektaşi Kolu’nun uyguladığı erkânlardan farklılıklar gösteren bir yoldur.

1354’ten sonra Balkanlar’ın (Rumeli’nin) gerçek fetihçisi, alp ereni Seyyid Ali Sultan’ın adıyla anılan ve kesintisiz bir şekilde altı yüz boyunca erkanlarının yürüdüğü bu sürekte, inanç önderleri “Dede” olarak anılsa da, bu gerçek anlamda Alevi Ocak sistemindeki “dedelik” değildir. Çünkü buradaki dedelik aynen babalıkta olduğu gibi soydan yürümeyen, liyakatle, takdir edilmeyle, atanmayla ilgili bir inanç önderliğidir. Konuyla ilgili çok değişik görüşler, fikirler olsa da ismiyle de müsemma olduğu gibi bir “Seyyid” olarak kabul edilen Seyyid Ali Sultan döneminin en karizmatik inanç ve toplum önderi pozisyonundadır. Eldeki belgelerden evlendiği, soyunun devam ettiği ve kendi adıyla anılan Yunanistan Dimetoka Ruşenler Köyü yakınlarındaki Tekke’de soyundan bazılarının inanç önderi olarak hizmet ettikleri sonrasında şu veya bu nedenden dolayı burada bir yönetim değişikliği olduğu görülmektedir.

Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) Ocağı’ndan Dergahı’ndan Bektaşiliğin Babagan Kolu’nu kuran Balım Sultan’ın yetişmiş olması da çok ilginç bir tesadüftür. Burası Balkanlar’daki ve tüm dünyadaki en büyük dört Bektaşi Dergahı’ndan ve de en büyük Alevi Ocakları’ndan birisi olarak kabul edilmektedir.

Bektaşi Dergahları arasında mücerretlik erkanının uygulandığı en büyük tekkedir.

1826 yılına kadar büyük bir hareketliliğin ve üretim ilişkilerinin olduğu Dergah’tan birçok büyük baba ve ozan yetişmiştir. Yirmiden fazla köyün bizzat bu dergaha bağlı olduğunu tarihi kayıtlar ortaya koymaktadır. Yüzlerce büyük baş hayvanıyla, değirmenleriyle çevreye hayat kaynağı olan Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) Dergahı (Ocağı) hem Bektaşilerin, hem de Alevilerin ziyaret ettikleri, kurbanlarını kestikleri ortak ana mekanlardan birisi olmuştur. Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) Dergahı’nın (Ocağı)’nın etki alanı bugünkü Yunanistan topraklarıyla sınırlı değildir. Yunanistan’ın kuzeyindeki Bulgaristan toprakların da önemli oranda Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) talibi, muhibi canlar vardır. Hatta yine büyük Alevi-Bektaşi ulularından Ali Koç’un da onun evladı olduğuna dönük bir inanç vardır. Yine bu inanç ekolüne çok yakın olan Bulgaristan Kırcaali’deki Elmalı Baba da Kızıldeli’yle ilişkilendirilmektedir. Bir de Türkiye’de bilindiği gibi çok büyük bir Seyyid Ali Sultan Ocağı vardır. Malatya merkezli bu ocak tamamen Alevi erkanı uygulayan bir sürektir.

Gerek Bulgaristan, gerekse Yunanistan Türkiye’ye göç eden Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) inanç önderleri ve onlara bağlı muhip canlar bugün yine Trakya, İstanbul, Bursa başta olmak üzere özellikle Batı Anadolu’da yaşamlarını sürdürmektedirler. Edirne Uzunköprü Yeniköy Beldesi tümüyle Yunanistan’daki Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) erkanını uygulayan canlardan oluşmaktadır.

Yunanistan’da ise bu yoldan, bu sürekten canlarımız erkanlarını sürdürmektedirler. Yunanistan’dan elde ettiğimiz bilgilerle bir “Dede” ve ona bağlı olarak hizmet yürüten babalar erkanlara devam etmektedirler. Ama yukarıda söylediğimiz gibi dedelik, Alevilik’teki dedelik sistemindeki dedelik gibi değildir. Yani babadan oğla geçen bir sistem değil, liyakat esasına dayanan atanan, seçilen bir babalık sistemi gibidir. Buradaki Dede bir üst inanç önderi olarak görev yapmaktadır.

Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) erkanında, yolunda, süreğinde müsahiplilik esastır. Kadın tüm Bektaşi süreklerinde olduğu gibi erkeğinin yanındadır. Dede’nin, baba’nın yanındaki ana sultan ondan ayrı değildir, hatta özel ziyaretler de bile kadının erkeğiyle yan yana bulunmaması yadırganır. Ve de bu ocaktan/dergahtan olan dedeler, babalar Anadolu Alevi dedelerinin eşlerini yalnız bırakıp dedelik yapmalarını, onlar olmadan seyahat ve çeşitli ziyaretler yapmalarını eleştirmektedirler.

Şu anda Trakya’da, İstanbul’da, Bursa’da birçok Kızıldeli Ocağı Dedesi ve babası hizmetlerini yerine getirmektedirler. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmüş bir büyük kitle içinden çıkan Mustafa Çetin Dede, Trakya’da etkisi olan büyük bir Kızıldeli – Seyyid Ali Sultan Ocağı/Dergahı Baba’sıdır. Onun dışında Ali Osman Bozdemir, Yunanistan’dan Türkiye’ye göçüp yerleşmiş bir aileden, hem de bir dede (baba) ailesinden gelen Lütfi Aykurt Dede (şimdi rahmetli oldu. Hakk rahmet eylesin) bu yola hizmet eden babalardandır.

 

Şah Kızıldeli‘m

Kesretin vahdeti ol Şah-ı Merdân

Varlığın özünde can olan Yezdân

Dizildi erenler kuruldu erkân

Mürüvvet eyledi Şah Kızıldeli'm

 

Hakikat yolunda katar olana

Sıdret’ül Münteha’da bade alana

Nur oldu yayıldı cümle cihana

Ziyaret eyledi Şah Kızıldeli’m

 

Bağımda bahçemde açıldı güller

Dilleri bal oldu coştu gönüller

Halımda hal oldu şavkıdı enver

Muhabbet eyledi Şah Kızıldeli’m

 

Algülü allanıp huzura vardı

Aşk ile tutuştu kor oldu yandı

Budak’ın gönlünden ummana daldı

Merhamet eyledi Şah Kızıldeli‘m

 

Hannover, 26.01.2011

 

(Ali Kaykı (Budak Ali), Tutulduk Sevdaya, Şiirler, Alev Yayınları, Nisan 2007, İstanbul)

 

SULTAN SÜCEATTİN VELİ SÜREĞİ

Otman Baba’nın çağdaşı Sultan Süceattin Veli, kendi adıyla bildiğimiz Velâyetname’sinden edindiğimiz bilgilere göre XV. Yüzyılda yaşamış bir Alevi/Bektaşi, daha doğrusu bir Kalenderi inanç önderidir. Eskişehir Seyitgazi Arslanbeyli köyünde türbesi ve dergâhı bulunan Sultan Süceattin Veli’nin talipleri kendilerini; Bektaşi, Alevi, Babai, Kızılbaş isimleriyle nitelendirmektedirler. Son yüzyıllık serüvenini çok iyi bildiğimiz şekliyle bu Dergâh’ta Seyyid soylu bir Alevi ailesi, yani dede ailesi inanç önderliği yapmakta, inanç hizmetleri bu sülaleden olanlarca yerine getirilmektedir. Bu dede dede ailesi kendisini Sultan Süceattin Veli Ocağı olarak nitelendirmektedir.

Otman (Odman) Baba yaşadığı dönemin (Yaklaşık 1370- 1470 (?)) en karakteristik yol önderidir. Taşkın bir kimliği vardır. Fütürsuzdur, destursuz meydana girer. Bulutları kendisine at, yıldırımları kamçı yapan, zenginden alıp yoksulla paylaşan; kimseyi “tınmayan”, doğru bildiği yoldan yılmadan yürüyen, aslan gibi kükreyen, sel olup akan, işi zamanında yapan, öküzleriyle tarla işleriyle de uğraşan, nice kutupluk sevdasında olanları sınavdan geçiren, hiçbir şeye minnet etmeyen “asi” bir Kalenderi dervişidir, babasıdır. Onun mücerret olduğu kesindir. Evlenmemiş olması onda bir eksikliğe neden olmamış, kendi ismiyle anılan bir büyük Alevi/Bektaşi yol erkanı kurmuştur. Zamanla kendi kurduğu ve adına dervişleri ve binlerce muhibbanı tarafından yaşatılan Otman Baba Süreği, kendisine en yakın başka yolların içine girmiş, onlara yol aşkını daha bir aşılamıştır.

Bugün çok iyi biliyoruz ki, Akyazılı Sultan, Sultan Süceattin Veli gibi nice büyük Alevi/Bektaşi süreklerinin içinde Otman Baba’nın mutlaka izi vardır. O ödünsüz kişiliğiyle, çağına hükmeden varlığıyla, büyük bir coğrafyada çekinmeden gece gündüz seyahat içinde olmasıyla, koyduğu kurallarla tüm Anadolu ve Rumeli’nde çağının en etkili erenlerinin başında yer almıştır. Otman Baba doğrudan Hacı Bektaş Dergâhı’na bağlı bir Kalenderi önderi değildir. Kendisini belli kalıplara oturtmak mümkün değildir. Aşk harmanında savrulan Otman Baba nefesleriyle bugün de yaşamaktadır. İşte bu büyük Eren’in çağdaşı ve kendisiyle özdeş görülen müsahibi olarak bilinen ve “benden sonra taliplerim ona bağlansın” dediğine inanılan bir başka ulu Sultan Süceattin Veli (Süca Varlığı)’dir.

Bugün Sultan Süceattin Veli Ocağı’na/Dergahı’na bağlı olarak hizmet yürüten dedelerin geniş bir coğrafyada talip kitlesi mevcuttur. Fakat burada çok ilginç bir inanç önderliği ve inanç yapısı gelişmiştir. Trakya başta olmak üzere, Bulgaristan’ın Deliorman bölgesi olarak nitelendirilen Kuzeydoğu bölgesinde Silistre ve Razgrat Sancaklarına bağlı birçok ilçede ve köyde Sultan Süceattin Veli’ye bağlı muhipler daha da önemlisi “Bektaşi (Babai) Babaları” mevcuttur.

Bu Bektaşi Babaları Sultan Süceattin Veli Ocağı’ndan bir Seyyid’ten, pirden yani dededen el almaktadırlar. Buna göre Bektaşilik’te olduğu gibi çeşitli ritüelleri yerine getirmeleri durumunda yola giren talip canlar bir Baba’ya bağlanmaktadırlar. Bu baba ise Sultan Süceattin Veli Ocağı’ndan bir dedeye bağlıdırlar. Bir Bektaşi (Babai) Babası yani Seyyid Sultan Süceattin Veli Ocağı’na bağlı bir inanç önderi Hakk’a yürüdüğü zaman; oradaki canların isteğiyle ve kişinin eşinin onayıyla liyakat sahibi olan cem yürütebilecek bilgiye sahip çevresinde örnek bir kişilik olarak anılan baba adayı, bağlı olduğu Sultan Süceattin Veli dedesi tarafından halkın onayı alınarak “baba olara” oraya atanır. Sultan Süceattin Veli Ocağı’nda ise Postnişin olan dede bu yetkiyi vermeye hak sahibidir. Son çağın en büyük Sultan Süceattin Veli Postnişini olan Nevzat Demirtaş Dede ve Nadira Demirtaş Ana bu ocağın-babalık sisteminin en iyi temsilcileriydiler. (Şimdi oğulları Mehmet Dede bu görevi üstlenmiştir.) Kendilerini Türkiye ve Bulgaristan dâhil yaklaşık yüz Bektaşi Babası bağlıdır.

Nevzat Demirtaş, kendisine bağlı yüze yakın baba olsa da, bazı ocaklarca bir üst ocak olarak görülen Sultan Süceattin Veli Ocağı’nın postnişini olsa da, yine Hacı Bektaş Dergâhı’na bağlıydı. Her sene kendisini ziyaret eden Hacı Bektaş soyundan bir kişiye, talipleri önünde görülürdü. Bunun manası “el eli yıkar, el gövdeyi yıkar; temizlenmeden, temizleyemezsin”dir. El ele, el Hakk’a ilkesi bugün de devam etmektedir.

Nevzat Demirtaş ve eşi Nadire Ana yıllık görgüleri talipleri huzurunda yapıldıktan sonra, başta kendi taliplerini görürler, yani yıllık görgüden geçirirlerdi.

Daha sonra kendilerince belirledikleri, zamanla oluşmuş bir takvime uyarak dedelik/analık hizmetlerini yerine getirmeye başlarlar. Belli bir sıra takip ederek; kendilerine bağlı babaların bulundukları yerleri başta İstanbul, Trakya, Bursa olmak üzere sırasıyla ziyaret eder; Zaman zaman davetlere uyarak, zaman zaman geleneksel takvimi takip edip hizmetlerini yerine getirmeye başlarlardı. Bu yolda her sene insanların görülmesi gerekmektedir.

 

Ben bir musahip ararım

Ola bile benim ile

Yad ellerde gurbet elde

Kala bile benim ile

 

Ola ben olduğum yerde

Kala ben kaldığım yerde

Vadem yetip öldüğümde

Öle bile benim ile

 

Başına kement bağlaya

Aşkı ciğerim dağlaya

Ben ağladıkça ağlaya

Güle bile benim ile

                 

Bu işler bizim nemize

Kan gitti gelmez benize

Benim düştüğüm denize

Düşe bile benim ile

           

Pir Sultanım haldaş ola

Yola gidene yoldaş ola

Yaremi saran kardeş ola

Sara bile benim ile

 

ŞEYH BEDREDDİN (GÜLŞENİ)  SÜREĞİ

 

XV. Yüzyılın büyük düşünürü Şeyh Bedreddin ismi gönüllerde bugün de yaşamaya devam eden Alevi-Bektaşi erenlerinden birisidir. Kendisi Rumeli’nin fetihçisi bir büyük alp eren geleneği içinde olan kutlu bir dedenin torunu ve bir kadı oğludur. Rumeli’nin bolluk ve bereket fışkıran topraklarında, Traklar’dan miras kalan büyük kültür içinde Müslüman, Hıristiyan ve Hıristiyanlığın çok farklı bir yorumu halk inancı olan Bogomil inançlarının harman olduğu bir alanda doğmuştur.

Simavna’dan Anadolu’ya, Mısır’a, sonrasında tekrar Rumeli’ne uzanan büyük bir seyahat ona hayatın tüm gerçeklerini öğretmiştir. Halk adamıdır, halkçıdır, Hakk’ın kelamını söylerken dili yalandan yana olanlar, güç odakları, dini siyasete alet edenler, bağnazlar, yobazlar, kan içiciler tarafından susturulmak istenmiş, sonunda Serez’de bir darağacına asılarak ölümsüz bir ışık kaynağı olmuştur.

Büyük Alevi İnanç Önderi Hüseyin Ahlati’nin öğrencisi olarak onun dergahında Mısır’da yetişen Şeyh Bedreddin, bir büyük tasavvuf okulunun en büyük temsilcisi olacağı yolda ilerlerken Hakk Muhammed Ali’nin düsturuyla hareket etmiştir. Mazlumdan yana, zalime karşı; hak ve adalet isteyen ezilen, sömürülen büyük kitlelerin dillerine tercüman olmuştur. Papazla konuşmuş, hahamla konuşmuş, dervişle konuşmuş, alimle konuşmuş, her konuştuğu kişiden bir şeyler öğrenmiş ölümsüz eserler yazmıştır. Bu dünyada hesabını veremedikten sonra, bu dünyada arınmadıktan sonra öbür dünyanın cennetinin hayaliyle yaşamak nafile bir ham hayaldir ona göre.

Anadolu’nun tozlu yollarında çile çeken, horlanan, ezilen, dışlanan insanların sızılarıyla yatıp kalkmış, Anadolu’nun bir parçası olan Ortadoğu’da, Mısır’da, Rumeli’nde yaşayan halkın aynı halk, dertlerin aynı dert olduğunu görmüştür. Dili sivri, hayata minnet etmeyen, yiğit bir nefer olarak iki yüzlülerin, çapulcuların boy hedefi olmuş ama ödünsüz kişiliğiyle zavallı birer varlık olarak gördüğü riyakarlarla, adaletsiz padişahları aynı kefede görmüş, onlara acıyarak bakmıştır. Ne çelik zırhlı paralı askerlerden, ne hainlerden, münafıklardan korkmamış, yılmamış, doğru bildiği Erenler Katarı’ndaki yolunda yürümeye devam etmiştir.

Adaletsiz düzenin değişmesi gerektiğini haktan adaletten yana bir düzen kurulması gerektiğini görmüş, ömrünü bu büyük ideale adamıştır. Meriç Boylarından, Menderes Deltası’na, Halep Asi’sinden Nil Deryası’na, Asurlulardan Hititlere, gelmiş geçmiş uygarlıkların eski zaman yazıtlarının, destanlarının, zalimleri yerle bir eden kahramanların efsaneleşen suretleriyle sarmaş dolaş bir halde gelip bir ulu yola, Alevi –Bektaşi Yolu’na bent olmuştur.

Şeyh Bedreddin ödünsüz bir halk önderi, hak ve adalet dağıtan Hakk’ın kelamını doğruluktan yana söyleyen yılmaz yiğit bir savaşçı, bir alim, bir ozan, bir pir ve mürşittir. O bir şeyhtir, mollaların kavuklarını başlarına geçiren demirden bir yumruk, sonsuza kadar gönüllerde yanacak bir meşaledir.

Yoldaşlarıyla haksızlıklara karşı ayaklanmış, halkının haklı davasının önderi olmuş, Deliorman’ın özgürlük dolu rüzgarıyla göğsünü doldurmuştur. Dar ağacına giden bedeni, umutsuzlara umut olmaya, yolda kalmışlara fener olmaya devam etmiş, adı, anısı, davası, adaleti, yazıları, kurmuş olduğu yol ve erkan kuşaktan kuşağa aktarılarak bugünlere kadar gelmiştir.

Şeyh Bedreddin şimdi İstanbul Çemberlitaş’ta, II. Mahmut Türbesi yanında mütevazı mezarında yatarken layık olduğu ve kemiklerinin huzur bulacağı rahat bir yurt toprağı özlemini çekmektedir. Gönüllerde yaşayan bu büyük dava adamı, Alevi - Bektaşi Yolu’nun önderi, bir an önce bir türbeye kavuşup; kuşaktan kuşağa Türk gençliğine ve tüm insanlığa doğruluk adına şereflice boynunun kemente uzatılabileceği, düzmece nice mahkemelerin kurulup masumların canlarının alınmasının faşizme karşı direnci güçlendireceği düşüncesinin sembolü olma gururunu yaşayacağı günleri iple çekmektedir.

Sadece geniş Alevi Bektaşi kitleleri, kurum ve kuruluşları, aydınları, yazarları Şeyh Bedreddin’in anısına, felsefesine, inancına, davasına sahip çıkmakla kalmamaktadırlar. “Büyük Şah”, Şeyh Bedreddin’in yolunu süren bir Alevi Bektaşi yani Gülşeni, Bedreddini topluluk ta ülkemizde yaşamını sürdürmektedirler.

Büyük Şah Bedreddin zalimler elinde ölümsüzlük katarına katıldıktan sonra Serez’deki türbesi büyük bir ziyaretgâh olmuştur. Bu türbe çevresinde zamanla bir dergah oluşmuş, Büyük Şah’ın yolundan giden dervişler, babalar, dedeler onun ölümsüz adını ve anısını yaşatmaya yüzyıllar boyunca devam etmişlerdir. Kainatın yeşil kandilde yanan nuru vahiti, İslam Peygamber’i Muhammed Mustafa’dan bir yadigar olan gülle özdeşleşen, gülü gülle alıp satan felsefenin yansıdığı ve bir gül deryası olan Dergahı’nda açlar doymuş, susuzlar kanmıştır.

Ne mutlu onların yaktıkları aydınlık yoldan yürüyenlere, ne mutlu onların inanç-duygu-düşünce ve eylem dünyalarını yaşatanlara…

İşte Bedneddinilik adı altında Gülşeni olarak da nitelendirdiğimiz ve halen Trakya bölgesinde yaşamaya devam eden bir sürek de vardır.

Bazı araştırmalar yapılıp, çeşitli yazılar yazılsa da, ismini tam duyuramayan, hatta ciddi anlamda gerileyen Bedreddiler üzerinde durulması gereken bir kültür- inanç yapımızdır.

İnanç önderi olarak “Babalık” mürşitlik postunu ifade ederken, Anadolu’daki Alevi kollarında olan “dedelik” kurumu burada baba yardımcılığını ifade eden bir inanç önderliğidir.

Birçok Bedreddini, Gülşeni dede ve babasıyla söyleşilerimizde bu Alevi/Bektaşi Süreği hakkında bazı temel bilgileri öğrenmiştik. İstanbul’da Paşabahçe’de Davut Kandemir (rahmetli oldu); Lüleburgaz Turgutbey Köyü’nde Levent Baba’nın (Rahmetli Kısmet Aktaş’ın yerine baba olmuş), Kırklareli’nin Koruköy’ünde de Ali Baba’nın, Kofçaz Deveçatağı Köyü’nde Habib Dede ile Talih Özkaynak’ın, Ahmetler Köyü’nde Mehmet Ali Uzun’un dede olduklarını; Devletliağaç’ta Yaşar Aktürk’ün, Lüleburgaz’da Tatlıpınar Köyü’nde Nuri Çakar Dede’nin görevlerini yapmaya çalıştıklarını biliyoruz.

Lüleburgaz Turgutbey Köyü’nden olan 1968 doğumlu Levent Aktaş, 2003’te babalık postuna oturmuş. 2002 yılında Hakk’a yürüyen Kısmet Aktaş’ı sevgi ve saygıyla yâd eden Levent Baba, büyük amcası olan Kısmet Aktaş’tan çok şey öğrendiğini ve bir ölçüde onun sayesinde baba postuna oturduğunu söylüyor: “Ortaokul mezunuyum. Çiftçilikle geçiniyorum. Dergah Bedreddiniler (Gülşeniler)’de cem için kullanılan kelime. Büyük kurban İsmail Kurbanıdır. Gülşeniler’de Gülbenkli muhabbet (dört ayaklı kurban kesilen muhabbet, koyun, koç vd.) ve gülbenksiz muhabbet (iki ayaklı (tavuk, horoz vb.)) muhabbet, yani cebrail kurbanı kesilen muhabbet var.” Diyerek yolun yürüdüğünü anlatmaya çalışıyor.

Evet. Sayıları çok azalsa da, bu yol bu erkân sonsuza kadar yaşar, yaşamalı. Yok, edilmesine göz yummamalız. Kendi öz değerlerimizi yaşatmalıyız.

Şeyh Bedreddin ve onun yolunu sürenlerin demine devranın hü, diyelim dostlar, HÜÜÜ…

 

ABDAL MUSA SÜREĞİ

 

Abdal Musa Dergahı’nda Kaygusuz Abdal Erkanı Sürüyor!..

 

Hoy kentinden gelmiş, Pir Hacı Bektaş Veli’nin yolundan gitmişti. Bir alp eren olarak Batı Anadolu’nun, Bursa’nın alınmasında, Ehlibeyt sevgisinin gönüllere girmesinde, Rum diyarının Türkleşmesinde önemli roller üstlenmiş Bektaşiliğin temellerini atmıştı. Tüm Batı Anadolu, Marmara’dan Ege kıyılarına, Akdeniz’e kadar Türkmenler onun ismini anmış, dillerde, gönüllerde yaşatmış, adına cemler yapılmış, nice koçlar onun adına kurban edilmişti. Anadolu’da Rumeli’de gönülleri fetheden Rum ve Horasan Erenlerinin en çok bilineni, Anadolu toprağındaki en önemli Alevi-Bektaşi İnanç merkezinin güneşi olarak her tarafı aydınlatmıştı.

İmamların soyundan geliyordu, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Dergahı’nda pişmişti, yürüyü yürüyü dağlar aşmıştı, diyardan diyara göçmüş sonunda ala karlı dağlar eteğinde büyük bir ovaya kurmuştu dergahını. İnsanların gönül köşklerine oturmuştu sonsuza kadar. Yüzlerce dervişiyle, muhibiyle, talibiyle mihmanların gönül kıblegahlarından birisi olmuştu.

Evet, bir büyük Alevi-Bektaşi ulusudur Abdal Musa Sultan. İnsanı kutsal bilmiş, toprağı kutsal bilmiş Ehlibeyt’in damarlarından sevgi tohumları ekmişti Anadolu’ya. Kurmuş olduğu dergaha Çin’den Maçin’den ziyaretçileri gelmiş, gönüller durağı olan Tekkesi’nde nice ilim irfan sahibi inanç önderleri, ozanlar yetişmişti. Gönülleri teklemiş, ikiliklerden birliğe ulaşmış, sevgiyle, Hüseyin aşkıyla dağları yürütmüş, döndüğü semahlarla nadanların ateşlerini söndürmüş, gönlündeki ışıkla ağulu ağızları bal, düşmanı dost, ceylanı insan etmiş, küleklerden yağlar taşırmış, bolluk ve bereket getiren, Zülfikar’ı kuşanmış, Düldül’e binmiş bir Hz. Ali gibi, eren gibi, veli gibi, ata gibi, dilimizi, inancımızı, kültürümüzü yaşatmış, hastaların iyi olduğu bir şifa merkezi olmuştur Pir Abdal Musa.

Ve de bu ulu dergahtan yetişen özünü, varlığını, ruhunu Alevi Bektaşi Yolu’na teslim edip, varlığından geçip, tüm kaygılarından kurtulan Kaygusuz Abdal gibi bir büyük Ozan çıkmıştır bu topraklardan. Abdal Musa’dan, bu dergahtan yetişen gönüllerde ölümsüz bir bayrak gibi yaşayan Kaygusuz Abdal’ımız da vardır. Yazdığı eserler, söylediği şiirler Mısır’dan Balkanlar’a halkın gönlüne girmiş, dertlerine, dileklerine, duygularına tercüman olmuştur. Sözünü çekinmeden söyleyen, doğru bildiği yoldan yılmadan yürüyen, bu büyük Derviş, bir inanç önderi, bir halife, bir abdaldır. Ama o büyük bir ozandır. Ulu ozanlardan bir ulu ozan, ulu gönül erlerinden bir er olarak çağlar boyunca çağıl çağıl akarak bugünlere ulaşmış, gönlümüzün değirmeninden aşk, sevgi, muhabbet türküleri söyler olagelmiştir.

 

Değerli dostlar; on – on beş kez ziyaret ettiğim Abdal Musa Türbesi’ne yani Antalya, Elmalı İlçesi Tekke Köyü’ne bu sefer gidişim bir başka gidişti. Törenlerin veya günübirlik koşuşturmaların dışındaki bir ziyaretti bu seferki. Bu sefer genç yaşında yolun haliyle hallenmiş, yoğrulmuş bir genç dervişimiz Hüseyin Durak ve Nesimi’nin rengine boyanmaya and içmiş Nesimi Doğan ve aynı özelliklerdeki eşi gönlümde açan Yasemin Doğan’la düştük yollara. Dağlarında kar, dağ eteklerinde çiçekler, yeşile batmış bir büyük ovada şavkı ve şulesi gözlerimizi kamaştıran türbesindeki Pir Abdal Musa’ya, Kaygusuz Abdal’a, Budala Sultan’a, Mestan Dede ve dervişanlara burada nice hizmetler görmüş dervişlerin, babaların yanına gitmek için yol almıştık.

Ve vardık. Sarmaş dolaş olduk. Yorgunluklarımız gitti. Ağrılarımız çekip gitti bedenlerimizden... Gönlümüz huzur buldu.  Mihman olduk bir haneye. Yolu yaşatanların, var edenlerin, Anadolu’nun gerçek sahipleri olan, sevgi, barış, dostluk, misafirperverlik, kardeşlik, paylaşım, içtenlik kavramlarının yerli yerine oturduğu Sarıkaya ailesine mihman olduk. Kurulduk sanki kırk yıldır bizim evimizmiş gibi rahat ettiğimiz evin ortasına.

Dikme Baba, Derviş, Hüseyin Sarıkaya bu yolun haliyle hallenmiş bir dost gülüşüyle bizi karşıladı, sevgili eşiyle birlikte, annesiyle, çocukları hısım ve akrabalarıyla birlikte. Bu altı gün boyunca iliklerimde hissettiğim gibi insanlık yaşıyordu bu topraklarda. Ulu sultanlarıma bin şükür ki, inancımız, kültürümüz, adetlerimiz, törelerimiz buralarda halen yaşıyor, yaşatılıyordu. Şükür, bin şükür, Tanrım, bin şükür. On beş yıldır Anadolu ve Balkanlar’daki, Suriye’deki her ziyaretimde olduğu gibi her birisi birer anam, her birisi birer babam, kardeşim, bacım olan canlarla birlikteyim yine, bin şükür.

Hava yağmurlu, serin. Dağ başları halen karlı. Dumanlar zaman zaman dağları örtüyor. Tekke Köyü yeşile batmış bir masal kenti gibi.  Sobalar yanıyor, ördekler su birikintilerinde nasiplerini arıyorlar, çiftciler tarlalarda, binlerce elma ağacının, domates, biber fidanlarının altında yaşam kavgasındalar, yollarda traktörler. Önlükleriyle çocuklar el ediyorlar, asırlık çınar ağacı yerli yerinde. Susamlar, (irisler) dört bir yanı sarmış. Soluğu ulu dergahta alıyoruz. Diz boyu otlar içinden geçip dualarımızı yapıyoruz, ulu pire. Fırsat bu fırsat, hazır kimsecikler yokken birçok kez onlarca karelik fotoğrafla belgeliyorum bu emsalsiz güzellikleri.

Derken ara sokaklar ve en çok sevdiğim ve Anadolu Rumeli diyarlarında özlediğim mis gibi tezek kokusunu solumak istiyorum, taze çayır kokularına, ayva, elma, erik çiçeklerinin kokularına karışan, tezek kokuları genzimi yakıyor. Çok şükür diyorum, hayli inek var demek ki, horozların ötüşüne o kadar mutlu oluyorum ki, burası bir köy diyorum, Yarabbi sana bin şükür hala yok edemediler köyü, köyümüzü, köylümüzü, bin şükür sana Tanrım!

Suyunu içiyorum kana kana, özlemle çayını içiyorum korkusuz.  İşte kirden, pislikten, irinden, kötülükten arınmış bir hayat kaynağı olan su ve su aydınlığında, berraklığında Tekke Köyü’nün canları.

Eyvallah diyorum yine eyvallah!...

Yaşam tüm zorluklarına, hastalıklarına, zorbalıklarına rağmen ne güzel. Ne güzel, ne güzel yaşamak ne güzel. Doğaya, tarihe, inanca, insana dair bir beldeye gelmek, yolu sürenlerle birlik olmak ne güzel, diyorum. Şükrediyorum. Yanlış anlamayın dostlar, “çok şükür”cü birisi değilim ama öyle mutluyum ki bu anları yaşamaktan, beni buraya getirenlerin Hakk ömürlerine ömür katsın!

Evet, dostlar; Nesimi ve Yasemin’in İkrar Verme (Nasip Alma) Cemi vardı Abdal Musa Dergâhı’nda. Kurban alınıp, abdest aldırıldıktan sonra tığlandı. Getirilip köyün ortak kullanılan cemevinde dinlenmeye bırakıldı. Lokma için gençler alış-veriş için Elmalı’ya gittiler. Lokma etmek için bir güzel yemekler hazırlandı. Yani Kurbancı görevini yerine getirirken (peyik-pervane) de muhip canları akşamki ceme davet etmeye çıktı. İmece usulü lokmalar bir güzel hazırlandı. Muhipler cemevindeki yerlerini almaya başladılar. Tam bu sırada sadece bıçak kullanılarak etler etlerden ayrıldı iki ayrı kazana konuldu.

Çiğerler, et parçaları bir büyük tencereye, kemikli etler bir başka kazana konuldu. Kurban cemin başlamasıyla ateşe verilmiş oldu.

İşte o kurban eti cemin sonunda lokma edilecekti!

İlk önce Halife Baba Hüseyin Eriş halife postuna oturdu.

Sonra Mürşit postuna Ali Koca Baba onun yanına da Dikme Baba Hüseyin Sarıkaya Derviş gelip oturdu.

Derviş Hüseyin Durak ve tüm hizmet sahipleri yerlerini aldılar. Tahtı Muhammediye’de on iki çerağ dualarla yakıldı.

Gözcü Gözcü Postu’ndaki yerine geçip oturdu, Rehber kendi postuna oturdu..

 

Olanı Hüseyin Derviş’ten (Durak)’tan aktaralım:

 

Kişi meydan evine girdiği zaman ilk önce Pervane Postuna varır. Bu Kaygusuz Abdal Postu’dur. Pervanenin diğer manası da peyiktir. Yani cemin olacağını muhiplere haber verir.

Aşçı Postuna ve Ayakçı Postu’na niyaz ederiz. Aşçı Postu’nun piri Kızıldeli Sultan’dır. Ayakçı Postu’nun piri Abdal Musa Sultan’dır. Sonra eşik tercümanını okuyarak meydana gireriz.”...Bismi şah Allah, Allah! Eşik özüm, meydan yüzüm, çırak gözüm” deyip eşiği niyazlayıp içeri gireriz.

Girdikten sonra İznikçi Postu’na niyaz ederiz. İznikçi Gözcü yardımcısıdır. Ordan Gözcü Postu’na gideriz. Gözcü postunun piri Karacaahmet Sultan’dır.

Oradan Baba Postu’na gideriz. Baba Postu’nun piri Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir.

Sonra Dikme Baba’yı niyazlarız. Sonra Tahtı Muhammediye’ye niyaz ederiz. Ordan Güvende Postu’na niyaz ederiz. Sonra Meydancı Postuna gideriz. Piri Sarı İsmail Sultan’dır. 

Güvende Postu’nda birçok sürekte İmam Zeynel Abidin olarak geçmesine rağmen bizde İmam Muhammed Bakır olarak geçmektedir. Sonra üçlü Hakk Muhammed Ali Çerağı’na niyaz ederiz. Sonra meydana gelir cümleden cümleye deyip, cümlesini niyazlarız. Burada on iki niyaz yapılmış oluyor.

Bunların haricinde; kurbancı Halil İbrahim Postu, namı diğer Kasab-ı Cömert’tir. Selman Postu, tezekar yani (el yıkatan)dır.

Süpürgeci yani Seyyid Farraş olarak hizmet devamlılığını sürdürür. Sofracı Kamber Ali Sultan, Saki İmam Hüseyin’dir.

 

Gönlümce gezerken mana ilinde

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

Dört kutsal emanet vardır elinde

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

 

Cehalet taşını eritir iken

Karşı fikirleri çürütür iken

Dağları taşları yürütür iken

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

 

Dört yana adalet yayma anında

Her yerde her zaman halkın yanında

Toros Dağlarında geyik donunda

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

 

Gömbe’deki Uçar Suyun başında

Solak dönen değirmenin taşında

Rıza lokmasında kerem aşında

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

 

Bazen Şah-ı Merdan Alimiz ile

Bazen Hacı Bektaş Velimiz ile

Bazı zaman Kızıl Delimiz ile

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

 

Derviş Kemal her dergaha varışta

Eşiklikte özgürlükte barışta

Uygarlık denilen büyük yarışta

Pirim Abdam Musa Sultanı gördüm

 

Halk Ozanı Derviş Kemal

 

Bugün 13 Mayıs Cuma...

 

Bugün bir cem var, bir bayram var bugün. Hakk Muhammed Ali Yolu’nda, süreğinde Alevi-Bektaşi yolunda, Abdal Musa’nın, Kaygusuz Abdal’ın izinde Babagan Bektaşilik düsturunda bir cem var bugün. Bir bayramlık gün bugün. Rahmet gökten yere yağıyor. Bulutlar karlı dağların üzerinden çekiliyor, bir ay ışığı ortalığı sarıyor, bir yeni gün doğuyor, yeni bir başlangıç oluyor bugün. Bu gece her geceden farklı bir gece bir çift can ulu bir yola gönül rızalıklarıyla girip Alevi Bektaşi Yolu’nda menzil alacaklar.

İki kurbanlık can, Hz. Hüseyin’in sancağı altında toplananlara katılmak isteyen Nesimi ve Yasemin Doğan ilk önce şeriat abdestini aldılar, kendilerine kefil olan yol anası ve babasının eşliğinde eşikten içeri niyaz ederek geldiler. Duaları yapıldı. Dara durdular, mürşit muhip canlara meydanda olan aşıkları tanıttı. Onların yola girmek istediklerini, kendileri gibi birer muhip olmak istediklerini, bu konuda kararın kendilerinin olduğunu, bunu onaylayıp onaylamadıklarını sordu. Her birinin onayını, rızalığını aldı.

Nesimi ve Yasemin canlar tüm hizmetleri öyle bir aşk ile yaptılar, duaları öyle içten, yürekten söylediler, öyle tatlı bir heyecan içindeydiler ki, bu gerçekten de yeni bir doğumdu, yeni bir başlangıç. Artık geçmiş bir tarafta kalmıştı. Önlerine yepyeni bir sayfa açılmıştı. Özlerini dara çektiler, yolun ululuğunda aşk harmanına girdiler, kazanda pişip kavruldular. Kendileri de niyazlarını yaptıktan sonra yerlerine oturduktan sonra her bir hizmet yerine getirildi.

Evet, dostlar; Abdal Musa Sultan yolunda Babagan Erkanı’nda on iki postun, on iki hizmeti de eksiksiz yerine getirildi. Yaklaşık altı saat süren bu ibadette tüm hizmet sahiplerinin, muhiplerinin kendi görevlerini bildiklerini ve büyük bir aşkla yerine getirdiklerine tanık olmaktan yüreğimin yağı eridi. Gönlüm aşk okyanuslarında savrulan bir gemi gibi hafifledi, hafifledi savruldu bilinmez diyarlara...

Allah, Allah! Nidaları göğe yükseldi.

Nefesler söylendi, aşk badesinden içildi, semahlar dönüldü. Böyle bir aşk, böyle bir sevgi, muhabbet...

Yaşanmadan anlaşılmaz can dostlar, yaşanmadan anlaşılmaz. Böyle inançlı, itikatli, kararlı, sevgi dolu, yolun kurallarıyla donanmış gençlerin yola girmeleri Bektaşi Yolu’nu sürmeleri beni çok duygulandırdı hem de umutlandırdı. Bin şükür Hakk’ıma, Bin şükür Tanrı’ma, Bin Şükür Allah’ıma!

Yollar sürüyor, erkanlar yürüyor.

Abdal Musa’nın ulu Dergahın’da, Kaygusuz Abdal Süreğinde cemler yürüyor. Bin şükür, bin şükür, bin şükür. Aynı aşkı, aynı heyecanı canım, gönlümün gülü, genç yol önderimiz Hüseyin Durak Derviş’in 15 Mayıs’taki ceminde de yaşadım. Gaip, zahir ulu pirlerin yolundan giden, yolağını süren, sonsuza kadar bu çerağları yakacaklara bin şükür.

 

 

Seherde meydanı nur ile açan

Rahmetini Gani Hüda’dan alır

Cümle Kainatı dem deyip içen

Kısmetini Mah-ı Cemalden alır

 

Muhammed Ali’dir Üçler sırrımız

Allah’ta cem oldu külli varımız

Oniki İmam’dır bizim yarimiz

Ceherini Fatma Ana’dan alır

 

Anasır varı gayet nazenin

Aslı hakikattir Rahman Rahim’in

Naz eyleyen aşkta haktır birliğin

Abdestini ikrar imandan alır

 

Yalan dolan yoktur meydanda

Onyedi Kemerbest saklı irfanda

Aynayı tuttun mu öze cihanda

Işığını ay ile güneşten alır

 

Rehberden mürşidden aldın mı cevab

Benliğe düşersen sayılmaz sevab

Sıtk ile durana açılır hicab

Gereğini abdallar destinden alır

 

Kızıl Dertlim Haydar sırrına vakıf

İrşaddan kaçana edilmez teklif

Pir elinden doğanın adıdır arif

Doldurduğu kabı kendinden alır

 

Hüseyin Durak Derviş

 

Muhammed Ali’nin yolu erkanı

Hasan Hüseyin’dir şehitlik hanı

İmam Zeynel ile tuttuk zindanı

Cem oldu erenler mest ola Allah

 

Muhammed Bakır’ın aslan hatemi

Cafer’i Sadık’tan sürelim demi

Musa Kazım ile bağlayın cemi

Cem oldu erenler mest ola Allah

 

İmam Ali Rıza zuhr-u Horasan

Taki Naki Nuru Asker-ı Hasan

Vallahi Mehdi’dir sahib-i zaman

Cem oldu erenler mest ola Allah

 

Abdal Musa Sultan Bektaş-i Veli

Kaynayıpta coştu erenler seli

Pirim Balım Sultan hem Kızıldeli

Cem oldu erenler mest ola Allah

 

Kızıl Dertlim söyle Kırklar Yediler

Hizmet edip cemde cemal gördüler

Esreyipte aşka semah döndüler

Cem oldu erenler mest oldu Allah

 

Hüseyin Durak Derviş

 

Derviş çileye gel şükür eyle

Bu yol nazenin Hakk’a gidilir

Alem taş atsa dur secde eyle

Bu yol nazenin Hakk’a gidilir

 

İncin incitme pirimden buyruk

Ali Muhammed değil ki ayrık

Gerçek demine lokması birlik

Bu yol nazenin Hakk’a gidilir

 

Makbul ibadet seherdir zaman

Her dem sofrası ganidir yaman

Noksan bilmez ki erenler tamam

Bu yol nazenin Hakk’a gidilir

 

Kızıl Dertli’yim pirimiz kanber

Saru İsmail ibriktar server

Derviş babalar cümlesi rehber

Bu yol nazenin Hakk’a gidilir.

 

Hüseyin Durak Derviş

Söyleşi: 16 Mayıs 2011, Pazartesi Günü, Tekke  Köy, Elmalı, Antalya

DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 82-86

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile