OCAK - ŞUBAT - MART 2020 BÜLTENİ

OCAK – ŞUBAT – MART POSTASI

(Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar, YAZILAR, HABERLER)

Ayhan Aydın

 Belediyeler ve Cemevleri

 Sorun Aslında Tüm Türkiye'nin Sorunu

 

Görüşlerini ve çalışmalarını önemsediğim saygıdeğer akademisyen Kemal Akgün alevi.online sitesi için “cemevleri” ile ilgili bir takım sorular sorup, konuyu gündeme getirmişti. Bu arada da konuyla ilgili belediyelerden kaynaklanan bazı gelişmeler oldu.

Burası Türkiye’dir; Alevi’si de, Sünni’si de, Kürd’ü de, Türk’ü de bazı olaylara aynı tepkileri gösterirler, bu topraklarda insanların bazı zorlama ayrımlar dışında gerçekten de birbirine birçok konuda anlaşırlar, bir de üstelik birbirlerine çok benzerler.  Eski başbakanlardan Tansu Çiller, uzun yıllar önce biz Avrupa Birliği’ne gireceğiz, diye tutturmuş, halkı da buna bayağı inandırmıştı. Sonunda elbette ki AB’ne giremedik, ama o gayretleriyle Türkiye’ye büyük bedellere mal olan Gümrük Birliği’ne ülkemiz girmiş oldu. Ama en ilginci ise on binlerce insanını sokaklara dökmesi ve bunu Çiller’in Türkiye’de kurtuluşun bir miladı olarak halka yutturması ve halkın da buna kanmasıydı.  Değişen hemen hiçbir şey yok bu ülkede. Bilinçlenme artsa da, yurdumuzda halk bazen boşuna sevinip, boşuna çok üzülüp kendini perişan eder.

İzmir Belediyesi Cemevleri’nin ibadethane olarak kabul edilmesini kabul edip, İstanbul Büyükşehir belediyesinde yapılan oylamada meclis çoğunluğu bunu red edince Alevi - Bektaşi camiası bunu çok farklı tepkiler gösterdiler.

Ben de dâhil toplum olarak bir sosyal medya bağımlısı olduk. Onunla yatıp, onunla kalkıyoruz. Sosyal medya sayısız faydası yanında, bazı konularda yanlış kanaatlerin uyanmasına, kişilerin ve toplumun yanlış bilgilendirilip, yönlendirilmesine de sebep oluyor bu günümüzün vazgeçilmezi olan sosyal medya. Cemevileri konusunda  da durum bu. İnsanların bilgi almak konusunda gerçek haberi, haber kaynaklarını bırakıp, sosyal medya paylaşımlarıyla kanaat oluşturmaya başladıklarına tanık oluyoruz. Şu yazar, bu dernek başkanı, o dede paylaştı, sevdi, övdü diye, onların takipçileri de olayın ayrıntılarını bilmeden, arkasını düşünmeden onu/ onları hemen destekliyorlar. Paylaşmayla da  bu konuda yanlış bir kanaatin oluşmasını pekiştirebiliyorlar.

Taa 1990’larda Ankara Tuzluçayır Cemevleri Yaptırma Derneği’nin tüzüğünde, “cemevleri yaptırma” maddesi olmasından dolayı, cemevleri konusu Türkiye’de hep, “yasaklı, sakıncalı, sorunlu, mahkemelik vs.” konusu diye gündemdedir. Yani ülkemizdeki Cemevleri meselesi çok çok uzun ve detaylı bir konudur. Bu abartısız bir çalıştay, sempozyum konusudur: “cem, cemevleri ve bu konuda verilen hukuki ve sosyal mücadeleler” konusu.

Aleviler yılmadılar, usanmadılar bu alanda mücadele ettiler. Bugüne kadar önemli oranda kendi imkânlarıyla bir kısmı büyükşehirlerde olmak üzere yaklaşık 2000 cemevi yapıp tamamladılar. Bu da en azından son 30 yıllık Alevi tarihinde, Alevilerin kazanım hanelerine yazılacak bir başarılarıdır.

Yaklaşık 30 yıldır bu ülkeye hâkim olan zihniyet aynı zihniyettir. Yani bu konuda yaşanan sorunları gidermeyip, arttırıcı rol oynayan, gerici tarikatlara desteğini bir saniye olsun aksatmazken bu sorunun devam etmesine vesile olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde de durum aynıydı. 1994’de bizzat tanık olduğum gibi, Karacaahmet Cemevi’ne, orayı yıkmak için dozerler dayanmış, halkın günler boyunca süren başarılı direnişi sonucu onlar oradan gitmek zorunda kalmışlardı.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

Türkiye’de tüm Alevi - Bektaşi kurumlarının Aleviliğe şu veya bu şekilde katkısı olmuştur. 1995’te kurulan Cem Vakfı önemli Alevi kurumlarından birisidir. Her türlü eleştirinin dışında Cem Vakfı çok önemli işler de yapmıştır. Bu işlerin en önemlilerinden birisi de hiç şüphesiz 2005 yılında başlayan süreçte Zorunlu Din Derslerine ilişkin olanı ve bu derslerde Alevilikle ilgili uygulamaların olmaması ve ülkemizde cemevlerinin bir ibadethane olarak elektrik kullanımından muaf olmaları yönündeki çalışmalarıdır. Vakıf yılmadan, usanmadan bunu takip edip, kararlı tutumunu sürdürerek, 2014 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden çok önemli bir kararın çıkmasını sağlamasıdır.

Cem Vakfı, cami, kilise ve sinagogların yararlandığı elektrik faturasından muaf olma uygulamasının cemevleri için de geçerli olması için Türkiye’deki mahkemelerine başvurmuş ancak sonuç alamamıştı. Cem Vakfı söz konusu yargı kararını 2010’de AİHM’e taşımıştı.

Cem Vakfı’nın yaptığı başvuruyu ilk olarak 2014 yılında karara bağlayan AİHM, Türkiye’de Alevi cemevlerine ayrımcılık yapıldığına hükmetmişti. AİHM, İstanbul Yenibosna’daki Cem Vakfı’nın açtığı davada Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14’üncü maddesini 9’uncu maddeyle bağlantılı olarak ihlal ettiğine karar vermişti.

18 Ocak 2015 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin itirazları da reddedilerek, AİHM’nin Aleviler lehine verdiği kararı kesinleşmiştir.

Buna göre; 16 Eylül 2014, AİHM’nin verdiği kararla, Cem Vakfı’nın AİHM’de açmış olduğu üç davadan,  “Zorunlu Din Dersleri ve Müfredatın Taraflılığı”  ve “Cem Evlerinin elektrik paraları” ile ilgili olan iki dava oy birliği ile Vakıf lehine alınan kararlar ile sonuçlandı.

2005 yılında 1905 kişi ile başlattığı “Din Dersi Davası”da mahkeme Cem Vakfı’nın lehine verilmiş, Mahkeme “zorunluluk konusunun” teamüllere ve “İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması”na ilişkin sözleşmeye aykırı olduğu gerekçesi ile Türkiye’yi uyararak, müfredatların bugünkü halleri ile yansız olmaktan çok uzak olduğunu karar altına almıştır.

(16 Eylül 2014’te alınan 21163/11 sayılı AİHM kararı.)

 

Sonuçta;  Türkiye’nin de yasaları gereği, kendi uyguladığı hukuk hükümleri gibi, uygulamakla yükümlü olduğu yargı kararlarından birisi ve aslında önceliği de olan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıdır. Türkiye AİHM üyeliğini kendi rızasıyla kabul etmiş, onun bir üyesi olarak, alınan kararları uygulamakla mükelleftir. Fakat birçok konuda olduğu gibi hukukun hiçe sayıldığı ülkemizde, bugünkü iktidar, bu konuda da ayak diretmekte, AİHM kararlarını açıkçası uygulamamakta bu konuda ayak diretmektedir.

Türkiye’nin bir ayıbı olarak Cemevleri konusu, cemevlerinin elektrik giderleri konusu uluslar arası bir tartışma konusu olmuş, bu ülke kendi vatandaşlarına ayrım yaptığını kabul etmeyerek, sorunları gidermeyerek kendi önünü karartmaktadır.

Alevilerin ibadetlerinin cem, ibadethanelerinin cemevi olduğu tüm dünyaca kabul edilmiş durumdadır. Bugün bu ülkeye hâkim olan zihniyet bunu yok sayarak, evrensel insan haklarını ihlal etmektedir. Verilmesi gereken mücadele bu mücadeledir. Bu aslında tüm Türkiye’nin mücadelesidir. Bu; bir hak ihlallerinin önlenmesi, hukuk ve evrensel insan hakları, insan inanç özgürlüğü meselesidir.

İşin dinle, mezheple, siyasi parti ayrımlarıyla bir ilgisi yoktur.

Alevilerin kazanılmış olan bu hakları almaları konusunda aydınlatılmaları, her konuda olduğu gibi bu konuda da yekvücut olmaları gerekir.

 

Türkiye’de belediyelerle de ilgili Alevilerin çok ciddi bazı sorunları var.

Ülkemizde uzun zamandan beri belediyeler cemevleri yapıyorlar, cemevlerini ibadethane olarak tanıyorlar, bazıları zaten elektrik, su giderlerine katkıda bulunuyorlar, dedelere, cenaze yıkayacak hocalaşmış dedelere, inanç hizmetlisi hocalara, görevlilere maaş veriyorlar. Bunu bazen de cemevleri yönetimleri halktan gizliyorlar ki, biz çok mağduruz, edebiyatı yapmaya devam etsinler, halktan ne toplayabilirlerse, bütçelerini oluştursunlar. Kendilerince mantık ürete ürete, cemevi yönetimleri iyi bir ticari işletmeci mantığına da sahip oldular, belediyelerle, çıkar için görüşmemeleri gereken devlet kurumlarıyla da içli dışlı oldular,  bu zaman diliminde.

Efendim, sözü kısa kesemiyorum; belediyelerin kendi yapıp sözde Alevilere, Alevi kurumlarına tahsis ettiği hemen tüm cemevlerinde bazen açık olarak dillendirilen, bazen örtülü olarak söylenen şekliyle çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bunlar fazla konuşulmuyor.

Haydi, Alevi medyası bunlara da parmak bassın, sosyal medya da yazsın bunları…

İzmir, İstanbul, Ankara’da, örneğin Çankaya Pir Sultan Abdal Cemevi’nde gördüklerimiz yetiyor.

Peki, bu konuda neler oluyor?

Bir kere birçok örnekte olduğu gibi belediyeler yaptıkları, yapılmasına vesile oldukları cemevlerine her an müdahale ediyorlar/edebiliyorlar. Her şeyden önce belediyelerin yaptırdığı birçok cemevi “cemevi” olarak yapılıp bir Alevi kurumuna devredilmiyor. Belediye ne hikmetse sözde Alevilere iyilik yaptığını iddia ederek, bir bina yapıyor ama yaptığı bina üzerinde hak iddia ediyor. En azından yönetimde mutlaka kendi personelinin olmasını istiyor. Bunun dışında, cemeviyle ilgisi olmayan çeşitli birimler için binanın belli bir bölümünü kendi kullanımına ayırıyor. Yani adı cemevi olan bina bağımsız bir “Alevi inanç – kültür- ibadet” merkezi olamıyor. Orası sosyal bir tesis oluyor. (Gerçi, yaşlıların gelip uzun süre zamanlarını geçirdikleri, aş verilen ve cenaze kaldırılan tüm cemevleri bir sosyal hizmet birimine dönüşmüş durumdalar ama neyse o da ayrı bir yazı konusu).

Düşünün üç katlı bir bina, birinci kattaki odalar belediyenin bilmem hangi kurslarının hizmetinde, tümüyle dışarıdan insanların kullandığı bir halk kütüphanesi, belediyenin maaşını kendisinin verdiği kendi hizmetinde bazı elemanlar… Bu bina bağımsız tam bir Alevi-Bektaşi inanç merkezi olabilir mi?

Burada Aleviler – Bektaşiler gelip kültürlerini özgürce, tam olarak yaşabilirler mi?

Elbette belediyeler sağ olsun, var olsunlar… Elbette belediyenin hizmeti halkın hizmetidir. Ama burada Alevi kimlikli insanlara yapılan sözde bir hizmet varsa, o bina tümüyle o inançtan insanlara tahsis edilmeli, belediye de kendi üzerine düşen bir görev varsa, bunu yerine getirerek, onlara yardımcı olmalıdır. Zaten sözde ben cemevi yaptım deyip, insanlara yanlış bilgi vererek, bir yandan Alevileri kullanıp, diğer yandan da, buraları belediyenin bir birimi olarak kullanmak hangi akla, mantığa sığar?

Ankara Çankaya’da Sayın Deniz Baykal ve Sayın Prof. Dr. İzzettin Doğan birlikte bir cemevi temeli attılar. Burada akıl almaz bir büyük sorun yaşandı, bu tüm medyaya yansıdı. Çankaya Belediyesi ve Cem Vakfı mahkemelik oldular. Çankaya belediyesi çözümü aylar süren ve büyük masraflarla yaptığı cemevi temelini yıkmakta buldu. Sonra yine kendisi bir cemevi yaptı: “Pir Sultan Abdal Cemevi” dedi adına. Ama orası belediyenin kendi uhdesinde, hiçbir Alevi kurumuna teslim edilmedi. Zaman zaman cem yapılsa da, oradaki personelin parasını belediye verse de, orada ne yapılıyor, nasıl bir faaliyet var bunu bilen varsa buraya lütfen yazsın…

İstanbul Maltepe Gülsuyu’nda uzun yıllar boyunca büyük emekler verilerek yapılan bir Cemevi var. En son Maltepe Belediye’si doğrudan olaya müdahil oldu. Bir zamanlar silahların bile çekildiği bu yapı nasıl hizmet verecek, nasıl bir yönetim belirlenecek bilen varsa lütfen buraya yazsın.

Cem Vakfı çok büyük fedakârlıklarda bulunarak, İkitelli’de büyük bir cemevinin yapılmasına vesile oldu. Ama siyasete bulaşmış bu cemevinin başkanı, Cem Vakfı’nı da, halkı da kandırarak, bir entrikayla, belediye meclis üyeleriyle yaptığı çok özel görüşmelerle, sonradan kurduğu paravan bir derneğe bu cemevinin yönetimini devretti. Doğruya doğru söylemek gerekir, ben de çok iyi biliyorum, orası Cem Vakfı sayesinde yapıldı. Şimdi Cem Vakfı’nın bazı yöneticilerinin da aymazlığıyla elden çıkan bu cemevindeki entrikada belediye meclis üyeleri niçin tarafsız olamadılar, taraf tuttular, bunu bilen varsa lütfen yazsın.

Beşiktaş Cemevi, Cem Vakfı sayesinde var oldu. Sonradan siyasete çok meraklı cemevi başkanı, Beşiktaş Belediyesiyle giriştiği bir iş birliğiyle bu cemevini Cem Vakfı’ndan kopardı, bağımsız bir birim yaptı, hani Sedat Peker ağırlanmıştı ya, işte o cemevi, hatırladınız mı? Bunun ayrıntısını bilen varsa buraya lütfen yazsın.

En son Bakırköy’de (Yenibosna’da) yeni yapılan, lüks rezidansların gölgesindeki cemevine bir lokmaya gitmiştim. Mütevazı, çevre düzenlemesi biraz daha iyi yapılırsa halka iyi hizmet verebilecek bir yer dedim, kendi kendime. Evet, yine belediyemiz bir hizmet binası yapmış,  hepimizin gidip yararlanması da gereken bir kütüphanesi,  temiz tuvaletleriyle, salonuyla güzel küçük bir yapı. Fakat burası belediyenin bir kültür binası, üzerinde “cem – kültür evi” dense de, içinde bir cem salonu da olsa burası bir cemevi değil. Hayır, diyen varsa lütfen buraya yazsın.

Nereye geldik?

Sevgili dostlar, hangi parti olursa olsun, hangi belediye olursa olsun, Alevilerin haklarını, sorunlarını, isteklerini ne tam algıladıklarını, ne de kendi dünya görüşlerinden, siyasi beklentilerinden bağımsız olarak çözmek istediklerini maalesef göremiyoruz.

 

Alevi - Bektaşi toplumunun kendi içlerinde sadece kendilerinin çözmeleri gereken devasa sorunlar var, eyvallah. Bunu zaten en ince ayrıntısına kadar dile getiriyoruz. Bu konuda Aleviler, Alevi kurumları, Alevi aydınları, dedeler, babalar, ozanlar en ufak bir eleştiriyi saldırı olarak kabul edip buna yersiz tepkiler verebiliyorlar. Eleştiri kültürü gelişmemiş ona da eyvallah. Ama Alevilerin bu dağınıklığından, bu parçalanmışlığından yararlanmak da hiç ahlaki değil. Partilerin de, hangi partiden olursa olsun belediyelerin de şu anda yaptıkları bundan ibarettir. Partiler, gösteriş, şov, oy hesabı, denge politikası güderek bu meseleye de diğer meselelere baktıkları gibi bakmaktadırlar.

Alevilerin - Bektaşilerin tarihler boyunca yaşadıkları travmaları, derin sorunları, açmazları görüp – çözmekten uzak bir zihniyete sahip oldukları anlaşılıyor.

Belediyeler de işlerine geldikleri gibi insanları kullanmaktadırlar.  Doğru dürüst akademisyenlere danışmadan, bu işin uzmanı kişilere danışmadan, günlük politik hesaplarla bu olaylara yaklaşmaktadırlar.  Daha doğrusu bu on milyonluk “çantada keklik” kitle için partilerde, belediyelerde ciddi bir birimin oluştuğunu da göremiyoruz. (Zaman zaman sözde bazı “tarihçi – yazar – uzman” yalaka tipler belediyelerde tanıdıkları yöneticilerin, başkanların çevresinde menfaat için pervane dönseler de, kendi kişisel menfaatleri için orada bulunanların gayretleri  bu toplum için bir şey ifade etmiyor.)

Kurum başkanları, dedeler, hocalar, ozanlar, âşıklar, semahçılar; siyasiler ve belediler tarafından birer figüran olarak kullanılmaktadır.

En az on milyonluk bir Alevi - Bektaşi kitlesi içinde geleneksel olarak ve çağa yanıt verebilecek hangi inanç önderleri var, bu toplum gerçekten tam anlamıyla ne istiyor, en önemli sorunları nelerdir, bunlar nasıl çözülebilir? Sorulanının yanıtları yerine, eşler – dostlar alış- verişte görsün, sabah erken kalkan bir dernek kuruyor, birden bire, kıymeti kendinden menkul,  o derneğin bir dedesi (“dedecik” demeliyiz), yazarı peydah oluyor, bir şark kurnazı (zaten Alevi kurumlarına yarar kadar zarar da veren) sözde bir üniversiteden bir akademisyen danışman bulunuyor, oh ne ala… Kapı kapı dolaşıp koltuklarının altında hiç bitmeyen, ne hikmetse hep aynı projeler, devlet birimlerini, partileri elbette belediye başkanlarının kapılarını arşınlıyorlar. Konumuz gereği belediyeler de, işine gelene kesenin ağzını açıyor, işine gelmeyene kapatıyor, bir de neye hizmet ettiği tam bilinmeyen yok toplantılar, sempozyumlar vs. de yapılmaz mı, demeyin gitsin? Bu konuda hangi bilir kişilere danışılıyor, hangi kurumdan görüş alınıyor bilinmez. Diyeceksiniz ki, Ayhan Aydın çelişme kendinle nerede o tarafsız kişiler, nerede o danışılacak kurumlar? Ona da eyvallah…

 

Sonuç

Kemal Akgün hocamızın çok özet bir şekilde belirttiği gibi olay hedef saptırılması meseledir. Belediyelerin yaptırdığı cemevlerinde yukarıda birkaç çarpıcı örneğini vermeye çalıştığımız gibi çok ciddi sorunlar da yaşanmaktadır. Belediyelerin aldıkları göstermelik kararların bir geçerliliği yoktur. Tüm Alevi - Bektaşi toplumunun, şunu – bunu bırakarak, aralarındaki kısır çekişmelerden kurtulup belli hedefler doğrultusunda ilerlemeleri zorunludur. 

Aleviler – Bektaşiler hangi konuda ne yaparlarsa yapsınlar, hiç değişmeyen bir gündemleri olarak gençlerin, dedelerin eğitileceği, konuyla ilgili insanlara ciddi hizmet verecek bir bilim – araştırma merkezi kurma hedefi her zaman olmalıdır, Aleviler – Bektaşiler bunu her daim önlerine koymalılar.

Bugün ki iktidar, her yola başvurarak başta cemevlerinin yasal statüsü olmak üzere, Alevilerin – Bektaşilerin haklarının vermemek için ayak diretmekte büyük mücadele vermektedir.

AİHM kararlarına rağmen bu konuda olumsuz tavrını sürdürmektedir. Herkesin bu konuya odaklanması gerekir. Bu konuda çok kararlı olmak gerekir, sağa – sola sapmanın lüzumu yok şu anda…

Menfaat için iktidara yakın birçok kurumun türediği, “Milliyetçi Alevi Bektaşi Kültür Dernekleri” adıyla yeni yeni yapıların hortladığı, İran’ın desteğiyle Alevilerin gerek Türkiye’de gerek Avrupa’da bağrına giren “Caferi (Şii) Oluşumların” cirit attığı (bu yapıdan bazı kişiler, Avrupa’daki derneklere çağrılıyorsa durum daha iyi anlaşılır. Çünkü onlar bir İŞİD’ci gibi konuşmaktadır,  Hz. Ali’nin kılıcı adam kesmeyecek, şimdi de yoldan çıkanlara kesmeyecek de ne yapacak?” demektedir.

Çıkar için mevcut bir Serçeşme Vakfı varken, bir alternatifini kurup ne kadar sahtekâr, dönmüş, çıkarcı insan varsa yanına alarak yine Avrupa’da da yandaşlar bulup sözde “Yol - Erkan, Alevilik” adına, sözde “Alisiz Aleviler Karşı” bölücülükler yapılıyorsa durum çok ciddidir.

Alevi - Bektaşi Yolu yüzyıllar boyunca kendi değerleriyle bugüne kadar gelmiştir.

Bugünün şartlarında yaşadığı sorunların üstesinden gelememesi mevcut sistemin ve bu sistem içinde bocalayan Alevi - Bektaşi toplumunun daha doğrusu bu topluma gerçek önderlik yapmak yerine menfaatleri için ortalığı dolduran sözde ileri gelen kesimin bir sorunudur. Aleviliğin Bektaşiliğin gerçek anlamda böyle bir sorunu yok yani tabanda birlik var, üst çatıda çıkar çatışmalarından dolayı çatlak var.

Bilemiyorum, 500’dan evvelki bir zamanda yani diyelim 600 yıl önce,  “müsahiplik”, Osmanlı – Safavi çatışmasından sonraki dönemdeki yani Alevilere büyük baskıların olduğu dönemdeki kadar yaygın mıydı? Belki değildi. Alevilik – Bektaşilik içindeki bazı kurumlar, zamanla değişir, farklılaşır demek istiyorum. Bugün karşılaşılan sorunlara çözüm bulmak bu toplumun öncülerinin sorunudur, yani bu inanç mensuplarının sorunudur. Bu konuda da temel değerlere, tarihe bakmak lazım.

Bu büyük öğreti sorunlarını zaman içinde nasıl çözdü, bugüne nasıl geldi? Bunlara bakmak lazım.

Bu büyük öğreti, inanç, kültür ne derseniz deyin Alevi - Bektaşi Yolu kendisini ebetteki geleceğe de bir yolla aktarılacak.

Cem, Cemevi, Dede – Baba/ Âşık- Ozan… İşte bunu yine Alevilerin Bektaşilerin kendileri sağlayacaktır. Bugüne kadar dedeler – babalar- ozanlar bu yola çok büyük hizmet ettiler, bu yolu buraya getirip, bel kemiğini oluşturdular.

Ama görüyorum ki, bugün artık çıkar için devletin dedesi olmaya hevesli, aldığı üç kuruşla bir kurumun, bir belediyenin dedesi olmaya evrilen, bir kısmı Diyanet’in paralı kadrolu elemanı olmaya hazır ve nazır bu tipler Alevi - Bektaşi toplumunun en büyük açmazlarından birisi olacaklar?

Devlet, partiler, belediyeler bu kitlenin isteklerini, beklentilerini gidermekle mükellefseler, onların içlerine karışmadan, onlara danışarak, en akılcıl, politik olmayan yollarla bunu yapmalılar. Yani yöneticilere düşün, Alevi Bektaşi toplumunu anlamak, sorunlara çağın gereği çözümler bulmaktır. Bu konularda eğer sorunları arttıracaklarsa, bu meselelere hiç karışmasınlar daha olur belki de…

 

Alevilerin yüzyıllardır, inançlarına bağlı olarak uygulaya geldikleri ibadetlerinden birisi hiç şüphesiz cem'dir. Eskiden "cemevi, büyükdam, meydan yeri" gibi çeşitli isimlerle anılsa da cem yapılan ibadethanelerinin bugünkü ismi cemevi'dir.
İnanç önderleri, "dede, ana, baba, derviş, zakir, on iki hizmetli gibi" isimlendirilen canlardır. Aleviler Bektaşiler bunu çok biliyorlar. Gerisi aslında bu topraklara tarihler boyunca hakim olan, yok sayıcı karanlık zihniyetin ürünü olarak bugün siyasetin konusuna girmiş herkesi geren konulardır. Üstelik en önemlisi her zaman olduğu gibi insanlar ve Aleviler boşuna yoruluyorlar. Türkiye'nin de kendi kanunlarının da buyurduğu gibi, uymakla yükümlü olduğu AİHM'nin aldığı kararla da cemevleri Alevilerin ibadethaneleridir. Bu büyük gerçek göz ardı ediliyor, unutuluyor. Bu Türkiye'nin hak tanımaz, mezhepçi politikalarına uluslararası boyutta verilen bir yanıttır.
Bu yurt, bu ülke hepimizin ama Türkiye hemen her konuda maalesef vatandaşları arasında ayrımcılık yapmaya devam ediyor.
Aleviler bir olup, haklarını, çok daha gür bir sesle, hep birlikte almanın mücadelesi kararlılığından vazgeçmeden yollarında yürümelidirler, gerisi boş laftır.
Belediyelerin aldıkları - alamadıkları kararlara bakmak zaman kaybıdır. Zaten belediyelerin, tüm siyasi partiler gibi bu konudaki karneleri de çok iyi değildir.
Her daim olduğu gibi gün birlikte mücadele etme günüdür.
Belki böylece aynen 1240 yılında Babailer İsyanı'nın dağınık Alevi guruplarını bütünleştirmesi gibi, günümüzde saçma sapan nedenlerle Aleviler - Bektaşiler arasında yaratılan yapay farklılıklar da geride kalır, kim bilir?
Yek vücut mücadeleye devam...
Sürç-i lisan ettiysek aff’ola…

Aşk ile, muhabbet ile...
Muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın

19 Ocak 2020

 

 

Eksik Kalmasın

KAKAİLER SÖYLÜYOR, ALMANYA, 29 Eylül 2019
Almanya'da, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyon'unun "Yol Bir Sürek Binbir" Etkinliğine katıldıktan sonra, bir davet üzerine Demokratik Alevi Federasyonu'nun bir söyleşisine katıldık. Alevi Dernekler Federasyonu Başkanı ve Garipdede Cemevi Başkanı Sayın Celal Fırat, Gazeteci - Televizyoncu Hüseyin Kelleci ve uzun yıllardan beri Alevi Tv. Kanallarında Yöneticilik, Muhabirlik ve birçok görevde bulunan çok sevgili Şükrü Yıldız'ın da konuşmacı oldukları etkinlikte, Irak'tan gelen Alevi topluluğu Kakailer kültürleriyle ilgili konuşmalar yaptılar. Genç bir Kakai sanatçı ve Almanya'da yaşayan sanatçımız Cemo Doğan birlikte çalıp söylediler. Ben de bunları cep telefonuyla kaydettim. Ne yalan söyleyeyim, yönetimin ve orada bulunan çok sevgili canların bize gösterdikleri ilgiden çok mu çok etkilendim ve duygulandım. Dahası Avrupa'da, inanç, kültür ve araştırma konularında, birilerinin hala yok saydığı, küçümsediği KÜRTLERİN en büyük ilgiyi ve alakayı gösterdiklerini gözlemledim.
Aşk ile ilginize muhabbetlerimle...

Ayhan Aydın

 

Seyyid Dursun Doğanay Dedemizi - Ozanımızı sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz... Işıklar içinde yatsın...

CEMEVİ OKULDUR

Cemevi okuldur, dede rehberdir,
Erenler orada, kelam öğrenir
Muhabbet içinde, mutlu bir yerdir
Erenler alışır kelam öğrenir

 

Vicdanın sözüne kulak verince
Laiklik özgürlük kutsal görünce
Ezene karşı tavır alınca
Rahmana yaklaşır, kelam öğrenir

 

İtibar edilmez, yalan çıkara
Olaylar çıkaran, gidilir dara
Kanunlar hak ile bulunca ara
Uygarlık paylaşır kelam öğrenir

 

Lokmalar ortaktır aynı herkese
Dualar okunur olmaz hadise
Uyulur nizama birlik nefese
Rızaya alışır kelam öğrenir

 

“Seyit Dursun” sevgi saygı olunca
Uyarlar birliğe meydan dolunca
Namazlar öğüttür, bir pay alınca
Nedenler sorulur kelam öğrenir

Seyit Dursun Doğanay


Yüreğine sağlık... Biz söyleyince etkili olamıyoruz. Gören gözler görüyor... Belediyeler Cemevlerini tanısa ne olur, tanımasa ne yazar? Bilinci kapanmış bazı dedelere, bazı kurum başkanlarına, hiç sesi çıkmayan kimi bazı Alevi yazarlarına duyurulur...

 

Alevi - Bektaşî toplumu,
Devlet himayesinde- emrinde, paralı; ne Dede, ne Baba, ne ozan, ne zakir... Hiç kimse istemiyor.

Öyle değil mi? Yazın öyleyse...

 

Şair, çevreci, adalarda hayvanların yolunu beklediği Raşit Kara'yı sevgi, özlem ve muhabbetle anıyoruz...

 

Evde erkek varken, kadının karakola gitmesi ne demek, burası Türkiye... Müge'ye bak, Müge'ye... Ucuz kahramanlar ülkesi... Karşındakine diş geçirebilirsen saldır dur artık...

 

Barış Aydın

29 Ocak 2020

BARIŞ AYDIN’LA AVRUPA’DA – FRANSA’DA- YAŞAMAK ÜZERİNE…

Yazar Barış Aydın’la yaklaşık 30 yıl yaşadığı Fransa’da ve Avrupa’daki yaşamı konuştuk. Barış Aydın her zaman Türkiye’yi, İstanbul’u hele de 1 Mayıs Mahallesi’ni hep sevmiş, hep buraya bağlı kalmış. Ama neden? Kendisiyle yine çok mu çok sevdiği ve yaşamın sürdürdüğü 1 Mayıs Mahallesi’nde hala apartmanlaşmamış, hele de rezidansların gölgesinde bahçeli gecekondusunda sevgili eşiyle yaşamını sürdüren Barış Aydın’la Avrupa’yı konuşmak çok hoştu.

Cafer Doğan Dede

29 Ocak 2020

Çok uzun yıllardan beri tanıdığım, Alevi Yolu'nun gerçek hizmet ehli canlarından, büyük fedakarlıklarla Pir Sultan Abdal örgütlülüğünde çok önemli gayretleri olmuş, bir can insan Cafer Doğan Dede ve çok sevgili ana sultan ile 1 Mayıs Mahallesi'nde 2 saat süren uzun soluklu bir söyleşi yaptım. 80 yaşındaki çınarımıza, ana sultana ve tüm ailesine sevgi, saygı, sağlık ve mutluluklar diliyorum...

 

Niye Taş Atarsın Aslını Bilmez

Niye taş atarsın aslını bilmez
Hiç olmazsa insan diye gör beni
Eğriyi bırakıp doğruya gelmez
Bilmiyorsan bilenlere sor beni

 

İçimde var oldu koca kâinat
Kardeş olalım gel eyleme inat
Akıl kılavuzum mürşidim Ahmet
Gönlünü kapamış görmez kör beni

 

Kâbe bende Kuran bende Hakk bende
Benzin döküp insan yakmak yok bende
Kâinatı saran sevgi çok bende
Daha neden görürsün ki hor beni

 

Ne o ırkı ne bu ırkı ne Habeş
Dünyayı eyledim kendime kardeş
Yusuf’un dostudur namuslu herkes
Namussuza eğersin ki zor beni

Yusuf AYDIN

 

(Gümüşhane Şiran Yeniköy'den Halk Ozanı Yusuf Aydın
Fotoğraf: Ayhan Aydın
Sonsuz Sevgi, Saygı ve Muhabbetle Anıyoruz...)

 

SÖYLE SEVDA İÇİNDEKİ TÜRKÜLERİMİZİ

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

 

Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?

 

DÖRT YAPRAKLI YONCA

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Oynamamız bundandır.
Kara toprakla binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Bundandır sevmemiz
kiraz ağaçlarını.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Kardeşliğimiz bundandır
Mavi sularla binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Bundandır inanmamamız
Kocaman bombalara.

 

YALNIZLIĞIM

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım,
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir,
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım.
Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa,
Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi
Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi,
Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa.
Bir camın arkasında açılıyor güllerim,
Havuzum pırıl pırıl… yıkar bakışlarımı.
İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı;
Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim
Rüya rüzgarlarında bir yaprak yalnızlığım
Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde
Belki bu mısralarım esecek gönüllerde
Fakat herkese uzak kalacak,yalnızlığım.


 

Bir karşılık beklemeden, büyük bir özveriyle hizmetlerimiz hep devam etti...

AYHAN AYDIN’LA GELENEĞİ YAŞATANLAR EKİN İDİK OLDUK HARMAN CAFER DOĞAN (PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ YÖNETİCİLERİNDEN DEDE / DEVRİNİN TANIĞI BİR CAN İNSAN)

Yaklaşık otuz yıldır tanıdığım ve İstanbul'da Pir Sultan Abdal örgütlenmesine, cemevleri yapımına büyük emekleri geçmiş çok sevgili Cafer Doğan'la Ümraniye'deki evinde bir söyleşi yaptım. Geçmişten günümüze Alevi kurumlarını, cemevlerini, Pir Sultan Abdal Örgütlülüğünü konuştuk... Aşk ile, muhabbet ile... ÜMRANİYE İSTANBUL 29 OCAK 2020

 

Şahkulu

30 Ocak 2020

Dünyadaki en önemli Alevi - Bektaşi merkezlerinden birisi olan Şahkulu Dergahı'nda her perşembe günü olduğu gibi lokmalar dağıtıldı. Dergahta İstanbul Valiliği tarafından yapılan bina yapım çalışmaları devam ediyor. Yola Hizmet edenlere aşk olsun...

 

Bektaşi Dedebabası

31 Ocak 2020

Bektaşilik; yüzyıllar boyunca Anadolu ve Balkanlar başta olmak üzere geniş bir coğrafyada varlık göstermiş, Alevilik'ten koparılamayacak en büyük inanç ve kültür zenginliklerimizden birisidir.
30 yıldır hep söylediğimiz ve yapmaya çalıştığımız şey; bu önemli gerçeği vurgulamak, bazen çatışma- hakaret işitme pahasına bazı sözde Alevi dedelerine, hatta yazarlarına, sözde kurum başkanlarına bunu anlatmaya gayret etmektir.
72 millete bir nazarla bakma düsturunu savunacaksın, senin bir parçan olan Bektaşiliği yok sayacaksın, inanç merkezlerinden onları soyutlayacaksın, dudak bükeceksin, iki de bir onları hakir görücü sözler sarf edeceksin...
Kendi kendini, ufalayarak, değerlerini yok ederek, tarihin yok sayarak yok olma sürecindeki zavallı Alevilerim benim, zavallı geçmişim, zavallı biz yani...
Dedebaba Ali Haydar Ercan'a, hayatını bu işlere adayan Hakkı Saygı'ya sağlıklı mutlu yıllar dilerim. Yakın bir zamanda Hakk'a nail olan gül yüzlü gönül insanımız Halil Ölmeztürk'e de rahmetler diliyorum... (Ayrıca Haydar Ölmez Baba Sultan)

 

Sivas yanıyor,
İnsanlık yanmaya devam ediyor...

Yakanlar her geçen gün daha iyi belli oluyor...

 

Gökkubenin altında her yer ibadet yeridir... Yeter ki, gönül olsun, gönül coşsun...
Hep böyle saf kalsaydık keşke, 30 yılda cemevlerini yaptık ama cemlerin içindeki saflığı, özü, güzelliği yok ettik. Cemleri kalıplara döktük, vaaz veren hocalar, sözde dedeler türettik... Sonunda toplum olarak hep birlikte yozlaştık... (Antalya, Elmalı, Uçarsu Mevkii, 1998 veya 1999, Ayhan Aydın)

 

“DALGALAR, SİZİ KİM DURDURDU…”

Dalgalar, sizi kim durdurdu,
Kim vurdu sizi prangaya,
Kim yönlendirdi isyancı koşunuzu
Dilsiz ve aşılmaz bir havuza?
Kim bozguna uğrattı asasıyla
Bende umudu, neşeyi ve acıyı
Ve uyuşturdu ruhumdaki fırtınayı
Tembelliğin uykusuyla?
Essin rüzgârlar, coşsun dalgalar,
Ruhu öldüren kale yıkılsın!
Nerdesin ey özgürlük simgesi fırtına?
Kükre üstünde bu tutsak suların.
1823
PUŞKİN


(Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Seviyorum Sizi, Seçme Şiirler, (Rusça-Türkçe), Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi, Rusça Aslından Çeviren: Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Basım, 2014, İstanbul, 20. Sayfa)

 

BEN AĞLADIĞIM ZAMAN

 

Bu yürek bu acıları nasıl taşısın
Kimseler bilmiyor karanlığımı
Kimseler yüzüme bakmıyor
Yağmur gözlü çocuklar oturmuş mısralarıma
Yalnızlık
Sadık bir köpek gibi peşimi bırakmıyor

Benim düşmanlığım yalnız kendime
Hangi perona gitsem trenler kalkmış
Hangi çağrıya koşsam köprüler yarım
Acılarımdan kan damlıyor sabahlara
İçimde dağlar gibi büyüyor korkularım

Ben ki
Ateşler yakmak için gözlerinde insanların
Umutlarımı ellerimle sökmüşüm
Ve bir Erzurum kaması gibi yontup kalemimi
Beynime kâğıtlara dökmüşüm

Biliyorum
Bir sabah ezan sesleriyle beraber
Dudaklarımda nöbet tutan susmuşluğum
Kendini sokaktan sokağa atacak
Biliyorum
Ben ağladığım zaman bütün gemiler batacak

Muammer Hacıoğlu

(Muammer Hacıoğlu, P.K. 690 Beyoğlu, Bütün Şiirleri, Dönence Basım Yayın Hizmetleri, İstanbul)


Kaygusuz Abdal Anması

01 02 2020

Alevi - Bektaşi Kültür ve İnanç dünyasının en önemli temel yapi taşı isimlerinden, birçok eseriyle tarihe mal olmuş Kaygusuz Abdal, Karacaahmet Sultan Dergahı - Cemevi'nde anıldı.
İsmail Aydoğmuş'un yönetiminde, Selahattin Yalçıner'in oturum başkanlığında süren etkinlikte Dr. Zeynep Oktay Uslu, Adil Ali Atalay (Vaktidolu), Ayhan Aydın Kaygusuz Abdal hakkında bilgiler sundular.
Şair ve halk ozanları, yazarlar şiirleri- sazlı-sözlü seslendirdikleri nefesle geleneği yaşatma konusundaki isteklerini ortaya koydular.
Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.

 

Bu Vatan Kimin?
Bu vatan; yaşadığı bu yurt toprağını, sokaklarında çocukların özgürce koşabilecekleri, başını yastığa koyunca huzurlu bir şekilde uyuyabilecekleri, Toprak Ana'ya sonsuza kadar bedenini huzurlu bir şekilde teslim edebilecekleri bir ülkenin adıdır.
Bu vatan; dilini, kültürünü, inancını özgürce yerine getirmenin rahatlığıyla dostu, arkadaşı, hısım ve akrabasıyla buluşup, içinde hiç bir şüphe olmadan sohbet edebilme rahatlığının adresidir.
Bu vatan; hangi coğrafyadan gelirse gelsin, nece konuşursa konuşsun, hangi bayramları olursa olsun, tüm merhabalaştığı, elini sıktığı insanlarla kardeş olduğunu bildiği, bunu yüreğinde hissettiği memleketin adıdır.
Bu vatan; birbirine pusu kurulmayan, yağlı kurşunların hedef gözeterek planlı bir şekilde saydırılmadığı, insan hayatının en büyük ve değerli varlık olduğunu bilenlerin toprak parçasıdır.
Bu vatan; işte- emekte- alın terinin döküldüğü her yerde, adaletin ve hakça bölüşümün olduğu namuslu yöneticilerle yönetilen bir coğrafyanın adıdır.
Bu vatan; aydınlarına, devrimcilerine, gençlerine, bu ülke için namuslu bir şekilde çalışan, hangi görüşten olursa olsun herkese kol kanat geren, onları özüyle kucaklayanların ülküsüdür.
Bu vatan; binlerce yıllık yeryüzünün en büyük kültür ve medeniyet merkezi olabilmiş uygarlıklar beşiği olmanın gururunu herkesin yaşayabileceği, kainattaki en istisnai bir kültür köprüsünün ismidir.
Bu vatan; Alevisiyle - Sünnisiyle; Kürdüyle - Türküyle, Ermenisi, Rumu, Lazı, Çerkesi, Çingenesi'yle, hangi kökenden, hangi inançtan, hangi dinden, hangi kültürden gelirse gelsin bir bayram yerindeymiş gibi sohbet edip, yarınlara güvenle bakıp, birbirlerine sarılabilecekleri bir ülkenin adıdır...
Bu birliğe benzin dökmeyin, çocuklarımızı tekrar tekrar ağlatmayın, nazlı seher uykularımızı zalim atlılarınızın, yezit ve faşist zihniyetlerinizin altında ezdirmeyin; Ey Firavunlar, Ey devri batasıcalar, Ey insanlıktan nasibini almamışlar...
Yeter oldunuz sizler, bize kahrınız, zulmünüz yeter oldu artık!
Bizi diri diri yaktığınız yetmez gibi, bizi tanımadığınız, yok saydığınız yetmez gibi; inanç mabetlerimizi kirli ayaklarınızla çiğnemeyin, bize kutsal metinler diye, bin yıllık kanlı tarihinizin kanlı fermanlarını öptürmeyin, ey zalimler...
Anadolu ve Rumeli'yi var eden; alp - erenlerin, gazilerin, velilerin, ozanların, ulu pirlerin gücü ve nefesi onların ilkelerinden ayrılmayanların yanındadır, onların güç kaynaklarıdır...
Bu bilinci yaşatanlara, bu aşk ateşine düşüp, sonsuza kadar ölümsüz olarak yaşayacaklara bin muhabbetlerimle...

 

Ayhan Aydın
2 Şubat 2020
Rumelihisarüstü, Sarıyer

 

Mazi

Dönmez yıldızların mavi sükûnuna,
Mavi çiçekleriyle rüyaların.
En eski günlere akmak, bir yıldız olup;
Ve işitmek çağırmasını göçen dünyaların.

Vaktiyle söylenmiş bir selam gibi duymak engini,
Sudan bir gül gibi açılmak, denizlerde.
Yaşamak, ağaçların mazisinde yaşamak,
Ve kalmak bulutların geldiği yerde.

Görmek, yıllanmış şarapları içerek;
Ve gitmek eski yıllara o eski rüzgârla.
Altın sonrasızlığın temposuyla yürümük;
Dinlemek, bir müziği dinlemek, akyalarınla.

Sevmek, rüyaların asırlarınca sevmek,
Ve kaybolmak hatıralar kaybolmuş diye.
Mazi, o mazi ki aşkın hatırasıdır.
Zamana temas eden ellerle uzanmak maziye.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

(FOTOĞRAF: Ayhan Aydın)

 

Geldiğimiz Son Durum

03 02 2020

 

Otuz yıldır Alevi - Bektaşî toplumunun içindeyim. Tüm hayatım bu yolda geçti. Yüzlerce kez ceme girdim, yüzlerce cemevinde, dernek ve vakıfta etkinliklerde bulundum. Tek bir kez bir çocuğun ve gencin başkalarını iterek, koşarak lokma almaya (yemek yemeye) doğru koştuklarını görmedim.
Ya tüm çalışmalarımı (çalışmalarımızı) yeniden gözden geçireceğim (geçireceğiz), ya da bu toplumun önemli bir kısmı şeker hastası (!), bunu anlayıp ona göre hareket edeceğiz.

 

İki Söyleşi

04 02 2020

Bugün üst üste iki söyleşiye katıldım. İlk sohbette İstanbul'un tarihi bir semti anlatılıyordu. Konuşmacı o semtte yaşayan her kesimden insandan bahsetti. Bir tarihi fotoğrafta geçen bir Alevi- Bektaşî ziyaret mekanını es geçti, Alevileri bir nevi yok saydı. Alevilere özellikle vurgu yapması gerekmezdi belki ama Alevi kökenli olan bu konuşmacı bir gezi rehberi, danışman olarak, dinleyici kitleye ve dayandığı kesime farklı bir kimlikle görünmek istiyordu belki de, yeri gelmişken bile Alevileri dile getirmedi.
Diğer konuşmacı ise zaten kendisini aşmış bir bilim insanı rahatlığıyla Alevi kültürünü konuşmaları içinde geçirerek, dinleyicilere olumlu ve teşvik edici mesajlar iletmiş oluyordu. Bu hocamız bilebildiğim kadarıyla Alevi değil.
İşte düşünmemiz gereken konulardan birisi de tip durumlar. Hâlâ kendi kökenini rahatlıkla dile getirebileceği ortamlarda- durumlar da bile bundan kaçınan Alevi kökenli sözde aydınlar ve Aleviliği farklı kesimlerden insanlara aktarmak için onu mutlulukla dile getirme sorumluluğunda olan aydınlar...
Aklıma bir anda kaymakamken, hatta bir Alevi kurumunda çalışmaya başladığı anda, Aleviliğini gizleyen, sonra çalıştığı kurumun da etkisiyle bizim oylarımızla milletvekili seçilen bir kişi geliverdi ne hikmetse...
Halimiz, ahvalimiz...

 

İnsanlar

04 02 2020

Şunu gördüm ki insanlar birbirleri için olmadık şeyler söylüyorlar, hatta yazıyorlar. Sonra ne mi oluyor? Yan yana, can cana gülücükler dağıtıyorlar, hatta dost oluyorlar. Buna birçok yazar, dede, baba da dahil. Belki ben de dahilim. Bu insanın doğasında mı var bilmiyorum ama ipin ucunu hayli kaçıranlar var. Aklı başında birçok insanı da aynı durumda görüyoruz. Ben onun yanına gitmem, şarlatanın birisidir diyor bir dedemiz bir bakmışsın yanına gitmem dediği yayıncıyla kol kola girip fotoğraf çekilmişler. Neresinden tutacağız bilmiyorum ki? Çocuklara ve gençlere mi bakmalıyız acaba bu konuda da. Daha naif, özünde kir, ön yargı, belli bir plan olmayan onlar mı bizden çok daha dürüstler abaca? Bence de öyle... Her konuda öyle... Dünyayı biz büyükler kirletiyoruz, her şeyimizle... Alevi önderi, sözcüsü, toplum mühendisi olan nice nice sözde Aleviliği yönlendirmek isteyen insanlar var. Bir arkadaşımız, bir başka dostumuz için o doktora yapmadan kendisini doktora yapmış gibi göstermişti, sahtekarın en önde gideni, demişti. Bununla yetinmemişti, başka bilim insanlarını da arayıp bu konuda onları bilgilendirmişti. Şimdi ise suçladığı kişiyi "beğeniyor". Bir dernek başkanı da birisi için "o var ya o, kesin Alman ajanı. Ülkeyi, Alevileri parçalamak istiyor", demişti, bunu herkesi yanında defalarca söylemişti, son derece Kemalist'tir bu sözünü ettiğim. Öbürü de bunu biliyordu. Bakıyorsun al külah ver tekke, kuzu sarması can ciğerler şimdi. Bir tiyatrocu, bir köklü ocak- tekke başkanına küfreder gibi yazı yazmıştı. Öbürü de ona neler söylemiş, yamaklık yapan bir başka işgüzarı bu tiyatrocu için neler neler yapmamıştı. Bir baktım Almanya'da o tiyatrocu ile öbür post dedesi yan yana, koyun koyuna. Bulgaristan'dan çok sevdiğimiz saydığımız bir dostumuz da yine Bulgaristan'a kadar uzanan Türkiye kökenli bir köklü ocak ve ocağın mensupları için yapmadığını- söylemediğini bırakmamıştı. Hangi çıkar onları şimdi buluşturdu, yan yana getirdi?... Çok çok uzatabilirim. Elbet kalkıp birileri de benim için neler neler söyleyip yazacaklar, yazmaya da başladılar, hepsine de eyvallah. Demek bu insanın doğasında var. Ama bu konuda, bu ilişkilerde nerede durmak gerekir, bunun sınırı nedir, bunu iyi ayarlamak gerekir sanırım sevgili dostlar? Hepimiz ilk önce kendi halimize bakarsak, aynada kendimize bakarsak ya keskin söyler söyleyip - yazmayız; ya da ilişkilerimizdeki seviyeyi koruruz. Bilmem ne dersiniz?

 

Okumak İsteyenedir Bu Yazım...
Bu Kafalar Bu İnancı Karartır...
Geleneği Yaşatanlar Konuşuyor...

 

05 01 2020

Son otuz yılına tanıklık ettiğim Alevi - Bektaşi dünyasında, siyasi, maddi, koltuk sevdalığı gibi beklentilerimiz hiç olmadı. Yaptığım istisnasız tüm işleri ilk önce bir yol aşkıyla yaptım. Çalıştığım kuramlar dahil ne devletten, ne üniversitelerden, ne de Alevi kurumlarından doğrudan bir katkı almadan bunları yapmaya gayret ettim. Şunu anladım ki sonuçta, bu toplumun istisnasız hiç bir kesimine yararlanmak mümkün değil. Bundan sonra yazılanlar çizilenler zerre kadar beni ilgilendirmeyecek. Bu otuz yılda, radyo ve televizyon programları dahil en az iki bin söyleşi yaptım. Tüm söyleşi yaptığım kişiler bu toplum içinden çıkan insanlardır. Çoğunluğu "Geleneği Yaşatan"lardır; dedeler, babalar, ozanlar, zakirlerdir. Bilim insanları, araştırmacılar, yazarlar nice nice insanlarla söyleşi yapıyorum/yapmaya da devam ediyorum.
Yeryüzünde bu kadar parçalanmış, parçalanmaktan mutlu olun bir toplumun, inanç kesiminin olabileceğini kesinlikle sanmıyorum. Onunla niye söyleşi yaptın, bununla niye söyleşi yaptın. Dedeler gerici, yazarlar bölücü... O derneği niye gittin, bu vakfa niye gittin. Bu saldıralar beni epey yoruyor ama çok daha vahim olan, bunları yapanların bunları artık bilinçli yaptıklarına inandığım şekliyle, bu yolu tümüyle bitiriyor olmalarıdır.
Bazı sözde kurum temsilcileri, yazarlar, dedeler, babalar işi gücü bırakmışlar, yine bir başka dedeyle, babayla, kurumla, bakış açısıyla savaşa girişmişler. Bu Aleviliği sistemli yok etme planlarıdır. Kendisini çok ustalıkla gizleyip ayrıştırıcı bir dil kullanarak, toplumun içine bölücülük tohumlarını atanlar artık toplum içinde iyice cirit atıyorlar. Bunlarla da zaman zaman uğraşmak gerekir ama bizim işimiz gücümüz, birilerinin çok çok iyi anladığı halde anlamazlıktan geldiği gibi, Alevi Bektaşi dünyasındaki temel aktörlerin görüş ve düşüncelerini, yaşam tecrübelerini kayıt altına almak ve aktarmaktır.
Toplum çıkara battığı için, TÜBİTAK'tan, bir üniversitenin projesinden, devlet, belediye kurumlarından hayli nemalandıkları için, herkesi kendileri gibi görüyorlar.
30 yıldır bu yolda çalışıyorum, hala işsizim, hala geçim derdindeyim, üç beş kitap satarak, bazı işler yapmaya çalışıyorum. Ama bunu toplum bile görmüyor, görmek istemiyor... Ben kimsenin, hiç bir kurumun adamı değilim.
Çünkü az çok adam olmak için gayret eden, gününü dolu dolu geçirmek isteyen bir araştırmacıyım. Hepsi bu....
Uzun yıllar önce Cem Dergisi'nde çok çok uzun bir söyleşi yaptığım Cafer Düzgünoğlu söyleşisini, kitaplarımdan satarak yıllık aidiyat borcunu ödeyip açtırdığım ve ücretsiz olan kişisel wep sitemden katip edebilirsiniz. İsterseniz de etmeyebilirsiniz. Dedelerle, babalarla, ozanlarla, zakirlerle söyleşi yapıyorum, bunları yayınlıyorum buna bile laf söyleniyor... Bu topluma Allah akıl fikir versin diyorum, ne diyebilirim başka...

Muhabbetlerimle..

 

Ayhan Aydın
www.ayhanaydin.info
söyleşiler - dedeler bölümü

 

Bir Fotoğraf Ve Anılar…

Yılların ardından... 30 yılına tanıklık ettiğim Alevi - Bektaşi dünyasında nice nice güzel canlar tanıdım. Cafer Doğan Dede özüyle bu yola hizmet eden can insanlardandır. Yıl 1994. Nefes Dergisi'nden anlıyorum o yıl çekilmiş fotoğraf. Alibeyköy mi acaba tam bilemedim. Yıllar su gibi akıyor, insanlar değişiyor, yapılar değişiyor... Önemli olan temel değerlerimiz yitip gitmesin, yok olmasın...

 

GENÇLİK PARKI'NIN ANILARI
Ankara'da Gençlik Parkı'nı gezerken, bir an 35 yıl önceye gittim. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarına doğru bir yolculukla çok güzel anılar canlandı ruhumda. Aynalı bir salon vardı mesala insanı uzun, kısa, çok kilolu gösteren aynalar...
Bir göl ki, sanki gerçekten bir büyük göl vardı da içinde kayıklarla yol almak gerçek maceraydı!
Biz çok mu büyüdük yoksa hayat, koşullar, dünya mı çok değişti?
Bir zaman Yahya Kemal Bayar'la bunları konuşarak dolaştık şimdi bize çok yapay gelen parkta...

 

Aleviler uyumayın, sizi yakanları iyi tanıyın, onları ödüllendirenleri iyi tanıyın... Bu bir şaka değil, oyun değil, düzenin ta kendisi onun bir tertibidir... Bunu iyi bilin... Korkmayın yalnız değilsiniz, gerçi semah duası verilmeden yemeğe koşmaya başladınız ama yine de sizler karıncayı incitmeyecek mazlum bir halksınız... Yeter ki derin uykulara dalmayın...

 

Mazi

Dönmez yıldızların mavi sükûnuna,
Mavi çiçekleriyle rüyaların.
En eski günlere akmak, bir yıldız olup;
Ve işitmek çağırmasını göçen dünyaların.

Vaktiyle söylenmiş bir selam gibi duymak engini,
Sudan bir gül gibi açılmak, denizlerde.
Yaşamak, ağaçların mazisinde yaşamak,
Ve kalmak bulutların geldiği yerde.

Görmek, yıllanmış şarapları içerek;
Ve gitmek eski yıllara o eski rüzgârla.
Altın sonrasızlığın temposuyla yürümük;
Dinlemek, bir müziği dinlemek, akyalarınla.

Sevmek, rüyaların asırlarınca sevmek,
Ve kaybolmak hatıralar kaybolmuş diye.
Mazi, o mazi ki aşkın hatırasıdır.
Zamana temas eden ellerle uzanmak maziye.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Otuz yıldır Alevi - Bektaşî toplumunun içindeyim. Tüm hayatım bu yolda geçti. Yüzlerce kez ceme girdim, yüzlerce cemevinde, dernek ve vakıfta etkinliklerde bulundum. Tek bir kez bir çocuğun ve gencin başkalarını iterek, koşarak lokma almaya (yemek yemeye) doğru koştuklarını görmedim.
Ya tüm çalışmalarımı (çalışmalarımızı) yeniden gözden geçireceğim (geçireceğiz), ya da bu toplumun önemli bir kısmı şeker hastası (!), bunu anlayıp ona göre hareket edeceğiz.

 

Şunu gördüm ki insanlar birbirleri için olmadık şeyler söylüyorlar, hatta yazıyorlar. Sonra ne mi oluyor? Yan yana, can cana gülücükler dağıtıyorlar, hatta dost oluyorlar. Buna birçok yazar, dede, baba da dahil. Belki ben de dahilim. Bu insanın doğasında mı var bilmiyorum ama ipin ucunu hayli kaçıranlar var. Aklı başında birçok insanı da aynı durumda görüyoruz. Ben onun yanına gitmem, şarlatanın birisidir diyor bir dedemiz bir bakmışsın yanına gitmem dediği yayıncıyla kol kola girip fotoğraf çekilmişler. Neresinden tutacağız bilmiyorum ki? Çocuklara ve gençlere mi bakmalıyız acaba bu konuda da. Daha naif, özünde kir, ön yargı, belli bir plan olmayan onlar mı bizden çok daha dürüstler abaca? Bence de öyle... Her konuda öyle... Dünyayı biz büyükler kirletiyoruz, her şeyimizle... Alevi önderi, sözcüsü, toplum mühendisi olan nice nice sözde Aleviliği yönlendirmek isteyen insanlar var. Bir arkadaşımız, bir başka dostumuz için o doktora yapmadan kendisini doktora yapmış gibi göstermişti, sahtekarın en önde gideni, demişti. Bununla yetinmemişti, başka bilim insanlarını da arayıp bu konuda onları bilgilendirmişti. Şimdi ise suçladığı kişiyi "beğeniyor". Bir dernek başkanı da birisi için "o var ya o, kesin Alman ajanı. Ülkeyi, Alevileri parçalamak istiyor", demişti, bunu herkesi yanında defalarca söylemişti, son derece Kemalist'tir bu sözünü ettiğim. Öbürü de bunu biliyordu. Bakıyorsun al külah ver tekke, kuzu sarması can ciğerler şimdi. Bir tiyatrocu, bir köklü ocak- tekke başkanına küfreder gibi yazı yazmıştı. Öbürü de ona neler söylemiş, yamaklık yapan bir başka işgüzarı bu tiyatrocu için neler neler yapmamıştı. Bir baktım Almanya'da o tiyatrocu ile öbür post dedesi yan yana, koyun koyuna. Bulgaristan'dan çok sevdiğimiz saydığımız bir dostumuz da yine Bulgaristan'a kadar uzanan Türkiye kökenli bir köklü ocak ve ocağın mensupları için yapmadığını- söylemediğini bırakmamıştı. Hangi çıkar onları şimdi buluşturdu, yan yana getirdi?... Çok çok uzatabilirim. Elbet kalkıp birileri de benim için neler neler söyleyip yazacaklar, yazmaya da başladılar, hepsine de eyvallah. Demek bu insanın doğasında var. Ama bu konuda, bu ilişkilerde nerede durmak gerekir, bunun sınırı nedir, bunu iyi ayarlamak gerekir sanırım sevgili dostlar? Hepimiz ilk önce kendi halimize bakarsak, aynada kendimize bakarsak ya keskin söyler söyleyip - yazmayız; ya da ilişkilerimizdeki seviyeyi koruruz. Bilmem ne dersiniz?

 

Tarihe Tanıklık Etmek... (1994)
Karacaahmet Sultan Cemevi'ne Dozerlerini Kim Dayamıştı?
İnsanlar sevgi halesi şeklinde inanç merkezlerine sahip çıkmıştı. Bin yıllın ezilmişliğinin öfkesi açığa çıkmıştı halkta, dozerleri görünce. Çok güzel duygulardı, saf, sudan berrak duygulardı, bizi kenetleyen. Şimdi yine de iyi oldu diyoruz yapılmaları ama cemevleri sadece cenaze kaldırılan, lokma (yemek desek daha iyi olur) yeniler yerler olmamalı... (Yazı ve fotoğraflar: Ayhan Aydın)

 

Karacaahmet’te
İnancı Uğruna
Direnen ve Dirilen Alevilik

Daha önce 17 Ekim 1990 tarihinde eski Anakent Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen’in oluru ile kullanım hakkı Karacaahmet Sultan Derneği’ne ait olan mekan üzerinde yapılmak istenen cemevi ve aşevinin bir bölümü 7 Eylül’de saat 00.03’de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi emriyle dozerle yıkıldı.
Sahiplerinden izin alınıp daha önce boşaltılan birkaç mezar üzerine yapılan binanın yıkılma nedeni, ruhsatsız olması. Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, İstanbul’daki tüm ruhsatsız binaları yıkacağını, camilerin de buna dahil olduğunu belirterek yıkımın gerekçesini anlatıyordu.
Fakat yüzyıllardır Alevi-Sünni milyonların kalbinde sevgiyle anılan, ziyaret edilen, Karacaahmet’e dozerleri gece yarısı indirtirken, hoşgörüsüzlüğünün darbelerini de Alevilerin kalbine, inanç mekanlarına indirmiş oluyordu.
O küstah tavrıyla da herkesten çok Alevi, demokrat, ilerici olduğunu söyleyen açıklamalarda bulunmaktan da geri kalmıyordu. Ruhsatsız olduğu için bir cami bile yıktığını söyleyen Erdoğan, yapılmak istenen mekanın mutlaka ama mutlaka yıkılacağını da her vesileyle tekrarlayarak yüzbinlerce Alevi’yi güya tehdit ediyor, sindirmeye çalışıyordu. Ama inançlarını yaşatma konusunda kararlı olan Aleviler, despot, hoşgörüsüz belediye zihniyetine gereken cevabı da vermesini bildi. Hem de en demokrat şekilde. Karacaahmet Türbesi’ni ziyaret eden binlerce kişi günlerce gece yarılarına kadar nöbet tuttu.
“Bizi öldürmeden burayı yıkamazlar” diyen analar, bacılar gericiliğe karşı direndiler.
Alevilik, Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren toplu kıyımlarla yok edilmeye çalışılmıştır. Yüzyıllar boyunca ücra dağ başlarına sürülen Aleviler, Devletin planlı sistemli Sünnileştirilme çabalarına karşı bugün de varlıklarını, inançlarını sürdürme mücadelesi vermektedirler. Refah Partisi’nin, Tayyip Erdoğan’ın yaptığı aslında kimi devlet yöneticilerinin yıllardan beri gizli gizli yapmaya çalıştığı Alevileri öz kimliklerinden soyutlayıp, sindirmek, Alevi inanç ve kimliğini yok etmek planlarının açıkça ve alçakça ifadesinden başka bir şey değildir. Binlerce camide, Sünni inancının propagandası yapılıp, Alevi-Sünni ayrımı körüklenirken, Sivas’ta geçen yıl insanları diri diri yakanların, gerici abileri tarafından yönlendirilen imam hatipli yurtlarda kalan dinci gençler olduğunu unutmayalım.
11 Eylül günü Türkiye’nin dört bucağından binlerce Alevi Karacaahmet Türbesi önünde toplanıp, görülmek duyulmak istenmeyen kimliklerini bir kez daha haykırdılar. “İnancımızı, Cemevimizi Kimse Yıkamaz”, “Şeriatçılara İzin Vermeyeceğiz”, “Yaşasın Demokrasi Laiklik”, “Yolumuz 4 Kapı 40 Makam”, “Aleviyiz, Alevi Kalacağız”.
Kanal D muhabirine verdiğim demeci burada yinelemekte fayda görüyorum: “Bu sene Hacı Bektaş etkinliklerine katılarak, Biz Aleviyiz, Biz Bektaşi’yiz diyen vatandaşlarımıza da bir şey demek istiyorum, size Alevi misiniz Bektaşi misiniz diye soran yok. Bu ülkenin birinci sınıf vatandaşlarısınız. Her vatandaşın sahip olduğu, hakka hukuka sahipsiniz. Sünni’siyle, Alevi’siyle, Caferi’siyle, Hanefi’siyle, Maliki’siyle bu inananlar bir bütündür diyen Süleyman Demirel’e sormak lazım; gerçekten de sizin Bektaşiliğiniz Hacı Bektaş Kasabası sınırlarını aştıktan sonra bitiyormuş, yıkılan şu duvarda bitiyormuş. Hiçbir sözünüzün inanılırlığı yokmuş ki yapımı için izin verilen bir inanç mekanına vurulan kanlı, çirkin darbelere karşı o soğuk bakışınızla bakıyorsunuz. Türkiye’de demokrasi, laiklik, inanç özgürlüğü, duvarlarda asılı levhalardan ibaret kalıyor.”
Birçok demokratik örgütlerin karşı geldiği yıkıma çok büyük tepkiler doğdu. Cemevi yıkımını siyasi bir gösteriş malzemesi yapan politikacılara da halk tepki gösterdi. Aleviliğin savunduğu hiçbir ilkeye sahip çıkmayıp, sorunlarına eğilmeyen siyasi parti temsilcileri, Karacaahmet Cemevi yıkımını Alevilere şirin görünmek için çirkin emellerine alet etmek istediler. Yazılı ve görüntülü medya da bir devlet bakanımızın açıkça söylediği gibi “bazıları sevdiği” için konuyu saptırıp, şov yaptılar, günlerce. Diğer günlerde hiçbir zaman tam tarafsız, Alevilerin haklı taleplerini dile getirmeyen medya, günlerce “şok haber” için Karacaahmet’te nöbetteydi.
Sivas’ta 33 kişinin yakılmasını alkışlayan gerici basın ise, tümüyle Alevileri karalayan, demokrasi ve laiklik düşmanı tavırlarını bu olayda da sergiledi. Haftalık Cuma Dergisi’nin 23-29 Eylül, 216 sayısının kapağı aynen şöyle: “Mezarlık üzerine cemevi cami arsasına Anayasa parkı: Zulmün Adı Devlet”. “Karacaahmet Sultan Derneği’nin yönetiminde bulunan bir çok insan Alevi kökenli komünist ve ateistlerdir.” (Cuma, sayfa 2)
Yıkımla ilgili Karacaahmet Sultan Derneği’nin görüşü ise şöyle:
“12 bin kayıtlı üyesi ve milyonlarca gönül üyesi ile Alevi toplumunun tarihi misyonunu yüklenmiş olan Karacaahmet Derneği’nin tesislerini yıkmak faaliyetlerini durdurmakla tahliye ettirmekle en büyük engeli aşıp şeriata biraz daha yakın olacağının hesabını yapan RP. partililer bir konuda yanılıyorlar.
Bu ülke Alevi’siyle, Sünni’siyle, Kürd’iyle, Türk’üyle hepimizindir. 20 milyon Alevinin yanı sıra 20 milyon da ilerici, demokrat ve laik Sünni kardeşlerimiz var. Her türlü ayrımcılığa karşıyız. Demokrasi ve laikliği sonuna kadar birlikte savunacağız. Belediyenin buradaki bu uygulamasını Alevi toplumunun inanç ve ibadet özgürlüğüne vurulmuş bir darbe olarak kabul etmekle beraber demokrasiye ve laikliğe de yönelmiş bir hareket olarak görüyoruz.”
Cemevi yıkımı öncesinde ve sonrasında bir araya gelen sayısız farklı dernek üyeleri de çeşitli ortak kararlar alarak bunları kamuoyuna duyurdular.
En son 18 Eylül günü toplanan 100’ün üzerindeki dernek temsilcisi, Alevilere yönelik baskının önlenmesi için örgütlenmenin artık kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu konusunda birleştiler.
Bağlarbaşı 7 Tepe Restoran’ta yapılan toplantıya Aleviliğin önde gelen temsilcileri katıldı. Toplantıda, Hacı Bektaş Kültür Der. Antalya Şubesi adına Hüseyin Yıldırım, H.B.V Derneği Kocaeli Şube Başkanı Eyüp Esen, H.B.V. Derneği Mersin Şube Başkanı Necdet Yıldırım, Hasan Dede Bld. Bşk. Malik Ejder, Ali Balkız, Pir Sultan Kültür Dernekleri Genel Başkanı Murtaza Demir birer konuşma yaptılar.
Konuşmalarda, Karacaahmet’e yapılan saldırının Aleviliğe, demokrasiye, laikliğe yönelik olduğu, ülkede faşizmin, şeriatın, gericiliğin her geçen gün arttığı vurgulandı. Toplantıda, Alevilerin ortak istekleri de şöyle sıralandı;
- Zorunlu din dersleri kaldırılsın.
- Diyanet’e akıtılan trilyonlar kesilsin, Diyanet kaldırılsın.
- Düşünce suçları kaldırılsın.
- Atatürk ve Laik Cumhuriyet düşmanlarına karşı tavır alınsın.
İstanbul Eski Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Karacaahmet’i ziyaretinde, olayın siyasal, toplumsal boyutta olduğunu, laik bir ülkede inançlara saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı.
21 Eylül günü bir röportaj yaptığımız Karacaahmet Derneği Başkanı Mehmet Başaran ise Cemeviyle ilgili son gelişmeleri bize şöyle anlattı: “Valilik bir kararla cemevi yapımının “Mezarlıklar Kanunu”na aykırı olmasından dolayı yapımın durdurulmasına ilişkin bir bildiride bulundu. Biz de valiliğin emrine uyarak, yapımı durdurduk. Bizler kanunlara her zaman uyan, sahip çıkan kişileriz. Herhangi bir tartışma ve çelişmenin olmasını tasvip etmiyoruz. Şu anda yeni Hasan Celal Güzel’le telefonda konuştum. Bizim yanımızda olduğunu söyledi. CHP, DSP, Cem Boyner, Ali Talip Özdemir sürekli bizi arayarak bizleri destekliyorlar.”
Karacaahmet’e direnen Alevilik, kimliğini haykıran Alevilik gericiliğin kendi üzerindeki sinsi oyunlarının boyutlarını Sivas’tan, Alibeyköy Cemevi yıkımından sonra şimdi daha net görerek, bir silkiniş, dirilişin zorunluluğunu tüm benliğiyle hissetti.

 

Ayhan Aydın, CEM DERGİSİ, YIL 4, SAYI 41, EKİM 1994

 

Gazeteci, güzel insan, kültürün - sanatın- tarihin- doğanın gerçek dostu, emektar bir yazar olan Musa Ağacık'ın "Musa'dan Beri" kitabı çıktı. Tüm dostlarımıza duyururuz... Okuru bol olsun...

 

4 Şubat

Bugün üst üste iki söyleşiye katıldım. İlk sohbette İstanbul'un tarihi bir semti anlatılıyordu. Konuşmacı o semtte yaşayan her kesimden insandan bahsetti. Bir tarihi fotoğrafta geçen bir Alevi- Bektaşî ziyaret mekanını es geçti, Alevileri bir nevi yok saydı. Alevilere özellikle vurgu yapması gerekmezdi belki ama Alevi kökenli olan bu konuşmacı bir gezi rehberi, danışman olarak, dinleyici kitleye ve dayandığı kesime farklı bir kimlikle görünmek istiyordu belki de, yeri gelmişken bile Alevileri dile getirmedi.
Diğer konuşmacı ise zaten kendisini aşmış bir bilim insanı rahatlığıyla Alevi kültürünü konuşmaları içinde geçirerek, dinleyicilere olumlu ve teşvik edici mesajlar iletmiş oluyordu. Bu hocamız bilebildiğim kadarıyla Alevi değil.
İşte düşünmemiz gereken konulardan birisi de tip durumlar. Hâlâ kendi kökenini rahatlıkla dile getirebileceği ortamlarda- durumlar da bile bundan kaçınan Alevi kökenli sözde aydınlar ve Aleviliği farklı kesimlerden insanlara aktarmak için onu mutlulukla dile getirme sorumluluğunda olan aydınlar...
Aklıma bir anda kaymakamken, hatta bir Alevi kurumunda çalışmaya başladığı anda, Aleviliğini gizleyen, sonra çalıştığı kurumun da etkisiyle bizim oylarımızla milletvekili seçilen bir kişi geliverdi ne hikmetse...

Halimiz, ahvalimiz...

 

Hüsnü Kemal Baba (Kalender Baba)


Yeğeni olan, Harabati Baba Tekkesi’nde de yıllardır hizmet yürüten, oldukça bilinçli ve nasipli bir Bektaşi olan Didar Doko’dan (1955) aldığım bilgilere göre son dönem Mücerret Bektaşi Babalarından Hüsnü Kemal Baba yani bir başka yaygın ismiyle Kalender Baba, devrinin son örneği kâmil insanlardan birisiymiş. Mücerret Hüsnü Baba, Makedonya Kanatlar, Arnavutluk Elbasan’daki Türk Cemali Baba Tekkesi’nde ve başka yerlerde hizmetler yürütmüş, halkın gönlünde yer etmiş yörede son dönemin önemli bir Bektaşi siması. Alçak gönüllü, herkesin hizmetine koşan, gayet mütevazi bir şekilde yaşayan ama ilkelerinden ödün vermeyen, yola sıkı sıkıya bağlı, kendini Bektaşi Yolu’na adamış, kadirşinas, sıcak helvayı elleriyle yoğuran, türlü hikmetleri – kerametleri olduğuna inanılan bu Kalender Baba, Didar Doko’nun dayısı.
Hüsnü Kemal Baba, 1963’de Makedonya Ohrid’de hastanede Hakk’a nail olmuş. Didar Doko’nun annesi fasulye toplama zamanı ve Üsküp’te büyük deprem olduğu zaman öldü, demiş. Makedonya Sturaga’daki türbesini Didar Doko’nun annesi yaptırmış. Abdullah Baba’nın yanında yatıyormuş. Benim ziyaret etme şansım olmadı. Anılarının canlılığını burada ismini sık sık duyarak yaşadık. Yolumuzu aydınlatan, yaşatan bu kutlu değerlerimizin devri daim, menzilleri mübarek olsun. Sonsuz ışıklar içinde yatsınlar.
(Fotoğrafta sağ tarafta olan Hüsnü Kemal Baba, solda ise, Makedonya Kanatlar’dan Derviş Kamber Erenler. İkinci Fotoğraf; Hüsnü Kemal Baba erenlerin Sturaga’daki kabri. )
Ayhan Aydın

 

6 Şubat 2020

 

Kutluay Erdoğan hocamız iki sene önce Hakk'a nail oldu.

Her daim sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz...

Sonsuz ışıklar içinde yatsın...

 

Alevi Düşünce Ocağı’nın AİHM Kararlarıyla İlgili Tarihi Toplantısı

Çok güzel ve önemli bir etkinlikti. Başta Doğan Bermek olmak üzere emeği geçen herkese çok çok teşekkür ediyoruz... Emekleri var olsun.
İşte aradığım da buydu, kurumlar turşusunu kuracaklar sanki, elindekini- ellerinizdekini (varsa tabii) paylaş/paylaşın kardeşim, o çekimler, o söyleşiler şimdi önemli, gelecekte zaten onlar tarihi birer basit vesikadan başka bir şey olmayacak/olmayacaklar.
Bugün o toplantıları, seminerleri, söyleşileri, görüntüleri izlesinler insanlar, yararlansınlar...
Sırf bunu yapıyorum diye iki kurumda yaşamadığım kalmadı...

 

Irkçılık, faşizm hepimizin ve tüm insanlığın ortak düşmanıdır. Bir de o faşist kafalar Türkiye'de ve zamanla Avrupa'ya uzanacak şekilde Alevi kimliği altında, bu toplumu yok etmek için gayretler içine giriyorlar. İran menşeili Şii oluşumlarla kol kola giren kafalar, Türkiye'deki bazı oluşum maceraları içindeyken, Avrupa'da sözde bazı kişiliğini kaybetmiş, basit beyinlere sızarak orada da üst kurmaya çalışıyorlar. Bir de bakmışsın bu pislikler, "Ali'siz Alevilere hücum (!)", diye Alman dazlaklarla bir olup bazı insanlara saldırmışlar... Bu bir uç sınır ve örnek gibi görünebilir ama o kadar hızlı gidiyorlar ki, sözde Alevilik adına, Ali'nin kılıcı Alisiz Alevileri kesmeyecek de ne yapacak, diye yazı bile yazmaya başladılar. Bu bir ayrıntıdan mı ibaret, bir ironi mi? Bazı Alevi gençlerin İŞİD'e katıldığı görüldüğüne göre, bunlara da bakmak lazım. İnsanlar boşlukta kalınca her şeye, her yöne yönelebiliyorlar. O yüzden başta gençlerimiz olmak üzere, tüm insanımız sahip çıkmak zorundayız. Her şeye rağmen AABF Avrupa'daki Alevilerin ortak adresidir, sesidir, nefesidir. Onu karartmak isteyen tüm zihniyetler Alevi düşmanlarıdır. Tekrar tekrar çok geçmiş olsun sevgili başkan...

 

Sanırım yıl 1998, Gürpınar Cemevi'nin temeli atılıyor. Ne samimi duygular, ne güzel anlar, ne büyük umutlar, mutluluklar... Yaklaşık 30 yılda yaklaşık iki bin cemevi yapan aynı Alevi toplumu değil miydi ki, o aşklar, umutlar, sevgiler sanki yüz yıl geride kalmış gibi bir hal var? Adına artık yemek yeme demeliyiz, lokmayla ilgisi kalmadı çünkü, pilav / ayran sırasında birbirini iten/kakan bir kitle, cenaze erkanı, basmakalıp tek - tip cemler... Parmağında İran menşeili koca taşlı yüzükler, Sünni / Şii hocalar gibi vaaz veren, muhabbetten haberi olmayan, yarım ay şeklinde çirkin sakallı hocalar, kimi bazı sözde dedeler... Neler oluyor, neler bitiyor acaba bir bilen var mıdır, bu garip hanelerde? (Tarihe tanıklık etmek. Fotoğraflar: Ayhan Aydın)

 

Ali Göktepe Dede Hakk'a Nail Olmuş...
Geçen sene yaklaşık 3 aylık yurt dışı gezileri nedeniyle Türkiye'deki bazı gelişmeleri takip edememiştim. Cem Vakfı'ndan Eylem Onat canımla birlikte yirmi yılın üzerinde Vakfı'n yükünü omuzlayan, emektar can insan, Basın Halkla İlişkiler Birimi'nden çok sevgili Dilek Karagöz'den aldığım bilgiye göre, Eylül 2019'da çok değerli dedelerimizden Ali Göktepe Hakk'a nail olmuş.
Aynı zamanda katledilen Gazeteci Metin Göktepe'nin de akrabası olan Ali Göktepe Dede, geleneği yaşatan, cem - cemaat görmüş, şiirler yazan, hoşgörülü, emek bilincinde, candan bir dedemizdi.
Devri daim, devri asan, menzili mübarek, toprağı bol olsun. Sonsuz ışıklar içinde yatsın.
Kendisini yirmi yıl önce kendisiyle yaptığım bir söyleşiyle yad ediyorum.
Muhabbet ehline aşk ile...

 

Geçmiş Olsun...
Geleneği Yaşatan Dedelerden Maraşlı, Dervişçimli (Ağuiçen) Ocağı'ndan Kalender Kaya Dede'yle dün telefonda konuştum. Avcılar'da oğlunun yayınında kalan, 1937 doğumlu dede hayli hastalıklar atlatmış. Kendisini sevgi, saygı ve muhabbetle selamlarken çok geçmiş olsun, diyorum. Ve de çıkar için birbirleriyle yarışan nice Alevi öncülerini görünce çok endişelere kapılıyorum. Şimdiler de eyvah ki, eyvallah, tarihin (isterseniz siz 1400 yıl deyin, isterseniz ne derseniz deyin) yapamadığını Diyanet'in, devletin, belediyelerin peşine çıkar için (maaş, menfaat, çıkar, gösteriş vd.) düşüp yirmi otuz yıla varmadan, bizi bitirecekler bugünküler, nerede o eski dedeler, diyorum... Bilmem sizler ne dersiniz bu konuda? Aşk ve muhabbet ile...

 

GÜSSÜN AYDIN
Ölümsüz bağlarla bağlandık, ölümsüz sevgilerle sevdik seni babaanne…
Bugün çok sevgili halam Mine Aydın’la telefonda uzun uzun konuşup yarenleştik, dertleştik. Bana Güssün Anamızın Hakk’a nail oluş yıldönümünü hatırlattı…
Ailemizin büyüğü ortak sevdamız anamız Güssün Aydın, 12 Şubat 2008’de sonsuzluk alemine göçüp gittin.
Güssün Ana; sürekli hep yetimlikten, kardeş acısından, çilelerden bahsederdin. İçinde hiç kimsenin tam çözemediği bazı öfkelerin, sitemlerin vardı hep. Dertli, kederli bir insan gibiydin. Kahkahalarla güldüğün de olurdu elbet ama nedense bende hep bir şeyleri düşünen, içinde ateşi azalmamış acıları hep taşıyan bir yüreği olan bir insan düşüncesi uyanırdı. Elbette bu nedensiz değildi. Annesini erken kaybetmiş, her ne kadar çok iyi bir insan olduğunu, kendilerine çok iyi baktığını anladığımız bir “analık” elinde olsa da, her yetim ve öksüz insan gibi bir yanı eksik, yarım bir insan vardı demek ki karşımızda. Bacısını ve küçük kızını erkenden kaybetmiş, kardeşlerinin acısını yaşamış bir insan; bir yetim evlat, bir sızısı kalbinde yaralı bacı ve yavrusunu alevler içinde kaybetmiş kederli bir yaralı yürek, Erzincan zelzelesinde gardaşını toprağa sırlamış yaralı bir bacı…
Rahmetlik babaannem çok çalışkan bir insandı. Babayiğit birisi, işten, sorundan korkmayan, yılmayan, dayanıklı dağ gibi sağlam ayakta durabilen bir ruh ve beden vardı karşımızda. Becerikli bir insandı. Köyde her türlü işe koşan, o kadar “hızan”a tek başına bakabilen bir insan… Dedem rahmetlik Ahmet Zemci Aydın elbette ondan aşağı kalmayan, hem çok mu çok çalışkan, bitip tükenmez bir enerjiye sahip direngen ve dirençli bir ruh ve bedene sahip bir can insandı. Ama gurbet, alın yazısı gibi Türk köylüsünün kaderini belirleyen faktör olunca o ne yapsın diyar diyar gezmiş, sonunda Ankara’da karar kılarak “Ankara’daki İlk Kuşak Gümüşhanelilerden” birisi oluvermişti.
Güssün Aydın Deligiller’in kızı, yani Yeniköy’de dedelere rehberlik yapan, inanç kimliği ön planda ve kendi aralarında sıkı hısım- akraba ilişkileri olduğunu bildiğimiz köklü bir sülaleden birisi. Yine köye en son gelmiş olsalar da, büyük bir bilinç sahibi olan Şükrü Badıloğulları (Aydın) yani namı diyer Deli Şükrülerin gelini oluyor. “Hırtlik” büyük, yani iştah çok, nüfus fazla, elbette en fazla da iş yükü dağlar gibi. İşte Güssün Aydın böylesine bir ortamda evin tüm yükünü omuzlayıp, sırtlayıp aileyi ayakta tutan bir temel direk. Hem de yine benzetmek gibi olacaksa, kayınanası Şinikli Kız olarak bilinen aynı şekilde çok dirençli bir örnek kadın olan Seher Aydın’ın yanında olmak da kolay değil. Ama “gelin – kaynana” ilişkileri hakkında elbette söylenecek o kadar çok şey daha var ki Anadolu’da… Neyse elbette ki Güssün Aydın Şinik’li Kız gibi çok büyük bir sülaleyi ayakta tutabilen, onu yönlendirebilen bir ananın yanında çok şeyler öğrenecektir.
Devamını bir başka zamana bırakarak, Ahmet Zemci Aydın’la birlikte örnek bir yaşam süren, 8 evladının, nice nice torunlarının, yeğenlerinin çok büyük bir sevgiyle bağırlarına bastıkları Güssün Aydın’ımızı, büyük anamızı Hakk’a nail olduğunun yıl dönümünde, sonsuz bir özlem, sevgi ve muhabbet duygularımızla anıyoruz…
Anısı kalbimizde sonsuza kadar yaşacaktır. Aşk ile muhabbet ile…
Ayhan Aydın

 

Özgün Hazar Çayoğlu – Aydın- Canımız, Senin Sevgin Hep Yüreğimizde…
Bu sabah sevgili Mine Halamla telefonda konuştuk, hüzünlendik, içlendik… Rahmetlik büyüğümüz Güssün Aydın’dan çokça söz ettik. Söz geldi dayandı gül yüzlü yavrumuz Özgünümüze… Bitip tükenmez acılar tazelendi. Ölümsüz yavrumuz canımız Özgün Hazar Çayoğlu – Aydın-‘ın resimlerini Mine Halam’a da danışarak yayınlıyorum… Ölümsüz sevgileri her daim kalbimizdedir…
Özgün Hazar Çayoğlu - Aydın (Mine Halamın oğlu) Hep kalbimizdesin...
Başakları rüzgârlar her savurdukça, gönlümüzdeki sevgin ve acın hep tazelenerek esecek... Sen yıldızlarda benim Küçük Prensim'le konuşurken biz seni özlemeye devam edeceğiz... Canım Özgün'üm, yüreğimin parçası Özgün'üm... Sen hep o buğday tarlaları içinde koşan oynayan çocuk olarak kalacaksın içimizde... Hiçbir zaman büyümedin sen... Sen bir meleksin... Şimdi de ormanlarda, dağlarda, derelerde geziyorsun... Ölümsüz yavrumuz... Şiran Yeniköy
Bir vefasız var… Bir uslanmaz, yaramaz çocuk var karşımda… Bir utangaç yavru var… Bir aceleci, feleğin sillesini erkenden yemiş bir ceylan var… Yaralı bir ceylan… Bir oğul var, bal tadında… Anasının bir umudu, bir geleceği… Sokakları arşınladın, türlü düşler kurdun çocuk… Bir de kitaplık kurmuşsun kendine, duvarında bir sazın… Yürürken karıncayı incitmeyen bir melek… Hayatımın gonca gülü Anam Saadet yengenin de dayanağı… Elleri yardımsever, gönlü sevgi yumağı… Yirmi dört yaşında kıyılır mı cana kıyılır mı cana oğul…
Oğul Oğul sıladan gel, sıladan gel…
O acı, karanlık günden sonar; maalesef gül yüzlümüzü, yiğenim, halam Mine Aydın’ın tek çocuğu Özgün Hazar Çayoğlu’nu Ankara'da uğurladık... Yandı yakıldı halam, kül oldu... Tüm sevenleri, perişan oldu... Mazlum, mahzun bakışlı yavrumuz bir kuş gibi uçup gitti... Bir garip hüzün var bende, bir acayip hal var... Bir ezilmiş çocuk var önümde, soğuk kefeninde haykırıyor dünyaya... Haksızlıkların bir çocuğu... Mazlum, mahsun, bir güvercin var dalımda, pır pır ediyor yüreği... Onun yüreği değil, sanki kanayan benim yüreğim... Böyle bir acı, böyle bir hüzün, gökyüzü kan yağsa yeridir...
Çocuklarımıza sahip çıkamıyoruz...
Yüreğim, hayallerim, düşlerim dağıldı....
Onu hep buğday tarlaları arasında ve annemin yetiştirdiği sardunyalar içinde çektiğim fotoğraflarımla anacağım, anımsayacağım, yüreğimde büyük bir dert olarak yaşatacağım… Üzüntümüz büyük... Ne diyeyim... Anası ne yapsın... Ben ana değilim, o orada yatıyor, ben yaşıyorum, diyor... Hiçbir gencimizin başına gelmesin…” diye yazıyorum bir tarafa...(Ayhan Aydın)

 

Her Güne Bir Şiir
9 Şubat

aldatılmışlığı söküp atamadı yakasından
her hareket çoğaltıp durdu hüznünü
içindeki ağaçlar dökerken yapraklarını
duyumsadı sanki kökünün kuruduğunu

tek suçu insanı sevmekti oysa
yine de öyledir ya
dökülen sıvalar yalnızlaşan duvar
başka şeyler hatırlatmaktadırlar
biliyor gerçeği o
başkuş ancak yıkıntılara konur

Hasan Hüseyin Yalvaç, Her Güne Bir Şiir, Sayfa: 30, Göl Kitap Yayıncılık, Ekim 2017, İstanbul (Fotoğraf: Ayhan Aydın)

 

Coşkun Faik Kavala,

İran Kadim Uygarlık

 

Herkese tavsiye edebileceğim, çok içerikli bir İRAN kitabı. Gerçekten de bir büyük kültür coğrafyasını paylaştığımız kadim uygarlıklar beşiği kutsal topraklarda yaşıyoruz. Bir yanımız Pers/Fars diyarı İran, Horasan'dan Hint ve Çin deryasına varır; bir yanımız Irak-Suriye de dahil, yurdumuz-vatanımız olan Anadolu'yla yani Türkiye'yle Avrupa'ya uzanır.
Çok genç yaşta çok içerikli bir kitap yazarak, akıcı diliyle bizi İran'ın tarihi- kültürel-inanç coğrafyasının derinliklerine götüren çok sevgili Coşkun Faik Kavala'nın emeği var olsun. Türkiye'nin böyle her alanda becerikli, yetenekli insanlara özellikle gençlere ihtiyacı var. Sevgili Kavaka'nın önü her daim açık ve aydınlık olsun...

 

Bugünlerde herkese tavsiye edeceğim kaynak bir eser: Ahmet Yaşar Ocak'ın "Hızır" kitabı... Gerçekten iyi bir kitap.
Ama ben de Hızır Aleyhisellam'dan münacatta bulunacağım, izninizle...
Her daim andığımız Hızır yer yüzüne ve ülkemize; barış, kardeşlik, insaf, bolluk, bereket getire...
Hızır Aleyhi-selam ülkemizdeki karanlığı yok eyleye, kara bulutları def eyleye, zalimleri kör eyleye...
Darda Kalanların Kılavuzu Hızır; bu ülke insanını birbirine düşürmek isteyen zalim yöneticileri ya islah eyleye, ya başımızdan def'eyle, ya yok eyleye...
Gücümüz yetmediğinde daha da çok çağırdığımız Nurlu Hızır; insanların dağlarla yarışan egolarını, sınır tanımayan nefislerini, hele hele de koltuğa yapışıp insanlıktan çıkanların zihniyetlerini islah eyleye...
Hızır çocuklarımızın, kadınlarımızın ellerinden daha da çok tuta; katletme, istismar etme, köle gibi çalıştırma gibi sürekli korkarak, yaşamaktan utanarak uyandığımız bir güne daha bizi başlatmaya...
İşsiz gençlerimize yardım eyleye...
Bizim gibi ülke insanlarının her daim andıkları güzel Hızır'ımız gerçekten de bu toplumun sağduyusunu yok eylemeye... Çünkü zaman zaman ürpererek, korkarak izlediğimiz bu ülkenin başında bulunanların konuşmalarına bakarsak Hızır'ın da gücü yetecek gibi değil.
Yetiş car günümüze Boz Atlı Hızır!

 

Önünde bir kürsü elinde bir dosya
Basmakalıp sözlerin tat vermiyor be dedem

Her sakala uydurduğun bir tarak
Yolumuza uz gitmiyor be dedem

Görgü, sorgu, müsahiplik hak getire
İki semahla bir cem var mı be dedem

Ocaklar, tekkeler hem de yok oldu erkan
Atan, deden böyle mi yapardı be dedem

Ayhan Aydın

 

1990'lar... Ankara Tuzluçayır'da, Tuzluçayır Cemevleri Yaptırma Derneği'nde bir sohbet ortamı... Niye acaba, her şey eskiden daha güzeldi, diyoruz? Eskimeyen değerler, muhabbetler, eskide kalmasın, güzellikler hep yaşansın, diyorum. Evrenin döngüsüne ters bir şey mi söylüyorum yoksa? Bir türlü anlayamıyorum doğrusu...Formun Üstü


Ben; hayata şöyle bir sesleneyim izninizle;
Ey hayat; sen nelere muktedirsin. Senin tarlandan kimler su içti, hangi ekinler büyüdü, boy attı. Sen kimlere yaşam hakkı tanıdın, kimlere tanımadın?
Ey zalim hayat; tarihinin karanlık sayfalarındaki yüz binlerce öykünün kahramanı yaptığın nice canları demir dişlilerin arasında ezdin, yok ettin, sonra büyük bir kahkahayla güldün.
Ey hayat; acımasızlığına kimler kurban verildi? Kaç canı aldın, eğdin, büktün, kırdın, döktün? Döktün demir mazgallarına, dağladın ve kimlerin gözyaşlarını kan akıttın?
Ey hayat; kim bilir kaç sevgiliyi birbirlerinden ayırdın, kınalı kuzuları analarından?
Ey hayat; ey meçhul gemi! Kimleri okyanuslarda boğdurdun, hangi imliklerini hangi masumların başlarına geçirdin? Kimleri haksız yere ağlattın, kimleri haksız yere güldürdün ey kahpe felekli dünya?
Ey hayat denen kan içici, zehirli engerek yılanı! Nice işkencelerde, soğuk gecelerde, dağ başlarında, yurdundan uzak yurt özlemiyle dolu nice nice canların kanlarını şerbet içer gibi içtin son soluklarını bile veremeden.
Kimine yas tutturdun, kimini kişnettin. Kimine kel bir baş, kimine hayat boyu gam ve kasavet verdin ey hayat!
Kimini kanser, kimini verem, kimini astım ettin attın hastane köşelerini ey zalim hayat!
Kimine servet, kimine köşk, kimine layık olduğu bir evlat verirken neden her zaman da zengini sevdin ey hayat!
Kimini diyar diyar gezdirdin, kimini inim inim inlettin, kimini ise Türkiye’de milletvekili edip deri koltuklara oturttun hayat.
Sen var ya sen, kimine ağustosta yağan kar, zemheride açan güneş gibi oldun adaletsiz, çarkı kırık terazi!
Nankör kedi!
Eşek kovalıyasıca!
Arı sokasıca!
Boynu altında kalasıca tospoğa.
Hin oğlu hin…
Ama her zaman da sen kazandın be hayat!!!

Ayhan Aydın

 

Osmanlı Arşiv Kayıtlarına Ulaşmalıyız

Pir Haber Ajansı

Ayhan Aydın

Araştırmacı-Yazar Ayhan Aydın kendi kişisel çabaları ile 25 yıl boyunca Alevi dergah, türbe, dede, ocak ve cemlere ilişkin 2 bine yakın görsel arşiv oluşturdu.

Bu sevdaya yaklaşık 30 yıl önce dedesi Ahmet Zemci Aydın’nın kendince oluşturduğu kütüphanesinden kitaplar okuyarak bu yola girdiğini belirten Aydın, “Beni etkileyen en çok Pir Sultan Abdal’ın nefesleri ve ozanların şiirleri oldu” dedi.

“ARŞİV OLUŞTURMA İNSANLIK TARİHİ İLE YAŞIT”

Arşiv oluşturma, kütüphane oluşturma ve biriktirme bilincinin insanlık tarihi ile yaşıt olduğunu belirten Aydın, “Türkiye ve Anadolu’da da bu var. Bu insanlar bilinçsiz ve kültürsüz dememek lazım. Benim yaptığım çalışma olması gereken çalışmaların yanında çok küçük bir şeydir. Ben hiçbir çalışmayı ne küçümserim ne de gereğinden fazla abartırım. Ben basın ve yayıncı olarak söyleyişiler yapmam lazım. Ozanların, dedelerin, bilim insanlarının, yazarların ve bu işi yaşatan zakirlerin bilgilerini derleyip, toparlayıp kitap haline getirmeliyim. Kısacası sözlü kültürü yazılı kültüre çevirmek için gayret göstermeliyim” dedi.

 

“TEK AMACIM BU KAYITLARI YAZILI HALE GETİRMEK”

 

Araştırmacı Yazar Ayhan Aydın oluşturduğu kişisel arşivin oluşumunu ise şöyle anlattı:

“Ben biriktireyim de bir arşive dönüştüreyim fikri yoktu. Geleneğin içinde bir insan olarak bu yolda ilerlerken her şey gelişti. Ben bütün bunları etkinliklerde, panellerde, söyleşilerde, anmalarda, cemlerde öğrendim. Benim farkım 30 yıllık bir süre içerisinde bu yapının tamamen içinde olmamdı. Hem profesyonel hem de hobi olarak bunu yapıyordum. Her şeyim Alevilik Bektaşilikti. Ancak tüm bu yapılanlardan bir beklenti içerisine girerek arşiv çalışması yapmadım. Tek amacım bunları kaydederek hem elimde bir veri olur hem de onları deşifre edip yazılı hale getirerek amacıma ulaşmış olurum. Bu görüntüler çok önemli. Ve bu işi yapmam için beni kimse görevlendirmiş değildir. İlk çekimi 2000 yılında yaptım. 18 yıl boyunca aralıksız devam ettim. Kendi amatör el kameramla çektim ve dört kamera eskittim. Küçük boy kasetler kullanarak tamamen kendi imkanlarım ile bütün cemleri, söyleyişileri kaydede kaydede bir aşivin oluşmasını sağladım. Bir de çalışmış olduğum kurum olan Cem Vakfı tarafından engellensem de ve engeller ile karşılaşsam da yaptıkları etkinlikleri de kayıt altına almaya çalıştım. Ve Cem Vakfı’nın elinde var olan arşivinin oluşmasını da ben sağladım.”

 

“ARŞİV 2 BİNE YAKIN GÖRSELDEN OLUŞUYOR”

 

Aydın, “Kişisel arşivim 800 mikro küçük kaset, 600 kadar CD ve yapmış olduğum radyo kayıtları ile birlikte yaklaşık olarak 2 bin tane görselden oluşuyor. Kendi emek ve çabalarım ile oluşturduğum bu kişisel arşivim ise şu anda Avrupa Köln merkezli Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü’nün de dahil olduğu bir protokol gereği Şahkulu Sultan Dergahı Vakfı Dokümantasyon Merkezinde’dir. Bu arşivde girdiğim görgü cemleri, musahiplik cemleri olmak üzere 40 farklı yörenin cemi var” ifadelerini kullandı.

 

“ARŞİVİ KİŞİSEL İMKANLARIMLA OLUŞTURDUM”

 

Araştırmacı-Yazar Ayhan Aydın Alevi dergah, türbe, ocak, dede ve cemlerine ilişkin kişisel olarak oluşturduğu arşive ilişkin son olarak şunları kaydetti:

“Yunanistan’da, Bulgaristan’da Makedonya’da, Arnavutlukta, Bosnahersek’teki Alevi Bektaşi türbelerindeki, tekkelerindeki inanç önderleri ile yapılan söyleyişiler yer alıyor. Yaklaşık 30 yıllık bir çalışma olan bu arşiv çalışmasında derlemeler ile başkalarınında vermiş olduğu CD ve kasetler var. Televizyon programlarının da yer aldığı bu arşiv benzersiz tek örnek diyemeyeceğim ama bu konuda yapılmış önemli çabalardan birisi diyebilirim. Bunun yanı sıra binlerce kareden oluşan fotoğraf arşivimde var. Bu fotoğrafları nerede çektiğim, hangi dedenin kim olduğuna ait bir foto arşivi de oluşturmaya çalıştım. Son olaraktan bir de ses kaydı arşivi oluşturdum. Kurumlar içerisinde çalışıldığında kurumlar bunları kendine mal edebilirler. Ancak kendi imkanlarım ve birçok insanın maddi katkısı ile yaptığım gezilerde o görüntü çekimlerimi oluşturmaya çalıştım. Bu arşivde Şah Kulu Dergahı arşivindedir.” (HABER MERKEZİ)

 

7 Mart 2020

Karyağdı Baba
Eyüp'te, hem de tüm İstanbul'u gören bir tepede olan tarihi Karyağdı Baba Sultan'ın makamını Mahmut Aydın Baba'yla dün ziyaret ettik. Bembeyaz çiçeklerle ilkbaharın karı yağmıştı gerçekten de üzerine.
Tarihi Eyüp Mezarlığı içinde türbesinin, babanın kaldığı binanın bir Bektaşi canımızın bağışı sonucu Şahkulu Sultan Vakfı üzerine kayıtlı olduğu Tekke arazisinin çoğu başkalarının eline geçmiş durumda.
Tüm Bektaşi Tekkelerinde olduğu gibi buraya sahip çıkılması gerekir.
Bu Alevi Bektaşi toplumuna şaşmamak mümkün mü? Yaralarını sarıp, elden çıkan, işgal edilen, tahrip edilen ocak- tekke- dergah merkezlerine el atmazlar, kolayca hazır olan yerlere yönelirler... Önemli olan da talan edilmiş, yıkılmış, viran olmuş yerleri onarmak değil midir sevgili canlar?
Muhabbet ehline sevgi ve saygılarımla...

 

7 Mart 2020

Edirnekapı'da Emin Baba Türbesini Ziyaret Ettik...
Şimdilerde birçoğu yıkılmış, viran olmuş, tahrip ve talan edilmiş olan tüm Türkiye'deki ve İstanbul'daki Bektaşi Tekkeleri- Dergâhlarının durumu gerçekten içler acısıdır. Devletin, belediyelerin bir görevi de bu kadim inanç ve kültür merkezlerimizi asıllarına uygun bir şekilde yaptırıp gerçek sahipleri olan Alevi- Bektaşi toplumuna vermeleridir.
Bu konuda Alevi kurumlarının da maalesef hiç bir ciddi çabasına tanık olamıyoruz. Bu durum bu toplumun ve kurumların en büyük eksiklerinden dahası ayıplarından birisidir. Alevi kurumları ve sözde Alevi aydınları, bazı dedeleri düşmüşler bir kayıkçı kavgasına, basit meselerle uğraşırken, asıl uğraşmaları gereken işleri görmezden geliyorlar... Alevîlik Bektaşîlik üzerlerinden, çoğunun da bu inançla çok da ilgisi olmadığı halde, bunun üzerine çullanıp nemalanma sevdasındalar. Allah aşkına bıraktın yazarlar uzmanlık alanınız bile olmayan tarihi- sosyolojik-antropolojik tartışmaları Aleviliğe don biçmeyi, kurum başkanları yemek-cenaze gibi cemevlerindeki klasik işleri kafanızı kaldırın bu tip işlere bakın artık ne olur? Bıkıp usanırdınız artık. Eğitime, bilimsel çalışmalara, Aleviliğin Bektaşiliğin temel sorunlarına eğilin.
Türkiye'deki tüm Alevi ocaklarını, Bektaşi Tekkelerini tespit edin. Durumlarının ne olduğunu ortaya koyun. İşlevsiz yeni yeni cemevi yapma yarışlarına bir son verin de, bir tarihi ocak-tekke, inanç merkezini orijinaline uygun bir şekilde nasıl restore edelim de bu topluma ve tarihimize bırakalım, diye kafa yorun.

 

Emin Baba Tekkesi
Dün Edirnekapı'da gerçek anlamıyla en merkezi yerlerden birisinde aynı zamanda tarihi bir mezarlığın içindeki Emin Baba Tekkesi'nden kalanları çok sevgili Bektaşi babalarından Mahmut Aydın'la ziyaret ettik.
Ben 30 yılını bu işlere veren bir insan olarak halimize gerçekten çok çok üzülüyorum.
Bu inanca, bu Yola ve gençlerimize, çocuklarınıza karşı yapmamız gerekeni toplum olarak yapamıyoruz.
Her zaman söylüyorum, ağlamakla, suçu başkalarına atmakla bir şey elde edemeyiz.
Vurdumduymaz, nankör, bir tabak pilava tamah eden bir toplum olduk velhasıl.
Muhabbet ehline Aşk ile...

 

14 Mart

Nur Baba Türbesi

Kısıklı'da Emniyet Sokak'ta bulunun Nur Baba Tekkesi; Bektaşiliğin 1826'da yasaklanmasıyla birlikte  yerle yeksan olduktan sonra, geriye kalan bazı mezar taşları ile birlikte Nur Baba Türbesi de yine ilgisizlikler ve sahipsizlikler içinde kaderine terk edilmiş durumda. Alevi - Bektaşi toplumu, Alevi kurumları buralara sahip çıkmayacak da ne yapacak?

 Zaten devletin ve Diyanet'in tüm amacı; tahammül edemedikleri bu inançtan geri kalan her şeyi de yok etmek değil mi?

Vah ki vah, acınacak haldeyiz...

 

12 Mart 2020

Her Nerde Bir Gül Bahçesi Varsa Etrafı Dikenle Dolu

AKBABA TÜRBESİ, BEYKOZ

Bugün, yola gönül vermiş iki hizmet ehli canla; Haşim Turan ve Mustafa Cofuz'la, İstanbul Anadolu yakasında  bazı türbeleri ziyaret ettik.

Beykoz Akbaba Köyü'ndeki Akbaba Türbesi bir coşkulu  baharı yaşayan köyün güzellikleriyle çevrilmişti.

Ama sahipsizlikler ve ilgisizlik içindeki Hakk erenlerden Ak Baba'nın türbesinin hemen yanına bir camii, az ilerisine neye hizmet ettiği belki olmayan bir bina yapılmış.

Alevi - Bektaşi toplumu ve onun sözde temsilcileri boş tartışmaları, boş işleri bir tarafa bırakıp asıl ilgilenmeleri gerekenleri yapmazlarsa geleceğe bırakabileceğimiz fazla bir şeyimiz kalmayacak.

Muhabbet ehline saygılarımla.

 

19 Mart 2020

Kara Baba Türbesi

Sokak sokak sevdalısı olduğumuz İstanbul’u gezmeye devam ediyoruz.

Çemberlitaş Kara Baba Türbesi Sokak 'ta bulunan Kara Baba Türbesi Kültür Bakanlığı'nca restore ediliyor. Bakalım sonuç ne olur? Burası da, birçoğu gibi  restorasyondan sonra bir dinci vakfın eline teslim edilir mi? Alevi Aydınları, kurumları biraz da bu konulara kafa yorsalar iyi olmaz mı?

 

Halkın Parası, Devletin Malı, İktidarın Himmeti

TARİHİ YAPILAR DİNCİ VAKIFLARA TESLİM

 

İstanbul'da kısa bir geziyle geçmişten kalan ne kadar tarihi yapı varsa bunların bir çoğunun gerici düşüncelere yataklık yapan kurumlara teslim edildiğini büyük bir üzüntüyle görürsünüz.

Beyazıt'ta Yeniçeriler Caddesi üzerindeki Sinan Paşa Medresesi yakın bir zamanda  halkın paralarıyla onarıldı. Sonrasında ise Fethullah Gülen'in akıl hocalarından, yazdığı eserlerinin yani "Sözlerinin" kutsal olduğunu söyleyen, Bediüzzaman Saidi Nursi'nin eserlerini tanıtan, satan, bu alanda gayret gösteren Hizmet Vakfı'na teslim edildi.

Bu ülkeye, bu halka yazık, yazık, yazık...

 

Laleli Baba Türbesi

Laleli’de Laleli Cami’nin hemen yanında Laleli otobüs durağının arkasında Laleli Baba’nın türbesi bulunmaktadır. Şimdi mermerden bir mezar şeklinde yapılan Laleli Baba, Laleli semtindeki bir çok “dede, baba” türbesinden birisi. Acaba Laleli semtine onun mu ismi verilmiş.

Laleli Camii’nin avlusu içinde ise, Ebul Vefa Vakfı’na ait bir bölüm var. Tarihte yaşamış birden çok Ebul Vefa ismiyle anılan şahsiyet var. Bu arada Alevi ulularından Ağu içen’le özdeşleştirilen bir Seyyid var. Ama burada onun ismiyle açılan vakıf sanırım Vefa semtinde türbesi veya başka bir vakfı olan Ebul Vefa.

 Laleli Baba’nın karşışında, yine Laleli Semti içinde bir Tez veren Baba türbesi var. Hakk erenlerden Tezveren Baba türbesi sokak ortasında.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile