Şükür ki Gidebildim! Almanya’da Matem…(Ekim 2017)

Şükür ki Gidebildim!

Almanya’da Matem… (Ekim 2017)

Ayhan Aydın

İzin Almak Da, Huduttan Geçmek De Hayatın Bir Sınavı Gibi…

Bir insanın kader çizgisi kolay kolay değişmiyor. Evet, bazen düşünüyorum şanslı anlarım da oldu hayatta, belki bazı fırsatlar da verdi yaşam bana. Ama nedense tüm sevgime, aşkıma, umutlarıma rağmen hep zorlukları aşmak zorunda kalan yine ben oldum çocukluğumdan beri. Despot bir baba, askerde despot komutanlar, çalıştığım yerlerde despot, bir de Alevi olacak kurnaz, hileci, çıkarca sözde yöneticiler.

Zaman zaman da düşünmedim değil, benim bu açmazlarımdaki kusurum nedir, diye? Ne bileyim, şans mıdır, kader midir, nedir tam bilemedim doğrusu bunun nedenlerini.

Yaş geldi elliyi buldu, beni çok mu çok yoran hayat mücadelesinde yüzümüz pek gülmedi: hep karşıma engeller, hep egosu dağlarla yarışan adi herifler çıkarda kader denen, felek denen bilinmez gizil oyuncu bana.

Lanet olsun insanlığıma, yazsan ne olacak, çalıştığımız yerdeki yine anlamsız bir engeli aşarak, yani bana göre çetrefilli bir bariyeri daha aşarak girdik Almanya havalimanından içeri.

Durun yahu onu da söyleyeyim, yazayım da içimde kalmasın; bunları elbette sadece yaşayan ben değilim de, bu kadarı da fazla idi.

Türkiye’den çok zor geçtik yani ego engellerini zor aştık derken bu sefer yaklaşık kırk dakika bana soğuk ter döktüren, az daha gerisin geriye beni Türkiye’ye gönderecek Alman despotizmiyle karşılaşmayayım mı sınırda?

Neymiş “senin vizen Fransa vizesi, Şengen mengen tanımam, diyen bir suratsız bir Alman sınır polisinin sinir harbi bana işler mi? Türkiye engelini aşmışım, Avrupa’dan geri döner miyim ben öyle kolay? Bende de sabır var. Yaklaşık yarım saat Gülizar Cengiz’in telefonda anlatması işe yaramayacak gibiydi ama haklı olan bendim nihayetinde. Yok, efendim Şengen vizesi aldığın ülkeden giriş yapacakmışsın!  Yok sen o ülkeyi aslında kandırıyor muşsun? Yok ya! Kanun var, nizam var aslında hem de hani Avrupa’ydı burası daha iyi işlememeli mi hukuk? Şengen vizesi tüm Şengen ülkelerini kapsayan bir vize türü. Eeee… Ben aldığım Şengen vizesiyle tüm Şengen ülkelerine girebilirim. Üstelik aynı vizeyle daha önce Yunanistan’a girmiştim zaten. Şimdi sen zaten vize işlemini kendin yapamıyorsun, aracı şirketler senin adına bir Şengen Birliği ülkesinden vize alıyorlar, hangisi daha erkense oradan alıyor bunu.  Adama anlattırıyorum (anlatıyoruz yani), kardeşim, ben elimdeki vizeyle yeni vize almak için İstanbul’daki Alman konsolosluğuna başvurduğumda, “senin zaten Şengen vizen var, biz sana yeni vize veremeyiz, bu vizeyle gidebilirsin” dediler. Yani eldeki Şengin vizesiyle, daha önce zaten bir başta AB ülkesine de giriş- çıkış yapılmışsa, bir başka ülkeye elbette girebilir. Şengin Vize birliği daha niye var ki? Bunu yani bu açık hukuk hükmünü bu sınırdaki vize polisi bilmiyor mu? Bal gibi de biliyor. Tüm mesele bir Türk’e veya bir yabancıya zorluk çıkarmak, Almanya’nın gücünü yani dişini göstererek, benzersizliğini vurgulamak! Yani bu konuda ben haklıyım. Ama ne yapayım, içimizde bir arzu var, ben de kuzu kuzu bekledim, hiçbir şey söylemedim, ne derse desin, avundum, kıpırdamadım bile! Yanımdan yüzlerce insan gelip geçti, uçaklar doldu boşaldı, adam beni bekletmenin zevkini, tatminini her şeyini bu arada yaşadı. Neyime ki sanki ben de orada onu beklettim, o da her şeyi bıraktı benimle ilgilendi. (Biraz da değerliyiz yani J)!

Yapar mı yapar, gerisin geriye beni gönderebilirdi, hakkı olmamasına rağmen: burası Avrupa olsa da, şu var, hakkı yok ama yetkisi var, üstünlüğü var! Yapar mı yapar. Yani kapıda bekleyen de, bekletilen de sensin, yani; güçsüz, çaresiz, mahkûm, itibari zedelenmiş, Asyalı, Müslüman, doğulu ve elbette ötekisin…

Senin fuların kaç kuruş eder burada? Bir de iki üç tane takıyorsun?! Belki de bu daha da doğulu gösteriyor seni.

Bu tertemiz, sade giyimli bedenin üstünde, yüzyıllardan beri artık mekanikleşmiş kafalara göre sen doğudan bir yerlerden gelen yabancısın.

Sende her şey vardır; virüs, bomba, belki çökelik…

Kim bilir neyin nesisin sen, nesin?

Yani sen bir bilinmezsin.

Çünkü o çok biliyor, o her şeyi bilir.

Sen kimsin, necisin ki?

Zaten o domuz sen koyunsun.

O mekanik, bilmediği bir şey olmayan, tıkır tıkır işleyen yanılmaz, hata yapmaz bir mekanizmanın bir insanı, hadi diyelim o bir robot, sen gelişmemiş bir dağ insanısın?

O çok gelişmiş bir ülkenin vatandaşı, sen ise hiç gelişmemiş ve de gelişmesine hiç izin verilmemiş, geri kalmış bir coğrafyanın insanı.

O sadece kendinden olana güvenir, sen ise herkese sarmaş dolaş.

O her zaman güvenli, sen ise muhtemel bir tehditsin!

Hem de öyle az buz değil ha tüm dünya insanlığına karşı bir tehditsin.

Ne anlarsın sen Beethoven’den, Vivaldi’den, Bach’dan, Van Gogh’tan, Goethe’den, Arthur Rimbaud’dan?!

Sadece o çok bilir, o çok okur, o he şeyi dinler!

İstanbul’daki kadar ne eski çınarları vardır, ne o kadar eski antik bir kültürü vardır ama bunları bırak her şeyi o bilir, her şey vardır onda, sen bir hiçsin onun gözünde.  

Neyse inanın dostlar bunları laf olsun diye yazmıyorum, zaman zaman bunları düşünün bir insanım ben.

 

Dergâha Doğru Yol Aldık…

İçimde hem öfke, hem sevinç, hem de tuhaf duygular, sınırı geçip yere inip bir nefes aldıktan sonra; can dostlarla sohbet ede ede dergâha doğru yol aldım.

Camdan baktıkça doğayı gördükçe sevinç yine geldi içime yerleşti.

Eeee…

Dergâhta olmak çok güzel bir duygu.

Yani burası Almanya’daki batı Avrupa’daki bir dergah. Sadece Anadolu’da, Balkanlar’da, Kerbela’da, Orta Asya’da, Mısır’da değil, insanın gittiği ve gönülle yoğrulan her yerde, ocağın tüttüğü her yerde “dergah” olur.

İnşallah bir gün gider görürüm, nasıl olsa ABD’de Dedroit’te de, Arnavut Bektaşilerin kurduğu bir örneği var, Batı Avrupa’da niye olmasın?

Ne güzel bir şey bu; insanın kendi toprağım, dediği yerin değerlerini bir başka ülkede bulması, yaşaması. Sazını, deyişini, muhabbetini, dostluğunu bulması, paylaşması. Bir masayı birlikte kurup, her şeyi ama her şeyi bölüşmesi.

Dostluk harmanında savrulması, Avrupa’nın değerleri içinde manevi zenginliğini var etmesi, onu hissetmesi.

Bizler de İmam Hüseyin aşkıyla bir araya geldik işte bir dergâhta.

Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü, sonrasında Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın da kurulmasıyla, Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin aşkının, sevgisinin, ruhunun hissedildiği bir mekânda baba erenlerle buluşmak ve İmam Hüseyin aşkına gözyaşı döküp bu aşkı birlikte yaşamak, aşuremizi hep birlikte kaynatıp ona verilen dualardan sonra hep birlikte onu nuş eylemek...

İşte “Matem” için buluştuk, Köln yakınlarındaki Hausen’da.

Şimdilerde Gülizar – Hasan Cengiz çiftinin ve onlarla birlikte bu yola emek veren, hizmet eden canların sayesinde bu birlikteliği bir kez daha yaşadık; Dostluk sofrası, kader ortaklığı, manevi bağın dervişleri olarak...

İçimizdeki aşk ve sevgi gerçekten bizi mest etti. Dergâhtaki cemevinde, açılan sofralarımızda, muhabbetlerimizde bacı- kardeş bir can olduk.

Her zaman söylerim duygu bambaşka bir şey. İnsan duygusal olunca her mekan, her ortam, her yer ona bazı ilhamlar verir ve o da etkilenir.

Şimdi efendim Hz. İmam Hüseyin gibi canını yani serini bu meydanda teslim etmiş bir büyük önder şahsiyet adına bir etkinlik var. Ve de tüm dünyadaki Alevi Bektaşi topluluklarının haberdar olduğu, onun adını andığı ve onun ve Kerbela Şehitlerinin, mazlumların anıldığı mekânlar var. Bu matemdir, mah-ı muharremdir, yas-ı matemdir, muharremdir…

Dünyanın neresinde olursanız olun, hangi duygu anında olursanız olun eğer Alevi-Bektaşiyseniz, onu bırakın olayı biliyorsanız hangi dinden, inançtan olursanız olun, duygularınıza yeni duygular eklenmemesi mümkün değildir.

Şimdi yağmurlu, bulutlu, hüzünlü bir zamanda, tabiat ananın tüm muhteşemliğiyle sizi sardığı bir âlemde, bir de can dostlarla, inanç yüklü insanlarla bir araya gelmişseniz yaşayacağınız çok farklı zamanlar olur.

Can dostlar, otuz yılım Alevi Bektaşi dünyası içinde geçti. Kendi değerlerine en derin bir şekilde inanan bir insan olarak, her daim içinde hissettiğim en kıymetli anlardan birisi de muharrem günleridir. Tüm muharremlerim ise cemevlerinde, dergahlarda, tekkelerde, bu günle özel olarak bu hissi yaşayan insanların arasında geçti. Dokunsalar ağlayacak bir insanım zaten… İmam Hüseyin için gözyaşı dökmediğim ne bir cem, ne de bir muharrem olmamıştır…

İşte şimdi de gerçekten bu aşkı, bu duyguyu yüreğinde hisseden canlarla birlikte yine bir dergâhtayım. İşte bir araya gelmiş, canlarım hizmet aşkıyla koşuyorlar. Burada herkes ama herkes bir tekkede, dergâhta olduğu gibi işin bir ucundan tutuyor, sevgiyle, özlemle, aşkla. Her şey ama her şey birlikte hazırlanıyor; lokmalar, sofralar, aşuremiz. Aşure kazanımızda dualarla, gözyaşlarıyla aşurelikler halk oluyor. Yemekler birlikte hazırlanıyor, hizmetler birlikte görülüyor. Her şey ama her şey gönül rızalığıyla ve birlikte kıvamına getiriliyor.

Cemevinde söylenen mersiyeler, sonrasında lokma edilen aşureler, İmam Hüseyin ve Kerbela Şehitlerinin isimleri zikredildikçe yürekten gelen duygular ve gözyaşları…

Sonrasında yine dostluk sofranın çevresinde bir araya gelen canlar, mihmanlar, ihvanlar…

Hiç bitmeyen nefeslerin, mersiyelerin insanı kavrayan sesleri…

Yanan çerağlarımız, Pir Balım Sultan adına nuş edilen “balım sultan” tuzun dengesiyle oturulan sohbet masamız…

Dışarıda, çek Ayhan çek, yüz bin çeksen bıkmıyorsun ya, çiçekler, şimdi bulutlar içinde büyülü doğa, hizmet eden gençlerimiz, hele çocuklarımız…

Ocakta yanan ateş… Ocak başındaki tadına doyulmaz muhabbetler…

Bir orada, bir burada hizmet için yürekten candan koşturan Gülizar Bacı ve tüm diğer canlar…

Gerçekten demek ki, bu güzellikleri yaşamanın bir değeri var. Ama hiçbir şey kolay değil, gerçekten buraya gelemeyebilirdim. İstanbul engeli, polis engeli çok mu çok ciddi olsa da, İmam Hüseyin çekti getirdi beni buraya.

İmam Hüseyin’e canım kurban…

Yoluma canım kurban…

Demek ki, bu yürekte de bir inanç, bir istek, bir aşk vardı.

Yolum meydanda da meydanda.

Bu aşka düşenlere canım kurban…

Bu meydanda aşk ateşine düşüp yanan dostlara, canım kurban, canım kurban…

Çekip getirenin demine hü…

Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü’nde Matem (2017)

Dergahımızda, 08.10.2017 Pazar günü saat 14.00 da, Yücel TOP Halifebabaerenler, Haydar SOYLU Babaerenler ve Hüseyin DURAK Babaerenlerin yürüttüğü Matem Erkanına Köln Başkonsolosumuz sayιn  Hüseyin Emre ENGİN, Hausen Belediye Başkanı sayın Karl JOSEF-HÜHNER ve  saygıdeğer eşleri, inanç önderlerimizden sayιn Alaaddin AY ve  farklı yörelerden, farklı inançlardan gelen mihmanlar katıldılar.

Dualar ve gülbanglar eşliğinde Aşure Erkanımız yürütüldü. Sayın Cem TİKİL, sayιn Ufuk ELİK`in sazı ve sayın Seda AYDIN`ın neyi eşliğinde Kerbela ile ilgili mersiyeler okundu.

Aşure erkanı akabinde Aşure Sofrası (Fatma Ana Sofrası) açıldı. Sofrada Muharrem ve Kerbela üzerine bilgiler verildi.
Dergahımızda hazırlanan kurban ve lokmaların yanısıra gelen mihmanlarımızın getirdikleri lokmalar barış, kardeşlik ve huzur içinde cümle canlarla birlikte paylaşıldı.

Soframız acıların son bulması, kurtuluş, barış ve huzura kavuşmanın simgesi olan Aşure`nin sunulması ile son buldu.

Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Adına

Gülizar CENGÌZ

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile