KERBALA, MATEM, AÇMAZLARIMIZ

HZ. HÜSEYİN, KERBELA VE MUHARREM

 Ayhan Aydın

Zalimin zulmüne boğun eğmeyerek, zamanın hükümdarı Muaviye oğlu Yezid’e, onların karanlık zihniyetine, ordusuna, varlığına karşı gelen, zorbalığın boyunduruğu altına girmek istemeyen Hz. Hüseyin,  taraftarlarının da isteğiyle, Miladi 680’de (Hicri 68) binlerce yareni, yoldaşı ve Ehlibeyt muhibbiyle birlikte Kufe’ye doğru yola çıkmıştı.

Hz. Hüseyin; birçok engeli aşa aşa, zorlukları yene yene, olanaksızlıklara direne direne yolculuğuna devam ederken, birlikte yola çaktığı ikircikli, çıkarcı, korkak, sözde taraftarlarından önemli bir kısmı tarafından yalnız bırakılsa da, ilkelerinden ödün vermeyen yüzlerce kişiyle bu kutlu yolculuğuna devam etti. Yezid ordusunun ve taraftarlarının tüm tehditleri, baskıları, oyunları, hileleri onu ve yoldaşlarını durduramadı, onları sindiremedi.

Ama zalimin güçlü orduları; Hz. Hüseyin ve yoldaşlarının yollarını çevirdi, onları belli bir alanda hapsetti. Bu bela toprağı olan Kerbela’ydı, Kerbü Bela’ydı. Ninova denen bu topraklardan kan kokusu, ölüm kokusu dört bir yana yayıldı.

Hayatı boyunca dosdoğru (Tarık-ı Müstakim) olarak bildiği yoldan sapmayan, büyük bir inançla, yüreklilikle, özüyle inandığı ve atası Hz. Muhammed’in, babası Hz. Ali’nin, anası Hz. Fatıma’nın ve tüm Ehlibeyt taraftarlarının inandığı inançla, Hakk –Muhammed- Ali, Ehlibeyt aşkıyla yoğrulmuş olan Hz. Hüseyin,  İslami değerlerin yok edilmesine ölümüne neden olsa bile karşı çıkacaktı.

Hz. Hüseyin, kendisine destek verenlerin onu yalnız bırakmayanların da gücüyle; Emevi aristokratların, kan ve gözyaşıyla, adaletsizliklerle, haksızlıklarla elde ettikleri mal varlıklarıyla büyümüş, Muaviye’nin ve oğlu Yezid’in saltanatının yarattığı karanlığa, zorbalığa, barbarlığa karşı direndi.

Susuz bırakılan ve çocuk yaşta katledilen Ehlibeyt’in feryatları çölü doldururken, analar dizlerini döverken, çocuklara su getirmek isteyen Celal Abbas’ın iki kolları kesilirken, o asla ilkelerinden ödün vermeden ulu-büyük direnişine devam etti…

Aydınlıkla karanlığın savaşında; barbarların saltanat devrine, kan içicilerin zulmüne karşı, sadece canını değil, yeryüzünün en zor kararıyla canından çok sevdiği çoluk ve çocuğuyla, onları zalimlerin atlıları altında çiğnetmek pahasına, Alevi Bektaşi yolunu da kuran ana düşünce damarlardan birisi olan “zalimin zulmüne boyun eğmeyin, haklarınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz” düşüncesiyle, değerlerinden hiç ödün vermeden sonuna kadar direndi.

Miladi: 10 Ekim 680, Hicri: 10 Muharrem 61’de, Kerbela’da, Hz. Hüseyin ve çocuklar da dâhil 72 kişi katledildiler…

Ama orada asıl kaybeden içindeki hırsı dışa çıkan, zevki, kendi kişisel mutluluğu, sınır tanımaz çıkarcılığıyla Yezid, onun ordusu ve onun zihniyetinde olanlardı.

Ve…

Kerbela’da yazılan destan, insanlık tarihinin destanı oldu…

Orada şehit olan 72 kişi ölümsüz şehitler arasına kavuşurken, İslam tarihi yeniden yazıldı. Daha doğrusu İslam denilen ve bugün de halen çıkara, talana, yağmaya, kan akıtmaya, İŞİD zihniyetine ta o zamandan dayandırılmak istenen bu din, Hz. Hüseyin tarafından kurtarılmıştır.

 

 

Bugün hala Ona “-Ulul emre karşı geldi- (yöneticilere (otoriteye) karşı geldi) amacından uzaklaştı” diye, dil uzatma cesaretini gösteren şuursuz kimi ilahiyatçılar, Sünni ulema adı altındaki sapkın gurubun beyninin içinde, Yezid tohumunun filizleri, İŞİD kafasının oynaşmaları ve yansımaları vardır.

 

Hz. Hüseyin ve 72 yoldaşı; dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir hak ve hukuk mücadelesi vermiş, ölümsüz yiğitler ve kahramanlardır.

Bu olaydan önce katledilen Müslim bin Akil (Hz. Ali’nin kardeşi Akil’in oğlu ve Hz. Ali’nin damadı (Rukiyye Ana’nın eşi)) ve iki masum çocuğu, Ehlibeyt karşıtları tarafından türlü zulümlere uğratılan, bin bir dert ve tasayla hayatını genç yaşta kaybeden analar anası Hz. Fatıma Ana sonsuza kadar anılacak değerlerdendir…

 

Muharrem Orucu

 

Belki bir kısmı doğru olsa da, şimdilerde bin bir türlü tarihsel olayla (Nuh’un kurtuluş günü vs.) bir tutulup, değeri bazen bilmeyerek azaltılmak istenen, Muharrem Orucu’nun tutulmasının temel nedeni, Kerbela Olayı’dır.

Alevi Bektaşi toplumu, hiç evirip çevirmeden söylemek gerekirse, ne dini kaygılardan, ne Kuran buyruğundan olmamak koşuluyla, orada katledilenlerin anısını sonsuza kadar yaşatmak için bu orucu tutmaya başlamışlardır.

“Hz. Peygamber’in de bu orucu tutması”, “daha önceki peygamberlerin de bu orucu tuttukları”,  şimdilerde Sünni yanaşması, çıkarcı kimi Alevi dedelerin büyük bir uzmanı oldukları (!) Kuran’da bunun bir yerinin olması vs. olayın ikinci derecede nedenleri olabilir.

 

Yola birlikte gidilir, yol sözde yolda olanlar tarafından yozlaştırılmaz, yozlaştırılmamalıdır.

Hz. Hüseyin’e layık olamayanların bin bir bahane üretip işi sulandırmayı bırakmaları gerekir…

Bu oruçlar; Hz. Hüseyin ve 72 yoldaşı ve Masum olarak katledilen Müslüm bin Akil, onun katledilen iki çocuğu ve tüm Masum-u Pak’lar aşkına tutulan oruçlardır. Buna Hz. Fatıma aşkına tutulan oruç da dâhil edilmiştir.

Oruç insan benliğinin, nefsiyle mücadelesidir.

Muaviye oğlu Yezit bir kişidir, yezitler ve yezitlik ise her daim vardır. Sadece Yezid taraftarları yezitlik yapmazlar. Her insanda bir yezitlik damarı vardır; bu benlik (ego), hırs damarıysa, bu herkeste olabilir. (Kim yapar Alevinin Aleviye yaptığını (?!))

Ve çok büyük bir yanlışlık üzere, Alevilerin de tarihten silmeleri gereken bir önyargıları vardır, bir kısım Alevinin söylediği gibi, Sünni vatandaşlar Yezid ve Sünniler’in büyük çoğunluğu Yezid taraftarı değildir. Zaten Alevi – Sünni ayrımı ilkel bir ayrımdır. Bugün Türkiye’de çoğu Sünni, Alevi gibi yaşamaktadır. (Kara yobazlar yok olsun, onlar insanlığın da düşmandırlar) Belki her zaman söylediğim gibi, bazı Sünniler eğer yaşam tarzı denecekse, Alevilerden de daha iyi bir Alevi kimliğe sahiptirler. Nice nice Sünni kökenli vatandaş da, Aleviler Bektaşiler kadar Hz. Hüseyin yasını çekerler, oruç tutarlar. Hem de bu orucu, Hz. Hüseyin aşkına aynen olması gerektiği gibi tutarlar, bunda (bugün Sünniliğin pençesindeki bazı Alevlier gibi) bir neden aramazlar, yani illaki Kuran’a dayandırmazlar…

 

Merak edenler olduğu için söylüyorum; Muharrem’de tutulan oruçta zaman mevhumu çok ciddi değildir. Akşamı dar eden, gözü dönmüş, yolda sağa sola saldıran kimi Ramazan Orucu tutucuları gibi, değildir Muharrem Orucu tutanlar…

İster Alevi olsun, İster Bektaşi olsun, ister Sünni olsun… Kim muharrem orucunu tutarsa gerçekten oruç tutmuş olur.

Muharrem Orucu tutan; nefsiyle mücadele eder, yemek, içmek, sahura kalkıp iki kat yemek yemek, eğlenmek vs. zaten bu orucun daha doğrusu tüm oruçların mantığına aykırıdır. Kulaklar ezan sesinde, top sesinde değildir. Vakit kavramı olarak, alaca karanlık vardır, akşamdır. Akşam olursa orucunu açar. Şimdi bu şehir ortamında önümüzü göremiyoruz, akşamı tam nereden bilebiliriz, diyenler var. Elbette haklılar. Söylememiz odur ki, dinin şekil şartlarına hapsedildiği, “İslam’ın beş şartı var, imanın altı şartı var” zihniyetinin İslam’a büyük zararlar verildiği gibi, Alevi Bektaşi inanç ve dünyası, şartlara boğmadan insanlara maneviyatı verebilen bir yaşam anlayışıdır. Sabah ve akşamı tespit bu inançta saniyelerle, saliselerle ölçülmez, din şekil değildir, saniye değildir, salise değildir, demek istediğimiz odur. Gün doğumu, gün batımı vardır, kıstas budur.

Bu oruçta, zaten her seferinde büyük dualarla niyetlenmeye gerek de yoktur. Niyet bir kere edilir. Kendine bilen her daim oruçtur, Alevilikte-Bektaşilik’te. Muharremde de zaten niyetlenmiştir, niyetlen oruça başla, niyetlen oruç aç…

Dinin sömürülmesi bugünkü Türkiye’de Ramazanda yaşananlarla çok iyi görülür…

Muharremde eğlence yapılmaz, düğün-dernek yapılmaz, dünyada yapılan haksızlıklar daha iyi değerlendirilir, Hz. Hüseyin ve yoldaşları anılırken, mersiyeler okunur, bol bol kitap okunur, o olay göz önüne getirilir, insanoğlunun gaddarlıkları düşünülür… 

Elbette oruç tutulur; bu oruçta et yenmez, bol su içilmez (hatta hiç su içilmemesi genel kuraldır, ayran, çay vs. sıvı şeyler alınır), bol yemek yenmez. Gece (sahur dedikleri) belki ibadet için, yas çekmek için kalkılır… Gece kalkıp sofralar kurup yemek yemek bu inançta ve oruçta yoktur.

Genelde 12 gün Muharrem orucu tutulur. Oruç tutmada bazı yöresel farklar, uygulama farkları olabilir. On gün oruç tutup, onuncu gün oruç açanlar var. Onuncu gün öğlen açanlar var, akşam aşure çorbasını yapıp akşam açanlar var…

Bir büyük coğrafyada yaşayan, geniş bir kitlenin uygulama farkları olabilir. Ama esasa bakmak lazımdır.

Daha önce de gelenekte olduğu gibi son zamanlarda gittikçe artan oranda “Masumlar Orucu”, “Fatıma Ana Orucu” da tutuluyor. Fatıma Ana Orucu daha önceden muharrem ayında mı tutuluyordu bunu araştırmak lazım. Denk geldiğim gibi, bu orucun farklı tutulma tarihleri de var. Ama belki de çevresel şartlar, günün koşulları, dini değerlere yeniden yönelme nedenleriyle, şimdi Aleviler de Muharrem Orucu’nu on, on iki gün değil de, Masum-u Pak’lar, hatta “karşılama orucu” adı altında 15 gün tutmaya başladılar. Bir de Fatıma Ana Orucu eklenince bu 16 gün de oluyor…

Ben bu konuda bir şey söyleyecek konumda değilim. Yalnız elde ettiğim klasik bilgiye göre muharrem orucunun 10, 12 gün tutulduğu; genelde de, on veya onu ikinci gün öğlenleyen açıldığıydı.

Hz. Hüseyin on muharremde öğlenleyin katledilmişti. Bu on veya on ikinci gün öğlen açılması belki bu bilgiden dolayıdır. Ayrıca Bektaşiler’de de, onuncu gün oruç açılır.

Alevi Bektaşi kurumları arasında muharrem orucuyla ilgili da tam bir eş güdüm olmadığını gördüm. Ortak takvimler olmasına rağmen farklı tarihler de zikredenler var…

 

Ne diyelim, tutulan oruçlar, haksızlıklar karşısında boyun eğmeyen Hz. Hüseyin, tüm Ehlibeyt İmamları, Seyyidleri, Dedeleri, Babaları, Hz. Hüseyin’in yoldaşları ve tüm bu uğurda katledilen canları anmaya - anlamaya, birlik ve beraberliğe, kardeşliğe bir vesile olsun…

 

Tüm Kerbela, Ehlibeyt ve insanlık uğrunda haksızlığa uğrayıp katledilen tüm şehitlerin önünde eğiliyorum, onları büyük bir minnet, sevgi, saygı ve muhabbetlerimle anıyorum.

 

Ölümsüz anıları her daim bizlerle yaşamaktadır…

 

28 Eylül 2016, Çarşamba, Rumelihisarüstü

 

KANAMAYA DEVAM EDEN YARA; KERBELA

Ayhan Aydın

Bugün Irak sınırları içinde bulunan Kerbela’da (Ninova); miladi 10 Ekim 680, hicri 10 Muharrem 61 yılında yeryüzü insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birisi yaşanmıştı. İslam peygamberinin canının ayrılmaz parçaları olan başta çok sevgili torunu Hz. İmam Hüseyin olmak üzere, 72 kişi; yine aynı dine mensup binlerce kişilik bir ordu mensupları tarafından katledilmişti.

Bir zulüm deryası olan Kerbela’da; Hz. Hüseyin’in çocukları, yeğenleri, en yakınları Yezit’in taraftarları tarafından acımasızca öldürülmüştü. Bedenleri; yüzlerce ok yarasından sonra bir kısmının kolları kesilerek, işkence edilerek, sonrasında ise başları gövdelerinden ayrılarak o günkü başkent olan Şam Sarayı’na, din için dini değerleri yok eden ve saltanat uğruna en rezilce işleri yapan Halife Yezit’i memnun etmek için, onun ayaklarının önüne götürülmüştü. Kerbela’daki vahşetten kurtulan kadınlar ise çöl sıcaklarında haftalarca develer sırtında yolculuk yapıp yine onun sarayına getirilmiş, bu kıyımdan erkek olarak sadece Hz. Hüseyin’in oğlu İmam Zeynel Abidin sağ kurtulabilmişti.

Hz. Hüseyin zalimin karşısında mazlumluğun simgesi olmuş, asla ve asla zulmün, zalimliğin, barbarlığın simgesi ve İslam’da adaletsizliğin, adam kayırmanın, kendi ailesi ve yandaşlarını koruma ve iktidarın nimetlerinden yararlanıp mal varlığına sahip olma, iktidarda kalmak için her türlü entrikayı yapıp yüzlerce masum insanı öldüren, halifeliği hileli bir yolla elde eden Muaviye ve onun aynı karakterdeki oğlu Yezit ve taraftarlarına boyun bükmemiş; en yakını olan ailesiyle birlikte bedeninin bile onların atları altında çiğnenmesine göz yummasına rağmen, insanlık değerlerini var etmek için onlara yalvarmamıştır.

Hz. Hüseyin ve onun yoldaşları ölmez birer simgeye dönüşmüş, verdikleri mücadelenin anlamını anlayan yüz milyonlarca insanın haklı takdirini kazanıp, bugün de yaşatılmaya ve dolayısıyla yaşamaya devam etmektedir.

İşte; Aleviler - Bektaşiler muharremin yasını tutmak, orada şehit edilmiş, katledilen peygamberin ev halkı manasına gelen Ehlibeyt’i yâd edmek, bu olayı unutmadıklarını, unutmayacaklarını göstermek için yüzyıllardır “Muharrem Orucu” tutmaktadırlar. Bu oruç diğer oruçlardan farklı bazı özellikler arz etmektedir: Muharrem Orucunda su içilmez, et yenilmez, canlı hayvan kesilmez, eğlence, düğün, nişan gibi şeyler yapılmaz. Bu ay matem yani yas ayıdır. Bu nedenle insanın nefsini terbiye etmesi gereken bir ay, Kerbela’da yaşananlardan ders çıkartılması gereken bir aydır. Bol yemek yemek, zevk verici şeyler yapmak, hatta kadın – erkek ilişkisi gibi, şeyler de bu ay içinde, muharrem boyunca yasaklıdır. Çoğu insan iftara da kalkmaz, kalkanların önemli bir kısmı “gece ibadeti” diye nitelendirilen Kerbela Olayı’nı anlatan kitaplar okuma, bu olayın trajik boyutlarını anlatan mersiyeler okumak, şehit olanlara dua okuma gibi inanç boyutlu işler yaparlar. Hatta gece kalkmayı, uykudan uyanıp “biraz eziyet çekme” şeklinde yorumlayanlar vardır. Yani gece kalktıktan sonra Kerbela’da yaşananlar anılmaktadır.

Kerbela Olayı’na giden yolda katledilen ve Hz. Hüseyin’in amcası Müslüm Akil ve onun katledilen iki mazlum çocuğu için veya Hz. Ali ve onun çocukları olan 12 İmamların henüz çocukken katledilen yavrularına atfedilen ve 3 gün tutulan;  “Masumlar Orucu”, bugünlere denk getirilerek bazı yörelerde ve kişiler tarafından normalde 12 olan Muharrem Orucu’na bunlar da ilave edilerek 15 gün oruç tutulur. Oruçtan sonra gücü yetenler “şükür kurbanı” keserler. Bu Kerbela’da kurtulan İmam Zeynel Abidin’in kurtuluşuna ve Ehlibeyt’in soyuna şükran duygularıyla kesilen kurbandır. Ama Sünni Müslümanlar da dâhil olmak üzere Aleviler-Bektaşiler bireysel ve toplu olarak, köylerde; dergahlarda, cemevlerinde aşure kaynatıp tüm insanlara dağıtırlar. Bu aşurenin; “Nuhun karaya çıktıktan sonra gemide kalanlarla yaptığı bir aş” gibi kökenleri daha birçok anlatıyla değişik şeklinde yorumlansa da bu gerçeği yansıtmaz. Aynen oruç olayında olduğu gibi, aşurede gibi, birçok Alevi –Bektaşi uygulaması; Sünni ve Şii İslam anlayışlarının uygulamalardan derin farklılıklar içeren ve “Alevi Bektaşi Yolu”nun inanç gerekliliğinden olup, benzeri binlerce uygulama gibi bu inanç ve kültüre ait özgün yapılardır.

Aleviler- Bektaşiler hatta olayın bilincinde olan Sünniler bu günlerde oruç tutacaklar. Şimdi moda olan kimi dedelerin olayı Kuran kaynaklı gösterseler de, geleneksel olarak insan aklının bulduğu bir uygulama dense de, Muharrem Orucu başlıyor.

Bugün bu coğrafyada kan akmaya devam ediyor.

Bugün bu coğrafyada insanlar aynı dine mensup olsalar da yine sözde “din adına” aynı dinin mensupları tarafından başları kesilerek katlediliyorlar.

Başta Aleviler olmak üzere İslam’ı farklı yorumladıkları için, kime hizmet ettikleri tam belli olmayan terörist guruplar tarafından toplu katliamlara uğruyorlar.

Kan içiciler, yağmacılar, emperyalizme hizmet edenler, onların Ortadoğu’daki maşası olanlar yine bu topraklarda aynı oyunun figüranları olmayı sürdürüyorlar.

Kerbela’da yeryüzünün en büyük barbarlıklarından birisi yaşanmış, bir dinin kurucunun çocukları dolayısıyla o dinin bizzat bir parçası bedeninden koparılmıştı.

Bugün ise yine aynı Ortadoğu’da bin dört yüz yıl sonra bile acılar aynı, zulümler aynı, feryatlar aynı. İnsanlar katlediliyor, yerlerinden yurtlarından sürgün ediliyorlar, inançlarını yerine getiremiyorlar, kan ve gözyaşı devam ediyor.

Demek ki, insanlık halen Kerbela’dan gereken dersi çıkaramamış.

Demek ki, canıyla kanıyla, en sevdiklerinin nefesleriyle İslamiyeti, İslamın en büyük erdem ve değerlerini, insanlığı ayakta tutmak isteyen İmam Hüseyin’in verdiği mücadele, onun kavgası anlaşılamamış.

Kerbela kanamaya devam ediyor, Kerbela’dan ateşler, alevler yükselmeye devam ediyor.

Ah Hüseyin, Vah Hüseyin, Şehitler Serdarı yiğit Hüseyin!

Nidaları yine aynı toprağın, aynı inancın, aynı kültürün, aynı coğrafyanın insanlarının yaktıkları ağıtlar o gün değil bugün de yaşanarak söyleniyor.

Bu acıyı hissetmek zaten yeterince zor.

Keşke bu büyük olaydan, olaylardan ders çıkarılabilseydi, keşke bu olaylar hiç yaşanmasaydı, yaşanmasa!

 

Kerbela’da İmam Hüseyin,  Muharrem Orucu ve Kimi Alevilerin-Bektaşilerin Garip Halleri

 

Sevgili Dostlar;

 

Çağımızda, “Kültürel Değişim, Gelişme” denilen aslında bazen köksüzleşme, kimliksizleşme olarak da yorumlanması gereken, özünde bir asimilasyondan başka şey olmayan,  bazı büyük sosyal erozyonlar ülkemizde de yaşanmaktadır. Günümüzde ülkemizde Aleviler Bektaşiler de bundan nasibini almaktadırlar.

Bugünün gerici, faşist diktatörleri diyebileceğimiz o zamanın Emevi Devleti’nin başında yer almış, saltanatını korumak için kendi halkına da türlü katliamları yapmaktan geri durmayan Muaviye ve onun gaddar oğlu Yezit zihniyetine karşı direnen ve benzersiz eylemiyle yeryüzü insanlığının doruklarındaki yerine alan Hz. Hüseyin ve yoldaşlarının mücadelesi tüm insanlığın ortak hafızasında yer edebilecek bir destan niteliğindedir.

Aleviliğin Bektaşiliğin düşünsel temellerinde yer alan, bu inancın köklerinde var olan olan ve “zalime boyun eğmemenin” simgesi olan Kerbela’da açılan bir yara halen başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada yüzyıllardır kanamaya devam etmektedir. 

Irak topraklarında bulunan Kerbela’da, 10 Ekim 680, hicri takvimle 10 Muharrem 61 yılında meydana gelen, zalim Yezit ordusunun Hz. Muhammed’in torunlarına, Ehlibeyt’e karşı giriştiği katliam tarihin en büyük gaddarlıklarından ama aynı zamanda direnç sembollerinden birisidir.  İmam Hüseyin en sevdiği insanların canlarının gözleri önünde alınması ve kendisine yapılan zulümlere rağmen zalime boyun eğmemiş, dünya nimetleri için savunduğu değerlerden ödün vermemiş, bunun bedelini kundaktaki bebekleriyle birlikte kendi canını vererek ödemişti.

Muharremde; çok geniş bir coğrafyada tarih farkları dâhil çeşitli uygulama farkları olsa da, Kerbela Çölü’ndeki bu en büyük felaketi anmak için; diğer oruçlardan farklı olarak; o günün maneviyatının ön plana çıktığı, o maneviyata yaklaşmak için insan iradesinin bilinçli bir şekilde tercih yaparak, tümüyle yas içinde olunduğu hatırlanılarak bu oruç tutulur, matem anmaları yapılır. Bu oruçta; fazla yemek yenmez, su içilmemeye dikkat edilir, et yenmez vb. şekilsel şartları, kurallar vardır. Ama tutulan oruçtan daha önemlisi Muharrem boyunca; o gün orada verilen mücadeleyi anmak, anlamaya çalışmak, Hz. İmam Hüseyin ve katledilen 72 Yoldaşı, Ehlibeyt’i, onların yaşamlarını, manevi dünyalarını anlamak ve anmak bunun için de her türlü eğlence ve zevk veren şeylerden uzak durmak bu ayda yapılanların temel anlamıdır.  Şu anda unutulmaya başlanan, pek önemsenmeyen en önemli uygulama ise; Bu ayda düğün, nişan, eğlence yapılmamasıdır.

Şimdilerde ülkemizde kendi tarihsel, inançsal ve kültürel değerlerini yok etmeye başlayan, bir takımının bunlarla alay bile ettiği, “çağın gereği kentsel kültürel değişim ve dönüşüm” içinde kimliksizleştirilmeye, kişiliksizleştirilmeye çalışılan bir kitle de Alevi Bektaşi kitlesidir.

Bu güzide topluluk uzun yılların verdiği sıkıntıların da etkisiyle, kendini var eden, yani kendisini oluşturan birçok değerleri zamanla unutmaya başladı. Bir Aleviyi Alevi yapan, Bektaşiyi Bektaşi yapan onun varlığını oluşturan yapılar sarsıldı, büyük yaralar aldı, bazı kurumlar, yapılar, gelenekler, töreler, unutulmaya, geride bırakılmaya bile başlandı. Yani sözde bir Alevilik Bektaşilik konuşulmaya başlandı. Yaşanan, değerleriyle, kurum ve yapılarıyla geçmişin tarihsel yapısının devamıyla yani artık “geleneğiyle yaşayamayan” bir Alevilik’ten, bir Bektaşilik’ten söz etmeye başladık. Yani Aleviliğin Bektaşiliğin olmazsa olmazları, yok olmaya, bazı uygulamaları uygulanmamaya başlandı.

Tüm tarihler boyunca Hz. İmam Hüseyin, Kerbela, On İki İmamların Hayatları, mücadeleleri, ozanların, erenlerin mücadeleci ve çileli yaşamları Alevilerin Bektaşilerin ortak “kollektif” hafızalarının en canlı yerlerinde yer almıştır.

Ama ne hikmetse son yıllarda onlarca örneğini gördüğümüz gibi;  konuşmalarıyla, yazılarıyla, sözde panel ve diğer etkinliklerde; insan hakları ve her türlü haksızlığa sözde tepki veren (veya böyle bir görüntü veren) kendine Alevi Bektaşi ve temsilcisi diyen bazıları, Hz. Hüseyin’in davasını sıradanlaştırmaktadırlar.

Yılın farklı tarihlerinde sıkça rastladığımız ama ne hikmetse özellikle de bu ayda da, yurt içi ve yurt dışında yapılan sözde panel ve konuşmalarda; kimi Alevi kökenliler ve yanlarına aldıkları kimi farklı köken ve görüşten kişiliksiz yazar, aydın denen kişiler, Kerbela’da verilen mücadeleyi kılıktan kılığa sokmaktadırlar.  Alevi Bektaşi inancına ve değerlerine hakaret ederek, dinci gericiler gibi, hatta küfrederek Muharrem etkinliklerini kullanmakta, bu kutsal günü bile ezeli hastalıklarına perde yapmaktadırlar.

Bunu sağlayanlar ise;  bazı Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları ve onların aslında ne inançla, ne bu kültürle, ne yol ve erkânla, ne insanlıkla bir ilgileri olmayan ve Muharrem ayında şampanya patlatıp, eğlence yapabilen, bu inancın değerleriyle alay edebilen, Aleviliği Bektaşiliği kullanan, sözde başkanlarıdır ve kimi yazar müsvetteleridir.

 

Sevgili Dostlar;

 

Yeryüzünde hiçbir inanç – kültür topluluğunda; Alevilerin Bektaşilerin içinden çıkmışlar gibi,  bu kadar kafası karışık, daha doğrusu kafasıyla gövdesi birbirinden ayrı yaşayabilen sözde aydın, önder kılıklı insan yoktur.

Yeryüzünde hiçbir kültür ve inanç toplumunda kendi değerlerine küfredenlerin alkışlandığı bir yapı yoktur. Bu aklın mantığın durduğu bir yerdir.

 

Sevgili Dostlar;

 

Kimi, Alevi Bektaşi temsilcisiyim, diyen; bazı dernek başkanı, yazar, ozan, sanatçı denilen kişiler; bu dava Hüseyin’le Yezit’in davası, Arapların kendi aralarında verdikleri sıradan bir iktidar mücadelesi olayıdır, bunun Alevilik’le Bektaşilik’le ne alakası vardır, diyebilmektedir.

Kimi sözde Alevi temsilcileri, Hüseyin’e gözyaşı dökmekle ne elde edililecek, bu çağın gerisinde kalmış olaylar neden bu kadar abartılıyor, diyebilmektedirler.

Arap Ali’nin, Arap Hüseyin’in, Ehlibeyt denen zümrenin başına gelenler bizi niye bu kadar ilgilendiriyor, diyen Alevi temsilcileri var.

Yezit zihniyetli kimi gerici, Alevi düşmanı yazarların söylediklerini tekrar eden Alevilerin ekmeğini yiyen kimi sözde yazarlar buna benzer görüşler ileri sürmekte, yazılar yazabilmektedir.

25 yıllık tecrübelerimle mevcut olduğu ve yaşandığı için yazıyorum, söylüyorum ve haykırıyorum;

 

  • Yeryüzü insanlık tarihinin onurlu mücadelesi olan İmam Hüseyin’in verdiği mücadeleyle hiç kimse ama hiç kimse alay edemez, bu mücadeleyi küçümseyerek Yezit’leşemez!
  • Hele hele de Alevi Bektaşi kitlesi önünde, Kerbela Olayı’nı, Hz. Hüseyin’in verdiği mücadeleyi sıradan bir olay gibi anlatan, olanlarla adeta alay eder şekilde, bu halkın önünde bu içerikli konuşmalar yapamaz!
  • Aleviler Bektaşiler adına sözde temsilci olduğunu söyleyen öncülerin bu tarihsel olay karşısında sessiz kalıp, Yezit ordularının insanları kesmesine seyirci kalanlar gibi, nankörleşemez, duygusuzlaşamaz!
  • Hiç kimse; Aleviler-Bektaşilerle İmam Hüseyin ve Yoldaşlarının verdikleri mücadele arasına mesafe koyamaz!
  • İnsanım diyen, bir de sözde Aleviyim, Bektaşiyim diyen hiç kimse Kerbela Olayı gibi, muharrem orucunu küçümseyemez, bunu geri bir şey gibi göremez, gösteremez!

 

Ya insan ol, olduğun gibi görün, ya insan ol; göründüğün gibi ol!

Aleviliğin Bektaşiliğin bin dört yüzyılda oluşmuş, bugüne gelmiş değerlerine, ilkelerine ya saygılı ol, ya sahip çık; ya da def’ol git o kurumların başından,  bırak yazmayı Alevilik Bektaşilik konusunda!

 

Bu toplumu sağdan soldan sömürenler; Bu halkın inançlarına saygısı olmayanlar, hatta bu değerlere küfredenler; işleri güçleri siyaset, güç, nam, iktidar, yalakalık, şöhret, para, pul olanlar; Def’olun gidin, kene gibi sömürdüğünüz bu halkın sırtından!

 

Yeter oldunuz artık!

 

İnsanlığın doruklarında yer alan ve sonsuza kadar anısı yaşayacak İmam Hüseyin ve Yoldaşlarının davaları davamız, yolları yolumuz, ilkeleri ilkelerimizdir!

 

Bir kez daha bin kez daha onların anısı önünde büyük bir sevgi, saygı, hürmet ve minnetle eğiliyorum…

 

Muhabbet Ehline…

 

1 Ekim 2015,  Perşembe

 

RUMELİHİSARÜSTÜ, SARIYER

 

 

KERBELA’DA İMAM HÜSEYİN...

 

Aşkın badesini sun bana bana

Gözümden akıttım kanlı yaş sana

Canımı versem de az gelir vallaha

Medet Mürvetinle İmam Hüseyin

 

Cellatlar vursunlar başıma balta

Kanım aksın Kerbela’da dört yana

Yalvarsam yakarsam az gelir sana

Medet Mürvetinle İmam Hüseyin

 

Canımı alsınlar etsinler kurban

Derimi yüzsünler versinler ferman

Sürsünler bu canı çeksinler kervan

Medet Mürvetinle İmam Hüseyin

 

Lime lime eylesinler bu teni

Versinler bana böyle tasa bu gamı

Fatma Anamın feryadını ahını

Medet Mürvetinle İmam Hüseyin

(Ayhan Aydın, 2 Haziran 2014)

  

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile