KÜLLER ARASIN HAÇİN
KÜLLER ARASIN HAÇİN
Hiç sormazsın nazlı yâri
Gurbet ile düşmüş gönlü aman aman
Silen yok gözümden yaşı
Haçin dağı aman ha Haçin dağı
Niçin susmuş yârin sazı
Yuvasından ayrı düşmüş aman aman
Arar gördüm nazlı yari… (Sayfa: 177)
Bir yazar, bir edebiyatçı; dünyayı, olayları, yaşamı şiirsel bir dille, ana örgüsünde her en olursa olsun, üslubuyla, seçtiği sözcüklerle, kendi metnine verdiği ruhla var eden o söz ustası, kendi eseri üzerinde ayrıca çok çalışır mı, yazdığı kitapla ilgili çok kitap okur mu, gece gündüz bir de kafayı tarihe, coğrafyaya, tıbba, fiziğe, astronomiye verir mi?
Bir yazar yazısıyla, yazdıklarıyla bilinir, ölçülür, anılır. Binlerce, belki on binlerce sayfa yazı yazsa, hangi konuda olursa olsun ortaya bir şeyler koysa da, insanları, insanlığı, edebiyat dünyasını ne kadar etkileyebilir?
Bunun kıstası; bir yazar olması, insanlığın ortak hafızasında onu etkileyebilecek gerçekçiliğin ötesinde diliyle bu gerçekliği ölümsüz kılacak dizelere sahip olması yetmez mi?
Koskoca bir dağ ve bu dağın içende, belki de yeryüzündeki tüm dağların içinde mutlaka bulunacak bir avuç altın için o dağın tüm kayalarını, taşlarını, topraklarını elememiz mi gerekir? Dağ dağdır, bir dağ bir dünyadır, ama dağdan insanlığa, insanlığın ortak yaralarına merhem olacak bir tutam ot bulmak için onca çaba harcamak?
Gerçi sonsuz faydası var keçiboynuzunun ama bir petek parçası baldaki tadı alabilmek için bir çuvalını yemek?
Neyse yine baştaki soruya dönelim; bir yazar eserini yazarken ne kadar çalışır, ya da çok çalışmalı mıdır?
Bu soru böyle kalsın.
Ama nice edebiyatçı kendi eserini yazarken sadece hafızasına güvenmiyor, edebiyat gücüyle yetinmiyor, elbette ele aldığı konuda, meselede gerçek, doğru, genel geçer, bilimsel bilgilere ulaşmak için yoğun emek veriyor. Okuyor, araştırıyor, kendisini besliyor, besliyor ki, eserinin ayakları daha sağlam yere bassın, daha geniş bir perspektifle olaya derinlikli bakıp farklı çevreleri de kucaklayabilsin.
Çok sevgili Sırrı Özbek’in Belge Yayınları’ndan çıkan Namekan, Baba İshak’ın Uzun Yolculuğu kitabını bitirdikten hemen sonra başladığım yine Belge Yayınları arasında çıkmış olan, Halil İbrahim Özcan’ın Küller Arasında Haçin kitabı da öbürü gibi beni çok etkiledi.
Sayın Sırrı Özbek şiirsel anlatımıyla beni çok saran Namekan’ı yazarken konusuyla ilgili ciddi bir çalışma süreci de yaşadığını, kitabın konusuyla ilgili döneme ait birçok kitap okuduğunu bana söylemişti. Ama edebiyat gücü, o tarihsel olayı, bir tarih kitabı değil de, bir önemli edebiyat eseri olarak yazmasını sağlamış, bence benzersiz tasvirleri, insan karakterleri, ölümsüz doğa betimlemeleriyle bize ciddi bir roman kazandırmıştı.
Yaşadığımız toprakların aslında ne güzelliklerini, ne tarihinin bilinmezliklerini, ne de benzersiz insan öykülerini yazmakla bitiremeyiz.
Tam da böyle bir şekilde 1240’lardaki Babailer İsyanı olarak bilinen Baba İlyas ve Baba İshak’ın tarih – coğrafya – kişi bağlamındaki öyküsünde Baba İshak’ın Uzun Yolculuğunu Sırrı Özbek’ten okuduktan sonra, bu sefer yakın bir dönemde 1920’lerde yine bu topraklarda sonu kanla biten bir trajediye farklı bir bakışın romanını yeni okudum.
Ben de çok değerli yazar dostumuz Halil İbrahim Özcan’ın; Küller Arasında Haçin romanından sizlere bahsetmek istedim.
Anadolu…
Dost olmak, hısım – akraba olmak, can olmak, bölüşmek ekmeği, derdi ve tasayı aynı yüreklilikle…
Birlikte yaşanılan aynı toprağı, dağı – taşı, aynı gökzünün altında aynı kaderi paylaşmak aynı bilinçle…
Diller farklı olsa da, kültürler farklı olsa da, inançlar farklı olsa da, isimler ayrı olsa da, ekin ekmek, aynı yürekte türküler söylemek aynı altın başaklı tarlalarda…
Kan yağar göğden, çeteler, haramiler, eşkıyalar basar yuvalarımızı; mavzerlerinden önce kahpe ağızlarındaki salyalarla ölüm saçarlar karanlıktan gelenler, karanlık güç odaklarından güç alanlar, her biri firavunlaşan muktedirler…
Yaşamın, hayatın düşmanları, çocukların gözlerindeki aşkın düşmanları; vicdansız ağaların, paşaların, ellerinden şeytanın yazdığı fermanlar, beratlar, kanunlar, kanunnameler, sözleşmeler, Moğol güçlerinden sonra Batı’nın Sevr’lerinden taşan emperyalist güç odakları kardeşi kardeşe düşman ederler yaşadıkları kadim topraklarda…
Tek dişi kalmış canavar Batı’dan faşizmin ve yokluğun öbür adı çıkar; namussuzluk, bencillik, ırkçılıkla yoğrulmuş paylaşım savaşları olarak…
İşte Anadolum; Kafkasların, Mezopotamya’nın, Balkanlar’ın arasına geçit olmuş, yıkılmaz tertemiz insan ruhuyla, kültürüyle, acılarından yapılmış insanlık köprüsü.
Yok dirlik, yok düzen, yok bir sürekli çelikleşmiş özde bir toplum, ortak bir vatan olma ülküsü…
Yok etmişler aşkı ve sevdayı, bölüşüp, kardeşçe pay etmeyi ekmeği ve aşı…
Her tarafta, her zaman akıtılan gözyaşı, gözyaşı…
Huzur bulmak için gelenleri, derin acılara koyup, susuz kuyularda, kuru derelerde, otsuz dağlarda köle eden, sürgün edenler coğrafyası…
Türkü, Kürdü, Ermenisi, Lazı, Çerkezi, Rumu, Arabı…
Derken Yörüğü, Türkmen’i, Tartacısı, Çepnisi…
Dil yaralanmış döker hicranları
Hüzünlü gönül pare pare,
Yürekten yakar türküsünü Anadolu insanı buna ne çere?
Küller Arasında Haçin
…
Sürgüne gidenlerden çok azı dönebilmişti. Artık biliyorlardı ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Sanki güneş eski güneş, toprak eski toprak, Türk komşuları da eski Türk komşuları değildi. Her an patlamaya hazır bomba gibiydiler. Bir yandan yaralarını sarmaya çalışırken öbür yandan da Türklerden kendilerini korumak için hazırlık yapmaktaydılar. Sancılı günler yaşıyordu Ermeniler. Daha az yemek yiyor, daha çok çalışıyor ve birbirlerine umut aşılıyorlardı. (Sayfa: 168)
…
Halil İbrahim Özcan’ın kaleme aldığı Belge Yayınları arasında çıkan Küller Arasında Haçin kitabı, 1920’lerde Adana – Kayseri ve çevre illerde yaşanan, 1915 Ermeni Tehcirine dayalı olarak gelişen ve Ermenilerle Türkler arasında büyük gerilimlere sebep olan olayları irdeleyen tarihi bir roman.
Tarihi bilgiler ışığında Adana’ya bağlı Haçin yani Saimbeyli beldesinde, sürgün edilen Ermenilerin bir kısmının gelip ata yurtlarındaki eski yaşam koşullarını bulamamalarının çok acıklı öyküsünü anlatıyor Haçin.
Ayrılıkçı güçlerin, devlet gücünün zayıflamasıyla düzeni ele almaya başlayan çetelerin, Fransızların kontrolündeki bazı Ermenilerin de aynen Türk çeteler gibi insanlara zulme başlayıp Türklere baskı yapmalarının kanla biten tarihini bizlere anlatan Küller Arasında Haçin, çok hüzünlü bir tarih sayfasının gözler önüne serilmesi gayretidir.
Batı’da Rumlar / Yunanlılarla Türkler arasında olan mücadeleler gibi; Güney’de de, Fransızların kontrolünde Ermenilerle Türkler arasındaki sıra dışı ilişkilerin irdelendiği bu roman, aslında bu konuyu merak edenlerin mutlaka okumaları gereken önemli bir edebiyat eseridir.
Bir kuşatılmışlık, bir yalnızlık, gökyüzünde parlamayan yıldızlardan medet uman sönmüş gözler…
Yanmaz ateş, tütmez ocak…
Ağlamaz çocukları bile korkudan vicdansız düzen, namussuz kanun, it dişleri geçer damarlarıma, sinirlerim çekiler kan akmaz gayri kuruyan çaresiz bedenimden…
Yıkılsın dünya, yok olsun evren…
Yıllar yılı milyonlarca insan savaşlarda öldü, öldürüldü, evler, mahalleler, köyler yok edildi, ülkeler yok oldu…
Büyük devletlerin, sistemlerin ardı arkası kesilmeyen paylaşım savaşları, güç savaşları…
Adana’da geçen, yaşanan bir derin acının tarihi Haçin…
Kuşatılmış, kaderine terk edilmiş, çoktan hakkında hükümler verilmiş bir yaralı coğrafyada bir hükmün son uygulanma yeri. Adana’da Ermenilerin yaşadığı bir güzel belde…
Gençlerin Türk – Ermeni bilmeden birbirlerine sevdalandıkları, yaylalarında keçilerin, develerin eğlendiği, pınarlarından soğuk suları, yarpuzları, çiçekleri eksilmeyen cennet güzelliğindeki Adana’nın bir parçası…
Demirciler, çiftçiler, kadınlı erkekli bir büyük ahali…
Ermeni, Türk, Kürt, Rum ayrımı olmadan yaşayan insanlar arasına hançer sokan, ateş kıvılcımları atan Batı’nın oyunlarıyla, ırkçılıkla, milliyetçilikle, her taraftan gözü dönmüş çetelerin silahlarının gölgesi altında var olma – yok olma savaşı veren bir Anadolu’da, Adana’da Ermeni kasabası…
Çevresindeki köyleri kıra kıra ilerledi çeteler, kin, nefretle ördüler duvarları, yok ettiler dostluğu, barışı, kardeşliği, birlikte yaşama aşkını…
Çocuklara kıydılar, eli kalkmaz yaşlılara…
Adım adım kuşattılar bir şehri…
Halil İbrahim Özcan, sadece iyi bir yazar olarak değil, şair olarak değil, sadece namuslu bir tarafsız insanoğlu insan olarak değil, dönemin tarihi gerçeklerini, doğru bilgilerini de çok ustaca, yalın, anlaşılır bir şekilde, bir edebiyatçı olarak eserine yansıtarak tam da uluslar arası emperyalizmin paylaşım savaşında açılmış, 1915’de ve devamında çok büyük bir trajediyle sonuçlanan, Anadolu’nun hala kanayan bir yarasını açıyor bizlere…
Tüm gerçekliğiyle, Adana’da, Kayseri’de, yurdun dört bir tarafında adım adım örgütlenen “dostu – dosta düşman etme, kanla bir yurdu parçalama” planlarını yani Rum’u, Türk’ü, Kürd’ü, Ermeni’yi birbirinden ayrıştırarak, büyük güçlerin, bir ülkeyi parçalayıp, nasıl yok etmek istediklerini benzersiz bir şekilde anlatıyor Haçin kitabıyla…
İlmik ilmik örülen, hiç bitmeyecekmiş gibi sağlam köklerle bu toprağa tutunmuş gibi görülen “birlikte yaşama” kültürünün nasıl sinsi planlarla, hilelerle, mavzerlerle param parça edilmek istendiğini adım adım, satır satır bizlere sunuyor…
İnsan, doğa, olay betimlemeleri dışında, tarihsel bilgilerle ortaya konulan gerçeklikler bizleri alıp tam da o ana, o coğrafyaya, o insan psikolojilerinin içine götürerek edebiyatın tadını bize yaşatıyor Halil İbrahim Özcan’ın Haçin kitabı…
Yokluk, çaresizlik, savaş ortamı insanların nasıl da zaaflarını ortaya çıkarıyor, benlik, bencillik, üstüne din ve millet farkı örtüsünü, kılıfını örtüp nasıl da insanı insanlıktan çıkarıyor, kız – alıp verebilecekken nasıl da en azılı düşmanı haline getiriyor komşusunu işte bu kitapta bunları bir çırpıda gözler önüne seren bir eser oluyor.
Kitabın en önemli tarafı ise bence, yazarın yazar kimliğini kullanırken, vicdanının kalemi olarak evrensel insan severliğiyle tarafsızlığını yitirmeden, yani taraf tutmadan olayları olduğu gibi anlatabilme gücü ve başarısıdır.
Gerçek bir yazar; kökeni, inancı, dünya görüşü ne olursa olsun, yazdıklarıyla tüm dünya insanlığının ortak değerlerini eserlerinde işlemelidir. Bir kişi insanının insan kalabilmesinin öyküsünü, yorumlarıyla savaş yerine barışı, insanlığın değerlerini en yalın bir şekilde anlatabildiği ölçüde evrensel bir yazar olabiliyor.
Dil becerisi, imgeleri, örnekleri, konu zenginlikleri, karakter çoğulculuğu, coğrafi örgüleri ustaca vermesi de artık onun başarıları oluyor.
Ilık bir Paris gününde, Haçin’den, Talas’dan, Halep’ten iyi niyetli bir Ermeni kaymakam Garabat Çallıyan’dan, Güney’in Topal Osmanları; Gizik, Arap Ali’den, bir kalender gibi yaşayan Papaz Gabriel’den bahsederken sizi içine çeken roman’ın örtülü sevda çeyizinde Türk Selvi, Ermeni Aram aşkının öyküsü de bu kitabın hazineleri oluyor artık.
Bu vahşi parçalanma sürecinde; etin kemikten ayrılma acı öyküsünde, ne Türkler tümüyle suçludurlar, ne de Ermeniler tümüyle haklıdırlar…
Bu acı bu toprakların ortak acısıdır. Olaylara hislerimizle baktığımız kadar, kafamızı kaldırıp dünya gerekliğiyle, güç odaklarının oyunlarının akıl almaz boyutlarıyla da bakarsak her zaman için daha sağlıklı, gerçekçi yorumlar yapabiliriz.
Bu acıyı yaşatanlar Türkiye’nin, Anadolu’nun, Türklerin, Ermenilerin, Rumların da aslında ortak düşmanlarıdır.
Mesele bunu anlamak, anlayabilmektir bence…
Daha önce okuyup yine bir yazı yazdığım, 1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü almış olan, Dido Soritiyu’nun, Benden Selam Söyle Anadoluya isimli kitabının sonunda şunlar yazılıydı:
“.... Ve sen...
Kör Mehmet’in damadı.
Hele sen!
Neye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme?
Öldürdüm evet seni, ne olmuş!
Ve işte ağlıyorum...
Sen de öldürdün!
Kardeşler, dostlar, hemşeriler...
Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!..
Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah!..
ve yan yana..
omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden!..
Sakakuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik!
Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yan yana eğlenmek üzere...
şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!..
Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı!
Benden selam söyle Anadolu’ya...
Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin...
Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!..
İşte böyledir Anadolu’nun ve yaralı coğrafyaların öyküleri… Hep dert, hep hüzün vardır…
Ben de yine Küller Arasında Haçin kitabından bir alıntıyla bitireyim satırlarımı ve de sadece aşklar, sevdalar, dostluklar, insanlık yaşasın, diyeyim son söz olarak…
…
Nablus / Temmuz 1916
Sevgili Selvi,
… “Bekleyeceğim seni”, diyorsun, Bekleyeceğim. Ben de buralardan sesimi sesine katarak, “Ya gelemezsen?” diye soruyorum kendime. Esmer yüzün geliyor aklıma. “Nasılsın?” diye soruyorum bazen siluetine benzeyen gökyüzündeki bulutlara. Sahi burada da bulutlar bizim oradakiler gibi. Sen ta çocukluğumdan beri hep aklımda olansın. Kuşkum yok geleceğimden ama gene de bir tereddüt kemiriyor benimi… (Sayfa: 215) (Aram)
…
Haçin ateşler içindeyken, burayı ele geçiren Türk güçleri, çeteler, Ermeniler içinde yaşayan birçok Türk ailesinin ve Selvi’nin anne ve babasının da olduğu evi de ateşe verirler…
Okul arkadaşı Aldız Selvi’ye kaç, kaç diye bağırır…
(Selvi) … Tatlı bir rüyaya dalıyor; rüyanın onu çağıran mucizeler perdesini aralayarak sesleniyordu.
“Aram, Aram neredesin sen şimdi? Bak doğduğun, büyüdüğümüz yerlerin haline gel bir gör…”
Etraftaki ateşler içinde kalmış evlere bakarken ayaklarından başlayarak bir ısı yükselmişti yukarı doğru. Her taraftan gazyağı kokusu geliyordu. Her yer kararmaya başlamıştı. Düştüğü tünelde dumanlar içinde son bir kez bakışlarını tepesindeki güneşe çevirmeye çalıştı. Gözlerini açamıyordu. Güneş içinde batmıştı. (Sayfa: 216)
Küller Arasında Haçin, Halil İbrahim Özcan, Belge Yayınları, 2. Baskı Aralık 2016, İstanbul
Ayhan Aydın
30 Ocak 2023
BİR CAN İNSANDAN ÖYKÜ VE ŞİİRLE DOLU DOLU KİTAPLAR…
BİR CAN İNSANDAN ÖYKÜ VE ŞİİRLE DOLU DOLU KİTAPLAR…
Dün, Uluslar arası Yazarlar Birliği PEN’in ülkemizdeki şubesi olan Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nde tanıştığım Hasan Coşar dostumuzla sohbet etme şansımız oldu.
Özüyle, yüreğiyle tertemiz bir can insan olduğunu hemen anladığım; uzun yıllar devrimci mücadelede yer almış, bu uğurda hapishanelerde yatmış, türlü çileler de çekmiş bir güzel insan Hasan Coşar’ın, dünyaya sevgiyle bakan bir gönle sahip olduğu hemen anlaşılıyordu.
Kimilerinde olduğu gibi; takıntılı, üsten bakınçlı, sanki çok da özel bir dünyanın insanlarıymış gibi duran ve biraz da kibir barındıran tavırlardan eser olmayan sevgili üstadımızın hoşsohbet birisi olduğu hemen anlaşıldı.
Değerli üstadımız hemen orada, biri öykü, diğeri şiir olan iki kitabını imzalayıp bana hediye etti.
Bilenler biliyor, biz de uyku ne arar? Gece kalktım, yine en iyisi okumak deyip, kitaplara sarıldım; önyargısız, meraklı, okumaktan her daim hoşlanan bir insan olarak satır satır ilerledim sevgili Coşar’ın bana verdiği kitaplar arasında.
Tükenmez Kalem
2022’de Sınırsız Yayınları arasından çıkan, Hasan Coşar’ın Tükenmez Kalem kitabında altı öykü var.
Hasan Coşan’ın öyküleri soyut, kurgusal, fantastik betimlemelerden uzak, yaşamın tam içinden, bağrından çıkan, insan ilişkilerine dair insanı saran, sıkmadan baştan sona merakla kendisini okutan türden öyküler.
Öykülerde; ironi var, tarih var, Türkiye gerçekliği var, insan, insana dair birçok şey ve bitmeyen umut dolu satırlar var.
Hasan Coşar, öykülerinde yaşadığı şehirleri, yanında yöresinde olan insanların karakterlerini, kendi iç dünyasında sevip önemsediği duygularını gizlemeden satırlarına aktaran bir yazar. Tek boyutlu, karamsar bir tünelde ilerler gibi insanı sıkan öyküler değil onunkiler, kendi içinde coşkusu olan, hayatın tüm canlılığını hissettiğiniz, demir kapıları ve demir kalpli insanların kuşatıcılığını kıvrak bir üslupla aşan, dağların, doğanın sesini, rengini, coşkusunu karanlığı aydınlatırcasına içeriye, içinize dolduran satırlar dökülüyor sayfalardan.
Üstelik İstanbul Taksim’deki çınarlar, Ankara Kurtuluş Parkı’nın ağaçlarının huzuru, Moda’dan gözlenen deniz de, kadınlı – erkekli gençlerin aşk, sevgi konuları da, hangi nedenle olursa olsun Batı’ya giden kimi insanların beraberlerinde götürdükleri kişilik özellikleri de Hasan Coşan’ın öykülerinde başarılı bir şekilde işleniyor.
Dili, üslup, kurgu bakımından bence çok başarılı olan Hasan Coşan öykülerinde ben yaşamın tüm duygusal yönlerine rağmen dirençli yönünü, vazgeçilmezliğini, doyulmazlığını, hayatın ne kadar güzel bir şey olduğunu da başarılı bir şekilde verebilme gücünü gördüm.
Hayat varsa umut da vardır, sevgi de vardır, bitip tükenmez yenilikler de vardır yaşamda…
Eline, yüreğine, gönlüne sağlık sevgili üstat.
Kalemin, araştırma merakın hiç tükenmesin… Gençlere örnek yaşamın nefesini her daim bizlere taşımaya devam et sen…
(Tükenmez Kalem, Hasan Coşar, Sınırsız Kitap Yayın, 142 Sayfa, Ağustos 2022, Çankaya – Ankara)
Devamını oku: BİR CAN İNSANDAN ÖYKÜ VE ŞİİRLE DOLU DOLU KİTAPLAR…
DEVLET ALEVİLERİ PAYLAŞAMIYOR
DEVLET ALEVİLERİ PAYLAŞAMIYOR
AKP. – Recep Tayyip Erdoğan tek adam rejiminin birçok alanda olduğu gibi inançlar, kültürler konusunda da ya yozlaştırıcı, asimile edeci gayretleri, ya da bu yapılara doğrudan müdahale ederek kendi kontrolünde yeni yapılar oluşturma gayretleri, 20 yıllık iktidarları boyunca hiç azalmadan, şekil değiştirse de, hep devam etti.
İktidarlarının ilk yıllarında Alevi bir yazar olan Reha Çamuroğlu’yla başlayıp kısa sürede onu tasfiye ettikten sonra, “Alevi Çalıştayları” adı altında devam eden sözde Alevilik hamleleri, zaman zaman cemevi ziyaretleri gibi toplumsal mesajlar içeren çalışmalarıyla sürse de, tüm bunların sadece görüntüden ibaret gayretler olduğu zamanla görüldü.
İktidarlarını her yolu kullanıp kuvvetlendirdikten sonra Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP. Zihniyetinin, bizzat mezhepçi yapısı, kadını aşağılayan, sürekli gerici – dinci adımlar atıp, konuşmalar yapan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sünni İslam anlayışını toplumun her kesimine dayatması, laiklikten, bilimsel eğitimden kopuşlar, bu yöndeki tüm çabalar, bu yönetimin ana yapısı oldu.
Ötekileştirici dilini kullanarak cemevlerine “cümbüş evleri” demesi, Gezi Direnişinde hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın annesini meydanlarda yuhalatması, her zaman aşağıladığı Kemal Kılıçdaroğlu’nu “niye inancını açıklamıyorsun, birilerinden korkuyorsan korkmana gerek yok, biz senin arkanda oluruz” gibi tehdit, küçümseme kokan konuşmalarıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını yaptığı AKP. İktidarının Alevi nefreti tüm iktidarları boyunca hep sürüp gitti.
Avrupa Alevi Birlikleri Konfedarasyonu’nun yöneticilerini “Ali’siz Aleviliği savunan cibiliyetsizler” olarak nitelendiren Recep Tayyip Erdoğan – AKP rejimi, CEM Vakfı’nın girişimleri sonucunda, Aleviliğin bir inanç, cemevlerinin bir ibadethane olup, cemevlerinin elektrik, su v.d. ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması ve Alevi inancının okullarda tarafsız bir şekilde okutulması yönündeki AİHM. kararlarını hiçe sayarak, bu konuda yıllar boyunca hiçbir adım atmamıştır.
Devlet gücünü elinde bulundurma ayrıcalığıyla, istediği yere kayyum atayıp, üniversitelerin özerk yapısını yerle bir eden Recep Tayyip Erdoğan – AKP tek adam rejimi her alanda bu tip çalışmalarını sürdürmüştür. Bu anti demokratik rejim, her kesime gözdağı verme, bir yolunu bulup kurumların içini boşaltma, kendisine biat etmeyenleri tehditle, korkutmayla sindirip, kendisine benzetme veya kendisine benzeyen yeni sistemler kurma yolunda çok ciddi gayretler göstermiş, bu konuda da Aleviler üzerinde faaliyetlerine hız vermiştir.
Alevilik – Bektaşilik konusunda son yıllarda yeni bir çalışma içine giren AKP iktidarı, Süleyman Soylu’nun danışmanı olan Alevi – Bektaşi kimlikli Ali Arif Özzeybek başkanlığında, devlet olanaklarıyla Türkiye sathında Alevi kurumlarını, cemevlerini gezip, bu kurumlardaki başkan ve dedelerin, babaların, hizmet yürütenlerin nabzını tutup ciddi bir rapor hazırlayarak bu konudaki gayretlerine hız verdi.
Kendince Alevilerin ihtiyaçları konusunda bir çizelge hazırlayan Ali Arif Özzeybek, önemli Alevi kurumlarını, bu toplumun temsilcisi olacak en önemli kanaat önderlerini hiçe sayarak yaptığı tüm çalışmalarının sonuçlarını Süleyman Soylu aracılığıyla Recep Tayyip Erdoğan’a iletmiş, geçtiğimiz sene içinde bu konuda bir takım somut adımlarla iktidarın gayretleri kamuoyuna sunulmuştu.
Bunun bir sonucu olarak, Cumhuriyet tarihinde ilk kez geçtiğimiz sene iktidarın zaten adeta birer memuru gibi çalışan tüm illerdeki valiler, kaymakamlar il ve ilçelerde çeşitli “muharrem iftarı” programları yaptılar, birçok dede, Alevi kurum başkanının katıldıkları “iftarlık muharrem etkinlikleri” düzenlediler.
Alevi – Bektaşi geleneğinde, bin yıldır bu topraklarda böyle bir uygulama olmamasına rağmen birçok Alevi Kurumu bu çalışmaların yanında yer alarak, “neme lazım devletten uzak durmayalım” tavrını sergilediler.
AKP. tarafından geçen sene organize edilen ve her türlü gayretlerine rağmen, önemli Alevi – Bektaşi kurumlarının, destek vermedikleri, Hacı Bektaş etkinliklerine Recep Tayyip Erdoğan, Kültür Bakanı, İçişleri Bakanı da katılmış, iktidara yaranmak ve menfaat beklentisiyle ve valilerin de marifetleriyle, başta Trakya yöresinden olmak üzere birçok dede ve baba da bu etkinliklerde boy göstermişlerdi.
Aynı şekilde Ankara’da hukuki bir süreçte ellerinden kullanım hakkı alınan Hüseyin Gazi Vakfı’nın bazı yetkililerinin de yardımıyla, Aleviliğin simgeleri olan Hz. Ali, Hacı Bektaş resimlerinin indirildiği bir ortamda kimi Alevi – Bektaşi inanç önderlerinin de katıldıkları bir “muharrem iftarında” boy gösteren Recep Tayyip Erdoğan bu tutumunu burada da sürdürmüş oldu. Recep Tayyip Erdoğan, Kültür Bakanı, İçişleri Bakanı aynı şeyi köklü Alevi – Bektaşi kurumlarından İstanbul’daki Şahkulu Sultan Dergâhı’nın İstanbul Valiliği tarafından yapılan hizmet binalarının açılışındaki resmi törende de sergiledi.
Tüm bunlar Recep Tayyip Erdoğan – AKP rejiminin sözde yeni bir Alevi Açılımından başka bir şey değildi.
Nihayetinde bu hazırlık dönemlerinden sonra yapısı belirlenen ve deprem öncesi Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren, Kültür Bakanlığı bünyesindeki Alevi – Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın açılışı de yine geçen hafta içinde resmen yapıldı. Başkanlığa da bir dönem CHP.’de de danışmanlık yapmış olan Alevi –Bektaşi kimlikli Ali Arif Özzeybek getirildi.
Bünyesinde kimlerin yer aldığı, tam anlamıyla yetkilerinin neler olduğu, neler yapacağı konusunda hala soru işaretleri olan bu başkanlık, kendisini Alevilik – Bektaşilik, cemevleri, dedeler, babalar, inanç konusunda çalışmalar yapacak bir önemli kurum olarak tanıtıyor.
Şu anda Ankara Hacı Bayram Veli Üniversite’sinde öğretim üyesi olan ve aynı üniversitedeki Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nü de yürüten İlahiyat kökenli Prof. Dr. Ahmet Taşkın, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında, Alevi –Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’yla ilgili değerlendirmelerde bulunarak, “orada bulunanların yüzde doksanı bu işi bilmezler” diyor.
Ahmet Taşkın, son yıllarda Kültür Bakanlığı bünyesinde bulunan ve yurtdışındaki tarihi Türk eserlerinin onarılması, rehabilitasyonlarının sağlanması amacıyla kurulmuş olsa da, kültür ve inanç konularına da karışıp, kapsamını herkesin tam bilmediği işler yapan TİKA’nın danışmanlarından birisidir. Yurtdışı Türk Toplulukları, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi birçok kurumla işbirliği içinde Türkiye dışındaki Türk topluluklarıyla ilgili tartışmalı çalışmalar yapan TİKA’daki etkili isimlerden birisi olan Ahmet Taşkın, katıldığı programda aynı zamanda Alevi kurum yöneticilerine de, solcu çevrelere her zaman için büyük övgüler dizdiği Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzıyla ağır hakaretlerde bulunuyor.
Bir süredir Yunanistan, Bulgaristan, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’ndeki Alevi –Bektaşi ocak – tekke – yerleşim birimlerinde, kurumlarda AKP.’nin politikaları çerçevesinde çeşitli gayretler gösteren Ahmet Taşkın hakkında sayısız iddia var. Aynı zamanda devlet güdümünde Alevilik – Bektaşilik konusunda yüksek lisans, doktora çalışmalarının genel koordinatörlüğünü de yapan Ahmet Taşkın, ne hikmetse bazı Alevi – Bektaşi kanaat önderi ve Alevi yazarların da el üstünde tuttukları bir isim.
Şimdi anlaşılan Devlet bünyesinde Kültür Bakanlığı içindeki Alevi – Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’yla, Hacı Bayram Üniversitesi Türk Kültürü Hacı Bektaş Araştırma Merkezi arasında Alevi – Bektaşi kitlesini sözde temsil, sözde sorunlarını çözme konularında yetki tartışması var.
Ama her şeyden önce onlara birilerinin, siz hangi yetkiyle, hangi güçle, hangi kimlikle, kim olarak Alevilik – Bektaşilik konusunda kendinizi bu toplumun, bu inancın yetkili temsilciler sayıyorsunuz?
Hangi plan, hangi güç, hangi cesaretle Alevilik – Bektaşilik konusunda planlar, programlar yapıyorsunuz?
Halka danışmadan, onları ve bin yıllık öğretiyi, gelenekleri, kökleri yok sayarak, Alevi- Bektaşi kurumlarına hakaretler yağdırarak gerçekte ne yapmak istiyorsunuz? Diye sormaları gerekiyor.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı zulmü altında kalıp, kimliklerini korumak, yaşatmak konusunda insanüstü bir gayretle çağları aşan öğretilerini bugünlere getiren Alevi – Bektaşi toplumunun önünde şimdi çok ciddi bir açmaz daha belirmiş durumdadır.
Bazılarının çok kısa deseler de son 30 yıllık Alevi örgütlenme döneminde, akademik çabalara yeteri kadar önem vermeyen, karşılaşılan sorunlar konusunda strateji geliştiremeyen Alevi toplumunu bizce şimdi çok daha ciddi bir tehlike bekliyor.
Her geçen gün siyasetin daha çok öznesi olan Alevilik, Alevi kurumlarının, Alevi aydınlarının, kanaat önderlerinin yeterince direnç göstermemeleri sonucunda devletin daha çok güdümüne giren bir yapıya doğru mu sürükleniyor?
Akademik çalışma adı altında, Alevilerin sorunlarının çözümü adı altında, cemevlerine yardım, devlette yetişmiş insan, maaşa bağlanan dedeler, babalar istihdam etme adı altında acaba şimdi Aleviler, toptan devletin Osmanlı’dan sonraki en büyük asimilasyon hamlesine mi maruz kalıyorlar? Osmanlı’nın yüzyıllardır yapamadığını bugünkü iktidar zihniyeti bir takım hukuki düzenlemelerle çok zorlanmadan mı yapmak istiyor?
Yüzyıllar boyunca kendi geleneksel yapıları içinde dede – talip ilişkileri, ocak, ozan, tekke, pir – mürşit- rehber, öğretiyi cemlerde halk ile birlikte alınan kararlarla aktarma konusunda ödün vermeden bir gayret içinde olan Aleviler, devlet kuşatıcılığında, resmi sistemin, Sünni İslam anlayışının dayatmalarıyla kimliklerini terk etmek zorunda mı bırakılıyorlar?
25 Aralık 2022’de Yenikapı’da bir araya gelen birçok Alevi Kurum temsilcileri iktidarın son hamlelerine karşı seslerini gür bir şekilde yükseltmiş, her türlü asimilasyon gayretine karşı olduklarını dünyaya haykırmışlardı.
Görünen o ki devlet hiç boş durmuyor, hayat hiçbir şekilde boşluk kabul etmiyor.
Devlet yapısı o kadar rahat ki, yüzyıllardır asimilasyon konusunda nasıl saat gibi işliyorsa bugün de aynı şekilde işliyor. Kim ne derse desin, bildiği yolda, tek tipli, tek inançlı, tek yapılı bir devlet ülküsüyle hareket etmeye, kendi bünyesi içine işine geldiğini almaya, kendisine benzeyecekleri de bir yolunu bulup kendisine katmaya devam ediyor.
Bunca eleştirinin olduğu, yıpranmaya da başladığı söylenen Recep Tayyip Erdoğan – AKP Rejimi Aleviler üzerinde niçin bu kadar rahat hareket etme hakkını kendisinde bulabiliyor, ya da bu kadar fütursuzca nasıl hareket edebiliyor?
Şimdi Alevilerin ve de her konu gibi, Alevilik konusunu da kendisine sorun eden sorumluluk sahibi aydınların, sosyologların bunu kendilerine ve topluma daha çok sormaları gerekiyor bence.
Ayhan Aydın
Araştırmacı – Yazar
15 Nisan 2023
https://artigercek.com/forum/devlet-alevileri-paylasamiyor-246831h
KEMAL KILIÇDAROĞLU
KEMAL KILIÇDAROĞLU
Sen ki aydınlık bir gülüşsün umutlar dolu
Sen ki şansısın bu öz yurdun dostluklar yolu
Mazlumlar ağlıyor sanki sen bir ana kolu
Sar sarmala tüm öfkeleri yen Kılıçdaroğlu
Bir dilim ekmeğe, barışa, özgürlüklere
Hep sevgiyle çarpan, vicdanlı tüm gönüllere
Korkmuş, güven bekleyen karamsar milyonlara
Bir meşale ol karanlığı kov Kılıçdaroğlu
Hasret dağları sardı demokrasi neferi
Gazi Mustafa Kemal'in en korkmaz bir eri
Laiklik, adalettir mülkün temel direği
Durmadan yol al ulaş menzile Kılıçdaroğlu
Türkiye'nin geleceği bilimsel eğitimdir
İnsanların kaynaştığı özgür bir vatandır
Sanat, edebiyat bir yurdu yurt yapandır
Kültür devrimini yeniden kur Kılıçdaroğlu
Cevheri'sin korkutamaz hiçbir düzen
Gençlerimiz çağlar aşar yılmaz bir an
Kuracaktır millet birliği yeniden hemen
Ülkeye saygınlığını getir Kılıçdaroğlu
27 Nisan 2023
Ayhan Aydın
Yazar
23 Nisan'da Şahkulu'nda
23 Nisan
Baharlar gelmiş açmış kızılca güller
Neşeler saçılmış da hep gülmüş yüzler
Canlar da Şahkulu'nda dostları bekler
Çok sevinelim bugün 23 Nisan
Çocukların ruhu hep umutlar taşır
Diller Atatürk deyip deyip de şakır
Burası gönüllerde ki birlik yatır
Çok sevinelim bugün 23 Nisan
Gelip de geçti yobaz karanlık çağlar
Halk meclisine nice umutlar bağlar
Birlik yuvasıdır dergahlar, ocaklar
Çok sevinelim bugün 23 Nisan
Yurdu vatan bilir Alevi- Bektaşi
Özgürlüğe tapusu ahde vefası
Hacı Bektaş Veli'miz pirler kapısı
Çok sevinelim bugün 23 Nisan
Cevheri'sin çağları aşan ilimdir
Türkiye'nin varı laik eğitimdir
Kadıncık Ana'lar yurdun temelidir
Çok sevinelim bugün 23 Nisan
Ayhan Aydın
22 Nisan 2023
Yarın Şahkulu Sultan Dergahı'nda 23 Nisan Etkinliği Var. Cümle Dostlar Davetlidir...
Merdivenköy / Göztepe / Kadıköy
Öyle Hırçın, Öyle Asi, Öyle Umarsız
Öyle hırçın, öyle asi, öyle umarsız
Dalgaları derinden derine öyle güçlü
Tümden alevli bir örste dövülmüş gibi girdaplarında öyle fırtınalar saklı
Kabarmış kalkmış, yutmuş balçık rengini alan toprağını, taşını
Akağaçlar, kızılpelitler, cümle salkımsacak söğütler
Durdurabilirler mi yüzbin olsa ak-kara porsuklar
Gem vurabilir mi onca setler, bentler, nice tepecikler
Sorsan bu ne hikmetler, aman yarabbi bu ne hikmetler
Gökgürlemesi değil bu seferki kulak zarını delip geçmeler
Yavrusuna pençe atan ayıya dindirilmez çığlığı gibidir geyiğin attığı böğürmeler
Ormanın karanlığını delip geçen bu seferki o ne yaman sesler
Sen bin yıl, on bin yıl o yatağında akarken
Ayışında uzaktan sevgililer ürkerek, ürkek bakarken
Cümle yıldızlar gözyaşı döküp onu imrenerek süzerken
Kara trenler ateşler saçıp, cümle göğü sise boğup kale duvarı gibi köprüleri hemencecik geçerken
Sen ki o karlı dağları bile oya gibi nakışıyla işlerken
Sen sen olup akılsızca ey insanoğlu
Tutup onun sinir tellerini kesersen
Bir şehri aydınlatan enerjisini küçük görüp onu bozuk para gibi harcarsan
Bir katre iken buharlaşıp tüm dünyayı saran bir bulut yorganı olduğunu görmezsen
Devleşip de ejderhalar gibi ummanlara erişme sevdasını küçümsersen
Seni alır altına damla damla ezer un eder seni
Nefesini kıçından çıkartır ödünü tuz eyler seni
Mezardan atan da kalksa bilinmez bir hortlak olur buz eder seni
Cümle kuşlar seyrana durur ama o seni alır lal eyler seni
Akıllı ol oğlum akıllı
Doğanın, müziğin, hırpalananların gücünü çok da küçümseme sen sen ol
Seni alır koynuna maymunlar cehennemine çevirir yurdunu
Seni susuz çölde inleyen kurbağaya benzetir seni
Ayhan Aydın
17 Nisan 2023
Diğer Makaleler...
- Bir Hüzünlü Ayrılış Kamçılar Kederlerini
- Oku Yavrum Adam Ol
- YUNANİSTAN GEZİSİ (14 - 21 Mart 2023)
- Mehmet Şilli Baba
- Çocuklara Ve Çocuk Kalabilenlere 7 Gece, 7 Masal
- Haydar Özdemir Son Yolculuğuna Uğurlandı...
- Şahkulu Sultan Dergâhı’nda Hızır Erkanları…
- Prof. Dr. Ahmet Yürür; Bence Pir Sultan Abdal En Verimli Dönemini Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda Geçirmiştir.
- Prof. Dr. Ahmet Yürür Son Yolculuğuna Uğurlandı…
- Bak Sen Şu Sincabın Sürme Gözlerindeki Umuda