Şu fani dünyaya da kondum bir zaman
Kimileri Çok Sessiz Ama AKP Oyununu Oynamaya Devam Ediyor…
Kimileri Çok Sessiz Ama AKP Oyununu Oynamaya Devam Ediyor…
Türkiye’de Olduğu Gibi Balkanlar’da Da Alevi Ocak / Tekke Merkezleri Temelli Asimilasyon Gayreti var…
Çoğu kendisine Alevi aydını, yazarı, dedesi, babası denilen kesimin görmediği, bir kısmının suskunluklarıyla destek verdikleri, bir kısmının ise bu asimilasyon çalışmaları içinde oldukları gayretlerle geleceğin Aleviliği – Bektaşiliği, AKP. zihniyeti tarafından inşaa ediliyor.
Türkiye’de üniversiteler, devlet kurumları farklı kollardan çalışmalarını sürdürüyorlar.
Altı yedi yıldır Yunanistan’da Seyyid Ali Sultan Dergâhı’ndaki birliği parçalamak için her yola başvuran bir zihniyet yine sahnede, yine rolünü oynuyor.
Bu seferse “sempozyum” adı altında, bir kısmının orada yaşananlar hakkında bilgisi olmayan, bir kısmı ise bilgisi olsa da, görmezden gelerek, Yunanistan’daki Alevi – Bektaşi toplumunun birliğini parçalamak için gayret gösterenlerin uhdesinde bir etkinlik organize ediliyor.
Üslup
Benim üslup sorunum olduğu söyleniyor. Üslubum çok sert bazen kırıcı imiş. Neden acaba? Çift karakterli bir insan mıyım; bazen yol ehli olarak tatlı tatlı konuşan birisi olurken, bazen bas bas bağıran çılgın bir insana dönüşüyorum.
Değerli dostlar, “Yol Cümleden Uludur” diye bir düsturumuz var. Bu kadim Alevi Bektaşi Yolu’nda hem bir sevdalı, hem bir Kalenderi yol eri olarak bizler ancak hizmet edebiliriz. Biz de yeryüzünde bunun bir örneği olarak her türlü yokluğa, engele karşın, aynı yolda bu hizmeti yapmaya çalışıyoruz otuz yıldır.
Bu kadar tepkiselliğimiz hem sevdamız, hem çok okumamız, hem de çok gezip çok farklı coğrafyalardaki farklı gelişmeleri izlemememizden kaynaklanıyor. Bunu en yakınlarımıza bile anlatamıyoruz. “Elimizde teber, topuzla” kimi zaman hamlelerimiz oluyor. Bu çağda elbette ki mücadele konuşmakla, yazmakla oluyor.
Can Dostlar;
Ülkemizdeki AKP.- Recep Tayyip Erdoğan tek adam rejiminin uygulamaları gerçekten de yurdumuzu yokluğa sürüklüyor. Türkiye’de her geçen gün sevgisiz, hoşgörüsüz bir ortam yaratılıyor. Yüzyıllar boyunca hakları verilmeyen, yok sayılan, ötekileştirilen Alevi – Bektaşi toplumu ise sadece siyasi sistemlerin, partilerin, iktidarların kimlik ve bir sosyal / inançsal varlık olarak değil, “madur edilmiş bir kitlenin haklarını vermek”, al alade bir meselede olduğu kadar basit bir dil, yol ve yöntemle sıradan müdahalelerle baştan savmacı, oy ve siyasi ikbal beklentileriyle yaklaşılan bir mesele oluyor. Örnekleri elbette vardır ama yurdumuzda bu konuyu enine boyuna, derinlemesine düşünen, yazan, araştıran ve kalıcı olarak çözmek isteyen bir siyasi parti, sivil toplum kuruluşu vs. hatırlayan var mı?
Birçok akademik çalışmaya konu olsa da, bu mesele hiçbir zaman yüzyılların geçmişten bugüne getirdiği gerçeklikle ele alınıp, çok ciddi, yüreklilikle halledilecek bir mesele olarak görülmemiş, dolayısıyla da Aleviler için de olayı istismar edenlerin olduğu sadece nutukçu’luk yapılan bir mesele olmanın ötesine geçememiştir.
AKP.- Recep Tayyip Erdoğan iktidarının son 20 yıllık icraatlarının temelinde ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüz yıllık macerasında bir dönüm noktası olarak gördükleri kendi rejimleri içinde cumhuriyetin temel yapı taşlarını yerinden oynatıp, istedikleri yeni bir devlet modeli yaratmaktır.
Başkanlık Sistemi adı altındaki yapının özünde, 80 yıllık cumhuriyet kazanımlarının kendi ideolojileri çerçevesinde yok edilmesi; laikliğin, laik ve bilimsel eğitimin ortadan kaldırılması, vatandaşlık bilinci yerine ümmetçi bir toplum yaratarak cumhuriyeti kuran iradenin yaratmak istediği; bağnazlıktan, akıl dışılıktan ülkeyi ve bu ülke vatandaşlarını kurtarma projesini yok edip, dini yönetimlerine alet ettikleri yeni bir rejim kurmaktır.
Bunu da büyük oranda başarıp, Türkiye’nin tüm milli değerlerini yok edip, çağdaş dünyayla bağlantı noktalarını kesip, en azından on milyon, özellikle Arap, Asya, Afrika kökenli insanı bilinçli olarak bu topraklara yerleştirip ülkenin sosyal – etnografik – inançsal yapısını kökten değiştirebilecek adımları atıp, ülkeyi sıradan bir Ortadoğu ülkesi yapma yolunda ilerlediler.
Önlerine çıkan her engeli bu ülkenin varlık temeli olan; ulusal tüm kültürel değerlerini, coğrafi değerlerini dağlarını, ormanlarını, sahillerini yok edip, yağmalayıp, satarak, 80 yılda bu ülkenin namusu olan alın teriyle, bu toprağın insanları tarafından üretilen her şeyi satarak, yandaşlarına peşkeş çekerek Türkiye’yi emperyalizmin, uluslar arası sermaya güçlerinin, payandası yaptılar.
Toplumsal olarak uğraşmadıkları alan kalmadı, devrimci, demokrat, laiklik yanlısı, yurtsever ne kadar aydını, sanatçısı varsa bizzat üstlerine giderek, sivil toplum kuruluşlarına kumpaslar kurup, iftiralar atarak oraları ele geçirdiler, kapattılar, mahkemelere verdiler, çökerttiler, ulusal birliği yok ettiler.
AKP. – Recep Tayyip Erdoğan tek adam sulta rejiminin ülkeyi işgal planı devam etmektedir.
Ayrımcı söylem ve uygulamalarıyla ülkedeki sosyal barışı, hoşgörü ortamını sürekli geren, önüne gelene terörist deyip, halkı birbirine kışkırtan “daha bu sizin iyi günleriniz” deyip, bölücü ifadeler kullanan bugünkü iktidardan bu toplumun barışına, kardeşliğine, birliğine, beraberliğine ilişkin yapıcı bir düşüncede olduklarını düşünmek tümüyle çıkarcılık olur.
İktidarın yanaşması olmak isteyenler, AKP. Recep Tayyip Erdoğan tek adam rejiminin her türlü baskıcı, yasaklayıcı, toplumsal barışı yok edici eylemlerini görmezden gelip, hala bunlardan medet ummaktadırlar.
En acısı da, yüzyıllar boyunca devlet sistemi için sürekli aşağılanmış, dışlanmış, yok sayılmış, ısrarla bir inanç topluluğu olarak görülmek istenmemiş, ötekileştirilmiş, kışlada, okulda, devlet dairelerinden kimliklerinden dolayı sürekli hakaretlere uğraşım Alevi – Bektaşi toplumunun mevcut durumlarında bir değişiklik olmamasıdır. Bundan da acısı; bu halin devam etmesi, bir kısım Alevi – Bektaşi kitlesinin profesyonel bir devlet yöntemiyle susturulması, pasivize edilmesi, farklı bir şekilde asimile edilmeye devam edilmesidir.
Sevgili Okurlar;
AKP.- Recep Tayyip Erdoğan tek adam rejimi, 20 yıllık iktidarları boyunca kendilerinden önceki iktidarların uygulamalarını aratacak şekilde Alevi – Bektaşi hoşgörüsüzlüğü, intikamcı bir dil ve üslupla “terör, şiddet, ayrılıcılık, öteki, marjinal, cibiliyetsiz, kökeni belli olmayan, inançsız, bizim gibi değil” gibi söylemleriyle doğrudan veya dolaylı olarak Alevileri hedef alan açıklamalarıyla gerici – ırkçı – tekçi bakış açılarını sürdürmüşlerdir.
Devlet üniversiteleri, devlet destekli sözde sivil toplum kuruluşları, devletin çeşitli birimleriyle birlikte hiç ara vermeden Alevi – Bektaşi asimilasyonu bu iktidar döneminde de tüm hızıyla devam etmiştir.
Berkin Elvan’ın annesini yuhalatan Recep Tayyip Erdoğan’dan, “kökenini açıklasana, niye açıklamıyorsun” dediği Alevi kimlikli bir siyasetçi olan CHP. Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yumruk indirildikten sonra arayıp geçmiş olsun demeyerek aslında o yumruğu zaten kendisinin attırdığını alenen göstermesiyle, Sivas katillerinin avukatlarını milletvekili yaptırmasıyla, Alevi köylerine camii yapımı, imam atamasına devam ederek, yüzlerce olayla bu asimilasyonlara devam eden bu iktidar yapısından Alevilere – Bektaşilere bir şey beklemek tümüyle algı yanılması olur.
Şimdi de Alevi – Bektaşi toplumuna danışmadan, Alevi kurumlarıyla doğru bağlantılar kurmadan, kurnazlıkla, sinsi bir şekilde, devletin olanakları kullanılarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya danışmanlık yapan Alevi kökenli Bektaşiliğe intisap etmiş Ali Arif Özzeybek ve ona teslim olmuş kimi sözde Alevi dede, baba, sözde akademisyenleri tarafından sürdürülen ve yine anti demokratik bir şekilde yürürlüğe konulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı çalışması olumlu bakmak mümkün değildir.
Çünkü devletin daha doğrusu AKP iktidarının bu konudaki sicili çok bozuktur.
Devlet aklı bu hiç durmadan kendi prensipleri açısından çalışır durur.
Peki, bu çalışma asimilasyona hizmet ediyorsa, kendi siyasetine hizmet ediyorsa, birilerine hizmet ediyorsa, bunun karşısında Aleviler – Bektaşiler konuşmayacaklar mı?
Devlet üniversiteleri bünyesinde kurulan Alevilik – Bektaşilik Araştırma Merkezleri gerçekten neler yapıyor?
İlk önce Dış İşleri Bakanlığına bağlıyken, şimdi Kültür Bakanlığına bağlanan ve yurt dışındaki tarihi Türk yapılarına ilişkin çalışmalar yaparken, Diyanet İşleri Başkanlığı, AKP zihniyetinden insanların yönetiminde olan Yurtdışı Türk Toplulukları, Yunus Emre vd. kurumlarla işbirliği yapan TİKA’nın marifetleri nelerdir?
Daha önce sayısız yazı yazıp, videolarda, programlarda dile getirdiğim gibi sevgili dostlar işte tüm bu kurumlar kendi ideolojileri çerçevesinde asimilasyon çalışmalarına hiç ara vermeden devam ediyorlar.
Balkanlar’da AKP. Zihniyeti yirmi yıldır hiç ara vermeden Türk devletinin tüm olanaklarını kullanarak, Alevi – Bektaşi toplumu üzerinde çalışmalar yapıyor.
Türkiye’den ve Balkanlar’da özellikle Alevi – Bektaşi kesimi içinde parayla satın aldıkları bazı insanlarla birlikte ortak çalışmalar içinde olan bu yapı; Alevi - Bektaşi ocak ve tekke merkezlerini işgal etmek, oradaki birlikleri parçalamak için alternatif etkinlikler yapmak, seminerler, söyleşiler, paneller düzenlemek, o ülkelerdeki diğer İslamiyet’le ilgili kuruluşlarla işbirliği yaparak Alevi – Bektaşi kesimini Sünni topluluklar içinde eritmek politikalarını sürdürüyorlar.
Bunları birçok kez yazdım, dile getirdim.
Devamını oku: Kimileri Çok Sessiz Ama AKP Oyununu Oynamaya Devam Ediyor…
Dadaloğlu, Dadaloğlu, Ah Dadaloğlu...
Toros Dağlarında, Avşar Boylarında
Bir Sevda Ozanı Dadaloğlu N'ic'oldu?
Şimdi
Hangi kuş uçmaz kervan geçmez
Yüce dağ başlarında
Bilinmez hangi serin derelerin koynunda
Oya gibi işlenmiş hangi vadi oylumlarında
Hangi mazlum ceylanlara söylüyordur
Dadaloğlu, Dadaloğlu
O yanık, yılanı deliğinden çıkaran
O içli Türkmen türkülerini
Dost kalbi olan o benzersiz sazıyla
Kim bilir?
İçinde sarılmamış hangi yarası kanar durur
Hangi hıncını alt edememiştir de hala
Zaman zaman kahreder her şeye,
En çok da Felek denen o umarsız,
Yenemediği tek hayduta karşı
Hala öfkelenir durur belki de
Kim bilir?
Nice gözüpek yiğitler can vermişler
Yılmadan cenk ettikleri er meydanlarında
Zalim Osmanlı'ya karşı,
Halk düşmanı, kadir kıymet bilmez
Ol Osmanlı paşaları ise,
Pare pare eyleyip atmışlar bir köşeye
Halkına canından can veren
Öyle güzel, öyle kalender,
Öyle cömert beylerini
Çadırlar yanmış, yıkılmış, ocaklar tütmez
Sürme gözlü yârdan bir haber gelmez olmuş
Sevgi yüzü görmemiş zalim babası
Görüşmelerini yasak edeli beri
O hayalindeki, düşündeki
Ahu bakışlı yare kavuş mudur bir dahi
Kim bilir?
Obadan obaya, yayladan yaylaya
Ozan olup hak bildiği yoldan dönmeyen
Bağrı yanıp sevda türküleri söyleyen
Düşmana gürz sallayıp zaman zaman
Kimileyin coşup zalimleri kovan
Gökte uçan turnalara yoldaş olup
Baharda açan çiğdemlere ve
Billur sulu gözelere karışan
Dadaloğlu, Dadaloğlu,
Söylese bize ne gün gördü, ne işitti
Ne murat aldı bu âlemden,
Sürdü mü acaba bir dem, bir devran?
Bir öğrensek, bir duysak
Bu öksüz oğlunun hiç dile getirmediği
Dertlerine ortak olur muyuz
Kim bilir?
Hiç umulmaz bir anda
Yari gibi sevdiği elma gözlü nazlı atı
Terk edip gitmiş midir yoksa
Yarı yollarda koyup da onu?
Ya hısım, akraba, toyları,
Yarenleri, ya Avşar boyları,
Unutmuşlar mıdır,
Bir nekeslik edip bir köşeye atmışlar mıdır,
Gayri yaşlanınca, eli ayağı tutmayınca,
Hatırlarına getirmez olmuşlar mıdır onu?
Kim bilir?
Yüreğimde derin, derin sızılar
Beni üzen, düşündüren kimi korkular,
Ruhumda O Ozanın kederli halleri var;
Doruklarında dağların reyhan kokan elleri,
Pare pare eder bizi gamlı sözleri
Biçer bağrımı sazlarının telleri
Meri kekliği uçurur yuvasından,
Eşi bulunmaz yaralı bülbül dilleri
Ah Dadaloğlu, Ah Dadaloğlu...
Onulmaz dertler, yaralar içinde
Tek başına mı kalmıştır yoksa
Kapkaranlık geceler içinde
Bir ağaç kovuğunda yapayalnız,
Öyle içli, öyle çıplak, öyle sefil...
Hüzün gözyaşları döke döke
Uçup gitmiş midir,
Bir tas su vereni olmadan,
Ecelsiz, umarsız, çaresiz,
Ve de
Her daim dünyaya sevgiyle bakan
O derin, o güzel gözleri açık mı gitmiştir
Bu vefasız, bu fani dünyadan,
Kim bilir?
Ayhan Aydın
29 Ekim 2022
İstanbul
Sevgili Öner Yağcı'nın Dadaloğlu kitabın okuyunca, bu büyük halk ozanımızın dünyasına bir yolculuk yapmakla kalmadım, bir başka hislerle ona bağlandım, onu sevdim... Dadaloğlu büyük bir ozan olarak Avşar boylarında, Toros Dağları'nda ömür sürmüş bir sevda ozanı olarak bilinir. Ama yerleşik yaşama geçmeme, dağlarda, yaylalarda yaşamak isteyen Türkmen boylarının yaşama aşkında, direnç kavgalarında o da yer alır... Sazını dostluk, sevda, aşk için çaldığı kadar, haksızlıklara baş kaldıran yiğit bir ses olarak da dağlarda yankılanır büyük yüreğinden çıkan avazları.
Ben ise bir başka hüzne saptım; bu Dadaloğlu deyip bağrımıza bastığımız büyük ozan ve diğer ozanlar... Acaba bu büyük değerlerimizin sonları nasıl olmuştur? Kendimce bir duygu aleminde onu düşünüp bir şeyler yazdım.
(Dadaloğlu, Yaşamı, ve Bütün Şiirleri, Öner Yağcı, Gün Yayıncılık, Tarih yok, İstanbul)
29 Ekimde...
29 Ekimde...
Yemyeşil gözleriyle bir genç geçti yanımdan
Kavruk yüzünü örten perçemleri
Yanık teniyle
Sandım bir Afgan rüzgarı esti serimde
Uzak toprakların solmaz bir çiçeği gibi
Dağ soluyordu nefesi
Başörtüsü içindeki
Utangaç yarini kavradığı gibi
Aktı kalabalığın bağrına
Beşiktaş'ta 29 Ekim törenlerinde
Bir Başkadır Benim Memleketim, diyen
Barbaros Hayrettin Paşa'nın ruhundan güç alan
Genç korunun sesiyle coşan kalabalığa
Karıştı sevgiyle...
Cumhuriyet, cumhuriyet
Mazlum milletlerin hayaliydin
Mustafa Kemal'in özgürlük yolu
Şanlı cumhuriyet
Diye, diye girdi ahenkli türküler içine
Ayhan Aydın
29 Ekim 2022
Beşiktaş / İstanbul
Suların Tılsımını Taşır Çeşmeler
Suların Tılsımını Taşır Çeşmeler
Nasırlı ellerin göz nuruyla yoğurduğu
Kültürlerin emek abidesi taş bloğu
Rüzgarların kalem gibi işleyip oyduğu
Bülbül sesi misin sen mübarek su oluğu
Mermerden işleyip göğsüne pençe atmışlar
Yüce dağlardan getirip tüneller kazmışlar
Çarşının ortasına solmaz mührün yazmışlar
Demir kafeslere eğlenmez akar su oluğu
Göze göze kaynayıp süzülür topraklardan
Kurtlar kuşlar toplanırlar başına durmadan
Söğütler, kavaklar şenlenirler dem vurmadan
Neşeyle durmaz güler evrene su oluğu
Karanlık yollarda yolculara sığınaksın
Hamamlar, sarnıçlar gibi kalan hep hancısın
Huzur arayana çöllerde gönül bağısın
Yarınların umut kaynağı can su oluğu
Kerbela'da da Celal Abbas durmaz iniler
Mazlumlar ah çeker sinelerde derin izler
İmam Hüseyin'e değen ah o zalim eller
Mazluma niçin ulaşmazsın sen su oluğu
Bazı kar soğuğu bazı ılık bir nefes gibisin
Gürleyen ırmak bazen de cılcıl gibisin
Kuzuların koştuğu ana sütü gibisin
Cevheri'ye kan İstanbul musun su oluğu
Ayhan Aydın
5 Ağustos 2022
Anadolu Kadını’nın Bir Çileli İsmi: YETER ŞAHİN’LE SÖYLEŞİ
Erzincan “Kiştim Evliyası”nın Yurdundan
Bir Ozan, Bir Dede Kızı, Çocukluğu ve Yaşamı Zorluklara Geçen Bir Can İnsan
Anadolu Kadını’nın Bir Çileli İsmi: YETER ŞAHİN’LE SÖYLEŞİ…
Ayhan Aydın
Sevgili ozanım bize kendinizi nasıl tanıtırsınız, nerede, ne zaman dünyaya gelmişsiniz?
Ben Anadolu kadınlarından; güneşi seven, ayı seven, doğayı seven, evreni Allah olarak gören bir deli ozanım.
Kırk altı doğumluyum. Erzincan Kiştim Köyü’nden dünyaya gelmişim. 11 kardeşin beş numarasıyım. Anadolu’da babalar hep oğlan ister, 7 kardeş anamdan kız oldu. Oğlan olanlar ölmüştü. Sonra babam tekrar evlendi, dörtte ondan (2 kız, 2 oğlan) evlat oldu. Böylece 11 kardeş olduk. Babam saf, temiz ama cahil olan bir insandı. Doğruluğu, dürüstlüğü seven, toprağı seven, yeşile tapan bir insandı. Ama ne yazık ki, toplumumuzda cehalet bir insanı iter çukura. O da öbür insanın hayatını mahveder. Babamın kafasında ikinci evlilik fikri yoktu, onun kafasına girdiler, ama o da sonradan çok pişman oldu. Tabii geçim zor olduğundan beni babam okula gönderemedi. Ben hayvanları otardım (yaydım). Ablamın kocası askere gidince beni babam ablamın yanına hizmetçi olarak verdi. Onun hayvanlarını yaydım.
Orası uzak bir yer miydi?
Bizimki dağlık bir köydü, yamaçtı, üzüm bağlarımız vardı. Ablamın köyü (Küçükkadıhan) ovalıktı, Erzincan Ovası’ndaydı. Onun hayvanlarını otlatırdım. Ordan babamlara peynir gider, (bakraçla), babam da onlara eşeğe meyve yükler getirirdi. Ama arada kalan bendim, çok ezildim.
Babama giderken, beni götür, derdim götürmezdi. Eşeğe Fırat’ı geçer giderdi, ben bakar kalırdım ardı sıra, suyu geçemezdim. Ben de ağlayarak ablamın evine dönerdim. Yirmi camuşları (sulak yerleri severlerdi) ayrıca, inekler de vardı. Hatta onlar beni ezmezdi, (gıdık gibiydim (küçücüktüm)). Acı insanı pişirir. Acı çekmek, bir de okumak insanı pişirir. Ben gider hayvanların arasına yatardım.
Neye sığınırdınız?
Erzincan Ovası’nda gözeler vardı. Taşa ip sarardım, hiç unutmam, yağmur yağdı, her taraf su oldu. Gözeler doldu, ben gidemedim, hayvanlar gitti. Ben korktum, gözeleri bulamam, diye. Karanlık çöktü, ben korktum, “Kiştimin Evliyası” vardı, onu andım, ona “Meçit” diye çağırdım. (Meçit: Bir söğüt ağacı, bir sene bir dalı kurur, diğer sene başka bir dalı kurur, ama bir başka dalı yeşerir. Buna Meçit denir. Orada yatır var. Orada Hıdırellez de kurbanlar kesilir. Yemekler yenilirdi. Yeşil bir yerdir. Eski köydür. Kiştim Köyü taşındı. Eski köyü siz görmemişsinizdir. (Bu sene doğduğum köye gidip o yerleri gördüm.)
Babamın ocağı El’Abbas’tır. Ben de ya El’Abbas, ya Celal Abbas kurtar beni, diye ağlıyorum. Yani biz Celal Abbas soyundanız. Babam dedeydi. Eniştemin tarlasında icar olan (yarı yarıya eken) insan ablama soruyor, nasılsın Gülperi Ana diye? Haydar Ağa, mallar geldi de, Yeter gelmedi, diyor. Peki, Yeter giderken hangi tarafa götürdü malları, işte sol taraftaki tarlalara götürdü. Çünkü Haydar Ağa’yı eniştem giderken tembihlemiş, ailem sana emanet, ille Yeter’e dikkat et, diyor. Çünkü çocuklar ufak, onlara da bakıyordum, ablam hasır örerdi, sulak yerlerden cim biçer, onları beraber deste yapar, halı örer gibi, tezgâhta hasır örerdi. Ondan sonra da, kağnı arabasına bindirir, şimdiki Üzümlü o zaman Cimin’di, oraya götürür (belki satar, değiştirir) kuru üzüm, incir ve diğer ihtiyaçları getirirdi. Bir küp pekmez, içine fare düşmüş, ben açık koymuşum, (Ablamı kaybettik, ruhu şad olsun ama (1957’ler)) fare düşen küpteki tüm pekmezi bana yedirdi; hayat bu, fakirlik işte.
Haydar Ağa beni bağıra bağıra buldu, aldı götürdü. Senin okula gitmen lazım oğul (bizim orada sevdiğine oğul derler), ben de ağlayarak onun sırtında elini tuttum. Dedim ki, okula gitsem, Cemal Gürsel’i görebilir miyim? Atatürk gibi şapkası var. O da elimi sıktı, dedi ki, sen okula gitsen büyük adam olacan. Yok, emi ben büyük adam olmak istemiyorum, ben kitap okuyayım yeter, çünkü ben okumayı, kitap okumayı çok seviyorum, dedim. Ertesi gün sabah oldu. Ablam hayvanları sağmaya gidecek. Bana dedi ki, sepeti al eline, git bahçedeki gülleri topla. Gül şurubu olacak, çünkü misafirlere şurup veriliyordu. Ama gülleri köyün mallarını yayan çobanın oğlu topluyordu. İsmi Cemal ama Cemo, derlerdi. Dudaklar çatlamış, yorgun, perişanlık, fakirlik… Ağlayarak, dedi ki, Yeter kimse duymasın. O zaman üçe kadar okumuş, Erzincan’da sınava girmiş, okulu kazanmış ama gidememiş. Yeter diyor, ben bunları toplayacağım, Erzincan’a gideceğim, bunları satacağım, bunları harçlık edeceğim, diye ağlayarak söylüyor. Ben zaten okumak istediğim için, ben de topla bunları çabuk kaybol, dedim. Hayatımda ilk defa söylediğim yalan buydu: sepet nerde, gülleri topladın mı oğul? Dedi ablam. Ben de, bilmiyorum abla, birileri toplamış, dedim. Bu hayatımda söylediğim bir yalandır. (O çocuğun babası Kürt Cemo, anası Kürt Cemile’ydi. Karı koca ve çocuklar köyün çobanıydılar. Cemile dağ köylerinden gelmişti. Dağ köylerindeki sular temizdi. Köyün suları pisti. Cemile der ki, bu köyün suyu çok pis der, biner trene gelir Ankara’ya. Ankara’ya dilekçe verir. (İnönü başta sanırım.) Bunun sonucu köye sontaj açılır, köye su gelir. O çocukta okudu, subay oldu. Şimdi ise emekli olmuş.)
Hiç boş zamanınız oluyor muydu, arkadaşınız var mıydı? Nasıl mutlu oluyordunuz?
Yaklaşık on yıl o köyde kalmıştım.1963’de kendi köyümdeydim. Ben o zaman eğlence bilmezdim ama hayvanları çok severdim. Gece dışarda, kapının önünde yatardık. Göz ağrısı çok çektim, gözlerim ağrırdı. Sinek çoktu, çok sıcaktı, dışarda yatıyordum. Bir ara ablam şehire gittim. Ablam bana da kendisine de elbise almış, o zaman bana Sümer basmasından elbise dikmişti, ona çok sevinmiştim. Eniştemin amcası Haydar Dede, köyün ileri geleni, zengin, durumu iyi, her Perşembe onun evinde cem olurdu. Ahırında Hızır’ın Ayağı, diye bir taş ziyareti vardı. Hızır oraya ayağını basmış, derlerdi. Her Perşembe evinde cem olur, Hızır Ayağı’nı ziyaret ederlerdi, orada ağlarlardı, sızlarlardı, oraya lokma getirirlerdi. Haydar Dede üç dört saat cem tutardı. Ben derdim ki, o kurban olayım diline, bu ne kadar çok okumuş, ne kadar çok şey biliyor, derdim. Hâlbuki onun okuması yazması yokmuş, sonradan öğrendim ben.
Haydar Dede nasıl bir insandı?
Herkes onun önünde ceketlerini ilikliyordu. Ben çok küçüktüm tam bilmiyorum ama onu seviyorlardı. Büyüklere sevgi saygı vardı, itikat vardı. (Eskiden öyleydi, ablam onu görünce ağzını kapatırdı).
Bir gün onun bahçe duvarının dibinde otururken, bahçede bir armut var, benim de çok canım istedi onu yemeği. Ya Abdal Musa, ya Allah dedim, taş attım armuda, armut bana taraf düştü. Tam armudu ısırırken Haydar Dede gördü. Bağırarak ablama geldi, çerçici gelince bu çocuğu meyveye doyur, dedi. Ben zaten ben armudu duvarın öbür tarafına atmıştım. Ablam bana bir dayak attı, ağzım burnum kan içinde kaldı, bana laf getirdin, diye beni dövdü, rahmetlik.
Dört beş kadın ellerinde tepsilerle Haydar Dede’nin ahırına lokma götürüyorlar, hava güneşli. Ben dayak yemişim, canım yanmış, oturuyorum. Kendi kendime düşündüm: ablama bağırdım, ha bu Hızır da senin gibi hayın, dedim. Sus kız, günah değil mi, günah öyle deme, dedi. Peki dedim, Haydar Dede’nin evinde her Perşembe cem oluyor, herkes oraya bir şeyler getiriyor. Haydar Dede zaten zengin, bu köyde o kadar fakir var, niye onlara gitmedi de, Haydar Dede’nin ahura girdi, Hızır, dedim. Ablam tekrar bana bir dayak çekti. Düşünsen öyle…
Yıllar sonra gidince her şeyi değişmiş gördüm orada. Hatta evlerin, ahırların yerleri hep tarla olmuş, yonca ekmişler, ama yuvarlak ortası boş bir yer var. Sorduğumda Haydar Dede’nin torunu Naci dedi ki, o boş olan yer Hızır’ın ayağının taşının olduğu yer. Hala orda duruyor.
Devamını oku: Anadolu Kadını’nın Bir Çileli İsmi: YETER ŞAHİN’LE SÖYLEŞİ
Diğer Makaleler...
- Gölge Etmeyin Başka İhsan İstemeyiz Sizden...
- Şahkulu Sultan Dergahı'nda Ortaya Konan Oyun...
- Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal Aşkıyla Yazılan Şiirleri...
- Dostlar Bunlar Alevi Sömürüsüne Hizmet Etmiyorlar mı?
- KADİM YOLDA OYNANAN OYUNLAR
- And Olsun Ki...
- Aleviler’in Büyük Açmazı ve Karanlık Bir Çağ, Karanlık Bir Düzen “Üzüm üzüme baka baka kararır…” Aman ne yapıyorsun, niye yazıyorsun, sen kimsin, kime hizmet ediyorsun, böyle şeyler açık açık yazılır mı, herkes okuyor, bunları böyle kamuoyu önünde yazılı
- Çorlu’da Kul Himmet Derneği Pikniği
- Sel – Beytullah Özilhan
- ANILARIM BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ