FEYZİ ERDOĞAN DEDE
FEYZİ ERDOĞAN
(SEYYİT BATTAL GAZİ OCAĞI - SEYİTGAZİ / ESKİŞEHİR)
Ayhan Aydın
Dedelikle İlgili Sorular
Sevgili dedemiz, siz Alevilik ve dedelerle ilgili bilgilerinizi kimden / kimlerden, nasıl öğrendiniz? Rahmetli babam Rüştiye mezunu ve dede idi bilgilerimi ondan öğrendim.
Çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti? Diğer çocuklardan farkım yoktu.
Sizce dede kime denir? Dede olabilmenin koşulları nelerdir? Evladı Resulden, Muhammet Ali soyundan gelen ve mürşidlik yapan kimseye dede denir. Koşulları: evvela kamil olmalı, güzel ahlaklı olmalı, dört kapı kırk makam bilmelidir. Bunlar nereden geldi, neden hasıl oldu, aslı nedir. Bunların Edebi, hayası, erkanı, tövbesi, vs. bunları bilmelidir.
Dedelik görevini ne zaman, nerede ve nasıl yerine getirmeye başladınız? 1993 yılında Eskişehir’de. Babam öldükten sonra.
Dedelik nasıl ve ne zaman doğmuştur? Cenab-ı Peygamberimizin Mihraç’tan dönüşünden sonra Kırklar meclisine uğraması ve oradakilere pirlerini ve rehberlerini sorması ve oradakilerin pirimiz Şahı merdan Ali’dir. Şeksiz, şüphesiz ve rehberimizin Cebrail Aleyhisselamdır sözleri ile hem tarikat hem de dedelik doğmuştur.
Kendi ocağınıza ait ve/veya soyunuzu gösteren bir şecere (soy kütüğü) veya beratınız, yani yetki belgeniz var mı? Soy ağacı (Şecere) vardır.
Şecereniz varsa kaç tarihinde alınmış? Çok eski tarihi bilinmiyor.
Alındıktan sonra kaç defa ve kimler tarafından tasdik görmüş? Bilinmiyor.
Aşık Ali Cemal Çetinkaya
Âşık Ali Cemal (Çetinkaya)
(1941 (Tunceli)- 04 Ocak 2016 (Ankara))
Ayhan Aydın
Kendisini arayarak şahsen davet ettiğim İstanbul’daki Cem Vakfı inanç önderleri toplantılarında, Can Yayınları’nda, Adil Ali Atalay’ın yanında, diğer etkinliklerde görüp sohbet ettiğim, çok sevdiğim ve değer verdiğim bir ozandı Âşık Ali Cemal Çetinkaya.
Kendisiyle ne yazık ki uzun bir söyleşimiz, kayıtlara aldığımız bir çekimimiz olmamıştı. Ama onunla sohbetlerimizde, baş başa konuşmalarımızda ayrı bir dünyanın insanı olduğunu anlıyordum. Ben böyleyim işte; dost arar dururum, bir başkasını, daha farklısını arar dururum, ama bazen de böyle ihmalkâr yapım vardır, çok az da olsa, eldekini tam değerlendiremem. Zaman zaman düşünürüm söyleşi yapacakken yapamadığım insanları, nedense şimdi aklıma Erol Büyükburç geldi. Kendisiyle Ali Dükel (Camcı Ali Usta)’nın dükkânında öyle içten, öyle uzun bir sohbet etmiştik ki, bunun devamı hemen gelmeliydi, bunu ihmal ettim, ansınızın çekip gitti aramızdan. Bunun gibi çok üzüldüğüm durumlar oldu… Onunla keşke söyleşeydim dediğim insanlar vardı; Barış Manço, bir uzun radyo söyleşisi yaptığım Cem Karaca’yla böyle söyleşileri kaçırdığıma çok üzüldüm.
Ben ki ozanların âşıklısı, delisiyim. Ama hep daha farklısını, içlisini, özlüsünü, dürüstünü, deli dolusunu, sitemkârını, benzersiz yumuşak gönüllüsünü, dede gönüllüsünü, bir baba gibi, hısım akraba tadında sohbetlisini ararım… Ne çok sevdim; Muharrem Yazıcıoğlu’nu ve daha birçoğunu.
Bunun gibi Ali Cemal deyince sanki yedi derya içinde bir ıssız adada, hep söyleşi yapan, yapacak bir can sima gelir aklıma. Güleç yüzlü, sevgi dolu... Ama o sevgi dolu gözlerin arkasında büyük bir keder, acı, yaşamdan tam tat alamamış bir ezilmiş insan da saklı gelirdi bana. Zaman zaman anlatırdı, telefonla da konuşurduk, ama ona soracağım birçok soru yeryüzünde asılı kaldı. Bir başka âlemde bir araya gelince söyleşiriz artık.
O bir dede idi aynı zamanda. Dedelik kurumunu önemserdi. Ama bir ozan olarak yüreğinin enginlerinden gelen sese kulak verir, söyleyeceğini yalın söylerdi.
Anadolu’nun özü gibi, Anadolu’nun saf insanları gibi güzel bir insandı. Bir derdi vardı, tüm ozanlar gibi o derdini dostlarına, tüm insanlara anlatma gayretinde olan bir faniydi.
Dünya malında gözü olmayan, insanlık ülküsüyle yanıp tutuşan bir can insandı. Ben onun çok yakınmadığını, kendi ezikliğini kendinden bildiğini, kendi dertleriyle yoğrulmasını bildiğini anlıyordum. Bu da bana Hacı Bektaş’ı hatırlatıyordu. Derdini, tasasını, çilesini, kederini, tüm dünyasını; varını yoğunu ruhunda, kalbinde yaşatabilmek, yaşatabilmek… İç zenginliğini, tüm görkemiyle bu dünyayı içinde taşıyabilmek… Bu erenlere, gerçek ozanlara, dedelere has bir özellikti bence de. Âşık Ali Cemal böyle bir yolun yolcusuydu.
Bana dedelerden çok şeyler öğrendiğini gerçek dedelerin yol gösterici, gerçek rehberler olduğunu söylüyordu. O yüzden dedelerle ozanları ayırmıyor, benim bu konudaki fikirlerime katılıyordu. Yani dedelerle, ozanların, âşıkların aslında birlikte hareket etmelerini, birbirlerini tamamlamalarını istiyordu. Bunu konuşmalarında savunuyordu.
O bir inanç insanıydı. Bir sevda, bir dostluk insanıydı. Garip gönüllerde var olmak isteyen, sürekli ekonomik zorluklarla boğuşan, yaşamın güçlükleri karşısında zaman zaman ezilen, çaresiz, yarı yollarda, düşünceler içinde tek başına yalnız kalan bir emektar insandı. Ama içindeki iç zenginliği, iç evreni onu tümüyle tek başına bırakmıyor, o her şeyiyle dünyayı sevebiliyordu.
O mütevazı bir insandı, azla yetinen, yetimin hakkını çok iyi bilen, ezilenin yanında yer alan, gerçek anlamıyla tek bir dilim ekmeğini olmayanla paylaşabilen engin yürekli gerçek bir Alevi, gerçek bir dede, gerçek bir ozandı.
Onun benim üzerimdeki izlenimleri hep aydınlık olmuştur. Dertli, çileli, fedakâr, hayattan umduklarını tam bulamasa da, yine tüm insanları, yaşamı, dünyayı seven yüce bir gönle sahipti.
ELVAN ÇELEN DEDE
ELVAN ÇELEN DEDE
(HİMMETÇİ ALİ BABA (YAĞMUROĞLU) OCAĞI – YAĞMUR KÖYÜ / YEŞİLYURT / TOKAT (1960))
Ayhan Aydın
Aslen Tokat’lı olmakla beraber İzmir ve diğer yörelerde cemlerle Alevi erkanını yürütmeye çalışan Elvan Çelen dede hoş geldiniz. Elvan Çelen dedemiz Cem Vakfı’nın Birinci ve İkinci İnanç Önderleri toplantısına katıldı, konuşmalar yaptı. Biz biliyoruz ki genç yaşında bu yola gönül vermesinin yanında oldukça farklı özellikleri ile sevilen ve bilinen dedemiz. Tokat ilinin Yeşilyurt kazasının Yağmur köyündensiniz.
Her şeyden önce Elvan dede kaç yılında doğdunuz?
1960 doğumluyum.
Yağmur köyü dediğimiz zaman tabi ki bu isim bize Yağmur Ocağını da çağrıştırıyor, hatta Karayağmur, Yağmuroğlu gibi değişik isimler de duyuyoruz. Sanırım kök, öz aynı. Hatta Himmetçi Ali Baba Yağmuroğlu Ocağından diye bize bir yazı gönderdiniz, umarım bu güzel çalışma da yayınlanacak fakat, biz buradakine benzer de olsa sizin ağzınızdan sıcak bilgi almak istiyoruz.
Himmetçi Ali Baba Yağmuroğlu Ocağından bahsedelim biraz, siz bu derlemeyi yaptığınıza göre bir araştırma da yaptınız sanırım; hangi bilgilere ulaştınız, bu ocak hakkında ne gibi bilgiler var elinizde.
Güllü Ana Hakk’a Yürüdü
Güllü Ana'yı da Analım
Bacıyan-I Rum’un Temsilcisiydi...
AYHAN AYDIN
1903, Erzincan Kemaliye, Ocak köyü doğumlu, Anadolu’da Bacıyan-ı Rum’un gerçek temsilcilerinden birisi olan Güllü Ana’yı, Güllü Erturan’ı, 15 Mayıs Salı günü kaybettik.
Asırlık ömrünü hep sevgiyle, saygıyla, dostlukla, hizmetle, aşkla ördü. Herkesin yardımına koştu. Yapıcıydı, bilinçliydi...
Anadolu aydınlanmasında; ekininde/dikiminde, tüm hayat mücadelesinde, her türlü zorlukta erkeğiyle yan yana, omuz olan kadınlar...
Analarımız, bacılarımız, kadınlarımız, bizim kadınlarımız... Destansı yaşamlarıyla emek emek; ilmik ilmik; sevgi sevgi olan kadınlarımız.... Onların ışığı hiç tükenmemiş, hiç tükenmeyecek...
Dedeler, babalar, ozanlar, aşıklar... Bu Alevi/Bektaşi yolunu süren inanç öncüleri içinde analar, sultanlar, bacılar...
Eli kınalı, ömürleri çilelerle geçmiş güzel insanlar, elleri kutsaldır, elleri öpülür denilen insanlardan değildi sadece analar... bunların ayırt edici yönleri vardı. Bunlar inançlarını yaşamlarının içinde aksatmadan sürdüren insanlardı. Evet dergahlarda, cemlerde dedelerle, babalarla beraber hizmet yürüten ana sultanlar bu kutlu yolun sürülmesine de çok büyük emek vermişlerdir. Savaşta, barışta, cemde, cemaatte, erkekle yan yana omuz omuza olan Türk kadını bu ülkenin mayalarıdır.
ALİ ERTURAN
HIDIR ABDAL SULTAN OCAĞI- OCAK KÖYÜ / KEMALİYE / ERZİNCAN),
İDARECİ – ARAŞTIRMACI)
(2 Ekim 1938 / 2 Ocak 2004)
Ayhan Aydın
Ali Erturan, Galatasaray Lisesi ve İ. T. İ. A. mezunu, hayatta iken Alevilik için çok şeyler yapan Abbas Erturan ve gül yüzlü Alevi analarından Güllü Erturan’ın çocuğu olarak büyüyen bir inanç önderimiz.
Kendisinin ocak zade Alevi dedeleri arasında farklı bir yeri var.
Belki kendisi erkan ve cem yürütmedi ama o bir ocaktan gelen ocak zade; hem de bu konuyla yakından ilgilenen birisi olarak hep Aleviliğin, dedeliğin içinde oldu.
Uzun yıllar görev yaptığı CEM Vakfı’nda bir inanç önderinin her zaman çalışarak, üreterek “masa başında” da halka çok yararlı olabileceğini gösterdi.
Kendisiyle yaptığım söyleşide hem yaşam öyküsünü, anılarını; hem de, Alevilik’le, ocaklarla, cemevleriyle, dedelerle ilgili bilgi birikimlerini sizlere ulaştırmaya çalıştım.
Sayın Erturan yaşamınızı, hayat öykünüzü bize nasıl anlatırsınız?
Sayın Aydın hayatımı kronolojik olarak ana hatları ile gözden geçirirsek zannederim sorunuzun yanıtını vermiş olurum.
Nüfusum, Erzincan Kemaliye Ocak Köyü’ne kayıtlı ama 2.10.1938 İstanbul doğumluyum ve İstanbul’da büyüdüm.
Soy ağacımız şöyledir:
Erzincan - Kemaliye Ocak Köyü’nde (Hıdır Abdal Sultan Ocağı’nda) yaşamış ve yaşayan ‘Hokka Gil’ ailesinin Abbas Erturan Kolu’ndan geliriz.
YIL 1781: Bize, köyde önceleri Hokkaoğulları derlermiş. Hokkaoğlu İbrahim, dedem Aşir’in babası İsmail’in babasıdır. Dedem Aşir Efendi Yemen Savaşı’nda yaralanmış; Antep’e kadar gelmiş, köye gelemeden şehit olmuş.
Babam Abbas Erturan (1889-1962) ve amcalarım küçük yaşta yetim kalmışlar. 13 yaşlarına geldiğinde babam İstanbul’a gelmiş. Kahveci çıraklığı yapmaya başlamış. 18 yaşlarına geldiği sırada apar topar askere almışlar, 1906’dan 1915 kadar çeşitli cephelerde; Çanakkale de, Erzurum da savaşmış...