• Ana Sayfa
  • Ayhan Aydın
    • Özgeçmiş
    • KENDİMLE İLGİLİ KISA BİR DEĞERLENDİRME
    • Ayhan Aydın Arşiv Listesi
    • AYYHAN AYDIN CEM VAKFI FOTOĞRAF ARŞİVİ
    • ŞAHKULU SULTAN DERGAHI GÖRSEL ARŞİVİ
    • Hakkındaki Yazılar
    • Hakkındaki Şiirler
    • Hakkındaki Haberler
  • Şiran
  • Söyleşiler
    • Dedeler
    • Babalar
      • BABAGAN (BALIM SULTAN ERKANI) KOLU
      • ÇELEBİLER KOLU
      • SULTAN SÜCEATTİN VELİ OCAĞI (DERGAHI) KOLU
      • ALİ KOÇ KOLU
    • Ozanlar
    • Yazarlar
    • Aydınlar Gazeteciler
    • Bilim İnsanları (Akademisyenler)
    • Kanaat Önderleri
    • Kurum Temsilcileri
    • Sanatçılar
    • Hocalar Mürebiler
    • İzzettin Doğan
  • Gezi Notları
    • Anadolu
    • Avrupa
      • Batı Avrupa Gezi Notları
    • İran
    • Suriye
    • IRAK
  • Yazılar
    • Basındaki Yazılar
    • Denemelerim
    • Etkinlik Haber Yorum
    • Cem Vakfı Yazıları
    • Kitapların Dünyası
    • Şiir Denemelerim
  • Kültür Sanat
    • Kültür Dünyası Söyleşileri
    • KÜLTÜR SANAT YAZILARI
  • Ahmet Hezarfen
    • Ayhan Aydın Kitap Yazıları
    • Osmanlı Arşivinde Aleviler Bektaşiler
    • Diğer Çeviri Belgeleri
    • Yazıları- Anıları - Görüşleri
    • Ahmet Hezarfen'le İlgili Yazılar
    • Ahmet Hezarfen Balkanlar(Rumeli)
    • Ahmet Hezarfen Fotoğrafları
  • Fotoğraflar
    • Dergahlar Türbeler
      • Balkanlar Rumeli
        • Bulgaristan
          • Otman Baba
          • Demir Baba
          • Akyazılı Sultan
          • Ali Koç Baba
          • Elmalı Baba
          • Hüseyin Baba
          • Dallı Ali Baba Türbesi
          • Yunus Abdal
          • Saçlı Koçlu Babalar
          • Alan Mahallede Ali Baba Türbesi
        • Makedonya
          • Sersem Ali (Harabali) Baba
          • Sarı Saltuk
          • Hıdır Baba
          • Cafer Baba
          • Üsküp Halveti Tekkesi
        • Yunanistan
          • Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan
          • Ece (İce) Sultan
          • Nefes Baba
          • Atatürkün Evi Selanik
      • İran
      • Suriye
      • Diğerleri
      • Anadolu
        • Hacı Bektaş
        • Sultan Sucaettin Veli
        • Abdal Musa
        • Kolu Açık Acim Sultan
        • Seyyit Garip Musa
        • Haydar Sultan
        • Diğer
      • İstanbul
        • Şahkulu Sultan
        • Kurucu Ahmet Sultan
        • Garip Dede Türbesi
        • Erikli Baba Türbesi
        • Nafi Baba (Şehitlik)
        • Karaağaç
        • Karyağdı
        • Duvar Baba
    • Semahlarımız
      • Rumeli Semahları
      • Anadolu Semahları
      • Sultan Sucaettin Veli Ocağı-Dergahı Semahları
    • Atatürk Fotoğrafları
    • Etkinlik Fotoğrafları
      • Türkiye
      • Balkanlar
      • Avrupa
      • Diğer
    • İnanç Önderleri
      • Dedeler
        • Fetfi Erdoğan Dede
        • Aşık Ali Metin Dede
        • Hüsamettin Aydın (Seyyid)
        • Nevzat Demirtaş
        • Musa Küçük
        • Veli Akkol
        • Hüseyin Orhan
        • Celal Arslan
        • Dedeler Diğerleri
      • Babalar
        • Hakkı Saygı
        • Abidin Harman
        • Mehmet Şilli
        • Reşat Bardi Dedebaba
        • Babalar Diğerleri
      • Zakirler
      • Çelebiler
      • Dervişler
    • Cemlerimiz
    • Yazarlar
      • Abidin Özgünay
      • Baki Öz
      • Cahit Tanyol
      • Mehmet Yaman Dede
      • Mehmet Yardımcı
      • Refik Engin
      • Şevki Koca
      • Ahmet Hezarfen
      • Yazarlar Diğer
    • Ozanlar
      • Adil Ali Atalay (Vaktidolu)
      • Ahmet Akar
      • Ali Ekber Çiçek
      • Aşık Durmuş Günel
      • Aşık Veysel
      • Hüseyin Çırakman
      • Hasan Papur
      • Hüseyin Yorulmaz (Seyfili)
      • Aşık İhsani
      • Mahzuni Şerif
      • Muharrem Yazıcıoğlu
      • Murtaza Şirin
      • Müslüm Sümbül
      • Telli Suna Gölpek
      • Ozanlar Diğerleri
      • Ozanlarla İlgili Simgeler
    • Gümüşhane-Şiran (Kırıntı-Yeniköy
      • Yeniköy (2010) Sayı Sayma Oyunu
      • Yeniköy Kış - Güssün Aydın Cenaze 2000
      • Kırıntı Yeniköy Düğün 2003
      • Kırıntı Yeniköy
    • Ayhan Aydın
      • Hısım Akrabalarım-Arkadaşlarım
      • Cem Tv Proğramlarım
      • Ayhan Aydın Resimleri
      • Ayhan Aydın'ın İstanbulu
      • Ayhan Aydının Manzaraları Şehirleri
  • Önemsediklerim
  • Konuk Yazarlar
  • Videolar
    • Cemler
    • Televizyon Söyleşileri
    • Cem Tv Programları
    • Barış Tv Programları
    • Belgeseller
    • Filmler
    • Ayhan Aydın
    • Diğer Söyleşiler
  • Anadolu ve Rumeli Erenleri
  • Site Haritası
  • Yazı Ekle
  • Yeni Videolar
    • Cem Tv Videoları
      • Dedeler
      • Ozanlar
      • Yazarlar-Aydınlar-Akademisyenler
      • Dernekler-Vakıflar-Federasyonlar
      • Dış Çekimler
    • EKİN İDİK OLDUK HARMAN-HALKLA SÖYLEŞİLER
  • Balkanlar (Rumeli)

Son Dönemin Önemli Bektaşi İnanç Önderi – Şairi HAYDAR CEMİL BABA

Çarşamba, 13 Nisan 2022 09:26 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 336

Son Dönemin Önemli Bektaşi İnanç Önderi – Şairi

HAYDAR CEMİL BABA

Can dostlar; hakkında bazı araştırmalar da bulunan, kitaplar da yazılan, 1900’lü yılların başında İstanbul’da doğan ve Haydari mahlasıyla şiirler de yazan Haydar Cemil Baba, son dönem önemli Bektaşi babalarından ve şairlerinden birisidir.

Konuyla ilgili yazılar yazan gerek Bedri Noyan Dedebaba, gerek Turgut Koca Baba, gerekse de bu konuda bilimsel araştırmalar yapan; Prof. Dr. Şükrü Elçin, Prof. Dr. Filiz Kılıç, Prof. Dr. Tuncay Bülbül, Doç. Dr. Orhan Kurtoğlu hocalar da onun İstanbul’da iyi bir eğitim almış, kendisini olağanüstü bir şekilde yetiştirmiş, çok donanımlı bir insan olduğunu yazmaktadırlar.

Can dostlar; hayatının önemli bir kısmı İstanbul’da geçen, bir vesileyle Balkan topraklarına giden Haydar Cemil Baba, Balkanlar’da derin izler bırakmış bir büyük Bektaşi değerimizdir.

Aslen Arnavut kökenli olup, tüm eserlerini Türkçe yazan ve belli bir eğitim almış Haydar Cemil Baba, Haydari mahlasıyla hemen her alanda oldukça fazla şiirler de yazan, son dönem önemli Bektaşi babalarından ve şairlerinden birisidir.

Kendisiyle 9 Mayıs 2004 Razgrat’ta bir söyleşi yaptığım ve yörede Haydar Cemil Baba’yı son tanıyan ve onun muhibi olan şimdi rahmetlik olan Zeynel Abidin Ruhani (82), Haydar Cemil Baba’nın 1962’de öldüğünü söylemişti.

Bulgaristan Razgrat Yonkovo (Yunus Abdal) Köyü doğumlu Araştırmacı – Yazar Ahmet Hezarfen, 1946 yılında kendisinin öğretmenlik yaptığı Deliorman’daki Kızılbaş köylerinden Kızılburun’dayken Haydar Cemil Baba’yla tanıştığını hem yazılarında, hem de kendisiyle yaptığım söyleşilerde bana iletmişti. Ahmet Hezarfen; Haydar Cemil Baba’nın, Tutrakan’da Denizlerli Ali Baba Tekkesi’nde postnişinlik yaptığını, Mustafa Efendi’nin sohbetlerinde çok bulunduğunu, Onun felsefi konulara giren çok birikimli bir insan olduğunu belirtmekteydi.

Makamını ziyaret ettiğim, Bulgaristan’da son muhibbiyle söyleşi yaptığım ve bir başka yazımda biraz daha geniş söyleyeceğim gibi somut olarak Makedonya’daki Bektaşiler üzerinde de derin etkiler bıraktığını gördüğüm Haydar Cemil Baba’yı bu vesiyle sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz…

Ahmet Hezarfen ve Hakkı Saygı’yla birlikte ilk kez Balkan toprağına ayağımın bastığı 2000 yılında da, bizzat üçümüz giderek her ne kadar kapısı kapalı olsa da, dışarıdan da olsa Türbedeki kabrini ziyaret etmiştik. Nihayetinde de Veysel Bayram’la sonrasında yine aynı türbeye gidip kabrini ziyaret etmiştik. Nihayetinde ise Ondan çok derin bir şekilde etkilenen şimdi rahmetlik olan bir canımızın anlattıkları ise tarihe geçecek niteliktedir. 9 Mayıs 2004’de Razgrat, Demir Baba yakınlarındaki Mumcular köyünde ziyaret ettiğimiz şimdi o zaman 82 yaşındaki Zeynel Abidin Ruhani büyüğümüz Haydar Cemil Baba’nın 80 zahiri (Sünni)’yi Bektaşi yapan, çok alçak gönüllü, üstün bilgilere sahip, muhabbeti çok ama çok tatlı, alim bir insan olduğunu anlatmış, küçük yaşta bağlandığı Haydar Cemil Baba’yı bir mürşit olarak bildiklerini söylüyordu.

Zeynel Abidin Ruhani onun o kadar derin bir etkiye sahip önder olduğunu söylüyor ki, o vefat ettikten sonra bile bizler onun muhipleri her zaman toplanır, o bize nasıl öğrettiyse bir baba bile olmasa, on yıl, yirmi yıl, otuz yıl onun aynı saygısını sayıp kendimizce yolumuzu sürmeye çalıştık. Ama o öldükten sonra zaten birçok insan Türkiye’ye göçtü, bir kısmı Bektaşiliği be canım, diye bana anlatmıştı… (O tarihi söyleşinin kayıtları Şahkulu Sultan Dergahı’ndadır.)

Gostivar, Zdunje (Zudunya (e)) 9 Eylül 2016, Bir Konuşmada;

Sohbetimizde; çok genç yaşında yüksek bilinç düzeyi olduğu görülen Cemal Bekiri (46); “türlü türlü Bektaşiler var. Ama bence en güzeli Hz. Pir Balım Sultan’ın reformcu, kâmil, çerağları yeniden yakan, evliyullahın yolunu temsil eden yorumudur”, diyor.

Selam Bekiri (44) ise, Tahir Emini Baba’dan el aldıklarını, yol yaşının 18 (28 Kasım 1998) olduğunu, Bektaşiliğin insan yolu olduğunu, sevgi ve hoşgörü yolu olduğunu, yolunu çok sevdiğini söylüyor. Haydar Cemil Baba için “Seyran” denildiğini söylüyor. Yani bu seyyah baba manasında kullanılıyormuş. Eşi Şenliye Bekiri (41) de kendisiyle aynı tarihte yola girmiş.

(Bence son dönem Bektaşi babaları içinde ayrıcalıklı bir yere sahip ve Türkiye’den Balkanlar’a gelmiş, bu yörede de kalmış, Bulgaristan’da 1960’lı yıllarda Hakk’a nail olmuş Haydar Cemil Baba bile bir Bektaşi babasında olması gereken özelliklerin bir örneğini teşkil etmesi bakımından ayrıca incelenmeyi hak ediyor. Bunu; özellikle, muhipsiz, müritsiz kisve giyip, posta oturan kendisine Bektaşi Babası – Dervişi, diyenlerin daha iyi düşünmesi gerekir.)

Ortak sohbette şu önemli bilgileri derliyorum…

Recep ile Muharrem iki kardeşlermiş. Bunlar Haydar Cemil Baba’nın muhipleriymiş. Recep Bekiri Nebi Bekiri’nin, Muharrem ise Derviş Abdülmüttalip Bekiri’nin dedesiymiş.

1931 ve 1935’de Haydar Cemil Baba Gostivar Zuydna Köyü’ne gelmiş. Nebi Bekiri’nin biraderinin ismini o koymuş. (Hasan-ül Askeri. Şimdi Hakk’a yürümüş.) Recep Bekiri’nin mürşidi Haydar Cemil Baba’ymış.

Devamını oku: Son Dönemin Önemli Bektaşi İnanç Önderi – Şairi  HAYDAR CEMİL BABA

Kategori: Balkanlar (Rumeli)

YENİDEN BULGARİSTAN’DA OLMAK…

Pazartesi, 11 Nisan 2022 11:58 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 171

YENİDEN BULGARİSTAN’DA OLMAK…

Bir başka sevda benimkisi, bir aşk hali, bitmez tükenmez bir merak, araştırma isteği… Balkanlar yani Rumeli toprakları sanki büyülü bir dünya sürekli sürekli bende gitme hissini uyandırıyor, beni kendisine çekiyor.

Burası Anadolu gibi kadım uygarlıklar köprüsü. Nice nice ismi bilinen, bilinmeyen dil, din, kültür gelip eğlenmiş derin izlerini bırakmış ama tümden terk etmemiş aynen Anadolu gibi bu kutsal ve bereketli toprakları.

Türklerin buradaki serüveni bin yıllık. Nasıl ki Anadolu’ya geldiyseler bu Balkan topraklarına da gelmişler, kendilerine özgü inançları, kültürleri buralara taşımışlar ama buradaki kültürlerden de derinden etkilenmişle, kendi kimliklerini yeniden oluşturmuşlar, benzersiz tarihe yapılar, eserler, düşünceler ortaya koymuşlardır.

1263’de Sarı Saltık, sonrasında 1354’de Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve onlarla birlikte nice er ve erenler gelip yerleşmişler nice nice ocaklar / tekkeler ve nihayetinde köyler, beldeler kurmuşlar buralarda.

1378 – 1478 arasında yüz yıl ömür süren Otman Baba Bulgaristan Haskova yöresinde ocağını tüttürüp dergâhını kurup çerağlarını uyarırken yine buraya çok yakın olan ve kentin kurucusu olarak söylenen Gazi Kırca Ali’nin geliş döneminden önce veya yakın bir zaman diliminde geldiği söylenen Elmalı Baba (Asıl isminin Ebul Vefa olduğu da söyleniyor.) bugünkü Kırcaali Mestanlı İlçesi Mandacı Köyü yakınlarında aynı ocağı yakıp dergâhını kurmuş.

Yöre kültürü hakkında kaynak kişi hüviyetindeki Güney Bulgaristan Cem Derneği başkanı çok sevili Mustafa Ali Mustafa’nın aktardığı bilgiye göre ise; halk inancı gereği Abdal Musa da bu yöreye gelmiş, Elmalı Baba’yla görüşmüş, onun kerametlerini takdir edip, bu yörede onun hizmet yürütmesinin gerekli olduğunu söyleyip tekrar Anadolu’ya dönmüş.

Tüm Balkanlar’da yüzlerce değil, binlerce türbe var. Yüzlerce köy, ilçe, il Türkler tarafından kurulmuş. Tüm Balkanlar’a baktığımız zaman 1550’li yıllara kadar yani Macaristan Budapeşte’deki Gül Baba’ya kadar erenlerin göçü, irşat hareketleri devam etmiş. Burası gerçek anlamda Erenler Yurdu olmuş.

Bugün de çok büyük sorunlara rağmen bu bilinci, bu ruhu, bu inancı yaşayan, yaşatan binlerce insan da Alevi – Bektaşi toplumu olarak başta Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Bosna – Hersek ve Romanya’da yaşama devam etmektedirler.

İlk kez Bulgaristan’a 22 yıl önce gitmiştim. Rahmetlik Araştırmacı – Yazar ve bana Balkanlar’ın kapısını açan pirim Ahmet Hezarfen, Hakkı Saygı Baba ile birlikte çok kısa sürede büyük işler başarmıştık. Böylece 8 kez araştırma, inceleme gezilerim oldu, bir kitaplık malzeme toplantı. Ama yapılanlar bunun çok ötesinde şeylerdi; ilk dedeler toplantısını Bulgaristan’da Dulova (Akkadınlar) Beldesi’nde yaptık. Buradan Cem Vakfı Anadolu İnanç Önderleri Toplantıları için dedelerin, babaların ama özellikle ana sultanların gelmesi için insanüstü gayretler gösterdik. Yüzlerce program, yazı, çekimler, fotoğraflar… Bir nevi onların sesi olmaya çalıştık. Bugüne kadar büyük özverilerle ve hiçbir maddi karşılık beklemeden, kendi cebimizdeki paranın da son lirasını bu çabalar için harcadık.

Derken, buradaki çalışmalarımızdan rahatsız olan, halkın bize ilgi ve sevgini kıskanan, tümüyle özgün olan yapının korunması gerektiğini söylediğim cem / dede ve gelenek yapılarının Türkiye’deki sistemlere benzetmek için, kişisel tatminsizliklerini buradaki saf ve tertemiz insanlar üzerinden gidermek için çıkar savaşına girenler beni engellediler. Öyle bir engelleme ki, benim en büyük aşklarımdan birisini elimden aldılar, benim yıllarca Bulgaristan’a girişimi engellemek için tertip kurdular.

 

Ayhan Aydın’ı Bulgaristan’da ve Balkanlar’da kim istemez?

Alevi – Bektaşi Yolu geleneksel çizgisiyle hiçbir müdahale olmadan yaşasın dediğim için, bunun aksini yapanlar istemez,

TİKA’dan, Valiliklerden, Belediyelerden ceplerinden tek kuruş ödemeden, aldıkları kaynaklarla bir turistlik turdan başka bir şey yapmadan, kişisel tatminlere yönelenler istemezler,

Budaki yüzyılların geleneğini yıkıp, Türkiye’de kendi ocağının / tekkesinin sistemini buraya dayatmak, buranın doğal yapısını yok etmek isteyenler istemezler,

Kendi kendilerine burada dede, baba atayıp Türkiye’deki tatminsizliklerini burada gidermek isteyen sözde dedeler, babalar bizi burada istemezler,

Doğrular ortaya çıkmasın, ne yaptığımız yazılmasın, görülmesin, duyulmasın diyenler istemezler…

 

Türkiye’den Diyanet’in, TİKA, Belediyelerin sağladığı olanakları istismar edip, gidip kaplıcalarda geceleyip, sonrasında biz şu türbeleri gezdik, şunları yaptık diyerek yalan söyleyen sahte dedeler, babalar elbette bizlerden hoşlanmazlar, çünkü mert bir insan, Otman Babaların yolundan giden bir insan olarak gerçekler neyse ortaya koyan insan olduğumuz için bizi istemezler.

Şu anda bunları okurken bile; ne gereği var bunların adam, sen gezileri yazsana, niye yazarsın bunları deyip sözde Aleviliği koruyan, sözde dedeleri seven ikiyüzlüler de bizden hoşlanmazlar.

Çünkü inancını, ikrarını, özünü kaybeden bir toplumla karşı karşıyayız… Yapılan hatalara, yola zaran veren uygulamalara sesi çıkmayan bir toplumla karşı karşıyayız…

Özünü dara çekemeyen bir toplumla karşı karşıyayız.

Ben dünyanın en dürüst insanı değilim belki ama bugüne kadar hiçbir gün yalan bir haber yapmadım, kimseye iftara atmadım, gerçekleri çarpıtmadım. 

30 yıl boyunca girdiğim her hane benim anam / babam olan bir hane oldu, kan kardeşim oldu, hiçbir yerden maddi bir beklentim olmadı, çok şükür bu toplum bizi elbette ki sonunda işsiz de, parasız da bıraktı.

Ama bizler çoğunun inanmak istemediği gibi, kendi özlerinde olmadığı için para için, mevki için yollara düşmedik…

Tek kuruş almadan adım atmayan sözde dedelerden, sözde gazetecilerden, sözde dernek başkanlarından, bir maskara gibi her yöne dönen ve hep farklı telden öten televizyonculardan olmadık…

Her nerede olursak olalım, tümüyle doğruları dile getirdik…

Kısa Gezi…

Uzun yıllar sonunda bir de uzun zaman bekledikten sonra çıkan vizeyi aldık ama elimiz ayağımıza dolandı, çünkü topu topu 5 günlük bir vize vardı önümde ve bunun iki günü de geçmişti bile. Kan ter içinde eve geldim, apar topar bir küçük bavula kıyafetleri doldurdum, doğru metrobüs ve Çorlu yolu! Çünkü bir minübüs ertesi gün 06.00’da Çorlu’dan kalkıyor Bulgaristan Haskova ve Kırcaali’ye… Sağ olsun uzun yıllardan beri çok güzel çalışmalar yaparak örnek bir cemevi başkanı olan Muzaffer başkan imdada yetişti, otogara yakın bir otel ayarladı. Geç vakit doğrudan oraya gittim. Sabah yola çıktık. Kırcaali’de beni bekleyen Güney Bulgaristan Cem Derneği Başkanı çok sevgili Mustafa Ali Mustafa da aynı sevinci benimle paylaşıyordu. Çünkü aynı bilinçte insanlar olarak, Türkiye’den buraya nice nice gelen kafileleri o ağırlamış, onlarla ilgilenmiş ama o da benim gibi yapılan yanlışlardan şikâyetçi olan bir canımızdı.

Eve gidip çayımızı içtikten sonra, doğruca Haskova yakınlarındaki Otman Baba Tekkesi’ni ziyaret ettik.

Buraya çiğdemler açmış, leylekler yuvalarına konmuş, çok azalsa da rençberlik yapanlar kırda bayırda işlerine bakıyorlar. Otman Baba Türbesi Tekke Köyü içinde. Köyde köy muhtarını bulduk, bize candan davrandı. Sonra türbedarı alıp Türbe ziyaretini yaptık. Daha sonra ise buradaki dedemiz geldi. Onlarla söyleşiler yaptık. Burada baharla birlikte gönüllü temizlik yapan, boya badana yapan gençlerimiz görünce ayrıca mutlu oldum. En son ziyaretimizden sonra türbe önünde aşların pişirilmesi ve lokma yenilmesi için birçok ek bina yapılmış. Evvelden cemlerin yapıldığı odaların ve orada bulanan çeşmenin yıkılmasının yanlış olduğunu söyleyen dede, ziyaretçilerinin eksik olmadığını söylüyor.

Ertesi gün ise, Kırcaali Mestanlı, Mandacı Köyü sınırları içinde kalan ve Ünal Tahsin isimli bir milletvekilinin öncülüğünde yeniden çok ciddi şekilde restore edilerek yapılan Elmalı Baba Tekke’ne vardık. On yıl önce açılışı yapılan Avrupa’dan olduğu kadar Türkiye’den Prof. Dr. İzzettin Doğan, Doğan Bermek, Arnavutluk’tan Baba Mondi (Edmond Brahimaj) gibi çok değerli isimlerin de katıldıkları etkinlikte ben de vardım. Binlerce insanın katıldığı tarihi bir gün olmuştu. Cem Tv.’de de çekimler yapmıştı.  Her iki gezimize yola girmiş Hüseyin canımız da katıldı.

Üçüncü gün ise dönüşten önce, sürekli merak ettiğim, Kırca Ali’nin türbesini ziyaret ettik. Kırcaali merkezde Merkez Kırcaali Camisi’nin avlusunda bulunan Gazi Kırca Ali’nin Kırcaali kentinin kurucusu olduğu söylenmektedir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi olmasa da, şimdi yerinden birkaç yüz metre uzakta olup, ayak altında yok olmaması amacıyla getirilip, müftülük tarafından cami avlusuna konulmuş, 7 köşeli etrafı açık bir türbe yapılarak halkın her zaman ziyaret etmesi sağlanmış.

Böylece 3 günlük Bulgaristan gezimi tamamlayıp yola revan olduk. Sınıra kadar yine münibüsle geldim. Sınırdan sonra Çorlu’ya gitmek yerine, doğrudan İstanbul’a gelen bir otobüsle otogara geldim. Tranvay, Metrobüs ve taksiyle eve ulaştım, hatta sevincimi Çeşminaz / Cemal Aydoğan ailesiyle de paylaştım, sonrasında gül yüzlü Haskıs Halamlara varıp oğlu Cibo’da çay bile içtim.

Bitmez tükenmez bizim sevdamızı, bitmez tükenmez bizim dertlerimiz….

Konuyla ilgili daha uzun bir yazı yazacağım, şimdilik bunları özetledim.

İşsizlik çok yaman bir şey… Bu dar günlerimde bazen dostların desteği oluyor. Tümüyle sıkıntılarıma yardımcı olsun diye, Alevi – Bektaşi Kültür Enstitüsü Başkanı çok sevgili Gülizar Cengiz’in gönderdiği parayı bu gezi için harcadım. (Dört bin T.L. bu desteği vize ve ulaşım için harcadım.)

 

Bu geziyi yapabilmek birçok insanın anlayamayacağı şekilde çok önemliydi. Bir önemli gedik kapandı benim için.

 

Başta Gülizar Cengiz’e, Muzaffer Birdal’a, Mustafa Ali Mustafa ve sevgili eşine çok teşekkür ediyorum.

 

Bizim özümüzün ne olduğunu, ne için yollara çıktığımızı bilen can dostları da sevgiyle kucaklıyorum…

 

Bu erenlerin kurduğu ulu yol; içte ve dışta her türlü karanlık tertibe, oyuna, çıkara, benliğe rağmen sonsuza kadar yaşayacaktır.

 

Bu yolda bedel ödeyenler anılacak, menfaat perestler eninde sonunda bertaraf olacaktır.

Muhabbet ehline aşk ile…

 

Ayhan Aydın

8 Nisan 2022 

Kategori: Balkanlar (Rumeli)

Aleviler, Siyaset, Belediyeler ve Cemevleri

Cumartesi, 26 Mart 2022 09:59 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 308

Aleviler, Siyaset, Belediyeler ve Cemevleri

 

Alevi – Bektaşi toplumu kimliğini ve inancını rahatlıkla ortaya koyup yaşayamayınca, bu çağda da yeni yeni kimlik sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Olay göründüğü kadar zor olmadığı halde olduğu halde yine işin içine “siyaset” daha doğrusu “siyasal İslam” giriyor, sorun büyüyor.

Her seferinde siyasi aktörler Aleviler ve Alevi toplumunun istekleri konusunda adım atmak isteyince Türkiye’nin Vatikan’ı olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve hala devlet yönetiminde onun kadara etkili Tarikat Yapısı buna engel oluyor.

Tarihler boyunca kendi görüşleri, kendi varlıkları dışında bir başka doğruyu, uygulamayı, yorumu “sahih” görmeyen bu din sömürücüleri, siyaseti dinin emrine sokmayı başarıyor, Türk devlet yapısında Osmanlı’nın bir nevi sonunu hazırlayan her daim sözde dini değerlerin dediği oluyor, inançla ilgili kararlarda otoritelerin buyruklarına uyuluyor. Ve bu ülkeye yazık ediliyor.

Alevi- Bektaşi Öğretisi, değerleriyle yaşayan, yaşaması gereken toplumsal yapısı ön planda olsa da nihayetinde bir inanç – ahlak öğretisidir.

Her insan topluluğu elbette ki yaşadığı coğrafyadaki insanlarla, toplumla sosyal ilişkilerinde öğretisinin gereği uyumlu bir şekilde yaşar, kendini sosyal davranışlarıyla ortaya koyar.

Alevi- Bektaşi Öğretisi’nde aslında Tanrı’ya ulaşmak, maneviyatını yaşamak için belli mekânlara çok da ihtiyaç yoktur. İnsanın yaşadığı, yer ile gök arasındaki her yer onun ibadethanesi’dir. Çünkü Alevilik – Bektaşilik mekânlara, şartlara, şekillere sığmayacak kadar evrensel bir insanlık yoludur.

Gerçeği söylemek gerekirse bu manevi yapının dışında aslında Alevi – Bektaşi toplumunun inanç merkezlerini kullanmalarının arkasında yatan gerçek tümüyle bu öğretinin bir başka boyutunda, bir diğer yanında saklıdır; Alevi – Bektaşi öğreti bütünlüğü bir topluluk içindeyken daha çok anlam kazanır, hedefini ulaşır.

Din bir sosyal yapıdır ama herkes evinde de ibadet edebilir. Ama bunca ibadethanenin varlığı da dinlerin sosyal ihtiyaca da yanıt verdiğinin göstergesidir. Bunun gibi Alevi – Bektaşi Öğretisi de toplum içinde insanın varlığını, özünü yine toplum hiyerarşisi içinde bulmasıyla bir anlam bulduğu için ocaklara, tekkelere, dergâhlara, cemevlerine ihtiyaç duymuştur.

Bir insan- ı kâmil, yani, pir ve mürşitlik makamına erişmiş erenlerin yolundan giden bir olgun insan ve insanların huzurunda arınıp / paklanmayı hedefleyen Alevi – Bektaşi Öğretisi’nde en temel unsur insanlar arası uyumun, huzurun ve birliğin sağlanması, eşitliğin ortaya konulmasıdır.

Yaşadığı toplumsal kesim karşısında her türlü yükümlülüğünü bu yolun ahlak öğretileri doğrultusunda yerine getirip getirilmediğinin bir nevi muhasebesinin yapıldığı meydan evi, yüz yüzü (cemal cemale) gelebilme özgürlüğünün ve özgün yapısının sembolüdür. Alevilik – Bektaşilik’te rızalık vardır, muhabbetle birçok şey yaşanır…

Kesilen kurbanlar, yenilen lokmalar, muhabbetler, sohbetler, yapılan cemler hepsi bir bütünlükte, birlikte ve sadece insanlarla yani toplumla bir arada olmakla anlamlıdır. Bu meydanda sadece gönül vardır. İnsan olma durumu vardır, toplum karşısında her insan beşerdir, düşer kalkar anlayışıyla hatası varsa da gönül alma erdemiyle toplumsallaşma bilinci vardır…

Elbette ki tarihler boyunca Alevi – Bektaşi toplumunun da cenazesi ortada kalmamış, her can bedenen toprak ananın bağrına şu veya bu şekilde sırlanmıştır. Aleviler de kendi inanç ritüellerini yerini getirerek, her türlü insani ve dolayısıyla inançsal görev ve yükümlülüklerini yerine getirmişlerdir her türlü baskının, zulmün olduğu dönemlerde de.

Şimdilerde…

Kentleşme denildi, şehirleşme denildi, kimlik bunalımı, kimlik arayışı denildi, ihtiyaç denildi, mecburiyet denildi… Her şey denildi ve tüm bunlar doğrudur da…

Dede – talip, pir – mürşit, ocak- dergâh – tekke – türbe bütünlüğü ve bu geleneksel yapılardaki yüzyılların büyüsü, ahengi, döngüsü bozuldu, yeni bir çağa girildi.

Tarihler boyunca, Aleviler – Bektaşiler; çok büyük zulümler, baskılar, kıyımlar, hepsinden de daha ölümcülü aşağılanmalar, ötekileştirmeler, toplumdan ve yaşamdan dışlanmalar yaşadılar, birçok haktan mahrum oldular bu kadim uygarlıklar ve inançlar toprağında.

Devlete hâkim olan yapıda inanç ve kültür kimlikleri farklı diye, devletin bizzat kendisi, dini, askeri, her türlü bürokrasisiyle insanı insandan ayırdı.

Devlete hâkim olan zihniyet tarihler boyunca bu topraklara en büyük kötülüklerden birisini bizzat ayrıştırıcı (zehirli / ağulu dili), yazıları ve kararlarıyla yaptı: Alevileri – Bektaşileri devletten, yaşamdan, inançtan dışladı, dışlamak istedi.

Alevi – Bektaşi toplumu son 30-40 yılda hayli bocalamalar yaşadı. Büyük bir aşkla, sevgiyle, özlemle, tepkisellikle, kimliğini bulmak, yaşamak ve de ayrıca haykırmak için kendi kurumlarını örgütledi dernek ve vakıflar kurdu, inanç ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek için ibadethane olarak cemevlerini yaptı.

Bu zamanda yola hizmet veren, hiçbir karşılık beklemeden enerjisini bu uğurda harcayan çok çok emektar insanlar oldu, Alevisiyle Sünnisiyle kişiler, kurumlar, belediyeler Alevi toplumunun ihtiyaçlarını gidermek için yapıcı gayretlerde bulundular.

Devleti yönetenler bu konuda siyaset gereği birçok adım atmak istedi, atar gibi göründü, yine her zamanki çıkarcı ve kurnaz yapısıyla sorunu çözemezsem de kendi Alevi’mi, Alevi kurumları’mı yaratırım, diyerek hayli yolda aldı.

En baskıcı dönem olan AKP’nin şu son dönemin de bile İçişleri Bakanı bir danışmanını görevlendirerek, şehir şehir, köy köy gezerek, dernek ve vakıfları, cemevlerine gidip yasak savma, yapıyı içerden fethetmenin her türlü yolunu kullandılar, bir mesafe de kat ettiler.

Bu arada belediyeler hiç boş durmadılar; birçoğu iyi niyetli olmakla birlikte Alevi toplumunu, sorunlarını görüp kalıcı, akılcı, bilimsel yol ve yöntemlerle sorunları çözmek yerine “Alevileri” aynen devlet gözüyle görmeye başladılar. Bu oy potansiyeli vatandaşlar topluluğunu kendime biraz daha kalıcı nasıl kazandırabilirim’in derdine düştüler.

Türkiye’de şimdi belediyelerin hemen hiçbir katkısı olmayanlar ve yoğun bir şekilde belediyelerin yaptıkları dâhil hemen tüm cemevleri adeta belediyelerin birer hizmet binaları oldular.

Burada şeffaf olmayan, suistimallere açık olacak şekilde cemevlerine personel alımı, çeşitli etkinliklerin yapılması bile belediyeler tarafından organize edilir olmuştur.

Kurum yöneticilerinin birçoğu Alevi – Bektaşi erkânını yok edecek şekilde, belediyenin iaşesini temini, cem salonunu nasıl düzenleneceğini, halılarını yıkatmayı da, temizliğini yaptırmayı da yani birçok görevini yerine getirmeyi belediyeye bağlamış, belediyenin eline avucuna bakacak kadar kendi asli görevlerini unutan bir hazırcı, çıkarcı cemevi yönetimi zihniyetiyle karşı karşıya kaldık.

Bir yanda devlet erkânının, vali ve kaymakamların “muharrem iftarları”nda boy gösteren kurum başkanlarımız aynı şekilde belediyelerin en önemli “protokolleri”nde boy göstemeyi en büyük mutluluk kaynağı olarak görüp, protokole girmeyi “masa kapma” yarışına da dönüştürdüler.

Hatta Valiye gidip cemevi ihtiyaçları yerine kendi kişisel isteklerini gündeme getirmeyi, belediyenin hizmetlerini yermeyi; Belediye başkanına gidip “bir büyük toplum temsilcisi” hüviyetiyle birçoğu kendi kişisel ihtiyaçları için istekte bulunup devletin kendilerini ihmal ettiğinden dem vuran kurum başkanlarının bir kısmı, bu toplumun inançlarını bahane edip tarikat şeyhleri gibi davranmaya başlamışlardır.

Hazırları görevlerini tam yapamazken, yeni yeni Alevi kurumlarının boy vermesi tümüyle çıkar hesaplarından kaynaklanan davranışlardır.

Alevi – Bektaşi toplumunun tarihsel değerlerini ortaya koyacak, yaşadığı sorunlara çözüm yolları gösterecek, Türkiye’de ve dünyada Alevi –Bektaşi varlığını bilimsel olarak ortaya koyup araştırmalar yapacak bir Alevi – Bektaşi Araştırma Merkezi kuramayan bu topluma öncülük yapmaları beklenebilir mi?

Halkın ve özellikle gençlerin, kadınların düşünsel, kültürel, sanatsal, edebiyat üretimlerde bulunacakları yapıları bünyelerinde otuz yıldır oluşturmayanların, demokratik olmayacak şekilde başkalarına fırsat verip, paylaşımcı olamayan yönetimlerin Alevilik – Bektaşilik konusunda sorun çözücü olduklarını söyleyebilir miyiz?

30 yıldır bu topluma fazla bir şey vermeden, önündeki en büyük engeller olan Alevi kurum yönetimleri otokrat yapılarıyla Türkiye’deki siyasi yapının birer figüranı olarak Aleviliğe zarar vermeye başlamışlardır.

35 yılı bu toplum içinde geçen, hizmetse hizmetini yapmaya çalışan bir sade Alevi vatandaşı olarak bazı sorular soruyorum.

Belediyelerin çalışmaları, çabaları, destekleri elbette her şeyden önce insan olarak takdir edilmesi gereken şeylerdir.

Bir haksızlık varsa o haksızlık karşısında bu halkın oylarıyla göreve gelmiş yerel yönetimlerin de bu halkın ihtiyaçlarını karşılamaları kadar doğal bir şey yoktur.

Fakat tüm bunların sınırı nedir?

• Alevi – Bektaşi öğretisi nihayetinde kendine özgü bir inanç ve kültürel, sosyal yapıysa; siyasetle Alevi kurumlarının bu kadar içli dışlı olması doğal mıdır?

• Alevi – Bektaşi toplumunun “maddi yetersizlik” gibi çok somut bazı gerekçelerle de olsa, her şeylerini belediyelere bağlamaları Alevi – Bektaşi değerlerine ne kadar uygundur?

• Alevi – Bektaşi örgütlerindeki yapılanmanın dışında, cemevlerinde görev alan veya belediyelerde Alevi kimliklerinden dolayı işe alınanların Alevilikle ne kadar bağlantıları vardır?

• Belediyelerin Alevi kurumları üzerinden işe aldıkları personelin bir kısmının Alevi kurum başkanlarının yakınları olması ahlaki ve vicdani midir?

• Cemevlerindeki yönetimlerin oluşması, çalışmaları, gelir – giderleri, faaliyetleri, hedefleri halka ve kamuoyuna açık bir şekilde yerine getirilmemeli midir?

• Bir yandan İçişleri Bakanı, AKP adına cemevlerinin ihtiyaçlarını tespit etme ve sorunlarını giderme konusunda tümüyle siyasi menfaat için bir çaba içindeyken; özellikle CHP’li belediyelerin Cemevleri üzerinden, buraların yönetimini belirleme, çalışanlarını yönlendirme, faaliyetlerini koordine etme siyaseti gütmesi acaba kimin ve kimlerin işine yarıyor?

Sevgili okurlar;

Alevi – Bektaşi Öğretisi yüzyıllar boyunca kendi özgün haliyle bugüne gelmiş, temel – değişmez ahlaki bütünlüğü onu diğerlerinden ayıran, vicdani olduğu kadar toplumsal bir denge unsuru da olmuş benzersiz bir yapıdır.

Benim görebildiğim kadarıyla belediyelerin bazı birimlerine hâkim olan zihniyet, Alevi – Bektaşi değerlerini, hedeflerini, sorunlarını öncelemeyen, kurum yöneticilerinin gönlünü almayı amaçlayan, sazla – sözle – gösterişle insanların duygularını kullanıp, duygular üzerinden siyaset yapma zihniyetine bürünmüştür.

Dert Gezer Derman Gezer İtikattadır Nazar

İtikatını, gönlünü, benliğe teslim etmeye başlayan bu topluma da gerçekten gerçek pirlerin, yol ulularının, aydınların, benliğini yenmişlerin, gerçek ozanların, bilge insanların, yolun değerlerini zaman zaman hatırlatmaları gerekir.

Yoksa ben mi çok fazla abartıyorum, her daim bu tip şeyler olmuş muydu tarihler boyunca?

Ama sanmıyorum, her zaman belli değerler her daim hatırlanır, hatırlatılırdı bu yapıda.

Ya da ne diyelim; bu çıkar, reklam çağında Alevi – Bektaşi toplumu, Alevi – Bektaşi değerler sistematiğinin gereği gibi muhabbet eyleyip, benliği, egolarını yenenlerle yollarına devam edip, geleceğe bu kadim öğretiyi taşıyabilecekler mi?

Elbette “yolun sahipleri vardır”.

Ama o yolun sahipleri sahipliğini yerinde ve zamanında, ayarında yapmak zorundadırlar.

 

Çünkü Yol Cümleden Uludur.

 

Hakk bu güzel yolumuzu geleceğe taşıyanlardan, yolun değerlerini yaşatanlardan, sağduyu hiçbir zaman elden bırakmayanlardan eylesin.

 

Muhabbet ehline aşk ile…

 

Ayhan Aydın

23 Mart 2022

 

Kategori: DENEMELERİM

Mart 2022; Haberler, Etkinlikler, Ziyaretler, Hatırlatmalar

Cumartesi, 26 Mart 2022 09:57 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 237

MART 2022

NOTLAR, HABERLER, ETKİNLİKLER, HATIRLATMALAR

 

Kul Duran

Duruldu Duran'ım gül açtı çağı

Boş kalır mı sevenlerin ocağı

Başladı zamana yolculuk çağı

Ömür bitti baştan sona gel oldu

Dost neydem neydem

Halk Ozanımız Kul Duran'ı sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. Devr-i daim, devr-i asan, menzili mübarek olsun... Nurlarda yatsın...

10 Mart 2022

 

2017'de kaybettiğimiz çok değerli sanatçımız Emre Saltık'ı ölüm yıldönümünde sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz... Nurlar içinde yatsın...

11 Mart 2022

 

Devamını oku: Mart 2022; Haberler, Etkinlikler, Ziyaretler, Hatırlatmalar

Kategori: Etkinlik Haber Yorum

Muzaffer İlhan Erdost'u Sevgi ve Saygıyla Anıyoruz...

Cuma, 11 Mart 2022 14:22 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 4695

MUZAFFER İLHAN ERDOST
(ARAŞTIRMACI-YAZAR) 

Emektar, üretken ve çilekeş aydınlarımdan, yazar ve yayıncılarımızdan Muzaffer İlhan Erdost’la yaptığım söyleşide Sivas, Ümrani’ye, Gaziosmanpaşa kıyımları, bunların arkasındaki gerçekler, ülkemizde yaşanan ayrımcılık hakkında yazarın görüşlerini almaya çalıştım.

Ayhan Aydın

Sivas'dan sonra, Gaziosmanpaşa'da, Ümraniye'de de onlarca insanın "öldürüldüğü katliamlara tanık olduk. Siz bu olayları bizim için nasıl yorumlarsınız? Sadece Sivas ve Gaziosmanpaşa değil; Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum'da hepsi aynı çizgideki katliamlardır. Bunları 15-16 Mart Üniversite Katliamı'ndan ve 12 Eylül "öncesi katliamlardan ayırmak olanaklı değil. Tütengil'in, Abdi İpekçi'nin, Doğan Öz'ün, Cevat Yurdakul'un "öldürülmesinden de bu katliamlar ayrılamaz. 12 Eylül "öncesi gerek temsili nitelikteki demokrat kişilere, basına, üniversiteye yönelik saldırılar; gerek siyasi partilere saldırılar; gerek işçi sınıfının devrimci temsilcilerine, gerek devrimci gençliğe ve temsilcilerine ve halka yönelik olarak, Kahramanmaraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta gerçekleştirilen katliamlar, amacı bakımından birbirinden ayrılamaz.

Aleviler'in yapılanmaları bakımından demokratik bir kimlikleri var. Şeriatçı ve teokratik bir yapılanmaya da inançları zaten elvermiyor. Laiklik, Aleviler'i eşit yurttaşlar durumuna getirmiş. Mustafa Kemal Atatürk'ün laikliği yaşama geçirmesi ile, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, bu kesim laikliğin sağladığı eşitlikten yararlandı ve bugün eşit vatandaşlar olarak çeşitli alanlarda yükselme olanağı buldular.

Aleviler bu anlamda toplu bulundukları yerlerde demokratikleşmenin denebilirse doğal kalelerini oluşturdular. Nerede bu kaleler oluşturulduysa bunları yıkmak, bunları tahrip etmek faşizmin, gericiliğin amacı oldu. Çorum, Kahramanmaraş ve Sivas Katliamı'nda amaç bu idi. Bunun için kırıma gidildi, bunun için Aleviler'e saldırdı. Bunun için provakasyonlar yapıldı. "Camilere Aleviler saldırdı" denildi. "Aleviler milliyetçi film oynarken sinemaya bomba attı" denildi. Ama daha sonra ortaya çıktı ki bunlar provokasyondu, gericilerin uydurdukları yalanlardı.

Sivas'a bir buçuk iki kilometre uzaklıktaki askeri birlikler birkaç saatlik olay yerine yardıma gelmemiştir. Demirel ise katliamın ertesi günü olayların ağır tahrik sonucu çıktığını, güvenlik güçlerinin olaya hakim olduğunu, bir çatışmanın olmadığını söyleyebilmiştir.

Aslında Sivas'ta bir senaryo uygulanmıştır. Burada özel savaş yöntemleri uygulamaya konulmuştur. Hizbullah ve benzer örgütlere burada görev verilmiştir.

Sivas Katliamı'ndan çıkardığım sonuç şudur: Bölgede demokratikleşme hareketlerinin gelişmesi sonucu şiddeti yöntem olarak benimseyen ayrılmacı eylemlere dayalı Kürt hareketine zemin hazırlayacağı düşüncesiyle bir tertibe gidilmiştir. Burada fanatik dinci unsurlar militan olarak kullanılmıştır. Sade inanç sahibi insanlar tahrik edilerek, katliama destek sağlayan bir kitle oluşturmuşlardır. Üç halkadan oluşmuştur. Birincisi olayı tertipleyenler, ikincisi olayı tertipleyenler doğrultusunda eylemi gerçekleştirenler, üçüncüsü bu eylemi gerçekleştirenlere kitle desteği oluşturanlar. Gaziosmanpaşa'da yaşanan ve bir baskınla başlayıp devam ettirilen olayları da bu çerçeve içerisinde ele almak gerekir.

Bu çerçevelerden benim çıkardığım sonuç şudur; kitlesel olarak demokratik bir yapı oluşturan Aleviler; nerede çoğunlukta ve yoğunlukta iseler orada bu olaylar gerçekleştiriliyor. Buralarda Aleviler'i çözmek, dağıtmak, sindirmek, yani Türkiye'nin demokratik kalelerini çözüp dağıtmak istiyorlar. Bu tertibin içinde Türkiye kan kaybediyor ve bundan en fazla acı çeken de Aleviler oluyor.

 

Sivas Katliamı'nda özel savaş yöntemleri uygulandığı kanısındasınız. Demokratik bir yapı oluşturan Aleviler'in yoğunlukta bulunduğu birimlerin dağıtılmak istenmesindeki amacı ve yöntemi açıklar mısınız? Ben, 2 Temmuz Sivas Katliamı'nın PKK olgusuyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım. Bu olgu dışlanarak, Sivas Katliamı doğru açıklanamaz ya da azından açıklama eksik olduğu için yanlış sonuçlara varabiliriz.

Bunu şöyle açıklayalım: Kimi dergilerde, Sivas Katliamı'nın ardından, yorumlar yapıldı. Sivas Kongresi (1919) ve Cumhuriyet (1923) ile birlikte, Sivas'ta Ermeniler'in, Kürtler'in, Türkmenler'in, kısacası halkların yok edildiği yazıldı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılışının, bu yok edilen halkların dirilişi olacağı söylendi.

Sivas Katliamı'nın ardından, Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu'na bilgi veren özellikle sağ yerel basın yöneticileri, özellikle, PKK'nın, Sivas'tan Karadeniz'e bir yol açmak için, Sivas'ta, demokratik bir barınma olanağı aradığını söylediler. Bu arada, Aleviler'in, bu arayış içinde olan PKK'lılara kendilerine yüz vermediklerini de eklediler.

Objektif bir gözlem, bizi şu sonuca götürüyor: PKK, 1921'de Ankara Hükümeti'ne karşı ve Sevr'in uygulanması amacıyla isyan etmiş bulunan Koçgiri geleneğinden yararlanarak Sivas'a yerleşmek istiyor, ve ayrıca, Sivas'ı, Karadeniz'e açılan bir kapı olarak düşünüyor. Bu nedenle, barınmak için kendine yandaş arama içerisinde. Bunları da, Koçgiri İsyanı'ndaki Kürtler'in büyük bölümünün Alevi olmaları nedeniyle, Aleviler arasında bulacağı düşüncesi, PKK'ya karşı oluşturulmuş "Kontr" kuruluşlarda, yer etmiş. Tarafların değerlendirilmesi açısından aktarıyorum bunları. PKK'nın kentte yerleşmesini, özel savaş yöntemlerini yönetenleri, önlemek için, PKK'nın kendisini değil, bunların yerleşeceği ortamı dağıtmayı düşünüyor. Bu ortamı da demokratlar, ilericiler oluşturuyor. Bunların da çoğunluğu Alevi.

Pir Sultan Abdal Derneği'nin düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenliği, Sivas'ta, 1978 Sivas Olayları'ndan beri gerilemiş bulunan demokrat ve devrimci yazar, sanatçı, demokratik bilincin olduğu kadar demokratik bütünleşmenin de yolunu açacak. Etkinlikleri şu ya da bu nedenle başarısızlığa uğratmak, bu demokratik yükselişin önünü kesmek, aynı zamanda, sağdaki gerici partilerin de çıkarına.

Benim kanım şu; Sivas'ta, PKK'nın yerleşme ve Karadeniz'e bir yol açma girişimini önlemek için, demokratik sürecin yükselişini durdurmak için Şenliğin başarısızlığa uğratılması planlandı. Aynı zamanda kitlesel olarak demokrat olan Aleviler'in Alevilik'leriyle yetinmeleri ve politikadan uzak durmaları mesajı verilmek istendi. Sonuçları bakımından bu boyutta bir katliam tasarlanmamış olabilir. 6-7 Eylül Olayları gibi. Ama yığınları tahrik edip sokağa toplayanlar, öyle bir an gelir ki söyleyelim: Sivas Katliamı'ndan bir yıl sonra, Özel Tim, PKK'nın Divriği'ye yerleşmesini önlemek amacıyla, Divriği'de etkin olmaya başladı. MHP ve BBP'li gençlerin, Özel Tim'in paramiliter kadrolarını oluşturduğu da gene basında yayınlandı.

 

Siz, Türkiye'deki tüm inançsal ve kültürel birikimleri ortaya koyan insanların ayrımsız, ülkenin ortak çıkarı doğrultusunda kardeşçe kaynaşmasını ve yaşamasını isteyen, Türkiye'nin aydınlık günleri için çaba harcayan insan hakları savunucusu, yıllarını bu uğurda geçirmiş bir araştırmacısısınız. Din ve Mezhep, Irk ayrımı yapmaksızın insanların birbirlerine anlayışla yaklaşarak, ortak yararlarda buluşabilmelerinin olanakları sizce nedir? Sorunu, kısır çekişmeler açısında değil de bütünlüğü içerisinde ve ilkeleri açısından koymakta yarar var. Bunu saptamak için, tarihe kısaca bakmak yeterli. Türkiye Cumhuriyet olarak, kendisini mahvetmek isteyen emperyalist paylaşıma karşı, Ulusal Kurtuluş Savaşı temeli üzerinde yaşam buldu.

Cumhuriyet, nitel bakımından, bir tür burjuva demokratik devrim olarak nitelenebilir. Belirleyici olan burjuva demokratik devrimden, yani 1789 Fransız Devrimin'den 150 yıl sonra gerçekleşecek olan bir devrim. Aynı zamanda, sosyalist devrimden, yani 1917 Ekim Devrimi'nin ardından gerçekleşiyor. Şu da var ki, ülkede sanayi gelişmemiş, burjuva devrimi yapacak burjuva, sosyalist devrimi yapacak modern işçi nicelik ve nitelik açısından yok. Ama Türkiye'nin içerisinde bulunduğu koşullar açısından soruna bakıldığında, emperyalist bir paylaşıma karşı bir savaş veriyor.

Emperyalizmi gerileten ve zayıflatan niteliğiyle dünya sosyalist devriminin bir parçası, burjuva demokratik sistemin siyasal örgütlenmesini kurmasıyla (egemenliğin ulusa devriyle) burjuva demokratik devrimin bir parçası.

Burada, ulus kavramına açıklık getirmek gerekir. Ulus, tarihsel bir kategoridir, ve özellikle kapitalizmin şafak vaktinde oluşmaya başlar. İlkin de kapitalizmin ve kapitalizmle birlikte tekniğin ve teknolojinin gelişmeye başladığı ülkelerde görülür. Burjuva toplumun ekonomik bakımdan egemen olmaya başladığı bir sınıfsal niteliği vardır. Eski devletin yerine niteliği bakımından yeni bir devlet kuracak biçimde, o toplumun örgütlenmiş olması gerekir.

Burjuva öncesi örgütlenmelerin, kast sistemine dayalı olduğu ve bunların genel olarak feodal karakterde olduğu bilinir. Feodal karakterde devletler, doğası gereği, kavmi yani ırk esasına dayalıdır. Feodal devletin yerini, burjuva devletin alması süreci, yani ekonomik anlamda güçlenen yeni ve modern sınıfların devlete egemen anlamda güçlenen yeni ve modern sınıfların devlete egemen olması süreci, aynı zamanda, devleti oluşturan ve bu anlamda tarihsel olarak örgütlü bulunan topluluğun kavmi özelliğini de içerir. Ama bu, ilk uluslaşma sürecinde belirgin kavmi, egemen kavim olacağı anlamını kesinlikle içermez. Çünkü burjuva demokratik devrim, soy esasına dayalı, cinsiyet, din ve mezhep esasına dayalı bütün kastsal ayrıcalıkları ortadan kaldıran, siyasal eşitliği temel alan yeni bir siyasal örgütlenme biçimidir.

Ulus, bu anlamda, kendisini oluşturan üyelerin, din, mezhep, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin eşitliğini ilke edinir. Ulus kadar, uluslaşma süreci de, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini amaçlar. Ulus içinde, hiç kimse, soyuna, boyuna, ırkına, dinine, kavmine, mezhebine göre, üstün ve ayrıcaklı olamaz, aynı biçimde hiç kimse ırkı, boyu, soyu, dini, mezhebi nedeniyle eşitlik haklarında yoksun tutulamaz.

Ama yeni bir siyasal yönetimin oluşmasıyla, akşamdan sabaha, gerçek anlamda bu eşitlik sağlanamaz. Ulusu, din, dil, ırk, cinsiyet ve benzeri açılardan, eşit yurttaşlar topluluğu olarak nitelendiğimiz zaman, demokratikleşme sorunu bu eşitliğin tam olarak uygulanması için savaşım olarak gündeme gelir.

Benim kanıma göre, soruna, bu temelden bakmak gerekir. Bu nedenle de siyasal yaşamda, demokratikleşmeyi engelleyecek, özgürleşmeyi geriletecek, ister dinsel köknli, ister ırksal kökenli olsun siyasal partileşmelere karşı, karşıtı ırksal, dinsel, mezhepsel partileşmelere yönelmek değil, demokratikleşmeyi ve özgürleşmeyi temel alan ve bu anlamda da sınıfsal özü ve içeriği bulunan partileşmeleri yeğlemek ve güçlendirmek gerekir.

Sivas'taki Katliamdan çok etkilendiniz. Bir de şiir yazdınız, bu karanlık gün için. Bu şiiri bizimle paylaşır mısınız?

Beş bin yıllık karanlıktan geldiler

Beş bin yıllık ışığı kararttılar

Aklın yolunu kararttılar

Bilince sızan ışığı

Kitaba şavkıyan alazı

Şiire inen güvercini

Doğru at sekişli üç telli sazı

Semahın seher yelini

İncecik kızların gülüşlerini

Hasretin hasretini

Kararttılar

 

Işık ol, karanlığı bitir

Aklı kölelikten kurtar özgürleşsin İnsan insanlaşsın

 

Söyleşi: 1995

 

Kategori: Kültür Dünyası Söyleşileri

Haşim Turhan Dağdaki Derviş

Pazar, 06 Mart 2022 11:00 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 243

Haşim Turhan

 

Dost dost can dost, gönül insanı, sevgi ve aşk harmanında savrulup, yitik zamanların, gelmiş geçmiş derviş ve dervişanların, muhibbanların, canı başı Hakk yoluna vermişlerin, eşi ve yareni olmayanların yâri olmayı başarmış çok ender insanlardan Haşim Turhan öğretimizin, denize, aya, çiçeklere dokunma yalınlığındaki ve tılsımındaki zamane fukara kuludur. Hızır’ın ayak sürdüğü topraklardandır… Geçmişi bilip, hiçbir yaşanmışlığı inkâr etmeyen, erenlerin eren hikmetinin sadece ve sadece insan gönlüne girmekte saklı olduğunu sezip, kendisini Hakk yoluna, halk sevgisine adamış, yirmi yıldır tanıdığım gibi, olduğu gibi olmuş, yalınlığı huy bilip sadece onu giyinmiş, bir hizmet eri, gönüller turabıdır… Ben neyleyim, neyleyim, dost bileyim, dost diyeyim… Onun gibi üç – beş can bu kuru teni toprak ananın bağrına sırlarken bulunsun, bununla yetineyim…  

Değerli dostumuzun yayınlamış olduğu Hüznün Gözyaşı, Dağdaki Derviş, Ters Lale isimli kitabını bu sabah okumaya başladım. İçinde yolumuza, inancımıza ama her şeyden öte insanlığa dair çok şey bulacağımıza inanıyorum. Hayırlı, uğurlu olsun, diyorum. Daha ilk baştaki birkaç ölümsüz, güzel dizeyi, satırı da sizlerle paylaşıyorum.

Bin muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın

06 Mart 2022

 

Hüznün Gözyaşı

Dağdaki Derviş

Ters Lale

 

Bir dem gelir virene gönlüm coşar.

Bir dem gelir gam keder ile dolar.

Bir dem gelir Lale güllerin solar

Bir dem gelir çeşmi çerağım akar

 

Bir dem gelir divanelikte kandillerim yanar.

Bir dem gelir Vahdet-i YarHaşim-i kalemim yazar

Bir dem gelir seyranlara da rüzgara tozar

Bir dem gelir yağmur olup gönüllerde yağar.

 

İLK KELAM

 

Yola çıkan her canın dünyalıklarının terk-i diyar eylemiş halidir.

Yani bıraktıklarınız kadar olan haldir kızıl dervişimizin tenine giydiği libas

 

Ya! Yücelerin en yücesinden bir Derviş Lale var ki;

Onun adı Dağda ki Derviş Ters Lale

 

Anadolu’nun bu kutsal topraklarında ne gizler ne sırlar hazineler saklıdır.

Onca kadim uygarlıkların yığın yığın peri bacaları gibi yaşama tanıklık yaparlar.

Dağların en yücesinde nice kederleri, hüzünlü, yaşamları kendi özünde saklar.

Tüm hak âşıklarının sığındığı en yüce dergâh oldu.

Özgürlük ocağıdır onun yurdu, sevdalarına umut olup Ferhatların gönlüne akan ırmak olup Şirin’e varmaktır Derviş Ters Lale’nin yaşam öyküsü.

Nice boran karda olsa dağların yamacında dergâhını kurmuş.

Edep örtüsü örtmüş masumiyetin hüznün sevginin üstüne.

İlahi şak uğruna gönlünü toprak anaya çeviren kızıl güldür.

Gönül gözünden damla damla ab-u Kevser aktıkça yaralı gönüllere derman olur. Yarınları yeşertmek için iki yumrusu var (soğanı) birini her baharda yaşam bulması için, dağları secde eder, ikinci yumrusu ise; kendi gönül evinin köklerine saklar.

Bir daha ki bahar yeniden doğmak için umut ile bekler toprak ananın bağrında. Boyu posu Hakk âşıklarının şah damarı gibi gökyüzüne çıkar seyran eyler hüzün çiçeklerini açar mevsimlerden sonra Hakk’a sırlanışında gül yapraklarını köklerine bırakarak yeni bir can yaşam kaynağı olur, köklerinden şifalı mantarlar gün yüzüne çıkıp bizde buradayız biz de Kızıl Dervişlerimizin nimetlerinden nasiplenip Hakk âşıklarına rızık olmak isteriz…

Altı gülü var altı gül ile beden alıp cemalini gösterir…  Kimi Kızıl Dervişlerimizde başına taç yapıp sekiz gülü ile sonsuzluğu simgeler…

Beden alıp gelir bu dünya sahrasına

O Dervişimizin adı Kerbala gülü

Onun adı Hz. İsa’nın hüzün gülü

O yeniden dirilişin gülüdür.

Onu adı gelin çiçeği

Onun adı Ters Lale

O Anadolu topraklarının Has Dervişidir

Tabiat Ana’nın en has kuludur.

O öyle bir aşk dervişidir ki her gönle mihman olmaz.

Her dağın yamacından beden alıp gelmez

Her toprak da gülünü açmaz.

Cümle çiçeklerin cemali tebessüm ederken O hep dara durmuş Hallac-ı Mansur gibi Enel – Hakk aşkına hüzünlü gözyaşı döken kederli gülümüzdür…

O Allah’ın manalarını tam sıdk ile özünde taşır.

O Hak erenlerin şahdamarıdır

O aşk olduğu için seven her cana Şah damarından daha yakındır.

 

Haşim Turhan

 

(Hüznün Gözyaşı, Dağdaki Derviş, Ters Lale, Has Bahçedeki Ermiş Yitik Lale, Haşim Turhan, Salon Yayınları, İstanbul, Baskı: Olgun Çelik Matbaa, Konya, Ocak 2022)

 

 

 

Kategori: Kitapların Dünyası

Diğer Makaleler...

  1. BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ…
  2. Dini Her Şeye Alet Etmek
  3. HEP BERABER KADIKÖY'DE OLACAĞIZ
  4. Yaralı Ülkem
  5. Alevi Kurumları Arasında Geniş Katılımlı Ortak Birlik Toplantısı
  6. Hızır Uğradı / TACİM BAKIR DEDE'yle Söyleşi
  7. Bizi Alaattin'in Sihirli Lambası Kurtarabilir mi?
  8. Harşit Vadisi
  9. Aydın ve Süleyman Selman (Veliev); Ölümsüz Can İnsanlar…
  10. Salih Bolat

Sayfa 9 / 84

BaşlangıçÖnceki45678910111213SonrakiSon

Ayhan AYDIN İnternet Sitesi  erenler@ayhanaydin.info E POSTA

İLKEZGİ SANATEVİ SİTE VE TEMA TASARIMI MUSTAFA KARAÇİFTCİ 0542 559 11 80.