BALKAN ÜLKELERİNDE ALEVİ – BEKTAŞİ OLMAK
BALKAN ÜLKELERİNDE ALEVİ – BEKTAŞİ OLMAK
ALEVİLERİN / BEKTAŞİLERİN GERÇEK HAKLARI TÜRKİYE’DE VERİLMEZKEN,
BU SEFER DE ALEVİ – BEKTAŞİ TOPLUMU ÜLKELER ARASI POLİTİKALARA ALET EDİLMEK İSTENEBİLİR
Türkiye; Emevi döneminden bu yana bölgede uygulanan sistemin devamcısı olarak, devlet politikası haline getirilmek istenen, tektipçi bakış açısıyla Sünni İslam anlayışını ülkenin resmi inanç sistemi olarak benimsetip, tüm kurumlarına yerleştirme isteğinin bedelini her zaman yine bu ülkeye ve Türk insanına ödettirmek istiyor.
Kendilerini Sünni, Şii veya herhangi bir başka inanç – kültür sisteminden farklı olarak görüp, yüzyıllardır kendilerine özgü gelenek, kültür, inanç, örf ve adetlerine göre yaşamak isteyen Alevi – Bektaşi toplumu kendi ülkesi başta olmak üzere; dünyanın hemen yer yerinde halen kimlik mücadelesi vermek zorunda kalıyor.
Bu kitleye karşı Türkiye’deki ayrımcılığın temel nedeni ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralıp üzerinden bir türlü atamadığı “Kızılbaş / Alevi- Bektaşi” fobisindir, korkularla örülmüş ön yargılarıdır, bu kitleye karşı beslediği düşmanlık hislerinin halen devam etmesidir.
Türkiye’de en az on milyon Alevi – Bektaşi yaşamaktadır. Bu insanlar bugüne kadar her zaman, her yerde ayrımcılığa maruz kalıp, nefret söylemini yaşadıkları gibi, siyasi iktidarların tertipleriyle Maraş, Çorum, Sivas gibi toplu kıyımları / katliamları yaşamış yaralı bir topluluktur. Şimdilerde ayrı bir sorunun parçası olarak dağınık, pasif, içine dönmüş, türlü çıkar hesaplarında durağanlaşan Alevi örgütlülüğü, son otuz yılda Alevi/ Bektaşi toplumunun temsilcileri olarak seslerini, isteklerini, beklentilerini en yüksek mevki ve makamlara iletme gayretinde olmuşlar, bunda kısmen başarılı olabilmişlerdir.
Cem Vakfı’nın Alevilerin haklarıyla ilgili yaptığı başvuru, A.İ.H.M. tarafından 2014’de kabul edip, Türkiye’yi bu konuda haksız fiilerinden dolayı cezaya çarptırmış, Türkiye’nin itirazı 2017’de mahkeme tarafından tekrar reddedilmişti. Buna rağmen, A.İ.H.M.’nin kararlarını ısrarla uygulamak istemeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bu topluluğun en doğal ve günümüz dünyasında evrensel insan haklarının güvenceye aldığı en temel inanç ve insan hakları unsurları olan görüş ve düşüncelerini serbestçe yerine getirebilmelerinin önüne engeller koymaya devam etmektedir. Türkiye, Alevilerin ibadethanelerinde ibadet etmelerini, kendilerini özgürce ifade edip, kendi kimliklerini her yerde, her ortamda, serbestçe dile getirebilecek bir özgürlük alanını bu vatandaşlarına sağlamaktan çok uzak durmaktadır.
Hele de kendilerine çok ciddi bir şekilde Emevi – İslam Yolu’nu ve çok net bir şekilde de Muaviye’nin devlet yönetme politikasını rehber alan AKP ve onun başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki yönetimin devlet politikalarının; asimilasyoncu, baskıcı, tek / tipçi, hoşgörüsüz yönetim anlayışını tümüyle sürdürmeleri, Alevi - Bektaşi toplumunu yine açmazlar içinde bırakmaktadır.
Yirmi yıldır yaklaşık kırk kez Balkan ülkelerindeki Alevi / Bektaşi topluluklarının yerleşim yerlerine, inanç merkezlerine, çeşitli törenlerine / anma etkinliklerine, devlet ve diğer inanç kesimleriyle sorunlu oldukları faaliyetlere katıldım. Bu alanda daha çok kültürel içerikli çalışmalarda bulundum, birçok söyleşi yaptım. Ama buralarda yaşayan toplulukların sorunları üzerinde de düşünmeye çalıştım.
BALKANLAR’DA ALEVİLER / BEKTAŞİLER
1263 yılında Sarı Saltık ile birlikte başlayan, Seyyid Ali Sultan’la 1354’den itibaren sistemleşen Balkanlar’a yani Türklerin ifadesiyle Rumeli’ye, bu kitlenin geçişi aynı zamanda bir büyük kültürel var oluşun da ismidir. “Horasan Pirleri”yle başlayan ve “Anadolu ve Rumeli Erenleri”nin öncülüğündeki bu topraklarda çok köklü bir yerleşim, tekke / dergâh bağlamında inanç merkezleri oluşturma ve kendilerine ait Balkan Alevi - Bektaşiliği’ni oluşan buradaki Alevi - Bektaşi Toplumu yaklaşık 750 yıldır bu topraklardaki varlığını sürdürmektedir.
Bugün halen Balkan ülkelerinde yoğun bir Alevi – Bektaşi nüfusu yaşamaktadır. Ama her ülkedeki Alevi – Bektaşi Topluluğunun özellikleri, sayıları, sorunları ve bu ülkelerin kendi ülkelerindeki Alevi / Bektaşi topluluğuna bakışları da birbirinden çok farklıdır.
Balkan ülkelerinde de diğer azınlıklar gibi özellikle Türklerin ve Müslüman azınlık içinde Alevi – Bektaşi topluluklarının birtakım önemli sorunları devam etmektedir. Devletlerin bu konuya bakışlarını kısaca aktarmak istedim.
ARNAVUTLUK
3 milyonluk bir ülke olan Arnavutluk’ta yaşayanların yaklaşık beşte biri Bektaşilerden oluşmaktadır. Ülkenin birçok kentinde Bektaşiler önemli Bektaşi Tekkeleri’nde toplanıp inanç ve kültürlerine yerine getirmekte, bu konuda örgütlenme, yayın çıkarma, ulasal ve uluslar arası etkinlikleri devlet başkanlarının katıldıkları boyutta serbestçe uygulayabilmektedirler. Kendilerine “Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi” ismini verip, Balkan ülkelerindeki ve hatta dünyadaki Bektaşilerin merkez gibi gösteren bir yasal örgütlenmeyle ülkedeki tekkeleri / türbeleri bir kendi himayelerinde tutan bu kurama ilişkin bazı eleştiriler de vardır.
Arnavutluk’ta Bektaşilik, Arnavut Milli Devleti’nin kuruluşunda önemli unsurlar oynayan, “milliyetçi” bir gelenek olarak da kabul edilmekti. Birçok ünlü Bektaşi şair ve babasının, “milli mücadelede” devletin yanında yer almalarından dolayı, devlet tarafından büyük saygıyla anılmaları, Bektaşiler ve Arnavut Devleti arasında sıra – dışı bir ilişkinin gelişmesine sebep olmuştur.
Bu ülkede göreceli olarak Bektaşiler özgür bir şekilde yaşamlarını sürdürürken, devletin sağladığı yasal eşitlikten yararlanarak, ibadetlerini, kendi ibadethanelerinde özgürce yerine getirebilmektedirler. Hatta Bektaşiler açısından çok önemli olan Sultan Nevruz ve Matem Günleri Arnavutluk’ta resmi merasim günleri olarak kabul edilmiş durumdadır.
Buna rağmen toplumsal olarak Bektaşilere dönük bazı ön yargılar tümüyle ortadan kalkmış da değildir. Geçen sene Tepelene’de bulunan bir Bektaşi tekkesine saldıra bulunulmuş, mezarların üzerindeki örtüler yakılmıştı. Bir kısım tutucu çevrenin hoşnutsuzluğu halen devam etmektedir. Bu da bu ülkede yaşayan Bektaşilerin halen kendilerini koruma içgüdüsüyle hareket etme ihtiyacında hissetmelerine neden olmaktadır. Dahası buradaki Bektaşi önderlerin (bir ölçüde buradaki Bektaşi önderlerin eğilimleri de olsa), belki de Arnavut devletinin sürekli “birlik / bütünlük istemi”nin de bir sonucu olarak, Sünni İslam inanç önderleriyle zaman zaman sıra dışı diyaloglar geliştirmelerine, onlara daha yakın durma isteklerine neden olmaktadır. Öyle ki, hiçbir şekilde “73 millet birdir bize” anlayışıyla ilgisi olmayan bir şekilde, Papa’yla, Hahamla, Hoca’yla, Diyanet İşleri Başkanıyla, türlü hocalarla, hacılarla çok sık pozlar vermek, onları ziyaret etmek, onların da yapay bir şekilde Bektaşi merkezlerini ziyaret etmeleri gösterişten başka bir şey olmuyor. Ama yine zikretmek zorundayız ki, bazı dostların bildiklerinin kesinlikle aksine Bektaşilik’te Sünni anlayıştaki gibi bir namaz şekli olmadığı halde, bugünkü bu ülkedeki Bektaşi önderi sık sık hem Sünni hocalarla namaz kılmakta, hem de Onun öncülüğünde Bektaşi merkezinde toplu namaz kılınmaktadır. Bu da uzun söze ve tahlile gerek yok, bir asimilasyondur.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve İran’ın buradaki gayretleri ara vermeden sürmektedir. “Bir kafiri Müslüman yapan cennetliktir” sözünde olduğu gibi, gece gündüz asimilasyonuna devam eden Diyanet İşleri Başkanlığı ayırdığı bütçeyle, buradaki Bektaşileri de kendi yanına çekmek için “Bektaşi Klasiklerini” Arnavutça olarak yayınlayıp, burada dağıtmaktadır. “Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi”ne ciddi maddi yardımda bulunan İran Büyükelçiliği’nin adamları sık sık Bektaşi Tekkelerini ziyaret etmekte, buradaki Bektaşilerle görüşmeler sürdürmektedir.
BULGARİSTAN
Yaklaşık bir milyonu Müslüman Türk olmak üzere, 7 milyonluk bir ülke olan Bulgaristan’da ise durum biraz daha farklıdır. Balkanlar’da en yoğun Türk nüfusun yaşadığı ülkenin kuzeydoğusunda, orta ve güney bölgelerinde önemli Alevi yerleşimleri bulunmaktadır. Aynı zamanda Alevi – Bektaşi kültür dünyası için çok önemli olan ve Balkan Aleviliğinin- Bektaşiliğinin inanç bakımından temel sembol şahsiyetlerinden Otman Baba, Akyazılı Sultan, Demir Baba, Elmalı Baba, Musa Baba gibi erenlerin türbeleri de bu ülkede yer almaktadır.
Çeşitli kaynaklara göre; Bulgaristan’da yaklaşık yüz bin civarında Alevi yaşamaktadır. Ülkede uzun yıllar Alevi tekkelerine bir çivi bile çakılamaz, bir zamanlar Demir Baba’nın mezarı bir Bulgar Kralı’nın mezarı olarak görülüp, açılıp kemikleri Sofya’da incelemeye alınırken bugün ülkede birçok şey değişmiş durumdadır. Türbelerde geniş onarımlar olmuş, türbe yanlarına yeni binalar inşa edilmiş, Alevi etkinlikleri serbestlik içinde yapılmıştır.
Mevcut duruma göre Bulgaristan’da ülkedeki Müslüman topluluğun sorunlarıyla ilgilenen bir Baş Müftülük bulunmaktadır. Bulgar Devleti ülkedeki Müslüman topluluğun bu Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Baş Müftülüğü’ne bağlı olduğundan hareketle kendileri arasındaki farklılıkları gözetmeden politikasını buna göre belirlemektedir.
Ülkede ilgili bakanlığa resmi başvuruda bulunan dernekler onaylanıp, faaliyette bulunabilmekte, devlet bütçesinden pay bile alabilmektedir. Dolayısıyla her konuda olduğu gibi, Aleviler adına kurulan dernekler konusunda da yasal bir engel bulunmamaktadır.
Fakat bugüne kadar herhangi ciddi bir çaba olmadığı için Bulgaristan’da yaşayan Alevi toplumu ayrı bir inanç topluluğu olarak görülmemektedir.
Dolayısıyla da Bulgaristan’da Alevilerin hakları herhangi bir kanuni düzenlemeyle güvence altına alınmış değildir.
İran Bulgaristan’da da boş durmamış, bir zamanlar Bulgaristan’ın en büyük Alevi yerleşim yeri olan Yablonovo / Elvanlar’da, aracı olarak kullandıklarına bir büyük camii yaptırtmaya girişmiştir. Köylülerin sağduyusuyla camii yarım kalmıştır.
KOSOVA
Yaklaşık 2 milyonluk Kosova’daki Türklerin sayısı yaklaşık yirmi bin kadardır. Daha çok Arnavutlar’dan oluşan Bektaşiler’in sayıları ise aynen Bosna Hersek’deki gibi sınırlı kalmış, zamanla azalmıştır. Kosova’da örgütlü bir şekilde bir arada yaşayan Bektaşilerin inanç merkezi olan ve zamanlar yerle bir edilmişken tekrar onarılan Yakova (Jakova) Bektaşi Tekkesi’ndeki yetkililerden aldığımız bilgiye göre; Bektaşi topluluğu olarak bu ülkede yasal bir engelle karşılaşmadan gerekli haklardan yararlanabilmektedirler.
Yaptığım gezilerde, Prizren’de önemli oranda yıkılmış olan bir Bektaşi Tekkesi’nin varlığını tespit ettim. Bilinçli bir insan, mühendis aynı zamanda Mevlevi olan Nafiz Rekasati ise Prizren’de yaşayan son Bektaşi Babasının Ömer Vechi Baba olduğunu öğrendim.
Sarı Saltık’ın birden çok makamının da olduğu Kosova aslında inanç ve kültür yasının canlı olduğu bir ülkedir.
ROMANYA
Sarı Saltık’la özdeşleşen Romanya’daki Alevi – Bektaşi varlığı ile ilgili ciddi bir çalışma yapılmış değildir. Burası aslında coğrafi olarak ve tarihsel bir gerçeklikle her ne kadar Tuna Nehri’nin ayırdığı parçalı bir yapı da olsa Bulgaristan’dan ayrılmadan düşünülmelidir. Ayrıca Kırım bölgesine de geçişin adresi olan Romanya Dobruca bölgesinde bulunan Babadağ olarak bugün bile halen Türkçe olarak yazılıp söylenen yörenin yakın çevresinde de birçok türbenin varlığı bir gerçektir. Fakat önemli bir kısmı Türkiye’ye göçtüğü ve zaman içinde asimile olduğu için buradaki Alevi – Bektaşi varlığıyla ilgili somut bilgiler mevcut değildir.
YERİ GELMİŞKEN
ASLINDA BİR BAŞKA TEHLİKE VE BAŞKA HESAPLAR
Bosna – Hersek, Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan’da gördüğümüz diğer bir önemli sorun ise, burada sadece Bektaşi toplumuna dönük değil, diğer İslami Tarikat ve yapılara dönük dış müdahalelerin ciddi boyutlarda olmasıdır. Suudi Arabistan, İran başta olmak üzere kendi rejimini dünyanın dört bir tarafına ihraç etme sevdasındaki ülkeler buradaki doğal yapıyı bozmakta, ekonomik yardım adı altında kendi rejimlerini buradaki topluluklar içine sokma gayretindedirler.
Hemen tüm tarikatlara – dini yapıları el atan; camii yapma, imar faaliyeti adı altında kendilerine yandaş toplama gayretine giren bu ülkeler kimi zaman silahlı milisleri de yetiştirmektedirler. Nihayetinde İŞİT’in en büyük destekçi kitlelerinin bir kısmı Balkanlar’daki İslami yapılar içinden çıkmıştır. İşte şaşılacak şekilde Yunanistan dışında neredeyse tüm Balkan ülkeleri “para gelsin de, yardım gelsin de nereden gelirse gelsin” mantığıyla kendi ülkelerindeki bazı gerici – dinci tertiplere sessiz kalmaktadırlar. Gezip gördüğümüz ve söyleştiğimiz, Hz. Ali’nin, Hz. Hüseyin’in, On İki İmamların resimlerinin bulunduğu tekkelerdeki bazı tarikat mensupları bile gerek Türkiye’nin, gerekse diğer ülkelerin kendilerine müdahalelerini hoş karşılamamaktadırlar.
Kendi ülkesini yağmaladığı, dini sömürüyü en büyük boyutta sürdürdüğü, din siyasetiyle halkı gerdiği yetmiyormuş gibi AKP başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Balkan’da sürdürdüğü ana politika da Türkiye’deki gibidir. Balkanlar’da diğer ülkelerle yarışır şekilde, Diyanet İşleri Başkanlığı ve onun en büyük işbirlikçisi TİKA ve kendi dünya görüşünde oluşturduğu kurumlarla bu ülkelerde Sünni İslam anlayışını dayatma kararlığında olan Recep Tayyip Erdoğan, İran gibi, Suudi Arabistan gibi Balkanlar’ı gerici zihniyetiyle zehirlemektedir. Halkı yoklukla mücadele eden bir insan Arnavutluğun başkenti Tiran’a 4 minareli camii yaparak, halkın milyonlarını dinbazlık adına çarçur etmekte, boş bir hayal olan Yeni – Osmancılık’la sözde Balkanlar’da “Abi” olma gayretine girmektedir. Yine Bosna Hersek’te yayınlanan bir derginin kapak konusu olduğu gibi Recep Tayyip Erdoğan dinbaz siyaseti yanında Balkanlar’da TİKA’nın milyar dolarlık harcamalarıyla “kara para mı aklamaktadır?”
BOSNA – HERSEK
Eski Çağlardan beri ana ulaşım yolları üzerinde olması yanında, Osmanlı’nın Viyana’ya uzanan ilerleme güzergâhında olduğu için tarihsel olarak da çok önemli bir yerleşim birimi olan Bosna – Hersek, Osmanlı’dan bugüne hemen tüm tarikatların örgütlendiği ve tekkelerini kurdukları bir coğrafyadır. Burada da önemli Bektaşi Tekkeleri uzun süre varlığını sürdürmüş, bugün de halen izleri sürülen Bektaşi varlığı kendisini toparlama sürecindedir.
Sarı Saltık’ın Balkanlar’daki en önemli türbe / makamlarından birisi ve adına tekke de yapılan Mostar Blagay’daki ziyaret, insanları en çok etkileyen mekânlardan birisidir.
Fakat 2016’da buraya yaptığımız gezide gördüklerimizi de buraya aktarmak gereklidir.
Bosna, Mostar/Blagay’da Sarı Saltık,
Yüzkarası Bir Asimilasyon ve Kanayan Yürekler…
Benzersiz bir doğa içinde, her yıl on binlerce insanın ziyaret ettiği Bosna, Mostar, Blagay’daki “Blagay Tekkesi”, olarak da bilinen Sarı Saltuk makamında gördüklerimiz inancımız - kültürümüz adına, gerçekten de, yürek parçalayıcı görüntülerdir.
Yüzyıllar boyunca Balkanlar’da barışın, kardeşliğin, birliğin, dostluğun en büyük simgesi, köprüsü olmuş ve birçok tarihi kaynakta da ismi geçen, bir büyük Alevi- Bektaşi Ulusu’nun Tekkesi, burada; bir “Rufai, Kadiri, Nakşi, Halveti Tekkesi” olarak gösterilmektedir.
Sadece Anadolu’da, Trakya değil; aynı zamanda Balkanlar’daki en önemli Alevi - Bektaşi ulularından birisi olan Sarı Saltık, Onun kutlu Yolu’nu sürüp manevi mirasını taşıyanlar tarafından yaşatılmaya çalışılıyor.
Ama aynı zamanda Sarı Saltık, bambaşka zihniyetteki insanlar tarafından da âdete tarihi-kültürel-inançsal kimliğinden koparılıp, bambaşka kimlikte bir insan olarak da yeniden biçimlendirilip ortaya konulmak istenmektedir.
Bu gayretlere maalesef Türkiye’deki gibi, Balkanlar’daki fanatik, bağnaz dindar kesim de öncülük etmekte, birçok yerde, tekkede, öncü ulu erenlerin makamlarında olduğu gibi, Alevilerin- Bektaşilerin bir öncü siması, simgesi, bir büyük değeri olan Sarı Saltık’un kimliği de tümüyle asimilasyon yoluyla tahrip edilmektedir.
Yıllar yılı asıl türbesinin bulunduğu yer olarak kabul edilen Romanya Babadağ’daki türbesi üzerinde TİKA’nın oynadığı oyunlar meyvesini vermiş, on – on beş yıldan fazla bir zamandır yapılan etkinliklerle, yazılan kitaplarla, yapılan propagandayla “namazında- orucunda bir sofu” Sarı Saltık portresi ortaya konulmuştur. Alevi- Bektaşi toplumunun ve kurumların yeterli tepkileri göstermemeleri olayı devam ettirmiştir.
Aynı oyunlar, aynı dönüştürücü gayretler her yerde, her zaman devam etmektedir.
Çok geniş bir coğrafyada, büyük insan kitleleri tarafından ismi duyulan Sarı Saltık, işte şimdi de en önemli makamlarından (türbelerinden) birisinde de aynı büyük mağduriyeti, asimilasyonu yaşamaktadır.
Tekkedeki Türbenin hemen önünde burası hakkında bilgi veren mermer levhada dört dilde yazılan metinde şunlar vardır.
ALPERENLER TEKKESİ
“15. yy. başlarında Alperenler (dervişler) tarafından; “Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek” idealiyle kurulan tekke; tarihinde Kadiri, Rufai, Halveti ve Nakşibendî tarikatlarına ev sahipliği yapmış halen de devam etmektedir. Türbe (Sarı Saltık ve Şeyh Açıkbaş), ibadet odaları, misafirhane, mutfak, hamamlık, iç avlu, abdesthane bölümlerinden oluşmaktadır.”
Demir kapının üstündeki bir levhada ise şunlar göze çarpıyor: “İslamska ZaJednica U Bosnı I Hercegovını – Medzlis İslamske Zajednice Mostar, Nacıonalnı Spomenık / Natıonal Monument – Tekıja Blagaj – XV. St. / 15 Th. Century – Tekke – Dervish House. Aynı levhada tek Türkçe ibare ise Giriş Ücretlidir: 2 € yazısı vardır.
Blagay’daki bir Bektaşi Tekkesi olan Sarı Saltık Tekkesi’nde, Bektaşilik’le ilgili hiçbir işaret bırakılmamış, kaydedilmemiş, bir ifadeye yer verilmemiştir. Burada her tarafta Sünni İslam inancının motifleri, değerleri, duvarlarda ayetler, sureler, dışarıda ise abdesthaneler yer almaktadır.
Burası tüm dünyada olduğu gibi inancın ticarileştirilmesi, metalaştırılması, bir turizm objesi olarak para kazanılan göstermelik bir mesire yerine, namazın kılınıp kendi zikir ayinlerinin yapıldığı dinin kullanım pazarına dönüştürülmüştür.
Bu yürek parçalayan durum tüm dünyadaki Alevi - Bektaşi toplumunun bugüne kadar bazı güzel işler yapsalar da, yapmaları gereken işlerin dağlar kadar olduğunu bir kez daha bizlere göstermektedir.
Ne hikmetse bir işgali yaşayan Harabati Baba Tekkesi’nden buraya geldiğimizde de, yine bir Bektaşi Tekkesi’nde ezan sesleri yükseliyordu…
Ezanlar, hocalar, hacılar, abdestler camilerde olsun, Sünni tarikatlarda olsun…
Bektaşi Tekkelerinde nefesler, deyişler söylensin…
Her inanç kendi inanç mekânında ibadetini, inancını, kültürünü özgürce yerine getirsin, muhabbetini yapabilsin…
Bu baskı, bu işgaller, bu yok saymalar bitsin,
Bu zillet tükensin artık!
Bosna Hersek’teki Tekkeler
Harabati Dergahı’nda 12 Aralık 2010’da çıkan yangınla ilgili yaptığım gezide inançlı ve bu yola hizmet verme yarışındaki Didar Doko’dan (1952) da aldığım bazı bilgileri ise sizlerle paylaşmak istiyorum; Sarayova’da Bektaşiler olsa da onlar kendilerini çok gizlerler. Saray Bosna’da şu türbeler vardır: Bektaşi Tekkesi, Uryan Dede, Zincirli Dede, Barı Baba, Cabbar Dede, İskender Baba, İsa Bey Tekkesi (Mevlevi Tekkesi olmuş), Benbaşa (En büyük Bektaşi Tekkesi) Bunların hepsi yıkıktır. Ayrıca Bilinmemiş Şehitler, Yediler ziyaretleri var. Bunlar Saray Bosna’nın içindedirler. Ayrıca bizim orada Halvetiler, Kadiriler, Nakşiler (en çok), Şazili (Tuzla’da) olanlar vardır. Sinan Tekkesi var Nakşi Tekkesidir. Busovaça’ya yakın Kaçuni Köyü’nde Meyli Baba bu Türbe Nakşi olabilir. Dayım çok tanına bir babaymış. Kendisi mücerretmiş. İsmi Hüsnü Kemal imiş. Kendisine Kalender Baba, derlermiş. Makedonya Kanatlar Deryası’nda (Dergahı) Dikmen Baba’da yaşamış. O öyle bir insandır ki keramet göstermiştir. Ama kimse ona inanmamış, koymuşlar onu budala yerine. Hastaneye götürmüşler, doktor budur Allah insanı, o benden iyidir, bırakmıştır onu. 45/50 yıl önce yaşamıştır. Benim dayımı İstanbul’da Bayrampaşa’da da bilirler.
Mostar yakınında 15 km. uzaklıkta Bılagay’da Sarısaltuk Baba vardır. Buna Suyu’nun kaynağında türbesi vardır. Her Allah’ın günü oraya otobüslerle giderler. Orada şimdi balıkçılık yapılıyor. Sarı Saltuk Baba’da büyük para kazanıyorlar. Şimdi oraya Sünniler sahip çıkmıştır. Siz Mostar’a kadar gidip o türbeye gitmemişsiniz, büyük hata etmişsiniz, nasıl olur da oraya gitmezsiniz? Onun güzelliğini deyiveremem. Küçük bir deryadır, taşlar içindedir.
Buralarda Bektaşi olmak zordur. Türkiye’de ve Arnavutluk’ta bu kolaydır. Burada çok sır vardır.
Eylül 2016’da Bosna – Hersek’e bir gezi yaptık.
Harabati Baba Tekkesi Dervişi Abdülmüttalip Bekiri (61) ve Muhip Derviş Hayrullahi (66) ile birlikte Makedonya Tetova’dan yola çıktık, 2780 km. yol katettik. Bu gezide bizleri Bosna’da karşılayıp ağırlayan Bektaşi Yolu’na girmiş can insanlar; Jasmin Drljevic, Ali Armin Kalfic, Semir Pintul sayesinde iki günde çok yerler geçtik. Onlar sayesinde Bosna’da; Mostar Blagay’daki muhteşem Sarı Saltuk Türbesini, Donji Vakuf Şehri’nde Prusac’a bağlı Ayvatovica (Ayvatoviç) Köyü’nde Ajvaz Dede (Ayvaz Dede) Türbesi’ni, Vezirler Kenti olarak bilinen Travnik’te İlhami Baba – Recep Dede Türbesi’ni, Sarayova (Sarajevo) (Saraybosna) Grlica Brdo (Boğaz Tepe)’de Bakarsic Baba Mezarını (İki Bektaşi Dervişi ve üç Mevlevi Şeyhiyle yan yana yatıyorlar) ziyaret etmek şansına ulaştık.
Ayrıca Saraybosna’da Üryan Dede Türbesi’nin, bir öncekinin dışında Bakır Baba makamının (Türbeyken sonradan Bakır Cami yapmışlar), Şemsi Dede, Ayni Dede (Ali Paşa Camii’nin içindeymişler), Çarşı Camii olarak bilinen caminin yerinde aslında bir Bektaşi Tekkesi’nin bulunduğunu (burasının aynı zamanda Yeniçeri ordu merkeziymiş) bunların varlığını duyduk. Kaydettik.
Çok yeni Boşnakça iki kitap;
· Senat Micijevic, Sari Saltuk, historija i mit, Biblioteka Kulturne Bastına, Fondacija, “Bastina duhovnosti”, Mostar 1435/2014
· Senat Micijevic, Naul Bektasijskog Tarikata, Bosne i Hercegovine, Dobra knjiga-Sarajevo, 2016
İKİ ÜLKE VE CİDDİ SORUNLAR
KUZEY MAKEDONYA
2 milyonluk Makedonya’da önemli bir Arnavut ve Türk Bektaşi nüfusu mevcuttur. Burada ise Bektaşilerin yaşadıkları derin sorunlar devam etmektedir. Makedonya’daki Bektaşi Toplumu’nun 480 yıllık en önemli tarihsel kurumu olan Sersem Ali Dedebaba (Harabati Baba) Tekkesi adına, 17 Şubat 1993’de yılında Bektaşi önderi Baba Tahir Emini, Makedon Devleti’ne resmi başvuruda bulunarak kendilerinin farklı bir inanç topluluğu ve kurumu olarak “Tetova’daki İslami Bektaşi Cemaati” adı altında devlet tarafından onaylanmasını istemiştir. Bu başvuruyu aldıklarına dair Makedon Devleti Cemaatin istemine uygun bir şekilde 1 Mart 1999’da bir belge düzenlemiştir. Yine 23 Haziran 2000’de Makedon Devleti’nin kendi ifadesiyle Kanun koşullarına uygun başvuru yapılmıştır, “ Kanuna uygun bir başvuru yapılmıştır (пријава)” demiştir. Ama ne hikmetse zamanla bunları inkâr eden de Makedonya Devleti’nin kendisi olmuştur
15 Ağustos 2002’de ise bir gurup selefi kılıklı ve zihniyetli insan Tekke’yi zor kullanarak işgal etmiştir.
28 Eylül 2007’de kabul edilip 1 Mayıs2008’de işlerlik kazanıp yürürlüğü giren “Kiliselerin, Dini Cemaatlerin ve Dini Gurupların Hukuki Statüsü Kanunu (2007 Kanunu) ülkedeki dini konuları düzenlemiştir. Makedon Devleti’nin bu kanunla ülkedeki tüm Müslüman Toplulukları “İslam Dini Birliği” isimli bir kurumda toplamak istemesine buradaki Bektaşiler karşı çıkmıştır. Bu kurumun Türk Diyanet İşleri Başkanlığı’yla organik bir bağı bulunmaktadır. Harabati Baba Tekkesi’ni işgal eden gurubun Harabati Baba Tekkesi ve tüm varlığı üzerinde yasal hak iddia eden İslam Dini Birliği’nin adamları olduğu sonradan anlaşılmıştır. Makedon Mahkemelerinden bir netice elde edilemeyince olay AİHM taşınmış, AİHM ise 2018’de verdiği kararda Bektaşileri haklı bulmuş, Bektaşilerin bu ülkede kendi isimleriyle kurumlaşmasının önünü açmışken, Makedon Devleti bu konuda bir adım atmamıştır. Harabati Baba Tekkesi’ndeki işgal halen devam etmektedir. Makedonya örneği Türkiye örneğiyle benzerlik göstermektedir.
Mekedonya’da İslam Dini’yle ilgili çalışmaları organize etmek üzere kurulan fakat ülkedeki Bektaşi varlığını yok sayan, onları Sünni İslam içinde eritmek için her fırsatı değerlendiren Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği, sözde bu ülkede Müslümanları temsil eden tek yasal kurumdur.
Harabati Baba Tekkesi’nin işgaliyle gündeme gelen kurum, ülkedeki farklı sesleri, farklı inanç yapılarını da yok sayan, tartışmalı kararları ve uygulamalarıyla başta Bektaşiler olmak üzere farklı Sünni tarikatların da tepkisini çeken, zaman zaman başına buyruk hareketler yapan kapalı bir kara kutu özelliği taşımaktadır.
Vakıf arazileri, tekke varlıkları, camii yapıları gibi maddi yönden de önemli bir gelirin üzerine oturan Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği’nin Bektaşi varlıklarına el koyma, Bektaşilerin kendi doğal inanç ve ibadet sistemlerini yok sayma girişimleri sonucunda 480 yıllık Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi uzun yıllardır işgal altında bulunuyor.
Bu kurum görevlileri Tekke’nin meydanevine hopörler takıp yıllardır zorla beş vakit ezan okuyup, namaz kılınması için yetkilerini kullanıp Tetova’daki ahaliye psikolojik baskı yapmakta, Harabati Baba Tekkesi’nin arazilerine de işgal edip tarlalarını mezar alanı olarak parayla satmakta bundan büyük bir gelir elde etmektedir. Tekke’ye gelen ziyaretçilere büyük engeller çıkarmak, Bektaşiler arasında ikilik yaratmak, bir kısmını yanına çekmek için farklı hamlelere girişmek, yıllardır uygulana gelen baskı ve asimilasyon çalışmalarından sadece bir kaçıdır.
Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği her konuda çok yoğun işbirliği içindeler. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı devletin Alevlerin haklarının verilmesi önündeki en önemli engellerden birisidir. Makedonya’da Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği aynı şekilde buradaki Bektaşi toplumunun haklarının önündeki en büyük engel durumundadır. Her iki ülkede yaşanan bu durum bir tesadüf olabilir mi?
Yunanistan’da Bir Cemevi’nin Açılmasına İhtiyatla Yaklaşmak Gerekir
YUNANİSTAN
Yaklaşık 11 milyonluk Yunanistan’da en az 170 bin (normalde 250 bin) “Müslüman” Türk azınlığı yaşamaktadır. A.B üyesi Yunan Devleti bu topluluğun çoğu hakkını kendilerine tanımamaktadır. Yunanistan hala tam anlamıyla Türkçe konuşup, örgütlenip, kültürel faaliyetlerde bulunmalarına, hatta Türkçe tabelalarla dükkân açmasına bile izin vermemektedir.
Yunanistan sınırları içinde Türkiye’deki mevcut iktidarın uzantıları olarak faaliyet gösteren resmi ve özel kurumlar aynı gerici, dinbaz zihniyetleri orada da sürdürmek istemektedirler.
Alevi – Bektaşi Topluluklarının kendi özgün yapılarını diledikleri gibi sürdürmelerinden rahatsız olan bağnaz bir kesim, her zaman Alevi – Bektaşi topluluğunu asimile etmek için her türlü yolu kullanmaktan çekinmemiştir.
Özellikle son yıllarda Türkiye’deki dinbaz zihniyetin desteğini alan bir gurup oluşum, burada yaşayan Alevi topluluğu bu topluluğun faaliyetleri hakkında çok ağır tahrikkar çabalar içine girmişlerdir. 2014’de yöreye giden Edirne Valisi türbe içindeki cerağları kendi elleriyle söndürmüştür. Yine 2015’de türbe zayaretinde bulunan Edirne Müftüsü de; “bunlar Hıristiyanlığın işaretleridir, sizler Hıristiyan mı oldunuz?” diyerek Alevi – Bektaşi toplumunun geleneğinin temelinde olan çerağlarını söndürmüştür. Bu Alevi – Bektaşi toplumu asimile etmenin, yok saymanın, bağnaz Emevi / İslam anlayışının bir doğal sonucudur.
Batı Trakya bölgesindeki yaklaşık 20 köyde yaşamlarını sürdüren Alevi – Bektaşi kesimin temsili kurumu olan Seyyid Ali Sultan Korumu Heyeti’ni (Derneği) öncülüğünde yüzyıllardır yapıla geldiği gibi etkinlikler yapılmaya devam etmiştir. Özellikle son dört yıldır; Türkiye’den, Bulgaristan’dan gelen konuklarla birlikte yapıla gelen geleneksel Kasım Kurbanı (Mürsel Bali), Seçek Yayla – Güreş Etkinlikleri’ni sabote edip, Türkiye Cumhuriyeti’nin vali, müftü gibi resmi makamlarının desteğini alan ayrılıkçı bir ekip, yine aynı tarihlerde Batı Trakya’da Seyyid Ali Sultan Dergâhı’na yakın yerlerde alternatif etkinlikler yapmaya başlamıştır.
Bu kesim çok ciddi bir gayretle ve kara propagandayla; Alevi – Bektaşi toplumunun “Cuma namazı kılmayı reddettiklerini”, “inançla bir işlerinin olmadığını”, “her türlü yasadışı faaliyette bulananlara yataklık yaptıklarını” yazılı olarak deklare etmekte, Sünni vatandaşlar arasında Aleviler aleyhine kışkırtıcılıkta bulunmaktadırlar.
Bütün bunlara rağmen buradaki Alevi - Bektaşi toplumu büyük bir olgunlukla ve sabırla geleneksel etkinliklerini yerine getirmişlerdir. Ama baskı, tehdit ve karalamalar bölge insanını çok derinden etkilemiştir.
Tüm bunlara rağmen; Yunanistan’daki Alevi – Bektaşi toplumunun inanç, kültür, sosyal hakları konusunda bu topluluğun istekleri doğrultusunda hakların verilmesi çok doğal bir yoldur.
Ama aynen Türkiye’de devlet geleneğini de aşıp, bir siyasi gücün / erkin tümüyle bir politik bir argüman olarak kullanmak istediği dini duyguların sömürülmesi durumu, Yunanistan’da da devletin bir politik tavrı olarak kendisini göstermektedir.
Özünde bir din devleti olan Yunan Devleti, tarihler boyunca her türlü yol ve yöntemi kullanarak ülkesindeki Türk, Arnavut, Makedon vd. tüm azınlıkları, temel insan haklarının gerektirdiği uygulamalar dışında, sadece ve sadece milli politikaları çerçevesinde ele almış, onların inanç ve kimlik haklarını hiçbir zaman onlara vermemiştir.
Geçtiğimiz günlerde, Yunanistan’da İnançlardan Sorumlu Bakan Yardımcısı, yeni yapılan bir cemevi’ni ziyaret etmiş. Ne ala… Bu elbette bazı kesimlerce büyük sevinçle karşılandı. Sanki ciddi bir yasal düzenleme yapılmış izlemi yaratıldı. Peki, aynı Yunan devleti bir zamanlar tüm dünyadaki en önemli Bektaşi merkezlerinden birisi olan kendi ülkelerindeki sayıları yüzlerle ifade edilen ama çoğu zamanla yok edilmiş, kiliseye çevrilmiş Bektaşi Tekkeleri’nin yeniden yapılması konusunda da bir adım atacak mıdır? Yunan Devleti’nin Aleviler’e, Bektaşiler’e verdikleri haklar tam anlamıyla nelerdir? İlk önce bunları sormak, araştırmak gerekmez mi? Bazılarının bu kadar sevinmesi Alevilik/ Bektaşilik adına mıdır? Yoksa onların başka amaçları mı vardır?
Gerçek anlamda bu ülkede yaşayan Alevi – Bektaşi toplumunun inanç – kültür ve tüm sosyal ihtiyaçlarını, sorunlarını giderecek bir yasayı meclislerinden çıkaracaklar mıdır? Ya da bazı arkadaşların sevinçlerine bakınca, Yunan Devleti tarafından böyle bir yasa mı çıkarılmıştır?
Yunan Devleti’nin, sözde AB. Müktesebatıyla ilişkilendirerek ülkesindeki Aleviler’e sıcak bakmasına, onların haklarını vermek istemesine ihtiyatla yaklaşmak gerekir.
Sonuçta; Türkiye’deki baskıcı, tek / tipçi İslamcı Kafa’yla, Yunanistan’daki azınlıkların evrensel haklarını onlara vermek yerine, her zaman onlar arasında çatışma çıkarıp, ayrımcılık yapıp, milli devlet politikasını uygulayan Helenist Kafa arasında bir fark yoktur. (Dünyayı ayağa kaldırıp bir devletin, Makedonya Devleti’nin ismini Kuzey Makedonya olarak değiştirten bir Yunanistan var karşımızda.)
Tek dileğimiz şudur ki; Alevi – Bektaşi toplumu bu sefer de, Yunan ve Türk Devletlerinin milli politikalarının çatışma sahasında kalmasın, bunca yıllar çektikleri çilelere yenileri eklenmesin.
Sonuç; Ne hazindir ki, aynen Türkiye’de olduğu gibi Balkan ülkelerinde yaşayan Alevi – Bektaşi toplumunun da çok ciddi sorunları olduğunu, devletler nezdinde bu sorunların varlığı ve çözümleriyle ilgili hemen hiçbir ciddi çalışmanın yapılmadığını üzülerek belirtmek gerekir. Bu daha çok Türkiye ve Avrupa’daki Alevi – Bektaşi Örgütlülüğünün sorumluluğunda olan bir iştir. Her zaman dile getirdiğimiz gibi Alevi – Bektaşi toplumu bir araya gelip, haklarını alma konusunda çabalar içine girdi ama geleceği gören, bilim insanları ve hukukçulardan yararlandıkları bir kalıcı çağdaş örgütlenmeyi başaramadılar. Alevi – Bektaşi kurumlarının birçok konuda olduğu gibi Balkanlar konusunda da ciddi bir politikaları, çalışmaları, hedefleri olmamıştır. Bu açığın hızla kapatılması, en azından bazı adımların atılması gerekir. Aksi takdirde aynen yukarıda sıralandığı gibi yaşanan sorunlar yanında yakın zamanda yaşanabilecek sorunlara da hazırlıklı olmak gerekir.
Ayhan Aydın
Yazar
18 Mayıs 2021
Ayhan Aydın / Yazar
1970 Gümüşhane –Şiran – Yeniköy doğumludur. 1994’da İ.Ü. İletişim Fakültesi, Gazetecilik bölümünden mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren Alevi kurumlarında görev aldı. Yaklaşık 30 yıldır, Türkiye’de, Balkanlar’da, Avrupa’da Alevi yerleşimleri, Alevi – Bektaşi inanç önderleri, tekke /- ocak gibi inanç merkezleri üzerinde alan araştırması yapmakta, ozanlar, aydınlar başta olmak üzere yaptığı söyleşiler, fotoğraf ve video çekimleriyle bir arşivin oluşmasını sağlamaktadır.
Aydın, yaptığı gezi notlarından ve yaklaşık üç bin söyleşisinden derlemeler yaptığı 20 kitaba sahiptir.
Aydın, çalışmalarını aynı alanda sürdürmektedir.