Prof. Dr. Ahmet Yürür; Bence Pir Sultan Abdal En Verimli Dönemini Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda Geçirmiştir.
Prof. Dr. Ahmet Yürür
Prof. Dr. Ahmet Yürür; Bence Pir Sultan Abdal En Verimli Dönemini Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda Geçirmiştir.
Çok değerli hocamız Prof. Dr. Ahmet Yürür ile Cem Tv.’de 2007’de yaptığımız söyleşide Seyyid Ali Sultan Dergahı üzerinde de durmuştuk… Saygıyla anıyoruz…
Değerli hocam sizler Seyyid Ali Sultan Dergahı’na 3 kez gittiniz. İnşallah birliktede gideriz oralara. Biraz oralardan, oradaki dost insanlardan bahsedin bizlere… Seyyid Ali Sultan Dergâhı’ndan, oralardan bahsedin hocam, neler gördünüz oralarda?
Alevilik – Bektaşilik iç içe geçmiş kavramlar. Birisi olmayanca diğeri yaşayamaz. Bunlar içi içe geçmiştir gerçekten de, birisi olmadan diğeri yaşayamayan parçalardır. Bunlar muazzam kültür özellikleri taşıyan, etkinlikleri var. Bu Türkiye’de mesala bizim lise öğrenimi gördüğümüz yıllarda, müzikle birlikte başka dönemlerdeki kaynaklarda, halk sanatının, halk edebiyatının, bir dalı, parçası olarak geçer bu konular. Bu bence tutarlı bir metod değil. Türk müziği dediğimiz ana hazine, saraydaki Enderun okulunda yetkili olan Mevlevi tarikatının içerisinde oluşturulmuş bir kültürdür. Bu etkinlikte baktığımızda, bütün Türk Sanat Müziği ileri gelenlerinin yapısına baktığımız da Mevleviliğin buna büyük katkıları vardır.
Bunun dışındaki bütün müzik geleneklerini işte Halk Müziğinin de kaynakları vardır. Dergâhların bir eğitim yapıları vardı. Bunların içinde entellüktüel düzeyi çok yüksek ürünler ortaya çıkarılıyordu. Programda dinlediğimiz nefes var, bu sadece ruha değil zihne de hitap eder. Burada rakamlar vardır, rakamların dansı vardır. Burada ritim vardır, semah vardır. Bunun gibi nice zenginlikler vardır. Bunlar da gösteriyor ki Türkiye’deki geleneksel kültürün, sütunlarından bir tanesi de budur. Bu sütunlardan bir tanesi Alevi – Bektaşi geleneğidir. Bugün milli kültürümüzün temel yapılarından bir tanesi de budur.
Seyyid Ali Sultan Dergâhı’ndaki çalışmalarımıza gelelim…
O bölge doğrusu Yunanistan’ın çok ihmal edilmiş bir bölgesidir. Planlı olarak ihmal edilmiş bir bölgedir. Orda yaşayan nüfus, örneğin A.B.’nin sağladığı maddi desteklerden yararlandırılmıyor.
Batı Trakya bölgesi yani hocam.
Batı Trakya ama bu bölge daha beter bir durumda. Gümilcine, İskeçe gibi yerler, yol üstü olduğu için orada bir ticaret var, ekonomik etkinlikler var. Bu bölge hakikaten fiziki olarak ulaşılması zor olan, dağlar var. Oranın zemini tarihte, o dergâhın oraya yapılmasının da bir nedeni orasının sınır olmasıdır. Oradan Bulgaristan’a gidiliyor. Yürüyerek bile Bulgaristan’a gidebilirsiniz. Sınır kapılarını kapatmışlar. Sınır kapıları o bölgenin yaşamasını sağlamış hususladır. Kervanlar oralardan geçiyor. Bu ticaret için çok mühim. O kervan yani ticaret şimdi de olur o bölgede. Ama bunu engellenmiş. Maddi yönden de böyle bir dar boğaza girmiş olan, sosyal bir ortam orası.
Oradaki halkla konuştuğunuz zaman ise onlar da diyorlar ki, biz burada bir maddi gelir için oturmuyoruz. Orada oturmayı onlar bir görev olarak sayıyorlar. Çünkü o bölge Seyyid Ali Sultan’a Osmanlı Hanedanı tarafından vakfedilmiş olan bir yerdir.
Yunan hükümeti bu vakfı tanımamış. Vakıf yoktur, diyor. Fakat hukuken öyle değil tabi.
Hukuken bir vakıf kapatılamaz. Vakfın varlığı hala vakfa ait sayılıyor. İki köyün halkı yine kendi aralarında dernek kuruyorlar. Yani vakfın yerine halkın kurduğu bir dernek var.
Bu dernek vakfın maddi manevi varlığını korumak, geliştirmek, ilerletmek amacıyla çalışmalar yapıyor. O bölge insanlık tarihinin çokça savaşların cereyan etmiş olduğu bir bölgedir.
Dört milli sınır içerisinde yer almış bir bölge; Romanya, Bulgaristan, Osmanlı İmapartorluğu, Yunanistan. Biri aldığı zaman müthiş baskı yapıyor ve oradaki halkı kaçırıyor.
Ama bu vakfın varlığını zedelemiyor.
Başka bölgelerden aynı inanca sahip insanlar geliyorlar, o köyleri tekrar canlandırıyorlar. Bu çok anlamlı bir şey olarak geldi bana. O arazinin bir köylünün parsellediği bir arazi olmadığı oranın yola ait olduğunu, gayet bilinçle hisseden insanlar var orada. Bunu sürdürüyorlar. Bunun kendi kimlikleri olduğunu biliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı’nda orası çok zarar görmüş. Orada büyük savaşlar olmuş, aşağı yukarı insan kalmamış orada. Dergâh yaşamış. Savaştan sonra köylülerin boşattığı arazileri yine birileri gelmiş, yine dergâha bağlı olarak işletmişler.
Hocam orada uyanmak dünyanın en güzel duygularından birisidir. O doğa, o hava, o ortam… Dünyanın en güzel yerlerinden birisi orası… Sınırlar da aşılmaya başlandı. Eskiden çok zordu, Bulgaristan’dan insanlarımız oraya gelemiyorlardı. AB.’ye üye olunca Bulgaristan da, Yunanistan da, artık çok zorlayamıyorlar. Eskiden Bulgaristan’da yaşayan Bulgar vatandaşı olsalar da Türklerin Yunanistan’a geçmeleri engelleniyordu. Aynı şekilde zaten Yunan devleti de yöreye geçiş izni vermiyordu. Yeni yeni gelişmeler var.
Ama hala sınır kapısı kapalı. Orada büyük bir festival var; Seçek Festivali (Seçek Yayla Etkinlikleri), o festival insanın göğsünü kabartan bir festival. Tamamen oradaki o vakfiyenin köylerinin düzenlediği bir festival var. Yunan hükümeti bu festivale hayran. Yunan Kültür Bakanlığı Derneğe teklif yapmış, bu festivali demiş bize verin, biz yapalım. Siz işte sınırlı olarak yapabiliyorsunuz, biz daha da büyüteceğiz. Kati suretle biz vermeyiz demişler. Kendileri yapıyorlar. Türkiye’den bir takım sanatçı götürüyorlar. Güreş müsabakaları çok önemli, Türkiye’den güreşçi geliyor. Mesela Bulgaristan’dan katılım çok az. AB.’ye girmelerine rağmen şu anda geçişler çok zor, engel çıkarılıyor.
Değerli hocam Kasım kurbanı etkinliklerine iki otobüsle gelen canlarımız oldu. Onlara selam olsun. Yavaş yavaş o engeller kalkıyor. Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın kapılarını bizlere açan çok sevgili Hakan Çengel başkanımıza da çok geçmiş olsun, diyoruz, onu da anıyoruz.
Sevgili hocam Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın önemi nereden kaynaklanıyor?
Bir kere Seyyid Ali Sultan bir kere Türk, Osmanlı ve Bektaşi. Tarihinde de çok olağanüstü bir insan. Herkesin kendinde çok önemli özellikler bulabildiği çok önemli bir insan. Kaynaklar Osmanlıların Trakya’ya geçişlerinde ilk öncülüğü yapmış olan kişinin Seyyid Ali Sultan olduğu yazarlar. Bir takım velâyetnamelerde efsanevi şeyler de var. Malum Çanakkale Boğazı’na geliyor, bir avuç kum alıyor denize atıyor, denizde yol oluyor oradan geçiyor. Bu şekilde işi anıtsal boyuta getiren, efsanevi şeyler de var. Ama Seyyid Ali Sultan’ın oranın Türklere açılmasında büyük rol oynamış tarihi bir özelliği var. Oradaki Pomak denen nüfusun, gerekse Rumların da sempatisini kazanan oraya gelen Türkmenlerin onlarla kaynaşıp oranın ahalisini oluşturmasında büyük rol oynamış olan bir yer. Bu arada Anadolu ile Trakya coğrafyası arasında biz bu yüzyılın çocukları olarak, bir kopukluk düşünürüz daima. Burası ayrı bir, orası çok ayrı bir yer gibi gelir. Kültürel bakımdan son zamanlarda geliştirilen tezler bunun tersini gösteriyor. Pir Sultan Abdal, hakkında idam fermanı çıkarıldıktan sonra, gelip Seyyid Ali Sultan Dergahı’na sığınmış, hayatının en verimli çağın da orada geçirmiş olduğu söyleniyor.
Bir başka görüşe göre de Serez’li bir Pir Sultan Abdal varmış, o da ayrı bir Pir Sultan Abdalmış diye de söyleniyor.
Bence aynı Pir Sultan olacaktır. Efendim şimdi bizde bir moda çıktı, her şairden dört beş tane vardı, diye. Hatayi, Kaygusuz Abdal bilmem kaç taneydi, diye söyleniyor. Bunu söylemek için bir kanıt yok. Bu bence bilimsel bir yaklaşım değil, bu bence bir fantezi yaklaşım.
Bence Pir Sultan Abdal, Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda yaşamıştır.
Ömrünün orta kısmını, verimli bir kısmını orada geçirmiştir. Bunun kanıtı olarak da ben şunu gösteriyorum; o dergahta, onun çevresindeki vakfiye köylerinde, Pir Sultan’ın nefeslerinden başka bir nefes söylenmez. Yüzlerce Pir Sultan nefesi birbiri arkasına söylenir. Başka bir şairin nefesi de başkası tarafından çok nadiren, araya katar.
Yani bir Pir Sultan külliyatı gibidir, onların muhabbetleri. Ben bunun önemli bir kanıt olduğunu düşünüyorum. Çünkü Anadolu’da öyle değildir; Anadolu’da bir Pir Sultan söylenir, bir Hatayi söylenir, bir Kul Himmet söylenir…
Orada ise Pir Sultan’dan ibaret bir repertuar var. Belki bunun üzerinde durulabilir.
Toplumumuz Büyük Kaybı...
Ülkemizin çok saygın bilim insanlarından, etnomikolog, aynı zamanda Bektaşi Babası, Prof. Dr. Ahmet Yürür hocamız sonsuzluk alemine göçmüştür.
Hakk rahmet eylesin. Nurlarda yatsın...
Kızı çok sevgili hocamız Yrd. Doç. Dr. Gül Kızılca Yürür, değerli hocamızın uzun süredir yaşamış olduğu İzmir'de dün gece Hakk'a nail olduğunu söyledi.
Tüm ömrünü müziğe, kültüre adayan çok değerli hocamızın cenaze işlemleri yapıldıktan sonra naşı İstanbul'a getirilecektir.
Prof. Dr. Ahmet Yürür'ün cenaze erkanı yarın Şahkulu Sultan Dergahı'nda yapılacak, naşı Edirnekapı Mezarlığı'nda toprağa sırlanacaktır.
Çok değerli hocamızın devr-i daim, devr-i asan, yeri gönüller, menzili mübarek olsun...
Sürekli görüştüğüm sevgili hocamız toplumumuz için gerçek bir değerli...
Ruhu şad olsun...
Ayhan Aydın
13 Şubat 2023
Ahmet Yürür
Ahmet Yürür 19 Ağustos 1941'de İstanbul'da doğdu.
7 yaşından itibaren keman ve viola dersleri almaya başladı.
Galatasaray Lisesinden 1961 yılında mezun oldu.
Müziği meslek olarak seçmeden önce Fransa'da Sorbonne'da Fransız Edebiyatı okudu (1961-62). Yurda döndükten sonra bir süre Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne devam etti (1962-63).
1962 yılında Ankara Devlet Konservatuarına giren Yürür, orada Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin'den ders gördü. 1970'de İstanbul Mimar Sinan Üniversite'sine devam eden Yürür, buradan 1975'te mezun oldu.
Burada da Ahmet Adnan Saygun'un öğrencisi olan Yürür, 37 yaşında gittiği Amerika'da on yıl kalarak Maryland ve Indiana Üniversiteleri'nde kompozitörlük eğitimi gördü.
Türkiye döndükten sonra da Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda kompozisyon bölümü başkanlığını yürüttü, kompozisyon ve müzik teorileri dersleri verdi.
Daha sonra sırasıyla Hacettepe Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nde kompozisyon dersleri veren Profesör Yürür, 2003'den bu yana Ege Üniversitesi'nde audio dizayn ve etnomüzikoloji dersleri vermektedir. Birçok orkestra eseri bestelemiş olan Prof. Ahmet Yürür'ün, bazı film müzik ve küçük parça besteleri de mevcuttur.
Bibliyografya
Sanat ve Tabular (Kolektif -1995), Kimlik Sınırsallık Mekan (Kolektif -1995), Bela Bartok (Kolektif -2000)