Romanya’ya Gezi…

Romanya’ya Gezi…

 

(Sarı Saltuk Sultan ve Romanya Bilgileri)

 

(13-18 Şubat 2015)

 

Ayhan Aydın

 

Bir gezgin olarak, bir Rumeli (Balkanlar) Sevdalısı olarak, Alevi –Bektaşi öncülerinin, ulularının, erenlerinin, dedelerinin, babalarının, ozanlarının türbelerini ziyaret etmek için her fırsatı kollayan ve en büyük üzüntüsü bundan mahrum olmak olan bu derviş gönüllünün içinden geçen önemli ziyaretlerden birisi de hiç şüphesiz Romanya’daki Sarı Saltuk Türbesi’ne varmaktı.

On beş sene önce Balkanlara ilk seferimizi yaparken ilken ziyaret etmemiz gereken mekânken maalesef ki en son ziyaret edebildiğim Sarı Saltuk Sultan Ahmet Yaşar Ocak’ın çok yerinde ifadesiyle Popüler İslam’ın Balkanlar’daki Destanî Öncüsü’dür.

Rumeli’ye gidişinin arkasından tam 750 yıl gibi çok büyük bir zaman dilimi geçmiş olmasına rağmen, ismi hala büyük bir sevgi, saygı ve hürmetle anılan, nice menakıpnamelerde, Alevi Bektaşi şiirlerinde, destanlarında, sohbetlerinde anlatılan, bu inancın bir Alp Eren’i, bir Baba Sultan’ı, bir öncü erenini  ziyaret etmek bu seneye kısmetmiş.

 

Ömrüm oldukça bu gezinin ve gezilerin devamı gelecektir, Hakk kısmet eylerse.

 

Yüce Allah o erenlerin himmetinden bizleri ayırmasın.

 

İstanbul Merkezli Baba Mansur Derneği Genel Sekreteri Süleyman Metin Dede’nin sayesinde; Kırıkkale Hasan Dede Beldesinden ve Ulu Ocağı’ndan Bükreş Merkezde İş Adamları Ertan  - Ertan Demirhan kardeşlerin ev sahipliklerinde, 13 -18 Şubat 2014 tarihleri arasında Romanya’ya; başta Babadag (Babadağ), Tulcea (Tulça), Contanta (Köstence),  Bucuresti (Bükreş)’i kapsayan bu geziyi gerçekleştirdim.

Özde Rumeli’ye (Balkanlar)’a geçen ilk erenimiz olarak bilinen Sarı Saltuk’un Babadağ’daki türbesini ziyaret ve çevresine gezi olarak gerçekleştirdiğim bu gezide;  benimle içten bir şekilde ilgilenen İş Adamı Sayın Sabit Danış’a (Contanta), Babadağ’da İmam Evren Useyin ve Ailesine, Kerkük’lü can insan Cabbar Salahattin’e ve Ömer Altıncı’ya içten teşekkürlerimi sunuyorum.

 

25 yıl sonra, nihayet bir çileden kurtulup, tüm bu geziyi ölümsüzleştirmemi sağlayan yani yeni bir dijital makineye sahip olmama vesile olan Almanya Köln Merkezli Alevi Bektaşi Araştırma Enstitüsü Başkanı Sayın Gülüzar ve Hasan Cengiz’e bin muhabbetle.

 

Tüm dertlerime rağmen çok mutlu oldum.

Beni mutlu eden bu canları Hakk mutlu eylesin!

 

 

Gezi

 

13 Şubat Cuma

 

Her zamanki gibi büyük bir merakla indim uçağın merdivenlerinden, sonra sorunsuz geçtim havalimanı vize polisinden. Bu önemli bir nokta; çünkü bazen havalimanında önceden aldığınız vizeye rağmen sorun oluyor, nihayetinde bir kişiyi geri çevirdiler, üç dört kişide de sorun çıktı. Vize almak yetmiyor yani, ayağınız o ülke toprağına basınca gerçek vize almış oluyorsunuz.

Candan, güler yüzlü Ertan Demirhan karşıladı beni. İlk önce iş yerine gittik. Oldukça güzel bir mekân olan ofisinde çaylarımızı içtikten sonra, Ertan Dede bana şehri bir arabayla gezdirdi.

Bükreş ve Romanya denilince hemen Nikolay Çavuşesku ve onun eşiyle birlikte öldürülüşü aklıma geliyor. Kaynağa bakmadım ama olay 1989’larda oldu herhalde. Süleyman Demirel’in olayı nefretle kınamasını ve sarayından kaçamadan, isyancılar veya göstericiler tarafından Çavuşesku’nun kurşuna dizilip orada öldürülmesi beni etkilemişti. Hayatı hakkında çok şey bilmiyordum, ne acı ki şimdi de bilmiyorum.  Tek tip ve benzer şeyleri okuya okuya bir hal oldum. Biyografilere, ülke tarihlerine, kültürlerine, etnografyasına daha fazla yöneleyim derken yine bir yıl geçti aradan. Ne kadar devrimciyim desem de, bakıyorum ki, en muhafazakârlar bile bazen benden hem erken, hem de daha çabuk hareket ediyorlar, bazı konularda, kendilerini geliştiriyorlar. Kendimi bir değiştirebilsem, bir adım atsam, hayatım da değişecek ve belki de daha güzel olacak bundan sonraki yaşamım. Yok, ama öyle olmuyor, bizde ağlama, yakınma, belli konularda kitap okuma, hep aynı tip insanlarla ilişkiler kurma varken, bunları zor yaparım…

Değiştir şu kafayı Ayhan Aydın! Diye hem içinden, hem de yüksek sesle kaç kere daha söyledim Romanya gezisinde de… Adam öldürülmüştü… Eee, Ayhan Aydın, niye öldürülmüştü, Romanya’da gerçekten neler olmuştu veya diğer Balkan ülkelerindeki rejimler, rejim değişiklikleri hakkında neler biliyorsun? Hemen hiç bir şey! Balkanları çok seviyorsun, gidiyorsun da ama bu yönlerin çok zayıf seni okura şikâyet ediyorum, bu adama bakın ve ara sıra yoklayın bakalım, Balkanların bu arada Dünyasının siyasi tarihiyle ilgili bir şeyler okumuş mu diye sorun, olur mu ey sevgili okur!

Dillere destan bir saray yaptırmış Çavuşesku. Binden fazla odası varmış, dünyanın en büyük binalarından da birisiymiş. En azından aklımda kalan ve duyduklarımla hareket edersek; Çavuşesku’yu çok sevenler olduğu kadar hiç sevmeyen bir kesim de var. Sözde tasarrufa çok önem vermiş ama işte böyle devasa bir sarayı da biraz da zorla yaptırtmış. Halk perişanken bu kadar büyük saraya gerek var mıydı?

Demek ki ezelden beri böyle saray yaptırma istekleri bazı devlet adamlarının kafasında her zaman varmış.

Ama birçok şey de onun eseri Romanya’da. Onun derin izleri halen hissediliyormuş bu ülkede. O çok disiplinliymiş, hatta Ertan Dede, onun saat: 23.00’den sonra sokak lambalarını kapattırdığını söylüyor. Kendisi de espriyi seven Ertan Demirhan’a göre; Çavuşesku şimdi gece yarısı lambaların açık olduğunu, her tarafın bu kadar aydınlık olduğunu görse kalp krizi geçirirmiş! Romenler böyle diyorlarmış.

Dediğim gibi ben olmuşları değil de olanları konuşayım, çok fazla bilmiyorum Romanya’nın tarihini. Efendim AB. Üyesi olmasına rağmen Bulgaristan’la halen aynı kaderi paylaşan Romanya senelerden beri AB’ye tam üye olamadı. Bir kere para birliği onaylanmadı. Şu anda Romanya AB ülkelerinin ve bu ülke insanlarının sahip oldukları bazı haklardan mahrum durumdadır. Yani tam üye statüsünde değil. Bazı kriterlerde bir türlü ilerleme olmuyor, ne hikmetse. Bunda yolsuzlukların çok etkili olduğu söyleniyor.

Bir yanda sefalet bir yanda Avrupa’da olmayan bir lüks yaşam var Romanya’da. Özellikle son yirmi yılda büyük alt üst oluşlar yaşamış bu ülke. Çok fakir olanlar birden zengin olmuşlar. Ev, arsa fiyatları yirmi yılda yüzlerce kat artış göstermiş. Yani bir geçiş, uluslar arası sermayenin ağlarına takılmış, rejimi değişirken, hep halkın zarar ettiği bir ülke olmuş Romanya.

Sanki dünyanın çoğu böyle değil, sanki tüm Balkanlar ve bu arada Türkiye aynı şeyi yaşamadı, yaşamıyor!

Her zaman söylerim; Türkiye tüm Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın gerçekten de en büyük ve en gelişmiş ülkesi.

Ama ilkel zihniyetlerden de bir türlü kurtulamıyor. Hala namus cinayetleri, töre cinayetleri, din adına adam yakmalar, nefret cinayetleri, söylemleri, mezhepçilik, etnik köken farklılıkları, kültür farklılıklarının hayatı zehir etmesi gibi faktörler Türkiye’yi geriletti. Tüm bunlar olmasaydı otuz yılda Türkiye şu ankinden çok daha ilerilerde olurdu. Şimdi olduğundan çok daha büyük bir çekim merkezi olurdu. Balkanlar’ın merkezi Türkiye olurdu. Çünkü görebildiğim kadarıyla üç aşağı beş yukarı insanların yaşamları, yaşam standartları, gelenekleri, istek ve beklentileri hayata bakışları birbirinden çok çok farklı değil Balkanlar’da. Her gezimden sonra bu fikrim pekişiyor.

Romenlerle Türklerin arasında bence benzerlikler çok fazla. Romanya Türkiye’den daha geri bir ülke. Ama orası AB üyesi, Türkiye değil.

Romanya’da Türk İş adamları oldukça büyük işler yapmışlar halen de yapıyorlar. Bu arada yemek kültürüyle ilgili bir notu iletelim; burada dönere, “sharma” şavurma deniyormuş. Dil kökeni Arapçaymış, bunu bir Arap ortaya koymuş. Ama elbette burada da döner işinin yüzde doksanını yine Türkler yapıyormuş. Rumenler döneri çok tutmuşlar, çok sevmişler, çok tüketiyorlarmış. Çünkü bu doyurucuymuş.

Romanya’da insanların belli bir hayat yaşam standartları var. Bu Türkiye’dekinden çok geri bir yaşamı simgeliyor. Belli bir mutlu azınlık dışında, asgari ücretle, emekli veya memur maaşıyla geçinen Romanyalılar yani Rumenler’in her iş kolunda aldıkları maaş dolar veya avro bazında Türkiye’den çok geri. Denebilir ki orada da ucuzluk var… Evet, ama orası da çok ucuz değil şimdi. Her şey pahalanıyor. AB ülkelerindeki insanların tümü demiyor mu ki, biz AB’ye girdikten sonra hayat daha pahalandı, hayat standartlarımız daha kötü oldu, keşke girmez olaydık, eskisi daha iyiydi, diye.

Romanya’da aylıklar 300-500 Avro civarında. 1000 Avro burada büyük para. Bu aslında Balkanların geneli için geçerli. Yani Bin Avro’yu kıstas alırsak; bu maaşın altında yaşamlarını sürdürenler en kötüsüne doğru giden bir şekilde, zor bir yaşamı sürüyorlar. Bin avro ve üstü ise lüks ve ultra lüks bir yaşamı simgeliyor Romanya’da ve Balkanlar’da. Benim algıladığım bu.

Türkiye’dekiler parayı gerçekten sıkıyorlar; Tasarrufa yöneliyorlar, her ne kadar aksini söyleseler de. Yârin endişesi, geleceğim ne olur, ne olur sonumuz, emekli olur muyum, o para yeter mi, çocuklarım bana bakar mı, sorusu Türk insanını Rumenler’den ayırıyor. Çünkü Rumenler de çok büyük sıkıntılar çekseler de Türklere göre daha rahat insanlar, rahat yaşayan insanlar.

Belki de karamsar olan biz Türkleriz (bu arada başta ben), realist olan Rumenler’dir, kim bilir!?

Bükreş’te caddeler ve bulvarlar çok geniş ve rahat. Burada şoförler imkânını bulduklarında hız yapıyorlar, ama tümü yaya kaldırımlarında ister ışık olsun, ister olmasın durmak, yayaların karşıdan karşıya geçmelerine müsaade etmek zorundalar. Aksi halde büyük ceza yiyorlar. Büyük yeni binalarda ve alış veriş merkezlerinde parası olan her şeyi bulabiliyor.

Romanya,  bu arada başkent Bükreş aslında bir eğlence merkezi aynı zamanda. Bu ülke bence bir turizm cenneti.  Kiliseler, heykeller, tarihi binalar, saraylar, parklar… Bükreş mutlaka gidilip görülmesi gereken çok renkli, çok canlı, çok rahat, göz alıcı kültürler kavşağı olan bir tarihi şehir.

Duyduğuma göre büyük ormanlıklar, dağlar, nehirler, göller Romanya’da birçok tür turizm sektörü için ideal fırsatlar sunuyor. Kamp kurmalar, yürüyüşler, değişik spor aktiveteleri bu ülkede rahatlıkla yapılabilir.

Şu ana kadar gezdiğim Balkan ülkelerinin belki de tüm Avrupa ülkelerinin güzelliğinden daha fazla bu ülkede bulduklarım.

 

Ömrüm olursa, imkânlar el verirse tatil için bu ülkeye gelirdim.

 

 

14 Şubat Cumartesi

 

Babadağ ve Sarı Saltuk Türbesi

 

 

S  A  R  I    S  A  L T  U  K

 

Günün battığı yerde senin makamlarını gösteren mühür;

çıkıp kendi kalıp ve sûretinden,  et ve kemiklerinden

su ve ateş kılığında dalıyorsun bir kökler ormanına

sen bir zamanlar yalnız bozkırlarda dolaşan derviş

yalnızca yaban balı ve çekirge ile beslenmiş

sen kumarbaz fatihin bir yenine gizlediği kupa beyi

sen yetimin kan yerlerinde edeceği dönülmez yemin

sen ömrünü seher yellerine yüklemiş abdal gezgin

“Seni Rum’a saldım. Var git, post ve asa ile,

nam ve şan sahibi ol yedi krallık yerde !”

Seni duyacak halkın ağzından Edirne’den bir şehzade.

ve diyecek: “ Bu kentte otururum padişah olursam !”

Gecenin boş sayfaları senin gecende değil artık .

aynı düşleri görürken o kuş dillerinde konuşanlar.

Bir tabut hazırlanacak öldüğün zamanlar, eğer ölürsen,

Bir tabut verilecek seni dileyen o yedi kral

 

Özdemir İnce

 

Dün akşam Ertan Demirhan ile hızlı bir şekilde Dobruca’ya geldik. Dobruca Romanya’da Türklerin en çok yaşadıkları bir coğrafi bölge. Dobruca Türkleriyle ilgili daha önce bir kitap okumuştum. Ama beni çok tatmin etmemişti. Burada daha iyi bir alan araştırması, derlemesi yapılmalı diye düşünüyorum. (Bkn: Romanya Dobruca Türkleri, Mehmet Naci Önal, Kültür  Bakanlığı, Kültür Eserleri, 1998, Ankara)

Dobruca’da Tulcea (Tulça) İli’ne bağlı, Babadağ (Babadag)’a geldik ilkin. Burada otantik bir yerde kaldık. Türkçe anlamı çift tavşanmış. Daha çok yaz aylarında yöreye gelecek turistlere hizmet verebilecek çok doğal bir otel burası. Çorbası bir harika ama en önemlisi iç düzenlemesi, görülmeye değer. Bu estetik anlayışını Balkanlar’da bulmanız olası. Bir de Balkanlar’da avcılık gelişmiş. Yaban hayvanlarının postu masaları süslüyor.  Bu güzel bir görüntü değil belki. Avcılığa sıcak bakmam, bir doğa delisi olarak. Ama bu bir spor dalı olarak yaygın bir aktivite. Balkanlar’da da avcılık yaygın.

Her taraf buz tutmuş. Hava burada çok soğuk. Ertan Dede yazın buralar o kadar güzel oluyor ki, bir de yazın gel, gör, diyor.

Bu küçük otelin avlusunda kimi hayvanların barındığı bir küçük çiftlik bile var. Domuzundan geyiğine kadar birçok hayvan türü var burada. Dışarıda ise kediler… Batı Avrupa’da bir tek kedi bulamazken sokaklar kedi dolu,  burası Türkiye’ye gibi kedi cenneti. Ne güzel!

Sabah erkenden yola koyuluyoruz; hedefimiz çok belli; asıl ziyaret amacım olan Sarı Saltuk Sultan’ın türbesini ziyaret etmek niyazda bulunmak.

Erkenden açık fikirli, becerikli, çok da genç olan yörenin imamına uğruyoruz; Evren Usein bizimle birlikte Sarı Saltuk Türbesi’ne geliyor.

Babadağ (Babadag) Türkçe olarak söylenen bir yöre ismi. Burada Turcea (Tulca) İli’ne bağlı bir belde. Yüzyıllar boyu Türk nüfusu burada her zaman var olmuş.

Rumeli’yi gönlüyle fetheden ilk öncümüz Sarı Saltuk Sultan da buraya 1263’de gelmiş. Babadağ’ın dört bir tarafında hem Ali Gazi Paşa Camii’nin yön levhaları var, hem de Sarı Saltuk Dede Baba yazılı yön levhaları beldenin tüm ana yollarının kenarlarında mevcut.

 

Sarı Saltuk Türbesi’nin ve burada onun adına kurulan Dergâhın orijinal hali hakkında elde fazla bir bilgi yok. Ama onun ismi o kadar büyük ve etkiliydi ki, yüzyıllar boyunca Rumeli’de (Balkanlar)’da Türklüğün ve Alevi Bektaşi inanç sisteminin ana aktörü, belki de baş aktörü olan Sarı Saltuk’un türbesinin burada bulunduğunu tüm kaynaklar yazmıştı.

Fakat o kadar seveni, izleyeni, takip edeni vardı ki, sırf Balkanlar’da bilinen 7 yerde aynı zamanda makamı yani ona izafe edilen (adfedilen) yer var. Onun adının geçtiği ve türbe olarak ziyaret edilen bu yerleri de insanlar yüzyıllar boyunca ziyaret etmişler. Benim de birçoğunu gördüğüm bu makamların dışında asıl türbesi işte burada; Romanya, Dobruca Bölgesi, Tulcea (Tulca) İli, Babadağ (Babadağ) Köyü’nde.

Elbette şimdi bir duvarla çevrilmiş türbesinin dışında onun dervişleri, yarenleri, yoldaşları, dede ve babaların da bulunduğu bir dergâh vardı burada. Çoktan tarihe karışmış bu binalardan şimdi eser yok. Her tarafta bir düzensizlik hâkim. Yapılacak çok iş var burada.

Nihayetinde günlerden bu gün, tarihlerden bu tarih, “Goca Gövdesiyle, yanından ayırmadığı fotoğraf makinesiyle” Ayhan Aydın da nihayet bu kutlu mekâna yüz sürme şerifine erişti.

Allah onların yolundan yolumuzu ayırmasın, ışıkları her daim önümüzü aydınlatmaya devam etsin, kutlu nefesleri bizlere hayat versin!

Türbenin çevresinde tümüyle fakirliğin hâkim olduğu bir yaşam sürüyor. Derme çatma kulübeye benzeyen evlerden dumanlar çıkıyor. Türbenin bulunduğu mahalle de yolun altında kalmış bir çeşme var. Yakın çevrede o dönemden kalan başka bir şey görünmüyor. Bu kaba gözlemlerin dışında buradaki halkla söyleşmek, varsa başka ziyaretleri de keşfetmek gerekirdi. Gerçekten hava durumu ve şartlar buna elverişli değil. Burada bir alan araştırması yapmak gerekiyor.

 

Alevilik Bektaşilik ve Balkanlar’daki Alevilik Bektaşilik konusunda da günümüzdeki en önemli bilim insanı olarak kabul ettiğim Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın Sarı Saltuk isimli eserini okumuş, çok beğenmiştim. Benim için konuyla ilgili temel rehber kitap odur. Aşağıda o kitaptan küçük alıntılar yapacağım.

 

Çok sevgili Neval Konuk Hanım’ın hazırladığı Romanya Babadağ Sarı Saltuk Türbesi Restorasyonu Kitapçığında türbeyle ilgili bilgiler mevcut.

 

Bir bilim insanı ve Balkanlar’daki özellikle de Yunanistan’daki ata yadigârı Türk varlığının izinde önemli araştırmalar yapan Neval Konuk’un, yine Ertan – Erkan Demirhan Kardeşlerin desteğiyle hazırlanıp, bastırılan kitapçıkta bilgiler mevcuttur.

 

 

 

Mustafa Tatcı’nın gönül dilinden "Tuna'ya Gazel"

 

Hasret gidermek için yollara düşüp Tuna

Akıyor nazlı nazlı Budin’den öz yurduna...

 

Araya hicran düştü karadır bahtı onun

Derdini denize der uzanıp avurduna

 

Mecnunun leylası var Türk’ün ise Tunası

Nasıl meftun olunmaz bir gönül onda yuna

 

Üç yüz elli senedir özlemiş bizi Budin

Bu sebeble çıkardı Kale'nin ta burcuna.

 

Kalbimiz Kanuni'den beri orda atıyor

Zigetvar’da dalmıştı ebedi uykusuna

 

Bir tepenin üstünde Anka gibi Gül Baba

Uyandırır ervahı boyayıp kokusuna

 

Bak dedi bekliyorum senelerdir bir Yunus...

Aşk versin Hû sesiyle kardeş Hun ordusuna

 

Erenlerden yadigâr bize Meriç'le Tuna

Mazhar olmuş ezelden vuslatın muştusuna

 

Sarı Saltuk Baba'nın fethettiği yerlerde

Adalet galip gelmiş haçlının korkusuna 

 

Mustafa gözyaşıyla yazdı aşkını bugün

Meramını arzetti ulular ulusuna...

 

(Mayıs 2014, Nazlı Budin)

 

 

Son Zamanlardaki Sarı Saltuk Çalışmaları

 

Başta Türkiye olmak üzere kimi kişi ve kurumların Sarı Saltuk’la ilgili faaliyetlerinde bir artış olduğu gözlemledim. Türkiye’de özellikle Alevi Bektaşi çevreler bir Alevi - Bektaşi ereni olarak Sarı Saltuk’un isminin yaşaması için bir takım dernekler kurmaya başladılar, bir takım söyleşiler düzenleyerek onun anısını yaşatmaya gayret ettiler. Bunların çok cılız, bilimsel içerikten yoksun faaliyetler olduğunu söylemek zorundayız. Daha çok Sarı Saltuk’un isminden yararlanmak için yapılan çabalar ötesine geçmeyen bu hareketlerin yanında bazı ciddi yayınlar da yapılmaya başlandı ve nihayetinde bilimsel içerikli toplantılar, sempozyumlar dikkat çekti. Fakat bu sefer de bir başka sorun ve sorular ortaya döküldü; Sarı Saltuk’un kimliğini sorgulamaya çalışan, onu kendi dünya görüşleri veya ideolojileri çerçevesinde şekillendirmek isteyen zihniyetteki insanları çabaları da gözden kaçmadı.

 

Bu açıdan bir devlet kurumu olarak TİKA’nın yaptığı çalışmalar açık eleştiri konusu oldu. Buna göre TİKA Balkanlar’da, yeni dünya ve yeni Türkiye vizyonuna yakışır bir şekilde Türk İslam anlayışını ve Osmanlı idealini oturtmak için, diğer ülkelerin bu arada Arabistan ve İran gibi İslam ülkelerinin buradaki Müslümanlar üzerinden hamle yapmalarını engellemek amacıyla Türk devletinin yararına işler yapmayı kendisine bir misyon (görev) olarak üstlendi. Bunun içinde en önemli konu ise Rumeli’de (Balkanlar)’da yaşayan Alevi Bektaşi nüfusuydu. Kimi Alevi öncüler, yazarlar, dedeler TİKA’nın Balkanlar’daki Alevileri Bektaşileri merkeze, Sünni İslam inancına çekmek için yoğun bir çaba gösterdiklerini söylemeye, ifade etmeye başladılar.

 

TİKA Türkiye’de CEM Vakfı’yla birlikte birçok faaliyet yürüttü. Balkanlar’daki Alevi Bektaşi etkinlikleriyle ilgili olmak üzere; bu ülkelere Alevi dede, baba, aydınlarının götürülmesi işi de CEM Vakfı tarafından gerçekleştirildi.

 

Her şeye rağmen tüm çalışmaların bugüne kadar yapılmayan bir alanda bir işbirliği ve gelişim alana sağladığı da söylenmektedir. Üstelik TİKA’nın organizasyonuna birçok üniversiteden bilim insanları, CEM Vakfı’nın dışında birçok dede, baba, yazar, Alevi Bektaşi kurum ve kuruluş temsilcileri de katılmaktadır.

 

 

 

TİKA’NIN SARI SALTUK ÇALIŞMALARI…

 

Son zamanlarda Sarı Saltuk Sultan’ın büyük isminin yarattığı etkiyle Devlet katında da bir takım etkinlikler yapılmaya başlandı. Başta Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA)’nın özellikle öncü olduğu özellikle Balkanlar’ı kapsayan bu etkinlikleri belirtmekte fayda var.  

 

  • Birinci Uluslar arası Sarı Saltuk Sempozyumu, 9-12 Kasım 2012 tarihlerinde, Köstence, Romanya’da yapılandı. 

 

  • Editörlüğünü Gıyasettin Aytaş’ın yaptığı bu sempozyumun kitabı da, UKİD (Uluslar arası Kalkınma ve İşbirliği Derneği) yayınlandı.

 

  • Kimi tartışmalı bölümleri olan ve Prof. Dr. Necati Demir ve Doç. Dr. M. Dursun Erdem tarafından üç cilt halinde hazırlanan, Sarı Saltuk’la ilgili en önemli metinlerden birisi olan Ebu’l Hayr-ı Rumi’nin Saltukname (Saltık Gazi Destanı) TİKA ve UKİD (Uluslar arası Kalkınma ve İşbirliği Derneği) tarafından 2013 tarihinde yayınlandı.

 

  • Bu kitabın yayınıyla ilgili aynı yıl, İstanbul Beşiktaş’ta Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde, Bektaşi Babalarının da katıldığı bir tanıtım toplantısı yapıldı.

 

  • Aynı şekilde TİKA’nın öncülüğünde; 10-13 Eylül 2013 tarihleri arasında Sarı Saltuk’un Balkanlar’a geçişinin 750. yıldönümü nedeniyle Arnavutluk Tiran’da uluslararası bir etkinlik düzenlendi.

 

  • Trakya Üniversitesi, Yunus Emre Enstitüsü, Türk Dil Kurumu ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) işbirliğinde, 6-10 Kasım 2013 tarihinde Romanya’nın Köstence şehrinde  “Balkanlara Gidişinin 750. Yılında ULUSLARARASI SARI SALTUK GAZİ SEMPOZYUMU” yapıldı.

 

  • Bu sempozyumda sunulan bildirin yer aldığı kitap Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü tarafından 2014’de yayınlandı.

 

  • Sarı Saltuk’la ilgili, 27-29 Aralık 2014’de, aynı şekilde Makedonya Üsküp buluşması gerçekleştirildi.

 

  • Aynı şekilde; 6-9 Mayıs 2015 tarihinde Bosna Hersek’in Saraybosna şehrinde  II. ULUSLARARASI SARI SALTUK GAZİ SEMPOZYUMU” yapılacağı ilan edildi.

 

  • Romanya'nın Köstence ve Bükreş kentlerinde resmi Türk ve Romen yetkililer, başta Romanya Türk Birliği olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve konuyla ilgili akademisyen ve değişik kişilerle görüşen UKİD heyeti, 4. Babadağ Sarı Saltuk Buluşması'nın eylül ayında yapılmasını kesinleştirdi. (5 Eylül 2015)

 

 

Geziye Devam…

 

Babadağ bölgenin geri kalmış yörelerinden birisi. Ama her şeye rağmen hayat akıp gidiyor burada da bir Anadolu kasabasında olduğu gibi. Çok güzel binalar, geniş yollar, parklar, hatta oteller; kimisi atlı, kimi yaya, kimi jipleriyle savruk bir yaşamı yaşayan insanlarıyla uzaktaki bir parçamız da Babadağ’da yaşıyor. Her taraf kar, buz. Ama insanlar da, özellikle çocuklarda, gençlerde yaşam canlılığı var.

Burada bir Türk eseri de Ali Gazi Paşa Camii Külliyesi. Bu da önemli bir eser. İyi korunmuş, bugünlere kadar gelmiş.

 

Yine Neval Konuk’un hazırladığı bir broşürden de Ali Gazi Paşa Camii hakkında bilgi ediniyoruz: Gazi Ali Paşa Camii III. Sultan Mehmet zamanında yani 1610 yıllarında yapılmıştır. Cami 1876 Osmanlı – Rus harbinde yangın geçirmiştir. Yangından sonra yapılan bir tadilatla çatı ve tavanı yeniden yapılmıştır. Pencerelerde değişiklikler ile ilave kapılar açılmış ve yeni bir minare yapılmıştır.

Camiinin doğusunda Gazi Ali Paşa’nın türbesi bulunmaktadır. Türbe altı köşeli bir bina olup, üzeri kubbe ile kapatılarak, Romanya’da görülen bir tarzda asfaltla kaplanmış ve çakıl serpilmek suretiyle de pekiştirilmiştir.

1998’de Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından cami ve türbe onarılmıştır. Açılış ise Sayın Süleyman Demirel tarafından yapılmıştır.

 

Tulça

 

Aynı gün Tuna sevdam ve merakım bizleri 40 uzaktaki Tulcea’ya yani Tulça’ya götürüyor. Burada da her taraf tertemiz ama hava puslu ve kapalı.  Martılar özgürce Tuna’nın üstünden uçuyorlar. Bir de yazın görmek var Tuna’yı. Sokaklar boyu yürüyüp fotoğraflar çekiyorum. Hava çok soğuk o yüzden fazla bir yeri gezemiyoruz. Bir de tekrar Babadağ’a dönmemiz gerekiyor. Sonra ise Köstence var.

Babadağ’da Evren Usein’in oğlunun yaş gününe katılıyoruz. Hazırlanan pastalar bir harika, sarma Türkiye’den bile güzel yapılmış. Evren Usein’in eşi Firdes Usein olağanüstü maharetli. Gerçekten elinin lezzeti hazırladığı her şeye değmiş. Maşallah.

Evren Usein’in evinin bahçesinde her türden kümes hayvanı var. Bir koçu, bir de atı olan Usein çok cana yakın, sempatik birisi. Sizler buraya tekrar gelirseniz ben sizleri gezdiririm, sizlere yardımcı olurum, diyor. Aynı zamanda mesleği kasap olan Evren Usein’in de ifade ettiği gibi burada et fiyatları müthiş ucuz, Türkiye’nin dörtte biri kadar.

Türkiye’de bizler hangi para babalarının ceplerinin dolması için neyi kat be kat pahalı yemeyip, dünya rekorları kırmıyoruz ki, ette öyle olmasın!

Şu işe bakın bir zamanlar Anadolu açlıktan kırılıyordu, İstanbul’da sarayı beslemek için Romanya’dan da yardım geliyormuş. Şimdi diyorum hiç değilse, biraz daha serbestlik olsa da, Türkiye’de kimi sarayların zengin ettiği kitlenin ceremesini yiyen, onların lüks yaşamlarının faturasını çeken Türk milleti, Romanya’dan et yese ne iyi olur!

Yahu et demişken et işine mi girsem, ne! Bol bol da ızgara yapma şansını yakalamış olurum! Tuna bir yanda, Ormanlar bir yanda, Deniz bir yanda, dümdüz arazi bir yanda, her şey doğal bir yaşam bir yanda…

Hayallerin sonu gelmez.

 

Köstence

 

Doğruca Contanta’ya doğru yol alıyoruz, yani dünyanın en büyük limanlarından birisine sahip olan meşhur Köstence’ye doğru.

Ben her zaman Köstence’yi ruhumda yaşatırım. Derim ki, bir gün vapura binsem de gitsem şu şehre… Oradan Tuna’ya, oradan Sarı Saltuk Baba’ya…

Şimdi o hayal gerçek oldu. Hayallerimdeki gibi de bir şehirmiş burası gerçekten de; çok büyük, çok tarihi, enfes bir şehir! Bir İzmir gibi, bir Selanik gibi şehir, onlardan da öte bir deniz şehri yani…

O ne heybetli bir limandı öyle, o ne temiz, narin, güzel bir kentti öyle. Sahil bir yanda, tarih bir yanda, limanlardan şehre akan yaşam bir yanda. Burası bir tarihi evler cenneti. Tüm bunlar restore edilse, dünya kültürüne katkıda bulunulmuş olur. Ben Köstence’yi gerçekten çok mu çok sevdim. Ara sokaklarda kediler ve köpekler yine yiyecek derdindeler. Yıkık dökük, köhne binalar da elbette kenti kuşatmış durumda. Her şey güllük gülistanlık değil. Burada Ulusal Arkeoloji Binası’nın önündeki meydan kentin ana meydanlarından birisi ve her taraf tarih kokuyor. Ama bina oldukça eski, bir yanı çöküyor. Ara sokaklarda birçok kilise var. Bu tatil gününde insanlar ibadet için kiliselere gidiyorlar. Ayrıca gezim boyunca sokaklarda dikkatimi çeken, birçok insanın bir kilisenin yanından geçerken “istavroz” çıkarması, yani haç seklinde elini hareket ettirmesiydi Romanya’da.

Kentin bir yanı ise tümüyle modern binalarla dolu. Burası sahil bölgesi. Yazın binlerce turisttin akın ettiği bu sahillerde, otellerde, kafelerde yer bulmak mümkün değilmiş.

Köstence’de İş Adamı Sayın Sabit Danış’ın misafiri oluyoruz.

Kendisi oldukça cana yakın, esprili, yaratıcı, Romanya’yla Türkiye, Azerbaycan arasında dostluk köprülerinin kurulması için çaba harcayan, Trabzon’dan gelip burada birçok başarıya imza atmış önemli isim. Aynı zamanda yaratıcı ve basını takip eden, Türkiye’deki gelişmeleri günü gününe izleyen Danış’la zevkli sohbetlerimiz oluyor. Kendisi bizleri Köstence’nin en önemli alış – veriş merkezlerinden birisine götürerek İtalyan pizzası ikram ediyor. İtalyanların Romanya’da önemli yatırımları varmış. Arada bir kültür köprüsü de mevcutmuş.  Romanya’da iş yapmanın kolay olmadığını söyleyen Danış, önemli olanın insan ilişkileri ve kültürel çalışmalar olduğunu dile getiriyor. Artık geleneksel olarak yapılan Babadağ Sarı Saltuk Etkinlikleri’ni canı gönülden destekleyen Danış’ın en büyük arzusu ise; insanların din, dil, ırk ayrımı yapmadan birbirlerini samimiyetle anlayarak birlikte yaşabilme kültürüne ulaşabilmeleri.

 

Bükreş ve Müzeler…

 

Bükreş’te beni gezdiren Ömer Altıncı’nın gezdiğimiz üç müze yetkilisinden aldığı bilgiye göre pazartesi ve Salı günleri çoğu müze kapalı. Pazartesi genelde dünyada müzeler kapalı. Ama Salı günü de personel eksikliği nedeniyle hayal kırıklığına uğrayarak ancak bir müze gezebiliyorum.

Ama kentin içinde daha ilk gün beni gezdiren Ertan Demirhan’dan sonra Ömer Altıncı sayesinde de, bu büyük kentin belli bir bölümünü hem arabayla, hem de yaya olarak gezme şansına ulaşıyorum. Bu arada oldukça iyi sayılacak metrosundan da yararlanıyorum.

Bükreş oldukça büyük, tarihi, geniş caddeleri ve bulvarlarıyla soluk alıp veren Batılı bir kent görünümünde.

Çok büyük olmasına rağmen İstanbul gibi düzensiz değil. Ama aynı zamanda Ankara gibi neşesiz değil. Sayısız tarihi bina kente asıl görünümü kazandıran ana unsurlar. Parklar, yeni modern binalar, büyük bulvarlar ise kentin çekiciliğini arttırıyor. Kentte her yaştan, her meslekten, her gelir gurubundan insanı yan yana görmeniz mümkün.

İstanbul’un Taksim’i olarak nitelendirilen ve yazları turist kaynadığı söylenen ana eğlence merkezindeki kafe’lerde yaşam kışın da canlı görünüyor. Türkler de bu merkezde kendilerine bir yer edinme yarışındalar, bura da dönercimiz var. Kalitesi de hiç fena değil.

Soğuğu rağmen, İstanbul’daki büyük hanlar gibi bazı yerleri geziyoruz. Bazaar Art denilen ve gerçekten tarihi bir bina olan buz gibi bir salonda bir şeyler satıp geçimini sağlamaya çalışanlardan çok mütevazı bütçemle 50 Avroluk ne alabilirim, diye bir o yana bir bu yana gidip gelirken her zaman ki gibi tablolara bakakalıyorum. Ama orijinal olduğu söylenen bu tabloları almak mümkün değil, 500 ile 1000 Avro arasında para istiyorlar. Bense bir şamdan ve bazı biblolar alıyorum, buradan hatıra olsun, diye. Ama yine de bir başka sefere diye içime yazdığım sanat  müzesi yerine gerçekten de bazıları orijinal resimlerin bulunduğu bu mekandaki resimleri gezmiş oluyorum.

Gençler dünyanın her yerinde delikanlılar; Her biri kıpır kıpır. Maşallah Romanya’nın hem kızları, hem erkekleri manken gibiler. Giyimlerine bakarsanız, Batı Avrupalılardan farkları yok, bazıları belki daha iyi. Ama düşünüyorum ve Ömer’e soruyorum, yahu bunların giyim kuşamları, tavırları filan büyük gelirleri var gibi gösteriyor sen dersin, diye. O da nerde abi, onların cebinde para olmaz, diyor. Ben de diyorum ki, “cep delik, cepken delik”, desen.

Bir imaj devrinde yaşıyoruz ya, lüks cep telefonları, lüks montlar, giysiler. O kadar pahalı ki, tüm maaşını belki ona veriyor, sonra aç aç sokaklarda geziyor. Bir de her tarafta jipler, lüks arabalar, İsviçre’de yok böyle arabalar. İşte geçiş dönemi ülkeleri ve onların gençliği. Kim nereden bulmuş bu zenginliği, nereden elde etmiş bu geliri? Bilen yok, bildiren yok.

Bu Romanya’ya böyle de, Türkiye’de çok mu farklı sanki. Hepsi aynı işte.

Ah gençler, vah gençler! Diyorum yine de, onlar olmasa zaman zaman bir duvara bakar gibi sokaktaki boşluğa bakıp yanımdan geçen orta yaş üstü, büyük ihtimalle biraz daha ayakları yere basan ve çok düşük ücretlerle “ne olacak bizim halimiz” diye düşünen insanlar yanında gençler de lazım.

Ama bu sefer de başka başka görüşler geliyor kulağıma, yahu Ayhan Bey, sen her şeyi karamsarlığa vuruyorsun. Romenler hayatlarından çok memnunlar, onların görünümüne aldanma, hem yemesini, hem gezmesini, hem içki içmesini, hem eğlenmesini öyle güzel başarırlar ki bunlar, çok düşük dediğin paralarla her şeyi yaparlar bunlar. İyi güzel de bunlar günü birlik yaşıyorlarmış! Daha iyi ya işte, yaşayıp gidiyorlar işte. Demek ki, biraz daha Romanya’da kalmam lazım! Karamsarlığa iyi gelir Romanya’da kalmak!

Ama ne denirse densin cepte para olmadan gezi olmuyor, olamaz da zaten…

 

 

16 Şubat Pazartesi

 

Village Museum

 

Village Museum (Muzeul National Satului)’yi gezdik. Hava buz gibi soğuk. Ömer benden çok daha fazla üşüyor. Ben de ise her zaman ki gibi durdurulmaz bir merak, heyecan ve aşk var. Soğuğa kim bakar? Bir o baş, bir bu baş bir su havzasının yanındaki açık hava müzesini geziyoruz. Burada Romanya’nın farklı bölgelerinden getirilmiş ve orijinal ve orijinale çok yakın otantik köy evlerinin, köydeki yaşımı betimleyen kilise, küçük köprü, değirmenler gibi yapıların olduğu geniş bir bahçe içindeki doğal müzeyi geziyorum. Gerçekten hava çok soğuk eksi dörtlerde filan o yüzden insan baharı yazı özlese de baştan sona bu alanı geziyorum. Bol bol fotoğraflar çekiyorum. Hemen tümüyle ahşaptan yapılmış, son derece dayanıklı, bir zamanlar insanların yaşadıkları mütevazı evleri düşünüyorum, bizler gezmek için sabırsızlanırken o insanlar bu bizim şimdi “baraka” diye baktığımız evlerde yaşamlarını sürmüşlerdi. İşte bunu unutmamak için bu müzeler biraz da kuruluyor. Gerçekten harika bir deneyimdi. Bu arada zaten televizyonlarındaki belgesellerden anladığım gibi Romanya’da kediler çok. Romenler de kedileri çok seviyorlar, çok güzel, çok sevimli bu kedilerden beş on tane de burada var, sürekli peşimizden gelip bizlerden yiyecek istiyorlar.

 

Muzeul National De Geologie

 

Tarihi büyük bir binan içindeki müzede Romanya’nın farklı yörelerinden elde edilmiş fosil parçaları, farklı taş kitleler sergileniyor. Bu müze oldukça bakımsız. Batı Avrupa’dan müzecilik konusunda çok geri olan Romanya’ya Avrupalıların el atması gerekir. Türkiye el atsın diyeceğim, Türkiye’de doğru dürüst kaç resim müzesi var, bırakın resmini kaç tane büyük ölçekli müze var?

 

17 Şubat Salı

Muzeul National Al Taranului Roman

 

Buna da köy müzesi dense de bu tam bir etnografya müzesi. Mutlaka gezilmesi gereken bir müze. Yine çok tarihi bir binanın ev sahipliği yaptığı müze Romanya’nın yerel kıyafetlerinin, elle yapılmış ev işlerinde kullanılan malzemelerin, çok büyük bir değirmen ve iki büyük suyla çalışan değirmen benzeri yün yıkayıcının, üç yüz yıllık bir tarihi ahşap kilisenin, bir doğal ahşap evin de bulunduğu çok önemli bir yapı. Üç ana bölümden oluşuyor; her birisi el işi olan ve Romanya’nın her yöresinden elde edilen orijinal erkek-kadın giyimleri, bu giyimlerin elde edilmesine yarayan tüm alet edevatlar, demir işleri, at arabası tekerleği gibi işlerin yapıldığı malzemeler, mutfak malzemeleri vs. olduğu günlük yaşamla ilgili bölüm. İkinci bölüm tümüyle dini bir bütünlükte veriliyor. Burada en orijinal eser üç yüz yıllık olduğu söylenen bir ahşap kilise kalıntısı ve bu kiliseden kalan eşyalar. Bunun hemen yanında bir rahibe odasında bulunanların verildiği kısım ise yine orijinal eserlerden oluştuğu için çok önemli. Müzenin bir başka bölümünde ise yine dini figürlerin bulunduğu onlarca resmi de barındıran Hz. Meryem, Hz. İsa ve diğer Hıristiyan azizlerini resmeden cam baskılı, fayans vs. yapılan kiliselerde ve Hıristiyan dini yapılarında gördüğümüz resimlerin bulunduğu bölüm.

En altta küçük bir bölüm de ise Stalin, Lenin resimlerinin de bulunduğu siyasi bir atmosferi simgeleyen bölüm.

Burada benim en çok dikkatimi çeken unsurlardan birisi; Turc olarak yazılan ve simgelenen Osmanlı dönemine ait olarak imgelenen resim ve kıyafetlerin dışında anladığım kadarıyla fazla Osmanlı’ya ve Türlere ait imgelerin buralarda olmaması. Birkaç örnekle bu geçiştirilmiş. Diğer müzeleri gezemedim. Zaten benim ki profesyonelce planlanmış, yapılmış bir gezi de olmadığı için burada Türklerden kalanları derli toplu görmem, hissetmem pek mümkün değildi.

Fakat en azından şu müzede bile daha çok doğuya özgü unsurlar olarak sunulan bu giyimlerin, kuşamların, alet ve edevatlarda Türk etkisinin ve varlığının hemen hiç yansıtılmamasıdır. Ben mi abartıyorum bilmiyorum. Ama üç dört yüz Osmanlı egemenliğinde kalan bu büyük coğrafyadaki Türk eserlerine ne oldu? Yoksa gerçekten de yahu sen Ayhan Aydın şimdi de başımıza bir Türkçü mü kesildin, bunlar körüğü, başörtüsünü, çekiç sallamasını, fırın yapmasını bilmiyorlar mıydı? Diyenler de olacaktır; belki de tümüyle bir kaynaşma yaşandı, ta Roma’dan Osmanlı’ya ve günümüze her şey birbirinin içinde eridi, tüm dünyada bu böyledir, sen de bunu çok iyi biliyorsundur? Diyenler de olabilir. Üç günlük gezide ne görebilirim elbette. Ama yine de ırkçılığın olmadığı söylenen Romanya’da benim her zaman söylediğim gibi “tüm uluslar kardeştir” denilerek “erime” iyi başarılmış da olabilir. Her ne olursan ol gel, bu kimlik içinde eri, bir Romanya’da buluşalım. Ne dersin, tüm dünya devletlerinin yaptığı bu değil mi, kimi yumuşak, kimi sert yapıyorlar, yapacaklarını. Ama sonunda olan oluyor, kimi inançlar, kimi kültürler eriyip, tarihin içinde kaybolup gidiyorlar. El attığımız her şeyde başka başka uygarlıkların mutlaka bir katkıları oluyor, izler kimi derin, kimi ince yaşıyor.

Bir de dikkatimi çeken, yine orijinal bir kilise parçasının üstünde yan yana iki resmin olması. Birisi Hıristiyan, birisi her şeyiyle Müslüman. Müzedeki görevli kadın, başı sarıklı ve sakallı Müslüman’ın Hz. Muhammed’i simgelediğini söylüyor. Benim Kerküklü Kürt rehberim Ömer ise hemen atılıyor, itiraz ediyor; hayır, hayır Hz. Muhammed’in kesinlikle bir resmi yoktur, diyor. 

 

İşte böyle sevgili okurlarım;

 

Bir gezimizin daha sonuna geldik. Yine çok mutlu olduğum bir geziyi daha tamamladım. Bir kere daha buna vesile olanlara çok teşekkür ederek, için için sevinip havalimanına doğru yol alıyorum. Sevgili Dedem Ertan Demirhan beni aldığı gibi havalimanına bırakıyor. Hakk onlara uzun ömürler, bereketli kazançlar ve sağlıklar versin. Özleri temiz, yüzleri temiz, güleç yüzlü, candan insanlar…

Uçağımız bir saat gecikmeli kalkıyor.  İstanbul’da büyük bir kar yağışı ve soğuk varmış. Allah, Allah… Beş gün boyunca buz gibiydi hava, şimdi Bükreş’te hava açtı, sıcaklık arttı; İstanbul günlük güneşlikti gelirken, kara teslim olmuş şimdi, her taraf donmuş!

Ula Ayhan, her zaman söylüyon ya, sen bir istisnasın! Kâinatta ki bir istisnasın!

Sen bir mucize, sen bir kâbussun!

Ya da Erenlerin hikmetinden sual olunmaz!

 

Başka gezilerde tekrar buluşmak dileğiyle…

 

Hoşça kalın…

 

Sevgili Okurlarım…

 

 

EZGİLİ YÜREK

 

 

Hangi taşı kaldırsam 
Anamla babam 
Hangi dala uzansam 
Hısım akrabam 
Ne güzel bir dünya bu 
İyi ki geldim 
Süt dolu bir torbayla 
Şöylece çıkageldim 
Kime elimi verdimse 
Döndürüp yüzümü baktımsa 
Kısmet kapıyı çaldı 
Kör pınara su geldi 
Ben şakıyıp durdukça öyle 
Gülün kokusu geldi 
Bebesi olmayana 
Bunalıp da kalmışa 
Acılarla yüklü 
Dargın yüreklere 
Yetiştim geldim 
İyi ki geldim 

 

RUHİ SU

 

 

 

Sarı Saltuk (Saltık) Hakkında Bazı Bilgiler

 

 

Sarı Saltuk’la İlgili Ahmet Yaşar Ocak’ın Eserinden Alıntılar…

 

… Sarı Saltık’ın içinde bulunduğu, Dobruca’ya göç eden aşiretin, Babailer isyanına katıldığını bildiğimiz Çepni boyu olduğu, Fuat Köprülü, Z. Velidi Togan ve Faruk Sümer gibi bazı tarihçilerce çok muhtemel görülmektedir. Bu mümkündür; çünkü isyanda çok faal bir rol oynayan bu boyun, isyanın bastırılması ve Selçuklu kuvvetlerinin takibatı sebebiyle merkezden uzak mıntıkalara çekilmesi çok normaldir… (Sayfa: 66)

 

… İşte ancak böyle bir sosyal-dini statü ve otorite sahibi olarak Sarı Saltık, II. İzzettin Keykavus’un yolladığı haber üzerine, Karesi (Balıkesir) yöresindeki on oniki bin kişilik kendi aşiretini almış ve Konstantinopolis boğazından geçirerek Bizans imparatoru VIII. Mihail’in kendilerine tahsis ettiği Dobruca steplerine götürmüş ve yerleştirmiş olabilir. Sıradan bir dervişin böyle bir işi başarabilmesi, göç gibi önemli bir olay konusunda büyük bir Türkmen aşiretine sözünü geçirme ihtimalinin çok zayıf olması itibariyle, imkansıza yakın derecede zordur. Böyle önemli bir işi ancak o aşiretin iç inde çok yüksek bir nüfusu olan biri, kısaca lider konumuna sahip birisi becerebilir. Bu sebeple biz, Sarı Saltık’ın yalnız bir şeyh değil, aynı zamanda aşiret reisi olması gerektiğini düşünüyoruz. (Sayfa: 67-68)

….

Şu halde bu anlatılanları bir arada değerlendirdiğimiz zaman, Sarı Saltık ve aşiretinin Dobruca’ya yerleşmesinden çok daha eski tarihlerde, Dobruca ve havalisinde Hıristiyanlığın, Ortodoksluğa mensup yönetici ve yüksek tabaka hariç olmak üzere, büyük çoğunluğuyla Bogomiller’den oluşan heterodoks bir toplumsal ve dini taban teşkil ettiğini; Sarı Saltık zamanında artık mevcut olmasalar da, Müslüman kolonilerinin muhtemelen İsmaililer’den meydana gelen bir İslam heterodoksisi oluşturduğunu, İsmaili tesirler ağırlıklı bu teterodoksiyi Sarı Saltık’la gelen Türkmenler’in pekiştirdiğini tahmin edebiliriz. Her ne kadar Balkanlar’daki bu karmaşık dini zeminin analizi konusunda bugün için bazı problemlerin çözülmesine ve bu sebeple daha detaylı araştırmalara ihtiyaç varsa da, çizmeye çalıştığımız bu kaba taslak yapı profili dahi, Sarı Saltık ve kolonisinin nasıl bir dini zemine geldiğini göstermeye bir parça da olsa yetecektir.

İşte Sarı Saltık ve kolonisi, bu heterodoks zemine Anadolu Türkmenleri’nin Babai isyanından çıkmış yeni heterodoks İslam anlayışını taşıdı. Bugün onun kısmen Bulgaristan, kısmen de Romanya topraklarında kalmış eski faaliyet alanlarında Bektaşilik ve Alevilik gibi, artık biribiri içine geçmiş iki heterodoks İslami toplumun mevcudiyeti bir tesadüfün değil, böyle bir tarihsel arkaplanın Osmanlı fetihleri ile devamından başka bir şey değildir. Bu iki zümrede bugün de canlılığını koruyan hulul ve tensüh merkezli heteredoks İslam inançlarının temeli, Bogomilizm’den Müslümanlığa geçen Hıristiyanlarca, İsmaili hakıyyeleriyle, Sarı Saltık ve aşiretiyle 1263/64’lerde buralarda atıldı ve XVI. Yüzyılda da Safavi propagandasıyla gelişti. Günümüzde Romanya Bektaşileri ile Deliorman Alevileri’nin kökeni büyük bir ihtimalle işte bu şekilde oluşmuş olmalıdır. (Sayfa: 98-99)

… Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz sanıyoruz: Bugün artık Sarı Saltık’ın gerçekte Alevilik ve Bektaşilik ile bir ilgisinin bulunmadığını söylemenin, bu çevre mensuplarınca hiçbir kıymeti yoktur. Sebebi ise gayet açıktır: Bugün Balkanlar’da çok güçlü bir şekilde, kendinden sonraki bütün evliyadan daha canlı olarak yaşayan Sarı Saltık kültü, bütünüyle Bektaşiliğin ve Aleviliğin damgasını taşır. Başka bir deyişle, ona öldükten sonra ölümsüzlük kazandıran bunlar olmuştur. Bu sebeple bugün halkın hafızasında yaşayan Sarı Saltık Bektaşidir, Alevidir. Halk arasında dolaşan menkabeleri da bunu göstermiyor mu? (Sayfa: 124)

 

Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık, Popüler İslam’ın Balkanlardaki Destani Öncüsü, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2002, Ankara

 

 

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın,  RUMELİ'DE SARI SALTUK'UN İZLERİ VE OHRİ’DEKİ  SVETİ  NAUM / SARI  SALTUK  ZİYARETGÂHI yazısından alıntı.

 

Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli'nin fethi esnasında gazalara katılan, kahra­man­lığı ve velayeti ile daha yaşarken efsane­vî bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır [1].  Hayatı etrafında oluşan menkıbelere diğer gazi ve velilerin  menkıbe­le­ri de karışmıştır. Bu sebeple Sarı Saltuk'un gerçek hayatı ile ilgili bilgileri elde etmek son derece güçleşmiştir. Tarihî kaynaklarda yer alan Sarı Saltuk ile ilgili bilgiler Sarı Saltuk'un gerçek hayatını ortaya koyacak nitelikte değildir. Gerçek hayat ile menkıbevî hayat birbirine karışmıştır. Üstelik tarihî kaynakların Sarı Saltuk hakkında verdikleri bu bilgilerin bazan birbiriyle çeliştiği de görülmektedir.

Sarı Saltuk'un destanî şahsiyeti ile ilgili bilgileri çeşitli menakıb-nâmelerde [2] ve velayet-nâmelerde [3] bulabilirsek de hiç şüphesiz bu konuda en önemli kaynak, doğrudan doğruya Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Ebül­hayr-ı Rûmî adındaki bir yazar Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır [4].

Saltuk-nâme'ye göre Sarı Saltuk'un asıl adı Şerif Hızır'dır [5]. Babasının adı  Seyyid Hasan'dır. Şerif Hızır, üç yaşındayken babasız kalır. Şerif'in yetiştirilme­si işini Seravil adındaki bir lala üstlenir [6]. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç kul­lan­mayı öğrenen Şerif Hızır, Türk destanlarındaki alp tipinin önemli bir örneğini teşkil eder.

Şerif Hızır'ın Saltuk adını alışı ise bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek, kişinin gösterdiği kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı'nda örnekle­ri­ni gördüğümüz ad alma-ad verme olaylarının [7] benzerleri Saltuk-nâme'de de yer almak­­tadır. Kahramanımıza Saltuk adını, savaşta yendiği Alyon adlı bir düşmanı  vermiştir. Müslüman olan Alyon'a da Saltuk, İlyas adını verir [8]. Bu ad verme olayı dışında eserde geçen diğer ad verme olayları Saltuk'a yenilerek Müslüman olan kişilere Saltuk tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidir [9].

Sarı Saltuk, bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere sa­hip­­tir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korkunun zerresi bile yoktur. Tek başına düş­man içine yanar od gibi girmekte, düşman kalelerini fethetmektedir. Aman  dile­yen düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-nâme'de, yiğitte bulunması gereken özel­lik­ler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve yiğitçe gezmek olarak sırala­nır­ken, Sarı Sal­tuk'un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir.

 

… Dobruca bölgesinin Romanya'da kalan kısmında Babadağ olarak anılan küçük bir kasabada Sarı Saltuk türbesi vardır [50]. Burada yatan kişinin gerçekten de Sarı Saltuk olduğuna dair kaynakların bulunduğuna yukarıda değinmiştik. Kuzey Dobruca’daki 9.000 nüfuslu bu kasabanın güney kısmındaki Maçin sokağında Sarı Saltuk türbesi ve bu türbenin karşısında da yaz kış akan Baba Pınarı bulunmaktadır. Türbe yakın zamanda bir onarımdan geçirilmiştir. Ancak, bu onarım sırasında türbenin tarihî yapısı kısmen kaybolmuştur. Türbe, bugün de kasabadaki ve çevredeki Türkler tarafından ziyaret edilmektedir. Türbeyle Vedat Tairoğlu adlı Babadağlı bir Türk ilgilenmektedir. Babadağ’ın yaşlıları, eskiden bu türbenin yanında bir bina daha bulunduğunu söylüyorlar. Arif Reyip’in dedesinden dinlediğine göre bu bina eskiden tekke olarak kullanılıyormuş[51]. Evliya Çelebi’nin Seyahat-nâme’de büyük bir hayranlıkla anlattığı bu türbe ve tekkeden bugün sadece üzeri kapalı bir mezar kalmıştır. Kasabanın en yaşlı kadını Sıdıka Emriye Hanım eskiden beri türbenin ziyaret edildiğini, kadınların adaklar adadığını anlatıyor. Çocukluğunda  türbe ziyaretinin büyük bir tören şeklinde yapıldığını, Hıristiyanların da türbeyi ziyaret ettiğini[52] belirtiyor[53].  Günümüzde ise Hıristiyanlar artık bu türbeyi ziyaret etmiyor. Kasabadaki bir başka ziyaretgâh olan Koyun Baba'yı Müslümanların yanı sıra Hıristiyanlar da ziyaret etmektedir köpa cialis. Sarı Saltuk türbesini ziyaret eden kadınlar dileklerinin olması için türbede dualar okumakta, mum yakmaktadır. Eve döndükle­rin­de koku çıkarma olarak adlandırdıkları kızgın yağda hamur kızartma işini yapmaktadır[54]. Anadolu’da lokma dökme olarak adlandırılan bu geleneğin Babadağ’da koku çıkarma olarak adlandırılması dikkat çekicidir. Kokunun ve tütsünün eski Türk inancı içerisinde, özellikle nazardan, büyüden ve tehlikelerden korunmakta önemli bir yeri olduğu bilinmektedir[55].  Bu hamurlar daha sonra hayır için üç veya yedi eve dağıtılmaktadır. Bunlar da Türk inanç sistemi içerisinde yeri olan sayılardır.

 

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın,  RUMELİ'DE SARI SALTUK'UN İZLERİ VE OHRİ’DEKİ  SVETİ  NAUM / SARI  SALTUK  ZİYARETGÂHI, ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ, (  http://turkoloji.cu.edu.tr/CAGDAS%20TURK%20LEHCELERI/6.php)

    

Machıel Kıel’in Makalesinden Alıntı…

… Tarihî kaynaklara göre Sarı Saltuk, Dobruca’ya yerleşmesinden vefatına kadar irşad faaliyetlerini sürdürmek amacıyla çeşitli tekke ve zâviyeler açmıştır. Dobruca’daki Sarı Saltuk, Kaligra’daki Sultan (Yılan) Tekkesi, kendisinin bizzat açtığı ve faaliyette bulunduğu tekkeler olarak bilinmektedir. Sarı Saltuk’un adına ölümünden sonra açılan tekkeler Babaeski’deki Eski Baba Tekkesi ile Kütahya Şeyhlü’deki Sarı Selcük Tekkesi’dir. Sarı Saltuk uğradığı yerlerde önemli hizmetlerde bulunduğundan adına makam-türbeler oluşturulmuştur. Saltuknâme’ye göre başlıcaları Kalliakra (Bulgaristan), Babadağı (Romanya), Blagay (Hersek), Ohri (Makedonya), Kruya (Akçahisar / Arnavutluk), Rumelifeneri (İstanbul), Babaeski (Edirne), Bor (Niğde), Diyarbakır, Tunceli ve İznik gibi merkezlerde olmak üzere Sarı Saltuk’un pek çok türbesi bulunmaktadır. Babadağı’ndaki zâviye 1484’te II. Bayezid’in emriyle külliyeye dönüştürülmüş ve etrafında yeni bir şehir olarak Babadağı kurulmuştur. Buradaki zâviye XVIII ve XIX. yüzyıllardaki Rus istilâlarında yok olmuş, 1828’den sonra yaptırılan tek kubbeli basit türbe binası zaman zaman onarılarak korunmuş, son olarak Türk iş adamları tarafından restore ettirilip 26 Ekim 2007’de ziyarete açılmıştır.

Önceleri hıristiyanların da ziyaret ettiği türbe halen hem ziyaretgâh hem önemli tarihî bir mekân olarak korunmaktadır.

Kalliakra’da Sarı Saltuk’a ait bir zâviyenin varlığı, XVI ve XVII. yüzyıl kaynaklarında temellükâtı ve dervişlerinin isimleri zikredilmek suretiyle belirtilmektedir. Kaynaklar o dönemde Sarı Saltuk’un hâtırasının yaşadığını gösterse de zâviye bugün mevcut değildir. Kruya, Ohri ve Blagay’da bulunan türbeleri yanı başlarındaki yapılarla hâlâ birer ziyaretgâhtır. Arnavutluk’un Kruya kasabasındaki (Akçahisar) Sarısaltuk tepesinde bir mağaranın içinde basamaklarla inilen tekkedeki türbe 975’te (1567-68) veya daha geç yapılmış olmalıdır. Ohri’de Sveti (Aziz) Naum Manastırı’ndaki şapelde yer alan türbe hıristiyanların Slav asıllı hıristiyan bir azize, müslümanların ise Sarı Saltuk’a ait kabul ettikleri bir yerdir. Kosova’da Dragaş’a yakın Plava köyünde, Jur köyünde, Virmica-Dragaş kavşağının sağında, Paştrik dağının tepesinde, Yakova - İpek arasındaki Pirlepe köyünde Sarı Saltuk makamları vardır. Bunlardan İpek’te bulunan ve her yıl 2 Ağustos’ta büyük kutlamalar yapılan türbe sarılık hastalığına yakalananların ziyaret ettiği bir mekândır.

….

Machıel Kıel KAYNAK: Bu metin Türkiye Diyanet Vakfı (TDV), İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nden alınmıştır. (İslam Ansiklopedisi, Cilt: 36; sayfa: 147)

 

Balıkesir Üniversitesi’nden Aydın Ayhan’ın Makalesinden Alıntı…

Rumeli’nin Türkler tarafından fethinden sonra Kazdağı Türkmenlerinin bir kısmının Yakup Ece önderliğinde yeniden Rumeli’ne geçerek pirlerinin başlatmış olduğu mukaddes vazifeyi sürdürmek için serhat boylarına dağılıp belki de daha sonra “akıncı gaziler” teşkilatlarının çekirdeğini teşkil ettiler.[80]

Tarih içinde gerek Rumeli’nde gerekse Anadolu’da Alevi inançlı bazı gruplara “Işıkçılar Cemaati” dendiği kaydedilmektedir. “Işıkçı” diye anılan gruplar arasında Sarı Saltık Baba’ya bağlıların da olduğu, ya da o devirlerde “Rafizi”, “Kızılbaş” veya “Alevi” olarak adlandırılan bütün gruplara Rumeli ve Anadolu’da “Işıkçılar” deniliyordu.[81] bazı Osmanlı kaynaklarında “ışıklık” Bektaşî-Alevî toplumu içinde bir tarikat mertebesi olarak da kabul edilmekteydi.[82]

“Işıklar”ın “Devlet-i Alîye’nin birçok yerinde tekkeler, dergâhlar açtıkları,[83] sık sık Sünni inançlı devlet yönetimi ve halkla inanç, adet, ibadet şekilleri bakımından ters düştükleri, şikâyet edildikleri, tekke ve dergâhlarının devamlı teftiş edilip cezalandırıldıklarını, bayramlarda, belkide nevrûz ve kandillerde de kös, küdüm, dümbelek, nekkâre ve saz çalarak dolaştıklarını ve bunların bu davranışlarının[84] ve hattâ kurdukları vakıflarının bile engellendiğini görüyoruz.[85]

“Işık” kelimesi anlam olarak 13.asır Türkçesi ile “ışk” o zamandan kalan bütün metinlerde aşk anlamındadır.[86] (Bu konuda rahmetli Bedri Noyan Dedebaba ile aramızda aramızda bir fikir ayrılığı oluşmuştu. Bedri Noyan Dedebaba, akşam olunca bütün Bektaşi dergâhlarında “çerağ uyandırılır” Bunun için bunlara “Işıkçılar” denilmiştir, diyordu. Oysa akşamları, bütün dergâhlarda, hankâhlarda, zaviyelerde, tekkelerde, türbelerde ışık uyandırılır. Sultan Bayezid buraları feth ederken, geçtiği her yer Hıristiyan diyarı idi. Ama bence “Işkçı” tabiri, Sultan buraya gelince, kendileri gibi Türkçe konuşan dervişlere rastlamış, onlara kim olduklarını sorduğunda: “Biz ışk ehliyiz, Sultanım.” Diye cevap vermelerinden kaynaklanmaktadır.

“Saru Saltuk Baba” Balkan Türkleri ve Müslümanlığı arasında bu güne kadar yaşayagelmiştir. Sarıu Saltuk Baba’nın Hakk’a yürümesinden en az iki yüz elli sene sonra kaleme alınan “Otman Baba Velâyetnamesi’nde bile Sarı Saltuk Baba’nın kendisinde “hulûl” ettiği iddiasındadır.[87]

“Işıklar” aleyhine verilmiş 1558 ve daha sonraki yıllarda birçok hüküm varsa da gerek Kaligra’daki Sarı Saltık Dede ve gerekse Varna’daki Akyazılı Baba tekkelerinin bütün suçlamalara rağmen kapatılmasına dair bir teşebbüs yoktur.[88]

Verilen emir ve hükümler buralarda şarap yapan, tekkelerde saz çalan, namaz ve Sünni inancı ile alay eden kişilerin cezalandırılmaları, men edilmeleri yönündedir.

Rumeli’nde Dobruca ve Deliormanlar bölgesinde bugün bile Alevî inançlı Işıklara, Abdallara ve Sofulara ait köyler bulunmaktadır.[89]

1643 de buralara gelen Evliya Çelebi[90] oralarda anlatılan efsaneyi, “Kelegra Sultan Tekkesi ve kalesi” başlığıyla Sarı Saltık Tekkesini uzun uzun anlatmıştır.[91] Tekkeyi ziyaret eden Evliya Çelebi burada şeyhin; ağaç kılıcı, sapanı, def ve kudümü, sancağı ve bayraklarının hala durduğunu, dervişlerinin Ehlisünnet akidesine bağlı ilim ve fazilet ehli olduğunu kaydetmektedir.

Bölge Osmanlılar tarafından ilk defa Yıldırım Bayazid Han tarafından feth edilmiştir. Daha sonra buradaki kale, belki de “Fetret Devri”nde elden çıkmış, 2. Bayazid devrinde yeniden Türklerin eline geçmiştir.[92] Zamanla kale harap olmuş, sık sık Kazaklar tarafından baskına uğradığından 4. Murad Han’ın emriyle Özi Muhafızı Koca Kenan Paşa tarafından yeniden güçlü bir şekilde inşa ettirilmiştir.

1967 ve 1971’de buraları gezen Michael Kiel, buradaki eserlerin “93 harbi”nde harap edildiği ve şimdi çok kötü durumda olduğunu yazmaktadır.

Sarı Saltık Gazi, çevredeki Hıristiyanlardan da çok hürmet görmüş ve benimsenmiştir. Özellikle Ortadoks Bulgar halk tarafından bir aziz gibi; Sveti Nikola (Aziz Nikola), Aziz Spyridon, Aziz Naum diye kabul görmüştür.[93] Hatta Aziz Georgios, Aziz Elias, daha sonraları Aziz Simeon ve Kara Koncolos yerine de konulmuştur.[94]

Sarı Saltık Baba (Dede, Gazi) Türk-İslam âleminde derin izler bırakmış, özellikle Rumeli’ndeki Müslümanlar üzerinde ve Alevi-Bektaşi inancı çevresinde hürmet gösterilen, saygı ile anılan bir yol önderi olmuştur. Baba’nın manevi şahsiyeti o kadar derindir ki sıkıntılı zamanlarda imdada çağrılanlardan olmuştur. Bu inanç çerçevesinde Rumeli’ni İslamlaştıran, her zaman menkıbelerde anılan bir “Alperen”dir.

Genç Abdal’la Hacı Bektaş geldiler

Sar Saltığı Rumeli’ne saldılar

Şükrolsun dertlere derman oldular

Tavafın kabuldür abdal dediler. [95]

 

Yönümü döndürdüm Sarı Sultan’a

Ali muratları vere sabahtan

Yüzümü süreyim Seyit Battal’a

Mahlûkun Zülfikâr yolu sabahtan. [96]

 

Aydın Ayhan, Turan Jeopolitiği’den. http://turanjeopolitigi.com/bolgesel-calismalar/116-babadag-ile-ilgili-notlar.html

 

 

Neval Konuk’un çalışmasından…

 

Günümüzde türbe ve restorasyonda yapılan müdahaleler

 

Restorasyonu yapılan Sarı Saltuk Türbe binasının Sarı Saltuk’un ölümünden uzak olmayan bir zamandan kalmış olabileceği gibi, Rus istilasından sonra yapılmış olabileceği tahmin ediliyor. Yapı, kare planlı olup, içten tromp geçişli – kubbe ile örtülüdür. Türbenin önünde, iki tarafı duvarlı ve yaklaşık 3. M. Derinliğinde bir sundurma bulunmaktadır. Restorasyon esnasında, esas mekân örtü sistemi ile sundurmanın üst örtüsü alaturka kiremitle tamamen yenilenmiştir. Kubbenin ortasında da bir âlem konulmuştur. Türbe, içten içe 4.83X4.83 m. Ölçülerindedir. Duvar kalındığı, 0.96 m.dir. Türbenin dış cephesi tamamen sıvanarak, moloz taş duvar örgüsü kapatılmıştır. İç kısmında ise, pencerelere kadar olan duvarların alt kısmı ile üstlerde de tromplar moloz taş örgüsüyle bırakılmış, diğer yerler sıvanarak kapatılmıştır. Bu moloz taşlı olan kısımların derzleri ise, harçla yenilenmiştir.

Türbenin bahçesinde hicri 1050 (miladi 1640-41) tarihinde vefat eden İbrahim Çelebi’nin mezarı ile bir mezar taşı içinde, avlunun kuzey –batı köşesinin karşısında kabirler düzenlenmiştir.

 

…  Restorasyon; Nihayetinde 27 Haziran 2006’da başlayıp, Haziran 2007’de tamamlanan restorasyon, toplam 65.500 AVRO’ya mal olmuştur. Ertan ve Erkan Demirhan kardeşler 28.500 AVRO, TİKA 27.000 AVPO, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı 10.000 AVRO vererek, restorasyonun finansmanın sağlamışlardır.

 

Romanya Babadağ Sarı Saltuk Türbesi Restorasyonu, Hazırlayan: Neval Konuk, Sarıyıldız Basımevi, Siteler, 2007,  Ankara

 

 

 

Sarı Saltık’la İlgili Birkaç Kitap ve Makale

 

  • Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık, Popüler İslam’ın Balkanlardaki Destani Öncüsü, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2002, Ankara

 

 

  • Machıel Kıel  KAYNAK: Bu metin Türkiye Diyanet Vakfı (TDV), İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nden alınmıştır. (İslam Ansiklopedisi, Cilt: 36; sayfa: 147)

 

 

  •  Neval Konuk, Hazırlayan, Romanya Babadağ Sarı Saltuk Türbesi Restorasyonu, Sarıyıldız Basımevi, Siteler, 2007,  Ankara

 

 

Romanya gezisini tamamlayıp Türkiye’ye dönünce internet üzerinden bir araştırmaya girince 2015’de Romanya’da bir sempozyum daha yapılacağını öğrenmiş oldum.

 

Davet

 

BİRİNCİ DUYURU

Değerli Araştırmacılar,

 

Bilgi, iletişim ve teknoloji çağı olarak adlandırabileceğimiz günümüz dünyası hızlı bir değişim ve gelişim göstermektedir. Ancak bu gelişmelerin ışığında millî ve manevî değerlerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması da bir o kadar zorunluluktur. Geçmişinden, kültüründen ve köklerinden uzaklaşan, kopan milletler tarih sayfasından silinmeye mahkumdurlar.

Türkler ve Türk tarihi için en az Anadolu ve Orta Asya kadar önemli bir coğrafya da Balkanlardır. Tarihî belgelere bakıldığında sanılanın aksine, Türklerin Balkanlara komşu bir millet değil, doğrudan doğruya 1640 yıldan beri Balkanların yerlisi olan bir millet olduğu anlaşılmaktadır.

Balkanların Türkleşmesi ve İslamlaşmasında pek çok insanın katkısı olmuştur. Bu amaç uğrunda üstlendiği görevle özellikle Sarı Saltuk Gazi ismi öne çıkmaktadır. Bu Türkmen dervişinin Balkanlara gidişinin birtakım sosyal, kültürel ve bilimsel etkinliklerle anılması, Sarı Saltuk Gazi’nin ve onun menkıbevi hayatını konu alan Saltuknâme’nin kültür tarihimiz açısından öneminin yeni bilgi,  belge ve araştırmalar ışığında gün yüzüne çıkarılıp kamuoyuna duyurulması ve sonuç itibariyle böylesi etkinliklerle arzulanan Balkan barışına katkı sağlanması, Balkan ülkeleriyle dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin artırılması bir gereklilik arz etmektedir.

Bu ve benzeri gerekçelerle Trakya Üniversitesi, Yunus Emre Enstitüsü, Türk Dil Kurumu ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) iş birliğinde, 6-9 Mayıs 2015 tarihinde Bosna Hersek’in Saraybosna şehrinde  II. ULUSLARARASI SARI SALTUK GAZİ SEMPOZYUMU” düzenlemek istiyoruz.

Bu sebeple ,“Sarı Saltuk”, “Sarı Saltuk ve Balkanlar” genel başlıkları çerçevesinde çalışmalar yürüten değerli araştırmacıları bu bilimsel etkinliğe bildirileri ile katılmaya davet ediyoruz.

 

               Doç. Dr. Rıdvan CANIM                                                   Prof. Dr. Yener YÖRÜK

     TÜ Balkan Araştırma Enstitüsü Müdürü                                 Trakya Üniversitesi Rektörü

 

 

 

Çavuşesku Hakkında bir yazı…

 

Batı Destekli Romanya Darbesinin 25. Yılı

Ölüme Eğilmeyen Lider Çavuşesku

 

Ercan Dolapçı

 

Romanya Sosyalist Cumhuriyeti, Balkanlar'ın sanayileşmiş önde gelen ülkesiydi. Yugoslavya gibi çok yönlü dış politika güdüyor ve kendi ayakları üzerinde bağımsız olarak durmaya çalışıyordu. 24 yıldır ülkeyi yöneten Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku, Batı destekli darbe sonrası 25 Aralık 1989 günü eşiyle birlikte kurşuna dizilerek ketledildi. Çavuşesku'nun darbecilere söylediği "Ben yalnızca işçi sınıfına cevap veririm: Halk, dış güçlerle birlikte ülkeyi yıkmak isteyen, darbeci çeteyi yok etmek için mücadele etmelidir" sözleri hafızalara kazındı. Onurlu duruşuyla ezilen dünyada büyük hayranlık bıraktı.

Varşova Partı ülkesi olmasına rağmen Sovyetler Birliği'ne karşı bağımsızlığına titizlenen Çavuşesku'nun Romanyası, bugün, sıradan bir AB üyesi olarak yerlerde sürünüyor. 90 milyar Euro dış borçla boğuşan Romanya, güçlü sanayisini ve tarımını kaybetti.

 

ÇAVUŞESKULAR KURŞUNA DİZİLDİ

Romanya darbesi, 1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla art arda başlayan Batı destekli renkli devrimlerin ilk hamlesiydi. Sovyet Rusya (SSCB)'da Mihail Gorbaçov'un iktidara gelmesiyle başlayan "Açıklık" ve "Yeniden Yapılanma" adı altında hızlı geriye dönüş ve Batı karşısında havlu atma politikası, kısa sürede Doğu Avrupa'yı sardı ve sonunda Sovyetler Birliği ve onun müttefiki Varşova Paktı ülkelerindeki zayıf sosyalist rejimlerin yıkılmasına neden oldu. İşte bunların en kanlısı Romanya'da meydana geldi.

 

ÇOCUKLARI BİLİM ADAMI

ABD ve AB ülkelerinin tertibiyle içerdeki işbirlikçiler harekete geçirildi. 16 Aralık günü başlayan olaylarda, dünya basınının da desteğiyle ülkede 'katliam' yapılıyor yaygarası koparıldı. Macar azınlığının yaşadığı Temeşvar'da 'katliam yapılıyor' denilerek hastane morglarındaki cesetler sergilenerek katilama 'gerçeklik' kazandırıldı. 'Özgürlük' sloganlarıyla günlerce süren eylemler sırasında, ordu en öndeydi. Bu oldu bitti içinde Devlet Başkanı Çavuşesku ve Kimya Mühendisi eşi Dr. Elena Hanım (Bilim adamı olan üç çocukları vardı) 22 Aralık günü kaçırıldı. 25 Aralık günü alel acele sözde bir yargılama sonrası kurşuna dizildi. Romanya derin bir sessizliğe ve ardından da ekonomik çöküntüye uğradı. Romen devrimiyle elde edilen bütün kazanımlar bir bir elden çıkmaya başladı.

 

YOKSUL HALK ÇOCUĞUYDU

Nikolay Çavuşesku, 10 çocuklu yoksul bir köylü ailenin üçüncü çocuğu olarak 26 Ocak 1918 günü dünyaya geldi. 11 yaşında köyünden ayrılıp Bükreş'e geldi ve burada atölyede çalışmaya başladı. 15 yaşında Genç Komünistler Birliği ve Komünist Partisi'ne üye oldu. Tutuklandı. İkinci Dünya Savaşı'nı hapiste geçirdi. Faşist yönetime karşı mücadelesini burada da sürdürdü. 23 Ağustos 1944 ayaklanmasında silahlı mücadelenin önündeydi. Faşist yönetimi yıktıktan sonra iktidara gelen yönetimin, ekonomi ve toprak reformu politikalarını yönetti. 1946'da milletvekili oldu. Tarım Bakanlığı yaptı. 1952'de KP Merkez Komite üyesi oldu. 1965 yılında KP Birinci Sekreteri oldu. Hızla yükselerek 1967'de Devlet Konseyi Başkanı oldu. 1974 yılında da Meclis,Cumhurbaşkanı ünvanı verdi.

 

ROMANYA'YI SANAYİ ÜLKESİ YAPTI

Romanya'yı sanayi ve tarımda kendine yeterli ve daha sonra önemli ihracat ülkesi yaptı. 1966 yılından itibaren çok yönlü dış politika uyguladı. Ezilen ve gelişmekte olan ülkelere destek verdi. Balkanlarda dostluk ve barıştan yana oldu. Türkiye ile iyi ilişkilere önem verdi. Üniversiteye kadar eğitim ücretsizdi. Okuma yazma oranını yükseltti. Kültür, sanat ve spora önem verdi. Dünya çapında sporcular yetiştirdi. Ülkede çiçekten sonra en çok kitap satılıyordu. Kalkınma hamlesi sırasında yapılan doş borçları ödemek için, sıkı tasarruf politikası uygulamış ve dış borcu sıfırlamıştı. 23 milyonluk ülkenin, 2010 yılı dış borcunun 90 milyar Euro olduğu düşünülürse, Romanya'nın geldiği yer daha iyi anlaşılır.

 

ROMEN BİRLİĞİNE ÇALIŞTI

Romenler tarih boyu en çok birlik konusunda sıkıntı çekti. Üç unsurun (Wallachia, Moldovya ve Transsilvanya) birleşmesiyle doğan Romanya, çeşitli dönemlerde bölünme ve işgale uğradı. Bunu bilen Çavuşesku, ülkede etnik unsurların kardeşçe yaşaması için 'birlik' politikasına önem verdi. 1972 yılında yaptığı bir konuşmada şunlara vurgu yaptı:

"Yaşanan günler inkâr edilemeyecek bir gerçeği, Romanyalılar, Macarlar, Almanlar, Türkler ve diğer azınlıkların, tarihin getirdiği zorluklara karşı çıkmayı, sömürücü ve zalimlere karşı mücadelede muzaffer olmayı, kalkınma yolunda yürümeye devam etmeyi, ancak, kardeşçe bir birlik halinde savaşarak başarabileceklerini açıkça ortaya koymuşlardır. İşte bunun için, halktan başka hiç kimse birliğin kuruluş şerefine sahip çıkamaz." (İlhan Çevik, Romanya, 1974, s.68-69)

 

AYDINLIKÇILAR 'DARBE' DEDİ

Romanya olaylarını Aydınlıkçıların 2000'e Doğru dergisi, 31 Aralık 1989 tarihli sayısında kapak haberden "Sovyet-ABD işbirliği sunar: Romanya'da ordu darbesi" başlığıyla verdi. BaşyazarımızDoğu Perinçek ise "'Büyükelçi' Sürünmesi" başlıklı yazısında şunlara değindi:

"Çavuşesku, o Jivkovlardan, Husaklardan farklıydı. Yaşarken de farklıydı, kurşuna dizilirken de. Ülkesine SSCB orduları "davet" etmedi. Çekoslovakya'nın işgaline karşı çıktı yiğitçe. ABD ve SSCB tehditleri karşısında eğilmedi, kurşuna dizilirken eğilmediği gibi. Afganistan'ın işgaline Varşova Paktı içinde tek başına karşı çıktı. Bulgaristan'daki Türk azınlığa yapılan baskılara gene tek başına karşı çıktı Doğu Avrupa'da. Çevresinde düşmanlar yaratmayı göze aldı bunları yaparken.

Demek ki, bir davası vardı. Derken Malta'da Lambada yaptı Bush ile Gorbaçov. Çavuşesku,

ABD-SSCB işbirliğinin ne anlama geldiğini çoktan görmüştü ve göğüs gerdi onlara. Kimin için? Bütün mazlumlar, bütün yoksullar için. Süper devletlerden birine yaslanıp, "İsviçre'deki kasalarını doldurabilir", "seks âlemlerini sürdürebilir"di. Demek ki, onun için iktidarda oturmaktan önce gelen değerler vardı. Kurşuna dizilmeden önce haykırdığı değerler!

Çavuşesku'ya dün saygı duyuyordum, kurşuna dizildikten sonra gene saygı duyuyorum. Çünkü "büyükelçi" değilim. Dünyada tek bir insanın bile "büyükelçi" olarak kalmasından derin acı duyarım. Romanya'nın boğazlanmasını düğün bayram alkışlayan budalalar, bütün mazlum insanlığın ve kendi halkımızın da hangi tehditlerle karşı karşıya olduğunu hiç düşünüyorlar mı acaba?"

 

26 Aralık 2014, Cuma, Aydınlık Gazetesi.

 

 

 

Romanya

 

Romanya (Rumence:/ro.mɨˈni.a/   România (yardım·bilgi)) veya resmî adıyla Romanya Cumhuriyeti, Orta Avrupa'nın güney doğusunda, Balkan Yarımadası'nın kuzeyinde bulunan bir ülke. Ülke kuzeyde ve kuzeydoğuda Ukrayna, kuzeydoğuda Moldova, kuzeybatıda Macaristan, güneybatıdaSırbistan, güneyde Bulgaristan ile komşudur. Ayrıca ülkenin doğuda Karadeniz'e kıyısı vardır.[3]

Avrupa Birliği üyesi olan ülke birlik ülkeleri içinde 7. büyük yüz ölçümü,[4] 9. büyük nüfusa sahiptir.[4][5] Ülkenin başkenti ve en büyük kenti konumundaki Bükreş, 2,2 milyon nüfusu ile Avrupa Birliği'nin en büyük 6. kentidir.[6] Erdel bölgesinin büyük kentlerinden Sibiu2007 Avrupa Kültür Başkenti seçilmiştir.[7]

Romanya, Avrupa Birliği[8][9]Frankofon[10]Latin Birliği[11]Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı[12][13]Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü[14] gibi uluslararası kuruluşlara üyedir.

 

Tarih

 

Romanya Avrupa'nın en eski insan fosillerinin keşfedildiği ülkedir.[kaynak belirtilmeli2002 yılında Romanya'nın batısındaki bir mağarada keşfedilen (Kemikli Mağara Rumence: Peştera cu Oase) bu fosillerin 42.000 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilmektedir. Romanya topraklarında kurulan ilk devlet Trakların kurduğu Daçya Krallığıdır. Bu devlet 101-107yılları arasında Roma İmparatoru Trajan'ın orduları tarafından işgal edilerek Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti haline geldiler. Roma İmparatorluğu'nun çökmesinden sonra bu topraklar GotlarHunlarAvarlarSlavların istilasına uğradı.9.-11. yüzyıllar arasında Birinci Bulgar Devleti'nin bir parçası haline geldi. Bu dönemi MacarPeçenekKuman ve Tataristilaları izledi.

Rumenler tarihte ilk defa 14. yüzyılda kendilerine ait devletler kurmayı başardılar. Bu devletler 1310 yılında I. Basarab tarafından kurulmuş Eflak Beyliği ve 1352 yılında Dragoş tarafından kurulmuş Boğdan Beyliğidir. Günümüzdeki Romanya'nın bir parçası olan Erdel ise 10.-16. yüzyıllar arasında Macaristan Krallığı'nın bir parçasıydı. 15. ve 16. yüzyıllarda bu üç ülke de Osmanlı Devleti'nin himayesi altına girdiler. Osmanlı döneminde Eflak ve Boğdan tampon devletlerdi. Osmanlılara vergi verir, savaşlarda asker yardımı yaparlardı. Beyliklerin voyvodaları Rumen soyluları arasından Osmanlı padişahı tarafından atanırdı. Ayrıca bu beylikler İstanbul'un yiyecek ihtiyacını karşılamakta önemli bir rol oynarlardı. Ancak Osmanlılar Romanya'yı hiçbir zaman tamamıyla ilhak etmediler.Bükreş ve Yaş gibi büyük Romanya şehirlerinde sık sık Osmanlı vatandaşlarına rastlandıysa da oranları azdı. Bu şehirler hiçbir zaman SofyaBelgradSelanik veya Üsküp gibi Osmanlı karakteri kazanmadı. 18. yüzyılakadar Eflak ve Boğdan'ın voyvodaları Rumenlerin arasından seçilirdi. 18. yüzyılda ise Fenerli Rumlar arasından seçildiler. Bu durum 1826 yılında Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etti.

Osmanlılar 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı'nı kaybedince 1821 yılında Rusya'yla Bükreş Antlaşması'nı imzalayarak Besarabya'yı Rusya'ya bırakmak zorunda kaldılar. Besarabya Boğdan'ın Prut nehrinin doğusunda kalan kısmıydı. Bu anlaşma Boğdan'ı ikiye bölmüş oldu. 93 Harbi'nde Osmanlıların Ruslar karşısında aldıkları yenilgiden sonra 1878 yılında yapılan Berlin Antlaşması'yla Eflak ve Boğdan Osmanlı Devleti'nden bağımsızlıklarını kazandılar. Romanya adı altında birleştiler. Ancak Rusya 1821 yılında ele geçirdiği Besarabya'yı geri vermedi. Bu bölge daha sonra SSCB'nin Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline gelecekti.

1881 yılında Romanya Krallığı ilan edildi. Alman Hohenzollern Hanedanından Prens Karl Eitel Friedrich Zephyrinus Ludwig Romanya kralı olarak I. Carol adını aldı. Romanya I. Dünya Savaşı'na İtilaf Devletlerinin yanında (Osmanlılara karşı) katılarak savaştan karlı çıktı ve Avusturya-Macaristan'dan Erdel bölgesini aldı. Ancak II. Dünya Savaşı'nda taraf değiştirip Nazi Almanyası'nın yanında yer alarak faşizme yöneldi. 1944 yılında Kızıl Ordu Romanya'yı işgal etti. 1947 yılında komünist Romanya Halk Cumhuriyeti ilan edildi. 1967 yılında Nicolae Ceauşescu iktidarı ele gecirdi. Romanya'nın devlet başkanı oldu. 1989 yılında Romanya Devrimi'yle Ceauşescu iktidarı son buldu. Ceauşescu ve karısı alelacele düzmece bir mahkemede yargılanıp hemen kurşuna dizildiler. Böylece Romanya Batı tipi demokrasiye geçti.[kaynak belirtilmeli2004 yılında NATO'ya 1 Ocak 2007 tarihinde de Avrupa Birliği'ne katıldı.

 

Rumenler Kimlerdir?

 

Rumenler ya da Romenler hatta Romanyalılar, nüfusunun çoğunluğu Doğu Avrupa'da ve Balkanlar'da yaşayan bir etnik gruptur. RumenlerRomanya nüfusunun çoğunluğunu oluştururlar. Rumenlerin komşu bir ülke olan Moldova'da yaşayan bir etnik grup olan Moldovalılarla dil ve kan bağları mevcuttur.

Rumenlerin sayısının dünya çapında 23,5 milyon civarında olduğu sanılmaktadır. Rumenlerin ana dili olan RumenceLatin kökenli bir dil olupMoldovca ile aynı dildir. Fransızcaİtalyanca ve İspanyolca ile benzerlikler taşır. Bu dili ana dil olarak konuşanların sayısı Romanya'da 16,87 milyona yakındır. Moldova'da ise bu sayı 2,5 milyon civarındadır. Romanya'nın civarındaki SırbistanUkraynaMacaristan ve Rusya gibi diğer ülkelerde 1 milyon civarında Rumen kökenli bir nüfus mevcuttur. Ayrıca İspanyaİtalya ve ABD'ye göç etmiş Rumenlerin sayısı da 1 milyon civarındadır.

Rumenler tarih boyunca kendilerine Rumen veya Romen adlarını vermişlerdir. Ancak diğer komuşu ülkeler onları genellikle Vlah veya Ulah olarak tanıdılar. Rumenlerin Osmanlı Devleti dönemindeki adı Ulahlar idi. O dönemde Romanya ve Moldova Eflak ve Boğdan adlarıyla biliniyordu. Romanya'nın 93 Harbi'yle bağımsızlığını kazanmasından sonra diğer dillerle birlikte Türkçe'de de Romanya ve Rumenler adları kullanılmaya başlandı.

 

Roman sözcüğü ile aşağıdakilerden biri kastedilmiş olabilir:

Roman, edebî tür

Romans, edebî tür

Roma İmparatorluğu'na ait/dair

Romanlar, Hint-Avrupa kökenli Çingene halkı

RumenlerRomanya halkı

 

Dobruca

 

Tarih

 

Bölge, Osmanlı Devleti döneminde Silistre Eyâletine tâbi iken bu eyâlet ile Niş ve Vidin Eyâletlerinin birlestirilmesi ile, 1864'te kurulan yeni Tuna Vilayetine dâhil edilmiş, 93 Harbi sonrasındaBerlin Antlaşması ile Kuzey Dobruca Romanya'ya, Güney Dobruca Bulgaristan'a koşulmuş, Balkan Savaşları sonrasında 1913 Bükreş Antlaşması ile Romanya Dobruca'nın hemen hemen tamamı üzerinde hakimiyet kurmuş, bu sınır I. Dünya Savaşı sonrasında Neuilly Anlaşması ile teyid edilmiş, II. Dünya Savaşı sürerken Mihver Devletleri tarafından 1940'da dayatılan Krayova Anlaşması le Bulgaristan Güney Dobruca'yı geri almış, bu sınır Paris Antlaşması (1947) ile onaylanmıştır. Günümüzde Romanya-Bulgaristan arasından kara sınırının yer aldığı tek bölge olan Dobruca'da iki ülke arasındaki sınırın uzunluğu 240 km'dir.

Bölge bereketli topraklarıyla bilinir ve tarih boyunca pek çok farklı kavmin yerleşimine konu olmuştur. Yerleşimler silsilesi içinde Milattan Sonra erken yüzyılllardan başlamak üzere birden fazla Türk halkı da yer almış, son olarak Osmanlı Devleti döneminde kült ve kültür tarihi açısından Güney Dobruca uzantısındaki Deliorman bölgesi Şeyh Bedreddin ile Kuzey Dobruca iseSarı Saltuk ile özdeşleşmiştir.[1]

 

Coğrafya

Dobruca sınırlarının Romanya'da Tuna Nehri'nin denize döküldüğü nokta olan Sulina (eski adıyla Sünne) kasabasından başlayarak Tuna hattı boyunca uzanan bir şekilde Bulgaristan'dakiTutrakan (eski adıyla Turtukaya) şehrine kadar devam ettiği, buradan Karadeniz'e uzanan bir çizgi ile de Dobriç ilinde Balçık şehrinin aşağısındaki Ekrene (Kranevo) sahil kasabasının güney sınırını oluşturduğu kabul edilir. Sünne-Ekrene sahil şeridi 320 km uzunluğundadır.

Yüzölçümü 23,262 kilometrekare olup, bunun 15,402 kilometrekaresi "Eski Dobruca" denilen ve 1877-1878 yıllarında yapılan 93 Harbi sonucunda Romanya'ya koşulan Köstence ve Tulça sancaklarını, 7,780 kilometresi güneydeki "Yeni Dobruca" denilen bölgeyi içerir. Karadeniz kıyısı 320 kilometre uzunluğundadır. Dobruca'dan geçen Romanya-Bulgaristan kara sınırının uzunluğu 205 kilometredir.

 

Babadağ

Babadağ (Rumence: Babadag) Romanya'nın Dobruca bölgesinde, Tulça ilinde 10136 nüfuslu bir kasabadır.

Kasabada Sarı Saltuk Türbesi bulunmaktadır.

 

(Vikipedi Ansiklopedisi)

 

 

ROMANYA

DEVLETADI: ROMANYA CUMHURİYETİ 
BAŞKENTİ: BÜKREŞ 
NÜFUSU: 23.332.000 
YÜZÖLÇÜMÜ: 237.500km2 
RESMİDİLİ: ROMENCE 
DİNİ : KATOLİK, PROTESTAN, ORTODOKS, İSLAM 

PARA BİRİMİ: LEY

 

Karadeniz'in batısında yer olan Romanya; güneyinde Bulgaristan ve Yugoslavya, batısında Macaristan, kuzeyinde Ukrayna ve doğusunda Ukrayna, Moldova ve Karadeniz ile sınırlı bir ülkedir. Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklar, Romanya topraklarında yerleşmiş ilk insanlar olarak bilinmektedir. Trakların bir kolu olan Daklar, M.Ö. 800-300 yılları arasında Burebista liderliğinde, Transilvanya merkez olmak üzere, Dakya Devleti'ni kurdular.

M.S. 106-271 yılları arasında Romalılar, Dakya topraklarını istilâ ederek, ülkede yaşayanları Romalılaştırdılar. Romanya topraklarındaki Türk hakimiyeti dönemi, Miladî 4'üncü yüzyılda Avrupa Hun Devleti ile başladı. Bu hakimiyet, daha sonra Hazar Devleti, Avar Devleti, Altınordu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu ile devam etti.Kuruluşundan kısa süre sonra, Balkanlar ve Avrupa'da fetihlere girişen Osmanlı Devleti, 1394'te Dovin, 1456'da Belgrad, 1475'te Vaslui ve 1476'da Schera seferleri ile Avrupa'da geniş bir nüfûz alanı oluşturdu. Romanya toprakları olan Eflâk ve Boğdan (Moldova), 16'ıncı yüzyılda, Türk hakimiyeti altında birer derebeylik haline geldi. Osmanlı Padişahının emirleri ile Eflâk ve Boğdan'ı idare eden yöneticiler, yine Osmanlı Sultanı tarafından tayin edilirdi. Eflâk Derebeyi Konstantin Brincoveanu ve Boğdan Derebeyi Dimitri, 1711'deki Osmanlı-Rus (Prut) Savaşı sırasında isyan ederek, Osmanlı'ya karşı, Birinci Petro yönetimindeki Rusya saflarında yer aldılar. 

Yaklaşık bir asır süren Osmanlı tâbiiyetinden sonra meydana gelen bu isyanların ardından, Eflâk ve Boğdan'da 'Voyvodalık' dönemi başladı. Esasen bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu için de duraklama dönemi başlamıştı.

1774'te Küçük Kaynarca Anlaşması ile Osmanlılardan bazı tavizler koparan Rusya, Eflâk ve Boğdan'a müdahale etme hakkını da elde etti. Bu anlaşmadan bir yıl sonra Bukovina, Avusturya'ya bırakıldı.1812'de, Besarabya bölgesi Osmanlıların elinden çıktı. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından Eflâk ve Boğdan, tamamen Rusya egemenliğine geçti. Yönetime gelen Kont Pavel Kiselev, Rusya'dan gördüğü destekle, bölgedeki Osmanlı Medeniyeti izlerini silmek için büyük tahribat yaptı.

Eflâk ve Boğdan eyaletleri 1859'da birleşerek, 1861 yılında Romanya adını aldı. 1878 Berlin Anlaşması ile Romanya'daki Türk hakimiyeti tamamen son buldu. Bir yıl sonra da, Romanya bir krallık oldu ve ülkenin başına 'ilk kral' olarak Birinci Carol geçti. Romanya, 1886'da tek meclisli anayasal monarşi düzenine geçti.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Romanya'nın sınırları genişledi. Besarabya, Bukovina, Banat ve Transilvanya Romanya sınırlarına katıldı. Fakat kısa süre sonra Romanya, Besarabya ve Kuzey Bukovina'yı Rusya'ya bırakmak zorunda kaldı. Ardından, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Dobruca'yı da Bulgaristan'a terketti. Ancak 1920'deki Trianan Anlaşmasıyla, Dobruca bölgesi tekrar Romanya'ya geçti. Bu arada, 1919-1944 arasındaki dönemde, ülkedeki Müslüman Türklerin büyük bölümü, yapılan baskılar sonucu Türkiye'ye göç etti. Türklerin boşalttığı yerlere Romenler iskân edildi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanya'nın önemli askeri lideri olan Marshal lon Antonescu, Rusya'ya karşı Almanya ile birleşmek için teşebbüste bulundu.Ancak Antonescu, Rusya'nın yönlendirmesi sonucu, Kral Michael tarafından bertaraf edildi ve Romanya, Rusya'nın yanında yer aldı.

Bu manevra, Romanya'nın Komünist Rusya'nın nüfûzu altına girmesiyle sonuçlandı. Ülke, 1947'de 'Halk Cumhuriyeti' adıyla, sosyalist bir kimliğe büründü. 1965'te kabul edilen yeni anayasa ile, Romanya'nın 'sosyalist karakteri' iyice belirginleşti. Ancak 1966'dan itibaren, Rusya'ya karşı bir bağımsızlık hareketi gelişmeye başladı. 1970 ve 1973'te, Romanya Devlet Başkanı Nicolai Çavuşesku (Ceausescu), 'karşı blok'un lideri olan ABD'yi ziyaret etti. Ardından 1976'da Romanya ile ABD arasında 10yıllık bir ticarî anlaşma imzalandı. Bu gelişme, Romanya'yı Rusya'nın etki alanından bir ölçüde uzaklaştırdı. 

Romanya, 1980'li yıllarda, Batılı ülkelerle giderek yakınlaştı. Komünist Blokun hızla sarsılmaya başladığı 1989 yılı sonlarında, Romanya'da da rejim aleyhtarı gösteriler başladı. Gösterilerin kanlı şekilde bastırılması, ülkedeki gerginliği daha da tırmandırdı ve Aralık ayında halk ayaklandı. Ordunun da halkın yanında yer alması üzerine, ülkeyi terketmek isteyen Çavuşesku ve eşi Elena yakalanarak, yargılandıktan sonra idam edildi. Böylece Romanya, Komünizmin 'kanlı şekilde çöktüğü' tek ülke oldu. Ülkede yönetimi üstlenen Ulusal Kurtuluş Cephesi, sosyalist rejime son vererek, çok partili demokratik sistemin yolunu açtı. İlk serbest seçimler de Nisan 1990'da yapıldı.

Coğrafî olarak, Romanya'nın yaklaşık yarısı, rakımı fazla yüksek olmayan dağlık bölgelerden meydana gelir.Geri kalanı ise; plato ve ovalardan oluşur. Doğu Karpat Dağları, ülkenin bir anlamda omurgasını teşkil eder.Ülkenin kuzeyinden güneydoğusuna doğru geniş bir kavis çizerek, yaklaşık 100 kilometrelik bir mesafe kat eden bu dağ silsilesi, daha sonra ülkenin batısına döner ve burada Transilvanya Alpleri adını alır. Dağ silsilesinin bu yapısı, Transilvanya Yaylası etrafında doğal bir duvar oluşturur. Ülkenin en yüksek noktası olan 2548 metre rakımlı Negoi Tepesi de, Transilvanya Alpleri'nde yer alır.

Karpatlar'ın doğu ve güney etekleri Boğdan ve Eflâk yaylalarıdır. Bu yaylalar, doğuda Prut Nehri ve güneyde Tuna Nehri arasında uzanır. Romanya'nın doğusunda, Tuna Nehri ve Karadeniz'le çevrelenen Dobruca bölgesi, ülkenin tek sahil şerididir. Romanya'nın Dobruca dışındaki diğer bölgeleri; Eflâk, Boğdan, Banat ve Transilvanya'dır.

Romanya, orta nemlilikte, tipik bir kara iklimine sahiptir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ise sert ve karlı geçer. Sonbahar uzun sürerken, ilkbahar daha kısadır. Ülkenin dörtte biri ormanlıktır. Sık ormanlar, önemli bir kereste kaynağıdır. Toprakların yaklaşık üçte birlik bölümü, tarım için son derece müsaittir. Ormanlık bölgeler hayvancılık için elverişlidir. En fazla yetiştirilen hayvanlar koyun, sığır ve domuzdur.

Ülkenin dağlarında ve eteklerinde zengin demir ve tuz yatakları bulunmaktadır. Ayrıca çok sayıda mineraller de vardır. Romanya, Rusya'dan sonra, Avrupa'nın en çok petrol üreten ülkesidir. Diğer yer altı zenginlikleri ise; kömür, linyit, manganez, krom, molibden, bakır, kurşun, çinko, gümüş, altın, antimon, boksit, dva ve uranyumdur.Romanya, son derece zengin bir akarsu şebekesine sahiptir. 

Ülkenin önemli nehirleri Tuna, Prut, Mureş, Someş, Yalomita, Siret ve Olt'tur. Bu nehirlerin çoğundan hidroelektrik üretimi için faydalanılırken, Tuna ve Prut'tan ulaşım için faydalanılmaktadır. Ülkenin Yugoslavya ve Bulgaristan ile sınırını çizen Prut Nehri doğuya doğru üç kola ayrıldıktan sonra, bataklık durumdaki TunaDeltası'nı meydana getirdikten sonra Karadeniz'e dökülür. 1972 yılında Yugoslavya ile Romanya arasında Tuna Nehri üzerine kurulan 'Demir Kapı' geçidi (Girgiu Köprüsü), dünyadaki bu tip beş büyük projeden biridir.

Ülkenin 23 milyon 332 bin olan nüfusunun yüzde 89.4'ünü Romenler, yüzde 7.1'ini Macarlar, kalan kısmını da Tatar Türkleri, Osmanlı Türkleri, Çingeneler, Almanlar, Yahudiler, Bulgarlar, Çekler, Slovaklar, Yunanlılar, Ermeniler, Sırplar, Hırvatlar ve Slovenler oluşturmaktadır. Osmanlı ve Tatar Türklerinin toplam sayısı 120 bin olarak belirtiliyor.

Bu Türklerin büyük çoğunluğu, Köstence merkezli olmak üzere, Dobruca bölgesinde yaşamaktadır. Bunların dışında, Romanya'da, 20 bin dolayında da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşamaktadır. Halkın yüzde 86.8'i Ortodoks, yüzde 5'i Katolik ve yüzde 3.5'i Protestandır. Kalan kısmı da Müslüman, Yahudi, Kalvenist ve Lütheryenlerden oluşmaktadır. Resmi dil Romence olmakla birlikte, Macarca ve Almanca da yaygın olarak kullanılmaktadır.

Bu arada, Romanya'da yaşayan ve çoğunluğu Müslüman olan Çingeneler, kendilerini 'Türk' ve 'Millet' isimleriyle tanımlıyor. Nüfus kaydına kendisini 'Türk' olarak yazdıran Çingeneler ana dili olarak Türkçe konuşuyor. Romanya'nın kültürel hayatı üzerinde, Osmanlı döneminden kalma bazı izler halen devam etmektedir. Özellikle çok sayıda yemek çeşidi ve tatlılarda, bu izler kendini göstermektedir. 1990 yılından itibaren ülkenin dışa açılmasına paralel olarak, çok sayıda Türk ışadamı, bu ülkede yatırım yaptı. 1999 yılı sonu itibarıyla, Romanya'da yatırım yapan Türk sayısı 5 bin 600 dolayındadır. Özelleştirilen birçok kuruluş, Türk firmalarınca satın alındı. Türk işadamlarının yatırımları; ekmek fırını, elektronik fabrikaları, boya ve deterjan sanayii, tekstil ve bankacılık alanlarında yoğunlaşmaktadır.

Ayrıca Romanya ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, giderek gelişmektedir. Eylül 1991'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Romanya'yı ziyaretinin ardından, iki ülke arasında başlayan diyalog, düzenli bir sisteme kavuşmuş ve 1994'ten itibaren, Türk ve Romen Cumhurbaşkanları, yılda en az iki defa bir araya gelme kararı almıştır. Bükreş Üniversitesi'nde bir Türkoloji Bölümü ve bir Türk-Osmanlı Araştırmaları Merkezi, Köstence Ovidus Üniversitesi bünyesinde bir Türkoloji Bölümü bulunmaktadır. Diğertaraftan, Köstence'de özel birTürk kolejı, Mecidiye'de Türk Hükümeti tarafından kurulan Atatürk llahiyat ve Pedagoji Lisesi ve Bükreş'te Türk işadamlarınca kurulan Uluslararası Bükreş Lisesi yer alıyor. Özellikle Uluslararası Bükreş Lisesi, başkentteki yabancı elçilerin çocukları başta olmak üzere, çok sayıda seçkin öğrenciye yüksek düzeyde eğitim vererek, Türkiye için ciddi bir imaj oluşturuyor.

Başkent Bükreş dışında, Romanya'nın diğer önemli şehirleri Braşov, Timişoara, Yaş ve Köstence'dir. Başlıca büyük limanları Galati, Köstence ve Braila'dır.

BÜKREŞ

 

Romanya'nın başkenti olan Bükreş (Bucureshti), Romanya Ovası'nın ortasında, Tuna Nehri'nin bir kolu olan Dimbovita'nın kıyısında kurulu ve nüfusu 2 milyon civarında olan bir şehirdir.

Arkeolojik kazılar, Bükreş'in çok eski bir yerleşim yeri olduğunu göstermekle beraber, 'Bükreş' adına ilk defa, 1459'dan kalma yazılı belgelerde rastlanmıştır. 1448-1476 arasında, üç dönem tahta çıkan Üçüncü Vlad Tepeş (Kazıklı Voyvoda), Eflak Devleti'ni ve özellikle o dönemde başkent olan Tirgovişte'yi Osmanlılara karşı korumak için, Bükreş Kalesi'ni yaptırdı.

Eline geçirdiği Müslümanları kazığa vurarak, işkenceyle öldürmesi sebebiyle, Türkler, Vlad Tepeş'i 'Kazıklı Voyvoda' olarak isimlendirdi. Fatih Sultan Mehmet, Vlad'ın Müslümanlara dönük katliamları üzerine, 1462'de Eflak üzerine büyük bir sefer düzenledi. Bir ay süren sefer neticesinde Eflak, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir eyaleti haline geldi. Eflak'ın Osmanlı yönetiminde bulunduğu dönemde hızla gelişen ve Eflak'ın önemli bir ekonomik merkezi konumuna gelen Bükreş, 1659'da başkent yapıldı.

Şehirdeki 'Kürkçüler Sokağı' ve 'Eyerciler Sokağı' gibi bazı mekân isimleri, Bükreş'te, 'Lonca' gibi Osmanlı meslek örgütlerinin oluştuğunu gösteriyor. Bükreş'in yönetimine, 18'inci yüzyıldan başlayarak, mahallî prensler yerine, İstanbul'daki Fenerli Rumlardan seçilen idareciler atandı. 1821'de, Tudor Vladimirescu önderliğinde başlatılan ayaklanma neticesinde, kentteki Fener Rumları yönetimine son verildi.1859'daki ayaklanmadan sonra da Eflak ile Boğdan birleşti ve 1862'de Bükreş, Romanya'nın başkenti ilan edildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında da, Romanya Osmanlı İmparatorluğu'ndan tamamen ayrılınca, Bükreş'teki Türk nüfûzu da son buldu.

4 Mart 1977'de Bükreş'te meydana gelen ve çok sayıda binanın yıkıldığı depremde, yaklaşık bin 400 kişi hayatını kaybetti ve 7 bin 600 kişi de yaralandı.Şehirdeki en önemli yüksek öğretim kurumları, Gheorge Gheorghui - Dej Politeknik Enstitüsü ve Bükreş Üniversitesi'dir. Türk işadamlarınca kurulan Uluslararası Bükreş Lisesi de kentin en önemli eğitim kurumlarından biridir. Ayrıca, çok sayıda araştırma merkezi ile bilim ve sanat dallarında öğretim veren yüksek okullar bulunmaktadır. İmalat sanayiinin önde gelen dalları arasında, makine aletleri ve tarım makineleri, elektrik ve otomotiv donanımı, otobüs ve troleybüs yapımı gelmektedir.

Bu arada, Romanya'nın yakın tarihine damgasını vuran ve çıkan ayaklanma sonucu 1989'da öldürülen Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku tarafından Bükreş'te yaptırılan görkemli saray, dünyanın en büyük binalarından biri kabul ediliyor. Binlerce odası bulunduğu kaydedilen ve mermer ağırlıklı ince bir mimarî estetiğe sahip olan saray, bugün Parlamento binası olarak kullanılmakta. Çavuşesku ve eşi Elena'nın Bükreş mezarlığındaki sıradan ve mütevazı mezarları, sağlıklarında yaptırdıkları muhteşem sarayla tam bir tezat oluşturmakta.

Bükreş'te, Galiçya Cephesi'nde 1917 yılında şehit olan Türk askerlerinin medfun olduğu bir Türk Şehitliği de bulunuyor.

YAŞ ANLAŞMASI

 

1787-1791 Osmanlı-Rus Savaşları sonunda, bugün Romanya sınırları içinde yer alan Yaş şehrinde, 10 Ocak 1792'de imzalanan anlaşmadır.

Osmanlı Devleti'nin Kırım'ı kurtarmak amacıyla, 19 Ağustos 1787'de Rusya'ya karşı açtığı savaş, Avusturya'nın savaşa katılmasıyla, Türkler aleyhine gelişti. Bu savaşlar sırasında özi, Kili, İsmail, Anapa ve Soğucak(Novorossisk) gibi kaleler Rusların eline geçti. Neticede, İngiltere, Prusya ve İspanya'nın arabuluculuğuyla, 18 Ağustos 1791'de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 8 aylık bir süre için Kalas Mütârekesi imzalandı. Ardından, Kasım 1791'de, Yaş kasabasında barış görüşmelerine başlandı. İki buçuk ay süren çetin müzakereler sonucunda, Yaş Barış Anlaşması imzalandı.

Anlaşmayla, Kırım'ın Rusya'ya bırakılmasının tescillenmesi yanında; Dinyester Nehri sınır kabul edilerek, nehrin doğusunda kalan arazi ile Özi Kalesi Ruslara terk edilirken, batıda kalan Bender, Akkerman, Kili ve İsmail şehirleri Osmanlılara iade edildi. Boğdan Voyvodalığı'nın borçları ve geride kalan vergileri iptal edilerek, 2 yıl süreyle vergiden muaf tutulmasını hükme bağlayan Yaş Anlaşması, ayrıca Osmanlı'nın Çıldır valilerinin, Tiflis Hanlığı'na saldırmamasını ve Kuzey Afrika'daki Garp Ocakları'nın Rus ticaret gemilerine saldırmaları halinde, zararın tazmin edilmesini de öngördü.

KÖSTENCE

Romanya'nın, Karadeniz kıyısında yeralan 'Köstence Yönetim Bölgesi'nin en büyük liman kenti olan Köstence'nin nüfusu, 1989 sayımına göre 316 bin.

Eski bir Yunan kolonisi (Tomis) olan kent, önceleri, bugün uzanmakta olduğu Dobruca platosunun devamı niteliğindeki bir burun üzerinde yerleşmişti. M.Ö. 6'ncı yüzyılda kurulan Köstence, Bizanslılar döneminde, 456 yılındaki Hun akınlarıyla büyük ölçüde tahrip olmasına rağmen, Hunları takip eden Avarların saldırılarından kendini koruyabilmiştir. Bulgarların başındaki Asparuh Han'ın, 679'da baştan başa yakıp yıktığı Köstence, Ortaçağ boyunca Cenevizlilerin Karadeniz'deki önemli ticaret üslerinden biriydi.

Evliya Çelebi'ye göre, ilk kez Birinci Bayezit tarafından fethedilen Köstence, kısa bir süre sonra Mircea tarafından geri alındı. Türkler burayı ancak 15'inci yüzyılın ortalarına doğru Osmanlı Devleti'ne ilhak ettiler. Bir subaşının yönetimindeki şehir, özellikle Dobruca ürünlerinin İstanbul'a gönderildiği önemli bir liman durumundaydı. 17'inci yüzyıl başlarında, Lehistan'a haraç veren Rus Kazaklar tarafından yağmalandı. 18'inci yüzyılda kadılık merkezi olan Köstence, 1711'den 1792'ye kadar Turk-Rus savaşlarının sebep olduğu göçler yüzünden geriledi. 1809'da Rus Kazaklar tarafından ele geçirilen ve kalesi yıkılan şehir, Bükreş Barış Anlaşmasıyla 1812'de yeniden Türklere verildi. 1864'te, Tuna Vilayeti'ne bağlı bir ilçe olan Köstence, 1877'de, general Denisov'un komutasındaki Rus birliklerince işgal edildi. 1878'de de Romanya'ya bırakıldı.

Şehirde kurulan ve 1958'den sonra genişletilen liman, Romanya'nın deniz ticareti trafiğinin neredeyse tamamını gerçekleştirmektedir. Agigea'da yapılan Güney Köstence Limanı, Tuna-Karadeniz kanalına bağlanmıştır. Şehirdeki uluslararası hava limanı, yakındaki tatil merkezlerine kolay ulaşım sağlayarak, kent turizmine önemli katkıda bulunmaktadır. Şehirde gıda, tekstil ve gemicilik başta olmak üzere, çeşitli sanayi kolları etkindir.

Bugün Romanya'daki Türk ve Müslümanların önemli bölümü Köstence bölgesinde yaşamaktadır. Bu durum, kenti, ülkenin İslami merkezi konumuna getirmiştir. Romanya'daki tek resmî İslamî vakıf olan İslam Milli Kültür ve Hizmet Vakfı'nın merkezi Köstence'dedir. Şehirdeki önemli Osmanlı eserlerinden biri olan Hünkâr (Mahmudiye) Camii, 1869'da yapıldı. Yine şehirdeki eski bir caminin temelleri üzerine, kilise mimarisiyle inşa edilen Kral Camii, Romanya Kralının talimatıyla 1910 yılında yaptırıldı. Köstence Ovidius Üniversitesi'nde bir Türkoloji Bölümü yer almaktadır. Köstence'de Türk işadamlarınca açılan Uluslararası Köstence Bilgisayar Lisesi, henüz birkaç yıllık bir okul olmasına rağmen, önemli bir öğretim kurumu haline geldi.

Şehir adını, 1839'da Osmanlı Devleti tahtına çıkan ve 1861'de vefat eden Padişah Abdülmecid'den almaktadır. Kentin planı, Sultan Abdülmecit tarafından İstanbul'da çizdirildi. Şehirde 1860'ta yapılan Mecidiye Camii'nin bütün kerestesi, İstanbul'daki Belgrad Ormanı'ndan getirildi. Mecidiye Camii'nin mihrabındaki mumlar, Sultan Abdülmecit tarafından hediye edildi. Mecidiye'yi 1997'de ziyaret eden Türkiye'nin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, Mecidiye Camii'ne bir Isparta halısı hediye etti.

Mecidiye, Romanya'daki Türklerin yoğun olduğu yerleşim yerlerinden biridir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında, Kırım'dan göç eden 20 bin Kırım Türkünün 6 bini Mecidiye'ye yerleştirildi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da, Kırım'ı terk etmek zorunda kalan çok sayıda Tatar Türkünün bir bölümü de Mecidiye ve civarına yerleşti.

Osmanlılar döneminde Babadağ'da kurulan medrese, 1901'de Mecidiye'ye taşındı ve 1967'ye kadar faaliyette bulundu. Medresenin binası bugün harabe durumda. Romanya Türklerinin milli şairi olan Mehmet Niyazi'nin (1878-1931) mezarı Mecidiye'de bulunuyor. Şehirdeki Kemal Atatürk İlahiyat ve Pedagoji Lisesi, Türkiye Cumhuriyeti tarafından yaptırıldı ve halen masrafları Türk Hükümeti tarafından karşılanıyor. Lisenin ilahiyat bölümünden mezun olan gençler Romanya'daki Müslüman din adamı ihtiyacını karşılarken, pedagoji bölümünü bitirenler de öğretmen olarak görevlendiriliyor.

BABADAĞ

Romanya'da, Dobruca bölgesinin kuzeyindeki eski bir Türk yerleşim yeri olan Babadağ, adını, Rumeli'nin Türkleşmesinde büyük hizmetleri olan ve türbesi de orada bulunan Sarı Saltuk Baba'dan almıştır. Babadağ ve çevresi,Çelebi Sultan Mehmet'in, Eflak Voyvodası Mircea ile oğlu Mihail'i 1416'da mağlup etmesinden sonra, Osmanlı hakimiyetine girdi. Fakat 15'inci yüzyılın ortalarında, Eflak Beyi Kazıklı Voyvoda, bu bölgede büyük tahribat yaptı.

Sarı Saltuk Baba'nın türbesini tamir ettirip, yanına Ulucami'yi yaptıran ikinci Bayezid, geniş araziler vakfederek, kenti ihyâ etti. Kanuni Sultan Süleyman, Boğdan (Moldova) Seferi sırasında, 1538'de, burada birkaç gün kalarak, türbeyi ziyaret etti.

Babadağ, 1594 ve 1596'da Eflak Voyvodası Mihail Viteazul'un saldırı ve yağmasına uğradı. Dördüncü Murat, kenti Rus Kazakların baskınlarına karşı koruyabilmek için, Özi Valisi Koca Kenan Paşa'ya, burada bir kale yapma emri verdi. Koca Kenan Paşa'nın, Babadağ'ın doğusundaki tepeler üzerinde başlattığı kale inşaatı bir türlü tamamlanamadı ve şehir bir süre savunmasız kaldı. Bununla beraber Babadağ, Lehistan ve Rusya üzerine yapılan seferlerde, Osmanlılar için önemli bir kışlak kasabası haline geldi.

Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde anlatıldığına göre; 300 akçe pâyeli bir kaza olan Babadağ'ın, 7 nahiyesi ve 100 köyü vardı. Kaza merkezinde 3 bin kâgir bina, 8 han, 3 büyük hamam, 390 dükkân, 8 kahvehane ve çoğunlukla okçu, yaycı ve çuhacı dükkânlarının yer aldığı bir çarşı bulunuyordu.Şehrin başlıca binaları arasında, İkinci Bayezid'in yaptırdığı Ulucami, Gazi Ali Paşa Camii ve Defterdar Derviş Paşa Camii'nden başka, birçok cami, mescit ve medresenin yanında 11 tekke ile 20 kadar sübyan mektebi vardı. Ancak bugün bu eserlerden, sadece Gazi Ali Paşa Camii ve Türbesi ile Sarı Saltuk Türbesi ayakta duruyor. Bunun dışında bir de, kente hakim tepenin üzerinde 'Koyunlu Baba Türbesi' diye isimlendirilen, binasız bir yatır bulunuyor.

1672 Martında Dördüncü Mehmet, Lehistan Seferi'ne çıktığı zaman, oğlu Şehzade Mustafa'yı Babadağ'da bırakmıştı. 1678'de Çehrin Seferi'nden dönen Kara Mehmet Paşa da, Özi Eyaleti Serdarı olarak burada kalmış ve Rusya üzerine yapılacak seferin hazırlıklarını yapmıştı. 1684'te Lehistan Kralı Jan Sobieski'nin Kamaniçe ve Boğdan harekâtı sırasında, Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, Silistre Valisi sıfatıyla, Babadağ'da muhafızlık yaptı. 1699 Karlofça Barış Anlaşması ile Rumeli'de büyük topraklar kaybeden Osmanlı Devleti, Babadağ'ı yeni kuvvetlerle takviye etti.

Ruslar, Babadağ'ı ilk defa 1771'de, geçici bir süre için işgal etti. 1773 yazında meydana gelen şiddetli muharebeler neticesinde Ruslar, civardaki şehirlerle birlikte Babadağ'ı da yakıp yıktılar. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması'yla tekrar Osmanlılara geçen Babadağ, 18'inci yüzyıl sonuna kadar Osmanlı-Rus savaşları dolayısıyla, daima ateş hattında kaldı ve tahribata uğradı. 1809 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rusların eline geçen Babadağ, 1812'de geri alındıysa da, 1878 Berlin Anlaşmasıyla Dobruca bölgesinin Romanya'ya terk edilmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrıldı.

GÖÇLER ve NÜFUS DEĞİŞİMİ

 

Türklerin 10'uncu yüzyıldan itibaren yurt edindiği Anadolu, bu asırdan itibaren, neredeyse tüm coğrafyalardaki Türkler için bir 'göç hedefi' özelliği taşıdı. Bununla birlikte, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Anadolu'dan zaman zaman diğer coğrafyalara nüfus nakli yapıldı. Türkiye'den dışarıya ilk organize göçler, Osmanlı'nın kolonizasyon politikası doğrultusunda gerçekleşti.

Kayıtlara göre; 1400-1401 yıllarında, Menemen civarında kışlayan Yörükler, Saruhan'da (Manisa) tuz gümrüğüne aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle, Filibe dolaylarına iskân ettirildi. Yine Fatih Sultan Mehmet zamanında, Kastamonu ve Sinop'un fethinin ardından, İsfendiyaroğlu Beyliği'nin başında bulunan İsmail Bey, bütün obasıyla birlikte Filibe ve çevresine yerleştirildi. Bu tür zorunlu iskânın yanında, çok sayıda gönüllü de Anadolu'dan Balkanlara gelip yurt tuttu.

Osmanlı Devleti'nin güçten düşmesi ve Anadolu'ya doğru ricat etmesi, eski topraklarda yaşayan pek çok Türk ve Türk olmayan Müslüman nüfusun da 'anavatan'a geri dönmesi sonucunu doğurdu. 19'uncu yüzyıl başlarından itibaren hız kazanan bu göçler, Birinci Dünya Savaşı'nın bitimi ve Cumhuriyet'in ilanından sonra, adeta bir sel halini aldı. Giderek büyük bir mesele haline gelen bu olay, Lozan Barış Anlaşması'yla belli ölçüde düzene sokuldu. Bu anlaşma çerçevesinde, Türkiye ile Yunanistan karşılıklı nüfus değişimi (mübadete) yaptı. Bu göç değişimi sırasında, Türkiye'de yaşayan 300 bin kadar Rum Yunanistan'a giderken, Yunanistan'da yaşayan bir milyona yakın Türk de Anadolu'ya gelip yerleşti.

Bulgaristan'da yaşayan Osmanlı Türklerinin Türkiye'ye göç hareketi, daha 1879 yılında başladı. Bulgaristan'ın Osmanlı'dan koparılmasıyla birlikte, bu topraklardan Türkiye'ye yönelen göç, 1923'ten sonra iyice arttı.Türkiye ile Bulgaristan arasında 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanan İkâmet sözleşmesiyle, bu göçler belli bir düzene sokuldu. 1960 yılına kadar süren bu dönemde, Bulgaristan'dan Türkiye'ye 370 bin kişi göç etti. Son olarak, Jivkov yönetimi, 1984 yılından itibaren, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin isimlerini değiştirmek ve bu yolla asimile etmek için şiddetli baskı oluşturdu. Türkiye'nin bu duruma gösterdiği sert tepki üzerine Jivkov yönetimi, ülkedeki Türkleri Türkiye'ye sürgün etmeye başladı. Jivkov'un yönetimden uzaklaştırıldığı 1989 yılına kadar devam eden bu sürgün sırasında, Bulgaristan'daki 500 bine yakın Türk, doğdukları toprakları terk ederek, Türkiye'ye göçtü. Ancak, Türkiye'ye göç eden Türklerin yarısı, Jivkov'un devrilmesinden sonra Bulgaristan'a geri döndü.

Romanya'dan Anadolu'ya göç hareketleri, 1806'daki Rus saldırıları üzerine başladı. 1806-1812 yılları arasında 200 bin Osmanlı ve Kırım Türkü Anadolu yollarını tutarken, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında başlayan dalgayla, 90 bin Türk daha Türkiye'ye geldi. 1934'te Romanya Krallığı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan 'Muhaceret Anlaşması' çerçevesinde, İkinci Dünya Savaşı'na kadar çok sayıda Türk, Romanya'dan Anadolu'ya göçtü. Komünist rejimin işbaşına gelmesiyle, uygulanan sıkı rejim sonucu, 1944'ten itibaren göçler durdu.

Yine, Rusların Balkanlardaki Slavları kışkırtmalarının bir sonucu olarak, 1806'dan itibaren Yugoslavya'dan da Anadolu'ya büyük göçler oldu. 0 tarihten 1970 yılına kadar, Yugoslavya'dan Türkiye'ye göç eden insan sayısı 1 milyon 200 bini aştı. Bunların büyük bölümünü Türk kökenli Müslümanlar oluştururken, bir kısmı da Türk olmayan Müslümanlardan meydana geliyordu. Ve nihayet, Sırpların Bosna-Hersek ve Kosova'da giriştikleri soykırım üzerine, on binlerce Türk, Boşnak ve Arnavut, bulundukları toprakları terk ederek, Anadolu'ya göç etti.

 

(Eğitim ve Genel Kültür Ansiklopedisi, Orhan Yıldız, Romanya, İnternet Üzerinden)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile