KOSOVA GEZİSİ (5 – 10 Kasım 2013)
KOSOVA GEZİSİ (5 – 10 Kasım 2013)
Ayhan Aydın
2 Kasım’da, Cem Vakfı 6. Uluslar arası Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’nın Koordinatörlüğünü yapıp binlerce dede, baba ve anayı Bostancı Gösteri Merkezi’nde bir araya getirdikten sonra oldukça rahatladım. Onca ağırladığımız dede, baba arasında Balkanlar’dan (Rumeli’den) gelenlerin yerleri bir başkaydı. Yaklaşık 500 kişinin gelmesi için büyük mücadele vermemin birçok nedeni vardı. Neyse… Onlar uzun hikayeler… Sonuçta hedefime ulaştım ve de sonuçta çok rahatladım…
Bu büyük organizasyondan sonra; Baba Mansur Derneği’nin başvurusu ve Türk Dış İşleri Bakanlığı’nın yönlendirip, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ve görevlendirmesiyle “Uzman” olarak Muharrem Ayı Etkinlikleri için Avrupa’da Bosna’dan başlayan 25 günlük bir gezim olmuştur. Bu gezinin uçak masrafları ve harcırah olarak 600 Avrosu Türk Dış İşleri Bakanlığı tarafından tarafıma ödenmiştir. Uçak’la gidiş sağlanmış, dönüş Avrupa üzerinden olduğu için uçak masrafı kendi imkanlarımızla karşılanmıştır.
Tümüyle kendi imkânlarıyla geziye katılan Sultan Süceattin Veli Dergâhı (Ocağı) Babası Abidin Harman’la birlikte bu gezi yapılmıştır.
Bosna Gezisindeki Gözlemlerim Aşağıdaki Gibidir…
5 Kasım 2013, Salı
5 Kasım’da, gül yüzlü Rahmetli Ali Naki Horasani’nin kızı Ester’in yardımlarıyla, eşi Ermir Mati bizleri Priştine Havalimanı’ndan alıyor. Kendisi Arnavut olan Ermir hiç Türkçe bilmiyor. Hava olağanüstü güzel. Bu bizim şansımız. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Yakova’ya yani Ali Naki Horasa’nin Dergahı’nın bulunduğu şehre varıyoruz.
Burada Ester ve kız kardeşi Canan ve onların iki eşi, Ali Naki Horasa’nin hanımı Seylan Ana ve oğlu Hasan Ali ve Ester ve Canan’ın dört çocuğu hep birlikte yaşıyorlar. Onlar öyle mutlu öyle mutlu ki, bizim Anadolu’daki dört can, bir cem hesabı iki kız kardeş diğer iki Arnavut delikanlıyla adeta müsahip olmuşlar, tam bir müsahip gibi yaşıyorlar… Altı gün boyunca onlarda öyle bir uyum gördüm ki, bunu anlatmakla bitiremem. Ortada dört çocuk var ama bunlar kimin çocuğu önemli değil, bu dört çocuk bu ailenin, bu dergahın çocukları... Tüm aile fertleri yani şu anda orada yaşayan on kişi bir gömlek, bir can olmuşlar. Ben böyle bir şey görmedim… Ben böyle bir aile görmedim… Her şey ortak, hepsi bir can… Ester ise canlar canı… Ana olmuş o… Ali Naki Horasani’nin kızı ve de bize emaneti ve mirası… Böyle bir güzellik yaşamadım ben… Öyle içtenler, öyle candanlar ki kelimeler bunu anlatmaya yetmez… Bizi sarıp sarmaladılar… Bizi evimizden daha rahat ettirdiler… Ballı kaymaklı sohbetleriyle doyurdular… Gezdirdiler, yedirdiler, içirdiler, akladılar, pakladılar… Kosova’nın gerçek güzelliklerini ben bu ailede gördüm. Zaten buna da hazırlıklıydım. Ali Naki Horasani bir Türkmen öncüsüydü gerçekten de… Horasan’dan geldik diyordu hep, biz Horasan diyarından gelmişiz… Beş yüz yıl Kosova’ya kurulmuş asıl Türkler bizleriz, diyordu… Şimdi kaç göçün olmadığı, misafirleriyle bacı kardeş olan yobazın uğrayamayacağı bir Türk Tekkesinde Türk töresini Aleviliği-Bektaşiliği-Mevleviliği-Rufailiği… Türk İslam tarikat yaşamının tüm renklerini yaşatan bu canlar Kadiri Tarikatı kökenliler… Ama ne gam! Onlar bir bacı, bir kardeş, ekmeğini paylaşan, güzelliklerini paylaşan Türk yurdunun, ölümsüz Türk Kültürünün has gülleri… Kosova’daki incilerimiz onlar… Hakiki Müslüman kimdir, kimlerdir deseler? İşte ben bu aileyi gösteririm… İşte örnek bir Müslüman aile… Kapısı, haneleri açık, sofraları açık, sohbetleri açık… Yürekleri, özleri ak pak, nurdan insanlar… Hakk’ı yüreklerinde hisseden, Kuran okuyan, Yasin okuyan, Hakk Muhammed Ali duaları eden, çerağları yakan onlar… Onları ben anlatmakla bitiremem… Onları anlatırken abarttığımı asla sanmayın… Onlar doğru sözlü, dürüst, çalışkan, erdemli insanlar, inançlı insanlar… Canlarım benim….
Hemen gelir gelmez, oturma salonunun hemen yanında kapalı bir bölümde yatan canlar canı, sultanlar sultanı Ali Naki Horasani Dedemizin türbesini ziyaret edip, dualarda bulunuyoruz.
Yakova Bektaşi Tekkesi
Münin Lama Baba
Bir dönem yerle bir edilmiş, sonrasında ise büyük bir fedakârlıkla yeniden yapılmış Yakova Bektaşi Dergha’nı ziyaret ediyoruz. Burası Arnavutluk Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne bağlı olarak hizmet yürüten bir tekke. Geniş ve çok güzel bir bahçenin içinde bulunan Tekke büyük bir ana binadan oluşuyor. Üç katlı bu binanın giriş katında dikdörtgen büyük bir hol, bir mutfak, büyük bir kabul salonu ayrıca sohbet ve misafir salonu bulunuyor. İkinci katındaki balkondan güzel bir seyri olan tekkenin etrafı yeşillik içinde. İkinci katta duvarlarında Balkanların, Arnavutluk ve Kosova’nın haritalarının bulunduğu bir kütüphane de yer alıyor. Üçüncü katta ise üç misafir odası var. Tekkenin duvarları Bektaşi babalarının resimleriyle dolu. Birinci katta Sırpların tekkeyi yıktıkları anları gösteren çerçeveli fotoğraflar galeri gibi sıralanmışlar.
Tekkenin ana giriş kapısının yanında burada hizmet etmiş baba ve dervişlerin sırlandığı bir kapalı mezarlık var, yani hazire. Burası türbe işlevi görüyor. 2 Kasım’daki toplantıya katılan Mümin Lama Baba bizleri görünce hem çok şaşırıyor hem de çok seviniyor. Daha üç gün önce İstanbul’da beraberdik, şimdi Kosova’da birlikteyiz, diyor. Cem Vakfı’nı çok takdir ettiklerini anlatıyor. Bizleri topladınız, çok mutlu olduk, diyor. Yalnız anladığım kadarıyla buradan çok daha fazla derviş ve başka tekkelere mensup kişiler toplantıya katılmak istemiş. Mümin Lama, bizler kurtarıcı arıyoruz, bizler bir bütünüz, sizlerin desteğiyle çok güzel günler görmek istiyoruz, Hacı Bektaş’ın emriyle bir araya geliyoruz, diyor.
Bizim bu dergâhımızı bir Türk komutan ziyaret etti, biz çok mutlu olduk. Ben de Ali Naki Horasani gibi tüm dünyayı gezmek, görmek istiyorum. İnsanları tanımak istiyorum, yeni yeni yerleri, dergâhları tanımak istiyorum, diyor. Tekkede görevli bir kişi sürekli burada kalıyormuş. Mümin Lama burada kalmıyor ama zamanın önemli bir bölümünü burada geçiriyor. Makedonya Harabati Dergahı’nın son Babası rahmetli Tahir Emini Baba’yı çok sevip sürekli andığını söyleyen Mümin Lama geleceğe büyük bir umutla bakıyor. Her şey daha iyi olacak, diyor. Mümin Lama içinde bulunduğumuz Muharrem için de sözler söylüyor: İmam Hüseyin büyük bir insandır, bizler onun yasını çekeriz. Özellikle yüz yüze görüşmeyiz (öpüşmeyiz), Ya Hüseyin, deriz diyor. Dergahta’daki kütüphaneyi zenginleştirmek istediklerini söyleyen Mümin Lama bizlerden de bu konuda yardım talebinde bulunuyor. Kosova’da büyük işsizlik var, diyen Mümin Lama Türklerin burada büyük işler yaptığını halkın Türkleri ve Türkiye’yi çok sevdiğini söylüyor.
Yakova Bektaşi Dergahı’nı ziyaretimizde Mümin Lama Baba hayatı hakkında bilgiler veriyor. 1949 J(Y)okova doğumluyum. Biz Bektaşi bir aileden geliyoruz. Ben fakülte bitirdim. Priştine Üniversitesi Arnavutça bölümünde okudum. 1971 yılında mezun oldum. Evliyim ve çocuğum var. Buralar Sırplar zamanında çok kötüydü. Şimdi içinde bulunduğunuz yere “ Tekke Bektaşiyan” derler. 1790 yılında bir Bektaşi misafir olarak buraya gelmiş. Onunla ilgili hiçbir bilgi şimdi elimizde yok. Bir bilgi bulamadık. Sonra da bir baba varmış o derviş ve o baba başlamışlar burada çalışmaya. Ve sonra bu hale gelmiş. Bu tekkenin bir benzeri Tiran’da da vardır.
Burada kimin baba olacağına halk ve hükümet karar verir. Dervişler, muhipler gelirler kendi aralarında konuşurlar onlar burayla ilgili kararları verirler. Buraya herkes gelebilir, gidebilir. Burası kimsenin malı değildir, herkese kapısı açıktır. Kosova Devleti gerçekten de buraya çok hizmet etti, yardım etti, onlara çok teşekkür ediyoruz.
Ben Müslüman’ım. Nasıl bir Müslüman’ım? Allah’a kim kulluk eder, insanlara iyilik ederse odur iyi Müslüman. Bizim kapımız herkese açıktır, kimseyi biz ayırmayız. İyilik eden kişi’le Allah beraberdir. Ben nereye baksam Allah’ı görürüm. Sen yüzünü nereye çevirirsen Allah oradadır. Allah, Muhammed Ali vardır. Bizler Allah’ı her zaman insanda görürüz.
Burada halkın çok sevdiği Kadiri Tarikatı’ndan bir Şeyh Memet vardır. O da bu dergaha gelmiş.
Münin Lama bizleri ertesi gün kahvaltıya davet ediyor. Bizler de ertesi gün bu gönül sultanlarıyla kahvaltımızı yapıyoruz.
Ali Naki Horasa’nin Ailesi
Geçen sene kaybettiğimiz ve binlerce seveni olan, cenazesine de her taraftan yüzlerce canın katıldığı, toplum adamı, inanç önderi, bugünün gerçek Evliya Çelebisi gül yüzlü insan Şeyh Ali Naki Horasani’nin ailesiyle birlikte olmak onu yanımızda hissetmek çok güzel duygular.
Ester ve diğerlerinden bazı bilgiler derliyorum. Erzana (Ester’in kızının ismi). “Zana” Arnavutçası, Kuşların Kraliçesi anlamındaymış. Ester’in ikinci kızının ismi Ermita, güzel koku manasındaymış. Ester’in ablası aynen onun gibi varlığını misafirleri döken Canan’ın da iki çocuğu var; Aron ve Ülli. Ülli İki yıldız demekmiş. Gerek Canan’ın eşi Bekim gerekse Ester’in eşi Ermir Mati altı gün boyunca bizi havada gezdirdiler. Ali Naki Horasani Dedemizin varisi Hasan Ali ise şimdi halen İstanbul’da. Cem Vakfı toplantısı için İstanbul’a gelmişti ama ayaklarından çektiği büyük sıkıntı için şimdi bir hastane araştırıyor. Hasan Ali’yle telefonla konuştuk. Hepimiz onu bekliyoruz. Gerçekten de ayaklarından tedavi olabilecek mi? Hepimizin ortak tasası da bu. Ali Naki Horasani’nin hanımı Seylan Ana ise son yıllarını büyük sıkıntılar içinde geçiriyor. Seylan Ana (69) felç geçirmiş, yürüyemiyor. Tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş. Allah’tan bir aile cengaveri olan, feleğin çemberinden geçmiş Ester öyle dirayetli ki, hem çocuklara bakıyor, hem de anasına, hem de ayaklarından sakat Hasan Ali’ye, hem de gelen misafirlerle ilgileniyor… Yazılacak başarı öykülerinden birisi… Yüzü devamlı gülen bu canlar canı Ester’i yiğit bir Anadolu kadınına benzetiyorum. Kökler aynı olunca davranışlar da aynı oluyor. Seylan Ana ise yine bir Ana Sultan olarak bizlerle ilgileniyor, rahat etmemiz için elinden geleni yapıyor, o bu evin temel direği. Herkes ona büyük bir sevgi ve saygı besliyorlar. Onun bakımıyla da ilgilenen bir bakıcı var. Gün içinde tekkenin kabul salonunda ki şimdi orası bir hayat alanı, sonrasında ise büyük odada da yatağında uzanarak günlerini tamamlayan Seylan Ana hayattan şikâyet etmiyor.
Bir de daha önce CEM Vakfı’nın 5. Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’nda gördüğüm başından fötr şapkasını hiç çıkarmayan Derviş Adnan’ı görüyorum. O bu dergahın bir nevi dervişi. Ali Naki’ye bağlı, mütevazi, gönül insanı Derviş Adnan zaman zaman dergaha gelip buradakilerle yarenleşiyor, gelenleri ağarlıyor. Ona Evin Dervişi, diyorlar.
Ali Naki Horasa’nin kız kardeşi Mihriban (82) Ana’dan Ali Naki Horasani ve buradaki Tekkeyle ilgili bilgiler alıyoruz.
(Mihriban Ana)’nın annesinin ismi Safiye’ymiş. Onun babasının ismi Vehbi’ymiş, onun annesinin ismi de Hürzem’miş. Babasının ismi Şeyh Hasan Horasan’mış. Babasının babası Şeyh Müeyyiddin, babasının annesinin ismi ise Debibe’ymiş. Şeyh bir zamanlar soy ismi olarak geçerdi diyen Mihriban Ana ”Şeh Hasan Horasan” derlerdi, diyor. Şeyh ismini yasaklamışlar, sonra Horasan soy isim olmuş. Bektaşiler her yerde vardır ama tekke sadece buradadır. 1877 yılında Prizren’de ilk açılan tekke budur. O zamanlar Hacı Adem Baba varmış. Mihriban Ana’nın anlatımıyla; Mihriban İmam Hüseyin Efendimizin kızının adıymış. Ben Prizren’de doğmuşum. Benim kocamın ismi Ali Hadri idi 1980’de vefat etti. Kaynatam Yusuf Bektaşiydi. Ona yörede Bektaşi Yusuf, derlermiş. Babam çok iyi bir insanmış. Annem de çok iyi bir insanmış. Herkes onları severmiş. Babam ben 4 yaşındayken vefat etmiş. 78 sene olmuş. Annem 23 yıl önce vefat etti. Onların kabirleri Prizren’dedir. Ben 19 yaşında evlendim. İyi bir evliliğim oldu ama zahmet çok çektim. Yaşam şimdiler daha iyi gidiyor. Hepsi birdir; Alevi, Sünni, Bektaşi hepsi iyidir, iyi geçinirler, burada hayat iyi gidiyor.
Kocam yüksek maaş alan bir memurdu. Bizler Pirizrenliyiz. Bizim 500 yıllık bir geçmişimiz vardır. Büyük büyük dedelerimiz gelmiş burada tekke kurmuş. Bizim tekkemizin kökü Prizren’dedir. Maalesef Prizren’deki tekkemizi babam ölünce amcalarım ele geçirdi. Şeyh Mahmut amcam, Şeyh Bedreddin amcam. İşte Şeyh Mahmut Jakova’ya gelmiş. Şeyh Bedreddin Prizren’de kalıyor. O da vefat etti şimdi onun çocukları var. Bizim Pirizren’deki ana tekke ayaktadır. Şeyh Bedreddin’in oğlu Şeyh Abdülkadir’dir. O Prizren’deki tekkede oturuyor. Oradaki Tekkede rahmetli ağabeyim Ali Naki (Horasani)’nin topraktan evleri (evlerimiz) vardı, ama maalesef şimdi oraları zapt ettiler. Onlarla konuşuyoruz ama aramız yok. Onlar orayı işletiyorlar. Orası 500 yıllık tekkedir.
Evladım aslında bizler Kadiriymişiz. Bizler asılan bakarsan Sünniymişiz. Ama Ali Naki Dede’yle bizler Alevi olduk. Bu bölgede Halvetiler, Rufailer çok. Yakova’da tarikat çoktur. Ali Naki Pirizren’den buraya geldi. Orada başka amcazadeler var. Halen oradadır. Ama Ali Naki onlardan ayrıldı buraya Yakova’ya geldi. Şimdi burada iki tekke vardır. Biliyorsun bir Mümin Lama’nın Bektaşi Tekkesi “Tekke Bektaşin”, biri de bizimkisi işte “Tekke Şeh Mamutit”. Biz Tekke ve Türbe deriz. Bu Şeh Mamutit, Ali Naki’nin büyük amcasının ismidir. Bir de Pirizren’de Ümmi Sinan Dergahı vardır.
Bizim burada kapımızı herkese açıktır. Herkes gelebilir. Kim diler gelirse gelsin tekkede kalabilir. Yer vardır bol bol. Ekmek verecek zaman her zaman olmuyor ama yer bol, 14 kişilik misafirhanesi vardı. Eskiden buraya insanlar çok yardım yapıyorlardı. Olanı herkes paylaşabiliyordu. Buraya 2 sene önce 8 Yahudi geldi, gelip burada kaldılar. Bizler de onlardan memnun kaldık. Yahudiler bizlere sorular sordular, burasıyla ilgili, Tiran’la sizin bağınız var mı, diye sordular. Almanları da sordular. Onlar asıl dedelik nereden kalmış onu merak ediyorlarmış, onları sordular. Tekkemiz her gelene açık olmalıdır. Hazreti Hızır gelmiş, uğramış, 40 yıl sonra da uğrar, 60 yıl sonra da uğrar.
Ben yavrum; 2. Dünya Savaşını da yaşadım. NATO’nun geldiği zamanı da yaşadım. 2. Dünya Savaşı’nda çok askerler vardı. 1941’de büyük çatışma oldu. Sonra da işte biliyorsunuz son zamanlarda neler oldu, siz biliyorsunuz. Sırplar bu kasabayı yaktılar, yıktılar o zaman da NATO geldi, bizi kurtardı. Ne olduysa sonra Sırplarla Arnavutlar kardeş gibi oldular. Ama sonra yine bizi Sırplar mahvetti. Bizimkileri aldattılar. Sırplar her tarafı ele geçirdiler. 1999’da Sırplar Arnavutlara saldırdılar. Okulları kapattılar. Gizli gizli çocuklar evlerde okurlardı. Ne yemek ne bir şey büyük yokluk yaşadık. Herkes işsiz kaldı. Bizim buradaki şu anda burada olduğumuz bu dergahı da yaktılar, yıktılar. Savaşta biz dışarı çıkamıyorduk. Sonra bizler Prizren’e gittik. 1999’da Ali Naki sesimizi Türkiye’ye duyurabilmek için orada gitti. 1999’da Sırplar Arnavutları yavaş yavaş köylerinden çıkardı, öldürmeye, katliam yapmaya başladılar. Çok çocuk öldü. Bu saldırı 3 ay sürdü. Bizler bir şey bulamıyorduk, yemek için bir şey bulamıyorduk. Çocuklar hep aç kaldılar. Erkeklerin de bir kısmını öldürdüler, bir kısmını sürdüler. Hep bodrumlarda saklandık. İnsanlar evlerden tünellerle komşularına gidiyorlardı. Bizler çok korkuyorduk. 24 martta nihayet NATO geldi, bizi kurtardı. Ruslar Sırpların babasıdır. Biz onlardan da çok korkuyorduk. Ama çok şükür uzun sürmedi Prizren’e Türk ve Alman askerleri geldi. Yakova’ya İtalyan askerleri geldi, bizleri kurtardılar.
Mihriban Ana’dan bir dua…
Sevdim sevdim selamet
Ulucemiz Muhammed
Muhammed’in kolları
Has bahçenin gülleri
Gökten inmiş Cebrail
Altın beşik elinde
Ninni demiş uyumuş
Hakk yolunda bir bunar (pınar)
Ne içilir ne donar
Top top olmuş dervişler
Kap karanca olmuşlar (karınca gibi çok)
Sordum nerden olmuşlar
Allah’ın korkusundan
Peygamber’in sevdasından
Selim Allah
Min Allah
Cennete girelim inşallah
Ben bunu çocukluğumda öğrendim. 6-7 yaşlarında bunu öğrendim. Unutmadım. Şimdi bunu kimse bilmiyor.
Bir de ben öğrenmişim şunu söylerim; La ilahe illallah – Hasbil Rabbi Ceylallah – Nuri Muhammed Sellallah – La ilahe illallah…
7 Kasım
Prizren
Sımsıcak, güneşli ve çok güzel bir hava var dışarıda. Kent aydınlıklar içinde. Oldukça mütevazi Arkeoloji Müzesi’nde küpler ve diğer objeler yanında 8 bin yıllık bir baltayı görüyoruz. Müze olarak kullanılan bina aslında bir Osmanlı hamamı. Hemen yakınında tarihi saat kulesi var. Kentte tarihi evler çoğunlukta… Bahçeler yemyeşil. İnsanlar neşe içinde… Çocuklar, gençler sokaklardalar… Sokaklardan neşe akıyor. Gençler özellikle büyük bir tepenin üstünde yükselen kalenin eteklerinden akan bir derenin yanındaki kafelerde buluşuyorlar. Dükkanlardan çerağ (mum) arıyoruz. Burada Avro geçiyor. Ülke AB üyesi değil ama para birimi Avro, bu şaşırtıcı değil mi? Kalenin önünde çok büyük bir çınar sararmış yapraklarıyla kollarını dört bir yana açmış tüm heybetiyle insanların neşesine neşe katıyor. Şehirde camilerin bolluğu dikkat çekiyor. Halveti Şeyh Osman Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Türbenin ortasındaki çeşmeden akan sular, buranın temizliği, bizlere huzur veriyor. Ama suratsız bir bakıcı nerdeyse ziyaretlerden memnun değilmiş gibi davranarak buraya tezat bir görüntü oluşturuyor.
Kale ise tüm ihtişamıyla şehre tam hakim bir tepenin üzerinden dört bir tarafı gözetliyor, bir kartal gibi endam ediyor. Acaba tarihi Alamut Kalesi nasıldı? Öyle bir sonbahar ki böyle güzellikler her zaman her yerde bulunmaz. Bir parkta oturan ihtiyar delikanlılarla Türkçe konuşuyoruz. Herkeste bir Türkçe ve Türkiye sevgisi… Hayat dingin, büyük bir mutlulukla akan Prizren’in caddelerinde, sokaklarında, kenti çok temiz buluyorum. Sımsıcak güneş altında muhteşem bir 3 saat geçirdiğimiz Prizren’den ayrılmak gerçekten de çok zor.
Bir çınar var büyük bir çınar Pirizren’de
Yaşı en az yaşımın on katı kadar
Neşe saçan gençlerden aldığı ilhamla
Ömrüne ömür gücüne güç katar
Kasımpatları parlar güneş altında
Huzurlu ihtiyar delikanlılar parklarda
Ne mutlu bir gün geçirdim bugün
Çok şükür Elhamdülillah Kosova’da
Rumeli toprakları bereketli mi bereketli
Kosova bu toprakların parlayan yıldızı
Priştine, Prizren, Jakova, İpek ve diğerleri
Nice erenleri, şeyhlerin kutsal mekanları
Ruhuma yeni ruh kattın hey Kosova, Kosova
Tarihinle, kültürünle, ağaçlarınla bin yaşa
Ata yadigarı kutsal topraklar sendedir
Ayhan’ı böyle mutlu kılan neşe sendedir
Öyle güzel bir hava ki her taraf ap aydınlık, yemyeşil. Ovaları, dağları, dereleri, tarlaları geçiyoruz… İnsanları soluyoruz adeta… İnekler yayılıyor, dereler çağlıyor, sular akıyor… ışık huzmesi ağaçlar arasından sızıp sizi buluyor. Güneş vücudunuzu ısıtıyor, hatta gözlerinizi kamaştırıyor. Bizim şansımıza müthiş güzel bir sonbahar havası…
Akşamsa bizleri ziyarete Mümin Lama ve oradan Bektaşi canlar ve Sinani Dergahı’ndan şeyh ve müritleri geliyorlar. Sohbet ediyoruz, hep birlikte Ali ilahileri okuyoruz. Abidin Harman Baba da bir inanç önderi olarak dualara katılıyor.
Bu gezi esnasında Prizren’de Ümmi Sinan Dergahı’nın izinden giden bir tekkeyi de ziyaret etmiştik. Sinani Tekkesi şimdi Şeyh Hüsein’in yönettiği ve Hakk Muhammed Ali nefeslerinin nidalandığı, zikirlerin Allah, Allah, Allah diye çekildiği bir iman ve inanç merkezi. Şeyh Hüsein’in şeyhi İstanbul’da şimdi Hakk’a yürümüş olan Şeyh Kemal Şenyüz’müş. Güller içindeki bu tekkede teberler, tesbihler dikkatimi çekiyor. Burada mis gibi bir koku var… Burada gerçek, samimi bir İslam kokusu var… Zikir var, dua var, nefes var, ilahiler var… Bu canlar Salı akşamları toplanıyorlarmış. Dervişlerin tümü toplanıyorlarmış. 24 yaşındaki lise mezunu ve üniversite okuyan Sinan Şişko babasının yolunda gitmek isteyen, meraklı, inançlı ve candan bir genç. Onu tekkede ziyaret etmiştik. Kendisini çok sevdim. Onların tümünü çok sevdim…
İşte bu güzel canlar bugün de bizi ziyarete geldiler.
8 Kasım, Cuma
Makedonya, Tetovo, Harabati Baba Dergahı
Ali Naki Horasani’nin her iki damadıyla birlikte sarp dağların bulunduğu derin vadilerden de geçerek hiç durmadan, Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Dergahı’na varmak için Kosova sınırından Makedonya sınırına geçiyoruz. Bugün de çok güzel bir sonbahar günü. Murat Küçük’ün de böyle güzel bir mevsimde geldiğini çektiği fotoğraflardan hatırlıyorum. Kavak ağaçlarından altın ışıklar yere düşerken, kızıla çalan çalılar ve sımsıcak bir atmosferde İmam Hüseyin Efendimizin aşkıyla yolları aşıp yaklaşık iki saatte nihayetinde Abdülmüttalip Dervişimize ulaşıyoruz. Yola gönül vermiş bacılar, böylesine bir günde Dervişi yalnız bırakmamak için gelmişler. Derviş Abdülmüttalip Bekiri Arnavutça’dan Kerbela Olayıyla ilgili çok uzun bir metin okuyor. Yaklaşık bir buçuk saat bu kitabı oradaki canlara okuyor. Sonra dualar ve lokmalar. Ben her zaman ki gibi buradaki gerici baskı ne zaman bitecek, bu zulüm, bu işgal bitecek mi, bu konuda bir ilerleme var mı? Diyince “yavaş, yavaş” diyor. Ben ise çıldırıyorum. “Yavaş, yavaş… Evet yavaş yavaş elden gidiyor beş yüzyıllık Bektaşi mabedi… Gözlerimizin önünde, “yavaş, yavaş…” Ciddi manada kaç yıldır sözlerden başka somut olarak ciddi adımlar atılmadığı için “yavaş, yavaş…” elden çıkıyor inanç ve kültür merkezimiz…
Üç saatlik ziyaretimizden sonra, bu sefer karanlıkta bu dağ yollarına girmektense, ana karayolunu takip ederek ve yolu çok uzatarak Prizren’den geçip, Piriştine yakınlarından Yakova’ya geç vakitte de olsa varıyoruz.
9 Kasım Cumartesi
Bugün başkent Priştine’ye gidiyoruz. Kenti gezmek istiyoruz. Bu arada da İsviçre Zürih için bilet alıyoruz. İstanbul’da tanıştığım, çok sevdiğim, birikimli bir insan olan Hayrettin Gaşi bizi karşılıyor. Kendisi meşhur 4. Murat dizinin senaristi. Emekli öğretmen. Zaman zaman Türkiye’ye gelip kalıyor. Hoş sohbet, her gün panellere, toplantılara giden, Rumeli’yle ilgili gelişmeleri izleyen, güler yüzlü, nüktedan bir canımız.
Bugün de hava çok çok güzel. Kent ışıklar içinde. Kosova gerçekten çok temiz bir ülke… Hele başkent daha da temiz. Kent merkezinde geniş bir meydan var. Modern binalar yanında gençlerin eğlendikleri kafeteryalar her yerde olduğu gibi burada da cıvıl cıvıl…
Fatih Sultan Mehmet Camii çok ihtişamlı bir yapı. Arkeoloji Müzesi dense de çok küçük bir binadan oluşan bu yapının bir katı boş. Ama üzücü olan bu müzenin ikinci katı çok abartılı bir şekilde NATO’nun işgali altında. Evet NATO kuvvetleri Sırplar’dan Kosova’yı kurtarmış ama bu NATO barış zamanında ne işe yarar, ne yapar? NATO’ya bu ülkede olağanüstü bir ilgi ve hayranlık var… Her yerde NATO’nun nefesini hissediyorsunuz. Bence Kosova’da Tarikatlar ve NATO sevgisi her şeyin önünde yer alıyor.
Tarihi bir binada Etnografya Müzesi yer alıyor. Yine ciddi bir envanterin olmadığı bu müzeyi de Avrupa’lı turistler ziyaret ediyorlar. Burada kap, kaçak, giyim, kuşam, yün ve pamuk dokuma tezgahları yer alıyor. Sonrasında ise Arnavutluk’ta tanıştığımız ve organizatör olan Bayan Luljeta Kryezui ile buluşuyoruz. Oldukça sempatim olan sonrasında benim de Facebook arkaşım olan Bayan Luli gerçek anlamda pozitif bir insan. Bayan Luli bize buraya özgü dordurmadan ısmarlıyor.
Sonrasında ise otobüsle Yakova’ya dönüyoruz. Bugün Ali Naki Horasani Dede’nin oğlu Hasan Ali Türkiye’den Kosova’ya dönüyor. Onunla sohbet ediyoruz, dertleşiyoruz. Bu arada Barış Televizyonu’nda Ömer Uluçay’a, Cem Televizyonu’nda da Mehmet Demirtaş Dede’yi izliyoruz. Buradaki Türkler hele de bu ailede, bu dergahta sürekli Alevi kanalları bu arada diğer Türk kanalları izleniyor. Hasan Ali tüm kenti gören bir tepedeki restorana bizi götürüyor. Kent ışıklar içinde.
Adnan Abrahi (80) (Hannan) Derviş (Evin Dervişi). Yukarda söz ettiğimiz bu derviş aslen Arnavut’muş. Kendisi Rufai’ymiş. Şeyhi Şeyh Asdülkadir, Mitrovica’daymış. Orada bir tekke varmış ama Sırplar 1999’da yıkmışlar. Onlar da Cuma akşamları toplanıyorlarmış. Bu tekke halen gündüzleri faaliyetteymiş. Akşamsa ibadetlerini ediyorlarmış. Tekkede ibadet ediyorlarmış. Onun akrabalarının ve oradaki dervişlerin çoğu ölmüş. Başka dervişlerin varlığı hakkında fazla bilgisi olmayan Adnan Derviş çok cüzi bir parayla yaşam savaşı veriyor, Ali Naki Horasani’nin Tekkesi’ni ziyareti ihmal etmiyor, buranın ufak tefek işlerinin yapılmasına yardımcı oluyor. Herkes onu çok seviyor. Ali Naki Horasani’nin oğlu Hasan Ali o şimdi benim arkadaşım oldu, ben onu çok seviyorum, diyor. Hanımı ve kızıyla oturan Adnan Derviş sadece ve sadece 40 Avro aylık alıyormuş, çok zor geçiniyormuş. Zaten emeklilerin durumu tümden berbatmış.
Bir gün bu dervişle Yakova’yı baştan başa gezdik. Çarşılarına gittik, sergilerin olduğu bir konağa gittik. Ahşap kapılardan zar zor bizleri karşılayan bir Arnavut bekçi, gelişimizden hiç memnun olmamak üzere ofluyup, tıslayarak bir kenara çekildi. Kent merkezi ve caddeler, sokaklar çok güzeldi. Bir de her taraf ağaçlık, yeşillik…
Hasan Ali’den buradaki sosyal yaşamla ilgili bilgiler alıyorum…
Burada insanlar 150/200 Avro kadar aylık alıyorlarmış. Kiralar maaşa göre çokmuş: 100-150 arasında değişiyormuş. Burada yaşam çok çileli ve zormuş. Her şey çok pahalıymış. (Buradaki fiyatlar Türkiye’dekinin üçte biri kadar) İşsizlik çok. İnsanlar şanslarını daha çok başkent Priştine’de arıyorlarmış.
Ah neyleyim düşkün oldum dünyada
Ateşle tığ ile şişleyin beni
Sevda dedikleri bir bela imiş
Gelmeyin yanıma boşlayın beni
Yiğit olan yiğit durur ahtında
Çünkü bu dert gider bulur lehdinde
Şeytana rey verdim Ali tahtında
Lanet edin bana haşlayın beni
Mahzuni şerif'im hal beyan eder
Müslüme düşmanım başında teber
Bilmem ki bu yolum nereye gider
Ben öldükten sonra işleyin beni
Aşık Mahzuni Şerif
10 Kasım Pazar
Bugün konuşmalar, sohbetlerle zaman geçiyor. Çünkü bir arkadaş gece yarısından sonra, sabaha karşı bir uçak bileti ayarlayabiliyor. O nedenle gece yarısı Priştine Havalimanı’na gidip orada sabahlayıp uçağa sorunsuz binmek istiyoruz. Aynen de öyle yapıyoruz. Yalnız uçağa binmeden benim tipimden mi, pasaporttaki Şiran yazısının Suriye’yi çağrıştırmasından mıdır nedir, yarım saat kadar dil döküyoruz polise… Neyse zor bela buradan geçiyoruz… Fuları takmak bizi daha da doğulu yapıyor… Üç günlük sakal ve fular beni Suriye’li yapmaya yetti! Ne gam… Ama anladığım kadarıyla Suriye’li sığınmacılar Avrupa’ya gitmenin yollarını deniyorlar demek ki!
İçimde bir Kosova ve Rumeli hasretiyle buralardan ayrılıyorum. Yarabbi ben buraları gerçekten Avrupa’dan çok daha fazla seviyorum. Aylarımı, yıllarımı burada geçirsem hiç bıkmam… Kendimden çok şey buluyorum… Kendimin bir başka yarısını buralarda keşfediyorum… O yüzden bu sevda bende bitmez, bu Rumeli sevdası serimden gitmez…