Makedonya- Arnavutluk Gezi NOTLARI, II. III. BÖLÜM
MAKEDONYA – ARNAVUTLUK GEZİSİ (II. BÖLÜM)
(20 MART – 8 NİSAN 2016)
AYHAN AYDIN
21 Mart 2016, Pazartesi
Makedonya, Tetova, Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesinde Nevruz
Bende 20 yıldır uyku ne arar? Hem de öyle soğuk ki, tam on yıl önce de Baba Tahir Emini’nin 40 yemeğine geldiğimde donduğum ve orta kulak iltihabı olduğum gibi şimdi de diyorum, üşütmeyeyim yine, demek ki şartlarda değişen hiçbir şey olmamış. Sonradan, kışı sorunsuz atlattım derken grip oluyorum. Neyse oluyor ve olacak bu şeyler, bu işler kolay değil, her dervişin ve araştırmacının, gazetecinin başına gelecek türden şeyler…
Çok erkenden, herkesten önce kalktım. Sabah meydan açılacak. Çünkü bugün Nevruz. Yani Sultan Nevruz. İmam Ali’nin doğduğu gün, doğanın yeniden canlandığı bir bayram gününe uyanıyoruz. Bayram sevinciyle insanlarla niyazlaşıyoruz. Sabah ibadete uzaktan- yakından bazı muhipler geliyorlar. Herkes meydana alınıyor. Biz de Nadime ile bir bölümüne katılabildiğimiz ve tam erkânın olmadığı bu bayram meydanında dışarıda bekliyoruz. İbadetler hasıl olduktan sonra bizler de küçük bardaklardan (dem kadehlerinde) Derviş’in elinden hayır dualarla sütümüzü ve şerbetimizi içiyoruz. Gelen misafirlere bunlar ikram ediliyor. Şerbet bir gün önce gece hazırlanıyor ve bolluk, bereket kaynağı olarak sütle birlikte bu güne özel misafirlere ikram ediliyor. Evlerde de özellikle sütlü tatlılar, özellikle sütlaç, yapılıp misafirlere ikram ediliyor.
Gün boyu gelenler, gidenler oluyor. Akşamki muhabbet için herkes arı gibi çalışıyor. Kesilen kurban etinden yemekler hazırlanıyor. Her zaman olduğu gibi yüz civarında insanın katılımı olacağı düşünülüyor. Gerçi gündüz ve başka günler çoğunu tekkede görmüyorum ama bu bayram olunca, hele de lokma olunca demek ki, Türkiye’dekiyle pek farkı olmuyor, düğünde bayramda insanları görüyoruz ama zor-dar günlerde ortada kimsecikler yok! Neyse bayram bugün şimdilik eleştirileri aşağıda son bölüme bırakayım.
Dikkatimi çeken tüm canların özenle türbe ziyaretlerini yapmaları, bir Bektaşi usul ve erkânının bu ziyaretlerde uygulanması. Sadece bir el değmek bir iki dua okumakla olmuyor, bunun da bir adabı, erkanı var. Her birisi saygılı, sevgi dolu bir şekilde yavaş yavaş tekkeye geliyorlar. Dedebaba Edmond Brahimaj, Derviş ve diğer tüm canlarla niyazlaşıyorlar, bayramlaşma sağlanıyor.
Yüz kişi akşamki nevruz muhabbetine katılıyor. Bir sonraki günde olduğu gibi Baba Mondi, yani Dedebaba Edmond Brahimaj basılı bir tekstirden “Hz. Muhammed’in Hz. Ali İçin Söylediği Kırk Hadisi” baştan sona okuyor. Herkes büyük bir dikkatle Dedebabayı dinliyor. Hz. Ali’nin üstünlükleri, meziyetleri dile getiriliyor. Her zaman olduğu gibi demle muhabbet açılıyor. Tuzla devam eden lokmada herkes Dedebabaya uymak zorunda. O konuşursa herkes susup onu dinliyor. Nefesler okunurken yemek yenmiyor, herkes nefesi dinliyor, eğer biliyorsa ona eşlik ediyor. Dem mutlaka yemekten önce alınıyor, Dedebaba’dan sonra herkes “Üçler Aşkına” diye başlayan demlerini alıyorlar. Nefeste ismi geçen önemli şahsiyetler, nefesin yazarı da mutlaka anılıyor. Nefesler Arnavutça söyleniyor. Dedebaba söz verince, (izin) Türkçe bilenler veya başka lisanda da (Boşnakça olabilir) nefesler söyleyebiliyorlar. Derviş Abdülmüttalip Bekiri daha çok Türkçe Nefesler söylüyor, en fazla Türkçe nefes bilen kişi belki de o şu anda. Ama elbette Arnavutça’da söylüyor.
Bu şekilde saatler boyunca hem lokmalar yeniliyor, hem demler alınıyor, hem nefesler söyleniyor. En son Dedebaba’nın duasıyla muhabbet nihayetleniyor.
22 Nisan 2016, Salı
Arnavutluk Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nde Nevruz
Ben akşam muhabbetten biraz erken ayrılıp, otobüsle Tiran’a hareket ediyorum. Çünkü yeterli yer olmadığı için dervişlerin gideceği araba yerine otobüsle gitmem gerekiyor ki bu daha iyi. Çünkü uzun yolda takside insan biraz daha sıkıntı yaşıyor. Sabah erkenden Tiran’a iniyorum. Bir taksiyle Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne varıyorum. Burası daha sıcak geliyor bana. Biraz dinleniyorum. Ben de ilk önce burada bulunan dedebabaların türbelerini ziyaret ediyorum. Normalde inançsal olarak Makedonya’da Harabati Baba Tekkesi’nde yapılan her şey, bu merkeze bağlı tüm tekkelerde olduğu gibi burada da yapılıyor. Sabah meydanı, kurbanlar, lokmalar, türbe ziyaretleri, bayramlaşmalar…
Tiran’da ise farklı olan; burada Bektaşiliğin resmen tanınan bir inanç sistemi olması ve en önemli dini günlerinden birisinin Nevruz olması nedeniyle bu merkezde, Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi denilen yerde, işin resmi boyutunun da olmasıdır.
Tüm bunları da izledim. Geçen sene Matem için geldiğim de benzer şeyleri görmüştüm. Sık sık ziyaretlerle, seyahatlerle ayrıntılar, benzerlikler, faklılıklar daha iyi ortaya çıkıyor.
Sabahın erken saatlerinden itibaren muhipler başta olmak üzere Bektaşiler ve bu yola gönül verenler toplanmaya başlanıyor. Yeni yapılan Odeon denilen binanın önünde sandalyelerine oturan misafirler 2 Nisan 2011’de Hakk yürüyen (4 Nisan’da toprağa verilen) Rahmetli Reşat Bardi Dedebaba’nın dev resmi önünde onun konuşmalarını, nefeslerini dinleyerek törenin (bayramın) başlamasını bekliyorlar. Ben bol bol fotoğraflar çekiyorum. Sayısı onbinleri aşan fotoğrafların çok olması araştırmacılar için yararlı olur, düşüncesindeyim. Aynı zamanda makineyi kamera olarak da kullanıp bazı bölümleri kayt altına alıyorum.
Geçen sene Matem’de olduğu gibi yine Dedebaba Edmond Brahimaj yanındaki baba ve dervişlerin de bulunduğu ortamda, bu sene Makedonya Tetova Kalkandelen’de okuduğu “Hz. Muhammed’in Hz. Ali İçin Söylediği Kırk Hadisi” burada da okuyor. Hz. Ali hakkında konuşma yapıyor. Sonra nefesler söyleniyor. İlk bölüm böylece nihayetleniyor. İnsanlar çok yoğun bir şekilde türbeleri ziyaret edip, türbelerin yanındaki bölümde mumlarını yakıyorlar. Hacı Bektaş’ın heykeli önünde fotoğraf çekilen insanları görüntülüyorum.
Sonrasında ise Dedebaba, gelen misafirleri başta devlet erkânı, yabancı elçiler, dini temsilciler olmak üzere odasında ağırlıyor. Odanın karşısında bulunan bir başka salonda ise Abdülmüttalip Bekiri ve bir başka derviş halkla bayramlaşıyor. Her gelen misafire mutlaka şeker veriliyor. Herkesin hatırı soruluyor. Dua isteyene dua veriliyor, nasihat isteyene nasihat ediliyor. Özellikle çocukların çokluğu ve derviş ve babaların çocuklarla ilgilenmeleri, onlarla fotoğraflar çektirmeleri dikkatimi çekiyor. Bu böylece saatler boyunca sürüyor. Yüzlerce insan aynı şekilde ağırlanıyor.
Benzer şekilde kesilen kurbanlarla hazırlıklar yapılıyor. Bu akşam da burada bir Muhabbet var. Bizler yine bu muhabbete de katılıyoruz.
Akşam yine hava soğuyor, camı olmayan odada yatarken, montuma sarılıyorum. Ertesi gün ise Korça’da aynı şekilde Nevruz etkinliği var. Bizler de oraya gitmeye karar veriyoruz. Hüseyin Süleymani bir araba ayarlıyor. Bizler Korça’ya gitmeden önce mutlaka Elbasan’daki türbeyi görmek isteyince oradan geçiyoruz.
Tiran’dan Elbasan’a giderken doğanın büyüsü beni sarıyor. Her tarafa bahar gelmiş. Arnavutluk yazları çok sıcak olan bir ülkeymiş. Tipik Akdeniz bitki örtüsü her yerde kendisini gösteriyor. Bu sefer farklı bir yoldan tekkeyi arkamızda bırakıp kenti çıkarken, uzaktan gecekondular içinde kaybolan Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne bakarken, Tiran’ın tümüyle doğanın içinde olan bir kent olduğunu görüyorum. Her taraf bağ, bahçe, tarla, her taraf yemyeşil. Bu sefer bir tepeden görüyorum Tiran’ı. İyi ki bu yoldan geçmişiz diyorum içimden. Bayağı büyük bir şehir burası. Yeni yeni binanlar yükseliyor. Ama ne iyi ki yeşili bitmemiş, tükenmemiş bir kent. Yol boyunca zeytinlikleri, yer yer çam ağaçlarını görüyorum. Bir tepede tarihi bir kale beliriyor. İkinci kez bu yollardan giderken Derviş Abdülmüttalip, aslında buradaki yerlerde bile Harabati Baba Tekkesi’nin izinin bulunduğunu, bu kalenin komutanının benim zeytinliklerimden çıkan yağ ile Harabati Baba Tekkesinin çerağları yansın, dediğini söylüyor. Yol boyunca gördüğümüz tüm manzara Türkiye’de Anadolu’da rast geleceğimiz tüm manzaraların benzeri. Geri kalmış bir ülke ve güçlükler içinde yaşam mücadelesi veren bir halk var karşımızda. İşsizliğin hat safhada olduğu bu ülkede, tarım para etmiyor. Belki kendisini toparlayıp tanıtabilse en önemli potansiyeli turizm olabilir Arnavutluğun. O kadar güzel bir ülke ki anlatılmaz. Bu dağlar, bu vadiler, bu yeşillikler, bu doğallık, bu tarihi eserler, bu deniz ve göller özellikle doğa sever, macera arayan turistler özellikle de gençler için ideal sayılır. Bu arada tümüyle genç bir nüfusa sahip Arnavutluğun gençleri çözümü Avrupa’ya gitmekte arıyor. Daha önceki bir yazımda söylemiştim, neyi eksik İran’lıların Batılılardan, en azından İran’lı kadınlar hadi diyelim ki İsviçre’li kadınlardan daha güzeller, demiştim. Şimdi de diyorum ki, neyi eksik Arnavut gençlerin Avrupalı gençlerden, hadi diyelim ki Almanlar’dan bence daha yakışıklı bu gençler. Gerçekten bu böyle ama ne yaparsın ki, güzellikte, yakışıklılık ta (ikisi de aynı şeydir aslında) bir şey ifade etmiyor; yoksulluk, işsizlik hep aynı. Ama helal olsun ki bu Balkan ülkelerine, Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük ülkesi ki doğrudur, Türkiye’den en azından dil konusunda daha iyiler; her birisi birkaç lisanı şu veya bu şekilde konuşuyorlar.
23 Mart 2016, Çarşamba
Elbasan Türk Cemali Baba Tekkesi
Burada ise ben duygularıma hâkim olamıyorum. Tertemiz olan bu tekkede olağanüstü bir hava sarıyor beni; burada baba oğul iki inanç önderi bizleri karşılıyor. Oldukça yaşlanmış ve bir piri fani olan Faik Salmanay Baba’nın varlığı yetiyor. Oğlu mücerret derviş olan Ardit ise çok mu çok mütevazı dünyalar tatlısı bir derviş. Aynı zamanda diğer işlere de bakan muhiplerden birisiyle bizler tekkenin bitişiğindeki türbeleri ziyaret ediyoruz. Yeşil renkli bir kubbenin içinde üç Baba erenler yan yana yatıyorlar; Baba Ali Horasani, Baba Cemal Turku (Baba Xhemal Turku), Baba Şerif Canı (Baba Sherif Cani). Tekkenin önündeki ağaçlık avlunun dışında, hemen yanında bir de yeşil bir bahçesi olan bu inanç merkezi her yerden misafirlerini bekliyor. Işıl ışıl mutfağı, misafir odaları, salonları olan tekkenin bir dönem babası olan ve Abdülmüttalip Bekiri’nin de ifade ettiği şekliyle alim bir insan olan Cemali (Cemal) Baba Türk asıllı bir baba. Burada önceden ciddi bir Türk varlığını duyuyorduk. Ama şimdilerde bir araştırma konusu olacak şekilde, Türk kalmamış. Ya göçmüşler, ya da Türkçe konuşmayarak, asimile olmuş bir şekilde varlıklarını şu veya bu şekilde sürdürüyorlar, bir bilgimiz yok.
Çok enteresan bir şekilde, böyle şeyler oluyor, bu sene ikinci kez ziyaret edeceğimi bilemediğim bu tekkeye 5 nisanda tekrar geliyoruz. Reşat Bardi Dedebaba’nın “Mevlüt”ü için tekrar Arnavutluğa geldiğimde burayı bu sefer Abdülmüttalip Bekiri Derviş ve Türkiye’den çok sevgili Mahmut Aydın Derviş ve Bosna Hersek’ten iki can simayla ziyaret ediyoruz. Burada bize kendi elleriyle yaptıkları lokmaları ikram eden bu can insanlara muhabbetimiz daha da artıyor.
Ayrıca ikinci gelişimizde kentin biraz çıkışında iki boğaz arasında bir tepeye yakın alanda “Büyük Tekke”yi de ziyaret ediyoruz. Burada birçok babanın mezarları var. Burası aynı zamanda “Tekke”. Baba Faik Selmanay akşamları gelip burada kalıyormuş. Kaşsısında çam ağaçlarıyla kaplı bir tepe olan bu yer Mahmut Aydın’ın dediği gibi tekke olmak için daha ideal bir yer, kentin içindeki basık hava burada yok.
Elbasan’daki bu türbelerde yatanların en azından bir kısmının Horasan illerinden gelen Türk erenler olduğu söyleniyor. Elbasan’la daha çok ilgilenmek gerekir.
(Serçeşme Dergisi, Temmuz 2016, Sayı: 31, Sayfa: 36-39)
(Bu gezinin gerçekleşmesine katkı sunan İş Adamı Adem Dağıdır ve Veli Dedemizin oğlu Hasan Akkol’a şükranlarımla)
(Yazıyla ilgili yüzlerce fotoğraf facebook sayfamda, Albümler bölümündedir.)
MAKEDONYA – ARNAVUTLUK GEZİSİ (20 MART – 8 NİSAN 2016)
(III. Bölüm)
Ayhan Aydın
Arnavutluk, Korçe, Turan Tekkesi
23 Mart 2016
Elbasan’dan yine muazzam bir doğa manzarası içinde bu sefer rakımı hep artan yukarılara doğru tırmanarak, Arnavutluk’un gerçekten bir doğa harikası olduğunu keşfede keşfede tepeler aşarak, Korça’ya doğru yol alıyoruz. Her taraf yemyeşil, çevre dereler, küçük gölcüklerle dolu. Bulutlar dağların üstünde dans ediyor. Yeni açan çiçekler, şimdiden kabarmış otlar, yol boyu gezimize ahenk katıyor.
Büyük bir köy içinden geçerek yine uzakta sıra dağların göründüğü bir düz ova içindeki Turan Tekkesi’ne varıyoruz. Demirden yazılarla üstünde “Turan Tekkesi” yazan kapıdan geçiyoruz. İçeride bir şadırvanın da olduğu mütevazı bahçesinde bir çeşmesi ve iki katlı taştan binasıyla işte Turan Tekkesi karşımızda duruyor. Bir dönem şimdiki Dedebaba Baba Mondi’nin de hizmet ettiği söylenen, şu an görevli bir baba veya dervişi olmayan, mutfak, yemek salonu ve kabul salonundan ibaret mütevazı bir tekke burası. Hava müthiş soğuk. Kabul salonunda büyük bir ocaklık var. Buraya devamlı odun atıyorlar, hiç durmadan atılan odunlarla ancak ısınıyor bu on- on beş kişilik salon. Nadime ile girince içeri uzun zamandır tanıdığım Didar Abla, Selviye, Derviş Amca ve Seboş’la karşılaşıyoruz. Ekip tamam, bunlar bir arkadaş gurubu. Bektaşiliğe gönül vermiş insanlar. Meğerse Derviş Abdülmüttalip bizler eziyet çekmeyelim diye, Tetova’dan gelen ekipte Derviş amcanın arabasını bizleri alıp tekrar Harabati Baba Dergâhı’na götürmesi için göndermiş, can kurban bu dervişe.
Derken Baba Mondi (Edmond Brahimaj) korumasıyla çıkageliyor. Çaylar, kahveler içiliyor. Nefesler söyleniyor. Akşamsa burada bir Muhabbet var… Korçe’nin genç belediye başkanı ve bazı iş adamlarının da katıldıkları sofrada yine İmam Ali aşkına nefesler söyleniyor, lokmalar yeniliyor.
Tekkede kalacak özel bir yer yok. Bazılarımız ana binada odalarda kalacak, bir kısmımız da bu misafir kabul salonunda kanepelere uzanacağız, yatacağız. Şöyle böyle, ocağa devamlı atılan odunlarla donmamayı başararak sabah ediyoruz. Her zaman olduğu gibi en erken yine ben kalkıyorum. Kalkar kalkmaz dışarıya bakıyorum ki ne göreyim, bayağı kar yağıyor. Nasıl yani? Evet, kar… Hemen kamerayı alıp çıkıyorum dışarıya, dağlar karlarla kaplanıyor kısa zamanda, ortalığı bir beyaz örtü kaplıyor. Hava yine buz gibi. Derken diğer insanlar da kalkıyor. Bu sefer yakın köylerden Bektaşiler buraya gelmeye başlıyorlar. Gelenler içinde bir amca dikkatimi çekiyor, ona yakınlık gösteriyorum. Çok tatlı amca kendisinin fotoğrafının çekilmesini istemiyor. Kendisini türbelere adayan ve “Türbe adağı – Tekke Teberüğü- ” olarak doğan, yani sonradan dualarla, türbeler ziyaret edilerek Hakk’tan istenen bu inançlı Arnavut Bektaşi bu konularda da konuşmak istemiyor. Tam anlamıyla bu konuların sır olduğunu, söylüyor. Bir başka kadından da civar köylerde hayatın canlı bir şekilde aktığını sütün, yumurtanın bol olduğunu, buradaki bazı ihtiyaçların köylerdeki Bektaşiler tarafından karşılandığını öğreniyoruz. Sırasıyla yaşlı Arnavut Bektaşiler buraya gelip gidiyorlar.
Kısa sürede dışarısı ise panayır yerine dönüyor.
Tekkenin yanındaki köy yolunun hemen bitişiğinde ise Bektaşi Babalarının türbeleri var. Yol boyu satıcılar; yiyecek içecek başta olmak üzere, çocuklara oyuncaklar vs. sattıkları küçük tezgâhlarını açıyorlar. Evet, bugün Çingenelerin günü… Bugün bayram. Bugün Nevruz Bayramı. Yüzlerce insan akın akın tekkeye doğru geliyor. Özellikle türbelerin bulunduğu ve ayrı bir kapısı olan içinde ağaçlarla geniş bir bahçe içindeki Bektaşi babalarının türbelerini büyük bir sevgiyle ziyaret ediyorlar, kurban kesen, bahçedeki ağaçlara ip bağlayan gençler var. Kapının eşiğine oturmuş iki yaşlı Çingene ise sevimli bakışları ve tatlı dilleriyle insanlardan para dileniyorlar. Nerdeyse insanların ayaklarına ellerini sürerek, türbe aşkına para istiyorlar. Gençler ve çocuklar katılanların çoğunluğunu teşkil ediyor. Yaklaşık bir km. uzaklıkta bulunan köyle türbe arasındaki yol arabalarla ve insan kalabalığıyla dolup taşıyor.
Dümdüz, yemyeşil ve yonca da ekilmiş tarlaların ortasındaki yoldan, insan kalabalığını ve tekkeyi daha iyi görüntülemek için köye kadar yürüyüş yapıyorum. Gerek köyde, gerekse türbenin bulunduğu alanda polisler önlem almışlar. Daha çok salam, sosis, sucuk benzeri şeyleri yiyen, tatlılara ilgi gösteren gençlerin, çocukların yüzlerinde bir sevinç var, mutluluk var ki görülmeğe değer doğrusu. Aynı zamanda temiz ve yepyeni elbiseleriyle insanlar akın akın türbelere doğru hareket ediyorlar. Türbeleri ziyaret etmek ibadetten sayılıyor. Türbenin avlusunda kurban da kesiliyor. Saatler içinde sıcaklık artıyor, kardan eser kalmıyor.
Derken yine tekkenin merdivenlerinde Baba Mondi (Edmond Brahimaj) Dedebaba ve bir gün önce ziyaret ettiğimiz Elbasan’daki Cemali Baba Tekkesi’nden Faik Salmanay Baba ve oğlu Derviş Ardit yan yana halkın karşısında yer alıyorlar. Dedebaba bugün de yine burada “Hz. Muhammed’in Hz. Ali Hakkında Söylediği 40 Hadisi” ve Hz. Ali’nin üstünlüklerini, Nevruz’u anlatan bir konuşma yapıyor. Dışarıda türbe ziyaretleri, gençlerin sağa sola koşuşturmaları devam ederken, tekke içinde sandalyelerinden Baba Mondi’yi dikkatle dinleyen de bir gurup Bektaşi Nevruz’unu kendilerince yaşamaya başlıyorlar. Konuşma sonrasında burada da yine gece hazırlanan şerbet ve süt konuklara ikram ediliyor. Yüzlerce insan yan yana duran Baba Mondi ve Faik Salmanay ve Derviş Ardit’i selamlıyorlar. El sıkışılıyor, güler yüzle tüm çocuklar kucaklanıyor. Her gelen misafire mutlaka şeker ikram ediliyor. Bir kısım misafir oturuyor, bir kısmı yürüyerek babaları ve dervişi el sıkarak tebrik edip, bayramlarını kutluyorlar. Bu böyle birkaç saat boyunca devam ediyor.
Burada belki de çoğu tekke ve şehirde görülmeyecek şekilde, dışarıda gerçekten bir bayram havası esiyor. Tekkenin avlusunda bu sefer müzik sesleri yükseliyor, uzun zurnayla çalınan oyun havalarına gençler çok ilgi gösteriyorlar. Bizlerin horonlarına, halaylarına benzeyen oyunları saatler boyunca oynayan gençlerin çok büyük bir coşku içinde olduklarını görüyorum.
Daha çok Çingene gençler ilgi gösterse de köylüler veya gelmişlerse kent merkezinden gelenler de bu oyunlara eşlik ediyorlar. Yani burada çok ilginç bir fotoğraf karesi ortaya çıkıyor; inançsal-dinsel seronomi, çalgılar eşliğinde halk oyunları, türbeyi çok büyük bir itikatla ve erkâna uygun bir şekilde ziyaret eden inançlı Bektaşiler ve meraklı saygılı Çingene veya Çingene olmayan büyük bir gençler topluluğu, ortalığı saran salam-sosis dumanları içinde bayram yapıyorlar… Benim için çok çok ilginç bir deneyimdi buraya gelmek. Yüzlerce kare fotoğraf ve bazı video görüntüleri elde ettikten sonra, bu sefer yine Baba Faik Salmanay ve Derviş Ardit’in türbeleri ziyaretlerini tekrar çekiyorum.
Bu tam anlamıyla bayram olan etkinlik, dört beş saat kadar sürüyor. Sonrasında birden bire müzikler susuyor, ziyaret devam etse de artık Faik Salmanay Baba ve Oğlu Derviş Ardit tekkeden ayrılıyorlar. Derken Baba Mondi’de tekkeden ayrılınca, sıra bizim ayrılma vaktimize geliyor.
Arkamızda çok güzel bir doğa içinde, birbirinden güzel insanlar, yaşanmış bir bayram ve araştırılması gereken bir büyük kültür birikimini bırakarak yol alıyoruz yine dağlar, vadiler içinde…
Benim kafamın içinde ise hep doğa, var. Aynı zamanda bu gezide okumayı sürdürdüğüm ve ruhumun derinliklerinden bana “sen aslında bir Çengenesin” diyen bir ses… Hani elinizden bırakamadığınız kitaplar vardır ya… Gezi boyunca okumayı sürdürdüğüm Jan Yoors tarafından yazılan ve beni çok saran Çingeneler kitabının sayfalarından sözcükler önüme dökülüyor… Allah, Allah, vardır bir hikmeti…
Pocredek’e varacağız. Ohri Gölü’nün kıyısında bir kent. Burada bir yemek yedikten sonra Makedonya’ya çekip Tekkemize varacağız. Yıllar öncesinde bir gezide Ohri’deyken söylenen ve hiç aklımdan geçmeyecek bir şekilde, burada bir sınır varmış, hemen Arnavutluk yakınmış, dedikleri yerden Makedonya’ya gideceğiz. Yolda Didar Hanımı Struga’ya bırakıp yolumuza devam edeceğiz. Varacağız Harabati Baba Tekkemize…
Burası Balkanlar’daki benim evim. Harabati Baba Tekkesi bana huzur veriyor. Buraya kavuşmak bir büyük özlemi gidermek gibi bir şey benim için.
Balkan Gezi Notlar…
26 Mart 2016
Bugün ise Tekke’nin Türkiye’den misafirleri var. Ankara merkezli Türkmen Alevi Bektaşi Derneği yöneticileri ve bir semah gurubu bir gün öncesinde Kanatlar Köyü’ne gidip oradaki Bektaşilerle birlikte olmuşlar. Şimdi de Tekkeyi ziyaret edeceklermiş. Karşılama ve orada bulunan yetkililerle sohbetten sonra Tekke’nin avlusunda semahlar dönülüyor. Daha önce de buraya Alevi Bektaşi gurupları gelmiş, sazlar da çalınmıştı. Ama gurup halinde semahlar dönülmemişti. Demek ki avluda semah dönülmesini görmek bana da kısmet olacakmış. Hem semahlar dönüldü, hem de ozanlar nefesler söylediler. Âşık (Ozan) Elifçe ise sosyal medyanın vazgeçilmezi Facebook’tan arkadaşım. Beni görünce şaşırıyor, hem de çok seviniyor. Birlikte fotoğraflar çekiliyoruz. Dernek başkanı Özdemir Özdemir, eski AKP’li milletvekili Kemal Albayrak’la yaptıkları bu gezide şimdi hedeflerinin de Makedonya’nın başkenti Üsküp’e (Skopje) gidip orada semahları sergilemek olduğunu söyleyip, Abdülmüttalip Derviş’i Üsküp’teki etkinliklerine davet ediyor.
Ankara’dan İstanbul’a gelip benimle yola çıkan bir hafta birlikte olduğumuz Nadime Nurcan Ankara’ya hareket ediyor.
Gelen konukları ağırlamak için çaba harcarken, ekiple gelen bayanlar imdada yetişiyor. Ben bu sefer çekimlerimi yapıyorum.
5 Bacı Semah Ekibi’nin semah dönmesi, geleneksel olarak zakirin hizmet yürütmesi, ozanların sazlarını çalmaları burada çok güzel bir atmosferin doğmasına neden oluyor.
27 Mart 2016
Bugün ise bir araştırmacı Tekke’yi ziyaret ediyor. Onunla uzun uzadıya sohbet ediyorum. Bir gün önce gelen ekip aslında bugünkü gün için Tekke’ye gelecekmiş, programları değişmiş, onları, aynı zamanda Tekkeyi ve Derviş’i görmek isteyen, Üsküp’teki Makedoniya Müzesi görevlisi Etnolog Elizabeta Koneska, bizleri müzeyi gezmeye davet ediyor. Koneska Gazi Üniversitesi’nin düzenlediği, Üsküp’teki 3. Sempozyuma da katılıp, (2009) Hıdır Baba hakkında bir bildiri sunmuş.
Bugün de, Derviş’ten ilginç bilgiler edinmeye devam ediyorum. Meğerse Tekkeyi işgal edenlerin vukuatları çokmuş. Önceki sene Özlem Balcı isimli bir yönetmenin fotoğraf makinesine, kamerasına el koymuşlar. İş karakolluk olmuş. Özlem Balcı Derviş Abdülmattalip’le söyleşi yapmış, internet yayınlamış. Zaman zaman Türk basınında Balkanlar’daki gerici yükseliş ve Harabati Baba Dergâhı’nın işgaliyle ilgili haberler çıksa da, bu yeterli olmuyor.
Tekkede gördüğüm bir kitap dikkatimi çekiyor: Fuzuli’nin Hadükatü’s Sueda’sı. Kitap Arnavutça, ciltli bir şekilde basılmış.
Gelen başka ziyaretçiler ve işlerle günü akşam ederken, Derviş, Türkmen Derneği’nin etkinliğine katılmanın yararlı olacağını söyleyip, birlikte Üsküp’e gidelim, diyor. Çünkü Derviş’in bu gibi etkinliklerde bulunması buranın yani Harabati Baba Tekkesi’nin varlığının oralarda gösterilmesi anlamına geliyor. Yerine bir derviş gibi hizmet yürüten Ferizan Amca’yı bırakıyor. Gostivar’da oturan Derviş’in oğlu Deniz’in arabasıyla Üsküp’e gidiyoruz.
Erken saatte vardığımız için kenti biraz geziyoruz. Her taraf yeni yapılmış büyük boyuttaki heykellerle dolmuş durumda. Kentin merkezinde boş alan kalmamış gibi. Ana merkez heykellerle kuşatılmış, sıkıştırılıp adeta pres edilmiş halde. Modernite iyi de, Avrupa’dan alınan desteklerle ve Avrupa’ya ve dünyaya şirin görünmek adına bu kadar abartı fazla göze batıyor, çünkü gerçekten onlarca heykel ilgili ilgisiz her yerde boy gösteriyor. Sanki kent merkezi heykel açık müzesi olmuş. Ama burası başkent ve tarihi bir şehir, bu kadar abartmanın, doğal yapıyı bozmanın manası var mı? Var, elbette. Bunun manası bence; tüm Ortadoğu ve Balkan ülkelerinin hep örnek aldıkları Türkiye’deki gibi gösterişe önem verilmesi anlayışı.
Gençler, insanlar sanki hayata kayıtsız bir şekilde yollarına devam ediyorlar, yeni modern binaların aralarından geçerek. Bir de sarayı var kentin, ışıklar içinde, yepyeni. Lükse düşkünlük Fransa’da Versay Sarayı’nın yapılmasıyla doruk noktasına varmıştı. Demek ki, saray yaparak ne kudretli olduklarını gösterme hevesinde olan yöneticilerin varlığı devam ediyor. Hemen aklıma Romanya’nın başkentindeki saray geliyor. Halkçı dense de, halkın yanında yer alıyor dense de, Çavuşesku dünyanın en büyük saraylarından birisini dünya kadar para harcayıp bu fakir ülkeye yapabilmişti. Geri kalmış, (bırakılmış) ülkeleri yönetenlerin kafaları nasıl da benzeşiyor, yarabbim!
Evet, bu şehir tarihi özelliğinin dışında sanki biraz da Avrupalılaşmış yahu! Kafeler, restoranlar, ellerinde telefonlarla modern giyimli gençler, ki burası bir üniversite kenti aynı zamanda, birçok Türk öğrenci de burada okuyor, bir Avrupa kenti var karşımızda: yani Üsküp. Vardar Nehri aka dursun, kalesiyle, camileriyle, hamamlarıyla Türk özelliklerini de yitirmeden sürdüren Üsküp aslında tüm Balkanlar’ın ve Avrupa’nın mutlaka gezilmesi gereken şehirlerinden birisi.
Derviş bir tanıdığına rast geliyor caddede, birlikte bir kahve içiyoruz. Sonra zamanından önce etkinlik salonuna varıyoruz. Çok eski, büyük tiyatro veya konser salonu olarak kullanılan bina, bana Balkanlar’da sanata verilen önemin bir göstergesi gibi geliyor.
Türkmen Alevi Bektaşi Derneği tarafından “Hoca Ahmet Yesevi’den Balkanlar’a Gönül Erleri” Uluslar arası Kültür Gecesi 3, isimli etkinliği Mehmet Emin Eren sundu. Etkinlikte 5 Bacı Semah Ekibi yer aldı. Aynı şekilde semahlar dönüldü, konuşmalar yapıldı, ozanlar sahne aldı. Özellikle Âşık Elifçe’nin sesi insanları çok etkiledi.
Ben de geçen sene Kosova’da, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği ve BAL-TAM tarafından, 14-16 Ekim tarihleri arasında yapılan Balkanlar’da Bektaşilik ve Bektaşi Edebiyatı Sempozyumu’nda tanıştığım Yrd. Doç. Dr. Zeki Gürel ile karşılaşıyorum. Eşi Yrd. Doç. Dr. Nazlı Rana Gürel ile birlikte görevli olarak Makedonya’da bulunan Gürel bizleri görmekten çok mutlu olduğunu söylüyor.
Fazla oyalanmadın yaklaşık 45 km. mesafedeki Tetova’daki dergâhımıza varıyoruz.
Oldukça üşüten, kışı grip olmadan atlatırken burada hastalanan benim ilacım bir litre kaynamış sütü içip, üstüme ne bulursam alıp sarılıp, yatmak.
Sabaha Allah kerim, ya kısmet!
28 Mart 2016
Sabah erkenden kalkıyoruz. Günlük işleri yaptıktan sonra, her zaman olduğu gibi misafirlerin gelmesi veya bir engel çıkması endişesiyle Derviş Abdülmüttalip Bekiri ile detaylı söyleşilere başlıyorum. Dervişin hayat öyküsünü dinlemek her zaman oldukça öğretici. Zorlu bir yaşam onunkisi. Genç yaşta dışarılarda, gurbette çalışmak zorunda kalan Derviş içindeki sevgiyi, umudu, güveni hiç kaybetmemiş. Hayata zorluklar içinde devam ederken zaten aslında donanımlarıyla onun güçlüklerini yenecek bir güce de sahip bir insan olmuş, çoktan olgunlaşmış.
Gurbet nasıl bir yerdi, diyorum. A be canım, sen bilmez misin Türkiye’de gurbet ne demek, başka yerde çalışmak ne demek, burada da aynısı, diyor. Gurbeti ben bilmeyeceğim de kim bilecek? Ama çok zorlu koşullarda yaşam mücadelesi veren Derviş, kendisiyle yapacağım söyleşilerde, sohbette, uzun yıllardan sonra edindiği büyük tecrübeyle ve hayat öğretisiyle, güçlüklere gerçekten gülüp geçen bir olduğunu gösteriyor.
Son 22 yılını Harabati Baba Dergâhı’na (Tekkesi)’ne adayan Abdülmüttalip Bekiri’nin önceki yaşamı da hep çalışmak, yokluk, bin bir güçlüklerle dolu bir yaşam öyküsü.
(Serçeşme Dergisi, Ağustos 2016, Sayı: 30, Sayfa: 35-40)
(Bu gezinin gerçekleşmesine katkı sunan İş Adamı Adem Dağıdır ve Veli Dedemizin oğlu Hasan Akkol’a şükranlarımla)
(Yazıyla ilgili yüzlerce fotoğraf facebook sayfamda, Albümler bölümündedir.)