HARABATİ TEKKESİ'NDE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

MAKEDONYA – ARNAVUTLUK GEZİSİ
(13-24 AĞUSTOS 2018) (1. Bölüm)
Bir İşgali Yaşayan
Harabati Baba Tekkesi’nde Değişen Fazla Bir Şey Yok

Ayhan Aydın

Benzersiz doğasıyla beni her zaman büyüleyen ve kadim bir uygarlığın ve tarihin coğrafyası olan Balkanlar’a gitmek her zaman bende heyecan uyandırır. Bendeki bu sevdayı tam anlamlandırmak, tanımlamak da mümkün değil. Tam anlamıyla çocuklar gibi şen – şakrak bir ruh halinde yollara düşerim, her türlü engel bende muzipçe aşılmasından mutluluk duyulan bir oyuna dönüşür… Mesele Balkanlar olunca tüm ağrılarım geçer. Yunanistan’daki Seçek Yaylası Etkinliğinde gerçi biraz halsiz düşmüş, rahatsızlaşmıştım ama ne gam, her sene bende bir görev aşkı olarak beliren Harabati Baba Tekkesi’ne gitmeden bu seneyi tamamlamam mümkün olmayacaktı. Bir de üstelik birkaç kez niyetlensem de, tam da Hacı Bektaş Etkinlikleri zamanına denk geldiği için Arnavutluk’taki Tomor Dağı’ndaki Tomor Baba daha doğrusu Ali Abbas (Celal Abbas) Anma Etkinliklerine bugüne kadar hiç katılamamıştım. Bu sene her ikisini birleştirmek pek de akıllıca bir hareket olacaktı.

Yine düştük yollara… Bu sefer ise uçakla gitmek bana gerçekten çok iyi geldi. Yoldan ziyade; hem Yunan gümrüğünde, sonrasın da ise yine Yunan hududunu aşıp bu sefer Makedon hududunda bin bir türlü cefayı çekmemek bu sefer iyi olacaktı.

 

Makedonya

13-21 Ağustos 2018

Tetova – Harabati Baba Tekkesi

13 Ağustos’ta İstanbul’dan Maketonya Tetova’ya hareket ettim. Üsküp Havalimanından bir servis otobüsüyle otogara, oradan da bir yolcu otobüsüyle Tetova’ya hareket ettim. Bir taksiyle Balkanlar’daki evim dediğim Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi’ne varmak büyük bir mutluluktu.

2004’den beri, 15 yıldır sürekli gittiğim, gitmediğim anlarda da oradaki gelişmeleri yakından takip etmeye çalışan birisi olarak bu tekkenin geleceği aslında beni de çok mu çok ilgilendiriyor tüm toplumumuz gibi.

Daha önce uzun uzadıya birçok kez yazdım buradaki gelişmeleri. İlgili yazılar internetteki wep sitemde mevcut. Ama yeni okuyanlar için söylemek gerekirse, 480 yıllık bir tekke olan Harabati Baba Tekkesi (Sersem Ali Dedebaba Tekkesi), hayli badireli süreçler yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor.

Tekke, 2002 yılında, İslam Dini Birliği adı altındaki Makedonya’daki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kullandığı militanlar tarafından Bektaşilerin elinden alınmak için işgal edildi.

Amaç, Makedon kanunlarının boşluklarından da yararlanarak, Makedonya’daki Müslüman toplumunu sözde temsil eden tek kurum olmalarının verdiği ayrıcalıkla bu kadim Bektaşi Ocağı’nı ele geçirmek, burayı kendilerine bir merkez daha doğrusu bir üs yapmaktı. Silah atarak, insanlara baskı, tehdit, şantaj uygulayarak yapılan bu saldırıya ise ne hikmetse Makedon Devleti uzun yıllar sessiz kalmayı yeğledi. Bu konuda Bektaşilerin girişimleri sonuçsuz kaldı.

Tüm Tekkenin, iç haziresine bağlı bir meydanevi ve konukevi olarak kullanılan iki biriminin dışındaki her yapıya ve büyük bahçeye konan, burada görevli olarak bululan Vahabi kılıklı Cumali isimli insan azmanı dahil, sözde İslam Dini Birliği’nin paralı görevlileri büyük bir pişkinlikle burayı sahiplendiler. Her gelen turist kafilesinden haraç almaya başlayan Cumali aynı zamanda ruh hastası birisi olarak zaman zaman da turistlere ve bazı ziyaretçilere de saldırarak, kameralarını kırarak, onlara hakaretler ederek, birçok kez karakolluk olmasına rağmen her daim, elini kolunu sallaya sallaya tekrar ertesi gün tekkeye gelmeye devam edebildi.

Büyük meydanevi’ni işgal edip, ocak bacasına taktıkları hoparlörden ezan okuyup, yıllar içinde halkı türlü laflarla kandırıp kendilerine bir cemaat edinmeyi başaran bu işgalci güruh emelleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlar.

İşte bu sene 17 şubatta, Tekkenin kuruluşunun 480. Kuruluş yıldönümü münasebetiyle bir tanıtım kokteyli veren Arnavutluk’taki Dünya Bektaşiler Birliği’nin yasal temsilcisi ve Bektaşi Babası Edmond Brahimaj (Baba Mondi) bu işgalin sonunun geldiğini, yasal olarak bu işin halledileceğini konuklara söylüyordu.

(Ne hikmetse bu dergâhın en zor günlerinde onun yanında yer alan, Arnavutluk’taki birçok baba ve derviş kılını kıpırdatmazken, en azından bu tekkenin sesi olan Türkiye’deki kurumlar, kuruluşlar, babalar bu etkinliğe davet edilmemişlerdi. Bunu nedeni ne olursa olsun bunu kabul etmek mümkün değil. Arnavutluk’tan, Kosova’dan, Makedonya’dan temsilciler gelirken, Türkiye’den de bu etkinliğe insanların davet edilmesi gerekliydi. Birçok yönden gerekliydi, burası aynı zamanda bir Türk Tekkesidir. Bektaşinin; Alevisi, Sünnisi, Arnavudu, Türkü olmaz elbette. Kökene bakılmaz yani bu kadim tarikat yolunda. Ama Türkler gelsin maddi manevi her türlü yardımı yapsınlar ama tüm idare bizde, söz söylemeye biz yetkiliyiz, her şeye biz karar veririz, demek olayı küçültmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Bu kimsenin işine yaramaz. Buna da kimsenin hakkı yoktur. (Şimdilik bu kadar yazabiliyorum.))

Harabati Baba Tekkesi’nde Değişen Bir Şey Yok

Hukuki konularda çok koşturduğu söylenen ama ne hikmetse aylar boyunca Tekke’ye fazla da uğrama gereği duymayan tekkenin danışmanı denilen Prof. Dr. Arben Süleymani’nin Abdülmüttalip Bekiri Derviş’e aktardığı olayın halledilme yoluna girdiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin nisan ayında aldığı kararla Bektaşiler lehine karar verdiği yönünde.

Ama benim anlayabildiğim kadarıyla, mahkemenin verdiği karar, tarafların yani burada Bektaşilerin ve İslam Dini Birliği denen kurumun ve Makedon resim makamlarının durumu tekrar görüşmeleri gerektiğini içeren bir metin şeklinde özetlenebilir.

Uzun zamandan beri Balkanlar’daki ne hikmetse tüm Alevi, Bektaşi ocak, tekke, dergah ve türbelerine çok büyük önem verdiği görülen daha doğrusu buralı takibine alan TİKA’nın da işin içinde olması da işin bir başka önemli boyutudur. Romanya’da Sarı Saltık adına yaptığı etkinliklerle Sarı Saltık’ı tarihi kimliğinden koparıp farklı kılıklara sokmayı çalışan ve bunda kendince başarılı olan TİKA, Yunanistan’a girmeyi çok istese de bunu başaramamıştı. Şimdi ise Balkanlar’ın en büyük Bektaşi Tekkesi olan Harabati Baba Tekkesi’yle ilgileniyor. Bu bir tesadüf değil, onların yapmak istediği de burayı onarmayı hedefleyen tümüyle masum bir yaklaşım değil. Çünkü basına yansıdığı gibi, TİKA yöneticileri zaman zaman Bektaşileri bay – pass edip İslam Dini Birliği yetkilileriyle işbirliği temaslarını sürdürmektekiler. İslam Dini Birliği’nin amacı hedefi zaten belli; Harabati Baba Tekkesi’ni ilhak etmek! Şimdi de Türkiye’den hem daha kuvvetli bir destek, hem de ekonomik imkan elde ederek, Harabati Baba Tekkesi’nin tarihi dokusunu ve inanç – kültür dünyasını tümüyle yok edecek kararlar alabilirler. Bu ise Harabati Baba Tekkesi’ni bekleyen bir başka önemli sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Can dostlar yazsan olmuyor, yazmasan olmuyor, ben böyleyim işte, zülfü yare dokunmak gerekiyorsa, Yolumuz adına ben bunu yapıyorum… Kimsenin kimseyi kandırmasına gerek yok. Tam 16 yıldır süren bu çileli yolda Makedonya’daki ve Arnavutluk’taki Bektaşiler ve Bektaşi öncüleri başta olmak üzere, tüm dünyadaki Alevi Bektaşi toplumu yeteri kadar ve zamanında olaya müdahale etmemişlerdir.

Bu konuda gerçekten Cem Vakfı’nın, bu arada Sayın Av. Namık Sofuoğlu’nun,  (Şimdi Alevi Düşünce Ocağı Başkanı) Sayın Doğan Bermek’in; Araştırmacı – Yazar Dursun Gümüşoğlu Baba’nın; Abidin Harman Baba’nın; Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Başkanı Sayın Gülizar Cengiz’in; Alevi Birlikleri Federasyonu’ndan Sayın Turgut Öker ve şimdiki başkan Sayın Hüseyin Mat başta olmak üzere birçok kurum ve kişinin önemli destekleri olmuştur.

2010 yılında çıkan, daha doğrusu çıkarıldığı kuvvetle muhtemel yangında önemli zarar gören Tekkenin meydanevi ve konaklama bölümünün tamirinde Bakırköy Belediyesi ve dolayısıysa başkanı Sayın Bülent Kerimoğlu’nun onun yardımcısı Sayın İrfan Kurtulmuş, Maltepe Belediyesinden Sayın Ali Kılıç ve birçok insanın katkıları olmuştur. Konu Türkiye’de Alevi yayın organlarında defalarca işlenmiştir. Ama sonuçta işgalciler her gün menzil kazanmışlardır.

Bu konuda her zaman söylediğim gibi, bu tekkenin belki de tümüyle elden çıkmasını engelleyen; gerçek bir derviş gibi davranan, gece gündüz buradan ayrılmayan, tam 16 yıldır her türlü zorluğa sabreden Derviş Abdülmüttalip Bekiri’nin abartmadan söylemek gerekirse dirençli gayretleri olmuştur. Kendisine bu konuda Alevi Bektaşi toplumu adına kurumlar tarafından gerçekten bir ödül verilmelidir.

Kimsenin kimseye kandırmasına gerek yok. Olay her şeyiyle ortadadır. Tüm gayretlere rağmen benim gördüğüm ise, karşı tarafın hiçbir geri adım atma niyetlerinin olmadığı, meydanevi duvarına asılan panoyla “Harabati Baba Camisi” levhasının konulması, kadınlara Kuran dersi verilmesi, “dinsizlerin elinden buranın kurtarıldığı”, buranın İslam Dini Birliği’nin arazisi olduğunun söylenmesi, sözde bayram namazında bahçe avlusunu yandaşlarıyla doldurmaları, Tekke’nin mevcut bulunduğu alan dışındaki arazilerinin yağmalanmasına tam sürat devam edildiğidir.

En azından İslam Dini Birliği’nin adamları tarafından Tekke’nin hemen yanındaki değerli arazinin, mezarlık için hiçbir kaydı kuydu olmadan ihtiyaç sahibi kişilere satıldığı, sözde bir kültür evi varken (inanç merkezi) yenisinin yapıldığı, üçüncü şahıslar tarafından daha doğrusu arazi mafyası tarafından talan edilen Tekke arazileriyle ilgili geri dönüşü olmayan yağmanın devam ettiğini gözlemledim.

Bir başka mesele de, zaman zaman dedelerinin, bazı yakınlarının bu Tekke’nin mütevvelisinde olduğu söylenen bir takım kişilerin tekkenin derdiyle değil de arazileriyle ilgilenmeleri, zaman zaman gelip bazı hak taleplerinde bulunmalarıdır. Hani derler ya, ölmüşüz de ağlayanımız yok, diye. Koyun can derdinde, kasap et derdinde, diye tam da buna derler hani…

Herkes bir yerlerde poz etme derdinde. Arada sırada tekkeye gelip birkaç güzel söz söylemek, oranın danışmanı gibi gözükmek, iyi niyetli de olsa zaman zaman açıklamalar yapmak, bazen de maddi yardımda bulunmak da yetmiyor. Bunlar sorunu çözmüyor. Alevi Bektaşi kurumlarının darmadağın olduğu burada görülüyor. Bir işi baştan sona sonuçlandırmak için gayretle çaba harcayamıyoruz. Sözüm teker teker bireylere ve kurumlara değil, genel olarak konuşuyorum. Zaten her zaman söylüyorum bu durumları, uzatmayacağım şimdi. Balkanlar’daki Bektaşilerle Türkiye’deki Bektaşiler tümüyle kopuk haldeler. Bazen zorunlu olarak bir araya gelince yan yana otururlar ama doğrusu söylemek gerekirse birbirlerini hiç sevmezler. Dedeler, Alevi kurumları için aynı şey söz konusu değil mi? İşte biz özde birliği kuramadığımız için bu sonuçlarla karşılaşıyoruz.

Evet, 16 yıldır burada Mekedonya’nın Tetova Kentinde, köklerimizin, inancımızın, tarihi varlığımızın simgesi olan Harabati Baba Tekkesi’nde bir işgal var, kanayan bir yaramız var, yağma var, talan var…

Can dostlar; kadim inancımız ayaklar altına alınıyor…

Meydanevi camiye çevrilip burası Bektaşilere küfredilen bir yer haline getiriliyor. Bazı adi herifler de tümüyle bunu bildiği için, Türkiye’den de gelen bazı sapık ruhlular da dâhil, yani burada bir işgalin olduğunu bildiği için, başka camileri bırakıp burada namaz kılmaya geliyorlar. İnanmıyor musunuz, o zaman yaşamla ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz demektir.

Aleviye, Bektaşiye kin, düşmanlık, nefret halen devam ediyor birçok yerde.

En az Türkiye’deki yobaz ve bağnazlar kadar Makedonya’daki bağnaz ve yobazlar da Bektaşileri sevmiyorlar, nefret ediyorlar.

Türkiye’dekiler ve nerede olursa olsunlar içlerinde bir guruba, inanca karşı düşmanlık olanlar fanatizmin pis çukurunda buluşuyorlar yani.

Bu çağda şu işe bakın ki, Makedonya’da Bektaşi olmak çok zor. Bektaşiler kendilerini çok gizli tutmak zorundalar yani. Tutucu, yobaz bazı Arnavutlar, Türkiye’de hala kırıntıları olan “mum söndü” gibi adi söylentileri burada Bektaşilere yakıştırıyorlar, onlar için kullanıyorlar.

Her türlü hileye, kaçakçılığa, rüşvete, sapıklığa göz yumulan Tetova’da, yani geçtiğimiz günlerde dünyanın en büyük esrar fabrikalarından birisinin basıldığı, kara paranın aklandığı, her türlü namussuzluğun yapıldığı bu şehirde bir adi gerici yobaz tayfası da Bektaşi düşmanlığı yapıyor. Bektaşilerin ahlaksız olduğunu, dinsiz olduğunu söyleyip duruyorlar.  Bir de kendilerine gerçekten bir baksalar neler görürler acaba?

Vahabi zihniyet; AB’ye, NATO’ya girmek için her türlü manevrayı yapan Makedonya’da ve diğer Balkan ülkelerinde azalacağı yerde artıyor, yayılıyor.

Bu atmosfer içinde başta Abdülmüttalip Bekiri Derviş ve Gostivar’daki inançlı bir kısım Bektaşi dışında Harabati Baba Tekkesi’nin gerçek dostlarının yetersiz olması karşı tarafı cesaretlendiriyor.

Daha önce de yazmıştım ama ne yapayım yazmak zorundayım; gerek Tetova’daki Bektaşiler, gerek Kırçova’daki Bektaşiler, gerek Kanatlar Köyü’ndekiler ve diğer yerlerdeki Bektaşiler tarafından gerçek anlamıyla Bektaşi Yolu’na yakışır bir şekilde Harabati Baba Tekkesi sahiplenilmemiştir.

Bektaşilerin sayısının az olması önemli değildir, önemli olan olaya sahip çıkacak iradenin, cesaretin, isteğin olmamasıdır.

Şimdi yazarsam acı oluyor; yeme içme olunca bir anda yüz Bektaşiyi tekkede görebilirsiniz.

Normal zamanlar da siz neredesiniz ey Bektaşiler?

Türkiye’dekiler ise bu işler devlet işleri, siyasi işler deyip olaydan sıyrılıyorlar. Her zaman söylediğim gibi en azından ve en azından tüm dünya Bektaşi önderleri bu olayı kınayan bir açıklama yapamazlar mıydı? Bu kadar korkaklar mı bunlar? Yolumuz buna cevaz vermiyor mu? Ya bu yolda bunca ödenen bedeller, bunca verilen canlar? Onların ruhu sizi hiç rahatsız etmiyor mu? Yeri gelince muhabbetlerde Pir Sultanların, Nesimilerin isimleri anılır, nefesleri söylenir hani? Ya uygulama? O ise yok… Biz de kalmamış? O zaman biz nasıl Aleviyiz, Bektaşiyiz?

 

Neyse yara derin, derin mi derin…

Gezimize tekrar dönelim…

 

Can dostlar; bu sene de Tekke’nin çok değerli konukları vardı. Onlar da bu yolun yolcuları, bu yola bent olmuş, gönül vermiş canlardı. Hem de ne güzel ki, benim de en çok sevdiği coğrafyaların başında yer alan üstelik kültür ve inanç dünyasını çok benimsediğim Divriği Çamşıhılı canlarımla birlikte oldum uzun süre. Almanya’da yaşamlarını sürdüren Hüseyin Abdal Ocağı’ndan babası uzun yıllar dedelik yapmış Mustafa Toprak, oğlu can insan Hüseyin Toprak ve onun da oğlu bu gezide tanışmaktan en çok mutlu olduğum çok mu çok alçak gönüllü, can delikanlımız Murat Toprak burayı çok mu çok güzelleştirdiler. Elbette çok sevgili ozanımız Feyzullah Çınar’ın kızı olmasının ötesinde, sorgulayan, soran, araştıran, öğrenen, inanç sahibi Sanatçı- Sunucu – Televizyoncu Hüsniye Çınar’ın da olması gerçekten bu geziyi daha da zenginleştirdi. Afrim Nesimi, her zaman ki gibi Derviş Hayrullahi ve kardeşleri de bu gezinin güzelliklerindendi. Selam Bekiri ve ailesi ise Tekke’nin geleceği konusunda endişe duyan, burayı destekleyen can insanlardı aynı zamanda.

 

Harabati Baba Tekkesi’nde Olmak…

Can dostlar 2009’da Suriye’de başıma gelen burada da geldi. Ciddi şekilde beni etkileyen ishalin pençesine düştüm. Beş gün boyunca beni epey yoran, rahatsız eden bu dertten ancak hastaneye giderek kurtuldum. Artık sudan mı, yemekten mi, havadan mı bilinmez bir virüs kapmıştım. Antibiyotikle ondan kurtuldum. Bu sefer yeteri kadar Derviş’e yardım edemedim. Ama yine de elinden geldiğince hizmet etmeye çalıştım.

Bu Tekkenin toplumsal hafızası olan, Türkçe’yi tüm kıvraklığıyla bilen Derviş Abdülmüttalip Bekiri ile yine söyleşiler yaptım. Uzun uzun dertleşme fırsatı yakaladım. Derviş geçen seneden başlamak üzere bu sene de bir takım yurt dışı gezilerinde bulundu. Bulgaristan’a Veysel Bayram’ın davetlisi olarak gitti. Orada Denizlerle Ali Baba Etkinliklerine katıldı. Bundan çok etkilendiğini söyledi. Burada çok sevilen, bilinen, sayılan Haydar Cemil Baba’nın kabrini ziyaret etmenin mutluluğunu yaşadığını söyledi. Ayrıca Almanya ve İsviçre’de bazı Alevi kurumlarında yöneticilerle görüşüp derdini anlatmaya çalıştığı belirtti. Bir kez Kosova’ya gitmiş. Ayrıca Ankara’da TİKA tarafından organize edilen Balkan Buluşmasına Baba Mondi ile birlikte katılmış, Harabati Baba Tekkesi’yle ilgili görüşmelerde bulunmuşlar. Geçen sene en azından Türkiye’de yine bazı yerlere giderek hem gezme, hem de derdini anlatma fırsatı bulmuş.

 

Abdülmüttalip Bekiri: Bir Özveri İnsanı

Birçok sağlık sıkıntısı da bulunan Derviş, yaz kış sürekli olmak üzere burada kalıyor. Sabit bir geliri olmaksızın yaşamını sürdüren Derviş Abdülmüttalip Bekiri halkın bağışlarının bir bölümüyle günlük ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Sevgili Dostlar; belki de birçok yerde böyledir ama Balkanlar’da tekkelerin en önemli gelirleri, yani günlük ihtiyaçlarını karşılamaları bağışlarla mümkün oluyor. Buraları ziyaret eden halkın verdiği yardımlarla buraların kapısı açık kalabiliyor. Bir nevi bu da bir gereklilik olmuş. Yani tekkeye her gelen insan çok az da olsa buraya bir yardımda bulunuyor.

Harabati Baba Tekkesi’nde ise bir kere Tekke’nin kontrolü İslam Dini Birliği’ne geçtiği için Bektaşileri bir kısmı bile artık Tekke’ye gelmiyorlar, diğer gelenlerin sayısı da hayli azalmış durumda. Ayrıca turist ve diğer ziyaretçilerden gelen bağışlar başta olmak üzere diğer yardımlar o tarafa gidiyor. Diğer taraftan ise, bağış sandığını Baba Mondi açıyor, Tekkenin bazı ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra geri kalan parayı alıyor. (Bu onların bir iç meselesi). Ama sonuçta Derviş Abdülmüttalip Bekiri’nin her zaman ekonomik sıkıntıyla karşı karşıya kaldığını, bununla baş etmeye çalıştığını gözlemliyorum. Yaşı 65’i bulan Derviş’in bu yükü kendisi için çok fazla, bu hayatı sağlıklı olarak  sürdürmesi pek mümkün değil. O bunu hem bir büyük Yol aşkıyla yapıyor, bir de artık 24 senedir burayla özdeşleşmiş bir insan. Ben onu çok iyi anlıyorum, uzun yıllar 17 yıl, Cem Vakfı’nda çalışmış birisi olarak bir kurumla özdeşleşince oradan kopmak da kolay olmuyor…

Şimdi ise Alevi Bektaşi toplumuna düşen ise; bu Tekke’nin geleceğine ilişkin tasarruflardan başka, Derviş’in durumuyla da ilgilenmektir.

Bence ona yapılacak en büyük yardımlardan birisi belki de ona profesyonel bir yardımcının tahsis edilmesidir. Yani maaşla çalışacak bir iki kişi hem Tekke’nin hizmetlerinin görülmesi, hem de Derviş’in işlerinin yerine getirilmesi için gerekli. Zaten Tekkenin en az altı ay gelen giden eksik olmuyor. Bu sene sayı azalsa da, normalde günde beş altı tur kafilesi, bireysel geziler, ziyaretler, bilgi almak için gelenler, resmi işler vs. derken derviş sadece insanlarla ilgilense anca zaman yetiyor. Bir de hem tekkeye (bahçesine, mutfağına, temizliğine), hem gelenlere, hem de kendisine yardımcı olacak insana (insanlara) ihtiyaç var.

Bir şekilde kendi himayesinden burayı bir an için bile çıkarmak istemeyen Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi, pek anlaşılmaz şekilde Tekke’nin en azından bu sorunlarıyla da ilgilenmeyerek üzerine düşen görevden sarfı nazar etmektedir.

Bu nedenlerle Hakk aşkına, Yol aşkına bir belediyenin, bir Alevi Bektaşi kuruluşunun, ya da varlıklı bir Alevi Bektaşi iş insanının, orada çalışacak en azından bir elemanın maaşını karşılayarak onun hizmet yürütmesini sağlamasıdır. Bu davalar ne zaman biter, sonuç ne olur bunu bilemiyorum. Ama en azından bu haliyle bile, orada Bektaşiliğin (doğal olarak Aleviliğin, çünkü Derviş herkese Türkiye’deki Alevi gerçeğini de anlatıyor) yaşaması için bu gerekli.

Tekke’de kaldığım müddetçe, yine hem Türkiye’den, hem de Avrupa’nın birçok ülkesinden ziyaretçilerin Tekke’ye geldiğini gördüm. Derviş ise 72 dil bizdedir, dendiği gibi, herkese bir şeyler anlatma gayretinde büyük bir aşkla görevini yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyordu. Ben de Türklere Alevilik Bektaşilik ve Tekke’yle ilgili bilgiler aktarmaya gayret ettim. Ama gördüğüm kadarıyla Derviş, her zaman tüm kıvraklığıyla burada yaşananları her gelene anlatma konusunda son derece usta bir hatip olmuş. Bunu uzun yıllardır bilen birisiyim ama televizyonlar aracılığıyla Türkiye’deki ve tüm dünyadaki gelişmeleri o kadar yakından takip ediyor ki, bu gelenleri de şaşırtıyordu. Zaman zaman diplomatik bir dil, zaman zaman daha sade bir dil kullansa da, her seferinde mutlaka işgali yeren iğneleyici üslubuyla insanların bu konuda dikkatlerini çekmesini başarıyor. En güzeli de, gelenlerin kimliğine bakmadan olayı tarafsız bir şekilde anlatması, gerçekleri söylemesi, bunu hem Arnavutça, hem Türkçe yapıyor. Tekkeyi ve derdini anlatabilecek kadar kuvvetli bir Fransızcası da olan Derviş, birkaç İtalyanca, birkaç İspanyolca, Almanca sözlerle de gelenleri mest etmesini başarıyor.

Her ne olursa olsun, sofrasını herkesle paylaşan Derviş aslında bunu biraz da Bektaşiliğin ve Tekke’nin misyonuna uygun bir şekilde yapıyor, kimseyi boş göndermemeye çalışıyor.

Net olarak gözlemlediğim ise, eğer durum bağışsa, hiçbir şekilde yapılan bağışlarla buranın ihtiyaçlarının karşılanamayacağı yönündedir. Türkiye’den, Avrupa’dan gelen özellikle Türklerin her zaman yaşata geldikleri yardımseverlik ve tekkelere bağlılıklarıyla bazı yardımlar buranın ve Dervişin direncini arttırıyor.

Derviş sürekli birileriyle görüşüyor, gerek Türkiye’den, gerekse Avrupa’da temaslarını sürdürüyordu. Bayramda ise arayan birçok insan yanında Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Başkanı Gülizar Cengiz’in aramasına özellikle çok sevindi.

Bu zaman diliminde; Almanya’dan gelen can dostlarla muhabbet sofraları kuruldu, çok güzel sohbetler yapıldı. Birlikte çok verimli ve güzel zamanlar geçirdik. Derviş Abdülmüttalip de çok mutlu oldu.  Bu arada Hüseyin Toprak ve diğer canlarımın benimle ilgilenmeleri de beni çok mutlu etti.

Tekke’de tespit ettiğim, her şeye rağmen Tekke gerçeğinin yaşadığı yönündeydi. Bektaşi olsun, olmasın burayı ziyaret etmek isteyenler her şeye rağmen buraya geliyorlar. Ruhsal sorunları olanlar, rüyasında burayı görenler, insan üstü bir şeyle karşılaşanlar, dini bir gelenek diye, bayram nedeniyle, kutlu bir yer diye Tekke’yi dolayısıyla türbeleri ziyaret eden hayli insan oluyor… İşte tam da Antropologlar, sosyologlar daha doğrusu öğrenciler için bulunmaz bir fırsat kapısı burası aynı zamanda. Öğrencilerin çok iyi gözlem yapacakları bir mekân aynı zamanda Harabati Baba Tekkesi.

 

Koyun Baba Ziyareti

Tetova, Şipkoviça Köyü

20 Ağustos 2018

 

Koyun Baba ziyaretini daha doğrusu türbesini yıllardır Abdülmüttalip Derviş’den duyup, gidememenin acısını yaşıyordum. Hâlbuki Koyun Baba Türbesi, Harabati Baba Tekkesi’ne çok yakın bir yerdeymiş. Burası Şar Dağları aynı zamanda. Başında karı eksik olmayan, bir diğer tarafı da Kosova’da boy veren meşhur Şar Dağları… Çam ağaçlarının olduğu, başında gözelerin eksik olmadığı, hatta bir bölgesinde kayakçılık yapılan meşhur Şar Dağları…

 

Mustafa, Hüseyin, Murat Topraklarla ve Hüsniye Çınar’la birlikte Afrim Nesimi’nin rehberliğinde, Hüseyin Toprak’ın tuttuğu bir minibüsle düştük yollara. Yarım saate varmadan köye ulaştık. Köy ne demek burası aslında tümüyle bir yayla. Her yerden suların çağladığı bu ağustos ayında her yerin yemyeşil olduğu cennetten bir köy burası. Derin bir vadinin yanından giderken de, gelirken de uçurumları gerilerde bırakıyorduk. İlk önce devasa bir bina kalıntısına geldik. Burası askeri bir kışladan geriye kalanlarmış… İçinde adam boyu dikenler olan bu muazzam yapıdan geriye bir iskeleti kalmış. Sonra şoförün de sormasıyla şimdi özel bir mülkün bahçesinde olan Koyun Baba Türbesi’ne vardık. Daha büyük ahşap kapıdan içeri girer girmez, belki de bir dergâhın kileri veya bir birimi gibi duran çok tarihi bir yapıyla karşılaştık. Köyün dışında birkaç evin bulunduğu alandaki Türbeden geriye hemen hiçbir şey kalmamış aslında. Ama yeni bir evin bulunduğu bu alan, yerleşime çok uygun bir yer. Derin bir vadinin yamacında, karşısında buraların en yüksek dağının tepesi görünen, yeşillikler içinde bir alan. Tam da tekke olmaya yatkın olan bir konumda yani; dört bir tarafı biraz da olsa yalıtılmış, yüksekte, havadar, çevreye hâkim, aynı zamanda yerleşime uygun bir toprak parçası.

Şu anda arazinin sahibi olan kişi aslında bize kolaylık göstermesine rağmen, eski binanın resimlerini çekmemizden rahatsız oldu. Kendi ifadesine göre, yıkıntı halinde bulunan türbenin onarılması için Harabati Baba Tekkesi’ne gitmiş, kendisine maddi yardımda bulunulması halinde, kendisinin de katkısıyla burayı onarmak istediğini söylemiş. Bir yanıt alamamış. Ev sahibi eğer bu böyle giderse, bu yıkıntıya da bahçeme katacağım, diyor. Yıkıntı dediği ise Bektaşi ulularından Koyun Baba Türbesinden geriye kalanlar… Aynı bahçede ev sahibinin ailesinden olanların yattığı bir küçük mezarlık var.

Bizler ise otları biraz temizleyince türbelerde rastlanıldığı şekliyle iki mertek yani tahtadan baş taşı gibi kullanılan başlıklı direk bulduk. Muhtemelen on iki dilimli bir taç şeklinde olan bu kırık parçalar ise buradan geriye kalan son tarihi parçalar gibi. Bir de türbelerde bulunan bir yeşil örtünün parçalanmış hali bir tahtanın üstünde duruyordu. Türbenin hemen yanından bir yolun geçtiği ama şimdi bu yolun kullanılmaz hale geldiği anlaşılıyor. Diğer tarafında ise çok derinden akan bir dere var.

Bizler ise kısa bir çekimden sonra, yapacağımızı yaptık, hep birlikte türbenin bulunduğu alana gelenek dualarımızı, niyazlarımı yapıp, Hakk erenler, Koyun Baba ve geçmişler için çerağlarımızı yaktık.

Derviş Abdülmüttalip Bekiri daha önce bana anlatmıştı; Sersem Ali Dedebaba Tekkesiyle alakalı bir şekilde ya Sersem Ali Dedebabayla birlikte ya da sonradan bu tekkeden gitme başka erenlerin olduğunu söylemişti. Bunlar; Koyun Baba, Kızıl Baba, Yarar Baba ve Ballı Baba imiş. Koyun Baba’nın yeri biliniyor, yani geldiğimiz yer. Ballı Baba ise Tetova Kalesi’nde meftunmuş. Ballı Baba hakkında fazla bilgi olmasa da, onun türbesinin en azından makamının kale içinde kaldığını söyleyen Abdülmüttalip Bekiri Derviş, kalenin altında bulunan alana da Ballı Mevki, Mahallesi denildiğini söyledi.

Dua ve niyazlarımızı yaptıktan sonra, zaten Koyun Baba Türbesi’nden de görülen kaleye doğru hareket ettik.

 

Tetova (Kalkandelen) Kalesi

20 Ağustos 2018

 

Ayhan Aydın

 

Aslında gerçekten de oval bir ova şeklinde olan ve Gostivar’a kadar uzayıp onunla bütünleşmiş Tetova kentini tam da hâkim bir tepeden gören Tetova Kalesi, şehirde görülmeye değer güzel yerlerden birisi.  Tüm kaleler gibi farklı uygarlıkların izlerini bu arada elbette Osmanlı’nın damgasını taşıyan kale, Türklerin önemli ilerle yerlerinden birisi olan ve Kalkan – Delen ismiyle de savaşlara sahne olmuş bir kentin kalesi. Dolayısıyla hacim bakımından oldukça geniş. Kalenin kuzeye bakan tarafında ise bambaşka dağlar, vadiler, köyler uzanıyor. Kalenin hemen eteğinde yine yerleşimler var.

Ama çok acı bir şekilde söylemek gerekirse, böylesine güzel bir eserin bu kadar bakımsız kalması asla kabul edilemeyecek bir şey. Çünkü o kadar kötü bir haldeki, insanların burayı gezme isteğinin olması mümkün değil. İneklerin yurt edindiği kalede sondana yapılmış bir basit kilise yapısı da var.

Bizler ise yine Kalesinin Kapısı Taştan Demirden deyip bir surun üstünden kenti soluyamaya çıkıyoruz. Hüsniye Çınar ise buraya Anadolu’yu ve Anadolu uygarlığını getiriyor o çok güzel sesiyle. Hüseyin Toprak ve diğer canlarımızla bir zaman geçirdiğimiz kaleden, Derviş’in hatırlattığı gibi Ballı Baba’yı anarak ayrılıyoruz.

Evet, burada bir türbesi, makamı olması kuvvetle muhtemel Ballı Baba’nın açtığı aydınlık yol daima yaşasın, diyoruz. Derviş Abdülmüttalip Bekiri’nin dediği gibi gerçekten de dilinden ballar akan, yani ballı nefesler söyleyen, ballı sözler söyleyen, belki de balcılıkla uğraşan Ballı Baba’nın devri devranı yürüsün. Önümüze kılavuz olan açtığı yol hiç kapanmasın diyoruz.

 

 

Bu gezide olduğu gibi, genel olarak bu tip çalışmalarda beni zaman zaman destekleyen; Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Başkanı Sayın Gülizar Cengiz’e, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Başkanı Sayın Muharrem Yılmaz’a, Garip Dede Kültür ve Cemevi Derneği Başkanı Sayın Celal Fırat’a ve çok sevgili Mahmut Aydın Baba’ya, bu gezide buluştuğumuz ve birçok konuda bana yardımcı olan Hüseyin Toprak cana çok teşekkür ediyorum, onlara şükranlarım vardır…

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile