Balkanlar’da Türkler, Aleviler, Bektaşiler
Balkanlar’da Türkler, Aleviler, Bektaşiler
AYHAN AYDIN
Balkanlar; benim büyük sevdam. 2000/2017 yılları arasında yaklaşık yirmi beş kez hemen tüm ülkelerine geziler yaptığım, araştırmalarımı yoğunlaştırdığım, aynı zamanda; oradan buraya gelenlerle çok yoğun temaslarım olan Balkanlar (Rumeli), Trakya bölgesiyle birlikte benim sevdamdır. Hakk kısmet ederse, hayatım boyunca her türlü imkânsızlıkları yenip, oralara gidip, bilgiler derlemeye devam edeceğim. Bu yazıyı da daha çok oradaki gözlemlerim eşliğinde yazıyorum.
Anadolu ve Balkanlar; birbirini tamamlayan, tümleyen parçalar.
Öyle ki Anadolu’nun da, Balkanlar’ın da tarihine baktığımız zaman çok renkli, çok boyutlu, geçmişi uzun bir kültür tarihiyle karşılaşırız.
Çok farklı etnik kökenli insanın yaşam alanı bulduğu bu topraklarda birbirinden oldukça farklı dinler ve inanç sistemleri de bir şekliyle varlıklarını sürdürebilmiş.
Hıristiyanlığın birçok kolunun, mezhep ve tarikatlarının hayat alanı bulduğu bu topraklarda Yahudilik yanında farklı inançların karışımı olan yapılar da boy verebilmiş, Bogomilizim gibi.
İslamiyet ise Anadolu ve Balkan topraklarına Türkler sayesinde girebilmiş.
Ama İslamiyet’in Anadolu ve Balkanlar’da ilerleyebilmesi bugün kendilerine Alevi, Bektaşi gibi isimler verilen ve o zamanlar da yine farklı isimlerle anılsalar da öz bakımından bir olan Vefailer, Haydariler, Torlaklar, Işıklar vd. Kalenderi kollarıyla yani Alevi-Bektaşi İslam inancıyla mümkün olabilmiş.
Altı yüz yıl boyunca ne Anadolu’da, ne de Balkanlar’da yaşayan Alevi-Bektaşi inancı, kültürü, öğretisi birbirinden kopmamıştır.
1354’lü yıllarda Süleyman Paşa komutasında Evronos Paşa, Ece (İce) Sultan, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli), Şeyh Bedreddin’in dedesi Gazi İsrail, Gazi Abdülmümin, Hacı İlbeği gibi nice eren, alp eren ve dede, baba gibi kutlu kişilerin öncülüğünde başlayan beş yüz yıldan fazla buralarda dostluk köprülerinin kurulmasına vesile olan batini temelli, tasavvuf temelli bu büyük hareket, belki de tarihin en ilginç insan yerleşimlerinin de tarihlerinden birisiydi.
1877/1878 Türk/Rus Savaşı, 93 Harbi diye de bilinen büyük bozgundan sonra ise insanlık adına yine büyük bir trajedi yaşanmış, hiçbir tarihçinin hiçbir şekilde tam ortaya koyamadığı gibi yüzlerce yıl yurt edindikleri topraklarda yaşayan farklı dinden, farklı kökenden, farklı diller konuşan insanlara zulmetmemiş olsalar bile Türklere, eşi görülmemiş mezalimlikler uygulanmış milyonlarca Türk barış içinde yönettikleri, yaşadıkları bu topraklardan vahşice koparılıp atılmak istenmiştir.
Birinci ve İkinci Balkan Savaşları (1912/1913)’den sonra bir de Birinci Dünya Savaşı’nın (1914) patlak vermesiyle her zaman işlerine gelince Türkleri düşman gören, gösteren, Türklerin yaptıkları sözde haksızlıkları dile getirme gayretine düşen Batılılar veya dünyanın “akıllı ulusları” bir vahşete kulaklarını tıkayarak Balkanlar’da yüzbinlerce Türkün canına kıyıldığını, yolda ölmeleri için her türlü zalimane yöntemlerle sürgün edildiklerini duymamış, bunu hiç dile getirmemişlerdir.
Değil ki Osmanlı, Selçuklu döneminde bundan çok çok daha önce Balkanlar’a yerleşen buraları yurt edinen Türkler, Anadolu’ya geldikleri 1000’li yıllardan çok önce bu topraklarda şehirler kurmuşlar, uygarlığa katkı sunmuşlar, dillerini konuşmuşlardır. Fakat bu somut gerçekler bile fazla dile gelmez, getirilmez.
Biz Türkler her zaman başımıza vuruldukça daha azla yetinen, masum, alçakgönüllü bir millet olarak “tevekkül” sahibi olmuşuz, bu hale dönüştürülmüşüz.
Elbette zaman değişti, Balkanlar’da nice devletler kuruldu. Şimdi kalkıp bu ülkelerin iç işlerine karışılınamaz. Fakat burada yaşayan Türkler, dilleri, kültürleri yok edilmek istenen insanlarımız, Osmanlı’dan önce buralara gelip uzun zaman geçtiği için artık çok ayrı yapılar gösterseler de özü bizim gibi olanlar… Ve damgamız olan zamanında on binlerle ifade edilen ve yıkıla yıkıla, yakıla yakıla, yok edile edile sayıları her geçen gün azaltılan ve kültürümüzün, inancımızın altın taçları tarihi eserlerimiz; dergahlarımız, tekkelerimiz, camilerimiz, hanlarımız, hamamlarımız, kapalı çarşılarımız, yollarımız, kalelerimiz, köprülerimiz, konaklarımız… Binlerce ama binlerce ata yadigârı… öz varlığımız olan yapılar; bunlar ne haldedir, bunların yok edilmemesi için daha fazla çalışılamaz mı?... yüz yıl içinde on binlercesi yok edilen bu eserlerden geriye kalanlar hiç değilse muhafaza edilemez mi?...
En önemlisi de oralarda yaşayan halkımızın daha fazla yanında olarak, onların kültürel yönden yozlaşmalarının önüne geçmek, dillerini, inançlarını, kültürlerini yaşamaları konusunda daha fazla mücadele verilemez mi? Elbetteki yapılabilir tüm bunlar. Ama nerede bu irade, nerede bu anlayış?
Balkanlar’da hangi inançtan olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun altı yüz yıl boyunca açların karınlarının doyduğu, çok uzaktan bacasındaki dumanın tütmesinden orada bir yaşam ve davet bulunan dergah ve tekke bacaları yolda kalmışlara bir klavuz ve Hızır olarak yetişen sadece Alevilerin/Bektaşilerin değil herkesin can damarları olmuştur. Buralar bir ilim irfan; eğitim-kültür merkezleri olarak da sadece Türklerin değil, tüm Balkan halklarının hafızalarındaki temel aşk, sevgi, muhabbet “ocakları”na dönüşmüşlerdir.
Geniş toprak parçalarının verimli kullanıldığı ve çevreye bir bereket getiren, dervişlerin eğitimle ve yaşam koşullarıyla olgunlaştıkları, kitapların okunduğu, büyük ozanların yetiştiği bu inanç merkezleri aynı zamanda dinlerin ve dillerinde birbirleriyle kaynaştıkları bir köprü vazifesini görmüşler; Türk kültürünün ve İslamiyet’in bu topraklarda benimsenmesinin de temel yapı taşları olmuşlardır. Fütüvvet ehli, kamil insanların, erdemli insanların, Tanrı’ya, Hakk’ı insanda gören gönül erenlerinin, kökenlerine bakmadan tüm kapılarını çalanlara sadece gönülleni, ellerini, yüreklerini değil hayat tecrübelerini de aktararak umutsuz, işsiz, mutsuz insanlara hayır kapılarının açılması için rehberlik yaptıkları bu binlerce ışık yuvası Balkanlar’ın hayat kaynaklarından birisi olmuştur.
Erenler, alp erenler, dedeler, babalar, ozanlar Horasan’dan kalkıp geldikleri ve dünyada eşi benzeri olmayan güzellikteki bu coğrafyada Balkanlar’da, dört bir tarafta çerağlarını yakmışlar ve aynı zamanda gönüllerde kandil olarak nadanlara karşı Hakk ve hukuk savaşçıları olarak Türk kültürün, dilinin, edebiyatının buralara taşınmasını, buralarda altı yüz yıl yaşamasına vesile olmuşlardır. Yaraların sağaldığı, dertlilere derman sunulan bu ocaklar, insanlığın şifa merkezleri olmuş, Müslümanlar kadar Hıristiyanlar da bu belki de bazen daha fazla bu pınarlardan beslenmişlerdir. Kutlu kişilikleriyle binlerce erene ev sahipliği yapan Balkanlar’da Anadolu toprağında olduğu kadar yatırlar, türbeler yapılmış, insanlar onlara her zaman hayır duada bulunmuşlardır. Doğru olmayı, dürüst olmayı, insan olmayı öğütleyen bu Alevi-Bektaşi inanç ve toplum önderleri dedeler, babalar temiz ahlaklarıyla, herkesi kucaklamalarıyla, bilgileriyle, alçakgönüllü olmalarıyla insanların kalplerin kazanmışlar, onların gönüllerinde silinmez yerler edinmişlerdir. Onların anıları her zaman taze olarak yaşamaktadır.
Balkanlar’a Türk göçleri sürekli devam etmiştir.
Alevi-Bektaşi öğretesinin yayılması sürerken bazen de ters yönde göçler de olmuş; Balkanlar’dan da Anadolu’ya yoğun göç dalgaları yaşanmış. Tarih bunu böyle yazıyor.
Dolayısıyla Anadolu’nun da kültür ve inanç dünyasının zenginliği neyse Balkanlar’ın da kültür ve inanç dünyasının zenginliği aynıdır.
Buradaki Türk hakimiyetinin ve iskan politikalarının farklılığı Balkanlar’ı altı yüz yıl Anadolu’dan koparmadan gerek devlet yönetiminde, gerekse toplum yaşamında hep önemli ve canlı olmasını sağlamıştır.
Fakat ne hikmetse cumhuriyet tarihinden sonra iş tersine dönmüş, bizler çarçapuk unutmuşuz Balkanlar’ı.
Niçin unuttuk, nasıl unutturulduk, bilmiyoruz ama ortada çok ciddi bir hatanın ve eksikliğin olduğunu seksen yıl sonra bile hala inkar etmeye kalkıyoruz.
Bu unutuşun tek nedeni altı yüz yıl boyunca Türk hakimiyetinde olan topraklarda çeşitli devletlerin kurulmuş olması mıdır?
Oradaki Türk nüfusunun az olması mıdır?
Zaman içinde yanlış politikalarla Balkanlar’da yaşayan milyonlarca insanımızın sürgün sayılabilecek zorlamalarla “Anavatan”a “davet edilmeleri midir” ?
Tüm bunların sorunun yanıtı olduğunu sanmıyorum.
Tuna boylarını aşıp Viyana kapılarına kadar uzanan bir büyük kültürün yaşatıcılarına acaba Türk Devleti biraz ayıp etmedi mi?, hala bu ayıp devam etmiyor mu?
Aynen Anadolu’da olduğu gibi, Balkanlar’da da inancını, kültürünü yaşama konusunda türlü sıkıntılar çeken milyonlarca Türk Alevi/Bektaşi her türlü zorluğa karşı hayat mücadelesi verip, bir zamanlar birlikte yaşadıkları, hatta hâkimiyette oldukları halde herhangi bir ayrımcı muameleye tabi tutmadıkları bazı ulusların devlet yöneticileri tarafından uzun yıllar düşmanca muameleye tabi tutulmalarına rağmen dillerini unutmamış, inançlarını unutmadan cemlerini yapmayı sürdürmüşlerse bunda bir hikmet aramak gerekir.
Elbette Osmanlı yönetiminde ve hatta cumhuriyet döneminde de Anadolu’daki Aleviler’in yaşadıkları dramlara karşı, hala bu inanç canlı bir şekilde yaşıyorsa bunda bir hikmet aramak lazım.
Buradaki hikmet Alevi-Bektaşi öğretesinin ve bu inancı yaşatanların Ehlibeyt aşkıyla, Alevi-Bektaşi tasavvufuyla kendi varlıklarını, her şart altında yaşatmak isteklerinden başka bir şey değildir.
O nedenlerle Balkanlar’da da yaşasa, Anadolu’da da yaşasa, İran’da da yaşasa, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın Alevilerin-Bektaşilerin ortak, kollektif bir bilinçlerinden bahsetmek, aslında yozlaştırılmak istense de ortak bir “belleklerinin” olmasından bahsetmek gerekir.
İşte bugün Bulgaristan’da, Deliorman’da cemler sürüyorsa, bugün Yunanistan’da Seyyid Ali Sultan aşkına sazlar çalınabiliyorsa, bugün Makedonya’da Harabati Dergahı’nda, dergahın malları yağmalanmaya çalışılırken hala bir avuç insan hayatları pahasına mücadele verebiliyorlarsa, bu Alevi-Bektaşi inancının ortak değerlerinden kaynaklanmaktadır.
Altı yüz yıl Balkanlar’da kültür ve inancın yaşamasına devam etmesi için, orada bulunan insanlarımıza ulaşmak için, sorunlarını çözebilmek için, onların tanıtımlarını yapabilmek için, çok zor ama onurlu bir işi yaparak bir Balkan politikası oluşturulmalıdır. Bu politikayı hem Türkiye Cumhuriyeti, hem Alevi/Bektaşi kurum ve kuruluşları, hem de araştırmacı/yazarlar yapmalıdırlar.
Bu çerçevede her zaman Alevi İslam inancının evrenselliğine katkıda bulanan çalışmaları desteklemek gerekir.
Bu konuda çok somut adımların atılması gerekir.
Balkanlar’da; Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Kosova, Romanya’da gerçekleştirdiğim gezilerde elde ettiğim notların izinde şu anda Balkanlar’da yaşayan Alevilik Bektaşilik, bu inanç ve kültüre ait türbe-dergah-ocak yapılarının durumu ve şu andaki halleriyle ilgili bir gazeteci olarak notlarımın ve bunları bir sempozyumda bilim insanlarıyla paylaşmanın, buradaki inanç ve kültüre ait şu andaki bilgiler birinci elden ulaşılmış olması bakımından oldukça önemli olduğuna inanıyorum.
BALKANLAR’DA YAŞAYAN ALEVİLİK -BEKTAŞİLİK
Alevilik Bektaşilik dediğimiz ister inanç, ister kültür, ister felsefe her ne denilse denilsin sosyal bütünlük bence ayrıca bir köklü öğreti; sadece Anadolu’ya, Türkiye’ye has bir yapı değildir ve sadece Türklere de ait değildir. Gerçekten de doğal sınırları itibariyle klasik manada Hindistan’dan Avusturya Viyana’ya kadar; Kafkaslar’dan Cezayir’e, Ortadoğu’dan Yemen’e kadar uzanan çok büyük bir coğrafyada varlık alanı bulmuş bu büyük yapı, birbirinden bazı farklılıkları olsa da tüm renkliliğiyle, farklı ulus aidiyetleri taşıyan insanlarca yaşanmaya devam etmektedir. Türkler, Kürtler, Arnavutlar, Araplar, Boşnaklar… Bu bütünlükteki insan topluluklarından bazılarıdır. Zaten modern manada da; Türkiye başta olmak üzere yine yerleşik klasik coğrafyası dışında Kanada’ya, Arjantin’e, Avustralya’ya kadar ikinci, üçüncü dalga göçlerle dünyanın her yerine dağılmış bir vaziyette yaşamaya devam eden bu benzersiz zenginliğin bir ana kolu (damarı) da Alevilik-Bektaşilik-Kızılbaşlık olarak Balkanlar’da (Rumeli’de) mevcudiyetini sürdürmektedir.
Balkanlar
Balkan kelimesi Türkçe bir kelime olup, dağlık, ormanlık, yeşillik yer anlamına gelmektedir. Türkler Balkanlar için sıklıkla hatta daha çok Rumeli, ifadesini de kullanmaktadırlar. Bir yarımada olan Balkan coğrafyası aynı zamanda yeryüzünün en zengin coğrafi, kültürel, tarihsel mekânlarından birisine de ev sahipliği yapmaktadır. Karadeniz, Ege, Akdeniz, Adriyatik, İyon, Marmara Denizleriyle çevrili Balkan Yarımadası’ndaki ülkeleri; Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, eski Yugoslavya Cumhuriyeti ülkelerinden (Makedonya, Kosova, Sırbistan, Bosna – Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ) oluşmaktadır. Her ne kadar bazen Avusturya ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri de bu bütünlük içinde gösterilse de bu zorlama yaklaşım genel kabul görmemektedir.
Tarihi içinde de birçok sosyal karışıklıklar yaşayan bu coğrafya kanlı savaş tarihinden haberdar olanların da çok iyi bildikleri; ırkçı anlaşmazlıklar, emperyalistlerin baskılarıyla ortaya çıkan ve sonuçta milyonlarca insanın öldüğü Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın da çıktığı ve en ağır bedellerin verildiği yaralı bir coğrafyadır. Milliyetçilik hastalığı çağımızda da bu coğrafyayı bir felakete sürükledi; Bosna Hersek’te yakın tarihin ve Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en kanlı saldırı ve katliamlara da maalesef ki ev sahipliği yapan bir coğrafyanın adı oldu Balkanlar.
Anadolu’daki Hititler gibi önemli bir uygarlık olan Traklar Balkan Yarımadası (Rumeli)’deki en önemli uygarlıklardan birisidir. Bugün bir kısmı Türkiye sınırları içinde bulunan bir kısmı Yunanistan’da (Batı Trakya) bir kısmı da Bulgaristan’da bulunan bir coğrafi yer ismi olan Trakya isminin bu uygarlık kaynaklı olduğu söylenmektedir. Sadece bununla sınırlı kalmayacak şekilde; dünyanın ana geçiş alanlarından birisi olan Balkanlar; tarihi savaş ve ticaret yollarının bulunduğu, çok farklı kültür, din ve inanca da ev sahipliği yapmış, Batı Avrupa’yla Asya, Afrika arasındaki Anadolu’dan sonra ikinci büyük köprü vazifesi görmüş en önemli geçiş alanıdır.
Türklerin Balkanlar’a geçişi, aynı zamanda Anadolu’ya geçiş tarihinden de eskiye dayanmaktadır. Karadeniz’in kuzeyinden Balkan yarımadası ovalarına yönelen Avarlar, Kıpçaklar gibi Türk boyları buralarda yine bir Türk boyu olarak nitelendirilen Bulgarlar’la birlikte aynı coğrafyayı ve kültürü bin yıldan fazla paylaştılar. Irkçı olmayan yaklaşımlarla bile Türklerin Balkanlar’ın kadim halklarından birisi olduğunu söylemeliyiz. Balkanlarda eski Türk yerleşimine ilişkin sayısız bulgu, belge, kültür unsuru bizzat Balkan Türkologlar tarafından ortaya konulmaktadır. Ama elbette Balkanlar’da Türklerle birlikte Kürtler de yer almış, onlar da bu coğrafyada yaşayan halklardan birisi olmuştur.
Eski Türklerin önemli bir kısmı Slavlar, Bulgarlar, Romanlar arasında erimiş kendi kültürel varlıkları yakın olan diğer ulusların kültür miraslarına karışmıştır. Fakat erimeyip varlığını, dilini kısmen koruyabilmiş Türk unsurlar ise Selçuklu ama özellikle Osmanlı varlığıyla bugüne kadar yaşamayı başarmıştır.
Bektaşilik
Balkan (Rumeli) Aleviliğini, Bektaşiliğini Anadolu’dan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Çünkü kökler Anadolu’dadır, Anadolu’dan gitmedir.
Bektaşilik Alevilik kaynaklıdır. Çok kaba bir benzetmeyle; Ehlibeyt temelli bir inanç sistemi olarak kabul edilen ve kökleri Asya, Ortadoğu ve Anadolu’dan buradaki din ve kültürlerden beslenen bu büyük sistemin gövdesi klasik Alevilik anlayışı dalları Balkanlar’a kadar giden büyük bir ağaç gibidir. Balkanlar’da olan çok büyük bir dal da, kollara ayrılmış Bektaşilik şeklinde zuhur etmiştir. Ama beslendiği damar, kök bellidir. Yemini, Virani Alevi Bektaşi dünyasının yedi ulu ozanından sayılırlar. Hayatlarının önemli bir kısmını Balkanlar’da geçiren bu ulu ozanların beslendikleri toprak en azından kültür dünyası elbette İran’dır, Irak’tır, Anadolu’dur…
Gerçekten de “Yol bir Sürek bin bir” lafı boşuna söylenmemiştir. Bunu Balkanlar’da da görmekteyiz. Her ulu şahsiyetin, her tekke ve dergâhın, ocağın çevresinde yanan ateş, aynı aşk ateşidir ama dil farkı, kültür farkı bu ateşin yandığı coğrafyaların farkı, bu inancın zenginliği olarak kalmıştır; Arnavutluk’ta yaşayan Bektaşiler’in hemen tümü Arnavut’tur, onlar Arnavutça konuşurlar… Bulgaristan’da yaşayan Alevi-Bektaşi kitlesi ise Türkçe konuşur, dualarını Türkçe yaparlar. Arnavutluk İlir topraklarıdır, Bulgaristan Deliorman’dan Bogomiller gelip geçmiştir. Farklı inançları nedeniyle bizzat Hıristiyan otoriteler tarafından diri diri yakılmış bir halktır Bogomiller. Alevi Bektaşi toplumunun bu topraklardaki en önemli erenlerinden birisi olan Demir Baba ise onların yaşadıkları mekânlarda dergâhını kurmuştur.
Bektaşiler; Trakların yerleşim merkezlerine onlardan yüzlerce yıl sonra gelip mabetlerini inşa etmişlerdir. Yaşam devam ederken, kültürler de birbirlerini etkileyerek, besleyerek devam ede gelmişlerdir.
Hacı (Hace) Bektaş Veli
Bektaşilik; Hacı Bektaş Veli’nin bizzat kurduğuna inanılan ve onun öğretilerini kabul edin, onun yolundan giden, onun gibi ibadet eden insanlardan oluşmuş bir inanç sistemidir. Balım Sultan’la birlikte artık klasik şeklini almış, bir tarikat özelliğine bürünmüştür.
Temel kurucusu olmamakla birlikte Hacı Bektaş Veli (Hakk’a yürüyüşü yaklaşık 1270 ki Bektaşilerin büyük çoğunluğu bu tarihi 1330’lara kadar uzatmaktadırlar. Osmanlı’nın kuruluşu, hatta Yeniçeriler’le onun arasında bir bağlantı kurmaktadırlar, bu tarih bilinçli bir şekilde seçilmektedir.) bu sistemin (tarikatın) kurucusu olarak kabul edilmektedir. Kendisi Kalenderi özellikler gösteren, soy itibariyle 12 İmamlar’dan Musa-y-ı Kazım’a bağlanan, Hoca (Hace (Koca)) Ahmet Yesevi’ye Lokman Perende irtibatıyla bağlanan Pir Hünkâr Hacı (Hace) Bektaş Veli; yaşamı, kişiliği, öğretileri itibariyle Anadolu’daki ocaklar, tekke-dergâh, farklı Alevi zümreler (topluluklar) üzerinde derin tesir bıraktığı gibi, kendisinden çok sonra şekillenen Bektaşiliğin de kurucusu olarak kabul edilmiştir.
Serçeşme (Suyun (Yolun)) başı olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli sıra dışı yaşamı ve hayat öğretisiyle başta İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi olmak üzere tüm Alevi ocakları ve Alevi zümreler üzerinde etkin olmuş bir “Pir”dir.
Kendisi bizzat bir tarikat kurucusu olmadığı halde, onun halifeleri yani onun yolundan giden öncü inanç-toplum önderi şahsiyetler onun adıyla bu yapıyı oluşturmuşlardır.
Bunu da pek ala; Balım Sultan (Hakk’a yürüyüşü 1516) ile bağlantılı olarak; “Balım Sultan Öncesi Bektaşilik- Balım Sultan Sonrası Bektaşilik” şeklinde iki bölüme ayırmak mümkündür. Balım Sultan’ın ortaya koyduğu ve yazılı hale getirdiği “Balım Sultan Erkannamesi” olarak nitelendirilen öğreti-(yol-sürek-erkân) farklılığı ile sadece Alevilerde bir farklılaşma yaşanmamış, benzer öğretideki guruplardan da ayrılma yaşanmıştır. Çünkü gerek Anadolu’da, gerekse Balkanlar’da Alevi-Bektaşi inanç öğretilerinde içi içe geçmiş durumlar vardır. Bunun en tipik örneklerinden ikisi; Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) Ocağı (Dergâhı) ile Sultan Süceattin Veli Ocağı (Dergâhı) sistemleridir. Çünkü bu her iki çok önemli kolda da hem Aleviliğin hem de Balım Sultan Bektaşi kolunun etkileriyle bir bütünlük oluşmuştur. (Hem babaların (soydan gelmeyen inanç önderi (Bektaşi etkisi)) olması ama aynı zamanda müsahiplilik olması, semah olması (Aleviliğin etkisi, Balım Sultan Erkânı’nda müsahiplilik ve semah yok) gibi.)
Otman Baba Kalenderi özellikler gösteren mücerret (hiç evlenmemiş) bir şeyh, bir inanç ve toplum önderi bir Baba’dır. Kendisi (Yaklaşık: 1378- 1478) Velayetnamesi’nde tüm çıplaklığıyla ortada olduğu gibi Kalenderi özellikleri göstermekle birlikte, bazı Bektaşi vasıfları da taşıyan bir öncüdür. O yüzden onu klasik manada Balık Sultan Erkânı’na uyan bir Bektaşi olarak nitelendirmek mümkün değildir.
Ha keza Balkanlar’da söz birliğiyle tümünü “Hacı Bektaş Halifeleri” desek de, buradaki erenlerin tümüyle ne Kalenderi-Alevi-Kızılbaş; ne de Bektaşilik (Balım Sultan Öncesi veya Sonrası) gösterdiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü her ulu erenin kendine ait özellikleri vardır; yaşadığı dönemin özellikleri, yerleşim farklılıkları çok önemlidir. Defalarca söyleneceği gibi de, coğrafi özellikler çok ayırt edicidir. Her birisi tıpa tıp aynı şeyi söyleyip, aynı şekilde yaşamamışlardır. Ama elbetteki tümünün ortak yönleri daha çoktur. Ama her birisi “bin bir renkli çiçektir”. Alevi Bektaşi dünyasının bu kadar büyük zenginlikte olması da bundan kaynaklanmaktadır. Bunun yok edilmesi Aleviliğin-Bektaşiliğin yok edilmesidir. (Bugün bu süreç yaşanmaktadır. Tek tip cemler, tek tip semahlar, dizlerini dövmekten morartan özellikle gençlerin olduğu (Şiileşme) ve ellerini havaya açarak yakaran, tarihinde hiç olmadığı kadar Kuran’a sarılan (Sünnileşme) anlayış maalesef ve maalesef tüm cemevlerini artık işgal etmiş durumdadır. Bu Aleviliğin yirmi – otuz yıl içinde (otantik yapısının kalmaması) yok olması demektir. Buna her ne nedenle olursa olsun sebep olanlar Mansur Darı’na çekilmelidir (!))
Balım Sultan Erkannamesi
Şu anda bir kişinin nasıl Bektaşi yoluna girebileceği, yola girişteki usul ve erkân, inanç önderlerinin (derviş, baba, halife, dedebaba) seçimi, görev ve işlevleri, tekke-dergâh yapılarıyla ilgili ayrıntıların yazılı olarak kayıt altında bulunduğu Balım Sultan Erkan namesi, Hacı Bektaş Dergâhı’nda (Tekkesi) (Ocağı) 1500’lü yıllardan sonra uygulanan bir ana öğreti olarak klasik Bektaşi sisteminin omurgasını oluşturmaktadır. “Dağınık bir şekilde mevcudiyetini sürdürmekte olan Alevi toplumunun en azından inançla ilgili sıkıntılarını ve dağınıklıklarını gidermek, derlelip-toparlayıp bir bütünde buluşturmak üzere” Balım Sultan tarafından kaleme alınan ve değişmeden bugüne kadar gelen “Balım Sultan Erkannamesi” köken olarak kim olursa olsun; ister Hıristiyan, ister Alevi, ister Bektaşi, ister Türk, ister Arnavut, ister Kürt… Yani bir inanca girilmesinin anahtarını, bunda uyulacak kural ve kaideleri çok net bir şekilde ortaya koyan en eski yazılı Alevi Bektaşi erkannamelerinden (yazılı inanç uygulama-öğretilerinden) birisidir. Tarihi önemi çok yüksektir.
Bektaşilik (baba) Alevilik (dede) Ayrımı
Tarihler boyunca Aleviler-Bektaşiler ve onlarla birlikte dedeler-babalar-çelebiler arasında bitip tükenmeyen tartışma ve kavgaların da kaynağı olan bu erkanname; bugün de gerek Anadolu’da, gerek Balkanlar’da (Batı Balkanlar (Arnavutluk-Kosova-Makedonya-Bosna/Hersek)), ABD.’deki Bektaşiler tarafından uygulan bir sistemdir. Aleviler (dedeler ve Çelebiler) Bektaşiliğin özellikle Balım Sultan Erkânı’yla Osmanlı Devleti tarafından Alevilerin bütünlüğünü parçalamak, denetim altında tutmak için bilinçli bir proje olarak tasarlanıp uygulandığını hep dile getirmişler, babalık (dolayısıyla mücerretlik, dedebabalık) sistemini kabul etmemişlerdir.
Hacı Bektaş’ın Mücerretliği
Aynı şekilde Bektaşiliğin ana görüşlerinden birisi olarak Hacı Bektaş’ın hiç evlenmeden mücerret olarak yaşamına devam edip yolu bu şekilde sürdürdüğü inancına en şiddetli karşı çıkanlar ise Hacı Bektaş Veli’nin evlatları olarak kendilerini kabul eden ve kendilerine bağlı çok önemli bir Alevi nüfusu da olan Çelebiler (bugün Ulusoy ve az da olsa Güvenç soy isimlerini alan büyük aile (bu ailede de iki soy farklı olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir)) arasındaki görüş ayrılığı tarihler boyunca devam etmiş, bugün de devam etmektedir.
Balkanlar’da Aleviler-Bektaşiler
Selçuklu Dönemi, Sarı Saltuk
Büyük ölçüde efsaneler içinde, şimdilerde bazı çevrelerin kendi ideolojileri içinde kendilerince şekillendirmeye çalıştıkları, beş vakit namazında, orucunda diye göstermeye gayret ettikleri Sarı Saltuk belki de Anadolu ve Rumeli tüm erenler silsilesinin en karizmatik önderlerinden birisidir.
Tüm tarihi belgeler ve iyi okumalarla onunla ilgili yaratılan tüm söylenceler, kerametler, efsaneler, yazılı ve sözlü tüm ürünlerden ortaya çıkarıyoruz ki Sarı Saltuk; çok geniş bir coğrafyada seyahat etmiş, keskin zekasıyla en farklı toplumsal-inançsal yapıların içine girebilmiş, en üst düzeyde yöneticilerle görüşebilmiş, halka kendisini çok sıra dışı bir şekilde sevdirebilmiş, Balkanlar’da en fazla türbesi, mekanı (makamı) olan, en çok tanınan bir alp eren, derviş, ermiş, eren bir kimliğe sahip kişiliktir.
Konuyla ilgilenen bilim insanlarının tam anlamıyla ittifak kuramadıkları şekliyle, asıl türbesinin kuvvetle muhtemel Romanya Dobruca şu anda da yine Türkçe olarak yazılıp-söylenen Babadağ’daki olduğu söylenmektedir. Fakat onun Anadolu’daki Dersim Coğrafyası’ndaki etkileri, Kütahya, Babaeski, İstanbul’daki türbeleri yatırları, ziyaretleri bir tarafa, Sarı Saltuk’un; Balkanlar’da etkisi halen çok canlı bir şekilde devam etmekte, hemen hemen tüm Balkan Coğrafyasında ismi en çok bilinen Türk, Eren, Alevi-Bektaşi siması, simgesidir.
1263’de Balkanlar’a Osmanlı’dan yaklaşık yüz yıl önce gitmiş olması, kendisiyle birlikte giden kafilenin dışında Balkanlar’da Selçukluların bir yerleşimlerinin bulunmamasına rağmen, yüz yıl boyunca isminin yaşamaya devam etmesi, en azından Balkanlar’da süren bir soyunun, hatta mevcut bir dergâh ve tekkesinin bulunmamasına rağmen, Osmanlı döneminde de adeta onları karşılayan bir isim olması üzerinde ayrıca durulması gereken çok önemli bir husustur.
Kendisinin bir seyyid olduğu, mücerret olarak yaşamını sürdürdüğü, aynı zamanda Hıristiyanlığın ve tüm yaşayan din ve inançların kural ve kaidelerini en ayrıntılı bir şekilde bildiği gerçektir. Mensubu olduğu alp-eren geleneğinin bir gereği olarak bulunduğu yerleri kolonize eden, kolonizatör bir derviş olan, dervişleriyle aynı zaman Kızılbaş-Alevi (Kalenderi) geleneğini yaşatan Sarı Saltuk; Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna Hersek, Kosova’da derin bir etkisi olup, aynı zamanda buralarda türbeleri de bulunan bir öncü isimdir.
Bazen tanık olduğumuz gibi bazı arkadaşların iddia ettikleri şekliyle, bazen erenler için kullandığımız “Kolonizatörlük-Kolonizatörler”, bir yeri işgal etmek değildir; bu insanlar da, emperyalist, sömürgeci insanlar değillerdir. Bu kelime, (mekânı) ihya eden, mamur eden, şenlendiren, yaşanır kılan anlamlarına gelmektedir. Sarı Saltuk gittiği yerlere Hızır gibi hayat götürmüş, bulunduğu yerleri ilim yuvası haline getirmiş; insanların gelip yerleştikleri, sorunlarını giderdikleri, dertlerine derman arayıp-buldukları, açların doyduğu, manevi boşlukta olanların derman buldukları ulu öncülerden birisiydi.
Osmanlı, Yunanistan Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli)
Osmanlı’nın ilk döneminde devletin kurucu unsurları; erenler, veliler, dervişler, dedeler, babalar, seyyidler, âşıklar gibi halk tabanından gelen ve topluma her yönüyle etkileyebilen karizmatik şahsiyetleri her zaman korumuşlar, onları kendi yanlarına almışlar, kendi yanlarında tutmayı ilke edinmişlerdir. Bunu ister onların nüfuslarından, isterse nüfuz yani etkilerinden yararlanmak adına yapmış olsunlar, nihayetinde Yavuz Sultan Selim’e kadar Osmanlı padişahlarının bu halk kesiminin temsilcilerinden önemli oranda yararlandıkları, onlara bazı ayrıcalıklar, haklar verdikleri bir gerçektir. Ayrı bir yazının ve önemli bir tartışma konusu da olan Bektaşilik ve bunun 1516’da Hakk’a yürüyen Balım Sultan tarafından devlet içinde kabul edilen ve örgütlenmiş “Tekke-Dergâh-Tarikat” sisteminin de 1826 yılına kadar devlet içinde varlığını sürdürdüğünü biliyoruz.
Devlet bütünlüğü içinde yer alsalar da bu halk önderleri gerçekten de halka hizmet etmek için eldeki tüm imkânları bu alana seferber etmişler; devletin kendilerine verdikleri ayrıcalıkları da yine toplum yararına işleyen mekanizmalara dönüştürmüşlerdir.
Osmanlı Devleti; eren, evliya, dede, baba, ata, şeyh, ozan, seyyid, aşık, derviş gibi öncülerin kendi yaşamlarını sürdürebilmeleri, inançlarını rahatlıkla yerine getirebilmeleri, ama aynı zamanda devletin ve halkında bazı ihtiyaçlarını gidermeleri amaçlarıyla çok geniş vakıf arazilerini bu erenlerin öncülüğünde kurulan tekke ve dergahlara bırakmışlar, hiç ara vermeden buralara yardımlarda bulunmayı, 1826 yılını izleyen dönemler de dahil olmak üzere, imparatorluk yıkılıncaya kadar devam ettirmişlerdir.
İşte tüm bu sistemin en iyi özeti olabilecek bir yapı ve sistem de Seyyid Ali Sultan Tekkesi (Dergahı)’dır. Aynı zamanda Kızıldeli olarak da bilinen (bazı araştırmacılar bu ikisinin ayrı şahsiyetler olduğunu da ileri sürmektedirler) ve 1354 tarihinde Osmanlı’nın Balkanlar’a yani Rumeli’ye açılma gayretlerinin bir sonucu olarak bugün Yunanistan’ın Evros (Meriç) İli sınırlarındaki Didimityon (Dimetoka) Ruşenler (Russo) Köyü sınırları içinde kalan ve Türkiye sınırına da çok yakın olan Seyyid Ali Sultan ve çevresinde gelişen kültür ve sosyal yapı çok önemlidir.
Yani yaklaşık 650 yıldır canlı bir şekilde yaşayan bir büyük kültür-inanç bütünlüğünden söz etmemiz gerekir.
Gaza kültürü ekseninde ele almamız gereken Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) bir seyyid olup, “Kırklarla” Rumeli’nin fethini gerçekleştiren temel şahsiyettir. Sarı Saltuk gibi olağanüstü bir karizmaya sahip olup, Osmanlı onun büyük etkisini göz önünde bulundurarak; çok geniş bir coğrafyayı onun adına kurulan vakfa bağışlar. Yaklaşık 24 köy ve arazisi bu Tekke’nin sınırları içinde yer alır. Zamanla kurumsallaşan, sayısız derviş, ozan ve âlim insanın yetiştiği Seyyid Ali Sultan Tekkesi (Dergâhı) hem Alevi-Kızılbaş anlayışının ama aynı zamanda Bektaşi (Balım Sultan Erkânı) inanç sisteminin de en önemli merkezlerinden birisi olur. Yani kökleri aynı olan ve bazı uygulama farklılıkları bulunan bu iki inanç-kültür yapısı burada varlığını sürdürmüştür. Geleneksel kültürü yaşatanlardan derlediğimiz bilgilerle de bizzat Hacı Bektaş Veli Dergâhı Çelebileri’yle de bir bağının olduğu gerçeği vardır. Belki de; Alevi Bektaşi dünyasında, Hacı Bektaş Tekkesi’nden sonraki en önemli Tekke-Dergâh hüviyetinde olmuştur. Bektaşiliğin ana gövdesini oluşturan Balım Sultan Erkânı’nı yazan, kurumsallaştıran ve Hacı Bektaş Dergâhı’nda Bektaşi önderi olarak posta oturan Pir Balım Sultan da bu tekkede yetişmiştir.
Bugün Muharrem (Matem) ve Kasım Kurbanı Etkinlikleriyle inanç yapısı tüm canlılığıyla yaşayan Yunanistan’daki Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) Ocağı (Dergah-Tekke) bünyesinde; muharrem orucu tutulmakta, babaların (dede ismiyle söylense de) görgüleri, babalara bağlı insanların görgü ve diğer cemleri, kurbanlar, müsahiplik gibi her türlü Alevi Bektaşi erkanı bu yörede yaklaşık yirmi köyde varlığını sürdürmektedir.
Yunanistan’da Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) dışında da hem bu türbeye yakın hem de Yunanistan’ın birçok yerinde türbeler mevcuttu. Ne acıdır ki; bir zamanlar tüm Balkanlar’da en çok Alevi Bektaşi türbesinin bulunduğu yer Yunanistan’da şu anda sayılı türbe ayakta kalmıştır. Maalesef ki, hoşgörüsüzlük burada tekke –türbe-mezar ve tüm ziyaretleri “Türk Simgesi” diye yok etmiştir.
Ayrıca yine Seyyid Ali Sultan geleneğinden gelen ve Edirne’deki “Kırkpınar Yağlı Güreşleri”nin de köklerini teşkil eden “Seçek Yağlı Güreş” etkinlikleri de ağustos ayı içinde yapılmakta, bu aynı zamanda “müsahibi olan, görgüden geçmiş ağa”nın himayesinde yapılan bir Alevi-Bektaşi etkinliği olarak önem verilen bir etkinliktir. Seyyid Ali Sultan bir güreşçi olarak dervişlerinin güreş yapmalarını özendirmiş ve bunu vasiyet etmiştir.
Resmi rakamlara göre 170 bin olsa da, kanundaki bir küçük değişiklikle sayısını azaltmak istenen Yunanistan’a karşı hukuki mücadelenin verildiği Batı Trakya’da 250 bin Türk yaşamaktadır. AB. Üyesi olan Yunanistan’da, Türkçe isimle bir dernek kurulması yasaktır.
Bulgaristan
Balkanlar’da en çok Türk’ün yaşadığı ülke Bulgaristan’dır. Yaklaşık 800 bin Türk’ün yaşadığı Bulgaristan Yunanistan’dan sonra Osmanlı idaresinde en uzun süre kalan ülkedir.
Deliorman
Bulgaristan’da Alevi Bektaşi nüfusu üç ana bölgede yaşamlarını sürdürmektedirler. Bunlar kuzeydoğu Bulgaristan’da Deliorman Bölgesi denilen bölgedir. Razgrat, Silistre illeri içinde yaklaşık 20 köyde ve kent merkezlerinde Aleviler (Kızılbaş) varlıklarını geleneklerini çok canlı yaşatarak sürdürmektedirler. Deliorman Alevi (Kızılbaş) Bektaşi varlığı üzerine bugüne kadar birçok ciddi araştırma yapılmış olup, bu konuda birçok kitap yayınlanmıştır.
Akyazılı Sultan
Varna yakınlarında türbesi bulunan Akyazılı Sultan Balkan bu arada Bulgaristan Alevi Bektaşi dünyasındaki en önemli Velilerden birisidir. Kurmuş olduğu Tekke –Dergâh sadece yörenin değil, tüm Bulgaristan’ın en büyük Alevi Bektaşi mabetlerinden birisidir.
Zamanında kendilerine verilen önem gereği, yörede bulunmasa da uzaktan getirilen mermerlerle yapılan büyük türbesinin yanında yer alan tekkesinin diğer bölümleri zamanla ağır tahribata uğramış, hatta Ruslar tarafından ahşap çatı tavanı yok edilse de, binasının ana duvarları duran yapı son zamanlarda onarılmıştır. 1950’li yıllarda ise orijinalde olmadığı halde bir şadırvan yapılmıştır.
Akyazılı Türbesi yakınlarında bulunan Türkler ve Bektaşi toplumu dağılmıştır.
Demir Baba
Akyazılı Sultan’ın dervişliğini yapan Hacı Dede’nin oğlu olarak anılan-anlatılan Demir Baba, babasının mürşidi Akyazılı Sultan gibi mücerret babalardandır. Mücerretlik Bektaşilik’te Aleviliğin kökleri de olan Kalenderiliğin de bir uygulama şekli olarak evlenmeyip, hayat boyu tekke ve dergâhlarda (ocaklar)’da yola hizmet etmeyi esas alan bir erkândır. Yani inançta bir yeri olan bir inanç uygulamasıdır.
Hacı Dede çok yaşlı olmasına rağmen, hiç istemese de, Akyazılı’nın mürşitliğinin etkisini kullanarak, çok yaşlı bir şekilde evlenmesinden Demir Baba dünyaya gelmiştir. Razgrat’ta şu anda türbesi ayakta kalan bir tekke-dergâh kurarak hizmetlerini yerine getirmiştir.
Akyazılı, Otman Baba ve hemen tüm Rumeli erenlerinin aksine Demir Baba Anadolu’dan Balkanlar’a gelen değil, bizzat burada doğan 1500’lü yılların bir önderidir.
Hayatı, öğretisi, mücadeleleri yayınlanmış olan Demir Baba Velâyetnamesi’nde ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
Bugün Demir Baba Bulgaristan’da Alevi Bektaşi dünyasının bir sembolü gibidir. Dipsiz Göl denilen ve yaklaşık 200 merdivenle inilen bir derin vadide yer alan Demir Baba Türbesi tüm Balkanlar’da en çok ziyaret edilen türbelerden biridir.
Demir Baba tüm Deliorman yöresi cemlerinde anılan, adına adaklar adanan, kurbanlar kesilen, zaman zaman türbesinin yakınlarında anma etkinliği (şenli-eğlenceler) yapılan bir erendir. Hatta kendisinin de makamları vardır. Etkisi en yüksek şahsiyetlerden birisidir.
Hüseyin Baba
DemirBaba’nın kardeşi olduğu söylenen ve şimdi Razgrat Ostrovo (Adaköy) sınırları içindeki Voden Milli Parkı’nda türbesi ve meydanevi bulunan Hüseyin Baba da yörede ismi en çok zikredilen erenlerden birisidir. Yöredeki zengin işadamı aynı zamanda dedelerden birisi olan Süleyman Selman tarafından önemli bir harcama yapılarak ve özel bir izinle, insanların girişinin yasak olduğu, bu alan restore edilmiştir.
Yunus Abdal
Yine Hüseyin Baba gibi Demir Baba’nın kardeşi de olduğuna inanılan, Osmanlı Arşivlerinde ismiyle birçok belgenin bulunduğu Yunus Abdal kendi ismiyle anılan köyde yatmaktadır.
Bu köyün insanlarının bir kısmı onun Alevi Bektaşi kimliğini bilmemektedir. Araştırmacı-Yazar Ahmet Hezarfen’in de aynı zaman köyü olan Yunus Abdal büyük bir Türk köyüdür. Ahmet Hezarfen’in kendi köyü ve Yunus Abdal’la ilgili, yayınlanmamış çalışmaları vardır.
Yörede Musa Baba, Kız Ana, Sofi Baba, Kademli Baba gibi daha nice türbe ve ziyaretler vardır.
Alvanlar
Ali Koç Baba ve Evlatları
Bulgaristan Alevilerinin bir diğer önemli yerleşim yerleri Orta Bulgaristan’daki Kotel İlçesine bağlı Yablonovo (Alvanlar) Köyü’dür. Köy dense de yaklaşık bin hanelik bir büyük belde olan köyün yakınlarında Alevi olan Veletler ve Küçükler köyleri de bulunmaktadır.
1396 yılındaki Niğbolu (Nikopol) Savaşı’na katılıp üstün başarılar gösterdiğe inanılan, sancaktar olarak anılan, savaşın kazanılmasında büyük yararlılıkları görüldüğü kayıtlarda geçen Ali Koç Baba’nın türbesi Tuna boyundaki Niğbolu’dadır (Nikopol). Fakat oğlu Hüseyin ve onun çevresinden olan topluluk Orta Bulgaristan’daki Kotel İlçesinde yerleşmiş, zamanla burası Bulgaristan dâhil tüm Balkanlar’daki (Rumeli) en büyük Alevi yerleşim yeri olmuştur.
Anadolu’daki klasik ocak sisteminin bir benzeri burada uygulanmaktadır. Ocak, dede, dedeevi varlığını sürdürmektedir. Ali Koç Baba (Dede) bir seyyid olarak kabul görmekte, onun oğulları tarafından Alevi Yolu’nun devam ettirildiğine inanılmaktadır. Bugün de yine hem Bulgaristan’da, hem de oradan Türkiye’ye gelip yerleşen aynı kökenden insanlar başta Çorlu Sağlık Mahallesi’nde ayın şekilde cemlerini sürdürmektedirler.
Alvanlar’da birçok türbe ve tarihi mezar taşlarının olduğu mezarlıklar mevcuttur. Halen “dedeevi” binası ayaktadır. Dedelerin mezarı ayrıdır ki bu Anadolu’da zaman zaman rastladığımız bir durumdur. Cemler, kurbanlar, muharrem devam ediyor. Türkiye Çorlu, Eskişehir, Trakya vd. Alvanlar’la temaslar sürmektedir.
Haskova-Otman Baba
Kırcaali- Elmalı Baba
Üçüncü önemli yerleşim yeri ise Güney Bulgaristan’daki Haskova ve Kırcaali illeri içindeki yerleşimlerdir.
Bulgaristan ve tüm Balkanlar’daki en önemli simalardan birisi de Otman Baba’dır. Yakında rahmetli olan büyük tarihçi Halil İnalcık’ın da bir makalesine konu olduğu gibi, Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşayan ve onunla karşılaşıp ona serzenişlerde de bulunan Otman Baba gerçek anlamıyla bir Kalenderi öncüsüdür. Dervişi Göçek (Köçek (Küçük)) Abdal tarafından kaleme alınan ve günümüz Türkçesi’ne de çevrilen Otman Baba Velâyetnamesi’nde sıra dışı yaşamının tüm ayrıntıları mevcuttur.
Dervişleriyle “hakkullah” toplamak için diyar diyar gezip koyun vs. toplayan, yazları öküzüyle çift süren, “kâinatta yaprak kıpırdasa” bilen, padişaha bile sözünü hiç çekinmeden söyleyen Otman Baba, Zeus gibi rüzgâra, yağmura hükmü geçen bir kalender abdal’dır.
Haskova’da bulunan çağının en dikkat çekisi yapılarından birisi olan türbesi yine en çok ziyaret edilen mekânlardan birisidir.
Son dönemde ise Bulgaristan’da ilk kez olmak üzere modern manada bir yeni bina yapılmış, bu bina konuklara otel, restoran hizmeti verirken, bir de cem salonu ilave edilmiştir.
Kırcaali – Elmalı Baba
Kırcaali Şehri’ne ismini veren Kırca Ali’nin de bir derviş, bir eren olduğuna inanılmaktadır. Bu aslında Balkanlar’da çok yaygın bir şeydir. Aslında tüm Rumeli’deki yerleşimlerin temellerinde Alevi- Bektaşi toplumu yer almakta, onlara önderlik yapan, dede, baba, ozan, âşık, derviş, eren, velilerin belli yerleşim yerlerinin aynı zamanda kurucuları olduğu bilinmektedir. Örneğin yine Razgrat’ta bir belediye olan İsperih (Kemaller)’in kurucusu Kemal Baba da bir erendir.
Mestanlı’da bulunan Elmalı Baba Tekkesi zamanında bir eğitim merkeziymiş. Elmalı Baba’nın da türbesinin bulunduğu alan şimdi elden geçirilerek, yeni binalarla bir inanç merkezi haline getirildi.
Bulgaristan’da daha nice türbe, tekke, dergâh, ocak merkezi mevcuttur.
Buradaki Alevi Bektaşi nüfusu inançlarını, kültürlerini yaşatmaya devam etmektedirler. Erkan farkları mevcuttur. Ama gerek inanç, gerek günlük sosyal yaşama ilişkin gelenek ve görenekler yaşatılmaktadır.
Günümüzde Balkanlar’da Aleviler Bektaşiler
Bulgaristan
Yunanistan’la birlikte yaklaşık 500 yıl Osmanlı ve dolayısıyla Türk yönetimi altında kalan Bulgaristan’da, Aleviler Bektaşiler her zaman varlıklarını koruyabilmişlerdir. Zaman zaman yoğun göç dalgaları içinde bu inanç mensupları da, Anadolu’ya gelmiş olsalar da, özellikle Kuzdeydoğu, batı ve Güney Bulgaristan’da yaşamlarını sürdürmüşler bugün de aynı şekilde inançlarıyla kültürleriyle varlıkları devam etmektedir. Bugün en yoğun Alevi Bektaşi varlığı Razgrat, Silistre, Kotel (Yablonova), Kırcaali ve Haskova’dadır. Alevi Bektaşi toplulukları arasında farklı isimlendirme olsa da, daha çok burada inanç önderleri olarak Akyazılı Sultan’ın, Demir Baba’nın, Musa Baba’nın, Hüseyin Baba’nın, Yunus Abdal’ın, Elmalı Baba’nın, Odman Baba’nın, Süceattin Veli’nin, Seyyid Ali Sultan’ın, Hacı Bektaş’ın manevi etkileri tüm canlılıklarıyla yaşamaktadır.
İbadetler çok genel olarak sonbaharda başlayıp, ilk baharda nihayetlenmektedir. Harman Tavuğu, Güz Dönümü cemlerin başlama tarihidir. Yani açıkça mevsimsel geçiş ibadetleri içinde belirgin bir başlama noktasıdır. İnsanların tarım hayvancılık işleriyle yoğun bir şekilde ilgilenmeleri nedeniyle, bu işlerin halledilmesi ibadetlere de yansımaktadır. Nihayetinde 21 mart nevruz, gün dönümünde ise, yine çok önemli ibadetler yapılıp insanlar inanç önderi, dede, babalar tarafından serbest bırakılmakta, herkes kendi işine gücene bakmakta, tarım ve hayvancılık yaşamı bunda etken olmaktadır. Yazın ise yine adak kurbanları nedeniyle ibadetler devam edebilmektedir. İnanç önderi olan babalar eşleriyle birlikte ve onların çevresinde bulunan bazı canlarla Perşembe akşamları çerağlarını uyarmaktadırlar. Yani cemler yürümese de inanç önderinin bulunduğu evlerde dualar eşliğinde çerağlar her zaman yakılmaktadır. Bu da ne olursa olsun, duanın, ibadetin tümüyle ara vermeden sürdürülmesi gerektiği imajını vermektedir.
Muharrem orucu tutulmakta, Ramazan orucu tutulmamaktadır. Cemler yapılmakta, namaz kılınmamaktadır. Türbeler, kutsal mekânlar ziyaret edilmekte, bez bağlama, mum yakma, kurban kesme, dua etme, buralardan medet dileme her yerde sürmektedir. Bazılarının söylediğinin aksine, Bulgaristan Alevi Bektaşi toplumunda bir Sünnileşme ve asimilasyon asla yoktur. Dış baskılarla ve planlarla yapılmaya çalışılan eylemler boşa çıkmakta, insanlar her halükarda inançlarını yaşatmaktadırlar.
Alevi Bektaşi inanç ve kültürünün en önemli sembol merkezlerinde ilk defa Hak ve Özgürlükler Partisi’nin de büyük destekleriyle çok uzun yıllar sonrasında tamiratlar, tadilatlar ve ilave bölümler yapılarak yeniden onarımlar olmaktadır.
Modern manada ise Alevi –Bektaşi dernekleri kurulmakta, Türkiye’deki gibi cemevi temelleri atılmaktadır.
İnanç önderlerinin en büyük şikayeti ise gençlerin cemlere ilgisizliği, yolun, inancın yaşayıp yaşayamayağı konusundaki endişeleridir. Bu konuda Türkiye’de başta Cem Vakfı olmak üzere Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının tüm çağrılarına olumlu bakan bu canların, Cem Vakfı Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’na kendilerini davet etmek için, 2000 yılında Hakkı Saygı ve Ahmet Hezarfen’le yaptığımız ilk gezimde, hem büyük bir merak, ama aynı zamanda korku, belirsizlik, inanamama hallerini çok ama çok iyi hatırlıyorum. Bundan sonra ise defalarca Türkiye’ye hem toplantılar, hem geziler, hem başka amaçlarla onlarca kez gelen dede ve babalar oldu. Karşılıklı ziyaretlerin onlar üzerinde ciddi etkileri olduğunu söylemeliyim.
Bulgaristan’daki Alevi Bektaşi nüfusu tüm Türkler gibi Türkiye’yi en büyük güvence olarak görmeye devam etmektedirler. Türkiye’de ve artık yaşam koşulları nedeniyle Batı’da bir akrabası olmayan, çocuğu olmayan bir aile yoktur. Böylece tarihsel olarak korunmuş sıkı geleneksel yapı tümüyle yok olmuş, dışa açık, etkileşime açık bir yapı meydana gelmiştir. Bunun seyri ve olumlu olumsuz yanları ayrı bir yazı konusudur.
Türkiye’deki inanç yapısı bakımından en önemli bağlantı merkezlerinin başında Eskişehir Seyitgazi İlçesi, Arslanbeyli (eski ismi Süca) Köyü gelmektedir. Burada Bulgaristan Haskova’daki Otman Baba ile aynı devirde yaşamış ve onun müsahibi olduğuna inanılan Seyyid Sultan Süceattin Veli’nin türbesi ve makamı vardır. Burası bir ocak, hem de bir dergah merkezidir. Anadolu’da büyük bir coğrafi alanda etkili olan Sultan Süceatten Veli’nin ve dolayısıyla onun yolundan, soyundan geldiğine inanılan bugün ki Demirtaş ailesinin Bulgaristan’da özellikle Silistre-Razgrat bölgesinde önemli etkisi vardır. Daha doğrusu Bulgaristan’da somut olarak elli civarında “baba” Sultan Süceattin Veli Dergahı’nın (Ocağı)’ndan bugün Mehmet Demirtaş Dede’ye bağlı olarak hizmetlerini yürütmektedirler. Bu da bu ocağın oralardaki etkisini göstermektedir.
Bunun dışında Kırçaali Bölgesi’nde Seyyid Ali Sultan (Yunanistan) Dergahı’na bağlı topluluklar ve babalar (dedeler) vardır. Bu yörelerdeki ilişkileri yine aynı yöreden olan ve şu anda Yunanistan’daki Seyyid Ali Sultan Dergâhı Yönetimiyle sağlam bağları kurup, hem Yunanistan, hem Bulgaristan, hem de Türkiye’deki Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan Ocağı dede, baba, talipleriyle ilişkileri sürdüren kişi ise Mustafa Çetin Baba’dır (Dede). Kendisi Edirne’de yaşamakta, buradaki Seyyid Ali Sultan erkânlarını da yürütmektedir.
Orta Bulgaristan dediğimiz İslimye (Sliven) ili, Kotel İlçesi Yablonovo (Alvanlar) ise yine çok büyük bir Alevi Bektaşi süreği (yol, erkân) olan Ali Koçlulara ev sahipliği yapmaktadır. Niğbolu (Nikopol) Savaşı’nda büyük yararlılıklar gösterip şehit olduğuna inanılan Ali Koç Baba (Dede)’nin evlatları bugünkü Alvanlar’a gelmişler, burada yerleşmişler, burada inanç ve kültürlerini yaşatmaya devam etmektedirler. Aynı şekilde bunlar da Türkiye’yle yoğun bağlantıları olan bir inanç yapısıdır. Trakya’da Çorlu Sağlık Mahallesi, İstanbul ve Eskişehir Kırka Büyük Yayla Köyü başta olmak üzere Türkiye’de de aynı inançtan insanlar ve inanç önderleri yaşamlarını sürdürmekte, karşılıklı ziyaretler olmakta, etkinlikler yapılmaktadır.
Farklı inanç kümeleri de varlıklarını sürdürse ve oradaki erenlerin isimleri yaşasa, Demir Baba, Yeşil Abdal, Akyazılı Sultan gibi, temelde şu anda Bulgaristan’da Sultan Süceattin Veli Ocağı (Dergâhı)’na bağlı olarak süren bir sürek (yol, erkân); Seyyid Ali Sultan (Kızılıdeli) Ocağı’na (Dergâhı’na) bağlı olarak sürene bir sürek; Yablonovo (Alvanlar) Merkezli Ali Koç Baba (Dede) merkezine bağlı olarak süren bir sürek somut olarak varlığını tüm canlılığıyla sürdürmektedir, yaşamaktadır.
Bulgaristan’daki Alevi Bektaşi Türbe ve Ziyaretleri, Köyleri
Varna
Akyazılı Sultan: Varna – Obroçişte Obrocishte. Eskiden yakın bölgelerden öküz arabalarıyla konaklamak üzere ziyaret edilen ve kurbanlar kesilen Dergâhtaki konak evleri yıkılmış, son zamanlarda kurban kesimi için gelenlerin sayısı çok azalmış.
Kurt Baba Ziyareti: Varna – Obroçişte Obrocishte (Yöreden bir kadın biz bu Akyazılı’yı çok ulu biliriz. Her zaman, hatta şimdi de çok insan gelip onu ziyaret ederler. Ama ben artık oraya gitmiyorum. Artık orası Türk ziyareti olmaktan çıktı. Kilise mi yapmışlar, ne. Ben niye oraya gideyim? Eskiden büyük kazanlar vardı. Onlarda kurbanlar kesilirdi. Mutlaka gelenler bizi bilirlerdi ve kurbana, lokmaya çağırırlardı)
Sarı Saltuk Ziyareti: Kaliakra (Kaligra) Kale içinde olduğu söylenen türbe ve ziyaret yerlerini bulamadık. 1900’lü yıllarda olan bir depremde denize uçtuğu tahmin ediliyor.
Musa Baba Türbesi: Tekke Kolçası Köyü. Dulovo vd. bölgelerden zaman zaman gelip kurban kesme olayı oluyor.
Gübürlü Baba Türbesi: Tekke Kolçası Köyü. Bu da fazla bilinmemesine rağmen önemli ziyaretlerden birisidir.
Kumluca’ndaki (Pyasaçnik) Saçlı Koçlu Baba’nın Türbesi
Hamza Baba Türbesi: Harmanlı
Razgrat
Horasanlı Kemal Baba: Razgrat, Kemaller (İsperih). İlçeye ismini veren bu zatın türbesinin olup olmadığını bilmiyoruz.
Musa Baba Türbesi: Razgrat,Kemaller (İsperih), Işıklar Köyü
Hüseyin Baba Türbesi ve Meydanevi Razgrat (Hezergrat)’a bağlı Adaköy (Ostrovo)’de Voden Milli Parkı içendeki türbe yörenin en ünlü dedesi ve iş adamlarından olan Süleyman Selman Dede tarafından onarılmıştır.
Niğbolu (Nikopol); Ali Koç Baba Türbesi
Razgrat
Yunus Abdal Türbesi: Razgrat, Yonkovo, Yunus Abdal Köyü. (Tarihçi yazar Ahmet Hezarfen’in de köyü olan bu köyde birçok tarihi mezar taşı var. Yunus Abdal’ın Demir Baba’nın kardeşi olduğuna inanılıyor.)
Demir Baba: Razgrat, Kemaller (İsperih) İlçesi, Mumcular (Sveştari) Köyü
Hekim Ali Baba Türbesi: Razgrat, Denizler (Varnentsi)
Haydar Baba: Razgrat, Denizler (Varnentsi). Hekim Ali Baba Türbesi’nin içinde bulanan Haydar Baba çağımızda yaşamış en ünlü Bektaşi Babası olan Ozan Haydar Cemil Baba’dır.
Kızana Türbesi: Eski Cuma, Momino. Bulgaristan’da kadın evliya olarak ünlenen Kızana Türbesi’nin yakınlarında da bir türbe olması gerekiyor. Ayrıca yakınlarda bir Türk mezarlığı var.
Kırcaali
Elmalı Baba Türbesi: Kırcaali’ye (Kurdzhali)’ye bağlı Mestanlı’daki (Momçilgrad)
Kırcaali Baba: Kırcaali, Kırcaali Şehri’nin ilk kurucusu olan bu babanın eskiden ziyaret edilen bir büyük tekkesi varmış. Yol çalışmaları nedeniyle kaldırılıp bir camiinin avlusuna konulmuş.
Nalbant Türbesi: Kırcaali, Mestanlı, Çalköy (Vryalo)
İbrahim Baba Türbesi: Kırcaali, Mestanlı, Raven, Kedikçal ((Raven)
Güner Baba Türbesi: Bu türbedeki Elbalı Baba’nın oğlu Güner Baba’nın mezarı sökülüp Sofya’ya götürülmüş? (Halkın İfadesi)
Kazer Baba Türbesi: Kırcaali, Mestanlı, Kazerler (Gaziler(?)) (Mahalle Gısok),
Haskova
Otman Baba, Haskova: Her yıl Sonbahar’da “Maye Yapma” Ğeleneği Bu Dergah Çevresinde Oluyor.
Hıdır Baba Türbesi: Haskova: Karalar (Gorna Krepost (Kale)) (Fazla bilinmemesine rağmen Rumeli’deki En eski ve önemli Türbelerden birisidir.
Kıdemli Baba: Yeni Zağra Pıdarevo (Padarevo), Demir Baba Velayetnamesi’nde de hayatı hakkında bilgiler bulunan en önemli erenlerden birisi. Eskiden çok fazla ziyaret edilirken son zamanlarda bu ziyaret çok azalmış. Türbe tahrip edilmiş.
Hamza Baba Türbesi: Haskova, Harmanlı’da büyük 8 köşeli türbe.
Abdülmümin Baba: Haskova, Eski Zağra Tekke Köy’de
Demir Hanlı Ali Baba: Haskova, Alan Mahalle’de
Ali Baba: Haskova, Kavak Mahallesi’nde
Karaman Baba: Haskova, Karamanlar Köyü’nde
Kurt Baba: Haskova, Öksüz Köyü’nde
Alvanlar (Yablonovo)
Ali Koç Baba (Dede)’nin oğlu olduğunu bildiğimiz Hüseyin Baba’nın soyuyla birlikte Gerlova (Burada eskiden Girlevo kasabası varmış) Bölgesi, Eski Zağra (Stara Zagora) İli, İslimye (Sliven) ilçesi, Kotel’e (Kazan) bağlı Y(J)ablanovo (Elvanlar (Alvanlar))’da yaşayan köklü bir geleneği var.
Bir ilçe merkezi büyüklüğü kadar olan Alvanlar’la beraber bölgede Veletler (Mogilets) ve Küçükler (Molkoselo)’da birçok türbe var.
Alvanlar’daki Türbeler:
Gül Baba
Arslan Baba
Koçlu Baba (Makam ziyareti. Aslı Nikopol (Niğbolu)’da)
Ali Koç (Koçlu) Baba’nın Çocukları Hasan, Hüseyin Babalar
Hüseyin Baba
Hasan Baba
Topuz Baba
Ali Baba
Hızır Nezir Baba
Baba Hasan
Alvan Baba
Dede Evi, Cemevi
Daha sonra hep birlikte uzun süredir köyün dedelerinin yaşayıp cemlerini yürüttükleri, büyük dede evine, cemevine gidiyoruz.
Çok gür otların ve ağaçların içindeki bu eve aslında “Tekke” deniyormuş. Her ne kadar dedeler bir başka evde yaşasalar da, asıl tarihi bina burasıymış. Oldukça bakımsız olsa da, tümüyle ahşap olan bu evin ilk önce alt katında cemler yapılıyormuş. Bu cemevi çok büyük bir salondan ve giriş odasından oluşuyor. Şimdi burasının temeli su aldığı için üst katta, dedelerin yaşadıkları evde cemler yapılıyormuş. Cemaat kalabalık olduğu zaman odaların tüm kapıları çıkarılarak büyük bir cemevi elde edilen evin içinde şamdanlar, küçük bir bağlama, bastonlar, eski eşyalar dikkati çekiyor.
Razgrat, Adaköy, Ostrovo’da Bir türbe var.
Tutrakan
Sabri Baba Türbesi: Softa Baba olarak bilinen türbe. (Şevki Koca’nın ifadesine göre Sofi Baba (Sofyan Baba) olması ihtimali de yüksek). Burada Sabriye Ana’yı buluyoruz. Kendi ifadesine göre kendi soyları da Sabri Baba’dan geliyormuş. Kendi sıralamasına göre soyları şöyle geliyormuş: Sabri Baba oğlu Murat, oğlu Hüdai (Hatta Türbede şu anda sakallı bir resmi var.) kızı Cemile, onun oğlu Talip, Cemile’nin bir oğlu Galip, Talip’in kızı Sabriye (söyleşi yaptığımız ana) ıonun çocukları Tezgül, Seyrani, Tezirin, Tezgül’ün oğlu Savaş Muharrem, Tezirin’in kızı Duygu.
Bulgaristan’da Alevi Köyleri
Bulgaristan Deliorman denilen bölgede; Silistre‘ye bağlı Baltacı Yeniköy (Bradvari), Söğütçük (Vodno), İlçe Merkezi: Akkadınlar (Dulovo) hemen yanında Karalar (Çernik), Razgrat’a bağlı Kemaller (İsperih) İlçesi, Balpınar (Kubrat) İlçesi arasında Demir Baba Türbesi: Mumcular (Sveştari) Köyü. Yine Razgrat’a bağlı Kazcılar (Bisertsi), Mesim Mahallesi (Mıdrevo), Caferler (Sevar), Yeniceköy (Preslavstsi).
Varna Bölgesi’nde Balçık Akyazılı Türbesi yakınlarında Kumluca (Pyasaçnik, Saçlı/Koçlu Baba türbeleri varmış.), Keçideresi (Dobric Kasabası- Poruçik Kırcıevo, Ali Dede Türbesi varmış) köyleri.
Gerlevo Bölgesi, İslimye (Sliven) İli Kazan (Kotel) İlçesi’ne bağlı: Alvanlar (Elvanlar) (Y(J) ablanovo), Veletler (Mogilets), Küçükler (Malko selo) köyleri.
Haskovo (Haskov) Ve Kırcali Bölgesi’nde: Otman Baba çevresindeki köyler: Tekke, Karalar, Paşaköy, Beyköy, Alanmahalle, Babalar, Pındıcak, Koşukavak, Kocakışla, Güveçler, Koçaşlı, Rahmanlar, Yenişarköy, Elmalı, Sürmenler, Karamanlar, Balolar… gibi.
Bektaşi Köyleri
- Raven, Bayramlar (Mahallavız)
- Raven, Ağaçouluk (Tatul)
- Raven, Kedikçal ((Raven) İbrahim Baba Türbesi)
- Raven, Durgutlar (Gornaçobanka)
Mestanlı’ya bağlı toplu bir köy olan Mandacılar (Bivolyane)’ye bağlı bu köyler.
Bivol manda anlamındaymış. Kendisi köy olmakla birlikte, zamanla diğer dört köyün de toplanmasıyla bu ortak isim kullanılmaya başlanmış.
1965 sayımlarında buranın 1200 kişilik nüfusu varmış. 2001’de, 346 kişi kalmış. Şu anda nüfus bu görünmekle birlikte, bir kısmı Türkiye’ye gittiği halde, kayıtlı resmi nüfusta göründüğü için köylerde 200 kişi kalmış. Yani toplam beş köyün nüfusu 200 kişiymiş.
- Kazerler (Gaziler(?)) (Mahalle Gısok), Kazer Baba Türbesi var.
- Kedicek (Dolnaçbanka)
- Galeçköy (Mahallasırnets)
- Sazlıköy (Mahallaperlovets)
- Gusköy (Mominasılza)
- Uzuncular (Devinsi)
- Tekkeköy (Ahat Baba Türbesi var. Köy boşalmış. Bektaşi (?))
Bölgedeki köylerden Nalbantçı Köyü’nün Müsahipli köy olduğunu söylüyor. Baba daha çok Bektaşi köylerini önemsiyor ve isimlerini biliyor.
Bölgedeki köyler şunlar
- Şaveli (Şaveli/Şahveli (?)),
- Çiçekköy,
- Uğurlar,
- Umrollar, (son iki köyde şu anda insan yaşamıyor),
- Edirnehanı (derviş mezar taşları varmış),
- Tozlar (insan yok),
- İncikler (Gurgulitsa),
- Çalköy (Ziyaret ettiğimiz, Nalbant Türbesi’ne yakın köy. Vryalo)
Kışla Köyü’nde bir şifalı su varmış. Özellikle Hıdırellez gecesi yani 5 mayısı 6 mayısa bağlıyan gece bir taştan akan suyu içenler şifa buluyorlarmış. Burası her zaman ziyaret edilirmiş. Ayrıca buradaki su o kadar güzel, o kadar güzelmiş ki, buradan damacalarla Türkiye’ye bile su götürülüyormuş.
Haskova’daki Alevi Köyleri
Şu anda kendilerinin baş dedelerinin Koçişli’deki Süleyman Dede olduğunu söyleyen Hasan Asarlı, bölgedeki Alevi köylerini bilebildiği kadarıyla şöyle sıralıyor:
Koçişli, Güveçler, Alan Mahalle, Karalar, Babalar, Karaman, Paşaköy.
Alevi Köyleri, Bektaşi Babaları
Bektaşi Babalar
- Beyköy’de (Golemantsi) Hasan Dede
- Beyköy’de (Golemantsi) Muharrem Rıza Yusuf
- Beyköy’de (Golemantsi) Sadullah Sadık
- Tekke Köyü’nde Hüseyin Mehmet
- Haskova’da Ahmet Ali Osman Hamza Dede
Babai Babalar
- Paşaköy’de Muhittin Salim Bekir Dede
- Güveçler’de İbrahim Dede
- Haskova’da Nizamettin Dede
- Haskova’da Hasan Asarlı Baba
- Karamanlar’da (Karamantsi) Hasan Dede
- Kırcaali (Koçişli) Süleyman Dede (Başdede)
- Karalar Köyü’nde Hasan Dede
- Babalar Köyü’nde Halil İbrahim Baba
Müsahipli Babalar
- Ellesce (Trakiests)’de Ali Osman Dede
- Ellesce (Trakiests)’de Ahmet Davulcu Ded
- Ellesce (Trakiests)’de Hüseyin Mustafa Çelik Dede
Bölgeye Yakın Türbeler
- Yeni Zağra (Padarevo)’da Kademli (Kıdımli) Baba.
- Harmanlı’da büyük 8 köşeli Hamza Baba Türbesi.
- Eski Zağra Tekke Köy’de Abdülmümin Baba.
- Haskova Alan Mahalle’de Demir Hanlı Ali Baba.
- Haskova Kavak Mahallesi’nde Ali Baba.
- Karamanlar Köyü’nde Karaman Baba.
- Öksüz Köyü’nde Kurt Baba.
Arnavutluk – Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi – Tiran
Arnavutluk yaklaşık üç milyonluk bir ülke olmasına rağmen yaklaşık iki milyon Arnavut da, Balkanlar’da Makedonya, Kosova, Yunanistan başta olmak üzere, dağınık bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler. Arnavutların yarıdan fazlası Müslüman’dır. Bu Müslümanların önemli bir bölümü ise kendilerini Bektaşi olarak nitelendirmektedir. Bu Bektaşi tabiri, “yola girmiş, cem içinde, belli bir babaya bağlı ibadet bütünlüğü içinde Balım Sultan Erkânı’nı yerine getiren” kitleyi ifade etmese de, aynen Türkiye’de milyonlarca Alevinin olmasına rağmen bunların önemli bir kısmının kent ortamında veya çeşitli nedenlerle inanç pratiklerini yaşa(ya)mamalarına, bir önemli bölümünün ise halen cemlerini yapan, müsahipli, yol erkânı bilen kitle olması gibi bir durumdur.
Yola girmiş “erkânlı” Bektaşiler; Arnavutluk’ta merkezi bir örgütlemeyi kurmayı başaran “Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi” denen ve merkezi başkent Tiran’da kendilerine ait geniş bir arazide, yine kendi binalarında hizmet yürüten bir sisteme bağlı tekke-dergâh-türbe-binalarda ibadetlerini yerine getirmektedirler. Halen mücerretliğin var olduğu aynı zamanda mütehhil yani evli derviş ve babaların da hizmet verdikleri yaklaşık elli inanç önderiyle Arnavutluğun birçok kentinde Bektaşilik inanç olarak da çok canlı bir şekilde yaşayan bir yapıdır.
Dedebabalık
Dedebaba denilen ve tüm dünyadaki Bektaşilerin ruhani lideri olarak nitelendiren kişi, Balım Sultan’ın Erkannamesi’nde yer alan ve kendisi de bizzat uygulayan olarak, mücerretlik uygulamasını yaşayan yani hayatı boyunca hiç evlenmeyen kişidir aynı zamanda. Dedebaba tabiri ise; ilk kez Kanuni Sultan Süleyman’ın bir paşasıyken babalığı seçen Sersem Ali Dedebaba (asıl ismi Server Paşa) tarafından kullanılan yani yaklaşık 500 yıldır süren bir sistemin adıdır. Dedebaba mücerret olan ve halife babaların oy çokluğuyla seçtikleri inanç önderi olarak, Hacı Bektaş Tekkesi’nde yaşayan, kendi postunda oturan ve tüm dünyadaki Bektaşi babalarının bağlı olduğu temel şahsiyettir.
Türkiye’de Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması’na İlişkin Kanun’un çıkışandan yani 30 Kasım 1925’ten sonra kapatılan Hacı Bektaş Dergâhı’nda oturan son dedebaba Salih Niyazi Dedebaba’nın (aslen Arnavut) Mısır üzerinden Arnavutluğa gitmesi sonucunda bu dedebabalık sistemi Arnavutluğa taşınmıştı. Arnavutlar Türkiye’de tekkelerin kapalı olduğu, hele de Hacı Bektaş Tekkesi’nin kapalı olmasından dolayı buna kendilerinin sahip çıktıklarını, bu nedenlerle de kendilerinin artık bu kurumu temsil ettiklerini söylemektedirler. Türkiye’deki Bektaşiler (Balım Sultan Erkânı’na bağlı olanlar) ise böyle bir şeyin söz konusu olmadığını dile getirmekte, bu işin merkezinin Türkiye olduğunu, Hacı Bektaş’ın türbesinin burada bulunduğunu, inanç sisteminin burada sürdüğünü söylemektedirler. Bu nedenlerle Tiran merkezli Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi ile Türkiye’deki Bektaşi sistemi ki maalesef tek bir tane olması gerekirken, bu yazı kapsamını aşan nedenlerle, (Türkiye’de) iki dedebaba vardır. (Şu anda toplam üç Dedebaba’nın bulunması bazı sorunları beraberinde getirmektedir.)
Bu temsiliyet meselesine rağmen, en azından Batı Balkanlar’da yani; Arnavutluk; Makedonya, Bosna –Hersek, Bosna, Karadağ’daki Balım Sultan Erkânı Bektaşiliğini, Tiran merkezli Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi temsil etmektedir. Buradaki tekkelerin, türbelerin, dergâhların, ocakların hemen tümü oraya bağlıdır.
Merkezi otoriteyi yaşatan Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi tarihinde çok büyük sıkıntılar çekmiş, Bektaşilik bir dönem Arnavutluk’ta yasaklanmış, babalara işkence bile yapılmış, tekkelerin mallarına el konulmuş olmasına rağmen bu sona ermiştir. Uzun ve çileli mücadeleler sonucunda şu anda yasal bir güvenceye bile kavuşan Bektaşilik inanç olarak sorun yaşamadan Balkanlar’da en azından Arnavutluk’ta varlığını rahatça sürdürmektedir.
Bektaşilerin iki önemli günü Mah-ı Muharrem (Matem) ve Nevruz Arnavutluk’ta şu anda resmi tatil günleri olarak kabul görmüştür.
Her iki etkinlikte de bulunup gözlemlediğim gibi; Tiran’da Matem ve Nevruz’da devletin üst düzey yetkilileri Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ni ziyaret etmektedirler. Yüz binlerce insanın kalbinin attığı bu önemli merkez; aynı zamanda diğer şehirlerdeki tekkelerinde bağlı olduğu hem bir idari merkez, hem de ibadetlerin yapıldığı, türbelerin de bulunduğu tüm Balkanlar’daki en önemli Bektaşi yapısı konumundadır.
Arnavutluk’taki ve diğer ülkelerdeki babalar, dervişler, Bektaşiler bu merkezi ziyaret etmektedirler. Bu merkezde daha önce Arnavutluk’ta hizmet yürütmüş dedebabaların şimdi türbe olarak çok büyük bir saygıyla ziyaret edilen kabirleri de mevcuttur.
En son Reşat Bardi Dedebaba’dan sonra yapılan seçimle Edmond Brahimaj (Baba Mondi) inanç önderi, dedebaba olarak seçilmiştir. Zaman zaman ve önemli günlerdeki Arnavutluk’daki ve diğer ülkelerdeki derviş, babalar burayı ziyaret etmekte, sohbet edilmekte, ibadetler yapılmakta ama en çok da tekke ve dergâhların sorunlarının dile getirildiği toplantılar yapılmaktadır.
Birçok farklı yerden toplanan paralarla yapılan bir büyük yapının alt katında bir arşiv ve dokümantasyon merkezi, kütüphane kurulması asıl üzerinde durulması gereken en önemli unsurdur. Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi; Bektaşilik’le ilgili kitaplar, broşür, dergi yayını yapmakta, kendi imkânlarınca basın ve halkla ilişkilere önem vermektedirler. Ayrıca Arnavut devlet arşivlerinde Bektaşilik’le ilgili araştırma yapanlara da yardımcı olmaya çalışmaktadırlar.
Tüm bunlarla birlikte; bu merkezin Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’yla çok yoğun ilişkileri, İran’la yoğun ilişkiler, Sünni kesime verilen bazı önemli tavizler, Türkiye’deki Bektaşi toplumuyla tam uyuşumunun olmaması, Makedonya’daki Tetova şehrinde Harabati (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi’nin Vahabi anlayışlı insanlar tarafından işgaline karşın yeterli tedbirleri almaması bu kuruma yöneltilen eleştiri konularıdır.
2015’da bizzat ziyaret ettiğim Türbe-Tekkeler:
KUZUM BABA TEKKESİ, VLORA
Şu anda Sami Derviş’in görevli olarak bulunduğu “Kuzum Baba Türbesi’nin” içinde yer aldığı tekke.
SHTAF TEKKESİ- GJİROKASTRA
Mücerret Babalardan İskender Baba’nın hizmet yürüttüğü tekke.
ZALL TEKKESİ. GJRİKASTASTRA
Sadık Baba hizmet yürütüyor. Burası Arnavutların kadim yerleşim yerlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Derin ve büyük bir vadi içinde yer alıyor. Daha önce hizmet yürütmüş birçok babanın kabir var.
SARANDA HACI DEDE REŞAT BARDİ TEKKESİ
İyon Denizi kıyısında, olağanüstü güzel bir kentte bir Bektaşi Tekkesi. Bir zaman idaresinden sorumluğu olduğu Rahmetli Reşat Bardi’nin ismiyle anılan tekke. Sadık Baba’nın inanç önderi olduğu tekke tüm tekkeler gibi tertemiz.
KRUYA / SARI SALTUK
Arnavutluk’ta bir çok yerde Sarı Saltuk’un makamı var. Tiran yakınlarındaki Kruya kentinde de bir dağ içinde Sarı Saltuk Makamı var. Ayrıca dağa gelmeden Sarı Saltuk’un ayak izinin bulunduğuna inanılan bir ziyaret mekanı daha var. Aynı şekilde bu kentte bir Bektaşi Tekkesi de var.
ELBASAN'DA TÜRK CEMALİ BABA TEKKE-TÜRBESİ
Faik Salmanay Baba ve oğlu mücerret derviş olan Ardit burada hizmet yürütüyorlar. Yeşil renkli bir kubbenin içinde üç Baba erenler yan yana yatıyorlar; Baba Ali Horasani, Baba Cemal Turku (Baba Xhemal Turku), Baba Şerif Canı (Baba Sherif Cani). Abdülmüttalip Bekiri’nin de ifade ettiği şekliyle alim bir insan olan Cemali (Cemal) Baba Türk asıllı bir baba. Burada önceden ciddi bir Türk varlığını duyuyorduk. Ama şimdilerde bir araştırma konusu olacak şekilde, Türk kalmamış. Ya göçmüşler, ya da Türkçe konuşmayarak, asile olmuş bir şekilde varlıklarını şu veya bu şekilde sürdürüyorlar, bir bilgimiz yok.
Çok enteresan bir şekilde, böyle şeyler oluyor, bu sene ikinci kez ziyaret edeceğimi bilemediğim bu tekkeye 5 nisanda tekrar geliyoruz. Reşat Bardi Dedebaba’nın “Mevlüt”ü için tekrar Arnavutluğa geldiğimde burayı bu sefer Abdülmüttalip Bekiri Derviş ve Türkiye’den çok sevgili Mahmut Aydın Derviş ve Bosna Hersek’ten iki can simayla ziyaret ediyoruz. Burada bize kendi elleriyle yaptıkları lokmaları ikram eden bu can insanlara muhabbetimiz daha da artıyor.
Ayrıca ikinci gelişimizde kentin biraz çıkışında iki boğaz arasında bir tepeye yakın alanda “Büyük Tekke”yi de ziyaret ediyoruz. Burada birçok babanın mezarları var. Burası aynı zamanda “Tekke”. Baba Faik Selmanay akşamları gelip burada kalıyormuş. Kaşsısında çam ağaçlarıyla kaplı bir tepe olan bu yer Mahmut Aydın’ın dediği gibi tekke olmak için daha ideal bir yer, kentin içindeki basık hava burada yok.
Elbasan’daki bu türbelerde yatanların en azından bir kısmının Horasan illerinden gelen Türk erenler olduğu söyleniyor. Elbasan’la daha çok ilgilenmek gerekir. (2016 Gezisi)
Makedonya
Balkanlar’da; tarihte ve şu anda da Türklerin, Alevi-Bektaşi toplumunun önemli yerleşim merkezlerinden birisi de Makedonya’dır. İki milyonluk bu ülkede yaklaşık 80 bin Türk’ün yaşadığı söylenmektedir. Türkler bu ülkede dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar. Kendilerini önemli oranda gizleseler de, Vahabi anlayışlı ve Türkiye’de İlahiyat tahsili yapmış bir profesörün sürekli sayısını azaltarak rapor etmesine karşın, binlerce Bektaşi burada varlığını sürdürmektedir. Birçok türbe-tekke-köyün bulunduğu Makedonya başlı başına bir araştırma alanıdır.
Yaklaşık 500 yıllık bir Türkmen Köyü Kanatlar ise gerçekten başlı başına araştırılması gereken bir tez konusudur.
Harabati (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi (Dergâhı)
Dedebabalık sistemini kuran, Kanuni’nin veziriazamı iken dervişliği tercih ettiği için ismi sonradan Sersem olan Server Ali Paşa’nın kurduğu söylenen (çerağları uyaran) bu tekke aynı şekilde yine burada hizmetleri çok olan Harabati Baba’nın da ismiyle anılmaktadır.
Türklerin önemli kentlerinden birisi olan Tetova (-Tetovo) (Kalkandelen) Şar Dağları eteğinde kurulmuş, çok güzel bir kenttir. Yaklaşık on kez gidip, gözlemlerde bulunduğum Tetova’da Harabati Baba Dergâhı’nda yükselen alevler, tüm dünya Alevi Bektaşi toplumunun feryatları, isyanları ama aynı zamanda aymazlıklarının, vurdumduymazlığının en trajik öykülerinden birisidir.
Yaklaşık on yıldır, beş yüz yıl önce kurdukları tekkeleri ellerinden alınmaya çalışılan Bektaşiler burada çaresizdirler. Türkiye’den birçok kurumdan, Avrupa’dan çeşitli girişimler yapılmışsa da, bunlar yetersiz kalmış, Türkiye bağlantılı Vahabi anlayışlı gerici zihniyet burayı kısmen işgal etmiştir. İslam Dini Birliği isimli örgüt, burasının Hıristiyanların ellerinde kalmış (şimdi dinsiz, içki için Bektaşilerden kurtarılan) bir yerken Müslümanlara hizmet etmesi için ihya edildiği söylenerek, kandırılan halkın da desteğiyle işgal son aşamaya gelmiştir.
Tekke’de Meydanevi’ne bir hoparlör takılarak camiye çevrilmiş, mutfak bölüm kadınlara Kuran Kursu verilen bir alana çevrilmiş, sözde korumasının Tekke’nin türbe bölümünü ziyaret etmek isteyenleri engellemeleriyle, Bektaşiler aleyhine konuşmasıyla, tam bir barbarlığı yaşamaktadır.
Çekim yapmak isteyenlerin kameralarına el konulmakta, halktan zorla bağış adı altında para toplanmakta, kahredici bir şekilde ise Bektaşilerin buraları işgal eden gurup olduğu söylenmektedir. İş mahkemelik olsa da, bundan bir sonuç alınamamaktadır.
Birçok önemli Bektaşi Babası’nın yetiştiği, Balkanlar’da çok önemli bir merkez olan Harabati (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi, tarihi özelliklerini koruyarak ayakta kalmayı mucizevî bir şekilde başarmış, en otantik Bektaşi Tekkelerinden birisidir. Bakımsızlık ve binaları yakmak gibi vandallık ve barbarlıkla karşı karşıya olmasına rağmen halen tüm muhteşemliğiyle ayakta olan Tekke’de hizmet yürüten büyük özveri sahibi Derviş Abdülmüttalip Bekiri olmasa, üç beş ilgili –gönüllü Bektaşi olmasa, bu tekke elden çıkacaktır.
Bu vesileyle; bu acıyı, bu sorunu bir kez haykırmak hepimizin görevi, ödevidir.
Tüm olumsuzluklara rağmen Tekke’de ibadetler yerine getirilmeye çalışılmakta, gelen ziyaretçiler ağırlanmaktadır. (ne mutlu bana ki, mart-nisan döneminde iki hafta “dervişlik” yapıp onlara yardımcı olma şerefine ulaştım.)
Kosova
Eski Yugoslayva Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası olan en genç Cumhuriyetler’den birisi olan Kosova’da da önemli bir Türk nüfusu vardır. Bektaşilik burada da yer bulmuş, babalar, dedeler, dervişler bu cennet güzelliğindeki ülkede tekkeler kurmuşlardır. Burası eren ve evliyalar yurdudur.
Birçok kentinde farklı tarikatların varlığı olan, hatta 12 tarikatın tümünün de yaşadığı bu ülkede, gerçekten de tüm tarikat mensupları kendilerini “Alevi” olarak görmektedirler. Bu Alevilik belki Anadolu Aleviliği gibi bir Alevilik değildir ama Hz. Ali’ye bağlılık anlamında, Bektaşi anlayışındaki bir Alevilik anlayışıdır. Bizzat tarikat Şeyhleri kendilerinin bir fark görmediklerini, hepsinin Ehlibeyt merkezli bir arz ettiğini söylemektedirler.
Hatta uzun yıllar bir Alevi-Bektaşi önderi olarak Türkiye’deki hatta Avrupa’daki Alevi-Bektaşi toplantılarına katılan aslen Kadiri olan Ali Naki Horasani bunun en tipik örneklerinden birisidir. O aslında bu konuda samimiydi. O bir sembol sayılabilir. Şöyle ki, Ehlibeyt sevenler arasında, tekkeler, tarikatlar arasında çok büyük bir sınır olmayan, birbirlerinin ibadetlerine girebilen şeyhler de bunu dile getirmektedirler. Kosova’da hatta tüm Balkanlar’da (özellikle Batı Balkanlar’da) bu konuda bir iç içe geçmişlik vardı, vardır. Yakova’daki Kadiri Tekkesi Alevileri de Bektaşileri ağırlamakta, ibadet yapmalarına izin vermektedir. Diğer şehirlerde de durum farklı değildir.
Kosova’da birden fazla yerde Sarı Saltuk’un makamı vardır.
Yakova Bektaşi Merkezi
Şu anda Mümin Lama Baba’nın hizmet yürüttüğü Tekke merkezi son Sırp saldırılarında yerle bir olmuş, sonradan el birliğiyle yapılıp hizmet vermeye başlamış bir inanç merkezidir.
Arnavutluk, Tiran merkezli Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne bağlı hizmet yürüten tekkede ibadetler yapılmakta, gelen misafirler ağırlanmakta, Bektaşi sohbetleri yürümektedir. Aynı zamanda bir emekli öğretmen olan Mümin Lama ve çağdaş eşi, gerek Türkiye’deki, gerekse diğer ülkelerden gelen davetlere katılmakta, işbirliğinin önemini sürekli vurgulamaktadır.
Bosna –Hersek
Bosna’da da Bektaşi varlığını biliyoruz. Saraybosna’yı gezmiş olsam da, Bektaşi merkezlerini tam bilemedim bu bölgeyle ilgili bazı notları derledim.
Ama aynı zamanda Mostar yakınlarında Blagay’da Sarı Saltuk makamı, Balkanlar’daki en önemli ziyaret mekânlarından birisidir.
En önemli gelişmeyse; gençler arasında da bir ilginin uyanması ve yeni Bektaşi canların yola girmedir. Hatta Boşnakça bir kitabının çıkması çok önemli bir gelişmedir. Nisan ayında Tiran’da Reşat Bardi’nin “mevlüt”e katılan Bektaşi canlar bir umut vermektedir.
Aslen Makedonya’dan olsa da, kendisiyle yaptığım söyleşilerde dayısının da bir Bektaşi Babası olduğunu söyleyen ve şu anda Bosna Hersek’te başkent Sarayova (Sarajevo) (Saraybosna)’da yaşayan ve Bektaşi Yolu’na içten bağlı (Muhip) Didar Doko’dan da derlediğimiz kadarıyla Saraybosna’da da bazı Bektaşi tekkelerinin varlığı bilinmektedir.
Bu araştırma gezileri hep devam ediyor. Bu makalenin yeniden gözden geçirildiğinde de yeni bir geziden birkaç not ilave etmek gerekti. Eylül 2016’da Bosna – Hersek’e bir gezi yaptık. Harabati Baba Tekkesi Dervişi Abdülmüttalip Bekiri (61) ve Muhip Derviş Hayrullahi (66) ile birlikte Makedonya Tetova’dan yola çıktık, 2780 km. yol katettik. Bu gezide bizleri Bosna’da karşılayıp ağırlayan Bektaşi Yolu’na girmiş can insanlar; Jasmin Drljevic, Ali Armin Kalfic, Semir Pintul sayesinde iki günde çok yerler geçtik. Onlar sayesinde Bosna’da; Mostar Blagay’daki muhteşem Sarı Saltuk Türbesini, Donji Vakuf Şehri’nde Prusac’a bağlı Ayvatovica (Ayvatoviç) Köyü’nde Ajvaz Dede (Ayvaz Dede) Türbesi’ni, Vezirler Kenti olarak bilinen Travnik’te İlhami Baba – Recep Dede Türbesi’ni, Saraybosna’da (Sarajeva) Grlica Brdo (Boğaz Tepe)’de Bakarsic Baba Mezarını (İki Bektaşi Dervişi ve üç Mevlevi Şeyhiyle yan yana yatıyorlar) ziyaret etmek şansına ulaştık. Ayrıca Saraybosna’da Üryan Dede Türbesi’nin, bir öncekinin dışında Bakır Baba makamının (Türbeyken sonradan Bakır Cami yapmışlar), Şemsi Dede, Ayni Dede (Ali Paşa Camii’nin içindeymişler), Çarşı Camii olarak bilinen caminin yerinde aslında bir Bektaşi Tekkesi’nin bulundğunu (burasının aynı zamanda Yeniçeri ordu merkeziymiş) bunların varlığını duyduk. Kaydettik.
Çok yeni Boşnakça iki kitap;
· Senat Micijevic, Sari Saltuk, historija i mit, Biblioteka Kulturne Bastına, Fondacija, “Bastina duhovnosti”, Mostar 1435/2014
· Senat Micijevic, Naul Bektasijskog Tarikata, Bosne i Hercegovine, Dobra knjiga-Sarajevo, 2016
Avusturya – Budapeşte- Gül Baba
Gül Baba; Alevi Bektaşi dünyasının klasik manada da, coğrafi olarak ulaştığı batıdaki son noktayı da ifade etmektedir. Hakkında çok değişik bilgiler bulunan, Galatasaray’ın kurucusu olarak kabul edilen, bahçesinde bin bir renkli gül yetiştirdiği için bu ismi alan, nüktedan, bilge bir Bektaşi babası olarak hafızalarda yer edinen Gül Baba, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’dedir. Kendi adına bir türbesi ve Macar-Türk Dostluğunun simgesi olması nedeniyle bir heykeli de yapılan Gül Baba etkisi bugün de devam eden bir sevgiye mazhar olmuştur.
Cenazesine Kanuni Sultan Süleyman’ın da katıldığı söylenen Gül Baba, herkesle dost, çevreci, özellikle gençlerle diyalog kurabilen bir eren olarak anılır.
Kendisini Macarlara da sevdirmesini başarmış, bir nevi Balkanlar’da Sarı Saltuk’un başarısını ondan yaklaşık üç yüz yıl sonra bile devam ettirebilmiş simge bir isimdir.
2013’de Budapeşte’ye Meryem- Ali Temel Dede çifti, Yazar Kazım Balaban (Derviş) ve Türk Macar Dostluk Dernek Başkanı olan Fadıl Başar’la birlikte ziyaret ettiğimiz Gül Baba Türsebesi’nde yine çerağlar yakıldı, Hakk Muhammed Ali ismi zikredildi.
Badece Gül Baba değil, burada başka türbe ve ziyaretlerin de varlığın duyduk.
Vikipedi, Özgür Ansiklopedideki bilgi: Gül Baba (asıl adı Cafer; ö. 01.09 1541) bir Bektaşi Babası, derviş ve şair olmaktadır. Doğum yeri Amasya'nın Merzifon ilçesidir.
Sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanuni’nin daveti üzerine Gül Baba Budin seferine katılıyor. 1531 yılında Budin'e gelmis ve 10 yil burada yasamistir. 1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. 2 Eylül 1541 tarihinde 200 bin kişinin cenaze namazina katildigi bilgileri Evliya Çelebi'den sözlü gelenekden yazılı kaynaklara dökülür.Yalniz Türkler tarafindan degil ayni zamanda Macarlar tarafindanda cok sevilen va Halen Macaristanda Gül Baba adiyla yasatilan efsanevi bir kisiliktir. Ayni isimle bir macar filmide mevcuttur.Evliya Çelebi, elinde büyük bir tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül taşımasının sebep olduğunu da belirtmiştir.
Gül Baba Budapeşte' de bir yüksek tepeye gömülür ve tepeye "Gültepe" adı verilir (Macarca. Rózsadomb) . Türbesinin yanına yaptırılan Gül Baba Bektaşi Tekkesi, 1686 yılında yıkılmıştır. Bir diğer kaynağa göre Gül Baba'nın iki mezarı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, Galatasaray Lisesi' nin arka bahçesindedir ve sembol mezardır. Asıl mezar ise Boğazkesen' den Tophane' ye inen yolun sağında bulunan Gül Baba sokağındaki caminin avlusundadır. Mezar I. Abdülhamit zamanında onarılmış ve başına kitabeli bir taş dikilmiştir.
Gülbenk*
Allah, Allah, Allah,
İllallah,
Baş üryan, göğüs kalkan, dide alkan, sine püryan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran,
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan,
Adüvelerden korkmadık, korkmayız hiç bir zaman
Kuran’da zafer vadediyor Nazret -i Yezdan
Uğrun açık olsun ey serdar-ı mücahid
Hüda kılıncını keskin etsin ömrünü gün gibi medid
Fahr i alemi hoşnud ettin Hakk gazay-ı ekberini etsin mübarek ve said
Kulluğumuz padişaha ayan,
Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırmağ ile
Üçler, Beşler, Yediler, Kırklar
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Keramet-i Veli
Pirimiz, Hünkarımız, Üstadımız Kutb-Arifîn
Hacı Bektaş-ı Veli
Dem-ü, devranına hü diyelim,
Hûûû!...
(Bektaşi, Yeniçiri Gülbengi (Duası))
Kosova’lı Bir Türk Şairinden Şiir
Kopuk
Sen en güzel caddelerde dolaşırsın
Altında son model araba
Ben ucuz meyhanelerde şiir okurum
Bir bardak şaraba
Ne zaman bir postacı görsem kapılarda
Ne zaman bir çocuk anne diye bağırsa
İçime yıkılır umut dağlarım
Sen bakma benim Erkekler Ağlamaz dediğime
Ara sıra ben de ağlarım
Bütün yıldızlar tanır beni
Kulağımda Bafra sigarası
Avucumda zar
Her gece bu kaldırımlarda
Ölürüm azar azar
Evlenmek adam olmak benim neyime
Böyle şeyler mutluluk vermiyor bana
Açmış bütün kollarını yalnızlık
Bir sevgili gibi gel diyor bana
İşte sen de bittin her masal gibi
Artık gözlerim gözlerini aramıyor
Anladım ben acıların çocuğuyum
Anladım gülmük bana yaramıyor
((Kosova Gilan doğumlu bir anne ve babanın oğlu olan) Muammer Hacıoğlu (16 Eylül 1945 – 4 Nisan 1992), PK. 690 Beyoğlu, Bütün Şiirleri, Dönence Basım Yayın Hizmetleri, Yayına Hazırlayanlar: İdris Atmaca – Volkan Hacıoğlu, İstanbul)
Konuyla İlgili Son Yıllarda Okuduğum Kitapların Kısa Bir Listesi…
- Doç. Dr. Bedri Noyan, Seyid Ali Sultan Velâyetnamesi, Ayyıldız Yayınları, 1999, Ankara.
- Doç. Dr. Bedri Noyan, Demir Baba Vilayetnamesi, Can Yayınları, 1976, İstanbul
- Şevki Koca, Odman Baba Vilayetnamesi (Vilayetname-i Şahı Gö’çek Abdal), Bektaşi Kültür Derneği, Mart Matbaacılık, Haziran 2002, İstanbul
- Elizabeth A. Zacharıadou, Sol Kol, Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, İstanbul
- Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih Kurumu, 2007, Ankara
- Mustafa Balbay, Balkanlar, Cumhuriyet Kitap, 3. Baskı, 2003, İstanbul.
- Ramazan Balkan, Bilinmeyen Gerçekler, Erkanname ve Gönül Yolu, Bay Ajans, Gümüş Matbaası, 1989, İstanbul.
- Prof. Dr. Surayia Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, Çeviri: Nasuh Barın, Simurg Yayınları, 2003, İstanbul.
- Ahmet Yaşar Ocak, Mülhitler ve Zındıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, İstanbul.
- Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderiler, Türk Tarih Kurumu, (Genişletilmiş İkinci Baskı), 1999, Ankara.
- Ahmet Hezarfen, Rumeli ve Anadolu Ayan ve Eşkiyalar, (Osmanlı Arşiv Belgeleri) 1. Ve 2. Ciltler, Kaynak Yayınları, Kasım 2002, Mayıs 2004, İstanbul.
- Ahmet Hezarfen, Tarihi Belgeler Işığında Kızıldeli Sultan (Seyyid Ali Sultan) Dergahı, Cem Vakfı Yayınları, 2006, İstanbul
- Hakkı Saygı, Şeyh Safi Buyruğu ve Rumeli Babagan (Bektaşi) Erkanları, Mert Matbacılık, 1996, İstanbul
- Refik Engin, Amuca Kabilesi’nde ve Trakya’da Kurban Geleneği, Can Yayınları, 2004, İstanbul
- Dr. Mehmet Ersal (Editör), Balkanlarda Alevilik Bektaşilik, Çorlu Belediyesi Yayınları, Altan Basım LTd. 2015, İstanbul
- Bulgaristan Alevileri ve Demir Baba Tekkesi, Kaynak Yayınları, 1998, İstanbul
- Haluk Dursun, Tuna Güzellemesi, Kubbealtı Neşriyat, 2004, İstanbul.
- Prof. Dr. Nusret Çam, Yunanistan’daki Türk Eserleri, Atatürk Kültür ve Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, XXI. Dızı-Sayı 8, 2000, Ankara.
- Michel Balıvet, Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, İstanbul
- Ayhan Tunca, Ortaçağ’ın Aydınlık Sesi Edirneli Bir Bilge, Bedreddin ve Soylu Yaşam Öyküsü, Yöre Dergisi Yöresel Yayınlar Dizisi, İstanbul
- Esat Korkmaz, Şeyh Bedreddin ve Varidat, Anahtar Kitapları, 2006, İstanbul
- İsmail Engin/Havva Engin (hazırlayanlar), Alevilik, Kitap Yayınları, 2004, İstanbul.
- İbrahim Bahadır (hazırlayan), Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Alevi Tarih ve Kültürü, Bielefeld Alevi Kültür Merkezi Yayınları, 2002.
- İbrahim Bahadır (hazırlayan), Bilgi Toplumunda Alevilik, Bielefeld Alevi Kültür Merkezi Yayınları, Genç Ofset, 2003, Ankara.
- Murat Küçük, Bir Nefes Balkan, Horasan Yayınları, 2005, İstanbul
- Dr. Filiz Kılıç, Dr. Orhan Kurtoğlu, Tuncay Bülbül, Deniz Ali Baba Dergahı Postnişini, Haydar Cemil Baba (Haydari) ve Şiirleri, G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Mayıs 2008, Ankara
- Dr. Filiz Kılıç, Alevilik ve Bektaşilikte Yedi Ulu Ozan, G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Mayıs 2008, Ankara
- Dr. Filiz Kılıç, Dr. Mustafa Arslan, Tuncay Bülbül, Otman Baba Velayetnamesi, (Tenkitli Metin), G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Mayıs 2007, Ankara
- Filiz Kılıç – Tuncay Bülbül, Demir Baba Velayatnamesi, (İnceleme – Tenkitli Metin), G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, 2011, Ankara
- Hakkı Saygı, Türklerin Balkanlara Geçisi ve Alevi- Bektaşi Zümreler, Cem Vakfı Yayınları, 2013, İstanbul
- Vatan Özgül, Dimetoka’dan Erzincan’a Bir Alevi Aşireti: BALABANLILAR, Pan Yayınları, 2005, İstanbul
- Doç. Dr. Ali Sinan Bilgili, Yrd. Doç. Dr. Selahattin Tozlu, Osmanlı Arşiv Belgelerinde KIZILDELİ (Seyyid Ali Sultan) Zaviyesi – 1. (1401-1852), G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Mayıs 2010, Ankara
- Hearth W. Lowry, Osmanlı Döneminde Balkanların Şekillenmesi 1350-1550, Kuzey Yunanistan’ın Fethi, İskanı ve Alt Yapı Gelişmesi, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2008, İstanbul
- Hearth W. Lowyr – İsmail E. Erünsal, Yenice-i Vardar’lı Evronos Hanedanı: Notlar ve Belgeler, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2010, İstanbul
- Türk Kültürü ve Hac Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Kızıldeli Özel Sayısı, 53. Sayı, G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Kış 2010, Ankara
- Şevki Koca, Bektaşilik ve Bektaşi Dergahları, Cem Vakfı Yayınları, (Yayına Hazırlayan: Ayhan Aydın), Cem Vakfı Yayınları, 2005, İstanbul
- Adil Ali Atalay (Vaktidolu), (Derleyen), Virani Divanı ve Risalesi (Buyruğu), Can Yayınları, 1998, İstanbul
- Cemal Canpolat, Osmanlı’nın Manevi Temelini Oluşturan Gerçek Dervişler, Babalar ve Bektaşi Dergahları, Markiz Yayınları, 2011, İstanbul
- Mahrem Tezol, Balkalar’da Ehli-i Beyt Aşkı, 2012, Can Yayınları, İstanbul
- Yorgo Seferis, Bütün Şiirleri, Tükçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, Varlık Yayınları, 3. Basım Haziran 2004, İstanbul.
- İbrahim Aslanoğlu, Muhyiddin Abdal, Ekin Yayınları, 2007, İstanbul
- Dursun Gümüşoğlu, Sadık Abdal Divanı, Horasan Yayınları, 2009, İstanbul
- Nejat Birdoğan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi, Ocaklar – Dedeler- Soyağaçları, Alevi Yayınları, 1992, İstanbul
- Lyubomir Mikov, Çeviren: Orlin Sabev (Orhan Salih), Bulgaristan’da Alevi Bektaşi Kültürü, Kitap Yayınevi, 2008, İstanbul
- Abidin Harman, Meydanı Muhabbet, Can Yayınları, İstanbul
- Yannis Ritsos, Şiirler, Tükçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, Varlık Yayınları, İkinci Basım, 2000, İstanbul.
- Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, Tükçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, Varlık Yayınları, İstanbul.
- Ali Kaykı (Budak Ali), Tutulduk Sevdaya, Şiirler, Alev Yayınları, Nisan 2007, İstanbul
- Prof. Dr. İrene Melikoff’un Tüm Kitap ve Makaleleri…
- Anadolu ve Balkanlarda Bektaşilik Husluck Ant Yayınları
- Bektaşilik Tarihi John Kingsley Birge, Ant Yayınları
- Deliorman’ın Koca Çınarı A. Hezarfen Ayhan Aydın Niyaz Yayınları
- Refik Engin’in Makaleleri (www.refikengin.com)
- Yrd. Doç. Dr. Haşim Şahin’in Makaleleri
Kaynak: Ayhan Aydın, Alevilik – Bektaşilik Yazıları, Dostlar Bağında Gönül Seyyahı, Denemeler, Olgular, Gözlemler, Can Yayınları, 533, Haziran 2018, Sayfa: 271-318