YUNANİSTAN SEYYİD ALİ SULTAN GEZİSİ (2004)

YUNANİSTAN’da

SEYYİD ALİ SULTAN

(KIZILDELİ) DERGAHI

ZİYARETİ VE TÜRK-YUNAN DOSTLUĞU*

 

 

AYHAN AYDIN

 

Seyyid Ali Sultan Tekkesi Vakfı Koruma Heyeti Başkanı Hasan Çengel’in, henüz yasallaşmamış olsa da, çok ciddi çalışmalar yapmak istediği görülen Heyet adına bize ilettiği davete uyarak, 20/23 Kasım 2004 tarihleri arasında Yunanistan’daki Batı Trakya Bölgesine, CEM Vakfı adına yaptığımız gezi gerçekten dolu dolu geçti.

 

Ey benim sevdiğim hem iki gözüm

Salın bizi erenlere gidelim

Cümlenizden budur naz ü niyazım

Salın bizi erenlere gidelim

 

Akdeniz’i seyredelim yalıdan

Tanrı Dağı kurbünden, Gelibolu’dan

Otman Baba üstü Kızıl Deli’den

Salın bizi erenlere gidelim

 

Kızıl Deli erenlerin yolu ya

Oradan uğradık Gelibolu’ya

Erenler serveri Bektaş Veli’ye

Salın bizi erenlere gidelim

 

Destur aldım ben Mustafa Baba’dan

Emir Geldi bana sırrı Hüda’dan

Aşık göründü (Mahremoğlu) Geda’dan

Salın bizi erenlere gidelim...

Mahremoğlu

 

Dedeağaç (Alexandroupolis) Vilayeti’ne bağlı yörenin büyük köylerinden Ruşenler’e ulaşmak için Türkiye sınırı boyunca yani Meriç’i izleyerek ve Anavatanımıza çok benzeyen tabiat örgüsü içindeki Sofulu (Sofliyan) ve Küçük Derbent’i (Mikro Dereio) geçtik.

Şaphane Dağları -tarihi belgelerde Tanrı Dağı ve yerel kullanımda Koca Yayla Dağları- denilen  dağların eteğinde ve meşhur Seçek Yaylası’na yakın bir alanda bulunan buradaki Türk köylerinin önemli bir kısmının zamanında Kızıldeli Sultan Dergahı Vakıf arazileri içinde olduğunu biliyorduk.

Fakat Seyyid Ali Sultan Dergahı’nın ve bu köylerin, ismini çok sık duyduğumuz ve artık Kızıldeli Sultan’la özdeşleşen Dimetoka’dan (Didimotiho) altmış kilometre uzakta bulunduğunu şahsen ben bilmiyordum.

Nihayetinde içinde birçok Türk tarihi eserinin de bulunduğu Dimetoka’ya (Didimotiho) bu ziyaretimizde istememize rağmen uğrayamadık.

Seyyid Ali Sultan yani diğer ismiyle Kızıldeli Sultan Dergahı’nın Vakıf arazilerinin çok büyük olduğunu, bu araziler içinde elli civarında köy olduğunu, yüzlerce hayvanıyla, ormanlık alanıyla, tarlalarıyla, çeşmeleriyle bu Dergah’ın Vakıf mallarının  çok bol olduğunu birçok kaynaktan bu arada yine değerli tarihçi Ahmet Hezarfen’in Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinden çevirdiği belgeler aracılığıyla öğrenmiştik.

 

Trakya ve Mübadeleler

 

Elimizden aldılar evlerimi. Mutsuz

Yıllara rastladık; savaşlar, yıkımlar, gurbet;

Avcı bulur bazen göçebe kuşları

Bazen bulmaz; av boldu

Benim zamanımda, çok kişiyi alıp götürdü saçmalar;

Ötekiler durmadan döner ya da çıldırır sığınaklarda.

 

Bülbülden söz etme bana, ne de tarlakuşundan

Ne de kuyruğunda ışığa sayılar yazan

Küçücük çobanaldatan kuşundan;

Fazla bir şey bilmem ben evler hakkında

Evlerin de bir ırkı olduğunu bilirim, hepsi o kadar.

Henüz yeniyken daha, günün saçlarıyla

Oynayan küçük çocuklar gibi bahçelerde,

Rengarenk pancurlar, parıltılı kapılar

İşlerler günün üzerine,

Değişirler mimarın işi bitince,

Büzülürler, ya da gülümserler, hatta inatlaşırlar

Kalanlarla, ayrılıp gidenlerle

Dönecek olanlarla, dünyanın uçsuz bucaksız

Bir otele dönüştüğü bu zamanda.

...........

 

Büyük Yunanlı ozan Yorgo Seferis de mübadele sancısını yaşayan yüz binlerce insandan birisidir. 1900 İzmir doğumlu olan Seferis, şiirlerinde bu parçalanmaların dramlarını çok güzel anlatır.

Evler burada sadece tek tek ev şeklinde değil, insan yığınları şeklinde algılanmalıdır. Onun da içinde, on dört yıl yaşadığı İzmir’e ve Türkiye’ye özlem vardır. Onun gibi onlarca büyük ozan ve yazar da bu temaları hem Türkiye’de, hem de Yunanistan’da, Bulgaristan’da çok mükemmel işlemişler, insanların derin duygularına tercüman olmuşlardır.

Bugün Türkiye sınırları içinde kalan ve bizim Trakya Bölgesi olarak bildiğimiz bölge aslında Doğu Trakya.

Bu Trakya’nın bir de batısında yer alan, Batı Trakya bölgesi var.

Coğrafi bakımdan olduğu kadar kültürel bakımdan da birbirini tamamlayan ve aralarında çok büyük tarihi bağlar bulunan her iki bölge insanının inanç, kültür ve yaşam koşullarında çok büyük benzerlikler var.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra kurulan Bulgaristan ve Yunanistan toprakları içinde kalan milyonlarca vatandaşımızın yaşadıkları büyük dramları aslında hepimiz biliyoruz.

Bu dramların yaşanmasında açıkçası bence Bulgar ve Yunan yöneticilerin kadar Türk yöneticilerin de kabahatları vardır.

Mübadelelerde yaşanan büyük sıkıntıların bu yöre insanının üzerinde çok derin yaralar açarak bıraktığı izleri üç günlük ziyaretimde de çok açık bir şekilde görmüş bulunuyorum.

İnsanların vatanı belledikleri, yurt edindikleri topraklardan zorla koparılmaları, atalarının diyarlarından zorla sürgün edilip, hiç bilmedikleri yerlerde zorunlu iskana tabii tutulmaları beraberinde derin elemleri de getirmiştir.

İyi/kötü bir arada yaşamaya alışmış ve aynı havayı soluyan insanları yanlış politikalar sonucunda pek de insani olmayan katı kararlarla sağa/sola savurmanın bedelini maalesef bugün bu zorlukları yaşayan insanlar ve onların çocukları ödemektedirler.

Dünyanın belki de en güzel topraklarının yer aldığı Balkanlar dediğimiz; dağıyla, taşıyla, ırmağıyla, gölüyle, ormanlarıyla, eşsiz manzaralarıyla ve çoğunlukla yaşamları bir felakete dönüştürülen çok farklı etnik yapıdan insanıyla, çok büyük kültürel bir zenginlik olan Türk’üyle, Rum’uyla, Bulgarı’yla, Sırp’ıyla, Boşnak’ıyla, Mekodan’ıyla, Hıristiyan’ıyla, Alevi’siyle, Bektaşi’siyle, Mevlevi’siyse, Sünni’siyle bir kültürler mozaiği olan bu benzersiz toprak parçasında maalesef birçok savaş olmuş ve yaşanan acılar bugün dahi dinmemiştir.

Bugün bile hala halklar arasında, farklı inançlar arasında, farklı kültürler arasında, yoğun bir soğukluk hüküm sürmektedir.

 

Türk-Yunan Dostluğu

 

Çocuğun gördüğü düştür barış.

Ananın gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir

Barış.

....

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken

Ağaçlar diktiğimizde havan mermilerinini kazdığı çukurlara

Yangının kavurduğu yüreklerde ilk tomurcuklarını açarken umut

Ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek

Yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir

Barış.

....

insanların sıkışan elleridir barış

dünyanın masasındaki ekmektir

gülümsemesidir annenin.

Budur yalnızca

Başka bir şey değildir barış.

 

Ve toprakta derin karıklar açan sabahlar

Tek bir sözcük yazarlar:

Barış. Başka bir şey değil. Barış.

 

Dizelerimin rayları üzerinde

Buğday ve güller yüklenmiş

Geleceğe doğru yol alan trendir

Barış.

 

Kardeşim,

Barış içinde derin soluk alıyor

Tüm dünya bütün düşleriyle.

Verin elinizi kardeşlerim,

İşte budur barış.

Yunanlı Ozan,  Yannis Ritsos

 

Birbirine bu kadar yakın, birbirine bu kadar yabancı kaç ulus vardır?

Birbiri hakkında bu kadar ön yargılı kaç insan topluluğu vardır yeryüzünde?

Türkler, Yunanlılar yüzyıllar boyunca aynı coğrafyayı, birbirini tamamlayan aynı emsalsiz güzel tabiat parçasını paylaşmışlar.

Dünyanın en büyük düşünce ve kültür merkezlerinden, yeryüzünün en büyük uygarlıklarının boy verdiği topraklarda yaşayan bu ulusları karşı karşıya getiren gerçek neden acaba nedir?

Denizi mi paylaşamıyorlar? Havayı mı paylaşamıyorlar?

İnadına bir kör döğüş, inadına bir zıtlaşma...

Bunun en önemli nedenlerinden birisi her iki kesimin devlet yöneticilerinin samimiyetsizlikleri, ucuz kahramanlık politikalarıdır. Her iki kesimi de çok uzun yıllar gerilim içinde yaşatmanın kime ne faydası olmuştur?

Neden Yunan’lılar Türk’leri hep sonradan buraları işgal etmiş barbar bir toplum olarak görür? Neden Türkler Yunan’lılara düşman gözüyle bakarlar?

İki temiz, iki köklü ulus yan yana, barış içinde yaşayamaz mı?

Elbette yaşar.

Elbette düşmanlıklar dağılır, toplumlar, uluslar arasında barış güvercinleri gerçekten uçar.

Ege Denizi’nin iki yakasını; çok önceleri yaşamış erenler birleştirmeyi başarmışlar da bugün bizler neden bunu başaramıyoruz?

Bu çok mu zor?

Rum’uyla, Bulgar’ıyla, Arnavud’uyla, Türk’üyle tüm insanları kucaklayan, dergahında kaynayan kazandan yediren, içiren, hiç kimseyi dışlamayan Anadolu/Rum Erenlerden alacağımız hiç mi bir ders yok?

Bizler çabalarsak, bizler iyi niyetli olursak sanırım, ülke yöneticilerinin ucuz politikalarına alet olmazsak, kalıcı barışı da kurmuş oluruz.

Ben de ulusların barışını, kardeşliğini savunan birisi olarak, kendi Türk kimliğimin farkında, bilincinde, yeryüzünün en büyük hazinesinin kendi Türk Dilimin, Türkçe’nin olduğunun farkında olarak, ulusumun haklarını her şartta savunan ve savunacak birisi olarak, bu barış yolunun kurulmasından yanayım.

Dostluk köprülerinin kurulmasından yanayım.

Hiç kimsenin birbirini düşman bellememesinden yanayım.

Türk/Yunan, Türk/Bulgar dostluk ve barışından yanayım.

Her üç ülkenin öncülüğünde Balkanlar’ın tekrar bir barış ve kardeşlik yurdu olmasını diliyorum.

Bu ülkelerde bulunan ve şimdi bence tüm bu ülkelerin en büyük zenginliklerinden olan tarihin bize miras bıraktığı hazinelere sahip çıkarak bu barış ortamının daha hızlı kurulacağına inanıyorum.

Çünkü altı, yedi yüzyıl önce erenler bize yol göstermiş.

En güzel birlikte yaşama örneklerini onlar sergilemişler.

Kaynayan aynı kazanda herkes çorba içebilmiş.

Dergahlarda mihman (misafir) İmam Ali bilinip, ona öyle davranılmış.

Kimsenin, dinine, diline, soyuna, sopuna bakılmamış.

Erenlerin kurduğu ulu yol, bizlere rehber olan, olması gereken güzel bir yoldur.

Bizlere düşen onların miraslarına sahip çıkarak, onlardan dersler çıkararak, sorunları azaltmak, kaynaşmayı çoğaltmaktır.

Bizlerin ataları olarak Balkanlar’a bir barış elçisi olarak gelip, yüzyıllardır buralarda bir aşk ateşinin yanmasını sağlamış, bu ışık kaynaklarının görüşlerini tekrar hatırlamak, tekrar canlandırmak, ulusların yakınlaşmasına da katkıda bulunacaktır.

Ben de biraz da bu duygularla yollardayım.

Ben biraz da bu duygularla bundan sonra da yollarda olacağım.

Uzun zamandır düşündüğüm ve Alevi/Bektaşi İslam anlayışının en ulu şahsiyetlerinden birisi olarak belleklerde yer etmiş Seyyid Ali Sultan’ı makamında ziyaret etmek, ona niyaz etmek, büyük dergahını görmek, burada bu kültür ve inancı yaşatan insanları selamlamak benim için çok ama çok anlamlıydı.

Nihayetinde düşlerim gerçek oldu; CEM Vakfı ve Hasan Çengel sayesinde bu düşlerime kavuştum.

Konuk olduğumuz Hasan Çengel de zaten, Dergah’ın merkezine en yakın en merkezi köy olan Ruşanlar Köyü’nden.

 

Ruşanlar Köyü

Ruşanlar Köyü’nün aslında Mehrikoz Nahiyesi, Musacık Köyü’nden geldiği söyleniyor. Buradaki Alevilerin çoğunun Pomak olduğu söyleniyor.

Aslında çeşitli nedenlerle sık sık yer değiştiren köylerde yaşam eski şekliyle devam etse de evlerin modernliği dikkat çekiyor.

Ruşanlar Köyü yüz hane civarında insanın barındığı, asfalt yolu ve düzenli evleriyle dikkati çeken bir köy. Köyde beş yüz kişilik bir de cemevi var.

İnsanlar çiftçi olmalarına rağmen bundan fazla faydalanamadıklarını, hayvancılığın da çok şey getirmediğini söylüyorlar.

 

Aşağı Tekke

Ruşanlar Köyü’ne gelmeden, Aşağı Tekke (Tekye) olarak isimlendirilen ve tarihi kayıtlarda meydanevinin olup ibadetlerin yapıldığı ve birçok hizmet binasının bulunduğu Kızıldeli Çayı denilen derenin hemen kıyısında kurulmuş olan alanı geziyoruz.

Tabii durum oldukça hüzünlendirici; daha önceleri çok daha bakımsız olduğu söylenen ve Seyyid Ali Sultan Tekkesi Vakfı tarafından onarılan, yeni düzenlemeler yapılmaya çalışılan Dergah arazisi içindeki binalarından eser kalmamış.

Çevredeki tüm mezarlıkların ve mezar taşlarının tahrip edildiği alan oldukça bakımsız.

Sadece kime ait olduğu bilinmeyen bir türbe ve kurtarılabilen kırılmış birkaç mezar taşı kalmış bir de ambarları yerden kaldırarak nem almasını engelleyen kalın, bir metrelik taş bloklar.

Yeni yeni kesimhane, tuvalet vd. binalar yapılarak burası da canlandırılmaya çalışılıyor.

Fakat burada bir arkeolojik kazı yapılarak Tekkeye ait çeşitli malzemeler çıkarılabilir. Parçalanmış ve şu anda türbenin üzerindeki blok, kalın ve çok ağır (kiremit yerine kullanılan) çatı taşlarının üzerine konulmuş mezar taşları bir araya getirilerek, bunlar korunarak çalışmalara başlanılabilir.

Buradaki çekimlerimi yaptıktan sonra Ruşanlar Köyü’ne ulaşıyoruz.

Biraz dinlendikten sonra köyün cemevinde toplanan halkımızla buluşmak üzere buraya hareket ediyoruz.

Bir köy sobasının ısıttığı cemevi Hz. Ali’nin, On İki İmamlar’ın resimleri dikkati çekiyor.

Hasan Çengel bizleri tanıtıyor. Bizim konuşma yapmamız isteniyor. Bizler de geliş sebebimizi anlatıyoruz.

Ben CEM Vakfı’nın ve Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın sevgilerini ileterek bir konuşma yapıp inanç ve kültürümüzün yaşatılması gerekliliği üzerinde durdum.

Abidin Harman’ın inanç bazında ve sevgi, saygıya dayanan konuşması geniş ilgi gördü.

Sohbetler uzadı. Lokmalar yenildi. Anaların bizlere ilgisi görülmeye değerdi.

Daha sonra ricalarımız üzerine birçok nefes söylendi. Bu nefes söylemelere kadınlar da katıldı.

Bu arada bölge üzerine ve Kızıldeli Sultan’la ilgili de araştırmalar yapan Harvard ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Tarihçi Prof. Dr. Cemal Kafadar da bizlerin geldiğini duyunca cemevine geldi. Onunla da tanışmış olduk. Sohbet ve söyleşiler, nefesler geç saatlere kadar sürdü.

İlk gün buradaki camiayı tanımış olduk. Onlar da bizleri tanıdılar, geliş amacımızı öğrenmiş oldular.

 

21 Kasım 2004

Bugün bir nevi ziyaretimizin de amacı olan Kasım Kurbanı’na katılacağız.

Her yıl geleneksel olarak yapılan ve bir anma etkinliğinden ziyade buradaki inancın gereği, her sene 8 Kasım’da düzenlenen bir Kasım Kurbanı Etkinliği var.

Biz ilk önce her gezimde olduğu gibi alan çalışmasıyla işe koyuluyoruz.

Bir kere Seyyid Ali Sultan Dergahı’nın Vakıf arazileri, gerçekten de çok büyük.

Tarihte bu alanın onlarca köyü kapsadığı yazıyor. Bugün bile dergaha ait alanın büyüklüğü ilk dikkat çeken husus oluyor.

Ruşanlar’dan sonra Dergah’ın bulunduğu alana doğru, yani tepelik, yaylalık alana doğru erkenden yol alıyoruz.

 

Saat Makamı

İlk önce bir Saat Makamı’nı geziyoruz.

İnanışa göre canlar Aşağı ve Yukarı Dergahların ayrı ayrı varlıklarından haberdar değilmişler. Aşağı ve Yukarı Dergahlarda yaşamını sürdüren Seyyid Ali Sultan Hakk’a yürüyünce her iki dergahtan iki can bunu haber vermek  için koşarak dergahlardan hareket etmişler.

Öyle bir yerde, habersiz buluşmuşlar ki, bu alan, her iki dergahın tam orta noktasında bulunup, bu nokta her iki dergaha da eşit mesafedeymiş.

Fakat her iki can buluştukları yerde bilinmeyen bir nedenle o an, buluştukları anda, Hakk’a yürümüşler.

Nihayetinde bunu haber alan diğer insanlar gelip bu iki canı yan yana gümüp burada bir türbe yapmışlar.

Nihayetinde Dergahlara gelen her insanın ziyaret ettiği noktalardan birisi de işte bu Saat Makamı denilen yer olmuştur.

Bizler de, vadiyi gözleyen bu iki canın mezarlarını ziyaret ettik. Yakın zamanda yapılan duvarlarla çevrili mezarları şimdi de insanlar ziyaret etmektedir.

 

Alan Çalışmaları

Ben ilk önce her gezimde olduğu gibi alan çalışmasıyla işe koyuluyorum.

Seyyid Ali Sultan Dergahı’na çıkmadan önce Aşağı Mezarlık da denilen tarihi Bektaşi mezar taşlarının bulunduğu alanı geziyoruz.

Bu sene içinde tel örgülerle korumaya alınan mezarlıktaki on civarındaki mezar taşının durumu neyse ki iyi. Burada yatanlar hakkında halkın bir bilgisi yok.

Uzun dakikalar boyunca tümünün lahtini kameramla ve fotoğraf makinemle belgeleyerek hem arşiv çalışması, hem de bu taşları okumak isteyenlere belgeleme çalışmasını yaptıktan sonra buradan hareket ediyoruz.

Bu mezarlığın az yukarısında bir pınar var. Bu pınarın uzun zamandan beri aktığı söyleniyor. Ayrıca bu pınara çok yakın, küçük bir derenin üzerindeki köprüyü de geçerek bir başka mezarlığa ulaşıyoruz.

Burada onlarca mezar taşı var. Çoğu iyi korunmuş mezar taşlarında teslim taşı, on iki terkli mezar başlıkları ve bazı mezar taşlarındaki süslemeler dikkat çekiyor.

Buradaki mezarların durunu iyi olsa da yine bakıma ihtiyacı var.

Ne iyi ki vakıf burayı da koruma altına almış. Bu mezarlığın yanında ise şimdi tümüyle yıkılmış bir camii kalıntısı var. Çok eskiden burada cuma namazları kılınırmış. Burası Dergah’ın hemen altında düzlük bir alanın yanında.

Az yukarıda tarlalar görülüyor. Anlaşıldığı kadarıyla geniş bodur ağaçların da bulunduğu ormanlık alanın içinde açılan tarlalar Dergah’ın ihtiyaçlarını gideriyordu.

Bu mezarlığın hemen bitişiğinde şimdi yıkılmış olsa da temelleri çok belirgin olan uzun bir duvardan arta kalanlar var.

Bu duvar Dergah’ın doğal sınırlarını gösteriyormuş. Ama bu duvar hangi tarihten kalmış bunu kesin tarihiyle bilen yok.

Aynı şekilde buradaki tüm mezar taşlarını belgeliyorum.

Caminin yanında yine bir başka mezarlık daha var. Diğerine göre daha küçük olan mezarlığın en önemli özelliği Kara Taş denilen büyük kayaların da bulunduğu yazısız veya şekilsiz taş parçalarının bu mezarlıkta olması. Burada sadece bir tarihi yazıyla mezar taşı görülüyor.

 

Kasım Kurbanı

Bu etkinlikte sadece Ruşanlar değil diğer Alevi/Bektaşi köyleri Hebil Köy, Babalar, Karaüren, Köseler, Kütüklü, Çökekli, Mevsimler ve Alevi-Sünni karışık olan köyler; Büyükderbent, Demirüren, Hacı Ali, Musacık, Salıncak, Taşağıl, Kaypak gibi yerlerden gelen canların da katıldıkları kurban kesimi törenleri var.

Kurbanlar bir gün önceden kesiliyor ve yörenin en yüksek noktalarından birisi olan tepelik bir alanda ama Mürsel Bali’nin türbesinin bulunduğu yerde kazanlar kuruluyor.

Yirmi civarında büyük kazanın kurulduğu görülen alan bizlerin Abdal Musa gibi anma etkinliklerinde gördüğümüz manzaraları hatırlatıyor.

Hediyelik eşyalar, bunun yanında ev eşyalarının da satıldığı, kadınların, çocukların katıldıkları bir etkinlik yapılıyor.

Her sene 8 kasımda yapılmasına rağmen bu sene ramazan dolayısıyla 21 kasımda yapılan etkinliğe yüzlerce insan katılıyor.

Ama bu sene çok soğuk olduğu için katılım önceki senelere göre daha düşükmüş.

Bu sene Kasım Kurbanı çifte bayram diyeceğimiz bir etkinlikle taçlanıyor.

Belki de çok uzun yıllardan beri ilk kez toplu olarak bir başka ülkeden Bulgaristan’dan, Alevi/Bektaşi canlar Seyyid Ali Sultan Dergahı’nı ziyaret etmek ve Kasım Kurbanı’na katılmak için buraya geliyorlar.

Kırcaali ve Haskova yöresinden gelen canlarla Razgrat Cem Derneği Başkanı Veysel Bayram ve Yönetim Kurulu üyesi Ahmet Bey de geliyorlar.

Bu gerçekten de görülmeye değer bir manzara.

İnsanların kültürlerini, inançlarını hiçbir şeyin engellemeyeceğini, yüzyıllar süren bağlılıkları ne savaşların, ne de ülke sınırlarının ayıramadığını bir kez daha görmüş olduk.

2007’de AB. üye olacak Bulgaristan’a, Yunanistan artık vize uygulamıyor.

Her ülke arasındaki ziyaretler buna bağlı olarak artmış.

Bundan biz Türkler de nasibimizi alacağız sanırım.

Zaten bilinen bir gerçek var: Bugün artık Bulgaristan sınırları içinde bulunan geniş bir coğrafyada Kızıldeli Sultan taliplerinin olduğunu biz çok iyi biliyoruz.

İşte artık yeniden bu bağlar kuruluyor.

Artık nezirlerini, ziyaret haklarını Kızıldeli Sultan’a getiren insanların çocukları, torunları yeniden bu kutsal ziyaretlerini başlatıyorlar.

Eminim ki bu bir başlangıç olacak, artık Bulgaristan, Yunanistan, Türkiye arasındaki ziyaretler sıklaşacak; buradaki Alevi/Bektaşi canlar buluşup, kaynaşacaklar, tarih yeniden tekerrür edecek. Bizler umarım bu günleri de göreceğiz.

Balkan coğrafyası öyle büyük bir zenginliği ifade ediyor ki, bizim konumuz gereği Alevilik, Bektaşilik hakkında araştırma yapsak bir ömür az gelir.

Arnavutluk, Bosna/Hersek, Makedonya, Romanya, Yunanistan, Bulgaristan, Moldovya, Hırvatistan, Kıbrıs bunların tümünde Aleviliğin/Bektaşiliğin derin izleri vardır. Buralarda çok köklü bir Alevilik, Bektaşilik vardır, çok büyük türbeler, dergahlar vardır.

Dergahı ziyaret eden ve Seyyid Ali Sultan Türbesi önünde toplanan canlarla kucaklaşıp, hasret gideriyoruz.

Bu arada Haskova’dan Otman Baba Dergahı’ndan Hasan Asarlı Baba’yla muhabbet ediyoruz. Gerek burada bulunan, gerekse Bulgaristan’dan gelen canlara çeşitli sorular yöneltiyorum, yanıtlar alıyorum.

Daha sonra hep beraber Dergah’ın misafirhanesine gidiyoruz. Burada toplanan insanlara hitap ediyorum. Yine burada Hasan Çengel, Mehmet Koç Dede ve Abidin Harman da katılanlara hitap ediyor.

Bundan sonra hep birlikte esas şenliğin yapıldığı yaylaya hareket ediyoruz. Burada kurulan yirmiden fazla kazanda onlarca kurban kaynıyor.

Buradaki etkinliğe yörede ileri gelenlerin yanı sıra Batı Trakya’daki Türklerin haklarını savunarak meclise giren eski milletvekili Ahmet Faikoğlu da katılıyor. Ayrıca Azınlık Seçek Eğitim Kültür Derneği Başkanı Hasan Bekirusta ile birlikte dernek yöneticileri, babalar, Azınlıkça Dergisi ve Rodos Gazetesi sahip ve muhabirleri katılıyorlar.  

Milletvekiliyle bir söyleşi yapıyorum.

Daha sonra hep birlikte Ruşenler Köyü’ne iniyoruz. Lokmalarımızı burada yiyoruz. Cemevinde halka hitap eden milletvekili Ahmet Faikoğlu Alevi’siyle, Sünni’siyle Batı Trakya’daki tüm Türkler’inin bir bütün olduklarını, bugüne kadar kimliklerini yaşatan bu insanların bir arada yine kültürlerini yaşatmaları gerektiğini vurguladı.

Bulgaristan’dan ve civar köylerden gelen insanları uğurladıktan sonra bizler yörenin baş dedesi Mehmet Koç ile birlikte Hasan Çengel’in evine gidiyoruz.

 

Mehmet Koç Dede

Hemen belirtelim ki, daha önce de birçok kez ifade ettiğim gibi, her dede lafını, genel çoğunluğun kabul ettiği veya yorumladığı şekliyle yorumlamak, anlamak bizi yanılgıya düşürebilir. Aynı şekilde her baba lafı da, çoğunluğun anladığı anlamın dışında kullanılabilmektedir.

Buradaki “dede” de tam bu manada Anadolu’daki ocakzadeliğe bağlı dedelikten çok farklı bir anlam ifade ediyor. Daha doğrusu buradaki dede kelimesi, bu bölgedeki Bektaşilik kurumu içindeki “baba”lık  kurumu anlamında kullanılıyor.

1945 doğumlu baba ilkokul mezunu. Geçmişte yaşadıkları sıkıntılardan bahseden Mehmet Koç söyleşimizde yöredeki inanç uygulamalarını anlatıyor. Kendisine bağlı 6 ocak olduğunu söyleyen Mehmet Koç Dede, ömrümün sonuna kadar bu görevi sürdüreceğim, diyor.

Yine buradaki “ocak” Anadolu’daki ocak kavramının dışında bir anlam ifade ediyor. Buna göre zaman zaman dergah, göl de denilen ve bir köy veya yörede, mahallede bulunan aynı ceme dahil olanları ifade için kullanılan ocak kavramının özel bir anlamı var. Buna göre belli bir ocağa bağlı olanlar, o ocağın dedesine görülüyorlar, pençeden geçiyorlar.

Ruşenler Köyü’ne 30 km. uzaklıkta bulunan Mehrikoz Nahiyesi’nin Kayıpak (Kaypak) Mahallesi’nden (Köyü’nden) olan Mehmet Koç Dede’ye göre; Mehrikoz ismi, Mehriye Kuzu, sonra Mehriyekozu’ya, zamanla da Mehrikoz’a dönüşen bir isim olup bu beldeye bağlı ayrıca Hebil (Ebil) Köy, Salıncak Mahalleleri de varmış. Bu Nahiyede Alevi/Sünni karışık bir yaşam varmış.

Dede’nin Salıncak Köyü’nde 2, Taşağıl Köyü’nde 2, Kaypak Köyü’nde 2 ocağı varmış.

Salıncak Köyü’nden Recep Dede’nin yörenin en son yaşayan ünlü dedesi olduğunu ve şimdi 90 yaşında bulunduğunu söyleyen Mehmet Koç Dede, bölgede Mehmet İsmailoğlu, Ali Nalbant, Ahmet Paşa, Ahmet Nalbant, Hüseyin Babutçu Dedelerin varlığından bahsediyor.

Senede bir kez tüm dedelerin bir araya gelip, baş dede pozisyonundaki, (belki de halife dede) önünde pençeden geçtiklerini, pençe olarak insan elinin kullanıldığını ve buna Pençeyi Ali Aba denildiğini söyleyen Mehmet Koç Dede, dedelerin pençeden geçtikten sonra kendi ocaklarında olan canları da pençeden geçirdiklerini söylüyor.

Ekim ayının ilk hafta cuma akşamı Sultan Kurbanı kestikten sonra birlikler başlıyor, yani cemler başlıyor, diyen Yörenin baş, post babası konumundaki Mehmet Koç Dede, birlikleri her ocağın ayrı ayrı yaptığını, cemlerin de canların isteğine bağlı olarak yapıldığını belirtiyor.

Daha sonra Kasım Kurbanı (8 Kasım’da), Aşure Kurbanı ki, aşure orucunu 12 gün tutan canların, 13. Gün aşure çorbası ve kurbanı yaparak dağıttıklarını belirtiyor. Nevruz Bayramını kutlayan canların bunu 21 Martta yaptıklarını anlatıyor.

Nevruz’da Pençeden geçme olayı yaşanıyormuş.

Müsahipliler müsahip olurken bir kurban keserler, yola giren canlar bir kurban keser, yola girenler eşleriyle girerler ve bir kurban keserler, eğer bir can bir postun hizmetini yüklenecekse bir kurban keser, her sene on iki hizmet sahibi dilerse bir kurban keser ama üç senede bir muhakkak bir kurban keser, diyen Mehmet Koç Dede; yöredeki inanç ve kültür dokusu hakkında oldukça detaylı bilgiler veriyor.

Kesilen kurbanların bağırsaklarının gömüldüğünü söyleyen Mehmet Koç Dede, çok nadir olsa da bekar olarak da yola girenler olduğunu, Recep Dede’nin kardeşinin çok temiz, itikatli bir insan olmasından dolayı bekar olarak yola kabul edildiğini, yola girerken onun da bir kurban kestiğini de anlatıyor.

Kişi öldükten sonra yedisinde, kırkında, senesinde birer kurban kesilir diyen Mehmet Koç Dede, kendi mürşidinin, eniştesi olan Pireli Mehmet olduğunu, Taşal Köyü’nden olan mürşidinden çok şey öğrendiğini aktarıyor.

Sünni’lerin kendilerine Aren (Ahren) dediklerini söyleyen Mehmet Koç Dede kendilerinin kökenlerinin Pomak olduğunu söylüyor.

Buradaki baş dede olan Recep Dede’nin çok yaşlanması dolayısıyla kendisinin baş dede (halife dede) olarak kabul edildiğini çevredeki insanlardan da duyduğumuz Mehmet Koç Dede’ye buna dair elinde bir yazılı belgenin olup olmadığını sorduğumuz da, hayır, yanıtını alıyoruz. Bizim hatırlatmamız üzerine Recep Dede’den sözlü olarak alınan bu onayın, yazılı olarak da alınacağını anlıyoruz.

Aynı akşam tekrar cemevine gidiyoruz. Bu sefer cemevi tıplım tıplım dolu. Gençlerin de yoğun ilgisiyle karşılaşıyoruz. Yine sohbetler açılıyor. Sorulara yanıt veriyoruz. Abidin Harman’ın inanç bazındaki açıklamaları ilgiyle dinleniyor. Ben ise Alevi/Bektaşi inanç ve kültürünün biraz da duygusallığı işin içine katarak zenginlikleri ve birlik-beraberlik düşüncelerini öne çeken bir konuşma yapıyorum.

Aynı gece saat biri gece yatıyoruz.

 

22 Kasım 2004

Bugünkü hedefimiz Dergahı bu sefer daha detaylı incelemek ve detaylı çekimler yapmak; daha sonra bizleri akşam yemeğine davet eden Büyük Derbent Köyü’ndeki dostlarımıza ulaşmak.

Bu araya da Dimetoka’ya bir kısa geziyi sığdırmak.

Ama tabii ki sohbet olunca planlar bozuluyor.

 

“Ama her şey yanlış bence, her şey altüst

doğa yeniden doğdu bana.”

 

Erotokritos’dan alıntı, Viçençoş Kornaros

 

Büyük Yunan şairi Yorgo Seferis’in Varlık Yayınları arasında yayınlanan ve tüm şiirlerinin yer aldığı Bütün Şiirleri isimli kitabından aldığım yukarıdaki sözleri hak eden belki birçok yer var dünyada. Ama ne yalan söyleyeyim ben Seyyid Ali Sultan Dergahı’nı ziyaret edince zaten ziyaretten önce okuduğum kitaptan bu alıntı öyle denk geldi ki buraya anlatamam. Belki de dünyadaki en güzel inanç mekanlarından birisidir, buradaki alan.

Burayı tarif etmek kelimelere sığacak bir şey değil, aslında. Aslında tam da bu sıralarda özellikle Balkanlar’la ilgili olması nedeniyle ilk kez veya ikinci kez okuduğum kimi kitaplar hem duygularımı, hem de düşüncelerimi coşturmuştu.**

Sabah bizleri ziyaret eden Mehmet Koç Dede’den daha detaylı bilgiler alıyoruz. Sohbetimiz hayli uzuyor, öğleni buluyor.

Dergahı ziyaretimizde de Prof. Dr. Cemal Kafadar’ı misafirhane de buluyoruz. Meğerse tarihçi hocamız burada misafir kalıyormuş. Burada kendine geldiğini ruhen dinlendiğini söyleyen Prof. Dr. Cemal Kafadar’la, biraz sohbetten sonra, bu da herhalde iyi bir fırsat deyip, iki saati aşan bir söyleşi gerçekleştiriyorum.

Daha çok Osmanlı Beyliği’nden önceki Anadolu’nun sosyo ekonomik ve kültürel durumuyla, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu üzerine yaptığımız söyleşiden hocanın bu konularda gerçekten de derin bir bilgisinin olduğunu görüyoruz.

Aynı zamanda Alevilik-Bektaşilik konusunda da önemli bir bilgi birikimi olan Cemal Kafadar’ın tanıyıp sevdiğimiz şu anda Harvard’da doktorasını tamamlamak üzere olan Ayfer Karakaya’nın da hocası olduğunu sohbetle öğreniyoruz.

Aslında Ankara Ötüken İl Halk Kütüphanesi’nde bulunan orijinal Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi’ni, Tahrir Defterlerindeki belgeleri ve yine Osmanlı Arşivlerindeki birçok belgeyi inceleyen Cemal Kafadar’ın özellikle Seyyid Ali Sultan’la da ilgili önemli çalışmaları olduğunu öğreniyorum.

En meşhur tarihçilerimizden olan Halil İnalcık’ın Otman Baba Velayetnamesi ile ilgili bir makale yazdığını, aynı şekilde Seyyid Ali Sultan’la da ilgili bir çalışması bulunduğunu da öğrenmiş oluyoruz.

Sohbetimiz ve söyleşimiz çok uzuyor.

Mehmet Koç Dede bizi kırmayıp, çok orijinal olduğuna inandığım nefes okuma geleneğinin bir devamcısı olarak, bu kutsal mekanda bir nefes söylüyor bize. Daha sonra Dergahı Mehmet Koç Dede’yle birlikte geziyoruz. Çekimlerimi onun eşliğinde yapıyorum. Alan çok geniş olunca çekimler bir saatten fazla sürüyor.  Zaman ilerliyor. Mehmet Koç Baba bir başka yere gideceği için bizlerden ayrılıyor. Büyük Dergah arazisi içinde Seyyid Ali Sultan’a ait olduğu söylenen türbenin bulunduğu sonradan onarım görmüş bir yapının hemen yanında fırınlar, aşevi var. Türbeyle bitişik bir bahçede asırlık ağaçlar altında yine önemli bir mezarlık uzanıyor. Büyük bir avlu içinde yüzlerce yıllık olduğu hemen anlaşılan çok büyük, her bir dalı bir ağaç kadar olan ve desteklerle ayakta durabilen dut ağacı var. Sondadan yapılan ve misafirhane olarak kullanılan binanın ön kapısının üstünde yıldız sekillerinin olduğu mermer kabartmalar ve elde edilmiş bazı tarihi işaret ve yazıların bulunduğu kalıntılar bahçede muhafaza edilmiş. Ayrıca iki adet eski at arabası tekerlekleri de korunmuş.

Büyük avluyu çevreleyen binalardan birisi de, konakevi denilen bir tarihi bina ki iki katlı olup dış sıvaları dökülmüş, zamanında ahşap ağırlıklı bir yapıyken tamirden geçirilerek bugün Dergah’ın bekçiliğini yapan aileye verilmiş. Mehmet Dede’yi alarak Dergah alanının dışından bu binalara ve çevresine toplu olarak bakıyoruz. Hemen ormanın içinde bulunan dergahın çevresi geniş tarlalarla çevrili. Hayvanların kapatıldığı basit çevirme, hemen yanında yine bekçilerin ektikleri söylenen bir bostan ki, içinde hayli büyümüş domates, patlıcan, biber vd. sebzeler dikkat çekiyor, yer alıyor.

Ben daha yukarılardan çekim yapmak için dededen ayrılıyorum. Tüm Dergah binalarını görecek bir yerden ufka uzanan geniş araziyi çekiyorum. Zamanla insan eliyle düzlenmiş olsa da, zamanın da çok iyi seçilerek yerleşilen Seyyid Ali Sultan Dergahı’nın geniş arazisi adeta bir çiftlik olarak, ormanla bütünleşmiş büyük düz tarlalar arasında, ağaçlar arasında, engin bir tepenin döşünde, çevresindeki tepeleri, dağları ve vadileri de görecek şekilde öyle muazzam bir görüntü oluşturuyor ki, sırf buradaki güzellikleri görmek için bile insan buraya gelir, gezer.

Dergah’ta avlunun içinde yine tarihi bir çeşme var.

Çeşmenin çevresi yine Dergah’taki yapılardan kalan tarihi kabartmalı mermerlerle süslenmiş.

Az aşağısında bekçilerin evinin önündeki çeşmenin altında da, yine mermerden bir sunak var.

Bugün yine kazanların muhafaza edildiği ocağın hemen çatısında yine bir kırık mezar taşı parçası görüyorum.

Anlayabildiğim kadarıyla burada Dergah’ın orijinal binalarından ve yapılarından günümüze ulaşmış oldukça çok bol miktarda malzeme var.

Fakat bunlar değerlendirilemediği, korunamadığı gibi çok da bilinçsiz bir şekilde kullanılmakta.

Aynı akşam Cemal Kafadar’ın Türkiye’ye hareket edeceğini öğreniyoruz.

Bizlerin hedefi ise sabah erkenden hareket etmekti. Birlikte düşünüp karar veriyoruz.

En iyisi Hoca’yla birlikte Türkiye’ye gitmek olacak.

Dimetoka (Didimotiho) ziyaretini bir başka zamana bırakıyoruz, zaten zaman hayli geçiyor, akşam oluyor.

Büyük Derbent Köyü’nde Seçek Derneği’nin yöneticilerinden ilkokul öğretmeni Muharrem Bey’in evine misafir oluyoruz. Yemeklerimizi yedikten sonra Türkiye için yola koyuluyoruz.

Yol boyu sohbetimizle Türkiye’ye varıyoruz.

Bambaşka duygularla İstanbul’a varırken, üç gün boyunca devam eden müthiş soğuğun ve İstanbul’a yağan karın, içimde yaktığı aşk ateşini, erenlerin yolundaki yürek yangınlığımı hiçbir şeyin söndüremeyeceğini hissediyorum.

Öyle sevinçliyim ki, ölsem de ne gam. Artık yanı başımda Kızıldeli Sultan’ın ruhundan bir parça hep benimleymiş hissine kapılıyorum.

 

*CEM Vakfı adına yaptığım geziye, CEM Vakfı Bakırköy Kültür ve Cemevi Birim Sorumlusu ve Baba Vekili Abidin Harman ile Araştırmacı Refik Engin de katıldılar.

 

**son zamanlarda okuduğum kitaplar:

 

Yorgo Seferis, Bütün Şiirleri, Tükçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, Varlık Yayınları, 3. Basım Haziran 2004, İstanbul.

Yannis Ritsos, Şiirler, Tükçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, Varlık Yayınları, İkinci Basım, 2000, İstanbul.

Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, Tükçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, Varlık Yayınları, İstanbul.

Seyid Ali Sultan Velayetnamesi, Doç. Dr. Bedri Noyan, Ayyıldız Yayınları, 1999, Ankara.

Mustafa Balbay, Balkanlar, Cumhuriyet Kitap, 3. Baskı, 2003, İstanbul.

Ramazan Balkan, Bilinmeyen Gerçekler, Erkanname ve Gönül Yolu, Bay Ajans, Gümüş Matbaası, 1989, İstanbul.

Prof. Dr. Surayia Faroqhi, Anadolu’da Bektaşilik, Çeviri: Nasuh Barın, Simurg Yayınları, 2003, İstanbul.

Ahmet Yaşar Ocak, Mülhitler ve Zındıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, İstanbul.

Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderiler, Türk Tarih Kurumu, (Genişletilmiş İkinci Baskı), 1999, Ankara.

Ahmet Hezarfen, Rumeli ve Anadolu Ayan ve Eşkiyalar, (Osmanlı Arşiv Belgeleri) 1. Ve 2. Ciltler, Kaynak Yayınları, Kasım 2002, Mayıs 2004, İstanbul.

Haluk Dursun, Tuna Güzellemesi, Kubbealtı Neşriyat, 2004, İstanbul.

Prof. Dr. Nusret Çam, Yunanistan’daki Türk Eserleri, Atatürk Kültür ve Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, XXI. Dızı-Sayı 8, 2000, Ankara.

İsmail Engin/Havva Engin (hazırlayanlar), Alevilik, Kitap Yayınları, 2004, İstanbul.

İbrahim Bahadır (hazırlayan), Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Alevi Tarih ve Kültürü, Bielefeld Alevi Kültür Merkezi Yayınları, 2002.

İbrahim Bahadır (hazırlayan), Bilgi Toplumunda Alevilik, Bielefeld Alevi Kültür Merkezi Yayınları, Genç Ofset, 2003, Ankara.

 

Seyyid Ali Sultan ve Seyyid Ali Sultan Dergahı

 

Miz Urum abdalıyız serdarımız Kızıl Deli

Çeşmimizde şu’le-i envarımız Kızıl Deli

Bülbül-ü şeyda biziz gülzarımız Kızıl Deli

Dinimiz, imanımız, ikrarımız Kızıl Deli

Nur-u Ahmet, Haydar-i Kerrarımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

 

Çekti tigin şeceri şakk etti seng-i mermeri

Söyleden oldur Fırat üstünde ibn-i Mermer’i

Var tavaf eyle Sinop’ta ol dikübdür menmeri

Bu söze ikrar edenler oldular gamdan beri

Nur-u Ahmet, Hayder-i Kerrar’ımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

 

Ol vilayet ma’deni serdar-ı şah-ı gaziyan

Rahmeti deryasına gark oldu cümle aşiyan

Na’re ursa taba düşerdi zemin-ü asman

Tiğ-i darbından yere geçti, lain-i bed-güman

Nur-u Ahmet, Hayder-i Kerrarımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

 

Dağ-ü taşı mesken oldu bil ana ey merd-ü Şah

Zümre-i Al-i Aba’nın herbiri bir padişah

Bir muhabbet eylesek bin bir ider bi-iştibah

Men Fakir’e anların oldu mesali secdegah

Nur-u Ahmet, Hayder-i Kerrar’ımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

 

Zahide şekk şüphe yoktur evliyanın rahına

Cennet-i a’laya irer yüz süren dergahına

Bu kelamı vird idüp şam-ü seherde ahına

Gel beru ermek dilersen ol erenler şahına

Nur-u Ahmet, Hayder-i Kerrar’ımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

 

Şah Hasan hem Şah-ı şehit ü hem İmam-ü Abidin

Bakır-ü Ca’fer, İamm Kazım, Rıza’dır şah-ı din

Hem Takii-vü Nakii, Asker’dürür şah-ı zemin

Mehdi-i  Sahib-zaman ol evvelin-ü ahirin

Nur-u Ahmet, Hayder-i Kerrar’ımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

 

Ey Virani damenin elden koma şahın müdam

Ta olasın gün-be-gün şahın yolunda müstedam

Hubb-u evlad’ın hakkıy çün eylegil anı temam

Kim bu medh’i yad ider şam-ü seherde ya İmam

Nur-u Ahmet, Hayder-i Kerrar’ımız Kızıl Deli

Kande baksak dembedem didarımız Kızıl Deli

Virani

 

Tarihte Seyyid Ali Sultan veya Kızıldeli Sultan diye anılan şahısların aynı şahsiyet olduğu söylenmektedir.

Ayrıca bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Kırcaali’de de bir Seyyid Ali’den bahsedilmektedir. Her ne kadar bu konular tam teferuatlarıyla meydana serilmemişse de, bugüne kadar yapılan araştırmalar ve çalışmalarla belli neticelere varılmıştır.

Bu konuda Alevi/Bektaiş camiasında Bedri Noyan Dedebaba’nın, Turgut Koca Baba’nın ve Şevki Koca’nın çalışmaları dikkati çekmektedir.

Akademik düzeyde de çeşitli araştırmaların yapıldığını duyduğumuz, Seyyid Ali Sultan, diğer bir ismiyle Kızıldeli Sultan hakkında tarihi bilgilerimiz bulunuyor.

Seyyid Ali Sultan Dergahı’yla ilgili burada kimlerin hizmet yaptığı, ne zaman yaşadıkları, neler ürettikleri hakkında Şevki Koca’nın bir makalesi daha önce Cem Dergisi’nde yayınlanmıştı.

Alevilik/Bektaşilik araştırmacılığının dünya çapındaki uzmanı Ahmet Yaşar Ocak’ın bir başvuru kitabı olan Kalenderiler isimli kitabının gözden geçirilmiş ve genişletilmiş ikinci baskısında da konuyla ilgili çok önemli bilgiler mevcuttur. (Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sufilik: Kalenderiler (XIV-XVII. Yüzyıllar), Türk Tarih Kurumu, 1999).

Aynı isimli eserde sayın Ocak, konuyla ilgili özellikle arşiv belgeleri düzeyinde çeşitli yayınların daha önce yapıldığını belirtiyor. Bunun yanı sıra önemli bilgileriyle de bizleri aydınlatıyor.

Ayrıca Tarihçi Ahmet Hezarfen’in Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nden yaptığı çevirilerle Dergah hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Bunların bir kısmı da gerek kitaplarda, gerekse de Hacı Bektaş, Kızıldeli gibi dergilerde yayınlanmıştır.

Ahmet Hezarfen’in birçok belgesiyle birlikte dergahla ilgili birçok nokta aydınlatılmış oluyordu. Bir dergahın yüzyıllar içindeki gelişim seyri de burada iyi tahlil edilebiliyordu.

Bizlerin en önemli isteği tarihin sayfaları arasında kalan bilgilerin açığa çıkması ve tüm dünya insanlığının ortak mirası olan bilgilerden daha fazla istifade edebilmemizdir.

Yukarıda şiirleri de aldığımız,  Bedri Noyan tarafından basılan Seyit Ali Sultan Velayetnamesi “Kızıldeli Sultan” (Ayyıldız Yayınları, 1999, Ankara) isimli eserde Seyyid Ali Sultan hakkında bilgiler mevcuttur. Ayrıca Şevki Koca’nın Cem Dergisi’ndeki makalesi de detaylı bilgiler içermektedir. (Cem Dergisi, Ocak, Şubat, Mart 2003) Bunların dışında yöreyle ilgili Yunanlı araştırmacıların çalışmaları olduğunu, ünlü Tarihçi Halil İnalcık’ın da konuyla ilgili araştırmalar yaptığını, Prof. Dr. Cemal Kafadar’ın da Kızıldeli Sultan’la ilgili detaylı incelemeler yaptığını biliyoruz. Yaşayan Kızıldeli Süreği hakkında Refik Engin de çalışmalar yapmaktadır. Şahsen ben de, Kızıldeli Ocağı’na dahil dedelerle söyleşilerime devam ediyorum.

 

Dimetoka Seyyid Ali Sultân Dergâhının Postnişinlik Profili Aşağıdaki Gibidir:

 

Seyyid Ali Sultân Dergâhı Postnişinleri   Görev Yılları    Vefâtı

Seyyid Ali Sultân (Kızıldeli)                  1385-1387       1402 (1420)

Yağbali Sultân (Yabalı Baba)              1402-1420                   1484

Yaren Baba                                             1420-1445                   1445

Balım Sultân                                           1445-1484 (1487-1499) 1520

Sersem Ali Baba                                    1499-1520                   1569

Ak Abdullah Baba                                  1520-1559                   1596

Kara Halil Baba                                      1559-1596                   1628

Vahdeti Baba                                          1596-1628                   1649

Pakize Sultân (Pak Baba)                    1628-1644                   1644

Cezbi Abdal                                            1644-1701                   1701

Mehmet Haceti Baba (Hace Baba)     1701-1740                   1740

Mehmed Musli Rahmi Baba (Rehmet Abdal)               1740-1765    1765

Mustafa Gurbi Baba                              1765-1797                   1797

Kara Ali Baba                                          1797-1813                   1813

İbrahim Cefâi Baba                                1813-1826                   1836

(-) Bu profilik lâhika Djocovıca (Yakova) Dergâhı’nda Postnişinlik yapmış olan, aslen eski Yogoslavya Kosmet iline kayıtlı Kâzım Bakali Sipaho Baba (vefât 1983) tarafından kayıt altına alınmıştır. (Ş. K.)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile