2006’da Geziler (4.)

2006’da Geziler (4.)

(SAMSUN HAVSA, LADİK, TOKAT, TURHAL, AMASYA, MERZİFON)

AYHAN AYDIN

12.09.2006

Samsun, Havza

Çok uzun zamandan beri beni içtenlikle davet eden Muharrem Ateş Dede’nin misafiri olarak Samsun Havza’ya hareket ediyorum. Yolda sohbet ettiğim bir amcanın söyledikleri tüylerimi ürpertirken gerçekten de Yunusların Anadolu’sunda daha yüzlerce yıl ateşte pişmemiz gerektiğini anlıyorum. Sohbet Yunanistan’dan yurdumuza gelen “muhacir”e gelip, bu soydaşlarımıza biraz benzettiğim yaşlı amcaya acaba sizlerde onlardan mısınız?, dediğimde “estağfurullah evladım, elhamdullah biz Müslümanız” demesi üzerine yahu amcacığım onlar da Müslüman değil mi, niye böyle konuşuyorsun?, diye biraz da olsa çıkışıyorum, aslında çok da kötü niyetli olmayan yaşlı amcaya. Ee ülkemiz bir garip ülke, ne dediğini, gerçekte neye inandığını da tam bilemeyenlerin ülkesi. Yalnız bu trajedinin çok büyük boyutlara ulaştığını Balkanlar’dan gelen soydaşlarımıza, “muhacirlerimize” aslında çok kötü davrandığımız çok açık ve acı gerçeklerdir. Nihayetinde bu gezide de yaşanan bazı önemli dramları dinleme şansım oldu.

Biraz da Trakya’ya benzettiğim ve çok verimli topraklarından bereket fışkıran bu engebesi, dağı tepesi, vadisiyle hakikaten güzeller güzeli diyara ne de iyi etmiş de gelmiştim. Can dostlarla buluşmak konuşmak yorgunlumu götürdü. Muharrem Dede’yle ilçe merkezine çok yakın olan köyüne gidiyoruz. Burada dedenin meyve ağaçları olan bostanında zaman geçiriyoruz. Sonra ilçe merkezine gidip orayı geziyoruz.

 

13.09.2006

Ladik, Havza

Ertesi gün Havza’yla, Havza köyleriyle iç içe olan Ladik’in Kiraz Pınar köyü’ne hareket ediyoruz. Bizleri bu sefer Sadık Gökalp arabasıyla gezdiriyor. Burada Ayva Tekke Ziyareti yakınlarında yapılan mütevazı cemevinde Ali Baba Ocağı dedelerinden Selamet Ak Baba Dede (1942)’nin cemin son bölümüne denk geliyoruz. Ben tereddütle bizi alıp almayacaklarını gözcü aracığıyla sorduruyorum. Olumlu yanıt alınca birlikte niyazlaşıp cemin son bölümüne dahil oluyoruz. Selamet Dede çok güzel sesi ve sazıyla nefesler okuyup çalıyor. Duaları yanında bizlere çeşitli bilgiler veriyor. Daha sonra kesilen kurbanlardan lokma ediyoruz. Neye niyet, neye kısmet. Burası Anadolu, burası Türkiye. Her dağda, her tepede, her köyde bir ziyaret, bir türbe var. Türbe olan yerde de hiç ummadığınız bir anda kesilen kurbanlardan nasibinizi, lokmanızı alabilirsiniz. Hep birlikte Sivas’taki Ali Baba Ocağı’nın bir kolu olarak uzun zaman önce gelip burada mekan tutan dedelerin mezarlarıyla türbeye dönüşen ve çam ağaçları altında çok da kuvvetli bir geçmişi olduğu, sayısız mezarıyla da bir önemli inanç pınarı olduğu anlaşılan bu türbedeki ziyaretimizi tamamladıktan sonra, bu yöredeki en yüksek noktaya çıkarak birçok Ladik ve Havza Alevi köyünü kameralarıma kaydediyorum.

Daha sonra ise yine çıktığım yol ve gördüğümüz köyler, tarlalar kadar güzel bir başka güzergahtan ilçe merkezine dönüyoruz. Müstakil evinde, Ladik Kiraz Pınar'dan Ali Baba Akı’nın torunlarından Sadık Gökalp Dede (1947)’yle çocukluğu, çalışmaları, Ali Baba, ocak, dede, soyu, taliplerinin dağılımı, erkanlar, türbe konularında bir söyleşi yapıyorum.

Zaman kaybetmeden uzun zamandan beri duyduğum bir başka gerçekle yüz yüze gelmek için hızlı hareket ediyorum. Bu sefer Muharrem Ateş Dede’nin yardımıyla birlikte, Selanik Göçmeni Bektaşi Köyü Hacı Dede Köyü’nden Bektaş Bektaş Baba (1948) Söyleşi yapmak için daha önce randevulaşarak onun evine doğru hareket ediyoruz. Yunanistan Selanik göçmeni (1923) olan babası, göçmenlik, köyün kuruluşu, Bektaşilikle ilgili  bir söyleşi yapıyorum. Söyleşide babanın eşi Dönüş Ana da bulunuyor.

Balım Sultan Erkanı’nın uygulandığı köyün öyküsünü babalarından duyduğu kadarıyla bizlere anlatan Bektaş Baba’dan 2002’de Hakkı Saygı’yla ziyaret ettiğimiz Manisa merkez Yeniköy’deki canların da kendileri gibi Yunanistan’ın Selanik bölgesinden geldiğini, oradaki çok sevgili Arslan babaların da kendi köylerini ziyaret ettikleri bilgisini alıyorum.

Muhacirlikle ilgili gerçekten büyük zorluklar yaşayan soydaşlarımız buraya ilk geldiklerinde sıkıntılarını zor atlatmışken zamanla bu toprakları çok sevmişler, buranın bir parçası oluvermişler.

Bektaşiliğin dünyanın her yerinde aynı temeller üzerinde yükseldiğini, sevgi ve saygı temeline dayanan inançlarını dedelerinden aldıkları gibi yaşattıklarını söyleyen Bektaş Baba bu yolu ölene kadar devam ettirmek istediklerini söylüyor. Köylerin çok güzel olmakla birlikte geçimin zor olduğunu, hayat şartlarının zorluğundan dolayı köyden göçlerin de olduğunu söyleyen Bektaş Baba ne olursa olsun köylerini de terk etmeyeceklerini belirtiyor.

(Mübadeleyle ilgili bu sene okuduğum gerçekten de çok iyi bir çalışmayı siz değerli okurlarıma önermek isterim: Büyük Mübadele, Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), Kemal Arı, 3. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003)

Yanlışa düşmemek için birçok kişiye sorarak elde ettiğim notlara göre yöredeki Alevi köyleri şu şekildedir:

 

Ladik İlçesi’ne bağlı köyler

Kirazpınar (Ayvatekke) (Ali Baba Oğulları)

Oymapınar (Belkuz)

Köseoğlu (Irmak Kıyısı)-Çomaklı

Budakdere (Gevekise) (Kadir Tekke var. Esas dede Ali Baba Evlatlarından Şeyh Ali Tekkeşinoğlugil’ni köyü)

Çamlıköy (Kocaoğlan Türbesi var)

Meşepınar

Sarıgazel

Akyar (Karapınar)

Eynekaraca

Kuyucak (Samut Tekke var)

Söğütlü

Derinöz

(Not: Ayvatekke, Kadir Tekke, Samut Tekke’de yatanların kardeş oldukları söylenmektedir.)

 

Havza’daki Köyler

Ağcamahmut (Muharrem Ateş Dede’nin köyü)

Mürsel

Kayacık (Heleci yatırı var)

Yukarı Susuz (Karaağaç Türbesi var)

Aşağı Susuz (Kul Himmet Türbesi var)

Eymir

Karga (Kirenli)

İmircik (Yüzde on beşi Alevi)

Hacı Dede (Bektaşi Köyü)

Şeyh Koyun (Bektaşi Köyü)

Gidirli Köyü (Dönmüş, Sünnileşmiş köy)

 

Vezirköprü’de:

Güldere

İmircik

Çekme (Dönmüş bir köy)

Alaçam’da: Alemetköyü; Bafra’da Emenli Köyü. Burada başka köyler de varmış.

Çarşamba’da: Karamustafalı.

Terme’de:

Evcinin Üstünde Dere

Sakarlı,

Sivaslılar (Mahalle),

Ayrıca Ali Baba talibi ve Niksar’dan gelme bir mahallesi daha varmış.

Samsun Çarşamba (Salıpazarı’nda) Avut Köyü varmış. Köy 300 Hanelikmiş. Avut Köyü’nden İstanbul’a gelenler; Büyükçekmece Tepecik’te, Kağıthane’de, Sultanbeyl’de, Kıraç’ta yaşıyorlarmış. Yani İstanbul’da 500 hanelik Avutlular varmış. Köyde bir de Zeynel Abidin Ocağı’ndan Cevat Kınalıkaya isimli bir dede de varmış. Bu köyde 6 mayısta Hıdırellez etkinliklri oluyormuş, katılım çokmuş.

 

Tokat, Turhal

14.09.2006

Ülkemizin güzelliği dillere destan desek de acaba gerçekten kaçımız bu eşsiz güzellikleri yaşabiliyoruz, gezip görebiliyoruz. Gerçekten en az gezen toplumlardan birisiyiz. Halbuki hemen hemen hepimizin bir yerlerde akrabaları, iş, askerlik arkadaşları yok mu? Çok mu zor veya bahane sadece maddi mi? Elimdeki imkanları zorlayarak daha çok yer gezemeyiz mi? Kendi ülkemizi, dünyayı tanımadan şu fani dünyadan göçüp gidiyoruz. Gözlerimiz hangi güzellikleri görmeden toprak oluyor, yazık değil mi bu gözlere?

Yeşilin, mavinin bin bir tonu saklı şu memlekette, deniz mi, dağ mı, ova mı, vadi mi ne ararsan var. Tarihse tarih, tarihi eserse eşi benzeri yok. Tabiat güzelliği bakımından ise bu kadar çeşidi bir arada bulunduran bir başka memleket zaten yok. Ama hem ilgisiz, hem tembeliz. Sıradan bir yaşam sürmeye mahkumuz sanki.

Gözlerim tüm ağaçları, dağları, taşları görsün diyorum çevreye bakarken. Bu kadar da güzel miydi, buralar diyorum Turhal’a doğru uzanırken. Turhal’da merkezde bir dedemiz, bir güzel insan bekliyor bizi. Uzun yıllardan beri görüştüğüm, söyleşiler yaptığım Hubyar Sultan Eraslan Doğanay Dede ile görüşmek için yollardayız Muharrem Ateş Dede’yle. Dedeyi verdiği adreste buluyoruz. Çoğunlukla özellikle kışları İstanbul’da bulunan Doğanay Dede’nin torunu sınavlara hazırlanıyormuş o nedenle onunla kalmak için uzun süredir Turhal’daymış. Bir dönem Birlik Partisi’nin Tokat il başkanlığını da yapmış olan Eraslan Doğanay Dede’yle (1939)’yle söyleşimizde şu konular üzerinde duruyoruz:  Yaşamı, Birlik Partisi, Birlik Partisi Tokat İl Başkanlığı, Geçmişteki Dedeler, Cemler, Günümüzdeki Durum, Eleştiri, Yöre Kültürü.

Daha sonra Eraslan Dede bize dedelerinden kalan kutsal emanetlerinin sergiliyor. Bunlar gerçekten tarihi bakımdan da önemli. Kimilerinin küçümsediği Anadolu insanı aslında ne kadar vefalı, ne kadar duygusal, köklerine bağlı bir toplumdur. Gerçi biraz vurdumduymaz, adam sendeciliği, tembelliği de yok değildir ama yine de insanı bazen şaşırtır, ağzı açık baktırır konuşmalarına, fikir yürütmelerini, yapıp ettiklerine ve ürettiği alet edevata.

Hele Anadolu kadını anasından, atasından ne kaldıysa nasıl da sandıklarda saklar ölünceye kadar, bu her seferinde göz yaşı dökerek el sürdüğü  hatıraları. Kullandığı araç gereçlerle ne müzeler kurulur halbuki değerlendirilse. Kentleşmeyle birlikte ise Anadolu köylerinde bir yağma başlamış ilgili ilgisiz kişiler bu kıymeti, pahası biçilemeyecek şeyleri talan etmişlerdir.  Eraslan Dede’nin dedelerinden kalan emanetleri itinayla bizlere göstermesi elbette önemliydi; tarik çubuğu, o dönemin pantalonu, yeleği, tarağı vs. hepsini yan yana kanepenin üstüne serildi. Geçmişe bir seyir yaptık.

Bu arada aslen Malatya, Arapkir Onar Köyü’nden ve bu ocaktan olan İsmail Akkoça (72) Dede’yle karşılaşmak bizim için de sürpriz oluyor. İsmail Onarlı’ya bol selam gönderen Akkoça Dede uzun yıllar önce buraya göç ettiklerini, şimdi ise burada yaşamlarını sürdürdüklerini söylüyor. (Yüreği engin, üretken yazarımız İsmail Onarlı’yı maalesef 11 Nisan 2007’de kaybettik. Ruh ışıklar içinde olsun.)

 

Kahpe felek sana n’ettim neyledim

Attın gurbet ele parelerimi

Ahirinde beni sıladan ettin

Bulunmaz derdimin çarelerini

                        Güden güne alkanlarım akıyor

                        Yaram yürektedir beni yakıyor

                        Biri sağalmadan biri çıkıyor

                        Sağ cerrah incitme yaralarımı

Bir kemlik görmedim aktan karadan

Çetin kurtulurum ben bu yaradan

Gözlerim ki merhem gele sıladan

Dağlar perde tutmuş aralarımı

                        Kul Himmet’im ötesini bilirim

                        Çeke çeke ben bu dertten ölürüm

                        Vadem yeter gurbet elde kalırım

                        Dost olan giyinsin karalarımı

                        (Cahit Öztelli’den)

 

Amasya Merkez

Amasya Merkez İlyas Köyü'nde Baba İlyas Horasani'nin Türbesi’ni ziyaret ediyoruz.

Ahmet Yaşar Ocak’ın çalışmalarından öğrendiğimize göre; Baba İlyas’ın asıl adının Ebü’l-Beka Şeyh Baba İlyas b. Ali el-Horasanî olduğu, Moğol istilası sırasında Harezmşahlar devletinin yıkılışından sonra, Anadolu’ya gelip sultan I. Alaeddin Keykubad’ın emrine girmiş bir Türkmen babası olduğu bilinmektedir.
Baba İlyas, Anadolu’ya Dede Garkın adındaki bir başka Türkmen şeyhinin halifesi sıfatıyla gelip Amasya yakınlarındaki Çat köyünde (bugünkü İlyas köyü) zaviyesini açmıştır.

Böylesine tarihi bir köyü ziyaret etmek önemli ama maalesef köyde kalıp detaylı alan çalışması yapamıyorum.

Aslında bu köy Aleviymiş ama şimdi “karışık” bir köy olarak söyleniyor; Alevi/Sünni karışık bir köy. Köydeki Aleviler cemlerini yürütmeye çalışıyorlarmış. Türbe ise köyün dışında ağaçlık bir alan içinde. Türbenin yanında ise yakın zamanda yapılan iki katlı bir binanın üst katının bir salonu cem evi olarak kullanılıyormuş. İşin ilginç yanı ise Ankara’da türlü eleştirilere maruz kalan “Zöhre Ana” ismiyle anılan bir kadının yazdığı şiirin mermere yazılarak türbeye asılmasıydı. Sahipsizlik ve bakımsızlık dikkat çekerken, buralara bakan bir canımız kurbanların kesildiğini, lokmaların dağıtıldığını ve her yerden Alevi/Sünni binlerce insan burayı ziyaret ediyormuş.

Amasya Merkez Pir Hamdullah Efendi Türbesi’ne biraz geç saatlerde varsa da, buradaki dostların tesadüfen türbe yanında büyüyen ve hayli mahsul veren üzümleri derlediklerini görüyorum.

 

Hamdullah Efendi Türbesi ve Bir İnanç Sömürüsü Gerçeği

 

Pek çok arzuladım varayım dedim 
Varamadım gül yüzlü yar küstün mü? 
Haki payına yüzler süreyim dedim 
Süremedim gül yüzlü yar küstün mü?

On beş yıl yaklaştı olmadı çare 
Erenler terkim kılmadı zara
Fazlı gibi kendi kendim hançere 
Vurmadım gül yüzlü yar küstün mü?

Sıra ister Beytullah'm yolları
Onun yolu zordur yokuş belleri
Al yanakta al kırmızı gülleri 
Deremedim gül yüzlü yar küstün mü?

Aşık oldum Ehlibeyt'in nuruna
Amasya'da yatan gerçek pirime 
Elim bağlı belim bağlı darına
Duramadım gül yüzlü yar küstün mil?

Eşiğine süremedim yüzleri
Gözüme tütüyordur ayak izleri
Dili şeker ezer şirin sözleri 
Eremedim gül yüzlü yar küstün mü?

Velim eyder işim ahızar idi
Bizi bu sevdaya salan yar idi 
Danışmaya çok müşkülüm var idi 
Soramadım gül yüzlü yar küstün mü?

 

“Hacı Bektaş Veli dergahının 23. Postnişini olan Hamdullah Çelebi (1767-1836), Feyzullah Çelebi’nin büyük oğlu olup, babasının 1824 yılında Hakk’a yürümesi üzerine Postnişin olmuştur. Asıl adı Mehmed Hamdi olan Hamdullah Çelebi (Hamdullah Efendi) önce Yeniçeri Ocaklarının ve bunun devamında Bektaşi tekkelerinin kapatılması sonucu II. Mahmud tarafından 23 Cemaziülahir 1243 (1827 Miladi) tarihli fermanla Amasya’ya sürgün edilmiştir.” (Sanat Tarihçisi Sayın Muzaffer Doğanbaş’ın Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Merkezi Dergisi Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi’nde ve Merkezin internet sitesinde yayınlanan Amasya Yöresi Ziyaretgahları  isimli araştırma yazısından.)

Hamdullah Efendi’nin buraya sürgün olarak geldiğini, yöre halkının kendisine bağlılığından dolayı burasının onu sevenlerle dolup taştığını söyleyen burada ziyaret ettiğimiz canlar, burasının Hamdullah Efendi’nin Hakk’a yürümesinden sonra Alevisiyle Sünnisiyle Türkiye’nin birçok yerinden gelen ziyaretçilerin her zaman dualarda bulundukları çok bilinen bir kutsal mekana dönüştüğünü söylüyorlar.

Amasya Valiliği internet sitesinde türbeyle ilgili şu bilgiler vardır: Pirler Parkı güney-batı ucundadır. 1847 yılında yaptırılmıştır. Kare planlı, tek kubbeli, kubbeye geçişler troplu, kapı ve pencere söveleri düzgün kesme taş, duvarları ise moloz taş tekniği ile yapılmıştır.

Hamdullah Efendi ve Türbeyle ilgili detaylı bilgileri ise öğrenmek yukarıda anılan kaynağa bakmak yeterlidir.

Hamdullah Efendi Türbesi Amasya’da tarihi ahşap evlerin ve gecekonduların da bulunduğu dar sokaklarıyla oldukça güzel ama bakımsız bir mahallede iken burada kışları karlar yağdığında yapılan/yapılabilecek cemleri hayal etmek zor değil. Muharrem Ateş Dede ve türbeyi ziyaretimizde rastladığımız buranın müdavimleri ve hizmetkarları olarak kendilerini gören canların ifadelerine göre gerçekten de geçtiğimiz kış çok zor koşullarda da olsa burada kurbanlar kesilip cemler yapılmış. Herkesin kendi getirdikleriyle lokma ettikleri çayların yanında sohbetler koyulaşmış, bir geçmiş zaman türküsü gibi yanı başlarında Pir kapısu olarak bildikleri büyük ocaktan/dergahtan buraya misafir gelmiş bir büyük ulu ruhun manevi gücünü de yanlarında hissederek türlü hayal alemlerine dalıp gitmişler Amasya’nın keskin soğuna karşı. Zalimlerin hep haklı çıkarıldığı sahte anlatılar yerine boz atlı Hızır’ın, Düldül’ün mazlumların hep haklı çıktığı kahramanlıklarının hayalinde günler günlere karışırken, geceleri tatlı bir huzur sarmış, yağan karla birlikte inançları ve kültürleri onları daha çok birbirlerine kenetlemiş.

Amasya’ya gidip te Hamdullah Efendi Türbesi’ni ziyaret etmeden geçmeyin! Çok güzel iç süslemeleriyle göz kamaştıran, küçük de olsa çok güzel camlarından vuran ışık altında dualarınızı ederken, Mimar Sinan gibi dünya durdukça eserleriyle anılacak çok büyük yüreğin, bir dahinin kendisine küçücük bir türbe yaptırması gibi, maneviyat bahçesinde Anadolu’yu ve Balkanları aydınlatmış bir ulunun yolundan gitmiş bir çelebiye yapılan mütevazı ama çok anlamlı bu altın kubbe altında tefekküre dalmadan, biraz soluklanıp, düşünmeden bu diyardan geçmeyin, derim.

Türbenin bulunduğu daha doğrusu türbe duvarlarının dışında hiçbir arazisi yokken buradaki duyarlı insanlarımız, türbe yakınlarındaki araziden bir miktar alarak türbenin alanını genişletmek istiyorlar.

Bir gecekondunun da bulunduğu ve Hamdullah Efendi adına kurulan bir derneğe de ev sahipliği yapan binaları almak için çok iyi niyetlerle başlayan çabaları ne yazık ki, ulu Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin soyundan geldiğini iddia eden bir “efendi”nin çıkar hesaplarına heba edilmiş.

Buna göre iki ayrı parsel üzerinde bulunan arsaları alıp, burada bir cemevi yapma adı altında inançlı tertemiz insanlarımızdan yüklü bir miktarda para toplayan bir kendini bilmez adam, alınan arsayı kendi adına tapu ettirdiği gibi bu arsayı da kimseye danışmadan kendi adına satıp parayı kendi hesabına geçirmiş.

Oraya gidince öğrendim ki, tüm çevredeki canlar, hatta daha sonra gittiğim Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın şu andaki postnişini Sayın Veliyettin Ulusoy Efendi ve birçok çelebi durumdan haberdar olmuşlar ve tarifsiz bir üzüntü ve öfke içindeler.

İnancına bu derece bağlı insanlarımızı üzmek, sömürmek, bir büyük yola kara çalmak ne büyük bir adilik!

Yol cümleden uludur! Düsturuyla dişinden tırnağından arttırdıkları üç beş kuruşu buraların kalkınması, ilerlemesi, insanımıza, gençlerimize, çocuklarımıza ışık yuvaları olması için ortaya koyanları dolandırmak gibi bir adiliği inanç önderliği adı altında yapmak ise inanç sömürüsünün en çirkin yüzünü gösteriyor.

Bu utançlı durum dilden dile yayıldığı halde, hatasını düzeltmek istemeyen bu zatı muhterem yeni oyunlar peşindeymiş. Yazıklar olsun! Hakk senin hakkından gelir, yolun kılavuzları, rehber ve önderleri yolun kuralınca sana haddini bildirir inşallah! Ne diyeyim. Bizden bu kadar.

Bu vesileyle okurlarımızı, canlarımızı uyarıyoruz; inanç sömürüsünün savunulacak yeri yok. Alevisi de, Sünnisi de bundan nasibini alabiliyor. Mutlaka duyarlı olup bu gibi durumlara müsaade etmemeliyiz. Gözümüz, kulağımız biraz açık olmalı, yoksa yarınler bizden hesap sorar.

 

Havza

15.09.2006

Ben birkaç gün ılıcalarda kalayım da şifa bulayım düşüncesindeydim aslında Havza’ya geldiğimde. Ama sonuçta bu kafa bendeyken değil şifa her hareketimle yeni dertler bulmak için çokça yorulmama gerek yok! Havza’nın kaplıcaları malum, büyük önder Atatürk’ün de Havza Tamimi’ni yayınladığı dönemde kalıp şifa bulduğu Havza kaplıcaları gerçek bir sağlık kaynağı. Büyük önderin daha genç yaşlarda böbreklerinden hastalandığını bir kitapta okumuştum. Trablusgarp’ta iken ne acılar çekmişti, aylar boyunca ağrısı azalmamıştı. Ben de biraz bundan esinlenenmiş ve bölgenin belki de gerçekten Karadeniz Bölgesi’nin en modern kaplıca otelinde, otel sahibinin sayesinde birkaç kalayım demiştim. Ama sen misin ılıcaya girdikten sonra çarşı Pazar dolaşır, dağlar aşarsın ha! Al sana derman! Derlerdi inanmazdım, şimdi sorunlarım daha da arttı. Bir de kulak çınlamaları aldı yürüdü! Neyse bunda da vardır bir kısmet, ya Kerim!

Atatürk'ün Havza’ya gelip (1919) Havza Tamimini yayınladığı ve aynı zamanda kaldığı da söylenen "Mesudiye Oteli" – şimdi Atatürk Evi – oldukça bakımlı bir bina. İki katlı tarihi binada bizleri "Memur-Araştırmacı" Şenol Katkat bilgilendiriyor. Konuya oldukça vakıf olan Katkat Havza hakkında da çok bilgili bir isim.

Muharrem Ateş, Sadık Gökalp ile birlikte Havza Kaplıcalarını, kentteki tarihi mekanları geziyoruz.

Atatürk Evi Yakınında Pamuk Dede Türbesi, Atatürk'ün kaldığı söylenen Bayram Efendi Evleri (Konakları) Havza’da görülmesi gereken yerlerden. Konaklar orijinal halleriyle ayaktalar.

Selanik Göçmenlerinden Bektaşi Sünnetçi Mehmet Usta'nın Torunu Ali Özkan’la (1943), kent merkezindeki nalbathanesinde söyleşiyorum. Ali Özkan dedesinin ve babasının çekmiş olduğu sorunlardan bahsediyor.  (Aleviliğini, Bektaşiliğini bilmeden) dedesine yöredeki insanların ayrımcı bir tutum izlediklerini göz yaşlarıyla anlatan Ali Özkan aslında kendilerinin de bazı sıkıntılar yaşadıklarını içli içli anlatıyor. Yüreği temiz bir insan olan Ali Özkan aslında devrimci demokrat bir insan. Atatürk’ün, Uğur Mumcu’nun, İmam Ali’nin resimleriyle süslediği bürosunda bir de bağlama bulunan Özkan Yunanistan’dan Samsun’a uzanan bir dostluk köprüsünün hüzünlü tanıklarından birisi. Dedesi ve babasının çevrede çok sevilen insanlar olduklarını, Samsun’u, Türkiye’yi çok sevdiklerini söyleyen Özkan dedelerinin Yunanistan’dan yanlarında, gemide getirdikleri bazı hatıra eşyaları da bana gösteriyor.

Daha sonra yürüyüşümüzde Havza’dan geçen trene rast geliyoruz. Muharrem Ateş Dede şehirlerarası treni kendilerinin tercih ettiklerini, bunun hem çok ucuz, hem de güvenilir bir ulaşım aracı olduğunu hatırlatıyor.

 

Merzifon, Piri Baba Türbesi

16.09.2006

Tarihte Merzifonlu Karamustafa Paşa’nın ismiyle aklımda kalan ve bazen teyzelerimin Merzifon eşeği, Merzifon peştemalı isimlendirmelerinden aklımda kalan Merzifon’u ziyaret etmemek olanaksız. Hem de burada büyük bir Alevi Bektaşi ereni varken, nasıl olurdu da tarihin soluduğu kentlerimizden birisine uğramazdık.

İlk önce aslında bir haylide fazla olan tarihi evlerin bulunduğu bir dar sokakta arabamızı park ediyoruz. Caddede yer bulmak çok zor. Sonra kent merkezine doğru hareket ediyoruz. Celal Arslan Dede’nin tanıdığı  Sevgili A. Zeki Sosyal’ı arayarak bizleri kentte gezdirmesini istiyoruz. Gerçi Muharrem Dede burayı iyi biliyor. Randevu saatine kadar kendi çapımızda bir gezintiye çıkıyoruz. Bir ayakkabı boyacısıyla doya doya sohbet ederken Piri Baba’nın da bir zamanlar gelip banyo yaptığı hamam’ın bir köşesinde onun adına bir çeşmenin (kurun veya bir bölünün) olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Aslında boyacının hemen arkasında şimdi üstünde toprak damları üzerinde otlar biten tarihi hamam ve yapıların uzandığı ören yeri var. İki üç kere hayranlıkla baktığım ve yörenin en muhteşem binası olan Karamustafa Paşa Camii’nin avlusunu dolduran onlarca insanımızın huzur içinde abdest alması, sohbet etmesi, insanların bir kapıdan girip diğerinden çıkarak burayı yaşanır kılmaları beni çok sevindiriyor. Döne döne camiye, caminin avlusundaki yüzlerce yıllık çınarlara, muhteşem işlemeleriyle göz kamaştıran şadırvana bakıyorum.

Daha sonra birine sorsak belki bize bilgi verir dediğimiz Piri Baba’nın hamamdaki makamına ulaşmak için caminin tarihi hanlara açılan kapısından adımımıza atıyoruz. Şans mıdır, kader midir, kısmet midir, nedir? Uzun zamandır sokağa çıkmayan, o gün biraz dolaşmak için merkeze inen belki de bu yöreyi en iyi bilen insanlardan birisi olduğunu anladığımız bir güzel insanımızla karşılaştırıyor erenler bizi: Muhsin Basmacı’yla. Daha sonraki konuşmalarımızla birbirimize sıkı sıkıya bağlandığımız bu dünyalar tatlısı insanın, tüm Merzifon’da arasak anca bulacağımız bir rehber olduğunu nereden bilecektik! Meğerse Basmacı buranın Alevi köylerinden birisindenmiş ve hemen hemen tüm yaşamı Merzifon’un merkezinde geçmiş.

Ben de çok uzun zamandır gitmemiştim, bu sayede sizlerle birlikte gezerim dediği ve iki kattan oluşan, tümüyle taştan yapılmış, Taş Hana gidiyoruz. Burası deve kervanlarının uğrak yeri olarak, develerin, kervancıların konakladıkları, büyük hareketlilikte bir büyük alış veriş merkeziymiş. Halen kervancı odalarının depo olarak kullanıldığı Taş Han muhteşem bir bina gerçekten de. Bunun tam karşısında tamir edilen, yenilenen yine çok büyük bir han daha görüyoruz. Sokak çok canlı, hareketli. Tarihin fışkırdığı sokağın sonunda ise bir tesadüf sonucu bulanan tarihi hamam var. Şu anda tümüyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan hamam’ın devamında yine çeşmeler, tarihi camiler var.  Muhsin Basmacı (73) meğerse Araştırmacı Yazar İsmail Onarlı’nın da tanıdığı, hatta eşinin yakınları olan bir canımızmış. Sonra bize A.Zeki Sosyal (62)’da katılıyor. Çarşı pazarı dolaşıyoruz. Burada her şey, her yer tarih. Özellikle camiler, çeşmeler, türbeler dikkati çekiyor.

Muhsin Basmacı kentin en eski yerleşim yerlerine bizi götürüyor. Burada ahşap, cumbalı tarihi evlerin halen kalması, insanların pencereden pencereye sohbetler etmeleri, komşuluklarını yaşatmalarına tanıklık ediyoruz. Meğerse gerçek anlamıyla Merzifon bir Ermeni yerleşim bölgesiymiş. Onbinlerce Ermeni’nin yaşadığı Merzifon’da çok büyük ve tarihi Ermeni kiliseleri de varmış. Ermenilere karşı olumsuz hareketler sonucunda özellikle Topal Osman’ın Ermeni kıyımı yapmaya kalkması sonucunda binlerce Ermeni evini, bağını, bostanını, işyerini terk ederek buradan gitmek zorunda kalmış.

Şu anda yerinde yeller esen ve yüzlerce, belki de binlerce insana hizmet veren yörenin en büyük Ermeni kilisesinin taşları bile kalmamış. Bir diğer görüntülerinin de aldığımız kilise de ise kasıtlı olarak yangınlar çıkarılmış. Bu muazzam kilise de enkaz halinde kaderine terkedilmiş, bir şekilde geçmişin ayinlerini anarken, geleceğinden endişeli bekliyor.

Birlikte Nusretiye Mahallesi’ndeki Piri Baba (Seyit Pir Mehmet Baba) Türbesini ve hemen yanındaki cemevini ziyaret ediyoruz. Her zaman ziyaretçisi olur, denilen türbede gerçektende birçok insanla karşılaşıyorum. Hatta oldukça modern giyimli gençler dikkatimi çekiyor. Bahçesi bakımlı olan türbenin avlusunda korunabilmiş beş on mezar taşı dikkat çekiyor.

Geyik boynuzlarının, doksan dokuzluk irili ufaklı tespihlerin bolca bulunduğu işlemeleriyle dikkat çeken Piri Baba Türbesi kentin önemli bir kısmını gören yüksekçe bir yerde.

Bu arada Alevi kurumlarına türlü eleştiriler de yönelten Adıgüzel Erbaş (56) Dede’yi de tesadüfen türbe önünde görüp sohbet ediyoruz. Aslında Çorum merkezde oturan ve İmam Musayı Kazım Evlatları’ndan Seyit Söylemez Ocağı’na bağlı dede bizleri Çorum’a da davet ediyor.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Merzifon Şubesi gençlerinin semah çalışmalarına denk geliyoruz. Gençlerle sohbet ediyoruz. Yöreye has semahları sergileyen gençlerin aşk dolu insanlar oldukları görülüyor.  Öncesinde cemevi avlusunda toplanan canlarımızla sohbetlerimle yöredeki Alevi köylerinin isimlerini derliyorum.

 

Merzifon’daki Alevi Köyler:

Hayrettin (Nuzla ve Nihoroz Türbeleri var. 55 Hane (yaklaşık sayılar))

Yakup (Ahmet Hoca Türbesi var. 110 Hane, cemevi var.)

Oymak (20 Hane)

Kıreymir (40 Hane)

Göller (Şimdi Eski ve Yeni Göller ismiyle iki köy olmuş. Hacı Yakup Türbesi var. 25/30 Hane)

Balgöze (Eski ismi Emert, 90 Hane)

Oymaağaç (Kemal Dede ziyareti var. 70 Hane)

Gümüştepe (Eski ismi Harız, Göğcedede (bunun yanında Sıdkı Baba’nın çocukları; Hamdullah Dede’yle, Ali Bagıgül (Efendi) Türbeleri var. Onlar da Sıdkı Baba gibi şairdirler. Yağmur yağdırmak için buraya duaya çıkarlar), Sıdka Baba Türbeleri, Çıkan su Tekkesi (sarı yaralara, kaşıntıya derman olduğuna inanılıyor, dilek dileyenlere çocuk verdiği söyleniyor.) var, cemevi var.)

Alışar (Alevilerin fazla olduğu Alevi/Sünni karışık bir köy)

Yalnızköy (Alevlerin az olduğu Alevi/Sünni karışık bir köy)

Karatepe (100 Hane)

Sarıköy (Alevilerin fazla olduğu Alevi/Sünni karışık bir köy)

Karamağra (50/60)

Diphacı (150’den fazla)

Eymir (60/70)

Küçük Çay (Eski ismi Kirazlı, 50 Hane)

Elma Yolu (Eski ismi Aşağı Şamba, 35/40)

Karakaya (50/60)

Hacet Köyü

Hırka ( Ökkeaşa Sultan Türbesi,100 hane)

Alıcık (Nahiye) (Alevilerin fazla olduğu Alevi/Sünni karışık bir köy)

Han Köyü (Karışık)

Kayadüzü (Belde)

Aksungur (Eski ismi Gemerez, Karışık)

Ortaova (Alala, karışık, Aleviler on hane kadar)

 

Havza, Muharrem Ateş Dede

18.09.2006

Yedi yıl önce kendisiyle bir söyleşi yaptığım Karadonlu Canbaba (Ateşoğ) Evlatlarından Muharrem Ateş (1945)’le kendi evinde tekrar bir görüşme yapmak yararlı olacaktı. Bu söyleşide dedenin çocukluk günlerine bir yolculukla işe koyulduk. Büyük sıkıntılarından bahseden dede, babası Ali Dede’nin ilginç hayat öyküsü (1905-1970)’ni bize anlatırken ben de şaşıp kalıyorum.  Rusya'da uzun yıllar esir kalan babasının yaşamöyküsü başlı başına bir yazı konusu. Dedeyle yaptığım görüşmede şu konuları konuşuyoruz: Karadonlu Can Baba, Dedeler, Gerçek Dedeler, Cemler, Ceme Gidişi, Talip Üzerine Çıkışı, Taliplerinin Nerelerde Olduğu.

Bu arada Şeyhkoyun Köyü’nden Bektaş Baba’nın Dervişi Sıdkı Deniz’le (71) sohbet ediyoruz.

 

Havza Dosteli Yardım Kampanyası

19.09.2006

CEM Vakfı bünyesinde kurulduktan sonra çok önemli hizmetler veren Dosteli Yardım Komisyonu hizmetlerini İstanbul’la sınırlamış bir kurum değil. Bu sene Türkiye’de de yardıma muhtaç olanlara dost ellerini uzatmak için yollara düşen komisyonun çok değerli üyeleriyle burada buluşmak çok hoş bir sürpriz benim için. Büyük bir tırla kente gelen ekip burada bir heyecan uyandırıyor. Mehmet Öngel Okulu'nda Cem Vakfı Dosteli Yardım Komisyonu'nun Bir Defter Bir Kalem Kampanyası’na katılanlar bir büyük mutluluğa tanıklık ediyorlar. Komisyon başkanı Sayın Sakine Tükek’in konuşmasıyla ihtiyacı olan çocuklara okul araç gereçlere yanında ayakkabı, çorap vs. de dağıtılıyor.

Sonra hep birlikte gerçekten ihtiyaç sahibi olan iki aileye yardım için Kayacık Köyü'ne gidiyoruz. Tesadüfen bir köy düğününe denk geliyoruz. Halay çekenleri bizler de görüntülüyoruz. Sakine Tükek ve yanındaki on üç çalışan ve yardımcı arkadaşın mutluluklarına diyecek yok. İnsanları sevindirmenin mutluluğunu onların yüzünde de görebiliyorum.

Ben köyden bir arkadaşla köy merkezini daha iyi görüntülemek için yüksek bir tepeye çıkıyorum. Hakikaten manzara muhteşem.

Köyde bir canımız bir ilahiyatçının Alevilik’le ilgili bir kitap yazdığını ama bu kitabın pek de Alevilerin yararına olmadığını söyleyince araştırıp o kitabı buluyorum. Havza’da fotokopisini çektirip bir kopyasını alıyorum.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Havza Şube başkanı Sayın Şahin Alkan'ın bana hediye ettiği  27 Nisan 2005’deki cem cd.lerini alıyorum. İstanbul’da izlediğim bu görüntüler yörede kendim katılmasam da arşivimdeki cem kaset ve cd.lerine eklenen yöresel bir kaynak oluyor.

Havza Belediyesi Kültür Sarayı’nda yapılan cemde Turan Ovalı (Post Dedesi/ Pir Sultan Ocağı / Merzifon), Muharrem Ateş (Karadonlu Can Baba Ocağı / Havza), Hayar Kahya (Şıh Yakup / Reşadiye), Sadık Gökalp (Ali Babaoğlu / Havza) hizmet yürütüyorlar.

 

Nevşehir, Hacı Bektaş, Veliyettin Ulusoy

21.09.2006

Oldukça yorgun olmama rağmen ziyaretimi kutsal mekanda nihayetlendirmek niyetiyle çeşitli işlerim dolayısıyla bu sene gidemediğim Hacı Bektaş’ta yöneliyoruz. Burada ilk önce Belediye Başkanı Sayın Ali Rıza Selmanpakoğlu’yla uzun bir sohbetimiz oluyor. Bu seneki etkenlikleri değerlendiriyoruz. Başkan tüm kurum ve kuruluşlara eşit mesafede olmaya kesin kararlı olduğunu söyleyerek rahatsızlık duyduğu çeşitli konulardaki görüşlerini bizimle paylaşıyor. Daha sonra ise şu anda Hacı Bektaş Dergahı postnişini olan Veliyettin Ulusoy’u ziyaret ediyoruz. Uzun süre dertleşme ve bilgi alış verişinden sonra o gece Ulusoy’un evinde kalıyoruz.

Ertesi gün Veliyettin Ulusoy (1942)’la yaptığım söyleşide: Yaşamı, Almanya'daki Öğrenimi, Yol, Kalender Çelebi, Hacı Bektaş, Alevilik-Bektaşilik, Dedeler ve Diğer Sorunlarla ilgili çekimli söyleşi yapıyorum.

Veliyettin Efendi’yle birlikte dergahı ziyaret ediyoruz. O anda tesadüfe orada bulunan Dr. Abdülkadir Sezgin’in de katıldığı türbe ziyaretini yapıyoruz. Abdülkadir Sezgin Veliyettin Ulusoy’la görüşmek istediğini söyleyerek bizden müsaade istiyor. Ben de Ankara üzerinden aktarmalı bir otobüsle İstanbul’a hareket ediyorum.

 

01.10.2006

Ankara, Nedim Şahhüseyinoğlu

Bayram tatili için geldiğim Ankara’da uzun zamandan beri söyleşi yapmak istediğim Araştırmacı Yazar Nedim Şahhüseyinoğlu’yla 2 Temmuz Vakıf merkezinde uzun bir söyleşi yapıyoruz. Söyleşide: Yazarın Yaşamı, Köy Enstütileri, Öğretmen Örgütlenmeleri, Eserleri, Eserlerinin İçerikleri.Alevi Örgütlenmeleri, Sorunlar, Karaşar, Balıyan Aşireti vs. konularını konuşuyoruz.

Nihayetinde kendi hizmet binasını satın alarak biraz da olsa rahat nefes alan 2 Temmuz Vakfı’nda bir süre bu yola içtenlikle hizmet veren meselenin köken değil, niyet ve hizmet olduğunu gösteren “bacı”lardan Emel Sungur’la sohbet ediyoruz. Nihayetinde ben 1995’de bir süre Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde, Dergi’de çalışırken kendisiyle ve Nedim Şahhüseyinoğlu’yla da bir aradaydım.

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, SAYFA: 587-605

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile