Antakya’da Nusayrilerle Bir Önemli İnanç Önderi Olarak Nasrettin Eskiocak’la Söyleşi
Antakya’da Nusayrilerle
Bir Önemli İnanç Önderi Olarak Nasrettin Eskiocak’la Söyleşi
(18 - 19 Haziran 2004)
AYHAN AYDIN
Sayın Doç. Dr. Hüseyin Bal’ın hazırladığı ve CEM Vakfı Yayınları arasında çıkartılması planlanan Alevi İslam Yolu isimli eserde yer alan Nusayrilerle ilgili bölüm hakkında konunun önde gelen ismi olarak görülen Nasrettin Eskiocak’la görüşmemin yararlı olacağı kanaatine varınca Hatay’a gittim.
Burada çok yoğun bir ilgi ve sevgiyle karşılandığımı belirtmem gerekir. İzzettin Doğan’a, CEM Vakfı çalışmalarına büyük bir muhabbet duyan bölge din önderlerinin bu ziyaretten çok etkilendiklerini, çok memnun olduklarını gördüm.
Yeni bir diyara gelmenin, insanlarla tanışmanın, güzellikleri paylaşmanın heyecanı içerisindeyim. Türkiye’de bir çok yere gittim fakat Antakya’ya (Hatay’ımıza) ilk defa geliyorum. Bu güzellikleri, zenginlikleri, alıp daha geniş kitlelere, on binlere ulaştırmaya çalışacağız kısmet olursa. Bu sadece benim yaşadığı bir güzellik olmayacak.
Nusayriler yüzyıllardır buralarda Antakya’da (Hatay’da) bu güzel topraklarda barış, huzur, kardeşlik duyguları içerisinde yaşayan, bu yörenin kutsal mekanlar olmasını sağlamış insanları.
Adana’dan Hatay’a yaptığım yolculuk boyunca buralara duyduğum özlem ve sevgi canlandı her an. Ben ne kadar da çok gezmeyi seven birisiyim. Hiç durmadan gezmeliyim ben. Tam bir Evliya Çelebi misali diyar be diyar dolaşmalıyım tüm dünyayı. Kafamın içinde gideceğim yerle ilgili önceden bir parça da hayal ürünü olan kimi yakıştırmalar da yapmaz değilim hani. Şimdi de farklı olmadı tabii acaba söylendiği gibi çok mu sıcak gerçekten, hiç mi dayanılmaz buraların sıcağına? Yoksa biraz da abartılır mı bu tip şeyler? Ya tabiat nasıldır buralarda, ağaçlar, çiçekler nasıldır, bahçeler bağlar var mıdır? Kent merkezi, tarihi yapılar, ya insanlar, insanların giyimleri nasıldır? Tüm bunları düşünmedim değil yol boyunca.
Beni büyük bir sevgiyle karşılayan bu tertemiz yürekli insanlarla öyle bir kaynaşıp, bütünleşiyorum ki işte ben buyum diyorum, gerçekten ciddi manada hiçbir önyargısı olmadan tüm insanları sevebilen bir Ayhan Aydın. Ne Kürt’ü, ne Ermenisi, ne Arabı, bana insan lazım insan. İnsanoğlu hayatı anlamlı kılan tek unsurdur. İnsan olmazsa şu koskoca dünyanın, evrenin ne anlamı olabilir. İnsan olmazsa sadece hayvanlarla dolu bir cennet olsa bile dünyada yaşanabilir mi? Hoş bu dünyayı cehenneme çevirende insan oğlundan başkası değil ya, neyse.
Evet dostlar, beni karşılayan bu uzun sakallı, ceketli, beyaz göynekli canlar bir başka kültürü, bir başka diyarın zenginliğini taşıyorlar. Burası benim ülkem ve ülkemin her karış toprağında yeryüzünün hiçbir yerinde olmayacak bir güzellik fışkırıyor.
Evet, evet kimi illerimizde Kürtçe konuşulur, kimi yerlerinde de işte Arapça konuşuluyor. Acısıyla, tatlısıyla, gazabıyla, kiniyle, nefretiyle, açlığıyla, tokluğuyla, bu diyar be memleket bizim.
Nasrettin Eskiocak ailesinin olduğu yere doğru yol alırken, kent merkezinde tarihi binalar gözüme ilişiyor. Kent merkezi aslında mütevazi bir yapıda. Öyle gökdelenli, blok blok ultra küçük kentlerin çevresinde boy atmadığı bir şehir burası. Ne gam! Burası da böyle, kim ne diyecek. Merakım uçup gidiyor zamanla ne güzel; bol bol ağaç, bol bol bahçeler var burada da. Ne güzel. Bana göre ağacın olmadığı bir yerde yaşanmaz ki, yaşanamaz ki. Aslında su kaynağı da bol bir yer burası. Bağlar, bahçeler var. Ama ben isterdim ki, dünyanın ilk kiliselerinden, Mimar Sinan’ın yaptığı eşsiz külliyelerden, demirkapılardan, geçitlerden, surlardan bize neler kalmış… Bu sadece Anadolu’nun değil Ortadoğu’nun da en eski yerleşim birimlerinden birisi olan kutsal topraklarda, kutsal inanç merkezinde neler var? Onları görmek isterdim.
Ağacı, bahçesi bol olan bir alanda Eskiocak ailesinin evinde soluklanıyorum. Atalarının mezarlarının olduğu mezarlığı ziyaret benim için de çok şaşırtıcı bir deney oluyor. Tümüyle mermer ağırlıklı olan mezarların boyutları gerçekten oldukça büyük. Adam boyu büyük mezarlarda çevrenin en köklü ailelerinden Eskiocak’ların büyüklerinin kabirleri de bulunuyor. Onları teker teker ziyaret ediyorum, kayıt altına alıyorum.
Yalvarması boynumuza farzoldu
Edeb erkân mü’minler arzoldu
Mü’minin secdesi Hak niyaz oldu
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Kim kaildir mahşere kalan davaya
Şah Hasan’a ağu vedi Muaviye
İmam Hüseyin mürrüvvet eyle canıma
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Musa Kazım ile salayı veren
İmam Rıza ile mescide giren
Takî ile Nakî canıma gelen
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Askeri’nin askerine katılan
Kul olup Belh Buhara’da satılan
Çöl Kufe şehrinde nara atılan
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Kırklar’ın cemine beraber gelen
Servet Muhammed’in bacını alan
Sancağını çekip Zülfikâr çalan
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Fakir Ednâ’m der ki bu sırra eren
Üstadım Hatayi darına duran
Tamuda yanar mı nurunu gören
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Bu yörede yaygın olduğu gibi çok büyük bir Hızır sevgisinin yansıması olarak bir önemli Hz. Hızır Ziyareti’ne gidiyoruz. Harbiye yakınlarında olan bu Hz. Hızır makamı dışında Hatay’da ve yurdumuzun birçok yerinde Hızır’a ait birçok türbe, ziyaret ve makam yerleri var. İnsanlığın ortak bir hayali olan “dar günlerin mucizevi ak sakallı yardımcısı” Hızır Anadolu kültürünün en birleştirici unsurlarından birisi aslında. Hangi Türk, pardon hangi Anadolu’lu Hızırı bilmez ve anmaz!?
Yolları gözlenen, dertlere derman, hastalara umut kapısı Hızır’a duyulan sevgi aslında bir peygambere duyulan sevgiden başka bir şeydir. Ölümsüzlük suyunun kaşifi, anaların onulmaz dertlere tutulan çocuklara ulaşmasını istedikleri, temmuz sıcağında tarlada çalışanlara bir yudum su olup akıp gelen, boz atlı Hızır en sıkıntılı ve dar günlerimizin, kar boran altında açılan bir gül bahçesi gibi umutlarımızın ölümsüz sandığı olarak toplumsal belleğimizde hep yaşayacak, yaşamalı! Hızırsız bir dünya olamaz, bu adaletsiz dünyada Hızırlarımız olmalı, her işi Hızıra havale etmesek de, ondan da umudumuzu kesmemeliyiz. Dertlilere derman ya İmam Hüseyin, ya Hızır Nebi!
Ziyaret ettiğimiz türbenin yanında o kadar çok kab kaçak ve çatal bıçağın olduğu bir lokma hazırlama yeri var ki ben bile şaşıp kalıyorum. Gerçekten de şaşıp kalıyorum istisnasız yüzlerce, binlerce tabak, çatal, kaşık bir arada. Koskocaman devasa kazanlar, onların yanında bir tepe kadar yığılmış odunlar… Meğerse sanki Doğu Anadolu’nun bin yıllık kültüründe olduğu gibi çok köklü bir büyük dede ocağı, ocak merkezi gibi inanç merkezi de burada varmış ta benim de haberim yokmuş. Vay be!... Yüce yaradan ölünceye kadar bana kim bilir daha neler, neler gösterecek, ne büyük bilinmez bulmacalar çözdürüp, kendine hayran bırakacak… Cennetini de, cehennemi de bu içinde yaşadığımız bu dünyada yaşatıp başka bir yerde aratmayacak!...
Hz. Hızır makamında kısa pantolonlu, tişörtlü ziyaretçileri ve gençleri Nasrettin Eskiocak’ın uyarması dikkatimden kaçmıyor.
Harbiye’den bir tepeden yemyeşil vadiye bakış ise bir başka güzel.
Ertesi gün ise gün bizim artık, söyleşi, sohbet, ziyaret, gezi ne olursa yapacağım. Sabahtan planları işletiyorum Nasrettin Eskiocak’la uzun, doyurucu bir söyleşi yapıyorum. Kamera çekimleriyle onun önemli fikirlerini kayıt altına alıyorum.
Daha sonra bir başka eve misafir olarak gidiyoruz. Burada da bir erkek egemenliği dikkat çekiyor. Kadının burada adı yok. Bu biraz beni üzüyor veya şaşırtıyor. Ne diyeyim, burası da böyle işte!
Bu arada aslen Tunus kökenli ve bir dönem Fransa’da, şimdi ise Amerika’da yaşamını sürdüren bir bilim adamının ziyaretine tesadüf ediyoruz. Saatler süren benim aslında çok da sıkılmadığım bir sohbette tek bir kelime Türkçe kullanılmadan Arapça’yı ilk ağızdan dinleme şansım oluyor. Sayın Adil Ali Atalay’ın da Can Yayınları’nda kitaplarını bastığı bu Profesör, Sünni kökenli birisi iken ben gerçeği Ehlibeyt’te buldum, diyerek Alevilik’le ilgili olumlu görüşleri paylaşan Et Ticani’den başkası değil. Zeki Özkaya tarafından çevrilen …Ve Hidayete Erdim, Alevilik Ehl-i Beyt’in Yolu, Kur’andaki Sünnet Ehl-i Beyt’e Gönül Verenlerin Yoludur eserlerinin sahibi Muhammed Et-Ticani Es-Semavi’nin fotoğraflarını çekiyorum. Buradaki canların onu çok sevdikleri anlaşılıyor.
Ben aslında birkaç gün daha kalıp kentin kültür ve tarih dokusunu daha iyi gözlemlemek istiyordum ama acı bir haber her zaman olduğu gibi planlarımı bozuyor.
Bu sefer bir zamanlar Şiran’da Yeniköy’de bir anonim köy oyununun parçası, “deveci” olarak tüm köylünün haklı sevgisini kazanan, yılların “gurbette” inşaat işlerinden geçermiş Haskız Teyzemin kocası “Gaguç” lakaplı Süleyman Kara’nın vefat haberi tez ulaşıyor. Ben apar topar Ankara’ya gidiyorum. Oradan da babam ve annemle birlikte Gümüşhane’ye hareket ediyoruz.
Bu arada ilgisiz bir şey olsa da bir yol hikayesini de sizlerle paylaşım bari. Araba bulamayınca Erzincan’a hareket ediyoruz. Orada ise bizleri Hakkı/Nadim Şahintaş’lar karşılıyorlar. Gece Kelkit yakınlarında Hakkı Amcanın kullandığı araba arızalanıyor. Bir derin derenin içinde kalakalıyoruz. Yoldan geçen arabalar bizim yanımızdan son sürat uçarcasına kaçıyorlar. Biz de çaresiz acaba bu geceyi burada mı geçireceğiz, diye düşünüyoruz. Soğuk bir yandan, korku bir yandan. Nadim Amca’yla elimize uzun sopalar alarak göz gözü görmeyen bu yerde bir ev aramaya koyuluyoruz. Neyse bir köye yaklaşsak ta, köpek havlamaları yeri göğü inletiyor ama kimseden bir ses soluk yok. Bir evin kapısına dayansak da, bir hanım eşim yok, size bakamam diyor. Bir sonuç alamadan geri dönüyoruz. Sonra şöyle böyle Kelkit’e varıyoruz. Burada in cin top oynuyor. Merkezde bir sivil polis minibüsü ve polislerden başka kimse yok. Bir fırında sabahı zor ediyoruz. Elbette köyde herkes bizleri merak etmiş, yollara düşmüşler. İşte o zaman böyle de bir yol maceram da oldu.
Kendi Anlatımlarıyla Arap Alevileri
Saatler süren söyleşi ve sohbetlerimle çok kısa zamanda Arap Alevilerle ilgili şu ön, basit bilgileri edindim.
- Nasrettin Eskiocak’ın kardeşi Hamza Eskiocak’ın evinin kapısının yanında Arapça bazı yazılar ve Zülfikar motifli bir desen işlemesi vardı. Bunun burada yaygın olup olmadığını sorunca asanlar var, bunu Suriye’den oğlum getirdi, kendisi Suriye’de okuyor, dedi. Kendisinin sadece Hac ziyareti sırasında Suriye’den geçtiğini söyleyen Nasrettin Eskiocak ve yakın çevresi Türkiye’nin güzelliğinin başka hiçbir yerde olamayacağını belirtiyorlar. Ama biraz gizlenmek istense de burada elbette bir Arapça ve Arap kültür etkisi var.
- Kur’an’ın sadece Arapça okunabileceğine inanıyorlar.
- Kadının toplumun dışında olduğunu gördüm.
- Kendilerine ait özel ibadetlerin kesinlikle başkalarına anlatılmasına karşı olan Arap Aleviler’in ibadetleri kesinlikle bir sır. Bu sırrı açığa vurmak ise en büyük aşağılık hareket. Hiçbir şekilde, hiçbir kimseye sır verilemez.
- Kendilerine özgü bir namazları olduğu anlaşılan Arap Alevileri camiilere soğuk bakıyorlar.
- Her şey Kur’an’da vardır, biz başka hiçbir şey kabul etmeyiz diyen Nasrettin Eskiocak’a göre İslam’la ilgili, Alevilik’le ilgili tüm yazılanlar hikayeden ibaret. Her Şey Kur’an’da olduğuna göre başka bir kitaba inanmanın hiçbir anlamı yok. Bu manada Alevilerin dini rehber kitaplarından olan Buyruk da gereksiz.
- Ayrıca onlara göre Sünnilere kendimizi kanıtlamamızın tek yolu Kur’an’ı çok iyi okumak, anlatmak. Biz ancak kendimizi böyle ispatlayabilir, koruyabiliriz, diyorlar.
- Başta Hz. Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin olmak üzere Ehlibeyt inancın temeli. Ama tüm bunların ana kaynağı Kur’an’dır. Kur’an dışı hiçbir şey kabul edilemez. Her şey Kur’an’a uygun olmalıdır.
- Hz. Ali ve tüm Ehlibeyt Hz. Muhammed’e bağlıdır ve onun görüşlerini yaşatırlar. Bu manada hiçbirinin birbirinden farkı yoktur. Bir sorum üzerine İmam Cafer Sadık’ın bir mezhep kurmadığını sadece dedesinin, babasının söylediklerini anlattığını söylediler.
NASRETTİN ESKİOCAK
(NUSAYRİ İNANÇ VE TOPLUM ÖNDERLERİNDEN)
Sizler Arapça konuşuyorsunuz, Aleviyiz diyorsunuz, Allah’ın güzelliklerinin insanda olduğuna inanıyorsunuz ve Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt’in güzelliklerini de çok güzel sergiliyorsunuz. Kur’an temel rehberimiz, diyorsunuz ve Kur’an üzerine tüm yaşamınızı sürdürdüğünüzü söylüyorsunuz ve mümkün olduğunca İslam Dini’nin kaidelerini de kendi atalarınızdan aldığınız şekliyle yaşatıyorsunuz. Söyleşimizde bu meselelere değineceğiz.
Yaygın ismiyle Nusayriler, özde Arap Aleviler’le ilgili elde önemli sayılacak belge, bilgi, kitap vb. olsa da Alevilerin en kapalı gurubu olarak görülen Arap Aleviler ki, bu tanımlama belki de en doğru tanımlamadır. Çünkü nihayetinde Nasrettin Eskiocak ve diğer bazı önemli kişilerin kabul etmediği Nusayriler terimi de zaten Arap Alevilerini kapsayan anlamda kullanılmaktadır.
Şu anda bölgedeki en önde gelen inanç ve toplum önderlerinden CEM Vakfı Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı, Başkan Yardımcısı, Arap Alevileri’nin önde gelen isimlerinden, dini önder, yazar Nasrettin Eskiocak’la çok uzun bir söyleşi yapma şansım oldu. Bu söyleşiyi daha sonra bir kitapta değerlendirdim. Buraya bu söyleşiden bir bölümü aktarıyorum. (Günümüz Alevi, Bektaşi, Mevlevi, Nusayri İnanç ve Toplum Önderlerinin Görüş ve Düşünceleri, CEM Vakfı Yayınları, 2006, İstanbul.)
Ben 1939 Antakya Harbiye doğumlu Abdullah oğlu Nasrettin Eskiocak.
Genellikle Hatay’da Antakya da Alevilerin ileri gelen ve büyük ailelerinden olan, Antakya ve Hatay’da Alevilerin önder saydıkları Şeyh Davut ailesiyle bilinmekteyiz.
Rahmetli pederimiz 87 yaşında vefat etmiştir. Babası Şeyh Davut tanınan, sevilen, sayılan din önderi bu yörenin büyüklerindendi.
Bizler 250 yıldan beri Harbiye’de oturmaktayız. Bu zaman içerisinde Alevilerin büyükleri sayılarak, Alevilerin din işlerini görmüş olan bu aile her kesimden Antakya ve çevresinde taktir kazanan bir ailedir.
Çok şükürler olsun bizim Aleviliğimiz kurallara dayanarak Ehlibeyt’in öğütlerine, tavsiyelerine ve dinin kurallarına uygun yaşayarak Sünni kardeşlerimizle rahat ve huzurlu bir yaşam sürdürmekteyiz. Hatta ve hatta bizim Antakya’mızın Türkiye Cumhuriyeti’nde parmak ile gösterilecek bir şehir olduğu görülmektedir. Bu da din adamlarının iyi bakış ve görüşleriyle Antakya halkı huzur içinde yaşamaktadır. Antakya’da Alevi, Sünni, Hıristiyan Yahudi cemaatlerinin bulunmaları rağmen diyebilirim ki Türkiye de en rahat yaşayan şehirlerden birisidir. Bizde bunu devam ettirebilmek için bizlere düşen vazifelerine yerine getirmeye çalışan kişilerdeniz. Tabii ki Şeyh Davut ailesi Antakya’da bilinen büyük ailedir, ben de bu ailenin bir ferdi olarak Aleviliğin gerçeği yaşaması için çalışan birisiyim.
Alevilik nedir? Alevilik ilk önce Hz. Ali’ye mensup olma demektir. Hz. Ali’ye mensup olanlar genellikle Alevilerdir. Fakat son zamanlarda Alevilerin bir kısmı Alevi-Bektaşi-Mevlevi –Kızılbaş vb. onlar muhtelif adlara bölünmüşler ise de aralarında özel bir fark yoktur. Müslümanlık ta aynı şekildedir bütün mezhepler Müslüman’dırlar. Aleviler de Müslüman’dırlar, diğer kesimler de Hz. Ali’yi severler biz de bunu bu şekilde kabul ediyoruz. Aleviliğin özetini söyleyecek olursak özel olarak bizler Hatay Alevileri Kuran Kerim’e ve Ehlibeyt’e dayanarak Alevi olduğumuzu söyleyebiliriz. Aleviliğin özeti budur.
Hz. Muhammed’in hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: “Benden sonra pahası biçilmez iki büyük eser bırakıyorum. Birincisi Kuran-ı Kerim, ikincisi Ehlibeyt’imdir”.
Haddi zatında bütün Müslümanlar bu gerçekleri kabul etmeleri lazımdır.
Eğer aralarında bir fark (tefrikat) olmayacaksa işte bu prensiplere dayanarak bunları tatbik etmek gerekir. Cenabı Allah insanları hangi dinden hangi mezhepten olduklarını sormuyor. Bizden insanlık istiyor, bizden medeniyet, beraberlik, kardeşlik istiyor.
Cenabı Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur; “Ey insanlar doğrusu biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık, ve milletlere, kabilelere ayırdık biliniz ki benim katımda en değerli olanınız benden en çok korkanınızdır”. Ne kadar güzel bir yorum ve yöntem insanlar arasında en doğru olan kişi Allah’tan en çok korkandır.
Cenabı Allah’ın katında tek din İslam dinidir. İslam dini barış, kardeşlik, beraberlik dinidir. İslam dini kötülüğü sevmeyen bir dindir. Aleviliğin işte bu dinin içerisinde olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu şekilde ben Aleviliği tarif edebilirim.
Rahmetli pederimizin 87 yaşında vefat ettiğini söylemiştim.
Tabii ben onun yanında en aşağıda yarım asır kadar ömür yaşamışım.
Kendisinin karakteri babasından-dedesinden almış olduğu miras olarak terbiye, ahlak, kültür, medeniyet ve insanlık… Bunları addedecek olursak insanoğlu hayretler içerisinde kalır.
Emin olunuz ki bizim ailemizde en az 100 genç yetişti, okudu. Bu gençlerin hiçbirisi mahkemelik olmamıştır. Bu aile özel olarak Şeyh Davut Ailesi bu çevre yöre halkı gözleri önünde çok değerli bir hayamyaşam sürdürdüklerini itiraf ederler. Haksızlık yok, insanlık dışı hiçbir hareket katiyen görülmemiştir. İşte bu şekil bir terbiye görmüşüz pederimizden, dedelerimizden. Bizim ailemiz burada 250 sene yaşam sürdürmüşlerdir.
Gerek Alevi cemaatlerin, gerek Sünni cemaatlerin tarafından büyük takdir kazanan bir ailedir.
Rahmetli pederimiz bizi öyle yetiştirdi ki Şeyh Abdullah Eskiocak (Babası Şeyh Davut, babamın dedesi de Şeyh Davut olduğu için) bu aileye Şeyh Davut Ailesi deniliyor. Kendilerinden almış olduğumuz miras şekli terbiye, ahlak, kültür, medeniyet fevkalade üstün bir medeniyet bir ahlaktır.
Kendileri bizden kati şekilde ahlak dışı hiçbir hareket beklemezlerdi.
Biz de bunu bu şekli de tatbik etmeye çalıştık ve çocuklarımıza da intikal etmeye çalışıyoruz.
Yani gerçek bir insanın yaşayacağı şekilde yaşamımızı dededen babadan intikal etmiş oluyoruz. Kendilerine vecdi Allah’tan kendilerine şükranlar sunuyoruz. Çünkü kendilerinden büyük bir ahlak, terbiye medeniyet miras almış oluyoruz.
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, SAYFA: 509-518