BATI ANADOLU İNANÇ ÖNDERLERİ ARASINDA (2002, ÜÇÜNCÜ)
BATI ANADOLU İNANÇ ÖNDERLERİ ARASINDA
(2002, ÜÇÜNCÜ)
ÇANAKKALE / İZMİR
14 Haziran 2002
Çok hızlı bir şekilde Çanakkale’ye doğru hareket ediyoruz.
Bu ecdat toprağı, bu Çanakkale geçilmez! Lafını tüm dünyaya bir kahramanlık destanı yazarak atalarımızın gösterdiği kutsal toprak parçasını geçerken açıkçası içim ürperiyor. Büyük bir sevinç ve gururla bakıyorum o eşsiz doğa harikasına.
Hep İstanbul Boğazı’nı geçecek değildik ya, işte Çanakkale Boğazı’ydı karşımda duran.
Tepeler Mehmetçiğin resimleriyle süslü, o büyük günlerin hatıralarıyla dolu. Buralara gelmişken ne de çok görmek isterdim, Mustafa Kemal’in üstün zekasıyla kazandığı zaferlerin yaşandığı toprakları!
Ama işimiz başka şimdi. Dedelere, babalara ulaşacağız. Ama bu sefer de öyle hızlı hareket etmeliyiz ki bir an önce Erdermit’e ulaşmalıyız. Çünkü paramız ve benzinimiz çok azaldı.
Öyle ki, Cem Dergisi 1999’da Sinan Kahyaoğlu’nun yazdığı Çanakkale’de bir Türkmen Evliyası: Barak Baba isimli yazısından kaydetmiştim, Bigadiç Yağcılar Nahiyesi Topalak ve İğciler köylerine yakın Poyraz Deresi yamacındaki Yumrukluçepni (Özgören) Köyü’ne yakın Barak Baba Türbesi’nin varlığını, defterime. Ama maalesef orayı ve oraya yakın köyleri ziyaret edemedim.
Çanakkale merkezde Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yönetim kurulu üyesi Sezai Poyraz’a ulaşıyorum.
Ayrıca Pir Sultan Abdal Derneği’ni ziyaret ediyorum.
Merkeze yakın Değirmendere ve Elmacık köylerinin Yanyatır Ocağı dedelerini barındırdığını daha önce Veli Asan’dan öğrenmiş olduğum için oralara gitmek istiyorum ama bu köylerin boşaldığını dedelerin kalmadığını duyuyoruz. Zaten gitmek için olanaklarımız da yok.
Şehir merkezinde bir otel işleten Yanyatır Ocağı’ndan İsmail Değirmenci’yi buluyoruz.
Onunla söyleşimizde Çanakkale’deki köylerin önemli bir kısmının taşınma neticesinde boşaldığını, bir kısmının şu anda merkezde oturduklarını öğreniyoruz.
Dedelik kurumunun burada büyük bir sarsıntı geçirdiğini, bizim bu tip çalışmalarımıza her türlü desteği vereceğini söyledi, sayın Değirmenci.
Tahtakuşlar, Ali Beykudar
Uzun yıllardan beri varlığını bir sevinç olarak içimde taşıdığım çok önemli bir Tahtacı merkezine gitmek beni öyle mutlu ediyor ki tüm yorgunluğumu atıyorum, üzerimden.
Evet herkes Altınoluk sözünü işitince heyecanlanır, ben Tahtakuşlar Köyü’nü işitince heyecanlananlardanım.
Türkiye’de bir örneği bulunmayan büyük bir gurur kaynağını, bir köyde, bir sanat merkezini kurarak hem köyünün, hem bölgesinin, hem Tahtacıların, Türkiye’nin ismini dünyaya duyuran Alibey Kudar’ın üstün emekleriyle oluşmuş bir sanat galerisi, bir müze, bir kültür merkezini ziyaret etmek beni çok ama çok sevindiriyor.
Edremit merkezle Altınoluk arasında Tahtakuşlar Köyü Özel Etnografya Galerisi; Köy Müzesi, Sanat Galerisi, Kütüphanesiyle bölgesinin en çok ziyaret edilen ana merkezlerinden birisi konumunda.
Uzun yıllar yoğun bir emek, sabır, yardımlaşma ile oluşturulan bu galeriyi gezen insanlar Tahtacıların kültür, inanç dünyalarına bir yolculuk yapmış oluyorlar.
Tahtacı kültürüyle ilgili hemen tüm metaryallerin toplandığı müzeyle bir insan topluluğunun yaşamının perde arkası da sergilenmiş oluyor; giysiler, takılar, mutfak eşyaları, oyun araçları... aklına ne geliyorsa hayatla ilgili burada bulabilirsiniz. Tahtacı kültürünün ana unsurları tarihi boyutuyla gözlerinizin önünde canlanıyor, hayat buluyor. Yüz yıllık giysiler, ekim dikim araçları, yazılı belgeler, kahve fincanları... hepsi olağanüstü. Bu bir başarı öyküsü aslında mimarı da Alibey Kudar.
Kendisini bu kültüre adamış, imece usulüyle atalarının kültür varlığını bir arada sergileme, koruma, geleceğe aktarma projesinde bulunan bu kültür insanını UNESCO da desteklemiş, bu çalışmaya maddi destek de sağlamış. Bugüne kadar bir çok ünlünün de ziyaret ettiği kültür merkezinde bir sergi salonuyla, binlerce kitaplık bir kütüphane, deniz ürünlerinin sergilendiği bir başka sergi salonu da var.
Öyle ki dünyada bugüne kadar saptanmış en büyük deniz kaplumbağası da burada sergileniyor.
Tahtacı kültürü ve inancı hakkında bölgedeki en bilgili insanlardan birisi olan Alibey Kudar bu konuda eğitsel çalışmalar da yapıp, konferanslar veriyor. Tahtacılarda dedelik ve ocak kurumlarının zayıfladığını söyleyen Kudar, Edremit’e bağlı 9 Tahtacı köyünün bulunduğunu, köyde bulunan Yanyatır ocağı dedelerinden Ali Kocabıyık ve kardeşinin yakın bir geçmişte Hakk’a yürüdükleri bilgisini bize veriyor.
Mehmedalan Köyü’nden Aşık Hasan Akburak’ı bulup söyleşmek için köye gitsek de Aşığın İzmir’e gittiğini öğreniyoruz. Ayrıca köyde varlığını duyduğumuz dedeleri araştırsak da bu konuda çeşitli nedenlerle başarılı olamıyoruz.
Edremit’te konuyla ilgili bilgisine başvurmak istediğimiz Sinan Kahyaoğlu’na ulaşamıyoruz.
Ayrıca Balıkesir’e geçip yine yöreyle ilgili bilimsel araştırmaları olan Aydın Ayhan’a da gitmek istesek programımız ve olanaklarımız gereği bu ziyaretleri bir başka sefere bırakarak güneye doğru hareket ediyoruz.
Buralarla ilgili konunun uzmanlarından Veli Asan’ın çok güzel araştırmaları var.
Cem Dergisi olarak onun çalışmalarını sizlere aktararak bu konudaki boşlukların doldurulmasına da çaba harcamak istiyoruz.
Ayrıca konunun dünya çapındaki uzmanlarından birisi olan sevgili dostum Dr. İsmail Engin’in eşsiz çalışmalarını belirtmeme bile gerek yok sanırım. Konuyla ilgili en detaylı internet sitesi’nin ise www.tahtacilar.com olduğunu tekrar hatırlatalım.
Tahtacılar Sitesinde yayınlanan bölgedeki Tahtacı Köylerini sizlere tekrar hatırlatalım: Balıkesir; Burhaniye Pelitköy (karışık), Tahtacı, Taçcılar. Edremit; Arıtaşı, Çamcı, Doyran, Hacıhasanlar, Kavlaklar, Kızılçukur, Mehmetalan, Poyralı, Tahtakuşlar, Yassıçalı. Kepsut; Mehletler, Savaştape; Kongurca. Çanakkale; İntepe; Akçeşme, Aykırıoba, Çiftlikdere, Damyeri, Daşbaşı, Değirmendere, Denizgöründü, Elmacık, Kayadere, Kemerder, Yenimahelle. Ayvacık; Bahçedere, Çakalini, Çiftlik, Duzdağı, Güzekköy, Kokulutaş, Kıztaşı, Uzunalan. Bayramiç; Güvem, Karıncalı. Ezine; Derbentbaşı, Eğridere, Koşuburnu.
(Adres: Alibey Kudar Özel Etnografya Galerisi Tahtakuşlar Köyü, 10390, Akçay, Edremit, Balıkesir. www. etnografyagalerisi. com. www. tahtakuslar. 8m. com. )
Doğanın benzersiz güzelliği eşliğinde yolumuza devam ediyoruz. dedelerin yoğun olduğu bir Çepni köyü olan Bergama Pınarköy’e uğruyoruz.
BERGAMA
15 Haziran 2002, Pınarköy
Köse Süleyman evlatlarının bulunduğu Dedeler Mahallesi’ni arayarak buluyoruz. Balıkesir yöresine Gaziantep’ten Hüseyin Kazımoğlu Dede’nin gelip hizmetler yürüttüğünü öğrendiğimiz köyde dedeler bize yöredeki uygulamalardan bahsediyorlar.
Balıkesir yöresinin ünlü dedesi Enver Yüksel’den bahsediyoruz, dedelerin tümü onu tanıyorlar.
İsmail Keskin (52), oğlu Ejder Keskin (32), Muharrem Keskin (52), Erdoğan Kılıç (52), Kemal Kılıç (60) dedeler, hepsi aynı soydan olan ocakzadeler. Şu anda daha çok Kemal Kılıç cem cemat yapıyormuş. Özellikle Ejder Keskin’i dede olarak yetiştiriyorlarmış.
Öyle ki o gelince herkes ayağa kalkıp “dede geldi, dede geldi” diye bir sevinç gösterisi yaptılar.
Ayrıca Bergama Yalnızev Köyü’nden Erol Aşkın Aşık (55)’tan da çeşitli bilgiler alıyoruz.
Daha önce Balıkesir merkez köylerde de gördüğümüz özellikler bu köyde de mevcut.
Kendilerini Çepni olarak nitelendiren buradaki Aleviler, yolun kurallarına sıka sıkıya bir bağlılığın olduğunu, musahipliğin, kurbanın, görgü ve sorgunun vazgeçilmezliğinden bahsediyorlar.
Gençlerin konuya çok sıcak baktığını söyleyen dedeler, tek dertlerinin tüm Alevi toplumu içindeki birliğin sağlanamaması olduğunu belirtiyorlar.
Ejder Kılıç, kendisinin çok genç olmasına rağmen, köydeki gençlerin kendisine çok büyük bir ilgi gösterdiklerini, cem yapılması, dini konularda sohbetlerin yapılmasını gençlerin çok arzu ettiklerini bu konuda kendisini sıkıştırdıklarını söylüyor.
Köydeki bir başka dede İzzet Kılıç (1952) eşi Saniye Hanım, kardeşleri, Tahir Kılıç, Abidin Kılıç, bizi çok büyük bir sevinçle karşılıyor. “Bizler bozulmadık. Cem cematimiz bozulmadı, cem, niyaz, musahiplik bize nasıl atalarımızdan kalmışsa bizlerde aynen yaşatıyoruz. Bizler Atatürk İlkelerine, özellikle birlik ve beraberliğimize çok büyük bir önem veriyoruz, bizler Oğuz Boylarındanız, ayrılıkçı hareketlerle bizim bir işimiz olamaz. Yolumuzu Muhammed Ali kurmuştur, Hacı Bektaş hepimizin piridir. Dedelerimiz bu yolu sürmüşler ki bugüne kadar gelebilmişiz. En büyük eksikliğimiz dedelerimizin yetiştirilmesi, halkımızın aydınlatılması, birlik sorunlarımızdır. Bizim devletle bir sorunumuz yok.” Diyen dede özellikle Cem Radyo’yu dinlediğini, programları çok beğendiğini, beni ise Dosttan Dosta Programından dolayı tanıdığını söylüyor.
Günler boyunca Türk kamuoyununda yankı bulan bir “siyanürlü altına hayır!“ kampanyası vardı.
Siyanürle altın aranmasının doğa ve insan sağlığı üzerinde çok olumsuz etkileri olduğunu yürütülen büyük halk kampanyalarıyla öğrenmiştik. İşte bulunduğumuz köy, bu olayın merkezlerinden birisi. Kampanyanın yürütüldüğü ana merkezlerden birisi olan köyde o ilk günkü heyecan bitmemişe benziyor.
Dedeler, köylüler, özellikle bayanlar, yine kendilerini mahvedeceğini söyledikleri siyanürle altın aranmasına hayır diyorlar, tepkilerinin azalmadan devam edeceğini de belirtiyorlar.
Dedelerden edindiğimiz bilgilere göre; Balıkesir’de 67. Bergama’da 7; Kınık’ta 9, Dikili’de 2; Soma’da 3; Turgutlu’da 2; Akhisar’da diğer Alevi/Bektaşilerle de karışık Dilekkasabası’nın Çepnilerin yaşadıkları köy sayıları olduğunu öğreniyoruz.
Menemen
Kubilay’la ismiyle ölümsüzleşen şirin İlçemiz Menemen’de fabrikaların, gece kondu mahallelerinin bulunduğu çarpık kentleşmeyi görüyor, geziyoruz.
Derviş Beyaz (Derviş Gevr) Ocağı’ndan Ali Ekber Kaçan (50); Baba Mansur Ocağı’ndan Cafer Yılmaz (53) ve Ali Rıza Gerçek (75) dedelerle görüşüyorum.
Dedelerden bölgede çok yoğun bir Alevi nüfusunun olduğunu, özellikle Doğu’dan gelip buraya yerleşmiş bulunan insanların inancına sahip çıkmaya çalıştıklarını ancak yetenekli, bilgili insanların olmaması, dağınıklık ve dedelik kurumunun ayakta olmaması nedeniyle bir yozlaşmanın yaşandığını öğreniyoruz.
Kınık’ta 26 Alevi köyü var, diyen dedeler, Tire’de de yoğun ağır bir Alevi Bektaşi varlığından bahsediyorlar.
Ali Rıza Gerçek yaşının verdiği tecrübeyle, insanlığın Alevilik için en önemli unsur olduğunu, irşat olan insanın, mürşidi kamile ulaşmak için gösterdiği çabanın bir okulda edinilen bilgi gibi olduğunu, gerçek bir pirin, gerçek bir rehberin, gerçek bir mürşidin insanlığım yaralarını saran bir doktor olabileceğini söylüyor. El ele el Hakk’a anlayışıyla hareket edilmesi halinde sorunların aşılabileceğini söyleyen Dede, Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının dağınıklığından ve Alevilik adına bir şey yapmamalarından yakınıyor.
Bu yakınmayı tüm Ege Bölgesi gezimiz boyunca geniş halk kesimlerinden de duyduk.
MANİSA
Merkez Yeniköy, Aslan Turan Baba, Baridin (Bahri) Dürüst Baba
Teoman Güre Halifebaba’ya bağlı bir baba olan Aslan Turan Baba’yı değerli dostum Şevki Koca’nın daha önceden vermiş olduğu bilgiler eşliğinde buluyoruz. (Adres ve telefonlar konusunda özellikle Ege, İzmir’de babalara ulaşma konusunda Şevki Koca’nın bize büyük yardımı oldu. Kendisini bu vesileyle büyük bir özlemle andığımı belirtmek istiyorum.)
1955 doğumlu baba köklerinin Yunanistan Selanik’ten gelme olduğunu söylüyor, söyleşimizin başında. “Babam aslen Girit’lidir, Kandiye’dendir, Bektaşidir, annem Samsun Havza doğumludur, bizler 1924’de Selanik’in Kayalar köyünden gelmişiz”, diyor.
Bizi büyük bir sevecenlikle karşılayan baba Yeniköy’ün bir köyden ziyade 500 hanelik bir belediye olduğunu, Bektaşiliğin buradaki yoğun varlığından bahsediyor.
Mustafa Eke Dedebaba’ya (şu anda Haydar Ercan’ın da Dedebaba sıfatında olduğunu belirtelim. Bektaşiliğin Balım Sultan Erkanını sürenler arasında yaşanan çeşitli görüş ayrılıklarından kaynaklanan farklılıklar olması bu büyük kurumun çözeceğine inandığım bir iç mesele. Ama şunu da söyleyeyim ki bu kolda şu anda her kim kendisi için hangi sıfatı kullanıyorsa biz de o sıfatla kişileri isimlendirdiğimizi belirtelim.) bağlı olarak hizmet yürüten Teoman Güre’yle sık sık görüşen Aslan Turan Baba kendine bağlı muhipleri de davet ederek Bektaşilik’te yaygın bir hizmet olan sohbet için akşam kendi evinde Bektaşi canlarla bizi bir araya getiriyor.
Saatler boyunca süren sohbet ve söyleşimizle Baba’dan birçok şey öğreniyoruz.
Her şeyden önce 1983 yılında Yunus Ölmez’den ikrar alan kendisi ve diğer Bektaşi babaları üzerinde Yunus Ölmez Baba’nın etkisini gözlemliyoruz. (Nurettin Ölmez Halifebaba’nın, Haydar Ölmez Baba’nın babası).
Turgutlu’da Ali Rıza Baba Dergahı’nda yetişen Yunus Ölmez Baba’nın resimlerini Aslan Turan Baba’nın evinin duvarlarında görüyoruz.
1999 yılında Kasımpaşa Baba Dergahı Postnişini olan Aslan Turan Baba’dan öğrendiğimize göre artık dergahlar yasal olarak kapalı olduğu için, bir baba kendisi bir Dergahın postnişini olarak Halife baba tarafından göreve atansa da hizmetlerini kendi evinde veya bir meydanevinde yapabiliyor. Aslan Baba Balım Sultan Erkanı’nı harfiyen uyguladıklarını, Bektaşiliğin bir kurallar bütünü olduğunu, her şeyin yazılı, sistemli bir bütün olduğunu, Bektaşiliğin ilk önce insanın kendisine önem veren bir inanç sistemi olduğu için ilk anda tüm dünyayı kurtarma ve mutluluğa götürme gibi bir endişesinin olmadığını söylüyor.
Yola aşık olarak girildiğini, nasip alıp muhip olan canın sorumluluğunun başladığını söyleyen Baba, önemli olanın hizmetlere katılan canların sayısının fazlalığı değildir, önemli olan kurallarına sıkı sıkı uyan canların varlığıdır, diyor.
Ayrıca Aslan Baba’dan civarda bulunan Dergahların, türbelerin ve babaların isimlerini de alıyoruz: Turgutlu’da Ali Rıza Baba Dergahı (bu dergahın postnişini İstanbul’da oturun Ekrem Baba’ymış).
Salih Baba Dergahı (Mustafa Eke Halifebaba’nın postnişini olduğu dergah). Tire’de Horasanlı Ali Baba Dergahı.
Hamzababa’da Hamzababa Dergahı (şu anda Fikri Büyüktanır baba var, kendisi Turgutlu’da oturuyor.)
Burada türbe olduğu için Alaşehir Kavaklıdere Kasabası’nda bir dergah yapılmış).
Manisa’da Ayni Ali Baba Dergahı (Baridin Dürüst Baba’nın postnişini olduğu dergah).
Menemen’de Kasımpaşa Dergahı (Aslan Baba’nın postnişini olduğu dergah, türbe).
Manisa merkezde Horozköy’de Karacaahmet Türbesi.
Denizli’de Çal Kazası’nda, Çalkakırlar Köyü’nde Yusuf Yıldız Halifebaba. Uşak Eşme’de Karacaahmet Türbesi.
Kula’da Yunus Emre makamı. Taptuk Emre Dergahı. (Salihli Kula arasında Yunus Emre Dinlenme Tesisleri yakınındaymış. Burada bir makam veya türbe varmış. Bilgi: Erzincan’lı Burak’tan. (Çok güzel ney çalıyor.))
Uşak’ta Koluaçık Hacim Sultan Dergahı.
16 Haziran 2002
Bu arada Yeniköy’de bir meydanevi, cemevini geziyoruz.
Ayrıca Mustafa Eke Dedebaba’nın meydanevini geziyor, aynı zamanda Dedebaba’nın dervişi olan Mustafa Derviş’le (60) söyleşiyorum.
18 yıldır dervişlik yaptığını söyleyen Mustafa Amca ışıl ışıl olan meydanevini, mutfağı ve çevreyi bize gezdiriyor.
Ayrıca yine Cafer Bektaş Baba’nın cem yürüttüğü meydanevini de geziyoruz.
Baridin Dürüst Baba
Bahri Baba, 1999 yılında babalık postuna oturmuş.
Ayni Ali Baba Dergahı postnişini olan Baba, eski Yugoslavya’dan 13 yaşında Türkiye’ye gelmiş. İstip’in Dofullu köyünden geldiklerini söyleyen Baba dayısının da Tire’li Hasan Baba’dan icazet alarak babalık yaptığını, izledikleri yolun Hakk Muhammed Ali yolu olduğunu, Hacı Bektaşi Veli’nin Allah’ın yolunu süren bir ulu kişi olduğunu söylüyor.
Teoman Güre Halifebaba’ya bağlı olarak hizmet yürüten Babanın eşi de kendilerine yakın Köseler Köyü’ndenmiş.
Halveti tarikatına bağlı olan eşi söyleşimizde kendisinin de zamanla Bektaşiliği benimseyerek, Bektaşi olduğunu söylüyor.
Halvetilik’te zikrin ağırlıkta olduğunu söyleyen Baridin Baba, onlarda mürşide Şeyh dendiğini söylüyor.
Ali Balım Halifebaba (65)
Haydar Ercan Dedebaba’ya bağlı olarak hizmet yürüten Halifebaba, babalık icazetini 1986 yılında Bedri Noyan Dedebaba’dan, hilafetini ise 1998’de Haydar Ercan’dan aldığını söylüyor.
Dedesinin de Girit kökenli Hasan Balım olduğunu, Onun da Ali Rıza Dergahı’nda ölünceye kadar dervişlik yaptığını söyleyen Ali Balım Halifebaba birlikten, yolun ululuğundan bahsettiği konuşmasında Manisa’nın Bektaşilik içindeki önemine vurgu yaptı.
Manisa Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı
Daha sonra Baridin Baba ve Aslan Baba’yla birlikte Manisa Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı’nı ziyaret ediyoruz.
Kadınları temizlik yaparken gördüğümüz ziyaretimizde Dernek’te insanlar bize o kadar içten ve sıcak davranıyorlar ki bunu tüm gezimiz boyunca görünce, kültür ve inanç için uğraş verenlere tüm kapıların açık olduğunu bir kez daha görüyor ve anlıyorum.
Kemal Çam, Yusuf Çam, Süleyman Taşçı ve diğer dostlar buradaki Alevi varlığı hakkında bize bilgi veriyorlar.
Mehmet Şahin Dede’yi sorduğumuz da ise onun Manisa çıkışında Manastır Yaylası denilen mevkide yazlarını bağ bahçe işleriyle geçirdiğini söylüyorlar. Ankara’dan Alevi örgütlülüğü içindeki çalışmalardan tanıdığımız Ahmet Şahin’in de akrabaları olan Mehmet Şahin’le ilgili bilgiler aldıktan sonra, yine şehir merkezi dışındaki Karacaahmet Türbesi’ni Yusuf Çam ve Süleyman Taşçı’yla birlikte ziyaret ediyoruz.
Manisa’da Karacaahmet Türbesi
Anadolu’nun birçok yerinde rastladığımız Karacaahmet Türbeleri’nin birisine de Manisa’da rastlıyoruz.
Alevi-Sünni birlerce insanın ziyaret ettiği türbeyi, bizim gezimiz esnasında da onlarca kişi ziyaret ediyordu. Kurbanların kesildiği, büyük tespihini boynuna geçirenlerin iyi olduğuna, yanında yatan hastaların iyileştiğine inanılan Karacaahmet Sultan’ın türbesinin yanında kurbanlar kesiliyor, sohbetler ediliyor. Yaygın ünüyle hastaları iyi eden Karacaahmet ismi burada da insanlara umut dağıtıyor.
Yalnız burayla ilgili bazı farklı gerçekleri Yusuf Çam ve Süleyman Taşçı bize anlatınca üzülüyoruz.
Buna göre bazı iyi niyetli Alevi canlar burayı harabelikten kurtarıp, onarıp, çevre düzenlemesiyle inanç ve kültürümüze yakışır halde restore etmek istemişler. Tuvalet yapmışlar, çevredeki kirli atıkları temizlemişler, taşları atmışlar, duvarları onarmışlar, kesimhane yapmışlar, türbenin isminin yazıldığı bir tabela dikmişler, halkın burayı koruması için öncü çalışmalar içine girmişler, ama nafile buradaki belediye yetkilileri buna engel olmuş. Tuvaleti yıkmış, çevre düzenlemelerini tahrip etmiş... buradaki canların da bizden isteği kendilerine sahip çıkılması.
Manastır Yaylası, Mehmet Şahin Dede
Çok uzun aramalardan sonra dağların başında, ormanların içinde, bir dağ tatil köyünün yakınlarında buluyoruz, kayısı ağaçları arasında Mehmet Şahin Dede’yi. Öyle ki 150 kayısı ağacı olan dedenin en büyük zevkli uğraşı bu yaylada, bu yeşillik içinde tarımla uğraşmak.
Malatya Hekimhan Hasan Çelebi, Başkınık köylü olan Mehmet Şahin Dede, şimdi eşi Fatma Ana’yla birlikte yazları Manastır Yaylası’nda, kışları Manisa merkezde yaşamını sürdürüyor. İşte bir kere geldik, yerleştik, çok sevdik Manisa’yı, diyen Dede’ye göre yüzlerce hane Alevi var, Manisa’nın içinde sonradan gelme. Buraları çok sevdik, bağlandık, şimdi de hizmet yürütmeye karınca kararınca devam ediyoruz, diyen dede, Ali Seydili yani Seyit Ali Sultan Ocağı’ndan olduğunu söyledi.
Abisi olan Ali Şahin Dede’nin Hekimhan Darıyeri Köyü’nde yaşadığını söyleyen dede, Aleviliğin temel erdeminin güzel ahlak olduğunu, bunu Hz. Muhammed’in buyurduğunu, eline, beline, diline sahip olmanın sadece lafla olamayacağını, bu geleneğin iyi eğitim görmüş, çağa kendini uydurabilen dedeler sayesinde yürüyebileceğini söyleyen dede, Seyit Ali Sultan’ın Hacı Bektaş Dergahı’nda yetişmiş bir ulu olduğunu belirtti.
Akçadağ’a bağlı İri Ağaç Köyü’nde bir kutlu çeşme olduğunu, Seyid Ali Sultan’ın nazargahı olduğunu, Hasan Çelebi’de de ünlü dede Molla Mustafa’nın mezarının ziyaretçisinin hiç eksik olmadığını söyleyen dede inancımızın her yerde, her koşulda yaşadığını ve yaşayacağını söylüyor.
Olağanüstü bir sıcak altında dedeyle söyleşiye doyamadan Manastır Yaylası’ndan ayrılıyoruz.
Artık İzmir’e doğru hareket ediyoruz.
Gezinin bu bölümünde de balla şerbet kokan ağızlarıyla insanımızın dostluğu, yardımseverliği, misafirperverliği, sohbeti, buram buram sevgi kokan tılsımlı bir başka dünyanın esintilerini taşıyan varlıkları beni mest ediyor.
Her bir köyde, beldede, her bir ilçede, ilde, yaylada daha uzun süre kalıp, daha uzun sohbet edebilsem, söyleşsem..., saatler boyunca bana insanlar inançları ve kültürleriyle beraber tüm yaşamlarını, dertlerini, kederlerini, umut ve umutsuzluklarını anlatsalar..., ordan oraya, savrulan yaşamlarının içindeki ayrıntıları, sırları öğrenmek istiyorum.
Gezdiğim tüm beldeleri daha iyi tanıyıp, anlayıp, algılamak istiyorum. Ama zaman ve olanaklar o kadar sınırlı ki yangın yerinden ateş alırcasına hareket ediyorum.
Ama elbette söyleşilerin hakkını vermeden de hiçbir yere ayrılmıyorum.
Coğrafya olağanüstü, insanlar olağanüstü, Ege’de tarlalar da olağanüstü. Nihayetinde bir ay sonra Ağustos’ta gerçekleştireceğim, Doğu Anadolu seferi öncesi buraları görmem o kadar yararlı oldu ki, Batı ve Doğu arasındaki yaşamsal farklılıkları da daha net görüp kaleme alabileceğim, böylece.
İZMİR
16 Haziran 2002
Can Dostlar gezimize hep beraber devam ediyoruz.
Hedefimiz Türkiye’nin en büyük şehirlerinden, Ege’nin incisi İzmir.
İzmir’de epey yorulacağız.
İzmir sadece büyük ve karışık bir şehir değil aynı zamanda Alevi/Bektaşi varlığının en yoğun olduğu illerden de bir tanesi.
Manisa Manastır Yaylası’ndan sonra yönümüzü Bornova’ya çeviriyoruz.
Bornova, Seyfi Oğuz
Şehrin girişindeki Bornova’da Seyfi Oğuz’la bir söyleşi yapmakla başlayacağız buradaki geziye.
Anadolu İnanç Önderleri İkinci Toplantısı’na katılan dedeyi daha önceden tanıyorum. Aynı zamanda önceki gezimizde de ayak üstü kendisiyle Balıkesir’de görüşmüştüm.
Bir memur emeklisi olan Seyfi Oğuz Çepni boylarının dedelerinden birisi. Köse Süleyman Ocağı’ndan olan Dede, Balıkesir’de sevilen dedelerden Kavakbaşı Köyü’nden Enver Yüksel Dede’nin de akrabası. Konuyla ilgili çeşitli araştırmaları da olan dede, dedelerin birliği ve bu konudaki çalışmalara çok sıcak bakan, dedelik konusunda insanların mevcut bilgileriyle yetinmeyip, kendilerini geliştirmeleri gerektiğine inanan, açık fikirli, inanca, yola bağlı bir insan. Kendisiyle bir söyleşi yaptıktan sonra yine daha önceki toplantılarımıza katılmış en son da 29 Ekim 2001’de İstanbul’da yapılan toplantıya katılan İsmail Doğan Cemaloğlu’nun da aynı semtte oturduğunu ve kendisini zaman kazanmak bakımından Seyfi Oğuz’un evine çağırmayı uygun buluyorum.
Kısa sürede eve gelen İsmail Doğan’la da bir söyleşi yapıyorum.
İsmail Doğan Cemaloğlu
Oldukça fazla kitap okuyup, araştırma yaptığı ilk konuşmasında anlaşılan genç dostumuz, Aleviliğin özellikle toplumsal, sosyal boyutu üzerinde duruyor, sohbetimizde. Söyleşimiz daha çok bu boyutta sürerken, önemli olan ezilmişlikler, yıpranmışlıklar içinde olan Aleviliğin ayağa kaldırılıp, derlenip, toparlanıp, bir inanç ve kültür bütünlüğü içinde yeniden köklerine dönmesini savunan İsmail Doğan Cemaloğlu, Aleviliğin sosyal, sivil kurumsallaşmasını sağlamış bir yapı olduğunu söylüyor. Yüzyıllar önce kadın/erkek eşitliğini yaşama geçirmesini başarmış Aleviliğin örgütlenme konusunda ciddi sorunlar yaşadığını söyleyen Cemaloğlu, benim yapmaya çalıştığım da aynen sizler gibi büyüklerimden bir şeyler almak, yetişmektir, diyor. Elazığ Karakoçan’lı olan ve Cemal Abdal Ocağı’na bağlı olan Cemaloğlu’nun en büyük sevdası ise araştırma gezileri.
Karşıyaka, Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneği, Elvan Çelen
Daha önce de bir söyleşi yaptığım, Elvan Çelen Dede’yi arayıp buluyoruz, Karşıyaka’da, İsmail Doğan Cemaloğlu’nun da yardımıyla. Olağanüstü bir ilgiyle bizi karşılayan Dede, Karşıyaka Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneği’nin yöneticiliğini de yapıyor, ayrıca. Derneğe girişte Alevi/Sünni kaynaşmasını çoktan kurmuş olan gençlerle karşılaşıyoruz.
Burada da Mahzuni’nin benzersiz türküleri çalınıyor, gençlerin sazlarında.
Daha önce birçok kez konuşup, söyleştiğimiz, hatta Antalya’da iki yıl önce birkaç gün ortak gezilerimiz de olan Elvan Çelen Dede’yle yine İzmir’de ve Karşıyaka’daki Alevi varlığı hakkında dertleşiyoruz. Daha sonraki gezilerimle de somutlanacağı gibi gerçekten de İzmir bir Alevi Bektaşi yatağı. Burada da onbinleri aşan varlıklarına rağmen çok parçalınmış bir yapı sergileyen Alevilerin, Bektaşilerin bir araya gelememelerinden yakınan Elvan Çelen Dede, pasiflik içinde bulunan halkı ve bazı dedeleri de eleştiriyor. Gençlerle sohbetimizde ise biraz karamsar bir yapı çıkıyor karşımıza; gençlerin ortak görüşü büyüklerin kendilerini fazla dinlemediği, kendilerine gereken değerin verilmediği.
Dernek’ten bir sonraki gün için yaptığım plan gereği kimi dede ve babaları arıyorum. Onlara ulaşmak için dedeyle birlikte görüş alış-verişi yapıyoruz. Aynı akşam daha önceden tanıdığım ve CEM Vakfı toplantılarına da katılan, değerli insan Ali Canpolat Dede’yi ziyaret ediyoruz.
Ali Canpolat
Ali Canpolat da parçalanmış yapıdan ve Alevi/Bektaşi inanç uygulamalarının birbirinden çok farklı olması konularından yakınıyor. Ortak bir kitap, ortak uygulamalar bizim için artık bir zorunluluktur diyen, Canpolat dede, üst düzey dedelerden oluşacak bir yapının bu sorunu çözebileceğini, kendisine göre bugün Aleviliğin önünde duran en büyük sorunun ve engelin parçalanmış ve birbirinden habersiz olan yapının bir araya getirilememesi problemi olduğunu söylüyor. 4 Kapı, 40 Makam sadece sayısal bir veri gibi algılanmamalıdır, her bir kapının ve makamın derin anlamları vardır, diyen Ali Canpolat, her şeyden önce zamana ve çağa göre insan yetiştirecek bir sistemi kurmak zorundayız, eline, beline, dilene hakim, hoşgörülü, barışçıl, yardımsever bireylerin yetiştirildiği bir dünya, daha yaşanır bir dünya olacaktır, zaten bu da Aleviliğin Bektaşiliğin temellerinde vardır, diyor. Tüm çocukların kendi çocuklarımız olduğunu kabul etmeliyiz, her zaman ileriye bakmalıyız, bizim gönül namazımız vardır, bunun güzelliklerini kamuoyuna yansıtmalıyız, inancımızı, kültürümüzü tam anlamıyla tanıttığımızı sanmıyorum, bu konuda televizyon çok önemli, mutlaka bir TV kanalı kurulmalıdır diyen Ali Canpolat namazın anlamının da ölmeden ölmek, özü temizlemek, saflaştırmak olduğunu belirtti, kendisiyle yaptığım söyleşide.
Ali Canpolat söyleşimizde şunları da bize aktardı; Posta layık olanların oturması gerektiğini, oraya oturacak kişiyi de zaten halkın belirleyeceğini, halkın sevmediği bir kişiyi posta oturtmayacağını, aynı ocaktan gelse de herkesin aynı posta oturamayacağını, ancak sevilenler ve layık olanlar o yolu sürdürebilenler posta oturabilir, pir, mürşit, rehber birbirini tamamlayan kavramlardır, her birinin ayrı ayrı önemli görevleri vardır.
Gece geç saatlere kadar devam eden söyleşi ve çekimlerimiz Ali Canpolat dededen izin isteyip, Elvan Çelen Dede’nin evine misafir oluyoruz, o gece orada yatıyorum.
17 Haziran 2002, Muharrem Yıldırım Baba
Turgut Koca’nın ardasıyım, aşıklığım, nasipliğim, dervişliğim, babalığım, Ondan, diyen bilgili Muharrem Yıldırım Baba’yla verimli bir söyleşi gerçekleştiriyorum, ışıl ışıl bir semtte, cadde üstündeki evinde.
Bektaşilik’te kurallar vardır, 25 yılımız Turgut Koca’yla birlikte geçti, 60 yaşındayım, insanların birbirleriyle tanışması gerekir, Bektaşilik bize Pirin emanetidir, diyen Muharrem Yıldırım Baba, insanda gurur olmaz onur olur, keyif olmaz zevk olur diyor. İnsanların birbirlerine ihtiyaçları olduğunu söyleyen Yıldırım Baba, Ara Bul! Lafının basit laf ve görüş olmadığını, yolun amaca ulaşmak için bir araç olduğunu, bu yolda ise Mürşit’e gerek bulunduğunu, mürşidin Hakk’la halk arasında olduğunu, önemli olanın kamili mürşidi bulmak, irşat eden mürşide ulaşmak olduğunu söylüyor. Kamil insan Muhammed Ali’nin yolundadır, diyen baba yaşam öyküsünü de şöyle sıraladı bana; “Babam Selanik’ten Mayadağ’dan gelmiş (1924).
Tekirdağ’ın Şarköy Çınarlı Köyü’ne ilkin gelmişiz, 1956’da oradan ayrıldım, İstanbul’da kaldım. 6 yıl aşık oldum, 6 yıl musahiplik yapıp derviş oldum. Bir yıl sonra 1988’de Hamza Baba Dergahı’nda baba oldum.”
Bilmek başka, bulmak başka. Bilip, bulup olmak başka. Aşk uğruna solmak başka, diyen Muharrem Yıldırım Baba, Bektaşi, eğitimi Ali sofrasında alır. Buna “mektebi irfan” denir. Yunus da ben bu mektebi irfanda okudum, der. Hakikat denizinde bahri oldum yüzerim, der. Bektaşi yem’ini, demini ağzından almaz kulağından alır. Önemli olan manevi manada doymaktır. Birşeyler olmaktır. İmam Ali derki, her bir kaba bir şey konunca dolar. Bilgi kabı müstesna, ona bilgi koydukça genişler, diyor. İşte buna dikkat etmek lazım, bunu anlamak lazım, sevgili dostum.
Dervişlik nedir?, diye kendisine sorduğumda da dervişliği şöyle açıkladı baba; Derviş; terki dünya eden, riya sahibi olmayan, şek ve şüphe duymayan, iki yüzlü olmayandır.
Mürşit ihtiyaç varsa ancak derviş çıkarır.
Dervişlik olayın başıdır. Yunus; içi kafir, dışı Müslüman çoktur, der.
Yezit kimdir, yezitlik nedir?, diyence de baba şöyle konuştu: Yezit; bir kavramdır. Lanet Yezid’in huyuna can Muhammed Ali’nindir. Yezit bu devirde de, her devirde de vardır.
Yol yezidi de vardır ki, o çok kötüdür. Babalık makamı nedir? deyince de Muharrem Baba bunu şöyle açıkladı, (ben burada çok özet bir şekilde sizlere aktarıyorum söyleşileri oldukça kısa veriyorum); babalık makamı, mürşitlik makamıdır. Birinci derecede irşat edicidir, baba. Hz. Muhammed mürşittir. Yolun başı Muhammed Ali’dir, babalar da onları örnek alarak icraatlarını yaparlar. Bizler ancak ve ancak Muhammed Ali’nin kurmuş olduğu yolda yürüyüp, onların icraatlarını devam ettirmeye çalışıyoruz.
Turgut Baba hakkında da şunları anlattı: O anlatılmaz, O ancak yaşanır. Rızadan yapılmış lokma yemek önemlidir. Ruh önemlidir, mana önemlidir. Mürşit ademlikten insan olma yolunda sana yardımcı olur. Mana ehli olmak lazım. Manada, adem olmak, insan olmak lazım.
Sevgili dost, Bektaşilik ve devlet diyorsun, bundaki ilişkiyi soruyorsun, Bektaşi devletinin yanındadır. Devlet bize Pir’in emanetidir. Bektaşilik ordunun yanındadır. Bektaşi siyasete girmez. Politika yalan/dolandır. Biz bunlardan uzağız. Suç işleyen biliyorsunuz, Bektaşi olamaz.
Türkiye tümden Bektaşi olsa hiçbir sorunu kalmaz bence. Çünkü Bektaşilik adam olma okuludur. Avrupa’nın da, dünyanın da aradığı sistem aslında Bektaşi’liktir. Onların değer dedikleri her şey Bektaşilik’te zaten vardır.
Hacı Bektaşı Veli, insan ne aradığını bilmezse, aradığını bulsa da ondan haberdar değildir, der. Avrupa arıyor ama ne aradığını bilmiyor, Avrupa’nın, Avrupalı’nın aradığı aslında Bektaşi’liktir.
Muharrem Yıldırım Baba’dan hayli bilgi aldıktan sonra, araştırmalarım devam ediyor.
Bu arada Arıcı Baba diye de ünlenen Ali Pişkin Baba’nın oğlu İdris Pişkin’i de tesadüfen Muharrem Baba’nın yanında buluyorum. Kendisiyle sohbet edip adresini kaydediyorum.
Bana Bandırma’daki diğer babalar konusunda da bilgi veriyor.
Yakında derviş olacak olan İdris Pişkin, kendisinin de Bektaşilik yoluna canla başla hizmet etmek istediğini söylüyor.
Hü Dost
Üçler, beşler, kırklar, pirler aşkına,
Koç kuzu kurbanlar meydana geldi.
Can ü baştan geçen erler aşkına,
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
Kurbanın üstünde yürüdü erkan.
Boynuzu zülfikar, didarı kur’an.
Budur hakka makbul olan tercuman,
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
En’amte, ekremte aleyke Ali.
Azemte, eslemte aleyke Ali.
Çar köşe alemte aleyke Ali
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
Postun başı teslim, ayağı hizmet.
Mihrabı cemaldir, kıblesi rüyet.
Ortası muhabbet, taşrası sebat,
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
Postun her bir teli çağırır Allah.
Muhammet ül Emin, Resul-i Lillah
Aliyel Murteza, Amentü Billah.
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
Kırklar katarına edildi niyaz.
Zikr edip söylerler üç nefes, bir duvaz.
Tekbir gülbangini çekince ustaz,
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
Kurbana tuz ile suyu gösterin.
Ciğeri mürşidin, döşü rehberin.
Yüreğini nasib alana verin.
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
(Turgut Abdal) vardım rıza şehrine,
kurban oldum muhabbetin mıhrine.
Zebiheyn yazıldı aşkın mührüne,
Koç, kuzu kurbanlar meydana geldi.
Turgut Koca
Çiğli, Yunus Emre Sanat ve Kültür Derneği
Aynı gün çok hızlı hareket ederek daha önce telefonla randevulaştığımız, dört dedeyle görüşmek üzere değerli halk ozanı ve dede Seyit Dursun Doğanay’ın başkanı olduğu, Yunus Emre Sanat ve Kültür Derneği’ndeki söyleşi için Çiğli’ye hareket ediyoruz.
Yunus’un şiirlerine bakınca
Uygarlık çizgisini görürsün
Nihayet hırslarını atınca
Uygarlık çizgisini görürsün
Yazmış olduğu şiirler kadar, çekmiş olduğu çilelerle de ünlenen halk ozanı ve dede Seyit Dursun Doğanay bize ev sahipliği yaparak dört dedenin bir araya gelmesine vesile oluyor.
İnanç Önderleri Toplantıları’nın yanı sıra onlarca etkinliğe katılan ve biraz da aykırı fikirleriyle tanınan Seyit Dursun Doğanay, bir dostluk merkezinin kurulmasına da öncülük etmiş Çiğli’de. İzmir öyle büyük ki burada adres bulmak, ilçeden, ilçeye gitmek gerçekten çok zor oluyor. Ama gidince, dost yüzlerle karşılaşınca, sohbet edince tüm sorunlar halloluyor, bir anda.
CEMEVİ OKULDUR
Cemevi okuldur, dede rehberdir,
Erenler orada, kelam öğrenir
Muhabbet içinde, mutlu bir yerdir
Erenler alışır kelam öğrenir
Vicdanın sözüne kulak verince
Laiklik özgürlük kutsal görünce
Ezene karşı tavır alınca
Rahmana yaklaşır, kelam öğrenir
İtibar edilmez, yalan çıkara
Olaylar çıkaran, gidilir dara
Kanunlar hak ile bulunca ara
Uygarlık paylaşır kelam öğrenir
Lokmalar ortaktır aynı herkese
Dualar okunur olmaz hadise
Uyulur nizama birlik nefese
Rızaya alışır kelam öğrenir
“Seyit Dursun” sevgi saygı olunca
uyarlar birliğe meydan dolunca
namazlar öğüttür, bir pay alınca
nedenler soruşur kelam öğrenir
Seyit Dursun Doğanay
Seyit Dursun Doğanay
Kendisiyle yaptığım söyleşi de birçok ozan, yazar ve dedeye sitemlerini, eleştirilerini yöneltmekten geri durmayan Doğanay, hayatım boyunca şiir ve tasavvufla uğraştım, bin şiiri ezberleyerek tasavvufa girdim, çok bilgili olan dedemin benim üzerimde çok etkisi oldu.
Ben Tunceliliyim, Baba Mansur evlatlarındanım, İzzettin Doğan’la da akrabayım, diyerek kendini tanıtıyor.
İnsanlığın en derin izlerini bünyesinde toplayan ve taşıyan bir inanç ve kültür olarak tanımladığı Aleviliğin günümüzde yozlaştırılmak istendiğini, kimi kurum ve kuruluşların buna olanak sağladığını özellikle tarih bilgisi bile olmayan, bilgi ve kültür düzeyi çok düşük yazarların da Aleviliğin yanlış anlaşılmasında paylarının olduğunu söyleyen Seyit Dursun Doğanay, seyitliğin, dedeliğin, ozanlığın bazılarının sandığı gibi çok kolay şeyler olmadığını bu yolda çile çekmeden, okumadan, pişmeden bir yere gidilemeyeceğini, gerçekçi, çile çekmiş halk ozanlarına da hiç kimsenin sahip çıkmadığını söyleşimizde vurguladı.
Hz. Peygamber aslında şiiri seven bir insandır, büyük bir ozandır, on yaşında şiirler okurdu. Onun ümmi olduğu konusundaki fikirlere katılmıyorum, O çok bilgili bir insandı, İslam dini kültürleri insan yararına işleten bir dindir, ama onu öyle yozlaştırdılar ki, hiç sormayın, ben her güzel insanı, severim, sayarım diyen Doğanay ozanlıkla ilgili sorularımı da söyle yanıtladı: Ozanlık yürek işidir, dedelik, bilgeliktir, herkes dedelik yapamaz, her şiir yazan da ozan olmaz.
Doğanay, ülkemizde bir sömürü düzeninin bulunduğunu, Aleviliğin yüce değerlerinin tüm yozlaşmalara cevap verecek şekilde yüzyıllardır dimdik ayakta bulunmasına rağmen bu büyük değerlerin halk tarafından tam bilinmediğinden yakındı.
Dünyanın büyük alimlerinin, yazarlarının Tanrı hakkında ne düşündükleri konusunda Sokrat’tan, Albert Einstein’a kadar birçok kişinin fikirlerini derlediği, Bilim Adamlarına Göre Tanrı Nedir? isimli bir kitap çalışmasının olduğunu, bugüne kadar yirmiye yakın yayınlanmış kitabının bulunduğunu, Yunus Emre Dergisi’ni çıkarmak için büyük bir mücadele verdiklerini söyleyen Doğanay bir senedir her ay Yunus Emre Kültür ve Sanat Dergisi’ni çıkardığını, bilimsel araştırma gezilerinin toplumun ihtiyacı olan birlik ve beraberliğe de katkıda bulunmasını diledi.
Atatürk
Aslında hizmeti en kutsal saymış
Türklüğün adını cihana yaymış
Aklını, gücünü ortaya koymuş
Tarihi bir daha yazmış Atatürk
Ülküleri yüce tutmuştur önde
Rejime laiklik koymuştur dinde
Kendini adamış o kara günde
Yedi düvele ders vermiş Atatürk
Üzgün Türk milleti gene şenledi
Cümle belaları onunla yendi
Eserler yarattı bilim öğrendi
İlkeleri önce çizmiş Atatürk
Nihayet “Seyit”im devrim oluştu
Sevgiyi getirdi hedef barıştı
Altı temel koydu birlikte coştu
Nizamın yücesi koymuş Atatürk.
Seyit Dursun Doğanay
Ali Rıza Gerçek Dede (72)
Daha önce Menemen’de de görüştüğüm, burada da söyleşi yaptığım dedelerden Tuncelili, Baba Mansur evlatlarından, Ali Rıza Gerçek ise; insan kendini yetiştirip kültürüyle dünyada var olursa, dünyaya bir katkı sunmuş olur.
Bu dünyayı var eden insanlarımız var. Hakk’ın sevdiği insanlarımız var. İnsan işleriyle övünmelidir. Çok sorunlarımız vardır, yol konusunda. Eskiden çok büyük insanlarımız vardı. Kur’an, tarih konularında çok bilgili insanlarımız vardı, diyor.
Babası Veyis Dede’nin bölgede tanınan ve sevilen dedelerden birisi olduğunu söyleyen Gerçek, kendilerinde elyazması bir İmam Cafer Buyruğu olduğunu da söylüyor.
Mehmet Ali Yıldırım (51)
Baba Mansur evlatlarından, Muş, Varto, Dağcılar köyünden olan dede, eski ismi Canasaran olan köyde Süleyman, Hüseyin, Mehmet Ali, Kamer dedelerin, Doğançay Köyü’nde de Seyit Hüseyin ve Seyit İbrahim, Seyit Kekil Dedelerin olduğunu söylüyor.
Antalya, Adana, Isparta (merkez), İstanbul’da talipleri olduğunu söyleyen Mehmet Ali Yıldırım, 29 yıldır İzmir’de yaşadığını, bir talibin pirlik yapamayacağını, ancak ve ancak bir Seyyidi Saadet, Evladı Resul’ün dedelik ve pirlik yapabileceğini, dört kapı, kırk makamın çok önemli olduğunu, pirin İmam Hüseyin olduğunu, İmam Ali olduğunu, rehberin Cebrail, mürşidin Muhammed Mustafa olduğunu, Kur’an’ın ise bir öğütler bütünü olduğunu söylüyor kamera ve ses kayıt makinama.
Kur’an İslamiyet’in bir anayasasıdır, bir öğüttür, nasihattır, çok evrensel bir kitaptır. 12 hizmet, Aynül Cem, Nevruz, Hızır bunlar bizim temel ibadetlerimizdir. Bunlarsız Alevilik tanınamaz. Bir rehber insanları barıştıran, insanlara rehberlik eden kişidir, görevi çok önemlidir. Cemden önce insanları barıştırabilir. Bizim cemlerimize bekarlar da girer. Görgü cemlerine ise bekarlar giremez. Musahiplik Aleviliğin temel direklerindendir, birinci ikrar karı/kocadır diyen Mehmet Ali Yıldırım diğer sorularıma da cevap veriyor.
Turabi Alkan (53)
Erzurum Aşkale Tozulca Köyü’nden olan Dede, daha sonraki araştırma gezimde söyleşi yapıp çok geniş bilgi aldığım, çok bilgili Ahmet Dede’nin oğlu (Varto/Görgü Köyü).
Mürşit ikrar verdiğim pirimin piridir, diyen dedeyle genel konular üzerinde sohbet ettik.
Ondan aldığım bilgilerle daha sonraki Doğu Anadolu Gezisinde babası değerli dede Ahmet Alkan’ı ziyaret ettim.
(Maalesef Ahmet Dede kendisini ziyaret ettikten sonra Hakk’a yürümüş. Ruhu şad olsun.)
Ali İbrahim Alkan (50)
Kendisi de Erzurum, Aşkale, Tozulca köyünden olan Alkan, bu konularda fazlaca bir bilgisi olmadığını, yalnız kendisinin de birlik ve beraberlik istediğini söyledi.
Sevgili dostlar, zamanımız yok, paramız yok, araç yok, bu yokluklar içinde öyle hızlı hareket edip o kadar çok kişiyle görüşmeye çalışıyorum ki inanın ki akıl almaz bir iş yapmaya çalışıyoruz.
Aynı gün hemen çok hızlı bir şekilde hareket edip, Narlıdere’ye yani Tahtacıların ana merkezlerinden birisine gitmek istiyorum. Burada hem Tahtacılar, hem Doğu’dan gelen Aleviler, hem de Bektaşiler var. İlçeleri aramak için sarf ettiğimiz çabalar, yaşadığımız sıkıntılar, sürprizler, enteresanlıklar ise ayrı birer derttiler. Hele Doğu’da yapacağım yolculuklardan sonra lise yıllarında en sevdiğim yazarlardan birisi olan ve o dönemde tam yirmi dört kitabını okuduğum Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu Yolları’nda isimli eserini hatırladım. Keza Kadifekale’yi görünce yine onun romanlarını hatırladım.
Her neyse, İzmir büyük mü büyük, güzel mi güzel, karışık mı karışık bir kent. İstanbul’un adı çıkmış.
Şimdiki hedef yıllardan beri ismini duyduğum alçakgönüllü, sevecen Bektaşi Halifebabası Hasan Asuman’ı bulmak. Bizi eşi, kızı ve damadıyla kabul eden Hasan Asuman’dan çok şeyler öğreniyorum. Söyleşim çok verimli geçiyor.
Narlıdere, Hasan Asuman Halifebaba
Bektaşiliğin Babagan kolundan, Balım Sultan Erkanı’na bağlı Hasan Asuman Halifebaba aslen Mekadonyalı. Mekadoya’nın Üsküp Vilayeti’nin Köpürlü Kazası’nın Çeltikçi Köyü’nden. 1922 yılı doğumlu olan Halifebaba, tüm yaşam öyküsünü bana anlatıyor... sisler, bulutlar içindeki anıları canlanıyor... çocukluk yılları, vatan hasreti... onlar Balkanlar’da doğsalar da Türkiye sevdalıları, onlar vatan için gözyaşı döken canlar. 1954 yılında Türkiye’ye geldik. 500 dönüm toprağım vardı. 400 dönümünü komünist rejim elimden aldı. Daha sonra bize verdiler ama sonra işe yaramadı. Bizim içimizde anavatan da anavatan türküsü çağlıyordu. Bizler anavatana gidelim de istersek ölelim.
Bizim asıl yurdumuz orası, Türkiye diyorduk. Burnumuzda tütüyordu Türkiye.
Ben 1947’de nasip aldım. Kanatlar Köyü’nden Mustafa Baba gelmişti, bizim köye. Eşimle birlikte nasip aldık, ondan. Bizim oralarda Bektaşi lafı vardı. Sünniler vardı. Alevi lafını bizler Türkiye’ye geldikten sonra duyduk, özellikle Tevfik Oytan’ın kitaplarından duyduk.
Bizler evladım rençberdik, çok çile çektik, eee yaşam kolay değil. Tito döneminde bizler çok sıkıntılar çektik. Üsküp’ten Adriyatik’e kadar 13 gün boyunca yürüdüm, askerlik için, 80 bin Türk, Arnavut yürüdük birlikte. 3 yıl askerlik yaptık.
Katiplik yaptım askerlikten sonra. Türkiye’ye yol açılınca artık biz bıraktık, oraları. Orada çok gayrimüslim vardı. Son zamanlarımda şeker işiyle uğraşmıştım. Türkiye’ye gelince de şeker fabrikalarında çalıştım. Daha sonra pirinççilik yaptım. Turgutlu’da ilk pirinç işini bizler yaptık. Ziraatçılar burada bu iş olmaz dediler, bizi engellemek istediler, bizler devam ettik, çok verimli mahsuller aldık. Daha sonra ise Almanya’ya gittim. 15 yıl Almanya’da kaldım. 1980 yılında kesin dönüş yaptık, Türkiye’ye diyen, o zamana kadar ki yaşam öyküsünü bizimle paylaşan Halifebaba, babalıkla ve tüm yaşamını etkileyen Bedri Noyan’la ilgili bilgileri ve anılarını da şöyle aktardı: 1986’da meydan yapıldı, Hamzababa’da (Kemalpaşa) dergah yaptılar. Orası ikinci Hacı Bektaş olacaktı ama cehalet nedeniyle orası dağıldı.
Ben daha sonra Bedri Noyan’la tanıştım. O öyle bir insan ki, inanın o bir evliyaydı. Onun gibi bir insan ben daha tanımadım. Onu öyle sevip, ona öyle bağlandık ki, bunu kelimelerle anlatmam mümkün değildir, evladım. Onunla Tekirdağ Kılavuzlu’ya da gittik. Bana bir haber geldi, ben derviş olacakmışım, bunu Bedri Noyan Dedebaba istemiş. Ben olmam dedim, bu işler çok zor işler. Çeşme’ye Dedebaba’yı bulmaya gittim, bulamadım, kabul etmeyeceğimi söyleyecektim. Daha sonra telefonla bana iki sene daha müsaade et dedim, olmaz dedi; altı ay dedim, kabul etmedi. Nihayetinde derviş oldum, 1986’da. Daha sonra iki yıl geçmişti, benim baba olmamı istedi, hatta benim hanıma sormuş, o da, ben karışmam ne yaparsa, kendisi bilir, demiş. Böylece 1988 yılında da baba oldum. Ben onu öyle seviyordum ki anlatamam, o da beni çok seviyordu. Öyle ki, beyefendi bunu çekemediler bile. Her zaman bu tip şeyler olmuştur. Ben şimdi Narlıdere Dergahı’nın postnişiniyim.
Damadı Faruk Aslan ise 1985’den beri nasipli olduğunu, mürşitlerinin Bedri Noyan olduğunu kendisini sadece tanımakla kalmadığını yıllar boyunca kendisinden çok şey öğrendiğini, Bedri Noyan’ın geldiğinde saatlerce kaldığı ev olan (söyleşiyi yaptığımız şu an Narlıdere’de bulunan ev) Hasan Asuman Halifebaba’nın evinin bir ibadet merkezi olduğunu söylüyor. Nihayetinde meydanevi’ni geziyoruz. Gerçekten de işte Bektaşi Meydanı denecek bir maneviyat bahçesiyle karşılaşıyoruz.
Duvarlarda Bedri Noyan’ın kendi elinden çıkmış eşi benzeri olmayan yazmalar, fotoğraflar, desenler, postlar vb. Hasan Asuman Halifebaba ricam üzerine fazla olan Bedri Noyan’ın orijinal bir fotoğrafını hediye ediyor bana. Faruk Aslan, Bektaşilik insanı, doğayı, yaşamı sevmektir. İçinde sevgi olmayan, gönül kıran zaten Bektaşi olamaz, diyor. Şu anda ise Mustafa Eke Dedebaba’ya bağlı olduklarını belirtiyor.
Görüşmeden sonra bilgili bir Tahtacı dedesi olduğunu duyduğumuz Halil Kargın Dede’yle görüşmek istiyoruz ama başarılı olamıyorum, ona ulaşamıyoruz. Ama değerli dostum Dr. İsmail Engin ile birlikte alanında tek olan Tahtacılar İnternet Sitesi’nin editörlerinden, kendisi de köklü Tahtacı Dede ocağından gelen Mimar Bircan Coşkun’u arayıp buluyorum, Narlıdere’de.
Güzel bir dünyanın biraz da güzel bir kent örgüsü ve güzel binalarla mümkün olduğunu düşünürsek, mimarlara çok iş düştüğünü söyleyebiliriz, yaşamımızda.
Tabii ki mühendisler de önemli ama can dostlar, toplumsal mühendisliğe soyunup Türkiye’yi rezil eden mühendisleri gördükçe de herkes kendi işiyle uğraşıp, başka işlere pek yönelmeseler diyorum. Borç yiğidin kamçısıdır, deyip ülkemizin yıllar yılı kan ağlamasına vesile olan bir baş mühendisimizi hatırlıyorum da güleyim mi, ağlayayım mı... bilemiyorum, adam hala Türkiye’yi kurtarmaya çalışıyor... eyvah ki eyvah! Sevgili Zeki Müren’in dediği gibi herkes küçükten bana masal anlatırdı, ama artık masal dinlemek istemiyorum, bir varmış, bir yokmuş diye... bu ülkeyi haramice yönetip, haramilerin ellerine teslim edenleri artık dinlemek istemiyoruz, artık.
Biraz konunun dışına çıktık gibi, ara sıra bu da lazım sanırım. Dönelim gezimize tekrar.
Bircan Coşkun
Bizi Narlıdere’de aynı zamanda aynı isimli köyün de merkezinin bulunduğu alanı gezdiren, Bircan Coşkun konuyla ilgili araştırmaları ve projeleriyle de tanınıyor. Hayli uzun bir sohbetten sonra akşam olmadan, sevgili Murat Küçük’ün daha önce izlenimlerini bizlere aktardığı Narlıdere’deki en son dede konaklarına gidiyoruz. Sokaklar şen, şakrak. Kahvelerde insanlar, mahalle aralarında kadınlar, gençler... hayat buram buram, burada. Köyün meydanına geldiğimde, Bircan Coşkun, köyün düğünlerinin, eğlencelerinin eskiden beri bu meydanda yapıldığını söylüyor. Şimdi çingenelerin de mesken tuttuğu evlerin loşluğu içinde sigaralar tüttürülüyor... abi bizim de fotoğrafımızı, görüntümüzü çek, siz hangi kanaldansınız sesleri arasında gözüme Aşık Veysel Sokağı, Pir Çıkmazı tabelaları ilişiyor.
Eski yaşam alışkanlıklarına direnenler, kent olgusunun karşısında varlıklarını sürdürmeye çalışırken, türlü müzik sesleri, tavalarda yağda kızartılan balık kokuları sarıyor çevremizi. Pir Çıkmazı’nın gerçekten de bir pir çıkmazı olduğunu görüyorum. Burada tarihi bir bina, bir konak var. Dedeler konağı. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle restore edilecek, büyük ölçüde yıpranmış, bu Aleviliğin, Tahtacıların bölgedeki temel değerlerinden birisi olan bina tam anlamıyla tarihi bir değer, eşi bulunmaz kıymet. Daha sonra durumu daha iyi olan diğer binayı da geziyoruz. Son büyük cemlerin yapıldığı, tipik Yunan ve Aksaray’da rastlanan konak tiplerine çok benzediğini Coşkun’un söylediği konak, beni çok etkiliyor. Can dostum Dr. İsmail Engin’in keşfiyle tavanda bir kaz ayağı (Tahtacıların temel sembollerinden) motifinin bulunduğunu söyleyen Bircan Coşkun, bu binanın değerinin ölçülemeyeceğini, bir an önce restore edilerek halkın hizmetine açılması için yoğun çaba harcadıklarını söyledi. Daha sonra bina yanındaki dede mezarlarını gezip, kameraya alıp, fotoğraflarını çekiyorum.
Hemen yakınlardaki Narlıdere Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği’nde gönülleri de yüzleri gibi güzel gençlerle karşılaşıyoruz.
Ortak görüş, kültürel yozlaşmayla, kahvelere mahkum olan gençlere bir şeyler vermek, tiyatro, sanat vb. faaliyetlerde bulunmalarını sağlama.
Aynı akşam Bircan Coşkun, babası ve Dedocan’la bir akşam yemeği yiyoruz.
Bircan Coşkun artık Alevilerin, Bektaşilerin, Tahtacıların günümüz yaşam koşullarındaki gelişmeleri de özümseyerek yaşamlarını çağın koşullarına göre düzenleyerek yeni bir felsefe yaratmalarını gerektiğini söylüyor.
18 Haziran 2002, Konak/Limontepe
Ehlibeyt İnanç Eğitim ve Kültür Vakfı
Cemal Sevin Dede
“Bizim Ehlibeyt Vakfı’nı sakın diğeriyle karıştırmayın” diyen Cemal Dede, Limontepe’nin gurur kaynağı olan Cem Kültürevinde bizi karşılıyor. Yüce bir tepenin üstünde tüm vadiye barış, dostluk, kardeşlik elini uzatmış gibi muazzam bir cem kültürevine giriyoruz, içimizde kıvanç, hasret, türlü duygularla. Aleviler buraları da fethetmişler.
Doğu seferinde zaten kendisinden aldığım adreslerle ziyaret ettiğim Bingöl, Kiğı şimdi Adaklı’ya bağlı Sütlüce’den 1991 yılında gelip buraya yerleşen Cemal Sevin Dede, Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’na katılmış, heyecanlı, cefakar, yardımsever, coşkun bir dedemiz. Halkın isteğiyle 1994 yılında çalışmalara başlayıp, kiraladıkları bir dükkan köşesinden işe başlayıp şimdi tam bitmemişse de, beş katlı yüzlerce insana hizmet veren büyük bir cem kültürevinde yöneticilik de yapan Sevin dede, bundan sonraki iki günde benim en büyük yardımcım oluyor. Belki on günde yapamayacağım işleri onun sayesinde kolaylıkla yapıyorum.
Bölgede Tunceli, Malatya, Tokat, Maraş bölgeleri ağırlıklı olmak üzere 500 hanelik bir Alevi varlığından söz ediyor, dede.
Buranın Balçova, Limontepe, Karabağlar gibi semtlerin merkezindeki yer olduğunu söyleyen Cemal Dede, cemevinin bu aşamaya gelmesinin hiç de kolay olmadığını bir avuç iyi niyetli insanın olağanüstü çabalarıyla bu binayı yaptıklarını belirtiyor.
Daha sonra Buca’da da rastladığım gibi olağanüstü temizlikle karşılaşıyorum, mutfağı, gasılhaneyi, cem salonlarını gezerken. Hani derler ya, bal dök yala!
Evet burası için söylenecek kelimeler bunlar, bal dök yala, öyle temiz, buralar.
Cemal Sevin Dede inançla ilgili uygulamalarla hususunda sorularımı ise şöyle yanıtladı: bizler her Perşembe toplanırız. Hızır günlerinde 12 hizmeti devam ettiririz. Diğer günlerde muhabbet, kısır cemleri yapılır. Hızır, dar günlerin meleğidir. Abu hayat suyu içmiş, darda kalanlara yetişen ulu bir ermiştir. Musahiplik çok ama çok önemlidir. Maddi, manevi manada yardımlaşma demektir. Mürşit irşat eder. Son pençeyi pir vurur. Biz de tarik vardır. Görgü, musahiplik kavline girmektir. Ehlibeyt’i sorarsan, manası her şeyden arınmış, temizlenmiş, paklar, demektir. Tüm insanlığa doğruluğu gösteren yüce kişilerdir. Bizler onların yollarından gidebilirsek, ne mutlu bize. O zaman gerçek dedeliği de talipliği de yapmış oluruz. Buranın kuruluşunu sorarsan, bizler ilk önce 1994’de burayı Çankaya’da kurduk. Bize bugüne kadar en fazla işadamı Hasan Zeyrek yardımcı oldu. Bizim burada halk fakirdir, işçi kesimidir. Eğer Aleviliği sorarsan, doğruluktur, dürüstlüktür, mertliktir, aydınlıktır, ilericiliktir. Bizim burasının temel ilkesi Atatürk devrimleri ışığında çağdaş bir dünya görüşüyle halka hizmet etmektir.
Vakfın yöneticilerinden sayman Tacim Öz de vakıf hakkında bilgi verirken, Halk Eğitim Merkeziyle işbirliği içinde halka okuma yazma, dikiş nakış, meslek edindirme kursları verdiklerini, ayrıca Ege Vakfı’yla işbirliği yapıp bir takım kültürel etkinlikler düzenlemek istediklerini de söyledi.
Ali Serin Dede, (Baba Mansur Ocağı), (1943/Bingöl)
Cemal Sevin Dede’nin bizi götürdüğü dede, hiçbir ocağın birbirinden üstünlüğünden söz edilemeyeceğini, tüm gerçeklerin bir can olduğunu söylüyor. Hz. Peygamber’in İslam alemine iki emanet bıraktığını, bunlara gerçekten sahip çıkılması halinde birçok sorunun da halledileceğini belirtiyor. En büyük isteğinin Alevi-Bektaşi derneklerinin, vakıflarının birleşmesi olduğunu söyleyen dede, derneklerde bilgili insanların görev yapmaları gerektiğini söyledi.
Narlıdere Ehlibeyt İnanç Eğitim ve Kültür Vakfı
Kemal Erdem, (Yanyatır Ocağı), (1931/Narlıdere)
Bir gün önce ziyaret ettiğimiz Narlıdere’ye tekrar dönüyoruz. Çünkü çok merak ettiğim Yanyatır Ocağı dedelerinden Kemal Erdem’in varlığını Cemal Sevin Dede aracılığıyla öğrenmiş oluyorum.
Vakıf çalışmalarımız hakkında bilgi veren Dede, en büyük arzularının bir cem kültür evine sahip olmak olduğunu bunun için çeşitli girişimlerde bulunduklarını söylüyor. Bizde gençler ceme alınır, diyen dede, gençlerin de elbette ikrar verebileceklerini, musahiplikten önce de ikrar vermenin mümkün olduğunu, evlendikten sonra musahiplik töreninin yapıldığını aktarıyor. Artık eskisi gibi inanca sahip çıkan dedelerin azaldığını, bu konuda bazı yozlaşmaların da, ayrı yaşandığından yakınan Kemal Erdem Dede en büyük sıkıntının, ilgili ve meraklı gençlere bilgi aktaracak dedelerin bulunmamasının olduğunu söylüyor.
Pir Sultan Abdal Parkı
Narlıdere’de bulunan Pir Sultan Abdal Parkı’nı ve parktaki heykelin fotoğrafını çekip, kameraya aldıktan sonra, daha önceki temaslarımızla görüşme isteğimizi belirttiğimiz ve toplu olarak Buca Hacı Bektaşı Veli Derneği’nde bizi bekleyen dedelere yine Cemal Sevin Dede ve Tacim Öz sayesinde ulaşıyoruz.
Narlıdere gerçekten de çok güzel bir belde. Hele burada Pir Sultan Parkı’nın olması, güzel bir heykelinin açılması bana nefes aldırıyor, adeta. Bu sadece denizin getirdiği bir esinti değil, dost bahçelerine girmenin verdiği ferahlatıcı bir nefes.
Buca, Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneği Cemevi
Burada yine bizi olağanüstü bir ilgiyle karşılayan dedelerle söyleşimiz çok verimli geçiyor. Buca öyle büyük bir yer ki, İzmir’e sonradan eklenmiş bir küçük ili andırıyor. Modern binalar arasında, binlerce insana hizmet veren, yine son derece düzenli, temiz kültür ve cemevini ziyaret ediyoruz.
Mehmet Fuat Erenler Dede (Ağuçan Ocağı)
Oldukça bilgili olan ve dernek ve vakıfların kurulmasında öncü rol oynadığını öğrendiğimiz dede kısa ama özlü konuşmasıyla dikkat çekiyor. Söyleşide sorduğum sorulara derinlikli cevaplar veren dede oldukça donanımlı birisi. Bir dedeler akademisi kurulmalıdır, diyen dede; talipleri eğitecek, onlara bilgi aktaracak dedelerin yetiştirilmesi için bir bilim yuvası şart, okumuş, eğitimli dedelerin olması şart, diyor. Baba Mansurlu, Üryanlı, Ağuçanlı... hiç fark etmez, topluma hizmet edenlerin tümü aynı statüdedir, ayrım yapmak er kişinin değil, kötü kişinin karıdır, er erden seçilmez, yeter ki halkı eğiten, bilgi aktaran bu yolda karşılık beklemeksizin hizmet veren kişi olsun, diyor.
Mahmut Sevin
Daha sonra gidip, ziyaret ettiğim, Bingöl, Kiğı, Sütlüce’den olan dede, tarihler boyunca Aleviler baskılara uğramışlardır. Anayasa laikliği, eşitliği bize verdiğine göre, bizler de bunlara sahip çıkmak zorundayız. Madem ki İslamız, Kur’an’a bağlıyız, herkes Ehlibeyt’i benimsemelidir. Tümümüzün ibadet anlayışı aynı olmalıdır. Tek yol doğruluk, dürüstlüktür, şeklinde görüşlerini özetledi.
Düzgün Acar (Baba Mansur)
Alevilikle ilgili inanç ve ibadet bütünlüğü oluşturulmadan sorunlarımızı çözemeyiz. Kur’an bizim için temel rehberdir. Yolun ulularının içinde olacakları bir Dedeler/Babalar Okulu’nun kurulmasından yanayım, şeklinde görüşlerini özetledi.
Ali Hasan Hükelek (Tunceli/Kureyşan)
Dedelik Babalık Meclisi gibi bir kurumun oluşmasına karşı çıkacak, bunu engellemek isteyenler çıkacaktır. Ama yılmadan bu konuda çalışıp bir netice elde etmek gerekir. Böylesi bir kurum çok önemlidir, gereklidir. Ben şahsım adıma böylesi bir yapıyı her yönüyle destekliyorum. Dedeler arasında bazı çekememezlikler oluyor, bunların aşılması bir zorunluluktur. Yoksa biz bir yere gidemeyiz. Yola layık olanlar hizmet vermelidir.
Sait Gündük (Bingöl/Yedisu/Kureyşan)
Bizler bir araya gelip, tartışıp, konuşup sorunlarımızı halledebiliriz, aksi takdirde bir yere gidemeyiz.
Çok yararlı geçen görüşmelerle dedelerden oldukça detaylı bilgiler aldım.
Mehmet Yardımcı
Sonra değerli öğretim üyesi, araştırmacı, halkbilimci Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı’yı ziyaret ediyoruz.
Buca Eğitim Fakültesi’ndeki odasında bizleri kabul eden sayın hocamıza ziyaret sebebimizi aktarıyoruz. Sohbet ediyoruz. Her zaman olduğu gibi bize elinden gelen her türlü yardımda bulunma sözü veriyor. Mehmet Yardımcı özellikle cönklere önem vermemiz gerektiğini, bunların Aleviliğin gerçek kaynaklarından olduğunu söylüyor. Cahit Öztelli’de çok önemli cönkler vardı, şimdi eşiyle konuşup bunların değerlendirilebileceğini söyleyen Yardımcı, Dedeler/Babalar Meclisi fikrinin çok yerinde ve önemli bir görüş olduğunu ama bu konuda çok çalışmak gerektiğini söylüyor. Ortada dedeyim, babayım, ozanım diye dolaşan çok boş insan olduğuna da dikkat çeken Yardımcı, bu konuda bir kurumun oluşmasını tarihi bir dönüm noktası olacağını belirtiyor.
Aynı gün yine hızla hareket ederek, yine çok bilgili bir dedeyi bu sefer Altındağ’da ziyaret ediyoruz.
Altındağ, Hasan Hüseyin Aslan Dede
(Şah Ahmedi Veli Sultan Ocağı), (1932/Afyon)
1964 yılında Altındağ’a yerleştiğini söyleyen Dede, 1987 yılında emekli oldum, beş çocuğum var, çocukluğum, gençliğim bu inanç içinde geçti, diyor. 1974 yılında posta oturduğunu söyleyen Hasan Hüseyin Dede, gülbenklerinde Hamza Şeyh’e, Mahmut Sultan’a, Cemal Sultan’a, Sücaatin Sultan’a da çağırdıklarını, Afyon’da çok köklü bir Alevi Bektaşi inancı olduğunu söylüyor. Kayabelen’de Hamza Şeyh törenleri yapılır diyen Dede, Süceattin Veli Dergahı’nın kendileri için de çok kutsal bir yer olduğunu, zaten gerçek erlerin hepsinin birbirinden haberdar olduklarını, kendilerinin de hiçbir ayrım yapmadan tümüne bağlı olduklarını belirtiyor. Alevilik Bektaşilik bir ağacın dalları gibidir, diyen Hüseyin Dede, görgü ve darın ayrı cemleri vardır, ölen için ibadet etmek bir zorunluluktur, diye de ekliyor.
Kur’an inancımız için çok önemlidir, Elhibeyt’i soracak olursan bu okul sevgi okuludur, doğruluk okuludur, dürüstlük okuludur. Bu okulun bir benzeri daha dünyada yoktur evladım, diyor. Hasan Hüseyin Dede tarihi bir söz de söylüyor söylemişimizde; Adaletin birinci zirvesi doğruluktur. Doğru, adil olmayan birisi Alevi olamaz, gerçek Ehlibeyt yolcusu kimseye haksızlık yapmaz, adaletin olmadığı yerde ise düzen yok olur...
Atatürk ve Hz. Ali’nin, On İki İmamlar’ın resimleriyle, türlü desenlerle süslenmiş olan söyleşiyi yaptığımız Altındağ Ehlibeyt İnanç Eğitim ve Kültür Vakfı merkezi aynı zamanda bir ibadet merkezi de. Vakıf’ta toplanan gençlerle de sohbet ediyoruz. Genç arkadaşlar şiirler okuyorlar ve Ehlibeyt yoluna hizmet etmekten son derece onur duyduklarını belirtiyorlar.
Aynı akşam dedenin oğlu Ali Rıza Aslan ve Cemal Sevin Dede’den Hasan Hüseyin Dede’nin bizi davet ettiği akşam yemeğinden sonra deyişlere doyduğumuz saz sesini dinliyoruz.
Sonra Cemal Dede’nin evine vardığımızda ise Vakıf yöneticilerinin isteği üzerine geç vakte kadar sohbet ediyoruz.
19 Haziran, Konak, Murat Çakoloz Baba (62)
Tıp hekimi olan Murat Çakoloz Baba, bizi yazıhanesinde kabul ediyor.
Uzun bir sohbetle birbirimizi daha yakından tanımış oluyoruz. Oldukça sıcak kanlı olan sayın Çakoloz, Bedri Noyan Dededebaba’dan 1996’da nasip almış. Babalık icazetini de 1996’da Hasan Asuman Halifebaba’dan alan Çakoloz, tüm ibadetlerin öz Türkçe yapılmasından yana. Her şeyi çağa göre yorumlamalıyız diyen Murat Çakoloz bir aydın olarak inanç ve kültür konularını da kendi hayat felsefesine göre yorumluyor. Çağa uymadan, bir yere varılamayacağını söyleyen Çakoloz, her konuda açık olmalıyız, her şeyi tartışmalıyız, doğruyu ancak böyle bulabiliriz, diyor.
Musa Seyirci
Bir kültür insanı, araştırmacı/yazar ve Antalya Kültür Müdürlüğü’nden şimdi İzmir gibi büyük bir şehrin Kültür Müdürlüğüne getirilen Musa Seyirci’yi de ziyaret etmeden, İzmir’den ayrılmak istemiyorum. Elbette bu şehirde daha çok ziyaret edilecek insanlar vardı, Ekrem Akurgal gibi, Zeki Büyüktanır gibi birçok yazarımız, aydınımız, sanatçımız var ama... Zamanımız ve olanaklarımız çok kısıtlı ne yapalım.
Her zamanki sevecenliğiyle bizi karşılayan Musa Seyirci’yle sohbetimiz çok yararlı ve verimli geçiyor, onun yardımıyla İzmir Müzesi’ni de geziyoruz. Öyle ya, aynı bahçe içindeki müzeyi gezmeden olur mu? Binlerce yıllık bir kentin tarihi ve gerçek en güzel görüntüsü bu müzelerde saklı.
Aynı gün yine çok büyük bir hızla Tire’ye, Horasanlı Ali Baba Dergahı’na doğru yolu doğrulturken, dostlarla ve İzmir’le vedalaşıyoruz.
Halbuki içimde bir ukte olarak kalan bu büyük şehri daha yakından tanımak, gezmek, yaşayan değerleriyle söyleşi yapmak... benim için çok iyi olacaktı. Bir başka sefere diyoruz, daha gidecek çok yerimiz var.
Tire, Horasanlı Ali Baba Dergahı
Dedim ya yol maceralarını anlatmaya kalksak yazı çok daha fazla uzayacak. Can dostlar, yanlış tarifle birlikte yolumuzu gereksiz yere uzatarak, hayli dolandıktan sonra, Tire’ye ve önemli Bektaşi merkezlerinden birisi olan Horasanlı Ali Baba Dergahı’na vardığımızda yine yola bağlı insanlarla karşılaşıyoruz.
Kolay değil Aydın Dağı’nı aşıp da geldik buraya. Kısa yol diye bize tarif edilen meğerse artık kullanılmayan, terk edilmiş, dağ yoluymuş. Uçsuz bucaksız, vadileri, tepeleri, hele hele de dev kestane ağaçları arasında indik Tire Ovası’na aşağı. Merkez’de bize hemen yardımcı oldular da buluverdik, bir cennet köşesi güzelliğindeki Dergahı. Dergaha girince burayı ziyaret eden dostlarla da karşılaşıyoruz.
Müşerref İşner (76/Tireli); ben aslen İzmir’de büyüdüm. Bizi buraya çeken çok şeyler var, başta ruhaniyet. 45 yıllık muhibim. Bizler Hasan Baba’nın muhipleriyiz. Dervişliğinden kısa bir süre sonra baba olan Hasan Baba, eşi bulunmaz bir insandı. O son postnişindi. Baba’nın eşi Naciye Ana tam altmış yıldır bu yola hizmet veriyor. Şansınıza şu anda yok, burada. Buradan hiç ayrılmaz o.
Seyyid Ahmet Berber; gerçekten bizi buraya çeken çok şey var. Ben de yirmi yıldır muhibiyim buranın. Biz buradan ayrılamayız. Burada birden fazla meydan evi var. Horasanlı Ali Baba Dergahı’nın bugünkü güzel görünümüne gelmesini Hasan Baba ve eşi Naciye Ana sağlamışlardır. Burası hiç boş kalmaz, sürekli ziyaretçisi vardır.
Sedat Koy; ben aslen İstanbulluyum. Emekli olduktan sonra buraya geldim. Buranın her türlü işiyle uğraşıyorum, yardımcı olmaya çalışıyorum. Normalde Tire’de oturuyorum, her sabah buraya geliyorum. (Dergah Tire’nin merkezinin biraz dışında). Size dergahı, mezarlıkları gezdireyim. Burada cemler, hizmetler devam ediyor, çerağlar yanıyor. Burası cumhuriyet dönemi boyunca da kapanmayan tek dergahtır. Burası Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. Ama hiçbir kimse buraya hizmet vermemektedir.
Can dostum Şevki Koca’nın mutlaka oraya gidin erenlerim, sözüne iyi ki uyduk da ziyaret ettik burayı. Gerçekten de yüzlerce yıllık ağaçlar içinde türbesinde rahat rahat uyuyan bu Anadolu ve Rumeli erenlerinin temsilcilerinden olan Horasanlı Ali Babalar, onun yoluna hizmet etmekte adeta yarışan Hasan Babalar bu yurdun gerçek sahipleri. Nur içinde yatsınlar, öyle bir ateş yakmışlar ki, sönmesi mümkün mü!
Gül yüzlü bu insanların yattıkları her yer de çiçek bahçesi. Hele bu yola hizmet veren canların mezar taşlarının korunmasına daha çok sevindim.
Hele dergahın açık olmasına, bir dilim ekmeğini, ocakta kaynayan çayını sizlerle paylaşmaya her an hazır bulunan insanların, canların, dostların varlığı daha bir duygulandırıyor, umutlandırıyor, mest ediyor, insanı.
Daha sonra Türkiye’nin belki de en uzun tünellerinden birisini geçiyoruz, Aydın’a varmak için 75. Yıl Tüneli. Tünel tamı tamına 3043 metre.
Şimdiki hedef Aydın.
CEM Vakfı Şube Başkanı ve baba Haydar Ölmez’i bulmak amacım.
Yarenlik
Can dostlar, Ben bu yazıyı tüm araştırma gezim bittikten sonra yazacaktım ama şimdiden bazı değinilerde bulunmayı bir borç olarak gördüm. Çünkü halkın zaten katmerli olan sıkıntılarına bir de kurum ve kuruluş temsilcilerimizin, bazı yazarlarımızın akıl almaz açmazları, yanlışlıkları eklenince sorunlarımızın hiç yokken arttığını gördüm.
On yıldır okuyarak, araştırarak, gezerek, inceleyerek, biraz koşturarak içinde olduğum Alevi-Bektaşi dünyası içinde başından beri savunduğum çeşitli fikirler vardır. Teker teker birey olarak bizlerin yapacakları çok şeyler olduğu gibi özellikle, yazarların, bu konuda çalışma yapan kurum ve kuruluşların yapacakları, sıradan vatandaşların yapacaklarından elbette fazladır, fazla olmalıdır.
Şuna canı gönülden inanıyorum ki, bu alanda çaba harcayanlar/harcayacaklar birbirleriyle işbirliği yaptıkça sorunlarımız daha çabuk keşfedilip, çözüm önerileri üretilip, aynı zamanda problemlerimiz de daha kolay aşılacaktır.
Alevi, Bektaşi, Sünni hangi kökenden gelirse gelsin, bu alan yüzlerce bilim adamının, araştırmacının, gazetecinin, tarihçinin çalışmalarına ihtiyaç duyacak kadar geniş, çözüm bekleyen sorunlar yumağı barındıran sorunlu bir yapı olarak karşımızda durmaktadır.
Ama ne yazık ki, neredeyse işi kaba kuvvete başvurmaya götürecek kadar birbirleriyle, tartışmanın ötesinde kavga eden, türlü polemiklerle olayı tümüyle kişiselleştirip, ortak yararlarımız için çaba harcamaktan ziyade kendi benliklerini, bencilliklerini tatmin eden bir yığın insanla da karşı karşıyayız, kendine lider, önder, yazar diyen.
Eninde sonunda akıl, sağduyu galip gelecek, gelip geçici hevesler, bu olaya sadece ve sadece menfaat için yaklaşanlar, bu alandan, maddi ve manevi bakımdan yararlananlar temizlenecek, halka gerçekten hizmet vermek isteyenlere gün doğacaktır.
Bugün en zirvede olan kimilerinin ne gibi oyunlarla, kurnazlıklarla, hokkabazlıklarla kendini cilalayıp, kendini pazarlama yoluna gittiklerini, amaçlarının ise sadece ve sadece bireysel menfaatler olduğunu hep birlikte göreceğiz, halkın onları silikleştireceğine elbet bir gün tanık olacağız. Zaman aleyhimize işliyor ama inanın ki bazen eliniz kolunuz bağlanıyor, ne yapsanız bazı şeyleri değiştiremiyorsunuz.
Bu olayın bir boyutu.
Gelelim ikinci boyutuna; Can dostlar Alevilik-Bektaşilikle ilgili kurum ve kuruluşlarımıza, yazarlarımıza, araştırmacılarımıza ne gibi görevler düştüğünü zaman zaman dile getirdik, bu konuda sağduyu sahibi kimi bilim adamlarının da ciddi makaleleri yayınlanmadı değil.
Ama ben en azından kendi alanımla ilgili olarak kimi değinilerde bulunmak istiyorum.
Bir genç araştırmacı olarak, sürekli okuyan, sorgulayan, daha da önemlisi sürekli dinleyen birisi olarak, hiçbir konuda kendimi uzman sayıp ahkam kesme gibi bir yanılgıya düşmedim, bundan sonra da düşmeyeceğim.
Dedeler, babalar, ozanlar, yazarlar, sanatçılarla sürekli söyleşi yapıp onların fotoğraflarını çeken, görüntü ve ses kayıtlarını tutan birisi olarak, ben de bu alanlarda toplumumuza yararlı olabilirim, dedim.
Bunun da nedenleri vardı. Maalesef Alevi-Bektaşi kesiminin bir görsel, işitsel, fotoğraf, görüntü, ses kayıt vb. arşivinin bugün olduğu söyleyebilir miyiz? Belki teker teker iyi niyetli bazı araştırmacıların böyle bireysel çabaları vardır ama bunların varlığından bile haberdar mıyız?
Veya bu çabalar ne kadar yeterli, bu alan için.
Bundan çok değil, yirmi/otuz yıl öncesine ait bir dedeler, babalar, ozanlar, yazarlar, sanatçılar, semahlar, cemler, köyler, geleneklerle ilgili fotoğrafların, ses kayıtlarının, görsel malzemelerin toplandığı bir merkezimiz, arşivimiz var mı? Hiç sanmıyorum.
Dünyada bu kadar zengin bir inanç ve kültürün mirasını paylaşan biz yazarlar, araştırmacılar, bilim adamları, kurum ve kuruluş temsilcileri bu konularda bir çaba sarf ettik mi?
Pek değil.
Biz belleksiz bir toplum muyuz? Hayır.
Peki tüm savunduğumuz bu muazzam kültürün elle tutulur malzemeleri, yaşayan öğeleri nasıl toparlanacak?
Bu konuda ciddi bir şekilde bir düşünce platformu oluşturduğumuzu, olayı enine boyuna tartıştığımızı da pek sanmıyorum.
Can dostlar bu konuyu kamuoyunun ilgisine açıyorum. Konuyla ilgili yazı, görüş ve önerilerinizi bekliyorum.
Şu hususlar belki de kişisel değiniler olarak algılanabilir ama olsun ben bunları sizlerle paylaşmak istedim; şahsen ben çok dar gelirli bir aileden gelen ve gündelik işlerde çalışarak beni okutan bir annenin evladı olarak, sürekli çalıştığı kurumlarda darbe yemiş, hakaretlere uğramış, umutları sürekli tüketilmeye çalışılmış birisi olsam da yaşama aşkını kamçılayan mensubu olduğu inanç ve kültürün verdiği aşkla çalışmalarını sürdürmüş birisi olarak şunları söylemek istiyorum.
Her insan istedikten sonra, zoru başarabilir. Şu anda geçimime zar/zor yetecek bir ücretle çalışıyorum. Ama şunu açıklıkla söylüyorum; bugün benim evimde on yılın birikimleri olarak yüzlerce fotoğrafım, dedelerin, babaların, ozanların, yazarların söyleşilerinden oluşun yüzlerce ses kaydı ve görüntü kasetim varsa, bunu ben yapabilmişsem, kelimenin tam anlamıyla dişimden tırnağımdan arttırdığımla yapabilmişsem (CEM Vakfı’nın arşivi için yaptıklarım ve şu anda da o arşivde olanlar hariç) demek ki herkes bir şeyler yapabilir, yeter ki istesin. Okurlar takdirle karşılayacaklardır, bunu ben yaptım, demek için söylemiyorum, birileri iyi niyetli bir şeyler yapmak için çırpınırken, bazıları aşağılık yöntemlerle yapılanları yok sayıp insanları kırıp dökerek, mazlumluk, çile çekmişlik görüntüsü ve çok bilmişlik içinde, bu alanlarda sadece kendisi çalışıyormuş imajı yaratarak, sadece kendi yaptıklarını, hiç de öyle olağanüstü bir emek vermediği halde, sadece kendini ön plana çıkarınca, bazı şeyleri de dile getirmek gerekiyor.
Her neyse biraz hasbıhal ettik.
Çok uzatırsam, ben konuşmayı ve yazmayı seven birisiyim, sayfalar yetmeyecek, görüşmek dileğiyle.
AYDIN
19/20 Haziran, Haydar Ölmez Baba
Daha önce birçok kez görüştüğüm, konuştuğum Haydar Ölmez Baba’yı büyük üzüntüler içinde buluyorum. Eşi ağır hasta olan Haydar Ölmez, şimdi hayat arkadaşına yardımcı olmak için büyük bir mücadele veriyor. Tüm çaresizliği içinde bize yardımcı olmak için insanüstü bir gayret sarf eden Haydar Ölmez, eşinden dolayı gelmemesi yönündeki ısrarlarıma rağmen bizi bazı dede ve babalara ulaştırmak için çok büyük bir özveride bulunuyor.
Dağlarından yağ, ovalarından bal akan Aydın’a farklı illerden yoğun göçlerin olduğunu, bölgedeki İncirliova, Akçeşme, Koçarlı Akpınar; Ortaklar Kızılcapınar; Merkez Yılmaz köylerin, Tahtacı Türkmen köylerin inançlarını kültürlerini sürdürdüklerini söyleyen, Annem Giritli Fatma Ölmez, Babam Aydın Koçarlı’dan Yunus Ölmez, diyen Haydar Ölmez’le zor koşullarda da olsa söyleşiyorum.
Bu yola aşık olduktan sonra girilebilir, talip olmak ilk adımdır yolda, naz ehli, namaz ehli, niyaz ehli vardır, yola ehliyle girilebilir diyen Haydar Ölmez aynı zamanda CEM Vakfı Aydın şube başkanı.
18 Eylül 1958’de Turgutlu Ali Rıza Baba Dergahı Postnişini Kuşadalı Hüseyin Cevraki Baba’dan nasip aldım, bu yola hizmet etmeye çalışıyorum diyen Ölmez Bektaşilikle ilgili görüşlerini şöyle özetliyor; Bektaşilik İslamiyet’in içinden gelen, özünü yansıtan bir yapıdır. Benim dedem hacıdır. Sonra da tarikata intikal etmiş.
Babam da bu yola intisap ettikten sonra tüm yaşamını bu yola adamıştır. Mevlevi meşrepli olan Bedri Noyan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden ayrıldıktan sonra Aydın’a yerleşti. Kendisi babamdan çok etkilenmiştir. Kendisi müziğe karşı son derece hassastı.
Çok güzel ney üflerdi. Ali Naci Baykal’dan nasip alan Bedri Noyan’ı derviş yapıyor babam.
Onun dedebaba olmasında babamın özel bir yeri vardır. Babam 6 Temmuz 1994 Hakk’a yürüdü.
(Maalesef bu geziden sonra Baba’nın eşi Fatma Ölmez’in Hakk’a yürüdüğü haberi geldi. Kendisine Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine başsağlığı diliyoruz.)
Haydar Ölmez’in babası Yunus Ölmez’in Bektaşi camiasında özel bir yeri var.
İzmir’de kendisiyle görüşme olanağımız doğmayan Haydar Ercan Dedebaba’yla bizi görüştürmek için özel çaba sarf eden Haydar Ölmez’in sayesinde üç saatlik bir yolculuktan sonra İzmir yakınlarındaki Dedebaba’nın evine gidiyoruz.
Haydar Ercan Dedebaba
Daha önce de bir çok kez telefonla görüştüğüm, Haydar Ercan Dedebaba’yla söyleşi yapmak benim için son derece önemliydi aslında.
Bir müzeye benzeyen, elyazmaları, postlar, tesbihler, onlarca farklı babanın fotoğraflarının bulunduğu duvarlarda, kitap raflarıyla bezeli evinde Bektaşilik üzerine sohbet ettiğimiz Dedebaba, dedelerin, babaların bir araya gelip sorunların aşılması için bir Dedeler/Babalar Meclisi’nin kurulmasının çok yararlı bir adım olacağını ama bunun son derece zor olacağını söylüyor. İlk önce kendi içerimizdeki sorunlarımızı aşmamız gerekir, diyen Dedebaba, Bektaşilik içinde de çeşitli sorunların olduğunu bunları aşmadan bir sonuç elde etmenin ise mümkün olmadığını söylüyor.
Hoşgörünün zaten inançlarının temelinde olduğunu, bunu hayata geçirmeden bir sonuç alamayacaklarının altını çizen 1938 İzmir doğumlu Haydar Ercan, tek yol Alevilik ve Bektaşiliğin kurallarına uyacak sistemin hayata geçirilmesidir, aksi takdirde biz yanılgıya düşeriz, diyor. Mürşidim Bedri Noyan’dır, ondan çok şeyler öğrendim diyen Ercan, şu anda bana bağlı 7 halifebaba, 25/30 baba var diyor.
Germencik, Kızılcapınar Köyü
Bayram Kemancı Baba, (Tahtacı/Hacı Emirli), (82)
Tahtacı Türkmen geleneği içindeki babalık kurumunu sürdüren, 78 yaşındaki eşi Ümmühan’la yaşayan baba köylerinin yaklaşık 60 yıl önce kurulduğunu şu anda 200 hane olduğunu söylüyor.
Mürşit Halil Paşa’nın torunlarından Halil Gerçek’ten 30 yıl önce el alan Halil Dede’yle söyleşimiz bahçelik bir alanda gerçekleşiyor. Oğuz Türkmenler’indeniz, Hacı Emirli evlatlarına bağlıyız, cemlerde 12 hizmet uygulanır ve yolu sürüyoruz, diyen Bayram Kemancı Baba Tahtacıların temiz, inancına bağlı insanlar olduklarını, kendisinin de halka hizmet etmeyi bir görev bildiğini söylüyor. Mürşit var, onun postu var. Dedeler var ama şu anda bu görevi yapacak yeterlikte dede yok. Babalık burada rehberlik yapar. Herkes baba olamaz. Halkın seçmesi, dedelerin onay vermesi lazım. Ama babalar da dedenin olmadığı yerde her türlü hizmeti görürler. Bizde şu anda mürşitlik postu boş, dedelerden mesela Veli Erenoğlu Dede var. Ölen bir can için merasim yapmak zorunluluktur diyen Kemancı Baba, ölümün 3., 7., 40. günlerinde özel ayinler yapılmasının bir gelenek olduğunu belirtiyor. Matemde erkan olmaz diyen baba, bizde Hz. Hüseyin için tutulan matem 10. günde biter, bizler orucumuzu, matemimizi hiç terk etmedik, bizim rehberimiz Muhammed, mürşidimiz Ali’dir, diyor.
Çevredeki Tekin Köyü’nün Alevi Sünni karışık bir köy olduğunu söyleyen baba diğer bilgilerini de bana aktarıyor. Buna göre; Tahtacıların Çaylaklar grubu Narlıdere’de, Hacı Emirliler Aydın’da yaşıyorlar. Aydın’da Koçarlı’da bir mahalle Yanyatırlı, Aydın merkez Yılmazköy Yanyatır, Çaylak’lara bağlı. İzmir’de Bulgurca, Söke’de Güzeltepe, Akburgaz, Tahtacı köyleri.
İncirliova, Akçeşme Köyü, Halil Kahraman Dede (75)
Burada da Trakya’nın bazı bölgelerinde gördüğümüz bir uygulama dikkat çekiyor. Halil Kahraman Dede, babayı dedeler seçer diyor. Dedeler birer hizmet sahibi, babaya yardımcı olan insanlar pozisyonunda. Halk arasından seçilen baba, görev yapabilecekse posta oturur, görev yapar, yola layık olmayan zaten hiçbir hizmet alamaz diyor, baba. Geyik derisi kutsaldır, Hz. Ali geyiği çok severmiş, Ona yardım etmişler bizde de kutsaldır geyik, diyen Dede, kendi babasının da saz ve keman çaldığını söylüyor.
Bu köye ilkin Araplar gelmiş, burası eskiden Araplarovası’ymış, Cumhuriyet’ten sonra bu ismi almış diyen Kahraman Dede, Kızılcapınar’ın eski ismi de Kullarovası’ymış bunu biz böyle biliyoruz, diyor.
Babam Rıza Dede’yi çok severlerdi. Zaten eskiden dedeler çok büyük bir ilgi hürmet vardı. Radyo, teyp, televizyon nerede... eskiden dede gelmiş, dendi mi insanları, çocukları heyecan sarardı... Çünkü dede gelmiş saz çalacak, nefes söyleyecek... Bunun için dört gözle dede yolu gözleyenler olurdu. Ama tabii asıl olan insanların inançlarına çok bağlı olmalarıydı. Bizde hizmetler kusursuz, eksiksiz yapılırdı. Kırklar semahını 12 kişi döner. Bizler delili zeytinyağından yakarız. İncir, zeytin cennet meyveleridir, kutsaldırlar. “kör tekneden” baba yapılmaz. İşe yarayacak, bilgisi, görgüsüyle topluma layık olandan baba yapılır. Eğer hizmeti devam ettirirse ettirir, ettiremezse alırlar elinden görevi. Babalığı çoğu insan yapamaz. O bir rehberdir, önderdir. Bir baba, baba olacağı zaman “İçeri Kurbanı/tercüman kurbanı” kesilir. Kesilen hayvanın kemikleri gömülür, o kutsaldır, çünkü. Eski dedeler de yok, eski babalar da yok şimdilerde. Benim sesim, sazım çok kuvvetliydi, evladım, gidip görmediğim, cem cemaat yapmadığım diyar yok. Şimdi Bayram Kemancı Baba var, baba olarak bölgede. O da artık bizim gibi yaşlandı, gitti. Nerde o eski günler, nerde... diye geçmiş zamana özlem duyan dede gelenekle ilgili epey detaylı bilgiler aktardı bana.
Yunus Ölmez Baba’yı çok iyi tanıdığını, söyleyen Halil Kahraman Dede, Yunus Baba’nın duygu sahibi bir insan olduğunu belirtti. Kendi soyundan gelenleri; Kürtlü, Büklü, Topkare, Kapanlı, Rıza Dede olarak sıralayan; Islahiye, Mersin, Anamur, Manavgat, Antalya, Isparta, Denizli, Alaşehir, Manisa, Söke, Milas, Bodrum, Fethiye, Ortaca'’yı pirlik yaptığı yöreler olarak tanımlayan Halil Kahraman Dede, bildiği bazı Tahtacı köylerini de şöyle sıraladı; Denizli, Dereçiftlik, Sarayköy, Ketenlik, Buldan, Sarıcıva; Milas, Mersinet, Kumköy, Ermene; Söke Güzeltepe, Güneyyaka. Söke Terziler Çepni köyü.
Halil Yılmaz, (Hacı Emirli), (74)
Kütahya’da uzun yıllar kaldığını söyleyen Halil Yılmaz, Bayındır Turan Köyü Uzundere, Narlıdere, Naldöken, vb... burada kırk pare Alevi köyü olduğunu söylüyor. Kendi yöreleriyle Kütahya bölgesinin tüm uygulamalarının birbirini tuttuğunu söyleyen Halil Yılmaz, bizler 10 gün Muharrem Orucu tutarız, diyor. Yan Yatırlıların ise 12 gün oruç tuttuğunu belirtiyor.
Hacı Bektaş’tan icazet aldıklarını söyleyen Halil Yılmaz, Tavşanlı’da dedeler köyü olduğunu, Domaniç Sarıhanlar köyünün karışık bir köy olduğunu, Sabuncupınar’a bağlı İnli Köyü’nün ise tümüyle Alevi köyü olduğunu söylüyor.
İncirliova Merkez, Mehmet Gerçek Dede, (1939)
Bir gece bizi evinde misafir eden CEM Vakfı Aydın Şubesi ikinci başkanı Selahattin Demirbilek’le birlikte ziyaret ettiğimiz Erzincan Tercan Pun (İkizler) Köyü’nden buraya yerleşmiş olan Mehmet Gerçek Dede, Kureyşan Ocağı’na bağlı.
Babası Ali Gerçek’in bölgede çok sevilen bir dede olduğunu, yaz kış ziyaretçilerinin eksik olmadığını evlerine sadece cem için değil türlü dilekleri olanların, dertlerine derman aramak için de geldiğini söyleyen Mehmet Gerçek Dede, aslında köklerinin Tunceli olduğunu kendilerine “Kudan-ı Kureysir” dendiğini söylüyor. Ayrıca Doğu Anadolu Aleviliğinde çok özel bir yeri olan Tarik-i Evliyalardan birisinin de kendi sülalelerine ait olduğunu, onu da kendileriyle birlikte buraya getirdiklerini, her sene kurbanını kesip, kılıfından çıkararak yıkadıklarını, iyi olmak niyetiyle türlü isteklilerin gelip onu ziyaret ettiklerini dede anlatıyor. Tercan’daki Alevi köylerini şöyle sıralıyor, Kışlak, Kemerçam, Kırtın, İkizler, Çayırdüzü, Kötük, Ağıturu (Yuvali).
Ayrıca 32 yaşındaki Erdal Gerçek, 40 yaşındaki oğlu Mehmet Gerçek’in yola bağlı insanlar olduğunu anlıyoruz.
21 Haziran
Aydın merkezde ayrıca CEM Vakfı merkezini ziyaret ediyoruz. Bunun yanı sıra Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı yönetim kurulu üyesi Selahattin Yılmaz ve Hacı Bektaşi Veli Anadolu Vakfı Başkanı Fethi Kıyamçiçek’le görüşüyoruz.
Denizli’de Güzelköy’ün Tahtacı Türkmen Köyü olduğunu burada bir babanın bulunduğunu, Çine’de 5-6 Alevi köyünün olduğunu, Dutlukoluk Köyü’nün Alevi köyü olduğunu, Dalaman Yeniköy’den Nuri (Nurettin) Dede’nin bilgili dedeler olduğunu, Yılmazköy’de iki dedenin bulunduğunu öğreniyorum.
Dalama, Yeniköy, Nurettin Andiç Dede (59)
Köyün meydanındaki kahvede bulduğumuz beyaz uzun bıyığıyla gözleri gülerek bizi karşılayan Nurettin Andiç Dede bizi evine davet ediyor. Karayağmur ocağına bağlı Abdallardanız diyen, köyün 600 hanelik büyük bir köy olduğunu söyleyen Dedeyle derin bir söyleşiye dalıyorum.
Eşsiz sesiyle beni bağlamanın kutsallığında büyük bir yolculuğa da çıkaran Nurettin Andiç oldukça bilgili bir dede olarak karşıma çıkıyor.
Bizler Hacı Baktaş Dergahı’na eyvallah deyip, ölene kadar bağlanmışız diyen Dede bildiği Abdal köylerini de sıralıyor: Torbalı Tepeköy Çaybaşı (Karayağmurlu) Mehmet Dede var; İzmir Göllüce (Torbalı) Abdalların Tozlu Ocağı var; Denizli, Uyanık Sarayköy Abdalların Tozlu Ocağı var; Denizli Güzelköy’de Abdallı dedeler var. İnanç uygulamaları da dedenin anlatımıyla şöyle; bizler 12 gün muharrem orucu tutarız. Bizler süt, yoğurt, su, et yiyip içmeyiz, muharremde. Karalar giyer, yas tutarız. 11. Gün aşureyi pişirip 12. Gün dağıtırız. Önemli olan yola bağlılıktır, kişi bir avuç tuz da getirir ceme dahil olur. Kurban bizde önemlidir. Musahiplikte kurban vardır. Kesilen kurbanının kemikleri sır edilmeli, gömülmelidir, derisi post yapılmalıdır. Eğer bir kişi dedelik postuna oturacaksa, o da kurban keser. O kurbanın derisi kutsal sayılır. Bir musahiplik kurbanında kemikler de deri de sır edilir, gömülür. Bizim inancımızda Kur’an’ı Kerim baş tacıdır.
İzmir Tepecik’de Karayağmurlu Abdallar var. Manisa Akhisar Dilekkasabası, Kemikdere, Beyoba Köyleri Çepni.
Rehberle mürebbinin aynı anlamları taşıdığını, bunların özde dedeye yardımcı olan kişiler olduğunu söyleyen dede, tarihin içinden süzülmüş bir cevher gibi bizi aydınlatıyor.
Daha sonra dede evinin bitişiğinde kucaklanmayacak kadar kalın ağaçlarla tavanı ve direkleri yapılmış iki üç asırlıktır, denen cemevini ziyaret ediyoruz.
(Maalesef Dede’nin 2004’de Hakk’a yürüdüğünü öğreniyoruz. Atalar Ruhu’na yürüyen canı huzur bulsun, diyoruz.)
DENİZLİ
Nazilli, Hacı Bektaşı Veli Kültür ve Tanıtma Derneği
Dedelerin de yaşadığını bildiğimiz Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndaki yeriyle ve Atatürk’ün heykeliyle ünlenen çok şirin bir beldemiz olan Nazilli’de Hacı Bektaşi Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı İsmail Hakkı Aktaş ve II. Başkan Öğretmen Gülsüm Acar büyük bir sevecenlikle bizi karşılayıp, her konuda bize yardımcı oluyor. Ortak kaygının bu kültür ve inanç için bir şeyler yapmak olduğu/olması gerektiğini söyleyen başkan dedelere ulaşmamız konusunda bize yardımcı oluyor. Fakat dedelerimizden birisinin hasta olması, diğerinin işinin olması, birkaçının da derneğe gelmemesi nedeniyle görüşmelerimizi yapamıyoruz.
26 yıldır burada yaşayan başkandan aldığımız bilgilere göre Nazilli’de Bingöl, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Sivas’tan gelmiş Aleviler var. Ama derneğin 200 civarında olan üyelerinin 60/70 tanesi Sünni. Hızır’da İzmir’den İsmail Doğan Dede’yi, 23 Martta da Adana’dan Hüseyin Yalçın Dede’yi getirterek cemler yapmışlar. Nazilli halkı bize sempatiyle bakıp, bize karışmıyorlar diyen başkan, Nazilli Müftüsü Osman Şen’in de kendilerine çok yakın alaka gösterdiğini, toplantılarına geldiğini, samimi bir birlik çabası verdiğini, söylüyor.
Bu arada dernek merkezinde bulunan gençlerle söyleşi yaparak onların umutlarını, beklentilerini öğrenmeye çalışıyorum. Gençlerin ortak isteği her yerde aynı herhalde; kendilerine yeterince ilgi gösterilmediğini, gerekli desteği büyüklerinden bulamadıklarını söylüyorlar.
Denizli Merkez
Hacı Bektaşi Veli Kültür ve Tanıtma Derneği ve
Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı
Elazığ ve diğer bazı illerimizde, yörelerimizde karşılaştığımız bir uygulama bura da dikkat çekiyor, Hacı Bektaşi Veli Adına kurulan dernek ve vakıf aynı binada aynı amaca hizmet için aynı çatı altında görev yapıyorlar. Başkan Tekin Özdil ve diğer yönetici ve çalışanlarla, gençlerle söyleşilerim çok verimli geçiyor.
Manisa’da aldığımız bilgileri burada da doğrulayarak bölgedeki diğer dede ve babalara, dervişlere ulaşmaya çalışıyoruz.
Çal Kazası Çalçakırlar’da Yusuf Yıldız Halifebaba, ve Turabi Baba’ların varlığını, Aydın Karacasu İlçesi’nin Esercay Köyü’nün Hacı Emirli bir Tahtacı köyü olduğunu, Denizli Acıpayam’dan Yeniköy’ün Çaylak Tahtacılarının köyü olduğunu, Sarayköy’de 30-40, Buldan’da 15-20 Alevi ailenin olduğunu, Kocabaş Kasabası’nın yarı yarıya Alevi olduğunu ve Sarayköy’e bağlı Uyanık’ın Abdal köyü olduğunu, 1938 Tunceli göçmenleri ve Sivas gibi yerlerden gelenlerle 160 hanelik Pınarkent Kasabası’nda yaşadıklarını, Denizli Merkez’de Deliktaş Mh. İle Dokuzkavaklar Mahallerinde Alevilerin olduğunu, Tavas Tekkeköy (Türbeler var) ve Çal kotasındaki Çalçakırlar’ın (2 dergah varmış) Alevi/Bektaşi köyleri olduğunu öğreniyoruz. 67 yaşındaki Ali Saygül Derviş’i dernekten Meral Hanım’ın da yardımıyla telefonla aramamıza rağmen Tekke köyden kendisine ulaşamıyoruz.
Zaman kaybetmeden Tavas Tekke Köyü’ne varıyoruz. Yusuf Sertbaş Baba, Hüseyin Balım Derviş’le buluşuyorum.
Tavas
Tekke Köy Türbeler, Baba ve Dervişler
Yusuf Sertbaş Baba (51)
Çal Kazası Çalçakırlar Köyü’nden Halifebaba Yusuf Yıldız’a bağlı olarak hizmet yürüten Baba, yörenin en çok ziyaret edilen türbesi Sarı İsmail Sultan’a götürüyor bizi.
Yol boyu sohbetimiz devam ediyor, akşam evinde misafir olduğumuz babanın bilgilerini söyleşilerle derliyorum.
1997’nin ikinci ayının 18. Günü Bedri Noyan’la tanıştığını, dervişlik hırkasını da ondan giydiğini söyleyen Sertbaş Baba, dervişlik hırkası öyle bir libastır ki en ağır görev aslında dervişinkidir, bunu bilen bilir ancak, diyor. 18 Haziran 2000’de babalık postuna oturduğunu, İcazetini Halifebaba Ali Sümer’den aldığını, babalık töreninde Aslan, Bahri Babaların, Ankara’dan Baki Halifebaba’nın, Av. Şakir Keçeli’nin de bulunduğunu, cemlere devam ettiklerini, 80 hane olan köyün tarım ve hayvancılıkla uğraştığını, kendisinin Mustafa Eke Dedebaba’ya bağlı olduğunu söylüyor. Şevki Koca’nın kendilerini ziyaret ettiğini, kendisini çok sevdiklerini söyleyen Baba, Balım Sultan erkanını sürüyoruz, diyor.
Hacı Bektaş’ın Halifelerinden Sarı İsmail’in türbesi olduğunu söylediği, mavi gökyüzünde beyaz bulutlara doğru uzanmış uzun uzun ağaçların ve ekin tarlalarının dibinde çiçeğe batmış alanda Hüseyin Balım Derviş’i görüp konuştuktan sonra türbeyi ziyaret ediyoruz.
Baba’dan yöreyle ilgili şöyle bilgiler alıyoruz: Antalya Korkuteli’nde Kırkpınar Köyü’nde Ali Haydar Ercan Dedebaba’ya bağlı İsmail Kolağası Baba; Burdur Yeşilova Kazası Niyazlar Köyü’nde Halil Yılmaz Baba ve Veli İpek Dervişler; ayrıca Yozgat Aydıncık Kazası Kırmaoluk Köyü’nde dedeler/aşıklar varmış.
Ayrıca akşam yine sohbet edip bilgisini aldığım Ali Saygül Derviş’i de yanımıza alarak diğer büyük türbeye Mustafa Baba Türbesi’ne gidiyoruz. Yüzlerce yıllık olduğu anlaşılan, oyulmuş içine 30-40 kişinin girebileceği büyük bir tarihi ağacın da olduğu Türbe yanında tarihi mezar taşları var. Tam bir ören yeri, tam bir inanç ve tarih mekanı. Ayrıca bir de Yaran Ali Türbesi varmış, köyde. Köyün yakınlarında Denizli Yolu üstünde (köy zaten ana karayolu üzerinde) Cankurtaran (eski ismi Çukur) Köyü’nde bir Teslim Abdal Türbesi, bir de Dediği Baba Türbesi varmış. Denizli’nin ilk Halifebabası Hacı Hüseyin Mazlum Baba Balım Baba o köyde bir dergah kurmuştur. Onun evlatlarından Ali Baba Balım ve Mümtaz Baba Balım vardı. Ali Baba Balım’ın oğlu Cafer Baba Balım Baba vardı. Onlar buraya gelirdi. Hala burada benim taliplerim içinde onlardan nasip almışlar vardır. Denizlili Asım Giritoğlu Baba vardı, O da hep buraya gelirdi. Şu anda 90 yaşında olan Baba’nın kayınvalidesi Mahirnur Ana’nın da Ali Baba Balım’dan nasip aldığını öğreniyorum. Kazak Abdal, bir gün insanlara buraya bir baba gelecek, sizler buna tanık olun, demiş. Gerçekten o bölgeye bir baba gelmiş, halk onu çok sevmiş, ama adını unutmuşlar, öldükten sonra ise gömülü olduğu yere türbe yapmışlar. Daha sonra da Kazak Abdal’ın “dediği baba” sı olarak ünlenmiş, Babanın adı da, türbenin adı da Dediği Baba kalmış.
Hüseyin Balım Derviş (75)
30 yıldır bu yola muhibim, ölene kadar da bu yolun hizmetçisi olmaya devam edeceğim diyen Hüseyin Balım, bu köyden inancını unutmaya başlamıştı, hatta Almanya’dan birileri buraya büyük bir camii de yaptılar, bizler öncü olduk, tekrar yolumuzun inceliklerini halka anlatarak, insanları yola dahil etmeyi başardık, diyor. Baba, 1990 yılında derviş olduğunu, dergahın, yani cemevinin yapımı için elinden gelen çabayı da gösterdiklerini söyledi. Hacı Bektaş’a hizmetin, Sarı İsmail yoluna hizmetin, en önemli görevler olduğunu söyleyen ve şu an rahatsız olan Hüseyin Balım Derviş’e acil şifalar diliyoruz.
Ali Saygül Derviş
Beni cemevine götürüp gezdiren Ali Saygül Derviş, köyde nevruz günleri başta olmak üzere ibadetlerin aksatılmadan sürdürülmeye çalışıldığını, bugüne kadar Sarı İsmail Türbesi’nde ve buradaki dergahta birçok babanın ve dervişin hizmet yürüttüğünü söyleyerek, cemevi duvarlarını süsleyen babaların fotoğraflarını bana gösteriyor.
Hem anma etkinliklerine katılmak, hem yöreden birçok dedenin ve babanın da iştirak ettiği törenlerde ikili görüşmelerde bulunmak, için Elmalı, Tekke Köyü’ne hareket ediyoruz.
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma
Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 117-170)