Dersim’de Hayat Var!.. (2001)

Dersim’de Hayat Var!..

(2001)

AYHAN AYDIN

“Kafatasım duvar değil beynime

Düşünürüm ilmik geçse de boynuma”

“Bu toprağın tutkusu özgürlüktür

Özgürlük deyince erir Munzur Dağı’nın karı

Kardelen kaldırır başını

Keskin kokar kekik

Çiğdem bükmez boynunu

 

Suya türkülenir yarpuz

Pervalaşan yaralara em olur

Bre dostum

Düğün olur

Dernek olur

Cem olur

C. Mar

 

Uygarlığın ilk ayak izlerinin göründüğü Anadolu, on bin yıldan fazla bir zamandır yüzlerce kültüre, inanca, düşünceye ev sahipliği yapmış bir kutsal toprak parçası.

Tanrılar yaratan bu toprakta nice yaşamlar hayat bulmuş, nice yaşamlar son bulmuş. Hiç de abartı değil insanoğlunun yeryüzündeki en büyük uygarlık köprülerinden birisi olduğu Anadolu’nun.

Değil sadece Avrupa’yla Asya’yı; nice uygarlıkları birleştirmiş, kaynaştırmış, kültürden örülü yapısıyla Anadolu köprüsü.

Salıncaklar vermişim Nuh’a, hamaklar... Havva Anan dünkü çocuk sayılır Anadolu’yum ben tanıyor musun? Diyor Ahmet Arif haklı olarak.

Öyle ya felsefenin Anadolu’da başladığını bilmeyen bir Batılı bilim adamı var mıdır?

Ya da Harran Ovası’nın, Konya’nın ilk ekim dikim alanlarından birisi olduğunu yine tüm dünya tarihçileri bilmiyorlar mı?

Asurlular, Hutiler, Etiler, Urartular, Medler, Grekler... Onlarca millet Mezopotamya’da, Anadolu’da varlık göstermiş ilmik ilmik örmüşler bu ıssız toprakları; köyler kurmuşlar, şehirler kurmuşlar...

Onlardan günümüze uzun soluklu yaşam savaşı var Anadolu’da.

Selçuklular, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Osmanlılar, Safeviler; Orta Asya’dan Balkanlar’a uzanan Türkler, Türkmenler, Kürtler, Göçerler...

Kendi kültürlerini buradakilerin üzerine nakşetmişler, bu toprakları yurt etmişler, yuvalarını kurmuşlar.

Gümüş Kapı manasına gelen Dersim, tarihler boyunca Doğu’nun önemli geçit merkezlerinden birisi olmuş, yine aynı şekilde ilk uygarlığın yeşerdiği topraklar olarak milyonlarca insana ev sahipliği yapmıştır.

Tunç gibi sağlam karakterli insanlarıyla uçsuz bucaksız, yaşamı zorlaştıran yalçın dağların eteklerinde her türlü tabiat zorluklarına karşın yaşam savaşı veren Tunceli’liler, çok köklü bir kültür birikimiyle doğuya ışık saçmışlardır.

Tarihler boyu türlü kıyımlara uğrayan Dersim’liler, kendilerine yapılan tüm haksızlıklara rağmen inançlarından gelen hoşgörüyle insanlara yine de kin, nefret duymamışlar.

Tüm insanlara her zaman gönüllerini, kapılarını açmışlardır.

Ama yapılan haksızlıkların tekrarlanmaması için de her fırsatta yolsuza, uğursuza, barbara tepkisini göstermişlerdir; gül yüzlü, gül gönüllü, sevgiyle aşkla yaşama bakan bu insan...

 

Dersim Türküsü

Dersim dört dağ içinde

Gülü var bağ içinde

Dersim’i Hakk saklasın

Bir yarim var içinde

 

N’oldu ağama n’oldu

Sarardı gül benzin soldu

Ağam burdan gidelim

Bu yerler viran oldu

 

Munzur’un altı Kelem

Dersim’e gidem gelem

Elin elimde olsun

Kapı kapı dilenem

 

Dersim’in yazıları

Körpedir kuzuları

Ben gurbette gidiyom

Alnımın yazıları

 

Dersim’de Festival Günleri

27/29 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen 2. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ne katılan on binlerce Dersimli, suyun hayat verdiği bu yaman coğrafyada barış için, kardeşlik için, dostluk için türküler söyledi.

Türkiye’nin dört bir yanından Munzur Vadisi’ni ve Munzur Gözeleri’ni dolduran genci/yaşlısı, kadını, kızı onbinler türlü olumsuzluklara, oyunlara rağmen halaya durdular gecenin ayazına karşın.

Artık itilip kakılmak istemeyen, bu ülkenin kopmaz parçaları olarak her türlü vatandaşlık görevlerini, yükümlülüğü yerine getiren Dersim’liler, bir vatandaş gibi muamele görmek istiyorlardı. Konuştuğumuz, söyleşi yaptığımız yüzlerce insan, Dersim’linin düşüncesini söylüyordu aslında.

Yaman bir şekilde bu isteği haykırıyordu Dersim’liler; bölücülük, ayrımcılık, acı istemiyoruz!, barış, kardeşlik, eşitlik, sevgi istiyoruz!; artık ezilmek istemiyoruz, artık bir terör yuvası olarak adlandırılmak istemiyoruz!; bu bayrak altında geceleri de huzur içinde uyumak istiyoruz!; kapımız kırılsın, huzurumuz bozulsun istemiyoruz! Lafı bıraksın siyasiler, buraya yatırım yapsınlar, kültürümüzü, doğamızı yağmalamasınlar, adi menfaatlerini “devletin yüce menfaatleri” olarak gösterip haklarımızı gasp etmesinler; dostluktan yana, birlikten yana, ilerlemeden yana, insanlıktan yana gelin bir yürüyüş eyleyelim, özü özü bağlayalım, diyorlar.

Üç gün boyunca açılışlar, konferanslar, dinletiler, konserler, gezilerle Tunceli’de, buradaki kültürü yaşatan insanlarla dışardan gelenler kaynaştılar.

Onlarca sanatçı, onlarca yazar, onlarca gazeteciyi ağırladı Dersim dağları.

Resim ve heykel sergileri, kitap imzaları....

Birçok etkinlik yapıldı.

 

27 Temmuz

Tunceli sınırında Belediye Başkanı Hasan Korkmaz tarafından çiçeklerle karşılandığımız Festival’in birinci günü yöreye has halk oyunlarının sergilendiği askeri ve mülki erkanın hazır bulunduğu bir törenle Celal Doğan Parkı’nın açılışı yapılıyor.

Bir takım olumsuzluklarla, söylentilerle, festivali sabote etmek isteyenlerin oyunları boşa çıkıyor.

Coşku seli tüm Dersim diyarını kaplıyor.

Türküler, halaylar, gece yarısına kadar sürüyor.

 

28 Temmuz

İkinci gün Türkiye’nin belki de dünyanın en olağanüstü vadilerinden birisi olan Munzur Vadisi boyunca akan Munzur Suyu boyunca yaptığımız 70 km. yolculuk bizi büyüledi.

Hele nice efsaneye, söylenceye konu olmuş Munzur Gözeleri’ne çıktığımızda doğanın o eşi benzeri bulunmaz mucizesiyle karşılaşıyoruz. Yaklaşık kırk gözeden o kadar berrak, soğuk, güzel bir su fışkırıyor ki, değil içmek dokunmak bile insanı heyecanlandırıyor.

Evet kırk gözeden çıkan bu sular birleşip bir akarsu oluyor.

Munzur Baba’nın makamındayız.

Munzur Baba’nın sırlara karıştığına inanılan yerde mumlar yakılıyor. İşte tam burada Hayri Şanlı Dede’mizle karşılaşıyoruz, söyleşiyoruz. Aslen bu gözelerin hemen yanındaki köyden olan Hayri Dede’nin yeni çıkan kitabı Munzur Efsanesi’ne ilgi çok yoğun.

Elazığ’dan gelen Ahmet Mutluay Dede bakımsızlıktan yakınıyor.

Çırılçıplak tek bir bitkinin bile olmadığını gördüğümüz Munzur Dağları eteğinde halkla sohbet ediyoruz. Bir kısmı haklı olarak, buraların kutsal mekan olduğunu suya girip yüzülmesini, düzenlenen Doğa Festivali’nin ruhuna aykırı buluyorlar.

Bir aydır burada olan Mehmet Kaygusuz‘un izlenimleri ise oldukça orijinal. Yöre insanın çektiği çileli yaşamı bizzat gözlemleyen Kaygusuz yaşamın zorluklarına rağmen halkın hayata bağlılığına şaşırdığını söylüyor.

 

29 Temmuz

Üçüncü gün belediye başkanı Hasan Korkmaz’la bir söyleşi yapıyorum. Belediye başkanı, şehrin sorunlarını sıralıyor. İlgisizlikten, yatırımsızlıktan yakınıyor. Bu tip etkinliklerin öneminin farkında olan başkan bu tip organizasyonları arttırmak istediklerini söylüyor.

Ali Kaya’yla birlikte Kutudere’ye yapılan üçüncü günkü ziyareti kısa kesip benim de çok etkilendiğim, Munzur Gözeleri’ne ikinci kez çıkıyoruz.

Bu sefer tüm vadiyi çok daha iyi görebiliyorum. Tam bir belgesel alanı. Tüm dünyanın görmek isteyeceği eşi bulunmaz bir tabiat harikası, Türkiye’nin ilk Milli Parkları’ndan birisi olan Munzur Vadisi.

Aynı akşam Tunceli Cemevi’nde dedelerle, yöneticilerle, taliplerle söyleşiler yapıyorum.

Mahmut Doğanay, Hüseyin Yalçın, Mehmet Yalvaç Derviş’in katıldıkları cemi kameraya çekiyorum.

 

30 Temmuz

Festival’den sonra araştırmalarımıza devam ediyoruz Ali Kaya’yla birlikte. Kentteki kitapevlerini, gençlerin uğradığı kafeleri ziyaret ediyoruz.

Tüm Dersim’in sevdiği, saydığı insanüstü bir gayretle bölgeye büyük gayretleri sonucunda yatırımlar sağlayan, ilin güvenliğini sağlamak için üstün gayretler gösteren Tümgeneral Dursun Bak’la bir görüşme yapıyoruz.

Bu hoşgörülü, meraklı, kanında sevgi, saygı, barış akan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok değerli komutanı yurdunun sorunlarına içten eğilmiş çok güzel bir insan. Bize araştırmalarımız için her türlü desteği vereceğini söylüyor.

Ondan da aldığımız destekle Hüseyin Yalçın Dede, Ali Kaya’yla birlikte Hozat’a hareket ediyoruz.

Zorlu bir yolculuktan sonra ve yine Paşamızın üstün gayretleriyle kısa sürede tamamlanan yoldan Hozat’a varıyoruz.

Hozat Belediye başkanı Güzel Doğan’la ilçenin sorunları üzerine, bölgedeki tarihi ve tabii güzellikler konusunda bilgi alıyoruz.

Belediye başkanı bize Hozat’ı gezdiriyor.

Unutulmuş dağlar başında yeşile batmış, ıssızlığını yanık türküleriyle yeryüzüne haykıran Hozat ilgi bekliyor.

Aynı gün Cibilor (Cibikan) Köyü’ne (Mezrası’na) ulaşıyoruz.

Köyün yaşlılarıyla söyleşiyoruz.

 

31 Temmuz

İkinci gün ise çok erken saatlerinde başlayan çalışmamız bizi Dalören Köyü’ne, Tunceli’nin en ünlü ziyaretlerinden Sarı Saltuk’a yöneltiyor.

Sarı Saltuk Ziyareti

Asıl mekanının Romanya’da, Dobruca’da, Babadağı’nda (aynı isimli ilçede) olduğunu bildiğiniz, fakat çok eskiden beri bilinen altı farklı makamı daha olan Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nde insanları en fazla etkileyen, en önemli erenlerden biri konumundadır.

Bunun yanı sıra Malatya’da, Tunceli’de, Kütahya’da da çeşitli makamlarının bulunduğunu bildiğimiz Sarı Saltuk, bir Kalenderi önderi olarak çok fazla insanı etkilemiştir.

Daha çok Anadolu’da onun bir ocak kurucusu olduğuna ve onun evlatları olan dedelerin cemler yürüttüğüne inanan halk, buralardaki merkezlere de çok bağlanmışlar, sürekli buraları ziyaret eder pozisyonundadırlar.

Dalören Köyü’de, çok yüksek bir tepenin başındaki ziyaretin ise farklı özellikleri var. Bir kere sadece taşların üst üste yığılmasıyla oluşturulmuş olan ziyaretin boyu metrelerce uzuyor. Başında bir bayrak direğinin de bulunduğu ziyaretin hemen yakınlarında ise mumların yakıldığı küçük bazı odacıklar var. Ziyaretin bulunduğu alan düz bir alan ve geniş bir vadiya hakim bir tepenin üstünde. Ulaşım için yollar açılsa da, oldukça tehlikeli boğazlardan ilerleyerek çıktığımız ziyareti, daha da zorlandığımız yola dönerek, arkamızda bırakıyoruz.

Aynı zamanda tarihin izlerini günümüze taşıyan bir mezarlıktan daha ziyade açık müze olan Mıstıkan Mezarlığı’nı ve Hoşan Köyü Mezarlığı’nı geziyoruz.

Olağanüstü güzellikteki mezar taşlarının parçalanmış olması bizi yaralıyor.

Ama tümünü kameraya kaydediyorum. Fotoğraflarını çekiyorum.

Üzerinde birçok motifin bulunduğu bu mezar taşları bir sanat eseri niteliğinde. Tarihin bize armağan olarak sunduğu bu emanetleri bizler iyi koruyamamışız. Üzerinde at, koyun, koç, çiçek, üçken, daire gibi sayısız motifin bulunduğu bu mezar taşları, aslında bize öyle çok şey anlatıyor ki, sırf bunların şekilleriyle ilgili, şekillerin anlamlarıyla ilgili kitaplar yazılır.

Aynı gün ilkin Pertek’deki Bargin Ağuiçen (Karadonlu Can Baba) Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. (Tabii buradaki türbede yatanın kimliği konusunda bir görüş birliği yok. Diğer bir Karadonlu Can Baba Ziyareti’nin de Sivas, Divriği, Gedikbaşı (Karageban)’da olduğunu biliyoruz. Bu ziyaretlerimiz sırasında gerçekten iyi bir araştırmacı dede kimliğiyle görüşlerine saygı duyduğumuz Hüseyin Yalçın ile Ali Kaya’nın görüşleri çelişiyor. Bu arada bu köylerdeki halkın da anlatımları efsaneleri getiriyor.)

Daha sonra Zeve Köyü’ndeki Üryan Hızır Türbeleri’ni ziyaret ediyoruz.

Üryan Hızır Ocağı Pertek Hozat yolu kenarında Zeve (Dorutay) Köyü’nde bazı kaynaklardan şu bilgileri ediniyoruz: bu ocak çocuğu olmayanların, sara ve akıl hastalarının ziyaret ettiği bir yer. Bu ocağın bir çok yerde talipleri vardır.

 

Aynı akşam Hozat’ta, bölgenin en ünlü dedesi, Ahmet Yurt ile doyurucu bir söyleşi yapıyorum.

 

1 Ağustos

Gezinin altıncı günü Elazığ’ı geziyoruz.

Elazığ’da ziyaret ettiğim Hacı Bektaşi Kültür Derneği başkanı ve aynı zamanda ocakzade Ali Haydar Çoban’la bir söyleşi yapıyorum.

Ali Çoban dayanışmadan, işbirliğinden bahsediyor. Elazığ’daki Alevi varlığının önemli ölçüde Tunceli’den göç edenlerden oluştuğunu söyleyen Çoban, hedeflerinin Alevi/Sünni kaynaşmasının en güzel örneklerini bu ilde sergilemek olduğunu söylüyor.

 

Hasan Korkmaz

(Tunceli Belediye Başkanı)

Hasan Korkmaz’la yaptığımız söyleşide, belediye başkanı Tunceli’de Munzur Vadisi’ne yapılmak istenen barajların üreteceği enerjinin, tahrip edeceği doğal örtünün yanında hiçbir değerinin olmayacağını söylüyor. Korkmaz’dan aldığımız bilgiye göre; Dersim diyarında hemen her türlü yaban hayvanı var. Dersim dağlarında eşine az rastlanır, geyikler, dağ keçileri, çeşitli tür ayılar, çok nadir kuşlar, yüzlerce farklı türden çiçek bu coğrafyanın doğal parçası. Bunları korunması ise bir vatandaşlık görevi.

En büyük ihtiyaçlarının yatırım olduğunu söyleyen Korkmaz; yeni yaptıkları fabrikayla yolları asfaltlamada büyük aşama kaydettiklerini, civar illerle özellikle Elazığ’la olan işbirliklerinin kendilerine çok şey kattığını belirtti. Hasan Korkmaz, halkın en büyük dertlerinin ise geçim sıkıntısı, Tunceli’nin dışarıda yanlış tanıtılması, işsizlik vb. olduğunu söylüyor.

 

Güzel Doğan

(Hozat Belediye Başkanı)

Benzer şekilde yaptığımız söyleşide Hozat’ın sorunlarını sıralayan belediye başkanı Güzel Doğan, belediyenin çok borcu olduğunu, yatırım eksikliklerini, konut sorununu, kışın yaşanan sorunları sıralıyor.

Özgürlüğün, barışın, kardeşliğin ancak ciğerlere kadar yaşanarak algılanabileceğini söyleyen Doğan, bu doruklarında bulutların eğlendiği dağ başlarında dostluğun, güvenin, yardımlaşmanın yaşamı gerçek kılan değerler olduğunu söylüyor.

 

Munzur Efsanesi

Yörede yaygın olarak anlatılan Munzur Baba Söylencesi kısaca şöyle: Yörede sevilen, ağırbaşlılığı, yardımseverliğiyle tanınan ve çobanlık yapan Munzur, bir ağanın yanında çalışmaktadır.

Aynı zamanda itikatli birisi olan Munzur’un ağası bir tarihte hacca gitmiş. Hacta iken canı helva istemiş. Bu durum Munzur’a ayan olmuş (ağanın helva istediğini hissetmiş). Durumu karısına söylemiş, karısı da, herhalde bizim adamın canı helva çekti de öyle söylüyor, demiş. Hemen helvayı hazırlamış, Munzur’a vermiş.

Munzur ise hemen dakikalar içinde helvayı ağasına ulaştırmış. Munzur’u sıcak bir tas helvayla yanında gören ağa çok şaşırmış ve sevinmiş.

Ziyaretini bitirip, köye dönünce olanları köylüye anlatmış, iş, keramet bende değil, Hakk aşığı Munzur’da, demiş.

Bunu duyan köylüler kendilerine doğru gelen Munzur’u ziyaret için hareket etmişler.

Kalabalığın hızlı hızlı kendine doğru geldiğini gören Munzur şaşırarak, yeni sağdığı süt helkileri ellerinde olduğu halde, koşmaya başlamış.

İşte tam da şimdi gözelerin bulunduğu yörede koşarken elindeki helkilerden sütleri döke döke, koşup gözden kaybolmuş. Bir daha Munzur’u gören olmamış.

İşte Munzur’un kaybolduğuna inanılan bu bölgeye Munzur Gözeleri, denmiş. Halkın anlatımına göre burada kaynayan sular tam da Munzur Baba’nın kaybolduğu zamanda bembeyaz köpük gibi akarmış, tıpkı süte benzermiş. Zaten kaybolduğu söylendiği alanda mumlar yakılmakta, dualar edilmektedir. Buradan çıkan suyun kutsallığına inanılmaktadır.

Bu söylence yörede Munzur ile ilgili en yaygın söylence.

 

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik AraştırmaGezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 356-366)