DOĞU ANADOLU’DA GEZİ (2002, İKİNCİ) TUNCELİ

DOĞU ANADOLU’DA GEZİ

(2002, İKİNCİ)

 

TUNCELİ

 

AYHAN AYDIN

 

VER ÖZÜNÜ

 

Eğer bir ehli kamil olam dersen

Şeyh Ahmet Yesevi’ye ver özünü

Hikmet ile keramet diler isen

Şeyh Ahmet Yesevi’ye sür yüzünü

 

Gireyim dersen erenler yoluna,

Nasip almaya varırsan erkana

Kul olmayı, dilersen yaradana

Hacı Bektaş Veli’ye ve özünü

 

Varıp bir Dergâhta karar kılmağa

Benlikten kurtulup türap olmağa

Örnek olmak için sen insanlığa

Derviş Yunus miskine ver özünü

 

Haydarım sakın tan etme kimseyi

Ne Alevi, Sünni, ne Musevi’yi

Mihman edem dersen Şems Tebrizi’yi

Sırdaşı Mevlana’ya ver özünü

 

Haydar Çelik

 

16 Temmuz, Pülümür

Ali Rıza Uğurlu ve Murat Büklü’yle çok yorucu bir yolculuktan sonra Pülümür’e varıyoruz. Çünkü yıllardır bir çilenin ismi olan ve hala Cumhuriyet Türkiyesi’nde büyük bir eksiklik olarak görülen Tunceli’yi Pülümür üzerinden Erzincan ve dolayısıyla Karadeniz’e ve Batı’ya bağlayacak karayolu hala evet hala tamamlanmamış!

Nice virajlar aşarak, ağır ağır tırmanarak çıkıyoruz yüce dağları. Derken bir askeri arama bölgesinde duruyoruz; hem bir nefes alıyoruz, hem de muazzam manzarayı daha iyi görüyoruz... Her taraf dağ, tepe... Rüzgar üşütücü derece serin esiyor... Otlar, çiçekler, türlü kokular yayıyor çevreye... Ve nihayet bir vadinin dibinde Pülümür beliriyor. Küçük bir kent merkezi dağlar arasına sıkışmış, kalmış adeta.

Pülümür’ü eskiden beri merak ederim, rahmetli Dedem Ahmet Zemci Aydın’dan, babamdan, babaannemden methini çok işitmiştim. Dedem müteahhit olarak Türkiye İş Bankası’nın yurt genelinde nice şubelerini açmış, tadilatını yapmış, tüm ömrünü bu işlerde geçirmiş, inançlı bir halk adamıydı... Nice binalar yapmıştı ama tüm çocuklarına birer ev bırakamadan hayatın çilelerini birer hastalık olarak depolayarak ayrılmıştı aramızdan üç yıl önce... Ondan çok şey öğrendim... Ondan babamdan, annemden; dürüstlüğü, mertliği, erdemli yaşamı... Elli yıl inşaatlarda geçen bir ömür ve sonunda yokluklar içinde bir yaşam... Türkiye’de dürüst olmanın ödülü... Yaptığı binalardan tek bir çimento çalmadan, işçiyle birlikte gece gündüz çalışarak zamanında kendini evini bitirip içine girenlerin duyacağı bir aşkla binalar yapmak, halka hizmet götürmek... Bir de üstelik alıp eşini kendisine, işçilere yardım etsin diye, yemek pişirsin diye, diyarlar aşırarak uzaklara götürmek bu ancak çok nadir görülür bir özveri öyküsüdür herhalde... Dedem çok anlatırdı, ama babaannemin ve yiyecek ve temizlik konusunda çok hassas olan babamın anlatmalarından aklımda kalmıştı; Pülümür dört dağ içinde ama öyle bir suyu var, öyle bir ekmeği var ki hiç sormayın!... Bir ekmek yapılıyormuş, yanında katiyen hiçbir şey yemeğe gerek yokmuş; pamuk gibiymiş, köpük gibiymiş, hem yumuşakmış, hem çok pişmişmiş, lezzetliymiş... Ne bileyim işte. İlk önce buradaki İş Bankası şubesi ve bu ekmek ilk önce aklıma geldi kente girince.

Hemen daha önce Büklü Dede Anma Etkinlikleri’ne katılan ve orada da çalışmalarımdan bahsedip yardım istediğim ve kendisinden yardım için söz aldığım genç, çalışkan, dinamik, insan dostu sevgili Pülümür Belediye Başkanı Mesut Coşkun’u arayıp buluyoruz. Makamında ziyaret ettiğimiz belediye başkanı gerçekten bize her konuda yardımcı oluyor.

Hep birlikte kent merkezini geziyoruz. İmkanlarını zorlayarak gerçekten çok güzel bir kültür ve cemevi merkezini tamamlamışlar. Kent merkezi oldukça temiz ve bakımlı... Alış veriş yapan insanlar, kahvehanelerde sohbet eden canlar... yeni yapılan afet konutları.... Yine dağlar, dağlar...

Tekrar belediye binasına dönüyoruz. Belediye Başkanı bize kentin sorunlarından, zenginliklerinden bahsediyor; işsizlik, ilgisizlik, çok şey yapmak istemelerine rağmen ellerinden tutulmaması, yaşadıkları baskılar ortak sorunlar. Ama Pülümür’ün zenginlikleri gerçekten çok fazla; bir kere olağanüstü bir doğası var... Doğal ve tarihi zenginlikleri çok fazla. Ayrıca son zamanlarda arıcılığa çok önem vermişler, çok olumlu sonuçlar almışlar. Gelecekten çok umutlular. Terör yıllarının kendilerinde açmış olduğu yaraları hızla sarma yarışındalar. O karanlık günlerde büyük sıkıntılar yaşamışlar, insanlar çok dertli bu konuda, içlerindeki dertleri bizlere açtıkça buralarda yaşanan terör dramını daha iyi hissediyoruz. Bu vatanına, milletine, bayrağına bağlı, bu sevgi dolu insanlar hiç de hak etmedikleri hayvanca muamelelere tabii tutulmuşlar, işkenceden geçmişler, haksız yere nice canlar öldürülmüş.

PKK terörü buranın boynunu bükerken, devletin buradaki kolluk güçlerinin kastı aşan tavır ve tutumları da halkı bir ayrı yaralamış, hırpalamış... Daha sonraki ziyaretlerde de göreceğimiz gibi insanlarımız şiddetten bıkmış, usanmış artık. Huzur, güven, iş, aş istiyorlar; yüreklerindeki vatan sevgisinin sınırsızlığını, vatana bağlılıklarının kör gözler tarafından bir an önce görülmesini, terörün en çok kendilerine zararı olduğunu, bunun yaralarının sarılması için devletin kuşkulu gözlerini değil, şefkatli kollarını beklediklerini belirtiyorlar.

Belediye başkanının yardımıyla Mahmut Erdal isimli bir dostumuz bize yardımcı oluyor ve yörenin önemli tarihi mekanlarından birisi olan Sağlamtaş Köyü Mezarlıkları’na yöneliyoruz

 

Sağlamtaş Köyü ve Tarihi Mezarlık

Hayli tepeler, dağlar aştıktan sonra, Pülümür merkeze çok da yakın olmayan Sağlamtaş Köyü yakınlarındaki tarihi mezarlıkları ziyaret ediyoruz. Burası gerçekten bir sit alanı gibi; onlarca koyun başlı mezar taşı tarihin içinden sonsuzluğa bakar gibi bakıyorlar tepelik araziden. Birçoğu sağlam olsa da önemli tahribatın olduğu mezar taşlarının üstü türlü desenlerle süslü. Bir kısmı çalılık alan içinde kalan ve bakım olmadığı için insan faktörü dışında, doğal faktörlerin de etkisiyle parçalanmanın eşiğine gelen bu bulunmaz hazineler gerçekten yok olmanın eşiğindeler. Hatta bunların buradan kaldırılması, götürülmesi, yağmalanması vb. unsurlar da yaşanmamış değil.

Daha sonra Sağlamtaş Köyü’ne yöneliyoruz. Köylülerle sohbet ediyoruz; sorunlarını, sıkıntılarını dinliyoruz. Burada bir alt yapı, inşaat çalışması var. Afet konutları yapılmış, yollar düzenleniyor. Yazları büyükşehirlerden gelenlerle hayli kalabalıklaşan diğer Anadolu köyleri gibi burasının da nüfusu yazları oldukça artıyormuş.

Şimdiki hedefimiz dedeler ve ziyaretler köyü Hacılı. Hacılı’ya varmak için Karar Deresi’ni geçtik. Ayrıca yakınlar da Çay Suyu da var. Buranın doğası olağanüstü gerçekten de. Yine burada kesinlikle Munzur Vadisi’ne çok benzeyen bir derin vadi de var. Türlü çiçeklerin açtığı, çeşit çeşit ağaç ve otların boy verdiği bu derin vadi de görülmeye değer gerçekten.

 

Hacılı Köyü

Çok sevgili hocamız, Cem Dergisi yazarlarından rahmetli Abbas Altunkaş’ın köyüne ulaşmak bende ayrı duygular uyandırıyor. Çünkü kendisiyle yapmış olduğum bir söyleşide de bana vasiyet etmişti; kendi köyünü görmemi... Nasip bugüneymiş.

Pir Sultan Abdal’ın gelip bir zaman yaşadığına inanılan ve aynı isimle bir ocağın ve büyük bir ziyaretin olduğu Hacılı Köyü oldukça büyük bir köy. Geçimi tarımdan  olan köyde özellikle hayvancılık ile son zamanlarda arıcılık yoğunlaşmış.

Bilgili olduğunu duyduğum yörenin en ünlü dedesi Mehmet Çelebi’nin yeğeninin vefatı dolayısıyla Erzincan’a gitmiş olduğunu üzülerek öğreniyoruz. Birkaç güne döner diyor köylüler. Eşi ana sultana misafir oluyoruz. Bize hemen ballı, yağlı, yoğurtlu, bazlamalı bir sofra kuruyorlar. Kamik Ana dedenin yokluğunu hissettirmeme telaşında.

Bu arada köyde yine Pir Sultan Abdal soyundan olduğunu duyduğumuz Mahmut Güzel (64) ile söyleşiyoruz. Pir Sultan Abdal’ın burada yaşadığını onun mekanın burası olduğunu söyleyen Güzel, eskiden 60 hane olan köyün şu anda 15 hane kaldığını söylüyor. Taliplerinin Erzurum Aşkale; Kükürtlü, Pemek, Taşlıçayır, Topal Çavuş, Soğik, Musaağakomu, Hasbeyin Komu, Kopunaltı; Sivas Kangal’da; Çorum’da; Pülümür; Közlüce, Farıtlar, Pülümür’ün İçinde; Çağlayan, Hasangazi, Kırklarköyü, Behice, Göçkerler, Kargöl; Bingöl Kiğı’da bulunduğunu belirten Mahmut Güzel, bize Büyük Ziyareti gezdiriyor.

Büyük Ziyaret mekanı en az beş yüz yıllık olduğu söylenen bir tarihi mekan. Ana yapısı insanın kucaklayamayacağı kalınlıkta çok kalın ve büyük ağaç tomruklarından oluşmuş bir yapı; gerek tavanı gerekse de onu tutan direkler ağaçtan. Burada yüzyıllarca cem yapılmış. Tüm ahşap kısımlar isten simsiyah olmuş. Tarihi özelliği kabolmasın diye, iyiki de, boya badana yapmamışlar. Buranın asıl önemli taraflarından birisi de Doğu’da daha önce de etkisinden bahsettiğim “Tarik-i Evliyaların” varlığı. Bu kutsal tarikler yüzyıllar boyu insanların gelip ziyaret edip, medet diledikleri semboller şeklinde, yine kutsal olduğuna inanılan ve tavanı tutan ana direğin üzerinde asılı duruyor. Cemlerin onsuz yapılamadığı ve kendi kendine hareket ettiğine inanılan ve bir keresinde bulunduğu yeri terk edip tekrar dönen kutsal “ Tarik-i Evliyalar” bunun etkisini çok yoğun bir şekilde üzerinizde hissediyorsunuz.

Daha sonra ricamız üzerine şimdi harabeye dönen Abbas Altunkaş’ın evinin bulunduğu alanı ziyaret ediyoruz. Bir an onun yüzü gözümün önünde beliriyor... (onunla yaptığım ve bölge kültürüyle ilgili bilgilerin de bulunduğu söyleşi için bakınız; Cem Dergisi, Haziran 1998, Abbas Altunkaş’la Söyleşi)

Köyden ayrılıp Pülümür’e doğru hareket ediyoruz. Yolda yine tarihi mekanları görüyoruz. Burada tarihi bir köprü ve kayalara oyulmuş mekanlar var. Yaygın kanıya göre eski devirlerde bu yalçın kayalara oyulmuş mekanlarda insanlar yaşarlarmış. Yine yol boyu İmam Ali’nin atının izi olarak ziyaret edilen kutsal bir mekanda daha mumlar yanıyor. Daha doğrusu tekrar etmek gerekirse her bir dağ, tepe, vadi dibi kutsal bir ziyaret yeri buralarda.

Yine Mahmut Erdal’ın belirttiğine ve Belediye Başkanı’nın onayladığına göre benim de en sevdiğim yabani hayvan olan vaşak bu dağlarda yaşıyormuş. Tabii bunun yanı sıra birçok yaban hayvanı varmış bölgede.

 

Mehmet Çelebi Dede, (Pir Sultan Abdal Ocağı), (69)

Ben pek şanslı bir insan sayılmam ama bu kez yine şans bana güldü. Erzincan’dan dönen Mehmet Çelebi Dede’yi Pülümür merkezde buluyoruz. Belediye başkanı yine bize yardımcı oluyor ve onunla bir söyleşi yapmamı sağlıyor.

Dede görüşlerini şöyle özetledi: Burada inancımız var, devam ediyor. Hızır’da ibadethanemiz doldu boşaldı. Alevi inancı halka ve Hakk’a sevgiyle yaklaşır. Bizler Hz. Muhammet ve Hz. Ali’nin yolunu devam ettiriyoruz. Bana göre cem birleşmek demektir. Dede aslında ne zordur, ne kolaydır, yoruma göre değişir; dede ve talip birbirinin aynasıdır. Talip gelecek sorulup görülecek; işlediği suç varsa ilk önce bundan kurtulacak. Bize göre ise kim nerede düşmüşse orada kaldırılır. İnsan kimi kırmışsa onun gönlünü alır, ondan af diler. Her şey adalet üzerinedir. Pirin huzuru razılık alma makamıdır, rıza olmadan yol yürümez. Yani hiçbir kimse kul hakkıyla meydana gelemez, ceme oturamaz. İlk önce onun arınması, temizlenmesi gerekir. Bu görev rehberin görevidir. Suçluyu aklamazsan, o meydan Hakk meydanı olamaz. Bu yüzden rehberin, pirin, mürşidin ayrı ayrı çok önemli görevleri vardır. Bunlar sadece lafla olmaz. Uygulamak lazımdır. Suç varsa onun da cezası vardır, fakat bu suçluyla, mağdur arasındadır. Burada bir hakemlik vardır.

Sevgili Ayhan biliyorsun dedelerin de Pir, mürşit ocakları vardır; bizim Pirlerimiz Sultan Munzurlu; mürşitlerimiz de onların pirleri olan Seyyid Abbaslılar’dır.

Amaç mürşid-i kamile ulaşmak, kamil insan olmaktır. Mürşid-i kamil Mürşiddir. Pirin çözemediği meseleleri çözen müesese mürşitlik makamıdır.

Bence 12 hizmet, 12 post, 12 İmamlar’la ilgili kavramlar değildir. Bunların ayrı ayrı anlamları vardır. 12 hizmet yürümeden cem yapılmış sayılmaz. 12 hizmet sahibi ehli kamil insanlardan seçilir. Herkes o hizmetleri yapamaz. Bizde Gözcü Hızır’dır. Bizler Hızır’a önem veririz. Hızır Orucunu Ocağın sonu Şubatın başında tutarız. Biz de Hızır ayında, Hızır’da “ziyaretler/tarikler” çıkarılır. Tariki Enbiya altından geçen hakiki bir yemin etmiş kişi sayılır. Bizde Tarik çok kutsal ve önemlidir. Sizin ziyaret ettiğiniz yer “Büyük Ziyaret’tir”. Onun yanında küçük ziyarette vardır. Baba Mansurluların olduğu Hıştolar denen yerde de bir ziyaret vardı o da bizim köye gelmiştir. Gökçekanat Taksin denen köyde de Büyük Dam Ziyareti vardı.

Sevgili can; cem çok önemli bir olaydır. Cemaat toplanır, dede konuşur, ilk önce beyitler okunur. Edep erkan üzerine müminler susarlar. Düvazimamlar söylenir. Secdeye inilir. Pir duasını verir, miraçlama, ilahiler, hizmetler, tevhit, semah hepsi sırasıyla yapılır. Kurbansız cem olmaz. Bizim cemlerimizde Pir Sultan’dan, Kul Himmet’ten, Şah Hatayi’den okunur (nefesler, duvazlar).

Bu doyurucu söyleşiden sonra yine Belediye Başkanının bizlere yemek ikramından sonra, akşam öğretmenevinde kalıyoruz.

Sabah erkenden Nazimiye’ye doğru yol alıyoruz.

 

O yar beni aşka berdar eyledi

Yedi kat asumana çıkar yolları

İnip aşkın deryasını boylarım

Göster mah cemalini ağlatma beni

 

Bu ilm ü hikmette ey canım durdun

Ol şirin ağzına hatemi verdin

Doksan bin kelamı Miraç’ta sordun

Göster mah cemalini ağlatma beni

 

Yedi kat asumanda cemalin gördüm

Ezeli ebedi ikrarın verdim

Dört kapı kırk makam irfanı kurdun

Göster didarını yar ağlatma beni

 

Kemter Yusuf ağlar gezer chianda

Şefaat eyle ulu divanda

Aşk u muhabbeti bu şirin canda

Göster ol didarın yar ağlatma beni

 

Aşık Yusuf Kemter

 

17 Temmuz, Nazimiye

Anadolu’yu ve Tunceli’yi anlatmaya kelimeler yetmez... Ali Rıza Uğurlu’yla birlikte olağanüstü güzellikteki bir vadiden iniyoruz yol aşağı... Aslında inmiyoruz, sanki bir nehirde yüzüyoruz, zaman zaman bir tünelde, zaman zaman insanın olmadığı zamanın durduğu bir uzay boşluğunda, zaman zaman bizlere anlatılan cennette, zaman zaman bir resim sergisinde, bir fotoğraf sergisinde, zaman zaman da bir filmde gibiyiz. Çeşmeler, çeşmeler... Dağlardan süzülen küçük pınarlar... Ağaçlar, derken gerçekten tüneller, dereler... Pırıl pırıl gökyüzü... Bir de terör nedeniyle diye abartılan hele hele de olağanüstü halin kalmasına rağmen, hala abartılan anlamsızlaşan aramalar, taramalar olmasa... Onlarca kontrol noktası var, kimlik kontrolü, arama, tarama... Türk bayrağının kırmızısına boyanmaktan onur duyan bir yurtsever olsam da, beni de bıktıran, abartılan aramalar, taramalar, Allah aşkına nedir bunun anlamı, aynı vadinin içinde, birbiriyle iletişim halinde olan arama noktaları birbirine haber verdiği halde takrar tekrar arabaların durdurulup bu aranmalar neydi, insanı çileden çıkaran? Askerine, polisine sevgiyle bakan birini bile bıktıran bu uygulamalar altında, PKK denen onursuz örgütün üyelerinin elinde perişan olan zavallı halkım!, zavallı Türk insanı, zavallı Tuncelililer!... daha sonradan öğrendiğimize göre, bize gözyaşları içinde tüm masumluğuyla, içtenlikle halkın anlatımına göre burada gerçekten devletin kolluk güçleri kastı aşan, tedbir, devlet güvenliği kavramlarını aşan insanımıza işkenceyi reva gören kimi çarpıklıkları burada yıllar yılı uygulamışlar... Halkın dağılması, ağlaması, üzülmesi boşuna değil.

Anlamsız gece baskınlarının uykusuz bıraktığı, yer yer maddi talanların, duygu sömürülerinin yapıldığı on binler...; boşalan, boşaltılan, yakılan köyler, mezralar, beldeler... Kırılan onurlar, açılan, tedavi edilmeyen yaralar... göstermelik nutuklar... Şovmen siyasiler... Psikomanyak kolluk güçleri ve bölücü, kan içici terör örgütü...

Birçok arama taramadan sonra nihayetinde bir yol ayrımından kıvrıldık, tepeye doğru, Nazimiye’ye doğru oldukça bozuk yollardan geçerek kente girdik. Buralarda her ilçe, her yerleşim merkezi birer askeri karargah, polis alayı alanı. Dağlarla çevrili Nazimiye’de Belediye’yi bulmamız zor olmadı.

Kadirşinas Pülümür Belediye Başkanı’nın telefonla görüşüp bize yardımcı olmasını istediği Nazimiye Belediye Başkanı Bertal Ateş bize gerçekten de çok yardımcı oldu.

Belediye Başkanımız bizim tüm ihtiyaçlarımızı karşıladı. Uzun uzun dertleştik. Zaten sorunların çığ gibi olduğunu kente girince anlamıştık. Hemen hiçbir yatırım olmadığı nice belediye gibi, hele yaşadığı büyük terör dalgası ve baskı nedeniyle psikolojik olarak da yıkılan Nazimiyeli’nin, Pülümürlü’nün, Mazgirtli’nin, tüm Tuncelililerin sorunları dağlar, taşlar gibi. Belediye başkanı da yine aynı sorunları dile getirdi ve ekledi, iş yok, yol yok, yatırım yok, sevgi yok... Çok iyi niyetli, çalışkan, dürüst birisine benzeyen başkanımız bize bir araba tahsis ederek; kentin büyük ziyaret mekanlarına ulaşmamızı sağlıyor.

Dedeleri sorduğumda ise Ayhan Bey sen tam hizmet yürüten, bilgili bir dede bul, bize gönder onu başımızın tacı edelim. Eski geleneği yaşatan dedeler kalmadı, azaldı. Olanlar da göç etti, gittiler. Olanlar da çok çok dağınık, dedi.

Hemen hareket edip, sadece bölgenin değil tüm Türkiye’nin en önemli ziyaretgahlarından olan Zeve Hacı Kureyş ve Şah Haydar’ı ziyaret için yola koyulduk. Nice zorlu yolları aştıktan sonra vardık, Zeve’ye

 

Zeve, Hacı Kureyş

Kendi adıyla anılan büyük ocak sahibi Hacı Kureyş’in yaşadığına inanılan Bostanlı Zeve Mezrası’na bağlı şu anda ismi vardığımızda gerçekten şaşırdık. Onlarca insan ziyaret için dağı, taşı, vadiyi, ırmağı aşıp merkeze hayli uzakta olan buraya gelmişler, kurbanlarını kesip, dualar ediyorlar... Kadınlarımız yanında çocukların ve gençlerin de çoğunluğu dikkat çekiyor. Kazanlar kurulmuş, ateşler yakılmış, kınalı elleriyle bacılarımız hizmet görüyorlar. Burası öyle kutsal, öyle kutsal bir mekan ki; taşı toprağı ziyaret yeri... Öyle bir yerleşmiş, öyle bir ruhuna sinmişki kutsallık bunu içiniz ürpererek hissediyorsunuz. Sanki gizemli bir varlık tarafından kuşatılmışsınız. Bir metefordasınız, boşluktasınız, hiçliktesiniz gibi... Yüzlerce yıllık dev ağaçlar dikkatimi çekiyor ilkin. Kimisi kurumuş, kimisi eğrilmiş, devrilmiş, büyük büyük dalları yıkılmış tarihin içinden bir zamanlar canlıymış da şimdi donmuş gibi duran ağaçlar, dallarıyla gökyüzünü kucaklıyorlar... Öyle ağaç yığınları yapılmış ki o büyük ağaçlar yüksekliğinde... Meğerse gerçekten bu ağaçların kutsallığına inanılıyormuş... Bir tek dalını bile koparmak, bir tekine bile zarar vermek günahmış, yasakmış, töreye ihanetmiş... O yüzden yağmurla, karla, fırtınayla kırılan dallar bir tarafa biriktirilirmiş. Kimsenin dalları yan yatmış ağacı kesmeye gücü yetmiyor, o öylece dursun yıkılıncaya, devrilinceye kadar, kimse dokunmuyormuş... Sonra mezar taşları, Tunceli’nin hemen her tarafında rastladığımız koyun ve koç başlı, at şeklinde mezar taşları burada da bol bol var... yan yatmış, kırılmış ama hala varlığın mucizevi yansıması gibi oradalar, yerindeler yani. Onlar bu toprakların asıl sahipleri, asıl ruhlarılar... Bu topraklar evren yok olup gidinceye kadar da Türk bayrağı gibi buralarda dalgalanmaya devam edecekler, büyük Türk Milletinin varlığının sembolleri olarak, Aleviliğin mühürleri olarak...

 

Ali Kızılkan (70)

Çok çileler çeken ve kardeşini terör olayları sırasında kaybeden Ali Kızılkan ölüm kalım savaşında yaşayabilmek için İzmir’e gitmek zorunda kalan bir ocakzade. O dönemde yaşanan talandan bahsediyor. Gerek terör örgütünün gerekse de cahil askerlerin kendilerine çok zarar verdiğini söyleyen Kızılkan, canım kardeşim, kardeşim kim vurduya gitti, buradaki yüzyılların bize emanet ettiği kutsal eşyalar yağmalandı, çalındı, götürüldü. Kim götürdü, kim kaçırdı sormayın, tam ben de bilmiyorum... Kime ne diyeyim insanda haysiyet lazım sen nasıl olurda yedi yüz yıllık eşyaları yağmalarsın. Ben buradan alıp İzmir’de saklamasaydım Hacı Kureyş’in kutsal eldiveni de yok olacaktı. Ben onu aldım, çocuklarımı aldım İzmir’e gittim. Şimdi getirdik, emaneti yerine bıraktık. Babam çok iyi bir dedeydi, cem cemaat yapardı, biz de düzen koymadılar ki, hizmetlerimizi, dedeliğimizi yapalım. Ama çok şükür şimdi durumumuz çok iyi, burası serbest oldu, diye görüşlerini özetle anlatıyor.

Can dostlar buraya öyle bir bina yapmışlar ki, gidip görmenizi isterim. Bir harika bina. İçinde Hacı Kureyş’in makamı var, kutsal eldivenini bulunduğu bölüm var. Ayrıca küçük bir cemevi, kütüphane, yemekhane bölümü de var. Ama öyle bir bina ki örnek bir kültür ve cemevi yapısı. Bu bölge için ideal. Ne çok büyük, ne çok küçük.

Buranın projesini, Ali Kızılkan’ın öldürülen kardeşi İmam Hüseyin Kızılkan’ın oğlu olan Ziraat Mühendisi Cafer Kızılkan (37) yapmış. Birlikte çevreyi dolaştık, binayı gezdik. Maddi bakımdan Almanya’da bulunan abisi Haydar Kızılkan’ın ve halkın katkılarını aldıklarını söyleyen Kızılkan’ın yaptıklarının bilinciyle gözleri gülüyor.

 

Şah Haydar (Düzgün Baba)

Hacı Kureyşin oğlu olduğuna inanılan Şah Haydar’ı ziyaret etmek açıkçası kolay olmuyor. Çok yorucu ve uzun bir yolculuktan sonra ulaşıyoruz Şah Haydar’a. Doğu Anadolu Bölgesi’nde en çok ziyaret edilen mekan olarak bilinen Şah Haydar’da günde onlarca kurban kesiliyor. Yüce dağlar başında dua, yalnız kalmak, düşünmek vb. için çıktığı söylenen dağ içindeki mekanı, sır olduğuna inanılan mekanı, kutsal suyu, bölgede her insanın ziyaret edip, kurban kesmek istediği kutsal alanlar. Gezi boyunca bize yardımcı olan ve Düzgün Baba Ziyareti’nin düzenlenip, buraya bir cem kültür evinin yapılması için de çaba harcayan insanlar içinde olan Ayşe Gök Bacımızın destekleriyle uzaklar yakın oluyor. Yüce dağlar başında telefonla bana ulaşan Abidin Harman’ın sesi kulaklarımda bir dostluk türküsü gibi çınlıyor. Belli bir mesafe çıktıktan sonra bir çeşme ve düzlük bir alan olan yerde duruyoruz. Saz çalan gelen lokmaları bölüp halka paylaştıran iki canımızı buluyoruz. Ama ziyaretten kafileler halinde onlarca insan aşağı doğru iniyor. Gençlerin çokluğu dikkatimi çekiyor... Biraz dinlendikten sonra Ayşe Hanımla ve gençlerle bizler yeni bir kafile olarak yukarı doğru çıkarken, Ali Rıza Uğurlu bu yüksekliğe çıkamayacağını söyleyerek aşağıda kalıyor. Zaman kazanmak için olağanüstü bir güç sarf edip hızla hareket etsek de anlıyorum ki, bu kolay ulaşılacak bir ziyaretgah değil. Uzun ve zorlu bir tırmanıştan sonra karşıdan bölgenin tüm dağlarını aşağıda bırakan ziyaret alanı beliriyor. İşte zamanla kesilen binlerce kurbanın kana boyadığı ve yakılan mumların kayganlaştırdığı, siyahlaşmış zemini ve tavanıyla Düzgün Baba’nın türlü düşüncelere daldığı kutsal kovuk alan... Yine sırt üstü yatınca ağrıların gideceğine inanılan cam gibi düz bir taştan oyma dik alan... Dört beş kez kayıp tepelerden aşağı düşme tehlikesi atlattığım kayganlaşmış düz zemin ve nihayet ulaştığım ve içtiğim kutsal su... Her derde ilaç, buz gibi, çok ama çok az kaynayan ulu bir kovuktaki abu hayat... Ve yine tırmanmalar, atlamalar, yürümeler sonucu ulaştığımız daha nice nice ziyaret alanı... Şah Haydar’ın sır olduğuna inanılan uzun mezar alanı, yine bir tepe üstünde taşların üst üste yığılması sonucu yapılan kale veya ev benzeri bir ziyaret... Dağlarda, tepelerde yine kutsallığına inanılan çeşitli oyukların, kabartmalar... Dağın tırmandığımız yönünün arkasında kalan bölümünden aşağıya bakınca gördüğümüz yine bir başka kutsal yapı... Buranın dağı, taşı ziyaret alanı yani. Şah Haydar’ın tüm Doğu Anadolu Aleviliği özellikle Dersim yöresindeki etkisine bakarsak hiç abartısız burası Doğu’da bir Hacı Bektaş diyebiliriz. Saatler süren ziyaret sonunda aşağıya inip, çaylarımızı, suyumuzu içip, kurban etimizi yedikten sonra doğruca hızlı bir şekilde aşağıya inerken; ta bu ziyaret dağının eteğine kadar arabaların gelebilmesi için yol açtıran Dursun Bak Paşa’ya bir dua edip, ulusumuzun birliği, dirliği için sadece lafla değil hizmetiyle de koşuşturan nice hizmet erlerinin, subaylarının olduğunu hatırlayıp, rahatlıyoruz.

Buraya en yakın köy Çevrecik Köyü. Bu köyden Kureyşan Ocağı’ndan Hüseyin Yiğit Dede sazı ve sözüyle topluma bir şeyler vermeye çalışan bir canımız.

 

Kalmam (Günlüce) Köyü, Kalmam Sır Ziyareti

Musa Kırmızıgül (Muhtar)

Merkeze dönerken buraya yakın bir önemli ziyaretin daha varlığını duyunca arabamızı oraya doğru çeviriyoruz. Burada da şimdi bir bina içine alınan kutsal ziyaret var. İçeri ayakkabıyla girilemiyor. Bir kutsal taşın ziyaret yeri olduğu ve çevresindeki boşluk alanda dua edilen bu mekan Kalmam’ın sır olduğu yer olarak biliniyor. Yine Kalmam Sır olarak bilinen bu Ziyaret için çevreden gelenler kurbanlar kesiyor, her zaman dualar ediyorlarmış. Yine Hacı Kureyşlerden, Şah Haydarlar’dan olan Kalmamsır da bölgenin önemli mekanlarından birisi.

Yine buz gibi sular çeşmelerden akıyor, misafirperver analar ayranları, meyveleri bize sunuyorlar. Mutlaka burada kalmamız için bizden ricada bulunuyorlar. Yine bir ocakzade olup, Kalmamsır’dan geldiklerini söyleyen aynı zamanda köyün muhtarı Musa Kırmızıgül’le sohbetimizde köyün sorunları üzerinde duruyoruz. Köyden göç, verimsizlik, parasızlık temel problemler. Bu arada tam biz köyden ayrılacakken, köyün gençlerinden birisi bir ata binip bize bir gösteri de bulunuyor. Atı öyle hızlı sürüyor ki, bir anda gözden kayboluyor.

 

Kal Ferhat (Kalferat/ (Kel Ferhat))

Merkeze yakın Kalferat Ziyareti ise gerçekten ilginç. Ziyaret yine bir ev şeklinde. Bizi duyanlar özellikle çocuklar koşup yanımıza geliyorlar. Her birisi akıcı, bülbül gibi şakıyan dilleriyle bize ziyaret hakkında bilgi aktarıyorlar. Sonra diğer insanlar geliyorlar. Buna göre Kalferat burada yaşamış ve sır olmuş ulu bir eren/evliya. Burada bulunan her şey kutsal. Onun zamanından kalma ocak, ağaçlar, her şey kutsal. Ziyaretin dışında yine koyun başı mezar taşları, bir ulu ağaç var. Köylülerle söyleştikten sonra tüm çevreyi, mezarlığı kamerama kaydediyorum.

Çok uzun ve yorucu bir günün sonunda belki dedelerle söyleşemiyorum ama bölgenin en önemli ziyaretlerinin başında yer alan bu mekanları gezmek bende apayrı duygular uyandırıyor. Burada tüm dağlar, taşlar, tepeler, ağaçlar kutsal ve canlı. Büyük atalar ruhu burada soluk alıp, soluk veriyor. Burada gün velilerle, erenlerle açılıp, velilerle erenlerle kapanıyor. Gecenin, ve günün sahibi olan o evliyalar buraların gerçek sahipleri ve mirasçıları. Geçmişten geleceğe balkıyan bir büyük gerçek burada hemen beliriyor. Sen ben yok, ben sen yok; biz siz yok, siz biz yok; sadece yaşam var... Hiç bitmeyen; insandan, kuşa, kuştan ağaca devamlı dönüşen yaşam var. Mutlak olan yaşam ve ölümsüzlük... Yani, ölüm gerçeği var. Ölüm ve yaşam içiçe ama yokluk yok.

Belediye Başkanı’yla yine akşam da sohbet edip dertleşiyoruz, sabah yine yola koyuluyoruz. Yine onun yardımıyla bu sefer de Mazgirt Belediye başkanı Ali Tunç bizlere yardımcı oluyor.

 

İnem Hindistan’da kumaş getirem

Açayım Bercistan’da satam oturam

Hak’tan ölüm gelmez ölem kurtulam

Bu derdi veren Hüda’dan meded

 

Açtım kumaşı Hint’te Bercistan’da

Kesilmez oldu gözlerim yaşta

Bülbül feryad eder hüsn-i avazda

Bu derdi veren Hüda’dan meded

 

Cismim yaralandı gözlerim ağlar

Gönül viranedir bozuldu bağlar

Ayrılık elinde dumandır dağlar

Bu derdi veren Hüda’dan meded

 

Bakmaz mısın şu dağların kışına

Akan şu çeşmimin durmaz yaşına

Akıl ermez bu Hüda’nın işine

Bu derdi veren Hüda’dan meded

 

Kemter Yusuf dertli hicrana daldım

Ders-i peymanım pirimden aldım

Aşkın kitabını senden okudum

Bu derdi veren Hüda’dan meded

 

Aşık Kemter Yusuf

 

18 Temmuz, Mazgirt

 

Belediye Başkanı Ali Tunç’u makamında ziyaret ediyoruz. Bu tip gezilerin yararlı olabileceğini ama asıl tepede ciddi sorunlar olduğunu dile getiren başkan, Alevi örgütleri arasındaki bölünmüşlükten, ayrı baş çekilmesinden dert yanarken, kime inanacaklarını şaşırdıklarını, herkese de pek güvenmediklerini söyledi.

Bu arada ilçe ve yaşanan sorunlar hakkında da detaylı bilgiler aktaran başkan; devletin kolluk güçlerinin kendilerine çok işkence yaptıklarını, çok haksızlıklara uğradıklarını, zaman zaman konuşmalarından dolayı baskı gördüklerini, işsizliğin, göçün, yatırımsızlıkların temel sorunlar olduğunu belirtti.

 

Haydar İlbey, (55)

 

Belediye başkanının ricasıyla görüşme olanağımız olan Baba Mansur evlatlarından eczacı Haydar İlbey, Magirt’in Aktarla Köyü’nden. Aleviliğin, cemin önemli kuralları olan bir inanç sistemi olduğunu söyleyen İlbey, konuşmasında musahipliğin, dürüstlüğün, yolun önemine değindi.

 

Mustafa Yüksel, (70)

Baba Mansur evlatlarından olan ve merkezde eczacılık yapan Dede’ye göre Alevilik çok güzel bir yoldur ama işleten yok.

Gerek Belediye Başkanı’nın, gerek yöredeki diğer dedelerin konuşmalarından, tavır ve davranışlarından anladığımıza göre burada halk büyük haksızlıklara uğradığı, dedelere ve ileri gelen ilerici insanlara kötü muamele edildiği için halk pek açılıp konuşmak istemiyor. Devletin tek taraflı olarak sürekli belli siyasi eğilimde olanların elinde olduğu, Diyanet’in Emevi zihniyetinin devamı niteliğinde olduğunu savunan canlar bu adaletsiz sistemin değişmesi gerektiğini söylediler.

 

Şıh Çoban Türbesi

Daha sonra kent merkezi’ne yakın Şıh Çoban Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Yeşil kubbesiyle uzaktan fark edilen türbenin yakınlarında bulunan kadınlar bize sıcak ilgi gösteriyorlar. Kendi adıyla anılan bir ocağından köklerini yansıtan Şıh Çoban Türbesi ana bölümüyle korunabilmiş, bakımlı bir ziyaret yeri.

 

Muhundu (Darıkent), Baba Mansur

Anadolu’nun en büyük ve köklü ocaklarından birisinin de ismini aldığı ve büyük bir veli olarak Alevilik’te derin bir yer edinmiş olan Baba Mansur’un mekanını yani Muhundu’yu ziyaret etmek başlı başına bir olay benim için. İsmini aldıkları bu büyük velinin adını yaşatmak için yüzyıllar boyu insanları cemlerde birliğe, dirliğe, barışa, dostluğa davet ederken, Aleviliğin de temel ibadetlerini yerine getiren diğer dedeler gibi Baba Mansur evladı olan dedeler de bu kutlu kişilere layık olmak için çok çaba harçamışlar. Kent merkezinde çekim yapmamıza izin verilmese de yine kutsal mekanları hem fotoğrafla, hem de kameramla çekiyorum.

İlk önce belediyeye uğruyoruz. Belediye başkanı belde dışında olduğu için kendisiyle görüşemiyoruz. Fakat orada görevli canlarla konuşuyoruz. Büyük bir yokluğun ve yoksulluğun olduğu bu beldenin temiz insanları yıllar yılı işkence çekmişler. Terör yüzünden en fazla eziyet çeken bölgelerimizden birisi olan Muhundu halbuki o kadar şirin bir yer ki... Ağaçlarıyla, suyuyla gezilip görülecek bir mekan aynı zamanda, kutsallığının ötesinde.

Baba Mansur evlatlarından beni de dergilerden tanıyan Mehmet Ali Göçer (40) canın yardımıyla beldeyi geziyoruz. Aynı zamanda belde hakkında da bizi bilgilendiren Ali Göçer’e göre Belde’de 32 pare köy var. Gelincik Köyü’nde Keko Yılmaz (Baba Mansur), Aydınlık (Çanik) ((Balan Mezrası))’nda İmam Hüseyin Kılagöz (Seyit Sabun/Seyit Seyfi) bilgili dedelermiş.

Böylesine küçük bir belde merkezinde yoğun askeri varlık dikkatimi çekiyor. Yine kimlik yoklamaları, sorgular vb. neyse yine kutsallığına inanılan bir pınarın başına gidiyoruz, ilkin burayı ziyaret edip, suyundan içtikten sonra doğru büyük ziyarete koşuyoruz.

Evet duvara binip, cansız duvarları yürüten Baba Mansur... Efsaneleşen, menkıbevi yaşamı kuşaktan kuşağa yüzyıllar boyu anlatılarak günümüze gelen büyük ocak sahibi, ocak kurucusu, evladı Resul... Anadolu’da en fazla talip kitlesi olan ocaklardan birisinin mekanında olmak beni heyecanlandırmanın ötesinde sevindiriyor da.

Prof. Dr İzzettin Doğan’ın halasının oğlu Haydar Doğan’ı (80) burada bulmak bizi sevindiriyor. Şu anda Almanya’da yaşamını sürdüren Doğan ziyaret için buraya gelmiş.

Orada bulunan canlarla birlikte büyük ziyaretgaha dualarda bulunuyoruz. Şu anda baskılar nedeniyle üzeri başka bir duvarla örülen ve bir bina içinde olan, Baba Mansur’un bindiğine inanılan kutsal ziyaret alanı içinde Kutsal tarikler de var.

Daha sonra İzzettin Doğan’ın dayılarının mezarını da ziyaret ediyorum. Burada yine büyük mezar taşları, büyük ağaçlar dikkati çekiyor. Burada bulunan canların ifadelerine göre yine tüm baskılara rağmen halkın buraya ilgisi hiç kesilmemiş.

 

Elmalı (Seyitli)

Çok sevdiğim Musa Küçük Dede’nin köyü olan ve ziyaret mekanı olarak da kabul edilen Elmalı’da Musa Dede’nin abisi Düzgün Dede’yi soruyoruz. O anda köyde bulunmayan Dede’nin köye çok yakın olan ana karayolu üzerindeki dinlenme istasyonunda bulabileceğimizi söylüyorlar. Bu arada bol bol ayran içiyoruz, köylülerle sohbet ediyoruz. bu arada Cem Dergisi editörlerinden araştırmacı/yazar Murat Küçüklerin de evini bize gösteriyor, köylüler.

Düzgün Dede’yi dinlenme alanında bulmasına buluyoruz ama dedemiz üç kişinin ayağına gidip durumu anlatıp, Musa Küçük’ün de selamını kendisine iletmemize rağmen oturduğu masadan kalkmaya pek yanaşmıyor. İki üç kez konuşmaya çalışmama rağmen maalesef pek anlam veremediğimiz şekilde kağıt oynamaya devam eden dedenin halinden pek bir şey anlayamayarak, oradan ayrılıp, Tunceli kent merkezine doğru hareket ediyoruz.

 

Tunceli Merkez;

 

İlk gittiğimiz yer tabii ki, Tunceli’ye giden tüm insanların “evim” diyeceği Tunceli Cemevi. Sevgili Dedemiz Mahmut Doğanay’ı arayıp buluyoruz. Daha önce de gelip söyleşi ve sohbetlere, cemlere katıldığım, belki de Tunceli’deki en güzel manzaralardan birisine sahip cemevine gelen dostlarla söyleşi yapıyoruz. Farklı yaşlarda insanlar değişik konuları gündeme getiriyorlar. Öyle ki, belli bazı kitapları okuyan genç arkadaşlar bu kitaplardaki çelişen konuları gündeme getirip benim fikrimi soruyorlar. Ayrıca gerek burada gerekse tüm geziler boyunca dikkatimi çeken önemli bir olay; insanlar ocaklar, aşiretler, nereye bağlı olup, nereden gelip buraya nasıl yerleştikleri konularını çok merak ediyorlar. Bu konuda yazılı eserleri soruyorlar sürekli. Şehir merkezine gidip bazı ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra, biraz serinlemek için kutsal Munzur Gözeleri’nden çıktıktan sonra artık kent merkezinde bir küçük ırmağa dönüşen suyun kenarına gidip dinleniyoruz. Ayrıca aynı gece cemevinde misafir olduktan sonra Ali Rıza Uğurlu’nun daha önceden planladığı ve benim de merak edip iştirak ettiğim Ordu’da bir müsahiplik cem töreni için oraya hareket ediyoruz. Ama bu öyle bir yolculuk oluyor ki gerçekten kayda değer, biraz aşağıda bu geziyle ilgili notları da bulacaksınız. Ali Rıza Uğurlu arabasını burada bırakıyor, daha sonra planımız tekrar Tunceli’ye dönüp kalan yerleri ziyaret ettikten sonra geziye devam etmek. Ama daha sonra planlar değişiyor.

Ali Rıza Uğurlu gezinin bundan sonraki bölümüne katılamayacağını belirtiyor. Ordu ziyaretinden sonra gezime tek başına elde çantalarla devam ediyorum.

Ama açıkcası biraz da üzülüyorum. Elbette Ali Rıza Dede’nin kendince nedenleri olabilir ama burada da bana açıkcası büyük bir haksızlık yapıldığını söylemeliyim. Yönetimden kaynaklanan bir başıbozukluk var. CEM Vakfı’nın çok önem verdiği bir iş için sözde birileri de komisyonlarda yer alıp, atıp tutuyorlar ama mesele iş yapmaya gelince, iş ciddiye binince kimseyi ortalarda göremiyoruz. Üstelik her türlü çileyi çekmenin yanında, her türlü maddi olanaksızlıklar içinde bir şeyler yapmaya gayret edersin bu yaptıklarını da birileri sahiplenir ya, buna çok kızıyorum. Yani haksızlığa, adaletsizliğe çok kızıyorum.

İşin çilesini çekmek iyi de, verilen sözler nerede? Adaletin bu mu dünya?

 

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma

Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 335-355)