DOĞU ANADOLU GEZİSİ (2002, ÜÇÜNCÜ) ERZURUM

DOĞU ANADOLU GEZİSİ

(2002, ÜÇÜNCÜ)

ERZURUM

 

AYHAN AYDIN

 

Tutam yar elinden tutam

Çıkam dağlara dağlara

Olam bir yaralı bülbül

İnem bağlara bağlara

 

Birin bilir binin bilmez

Bu dünya kimseye kalmaz

Yar ismini desem olmaz

Düşer dillere dillere

 

Emrah eder bu günümdür

Arşa çıkan tütünümdür

Yare gidecek günümdür

Düşem yollara yollara

Erzurumlu Emrah

NE GÜZEL

Hakikat bağından derdiğim çiçek

Kokusu ne güzel gülü ne güzel

Kırkların ceminde gördüğüm gerçek

Sakisi ne güzel hali ne güzel

 

Gördüm cümle canlar semah dönüyor

Gök yüzünden nurlar yere iniyor

Bütün gönüllerde kandil yanıyor

Erkanı ne güzel yolu ne güzel

 

Pirler oturmuşlar kendi postuna

Hakka niyaz ettim niyaz üstüne

Herkes yalvarıyor gönül dostuna

Lisanı ne güzel dili ne güzel

 

Sevgi oldu bu gönlümün gıdası

Her güzelin çekilir mi edası

Beni hoş eyledi aşkın badesi

Şerbeti ne güzel balı ne güzel

 

GARİP BEKTAŞ gonca gülü derince

Muhabbet sevgisi kalbe girince

Hakkın cemalini kulda görünce

Yaradan ne güzel kulu ne güzel

 

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş

 

22 Temmuz 2002

 

Eski bir arabayla hayli yollar kat ettikten sonra doğunun büyük kent merkezi Erzurum’a varıyorum. Otobüs beni kent merkezine yakın bir yerde bırakıyor. Kent oldukça büyük... Tarihin derinliklerinden bugüne gelen bir uğultu var sanki çarşılarında... Hele önceki gün arayıp kente geleceğimi ve bana yardımcı olmasını istediğim genç ve yürekli, bu yola sevdalı Binali Bektaş Dede’nin yardımıyla büyük tarihi yapılarını gezip büyük bir tepelikten kente bakınca çok daha görülüyor Erzurum’un büyüklüğü... Kent eski kent merkezinden taşmış, tüm ovayı zaptetmiş. Taşların oya oya işlendiği ve taş işçiliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği bir şahaser güzelliğindeki... Gezmek benim için öyle bir mutluluk anı ki, uçan güvercinler, insanların fakirliğine rağmen umutlar filizlendiriyor bu uygarlıklar beşiği Anadolu’nun Doğu’daki en büyük kentinde. Erzurum Kalesi’yse tüm heybetiyle hükmediyor tüm cihana... Kuşlar bir sarhoşluk aleminde dans ediyorlar gökte... Çöpçüler çöplerini topluyorlar... Derken bir anda turistler basıyor kenti... Kahveleri, çeşmeleri, yatırları, modern mahalleriyle dadaşlar diyarı Erzurum bir başka güzel kent olarak görüldü gözüme.

 

Binali Akdağ (Kureyşan)

Genç dedemizin yardımıyla kentteki belki de en bilinçli, geniş görüşlü, bilgili dedesi olan Binali Akdağ’ı ziyaret ediyorum. Yaptığım gezinin amacını, hedeflerini anlatınca, yapılması planlanan çalışmaları aktarınca beni dikkatlice dinleyen dede sorularımı yanıtlıyor. Elbette dedelerin resmi bir hüviyette devletle bütünleşmesi ve böylece hizmet yürütmeleri olabilir, hatta bizler Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bile temsil edilebiliriz ama sevgili Ayhan Bey her şeyden önce kendi içimizdeki birlikteliği kurmalıyız. Ama artık eski bilgilerle, geleneklerle bu işi götüremeyiz. Eğer bilgili, donanımlı dedeler olmazsa bu temsil bize zarar da verebilir, diyor.

Dede söyleşimizde gençlerin önemine işaret ederek, biz bugüne kadar gençlere bir şey veremedik. Mutlaka gençlere bilgi aktarılmalıdır. Tarih bilmeden, eski yazı bilmeden biz ne yapabiliriz. Kur’an bilgisi olmadan biz bu işin içinden çıkamayız o yüzden insan yetiştirmeliyiz, diyor.

Dede görüşlerini şöyle aktarıyor; bu yolda fedakarlık şarttır. Zevkle, gönüllü olarak bu yola hizmet verilmelidir. Bizler İslamiyet’i de iyi bilmiyoruz. İslam dinini bileceğiz, namazı, orucu... Her şeyi öğrenmekte fayda var.

Bizler Tunceli Pülümür Kalecik Köyü’nden buraya gelmişiz. Dedeler iki yüz yıl öncesinde buraya gelip yerleşmişlerdir. O zamanlar burada talipleri varmış, onların içinde kalmışlar.

Bizim de tarikimiz, evliyamız, erkanımız var.. Darı didar olanlar, birbirinden helallık alanlar, küskün olmayanlar cem yapabilirler ama biz de kurban çok önemli değil. Önemli olan bana göre insanın niyetidir. İnsan istedikten sonra babuko (bir tür yemek) ile de cem yapılır. Hızır da bizler bir hafta oruç tutarız ve gücü yeten kurban keser. 9/11 şubat hızıra denk gelir. Bizde mutlaka hızırda cem yapılır, hatta Hızırdaki cem çok önemsenir.

Musahiplik bizde önemlidir. Musahipliğin kuralları çok ağırdır. Musahip olacak çiftler mutlak dede ocağına gitmek zorundadırlar. Müsahiplik cemini Hızır’a denk getirmek daha iyidir. Perşembe gecesine denk getirilir müsahiplik cemi. Müsahiplilikte kurban kesmek zorunluluğu da yoktur.

Görgü de ise kurban zorunludur. Burada darı mansur olunuyor, müsahipliler görülüyor. İnsanlar ortak kurban da kesebilirler, tek tek de kurban kesebilirler.

En büyük günah yalandır. Dürüstlük yolun ilk kuralıdır. Kul hakkıysa en ağır olan hak ihlalidir. Kul hakkı olmadan, rızalık almadan ne cem, ne cemaat hiçbir şeyin değeri yoktur. Çünkü tüm bunların temeli, insanın insandan razı olmasına bağlıdır. Kişi kişiden şikayetçi olduktan sonra Hakk karşına gelmiş bunun önemi yok ki. Çünkü Allah’ın kimsenin ibadetine ihtiyacı yok. Eğer birisini incitmişsen, kul hakkına riayet etmemişsen yaptığın ibadetin hiçbir anlamı olmaz.

Hacı Bektaş-ı Veli ilim, irfan yaymıştır. Cahaletle bizim işimiz olmaz. Aydınlıklar bizim için hedeftir. Hiçbir insanın hiçbir insana üstünlüğü yoktur. İnsanlar arasında ayrım yapılamaz.

Öyle her ocaktan gelen kişi dedelik yapamaz. Pir hakkını kazanabilen pirlik yapabilir. Taliplere ilim, irfan aktarabilen, öğretebilen kişi pirlik yapabilir. Dört kapıdan, kırk makamdan haberi olmayan pirlik yapamaz. Zaten gerçek pir olacak kişi kendisinin o makama layık olup olamayacağını düşünebilen kişidir. Kendini bilmeyen, ahlaka önem vermeyen gerçek bir pir olamayacağı gibi gerçek bir talip de olamaz.

Sevgili Aydın Bey dedelere babalara ilişkin bir okul açılabilir mi? diyorsunuz. Belki olabilir ama; dedelik sadece okumakla olunacak bir kurum değildir. “Her kuş kendi yuvasında yetişir”. Cem içinde pişmeyen, insan içine çıkmayan bir insan eğitim alsa ne olacak? Her şeyin kıstası bilgi de değildir. İrfan sahibi olmadan kişi hizmet yürütemez.

Bizde kutsal “evliya” (yukarda bahsetmiştik, tarik A. Aydın) var. Çağlar Köyü’nde Düzgün Baba’da tarik var.

Erzurum’da beş binden fazla Alevi var, merkezde. En fazla Sütevler, Su Deposu, Dağ Mahalle (Gaziler), Deliömer Mahallelerinde Aleviler var.

Aşkala’de de Çayırlı’da (Davut Sulari’nin mezarı buradaymış) Ekrek (Dede Köyü), Göllerköyü, Çamurdere. Pasinler’de hatırladığım Badicivan, Kızılören. Horasan’da bir köy olsa gerekir. Karayazı’da bir iki köy vardır.

 

Derviş Ali Baba (1933), (Kureyşan)

Bizlere ancak zevki sefa değil, dert yakışır diyen ama buna mukabil uzun sakalının altında büyük bir güleryüzlülük sergileyen pırıl pırıl zekası ve konuşkan yapısıyla, sazı ve sözüyle, bilgisiyle hayli ilginç bir karakter çizen Dede’nin orijinal fikirleri var.

Musahipliğin Kur’an’da yeri olduğu ve Hz. Muhammed zamanında başladığını söyleyen Derviş Ali Baba, kendi soylarını gösteren secerelerinin Tunceli Mazgirt’in Kavun köyünde olduğunu, dedeliğe bağlı olan dedesinin ağzından tek kelime küfür duymadığını söylüyor.

Mahmudi Hayrani’nin bizzat Kureyş’in kendisi olduğunu söyleyen Dede, Hacı Kureyş’in kabrinin Adıyaman’ın Cincef Kazası’nda olduğunu söylüyor. Kendilerinin Şah Haydar’dan yani Düzgün Baba’dan geldiklerini bu yüzden kendilerine Düzgünler dendiğini söyleyen Derviş Ali Baba Şah Haydar’ın gazi olduğun söylüyor.

Dede kurbanın manasının insanın özünü kurban etmesi olduğunu, bu yola girip kurban kesenin cefa çekmeyi göze almış olduğunu anlatmak istediğini söylüyor. Ayrıca bir de adak kurbanı olduğunu söyleyen dede bunun da önemli bir kurban olduğunu söylüyor. Eskiden daha fazla kitabın olduğunu ama şimdi bunların kalmadığını belirten Derviş Dede, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın Tekmen Gökoğlan Nahiyesi, Altun (Altuna) Köyü’nden olduğunu, bu köyün ise köklerinin Alevi olduğunu söylüyor. Bu arada, Binali Bektaş’la ziyaret ettiğimiz evinde bizi bırakmadan lokma hazırlatıp bizi doyuruyor.

Bölgedeki Alevi varlığından da bahsettiğimiz söyleşide Dede Erzurum’da Alevilerin Zazaca konuştuklarını söyledi. Pir olarak İmam Hüseyin’i, Rehber olarak Cebrail Aleyhisellem’i, Mürşit olarak Muhammed Mustafa’yı tanırız, diyen Dede; Bizim dede olarak Pirimiz Kureyşan, Rehberimiz Baba Mansur, Mürşit olarak alim herhangi bir seyyid ve talip olsa da bizim için fark etmez, diyor.

Dede de aslında bir taliptir diyen Dede, dedelerin şu anki devletten bir kadro almasının söz konusu olamayacağını çünkü şu andaki devleti yönetenlerin Emevi zihniyetini devam ettirdiklerini belirtiyor. Zekat ordunun, fitre hasta ve yetimin, sadaka ise seyyidlerin hakkıdır, diyor Dede.

 

Ben bir seyyah Arap olsam

Giysem karayı karayı

Yitirdim nazlı yarimi

Bulsam arayı arayı

 

Irak yollar yakın olsa

Her güzelde hakkım olsa

Dostum Lokman hekim olsa

Sarsam yarayı yarayı

 

Yari düşürsem ardıma

Bir ateş düştü yurduma

Benim unulmaz derdime

Bulsam çareyi çareyi

 

Emrah’ım da okur yazar

Hak kalemin kimler bozar

Ayna almış perçem düzer

Zülfün tarayı tarayı

 

Erzurumlu Emrah

 

Tekman, Çatkale (Mergizer)

 

Aynı gün bir münibüsle köylere doğru hareket ediyorum. Palandöken Dağları tüm haşmetiyle karşımdayken dağ eteğinde modern oteller görülüyor. Bu sefer dağ başında hafiften başlayan yağmur altında tüm Erzurum ayaklarımın altında kalıyor. Çok büyük bir ova içinde parlayan binalar, bulutlar içinde bir masal ülkesini andıran Erzurum’un büyüklüğünü sergiler gibi dört bir tarafa yayılmış bir durumda. Dağları dolanarak, nice vadiler, tepeler, tarlalar, akarsular, platolar aşarak kestirme denilen bir yoldan Çatkala (Mergizer)’e varıyorum. Köy öyle yokluk içindeki sanki görünüm itibariyle yüz yıl önceki fukaralık hissediliyor... Çatısız toprak damlı evler, yolu belirsiz sokaklar, ağacı olmayan düz bir arazi içinde kurulmuş, insanların yaşam mücadelesi verdikleri bir yerleşim alanı.

Köylülere sorarak ilerliyorum aynı zamanda köyün muhtarı da olan Musa (Celal) Çelik Dede’nin evini sorarak... Sokaklarda çocuklar oyun oynuyor...

En nihayetinde eve varıyorum. Dede olmadığı için dışarıda onu beklemeyi yeğliyorum. Dede geldikten sonra içeri giriyoruz. Beni büyük bir misafirperverlikle karşılayan dedeye, ziyaret amacımı anlatınca dede çok duygulanıyor. Bizim bu dağlar başına kadar, bu işler için gelmişsin elbette ben de sana yardımcı olurum, diyor. Hemen yiyecek bir şeyler hazırlanıyor. Sohbet ediyoruz. Ben köy ve bölge hakkında daha çok bilgi almak istiyorum. Alçakgönüllü dedemiz de çok içtenlikli bir şekilde sorularımı yanıtlıyor.

 

23 Temmuz 2002, Musa (Celal) Çelik, (Baba Mansur), (57)

Bizim bu bölgede Kureyşanlıların ve Baba Mansurluların cemleri cemaatları aynıdır, diyen Musa Çelik; köyün kışları 50/60 hane, yazları ise yüz hane olduğunu söylüyor. Ana geçim kaynağımız hayvancılık ve tarımdır diyen Çelik, taliplerinin Varto taraflarında çok olduğunu söylüyor.

Dede eşini kaybetmiş. Çocuklarına kendisi bakıyor. Hayat mücadelesini şimdi çocuklarıyla birlikte sürdürüyor. Buralarda yaşamın çok zor olduğunu çok iyi anlayabiliyorum. Hele hele kışın yaşam neredeyse duruyormuş. Günler, haftalar boyunca elektriklerin kesik olduğu köyde yaşamın felç olduğu kış aylarında tüm yollar kapalıymış. Tüm tepeler, platolar, düz alanlar karla kaplanıyormuş. Öyle ki yaban hayvanları çok uzaklardan bile görülebiliyormuş. Hayatın tüm zorluklarını başarıyla aşmak elbette zor. Ama bu yazıyı okuyanlar unutmamalıdırlar ki, Doğu’da yaşam çok daha zor ve çetrefilli.

Baba Mansur Ocağı’ndan Haydar Savak Dede köyde hocalık yapıyormuş. Hızır/İlyas günlerinde oruç tutar, kurban keseriz diyen Dede Muharrem orucunu da aksatmadan tuttuklarını söylüyor. Babası Seyyid Kekil Çelik Dede’nin tüm bölgede çok sevilen bir olduğunu söyleyen Dede, bölgede Gümüşlü’de bir, Çağlar’da da bir olmak üzere iki tarik “evliya” olduğunu söylüyor.

Taliplerden Veli Sever ise sohbetimizde kendi gözlerimle tarik-i evliyanın türlü mucizelerini, hareketlerini gördüm, diyor.

Dedeyle köyü geziyoruz. Yaşlı insanlarla ve dedelerle söyleşiler yapıyorum. Köyün dışına kadar giderek mezarlıkları görmek istiyorum. İyiki gitmişim Anadolu’nun hiç ummadığınız bir köşesinde ne hazineler var. Bu köyde de tümüyle bir sanat eseri niteliğinde mezar taşları var. Ama işin ilginci çok eski zamandan kalan mezar taşları yanında insanlar çok büyük bir özenle yakın zamanda da çok güzel mezarlıklar, mezar taşları yapmışlar. Köyün iki mezarlığı var; birisi büyük, birisi küçük ve tarihi.

Köy yakınlarında küçük bir dere geçiyor. Ama maalesef Erzurum genelinde bundan sonra da karşılaşacağım ve yol boyu da gördüğüm gibi köylerde ağaç görmek neredeyse imkansız. Buna akıl erdirmek mümkün değil.

Bu köyden Baba Mansur evlatlarından Mehmet Sönmez Dede’nin İstanbul Alibeyköy’de, yine Kureyşan Ocağı’ndan Veli Han (60) İstanbul’da oturduklarını öğreniyorum. Ayrıca yine Kureyşanlı Musa Karakuş (85) Dede ile eşi Fadime Karakuş (85)

Sevgili okurlarım herhalde dikkat etmişlerdir; tüm yazı boyunca üzerinde durduğum önemli konulardan birisi türbeler, dergahlar, ziyaretlerse birisi de mezarlıklardır. Çünkü inanç ve kültür iç içe geçmiş kavramlardır. İnanç kültürden ayrı düşünülemeyeceği gibi, kültürden inançtan ayrı düşünülemez. Kültür sadece yaşayan unsurları kapsamaz, insanoğlunun tüm üretimlerini kapsar. İnsanla ilgili hemen her şey kültürün içine girer. Bu nedenle insan elinden çıkmış ürünler de kültürün içindedir. Kültür inanç eksenin de benim en çok ilgimi çeken hususlardan birisi de ölümle ilgili gelenekler, ritüellerdir. Bunun inançsal, kültürel boyutları bizlere aslında çok şeyler vermektedir. Törenler, ayinler, dualar, yaslar, ağıtlar vb. yanında bir de mezar taşları var. Anadolu bu konuda o kadar zengin ki bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil. Ömrüm olursa bu alanda da bir çalışma yapmak isterim. En azından tarihi mezarlıkları taramak, belgelemek özellikle de Alevi Bektaşi mezar taşlarını, yapılış şekillerini, nelere dikkat edildiğini vb. araştırmak, belgelemesine yardımcı olmak isterim.

 

Gümüşlü Köyü

 

Bir gece Musa Çelik Dede de kaldıktan sonra, Dedenin de bana yardımcı olmak üzere benimle birlikte hareket etmesiyle zar zor bulduğumuz bir arabayla Gümüşlü Köyü’ne varıyoruz.

Köyün içine kadar arabayla gitsek de, aradığımız dedelerden Hasan Söğüt’ün köyün epey aşağısında geçtiğimiz ana yola yakın tarlada çalıştığını öğrenir öğrenmez, şans eseri hemen geri dönmekte olan arabaya tekrar yetişip, dedeyi tarlada arayıp buluyoruz. Diğer canlarla tarlada çalışan Hasan Söğüt, bizi orada gördüğüne bir an inanamıyor. Sonra ise tarla ortasında başlıyoruz sohbete.

 

Hasan Söğüt, (Kureyşan), (1950)

Birçok farklı yerlere göçüp yerleştikten sonra en son buraya gelmişiz, diyen Hasan Söğüt, Mahmudi Hayrani’nin oğlu olan Kureyşan evlatları olarak bizler Mazgirt’e gelip Kureyşan Köyü’nü kurmuşuz, sonra Erzincan’a gitmişiz, bizler Ali Mustafa Evlatları olarak da Tunceli, Pülümür’ün Kalecik Köyü’ne gelmişiz, diyor.

Eskiden dede dedeydi, talip talipti, cemler cemaatlar çok yoğun olurdu, biz ibadetlerin içinde büyüdük, diyen Hasan Söğüt; bizde Kur’an-ı Kerim bizim temel inanç kitabımızdır diyen Dede darın da çok önemli bir kurum olarak Alevi cemlerinin temel taşı olarak görüldüğünü ve şu darların cemlerde olduğunu söyledi: Darı Mansur, Darı Nesimi, Darı Fatima (Darı Hüseyin), Darı Fazlı.

Aleviliğin temel değerlerini Dede şöyle sıralıyor; herkes kendi günahından sorumludur. İnsan olmak zorundayız, darda olana yardım etmek insanlığımızın gereğidir. Yapıcı olmak zorundayız, yıkıcı olmamalıyız. Bizler kimseye karşı kin gütmemeliyiz. Hz. Ali Evliyalar şahıdır. O doğruluk, dürüstlük timsalidir. Kendi ilmiyle dünyaya hükmetmiştir. Biz dedeler de işte Hz. Ali’yi örnek alıp, kimseyi incitmeden, herkese iyilik etmeliyiz. Ele ele verip ayrılıkları kaldırıp, tüm Alevi camiasını birleştirmek zorundayız. Bizim mücadelemiz yasalar çerçevesinde olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı tümüyle bir Sünni yapıdır. Bu yapının tümüyle değişmesi lazım. Aleviler Müslüman değil mi? Bizlerin de inançları var, niçin bize hiçbir olanak tanınmıyor? Bunların değişmesi gerekmektedir. Vatandaşlar arasında ayrımcılıkların bitmesi gerekiyor.

Varto’da Gümüşlük (İbrahim Ağa Köyü) var. 30 hane olan köyün muhtarı Hüseyin Aktaş’tır, oraya giderseniz, size yardımcı olurlar.

 

Çağlar Köyü (Tayyar Komu), Huri Kartal (Baba Huri), (Kureyşan), (66)

Bizler aslında Erzincan Elmagül Mezrası’ndan gelmişiz diyen Huri Kartal, bizler de yolun talipleriyiz, bizim bilgili insanlara, bilgili dedelere ihtiyacımız vardır, eğitime ihtiyacımız vardır, boş laflara ihtiyacımız yoktur, siz nereden burayı bulup geldiniz, aşk olsun size, çok mutlu oldum, diyen Huri Kartal yörede sevilen bir dedeye benziyor.

1968/1977 yılları arasında Almanya’da çalıştığını söyleyen dede görüşlerini şöyle aktarıyor: Bizler yetim büyüdük, çok büyük zorluklar çektik evladım. Hem de burasını biliyorsunuz, bizler değil Alevi olduğumuzu söylemek kendimizi öyle gizledik ki, buralarda yoksa bizi yok ederlerdi. Biz ne yapıp ettik kimliğimizi çok şükür yaşattık, bugünlere getirdik. Bizim pirimiz de, rehberimiz de, mürşidimiz de Baba Mansurlulardır. Evliya delildir, kutsaldır. Evliya, yani tarik çıkınca kurban şarttır, kurban kesilmezse tarik çıkarılmaz. Biz de Hızır’a da çok önem veririz, 3 gün tutarız, Hızır kurbanını ev sahibi olarak dede keser. 60/70 cm. uzunluğundaki tarik altından ikrarlı olan, musahipli olanlar geçer. Bizler Aleviliğimizle gurur duyuyoruz, ölsek de biz kendi bildiğimiz yoldan başka yola sapmayız. Alevilik, insanlıktır; Alevilik erdemdir; hoşgörüdür. Sevgili can dedelik diyorsun, dedeler bilgili olmalıdır, dedeler aydın olmalıdır, halka bir şey veremeyen kişi dede olsa ne yapacak? Aydın insanlar çok önemlidir. Dedelerin de okulu olup, dedeler de artık eğitim almalıdır, yoksa halka ne verebilir, dedeler?

Bizim köy 25 hanedir. Yazları ise 50/60 hane olur. (Dedeyle 3 Haziran 2003’de yaptığım telefon görüşmesinde havaların çok soğuk gittiğini, hala yağmur yağdığını, sobaların yandığını öğreniyorum.)

Köyde yine farklı yerlerden gelen canlarla sohbet edip söyleşiyoruz.

Dedenin ve diğer köylülerin çok fazla ısrar etmelerine rağmen, akşam geç vakit de olsa Meydan Köyü’ne gitmek istediğimi, zamanın yetersiz olduğunu vb. söylüyorum. Gerçekten de bu canını Alevilik yoluna feda eden emektar, cefakar insanlarımızın sevgisine, duygusuna hep hayret edip, hayran oluyorum. Ne yapıp, edip yine bir araba buluyoruz. Bu sefer de Huri Kartal’la birlikte Meydan Köyü’ne doğru gidiyoruz ama buna ben de pişman oluyorum. Meğerse bu köye yol yokmuş. Dağlık, taşlık yerler aşarak, kah sallanıp, kah savrularak Meydan Köyü’ne ulaşıyoruz. Dede beni İbrahim İlter’e emanet ederek.

 

Şimden-geru nazlı yare küskünüm

Yıktı hatırımı barışmam gayri

Alem gelip bana rica ederse

Çevirdim yüzümü görüşmem gayri

 

Güzel keklik gibi kafeste olsa

Altın vezne ile cevahir tartsa

Yarim mahşer günü şefaat etse

Giderim mahşere görüşmem gayri

 

Bu yıl da Emrahi yarsız kışlasın

Varır isem o yar beni taşlasın

Şimden-geru bildiğini işlesin

Hiçbir umuruna karışmam gayri

 

Erzurumlu Emrah

 

24 Temmuz 2002, Hınıs, Meydan Köyü,

İbrahim İlter, (Baba Mansur), (52)

Zaman, iş güç zamanı, kimseyi istediğimiz an bulamıyoruz. İnsanlar tarlalarda veya başka köylerdeler. O yüzden kimi bulmuşsak onu değerlendiriyoruz. İbrahim İlter’den rica ederek Süleyman Göçer ve Mehmet Göçer’le konuşmak istesek de onların evlerinde olmadığını söylüyor İbrahim İlter. Sonra ise kendisiyle konuşmak istiyoruz ama yine bir şey öğrenemiyorum. İlter konuşmak istemediği gibi çekinir gibi bir hali de var. saatler geçiyor İbrahim İlter’den hiçbir bilgi alamıyorum. Bunun bir nedeninin de çevre Sünni köylerden birisinden gelen rençber aklıma geliyor ama o olmasa da pek bir anlam veremediğim şekilde İlter kendisiyle ilgili herhangi bir bilgi vermiyor.

Her neyse sabah bir şeyler elde ederiz diye avutup kendimi, yatıyorum. Sabah yine dedeleri sormama rağmen onları bulamadığını söylüyor, kendisinden tekrar bilgi almak istesem de başarılı olamıyorum. Buna benzer bir durumu Erzincan merkezde birkaç dedeyle daha yaşamıştım ama sadece bu kadar. Tüm gezi boyunca toplam 5/6 kişiyi geçmiyor, bunlar. İbrahim İlter’den aldığım bilgiler ise şunlar; köyün 21 hane olduğu, nüfusun daha çok Almanya, İstanbul, İzmir, Mersin’de bulunduğu. Varto Doğancılar’da Seydi Hüseyin Dede’nin varlığı, Çorsan (Yeşildal)’da Rıza Bozkurt, Müslüm Dedelerin varlığı; Kovuk (Oğlakcı) köyünde cemevi olduğu; Dağcılar da cemevi olduğu; Neyse ki İbrahim İlter’le birlikte köyün mezarlığını geziyorum. Genç yaşta ölenler, şehitler... Yine gözlerim doluyor. İbrahim İlter’in de çocuğu hastalıktan genç yaşta ölmüş. Derken mezarlığın daha ilerisinde tarihi bir başka mezarlık var.

Köydeki dedelere ulaşamadan ve de fazla bilgi alamadan köyden kiraladığım bir münibüsle çok ama çok zorlu yollardan geçerek iki üç köyü daha ziyaret ediyorum.

Can dostlar bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışarak büyük çaba gösteriyorum ama bu inanın çok kolay olmayan bir şey. Uçurumlardan engellerden geçerek, nihayetinde biraz çalılık, ağaçlık derken, bir dere, dere içi köyleri, yol kenarında kurulan eşeklerle suların taşındığı, çatısı olmayan nice köyler aşarak ilerliyoruz.

 

Kazancı Köyü, Hasan Kösedağ, (Kureyşan), (70)

Yoğun bir yağmur altında tepeler arasında, nihayet ağaçlıklı bir köy bulmanın sevinciyle Hasan Kösedağ’ı arayıp buluyorum, köyün başındaki evinde. Evde yalnız oturan Hasan Kösedağ ilk önce pek inanamıyor bu geziye, bu ziyarete. Sonra ise bilgilerini benimle paylaşıyor. Eski cemlere, dedelere duyulan özlem, çekilen sıkıntılar hep ortak konular. Köyün 15 hane olduğunu, eskiden ise bu sayının 60 olduğunu öğreniyorum.

 

Şalgam Köyü, İsmail İme (Kadimi)

Aynı zamanda köyün muhtarı olan İsmail İme’nin Varto’ya gittiğini eşinden öğreniyorum. Köylülere Cem Dergilerinden veriyorum. Buralara kitabın, derginin hiç uğramadığı anlaşılıyor. Onlarca çocuk yanımı bir anda sarıyorlar. Onlarla hatıra fotoğrafı çektiriyorum. Köylüler çok ısrar etseler de fazla kalmayıp oradan hareket ediyorum. Çünkü minibüsü kiralamıştım ve başka araba bulamama ihtimalim vardı.

Zorlu yolculuktan sonra nihayet Hınıs merkeze varıyorum. Buradan da amacım bir an önce Varto’ya gitmek. Arkadaşlar yardımcı oluyorlar bir Alevi dükkanına gidiyorum. Şalgam Köyü’nün muhtarı Kadimi’yi bu dükkanda tesadüf üzeri buluyorum. Biraz sohbet ediyoruz. Genç arkadaşımız bize içten davranıyor. Daha sonra Varto’ya araç olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorum. Ama hayli beklememe rağmen bir cevap alamıyorum. Nihayetinde anlıyorum ki, bugün araç yok.

Nihayetinde telefonlarla bazı insanlara ulaşmaya çalışırken, dükkandaki bir dostumuz benim konuşmalarımdan, araba beklememden, dede vb. sözler söylememden benim Alevi olduğumu öğreniyor. Bir Sünni kökenli tuhafiye işletmecisi olan bu arkadaşımızın Alevilere sevgisinin olduğunu anlıyorum. Sohbetten sonra bana yardımcı olma teklifinde bulunuyor. Görgü Köyü’nü ve buradaki dedeyi tanıyan arkadaşların iştirakiyle buraya doğru hareket ediyoruz.

Bu arada Arus (Yolüstü) Köyü’nün 80 hanelik, iki dedesi olan bir Alevi köy olduğunu öğreniyorum. Ayrıca Varto Ağaçkurur (Seferek) köyünün Alevi Sünni karışık bir olduğunu, bir cemevi olduğunu Fahrettin Tepeli’nin köyün muhtarı olduğunu da yine bu yolculukta öğreniyorum.

 

Bölgedeki Köyler

Gerek bölgede gerekse daha önce yaptığım çalışmalarda bölgedeki Alevi köylerini saptamaya çalıştım. Bu konuda hem bölgedeki dedelere ulaşmam, hem de Alevi köyleri, ve dedeler hakkında bilgi veren genç ama inançlı Baki Düzgün Dede’nin verdiği bilgeler ve daha önce bir söyleşi yaptığım şu anda İstanbul’a yerleşen Ahmet Karanfil’den aldığım ayrıntıları sizlere aktarıyorum.

 

Sıldız nereye bağlı?

Sıldız da Hınıs’a bağlı, Mir Seyyid’le sınırdaştır. Mir Seyyid, Sıldıs, Erduran birbirlerine bağlı Alevi köyleridir.

Diğer köyler hangileri?

Çok var... Devreş Ali Köyü, Başköy, Kermik Kasan, Kalecik, Kara kilise, Suoran, Şahvendi, Naçaran, Toprak Kale, Çamurlu, Yolüstü, Bedran köyü, Güzeldere, Kürçük, Dikan Hüseyin, Karaağaç, Melekulaç, Muzek, Kazhiyabita Kani, Sıpı Dimili Komu Toraman, Keriyan, Başkent, Seydi köyü, Ağçamelik, Yelpiz Kulngo Tepeli, Karamele, Beyordu Çığılhan Mazra

Hınıs’ın kaç Alevi köyü var?

20-25 tane.

Aklınıza gelenleri sayar mısınız?

Mir Seyyid, Ketenci, Sıldız, Sağlam, Kazıncı, Fers, Meydan, Heyran, Derik, Dikme, Çağlar... Bir de Sünni köyler var. Onların isimleri değişik.

(Not: Daha sonrada öğrendiğimiz Tekman ve Hınıs’taki Alevi köyleri şunlardır: Tekman; Çatkale (Mergizer), Çağlar (Gome Tiyor), Dibekli, Gümüşlü (Hırancık), Çayırdağ (Gome Alimor), Kuruce, Karataş, Halafan (Ğelefo/Erenler), Güneşli (Şadi Komu), Çılakomu.

Hınıs: Tanır (Mirseyit), Sıldız (Henek/Mezra), Ketenci, Toprakkale, Çamurlu, Başköy, Toraman, Neceran, Dikili (Karakilise), Dervişali, Şalgam, Hayran, Kalecik, Meydan, Güzeldere, Suvaran, Avcılar, Hayran, Taşbudak (Kasan), Yolüstü Köyü (Arus), Malla Kulaş, Mustu Can, Kalecik Köyü, Saltepe (Derk), Tikme (mezra), Çiçekli, Gome Dil (mezra), Kazancı, Ilıcak, Şeytan Deresi, Kulungo, Uyanık, Germik vb. (Bu bilgileri Baki Düzgün Dede ve yöreyi ziyaret ettiğimde diğer insanlardan derledim. Ayhan Aydın)

Bu köylere gittiniz mi?

Hepsine gittim. Kazadır Köprü köyü, Yemlik köyü, Ağzen-kirezli köyü.

Nüfusları ne kadardır?

Oralardan eskiden iki senatör gönderiyorduk. 3 tane milletvekili vardı. Hınıs başta olmak üzere Tekman, Çat, Aşkale, Şenkaya.

Aşkale’de ne kadar köy var?

20 köy vardır. Türkmen aşiretleri var orada. Adnan Polat’ın köyünün eski ismi Bacaot’dir. Yeni ismi Güney Çam’dır. Arif Sağ’ın köyü Şaş Köyü-Güler, Duman’ın Liç Köyüdür. Yavuz Top’un Kükürtlü Köyüdür. Diğer Köyler Hacı Hamza Köyü-Pernek Köyü-Gökdere Köyü- Tozulça-Kabondurak-Zoza-Taşli çayır-Gümüş seren- Sarı Baba, Derzora Balın Petek Daşlı Çayır Kürt Memet, Han Köy, Pırnakaban, Köp Köyü, Koz Baba Köyü.

Tekman’da hangileri var?

12 köy var. Çülak-külük kom-Mehmet ağa köyü-Divekli, Karataş, Mergezer, Harançko, Gomalumur, Gometyer var. Hala fan-sadi kömü-kuruca. Kanıngez 2. Kanıngez, Demirtaş, Alibey, Taze gaç köyü, Kilişe- Bey kömü- Miğana Köyü-On petek- Kumaşlar 2. Kumaşlar Balcı Köyü-Erzanı Köyü-Kanaça-Karabey-Göbek veren Sarı kaya-Beşiktaş-Palukan- Putkan-Keleş-Sal-Venedik-Derik-Körnaz.

Çat’ta?

Çat’ta daha fazla, ama Sünnilerle karışık olduğu için, gitmedim.

Şenkaya’da?

Orada Türkmen aşiretleri var. 17 köy var.

Erzurum’um merkezinde var mı?

1000 ev var. Olur kazadır tek bir köyü var Dene Köyü.

 

Baki Güngör

 

Nur Dede Ocağı

 

01. 01. 1974 Erzurum Hınıs Tanır Köyü (Mirseyit) doğumluyum. Üniversite, halkla ilişkiler son sınıf öğrencisiyim. Bir genç dede olarak bütün insanlığın yüreğimdeki Hakk, Ehlibeyt ve insanlığın en yüce değerleriyle selamlıyorum.

 

Bu yolun değerlerinin çok iyi bilinmesi ve öğretilmesi gerektiğine inanıyorum. Aleviliğin temel amacı insanı insan yapan, insanın insanca değerlerle donanmasını sağlayıp insanca değerlerle yaşamasını sağlamaktır. Bu amaca varmanın ilkeleri ise 4 kapı 40 makam yedi seyri suluk aşamalarıdır. Bu aşamalardan insanı geçirip arınmış, paklanmış Tanrının ebedi ışığıyla aydınlanmış ve insanları aydınlatacak kamil insanı yaratmaktır.

Alevilik ilkeleri kişiyi kötü bedensel arzu ve isteklerden arındırarak, marifet ehli yapmayı ister. Alevilik 4 kapı 40 makam öğretisiyle, kişiyi kişiyle tanıştırarak, kendini tanımasını, çevresini tanımasını, sorumluluk içerisinde hareket etmesini ister. Bu yol güzel düşünüp güzel davranmanın, kalıp değil talip olmanın satır değil hal olmanın, eğri değil doğru olmanın çiğ değil pişip meydana gelmenin, kinle değil sevgiyle yaklaşmanın, kem değil hoşgörüyle bakmanın, büyüklenmenin değil alçak gönüllü olmanın, çirkeflikle değil güzelliklerle donanmanın yoludur. Alevilik bilimsel ve evrensel doğrularla donanmanın yoludur.

Bu amaca ulaşmadaki yol metot ve yöntemleri olan nefsin terbiyesinde belli aşamaları teşkil eden, ibadet namaz, zekat, oruç, kurban ve diğer yöntemler birer araçtırlar, bu aşamaları amaç yapmadan sert kalıplara sokmadan, her türlü hurafelerden uzak tutularak yapmak ve ileriki aşamalara geçmesini iyi bilmektir.

 

Erzurum Hınıs Tekman Yöresi

Erzurum’un Alevi kitlesinin en yoğun olduğu iki ilçesidir. Bu iki ilçedeki köyler büyük göç vermişlerdir. Ağırlıklı olarak İstanbul’un, Alibeyköy, Gazimahallesi, Örnektepe, Sarıgazi, Cengiz Topel’de ağırlıktadırlar. İzmir’in Çiğli, Güzeltepe, Harmandalında ağırlıktadırlar. Bursa, Ankara’da bu yoğunluk içerisindedir.

Bu bölgedeki Alevi kitlesinin geçim kaynağı hayvancılık ve tarımcılıktır. Alevi köyleri gördükleri zulüm ve zorbalıklardan dolayı genellikle dağ eteklerinde yerleşmişlerdir. Ova köylerimiz bir kaçı geçmez. Bu bölgenin insanları gerçekten zor koşullar altında yaşamlarını devam ettirmektedirler. Köy gençleri yazın köyde, kışın da şehirlere gidip çalışmaktadırlar.

Son on, on beş yıl içerisinde üniversite kazanıp okuyanların sayısında büyük artık vardır. büyük şehirlerde kurulan köy derneklerin köylerle iletişimi hızlandırmış. Köylere kitap kalem ve diğer ihtiyaçların karşılanmasında yardımcı olmuşlardır. Yazın köy nüfusu ikiye, üçe katlanmaktadır, bilhassa emekliler Tanır Köyü’ne (Mirseyit) büyük bir ziyaretçi kitlesi gitmekte, kurbanlar kesilmektedir. Ayrıca bu köydeki ziyaretleri son zamanlarda çok Sünni kitlesi ziyaret etmekte kurbanlar kesmektedirler.

Bu bölgedeki inanç itikat, Ehlibeyte olan bağlılık son derece kuvvetli bir şekilde devam etmektedir. Hızır ayında cemler yapılmakta, o kara kışın zorluklarında bile köy halkı en uzak ve yüksekteki ziyaretlere gitmektedirler. Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in matemi büyük bir saygıyla, sevgiyle ve acıyla devam etmektedir. Bu önemli günlerde muhabbetler daha ağırlıdır. Birlik cemleri devam etmektedir. Rivayetleri menkıbelerin ağırlıklı olduğu bir bölgedir. Şu anda 4 kapı 40 makam öğretisi hemen hemen yok gibidir.

Bu bölgeye iyi eğitilmiş yolun değerlerini iyi bilen, bildiklerini de aktarabilecek yol ehli dedelerin gitmesi gerekmektedir. Eğitim süreci bitmiş bir toplum bitmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. Diğer yörelerden gelen pirlerin taliplerini ziyaretleri de devam etmektedir.

Dedeler-Babalar Meclisinin alt yapısını oluşturmak için yapılan bu çalışmalar, bölgelerin yapısı ve oradaki yetkin dedeler ve babaların tespitini de sağlayarak yarın oluşacak bu yapılanmanın alt yapısını teşkil edecektir.

Her türlü zorluklara karşı bu bölgeye gidip bu bölgede çalışma yapan Ayhan Aydın Bey’e de sonsuz teşekkürlerimi sunar çalışmalarında kolaylık ve başarılar dilerim.

 

 

 

MUŞ

VARTO

 

Görgü (Kurçik/Çiğerim), Ahmet Alkan, (Kureyşan), (76)

Doğruca cemevine hareket ediyoruz. Hava oldukça soğuk. Elektriklerin kesik olduğu köydeki bol ağaçlar dikkatimi çekiyor. Yemekler yenilip, çaylar içildikten sonra beni oraya götüren arkadaşlarla sohbetler ediliyor, konuşmalar yapılıyor ama anlayabildiğim kadarıyla köylüler bundan çok memnun olmuyorlar. Her neyse ziyaret amacımı, çalışmaları birkaç kez tekrarladıktan sonra, beni getiren arkadaşlar ayrılınca dedeyle baş başa kalıp uzun uzun söyleşi yapıyorum. Cemevi karanlık ama bilgi almak çok tatlı. İçerisi oldukça soğuk ama sohbet çok yararlı. Lüküs (tüpe geçirilen lamba) yanıyor, konuşmalar uzuyor.

Aslen Erzurum, Aşkale, Tozluca kökenli olan Dede çocuklarıyla İzmir Çiğli’de yaşarken buradaki köylülerin ısrarıyla 3 senedir bu köyde yaşıyormuş.

Dedenin görev yürütecek liyakate sahip olması gerekir, diyen Ahmet Alkan’ın çocuklarıyla aslında İzmir’de daha önce görüşmüştüm. (Bkz. İzmir Bölümü).

Geniş bir bilgi birikimine sahip olan Dede’nin hafızası, zekası çok kuvvetli. Sosyal yönü de çok gelişmiş olan Alkan Dede’ye insan insandır, insanın Alevisi Sünnisi olmaz, önemli olan insanca yaşamak. Sen seni bilirsen Nuri Hüda’sın/ Sen seni bilmezsen Hakk’tan cüdasın; insan kendini bilmezse Allah’tan uzaktır, insan kendisini bilirse Allah’ın nuruyla nurlanır, diyen Dede’nin akıl, irfan, merhamet olmadan insan olunamayacağını; vicdan kadar hassas bir terazinin asla olamayacağını söylüyor. Mürşit odur ki, seni senden alıp sana teslim eder; özüyle, sözüyle, sazıyla insanı insan eder, diyen Alkan, insan kendine hakim olduktan sonra yenemeyeceği zorluk olmaz diyor. Kangal Kanalık Köyü’nde de taliplerim var diyen, kendisini babasının çok etkilediğini ayrıca şu anda Abdalan Köyü’nde türbesi olan Derviş Yusuf Dede’nin de çok değerli bir dede olduğunu söyledi. 1/12 muharrem arasında Muharrem Orucu, Şubatta 3 gün de Hızır Orucu tutarız diyen dedeyle uzun saatler süren bir söyleşi yapıyorum.

Gece o kadar soğuk oluyor ki, yatakta soğuktan yatamıyorum. İnce belli kavak ağaçlarının tepeleri yerlere değiyor, çok sert esen rüzgarla, sabaha kadar yağan yağmurun damlaları camlara vurdukça gözüm uyku tutmuyor...

Dede Varto merkezden Muş’a gittiğimde İsmail Diken’in bana çok yardımı dokunacağını söylüyor. Adres ve telefon veriyor. Ha! Bu arada Görgü Köyü’nün tüm güzelliği ve büyüklüğüne rağmen hala telefonu olmadığını söyleyeyim.

Varto’ya gelir gelmez hemen İsmail Bey’i arıyorum. Olumlu yanıt alarak doğruca Muş’a hareket ediyorum.

Dede iyi ki de telefonu vermiş. İyiki, Muş’a gelmişim. Dünya tatlısı bir arkadaşım daha oluyor, böylece.

 

Abdullah Özmer, (muhtar)

Cemevlerinin tümüyle bitmediğini söyleyen muhtar köyün 150 hane olduğunu, verimli olan köyün birlik ve beraberliğini bozmak isteyenlere karşı zamanında verdikleri mücadele sonucunda, olayların büyümeden giderildiğini söyledi.

 

Muş

İsmail Diken

Hani derler ya, öyle insanlar vardır ki, mucizeler yaratır, kısa zamanda. Muş Orköy Orman İşletmeleri’nde başmühendis olan İsmail Diken, hem genç, hem çalışkan, hem üretken, hem candan ciğerden bir can dost. Alevi varlığıyla, kimliğiyle, çalışkanlığıyla Alevi/Sünni tüm memurlara, amirlere, hatta bakanlara kendini sevdirmiş bir insan İsmail Diken. İki günlük gezimiz boyunca bana öyle yardımcı olup, öyle gözümü açtı ki, hayatla ilgili ne diyeyim; insan yaşadıkça tecrübe kazanıyor. Bu dost insanla uzun uzun dertleşip, sohbet ediyoruz. Yörenin çilelerini, dertlerini, çektiklerini, beklentilerini, açmazlarını ne de güzel anlatıyor. Halkla öyle içli dışlı olmuş ki, sanırsınız bu adam tüm bu bölgenin hakimi, kaymakamı, valisi, doktoru, ziraatçısı, arzuhalcisi. Varsa yoksa İsmail Bey... Ne diyelim darısı herkesin başına.

Can dostumuzla kenti geziyoruz. Muş Ovası’nı ayaklarımızın altına getiren ve şehrin eğlence/dinlence yerlerinden ağaçlarla kaplı yüksekçe bir tepeden tüm Muş Ovası ve bu ovayı çeviren dağları izliyoruz. İsmail Bey, aslında Anadolu’nun ve Muş’un çok büyük bir ormanlık alan olduğunu fakat zamanla insanların tahripleri sonucunda bu cennet güzelliğindeki orman ve ağaçtan geçilmeyen toprakların şimdi insanlar yüzünden çoraklaştığından dert yanıyor. Ama insan azmederse her şey olur. Amaç yeniden Türkiye’yi bir baştan bir başa ormana ve ağaca boğmak. En azından İsmail Bey’in hayali bu. Ama sadece hayal etmekle kalmıyor, tüm bölgeyi elinden gelse bir sene de ağaçlandıracak. Hem de öyle. Kayıttaki kamerama eliyle gösteriyor; kıraçlıktan kurtulmaya başlayan, yeşillenen bir tepeyi. Evet yürüttükleri çok büyük bir projeyle tüm Muş’u ve çevre illeri, tepeleriyle, dağlarıyla ağaçlandırmak için büyük adımlar atmışlar. Bu anlamda da gerçekten çok büyük özveriyle çalışmışlar, çalışıyorlar. Bu büyük bir sevda, büyük bir aşk. Kurtlar, tilkiler, yaban hayvanları, türlü kuşlar yeniden cirit atacaklar ormanlarda! Ne büyük bir heyecan.

 

Öyle ya, burası Anadolu aslanlar diyarı, kaplanlar, parslar, vaşaklar diyarı. Dünyanın en zengin yaban hayvan potansiyeli varken, tüm bunları kaybetmişiz. Amaç yeniden ve yeniden Anadolu toprağından çaldığımız, yok ettiğimiz tabii zenginliklerimizi yeniden yeşertmek. Talan sadece insana değil, duygulara, insanlığa değil; doğamızı da yağmalıyoruz, yok ediyoruz. buna dur deyip, hayvandan bizi farklı kılan değerlerle hayvanı ve bitkisiyle doğayı kendi canımız gibi korumalıyız. Gerçek milliyetçilik, yurtseverlik budur. Gerçek devrimcilik kendi halkının ve yurdunun güzelliği, devletinin güçlenmesi için çalışmaktır. Boşa yanan lambalar, gereksiz yatırımlar, yok edilen ormanlar, soyu tüketilen bitkiler ve hayvanlar... Bunlar da vatan hainliği değil mi? Vatan neresi? Yurt neresi? Millet olmak, devlet olmak, yurt olmak, yurttaş olmak kolay mı? Ya gerçek bir devlet adamı, yurtsever, aydın bir devlet adamı, memuru, işçisi olmak o kadar zor mu? Hiç de değil. Can dostlar Anadolu çilesi elbet bilenleriniz biliyor. Ama ne yapalım içimiz doldukça yazıyoruz. Bu dert tümümüzün derdi, sorunu. Bu vatan hepimizin. Tümümüzün geçmişi, günü, geleceği burada. Biz Türk milleti olarak Alevisiyle, Sünnisiyle farklı kökenlerden olanlar tüm bireysel zenginliklerimizi vatanımızın, milletimizin ortak yararı için kullanacağız, birbirimizle daha çok kenetlenip, çalışacağız; hangi kökenden gelirsek gelelim bir büyük ulus, millet için çalışacağız. Hepimizin bir zenginliği vardır, önemli olan o zenginliğin bencilliğiyle yaşamak değil, paylaşımcı kişiliğimizle, kimliğimizle sorunlarımızı el ele verip çözmek ve büyük Türk milletinin, vatanının, devletinin gelişmesi için çalışmamızdır. Ama bu arada tabii bu güzelim yurdu, bu güzelim insanları el kapılarında köle yapan onursuz yöneticileri de alaşağı ederek, bizi daha ileri götürecek kendimizden, kendi insanımızı yaratıp, ilerlemek, ilerlemek, ilerlemek... Ne ABD, ne AB, ne Rus, ne Arap uşağı olmak; büyük Türk kimliğimizle geçmişten sonsuzluğa Türk olarak var olabilmektir. Bunu başarırsak, tüm sıkıntılarımız da ortadan kalkacak, iş için, aş için başka diyarlara gitmeyip, emeğimizle, aklımızla, kaynaklarımızla kendi yurdumuzu kalkındırırız. Domuz etiyle beslenen, bizden zerre kadar üstünlüğü olmayan, belki de daha geri olan Batılının tuvaletlerini, pis yollarını temizlemek zorunda kalmayız. Bizi bu durumlara sokan aşağılık yöneticileri de berteraf ederek, yüce insanlık yolunda, ışıklı büyük bir hareketle sonsuza kadar tüm dünyaya varlığımızı gösterebiliriz.

İşte bu duygular sarıyor beni Anadolu’da. Çünkü bu temiz insanlarımız hiç hak etmiyorlar, işsizliği, açlığı, sefaleti. Muş’ta kahvehanelerin önleri işsiz binlerce gençle dolu. Çocuklar, uykularıma giren çocuklar, uykularımı kaçıran, mavi yeşil çapaklı gözleriyle çocuklar. Çocuklar, çocuklar sümüklü burunlarıyla, arkalarında yırtık kazaklarıyla, donsuz çocuklar... Geleceği olmayan, ezilen, sömürülen, küçük yaşta hayatın büyük yükünün altına sokulan yarınları tüketilmiş çocuklar. Doğu’da, Muş’ta her taraf çocuk. Be kardeşim bakamayacaksın niye yaparsın bu kadar çocuğu? Yok dini emir, yok gelenek, yok töre, yok erkeklik, yok tarlada işçi eksikliği... Bunlar hala bitmedi değil mi? Bunların arkasına sığınarak nefsinin seni esir ettiği bir anda, düşünmeden yaptığın bir hareketin sonucunun kılıfı olarak dini göster, geleneği göster!?... Ya sonra? 7/8 çocuk, hastalanan kadın, fakirlik, açlık, işsizlik... Bir iki çocuğun olsa daha iyi değil mi? Hayvani isteklerine engel olmamanın bahanesini kimseye yükleme. Bakacağın kadar çocuk yap. Peki bu söylenmedi mi, anlatılmadı mı? Kimbilir kaç yüz, kaç bin defa. Allah için televizyonlar, gazeteler, radyolar tüm fukara yayıncılıklarına rağmen temel konularda halkı bilgilendirip, bundan 30/40 yıl öncesine göre çok daha fazla bilgi veriyorlar. Fazla nüfusun, sigaranın zararları, eğitim, sağlık, çevre... konulularında sürekli uyarılar yer alıyor ama dinleyen kim? Allah vermiş, bir kere gücü; 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13... artık nereye kadar giderse. Bu çocukların günahları kimin boynuna? Başta babasının, sonra annesinin, sonra büyüklerin...

Şu aşağı sağ tarafta görülen alanlar Ermenilerin yaşadıkları yerlerdi. Şimdilerde çok çok azaldılar. Eskiden çok fazlaymışlar diyor İsmail Diken, kenti bana tanıtırken. Ermeniler çok iyi insanlardır, dürüst insanlardır, aslında Türlerle de sorunları yoktur, ama bir kere ayrımcılıklar girmiş araya ne diyeyim? Kent merkezi oldukça büyük ve modern görünüyor. Tüm Türkiye’de gezip gördüğüm kadarıyla en azından kent merkezlerinde belli bir düzen, alt yapı var. Bunu Muş’ta da görmek mümkün.

Aslen Malatya’lı olan İsmail Bey’in en büyük dileği tüm Türkiye’nin ağaçlandırılması, yeşillenmesi. Tüm ömrüm boyunca buna hizmet edeceğim diyen İsmail Bey daha bir çok konuda dertleşip söyleşiyoruz. Alevi inanç ve kültürüne de bağlı olan İsmail Diken aslında bu kimliğinin onun şahsında nasıl da anlam kazandığını gezdiğim bölgelerde görüyorum. Mesire yerlerini, civar alanları gezdikten sonra; konuya ilgisini anladığım bilgiler de ediniyorum kendisinden. Bingöl Adaklı İlçesi’nde Akbinek Köyü’nde Kazım Dede çok bilgilidir, mutlaka onunla görüşmelisin, diyor. Ayrıca Varto merkezde Bertal Dede’nin varlığından bahsediyor. Daha geniş bir zamanda, önceden haber verilmesi durumunda civarda gidilecek, görülecek çok dede ve köy, ziyaret yeri olduğunu söylüyor. Kendisinin en çok tanıyıp, sevdiği dedelerin Adıyaman’dan Güzel Dedeler olduğunu söylüyor. Güzelhan Bulam’dan olan Güzel dedelerin en önemli ve kıymetli dedeleri Hasan Güzel Dede’nin yıllar önce vefat ettiğini, yerinin doldurulamayacağını söyleyen Diken; Aleviliğin temel insanlık değerleri üzerine oturan, kutsal kişiliğiyle Hz. Ali’yi örnek alan Alevilerin devlet katında da temsil edilmesi gerektiğine inanıyor. Bu arada Alevilikle ilgili bir okul açılmadan bu işlerin önü açılmaz diyen Diken, Varto’da en az 50 Alevi köyünün olduğunu söylüyor.

İsmail Bey bana çok büyük bir yardımda bulunup, benimle birlikte Varto’ya geliyor. Tekrar geri döndüğümde girişte Varto’ya bakınca ağaçlar içinde kaybolan ve çevresinin tümüyle çıplak dağlar ve vadilerle çevrili bir yerleşim alanıyla karşılaşıyorum.

Daha Varto’ya girer girmez hayret edip, çok şaşırdığım bir şey oluyor; birden bire onlarca insan çevremizi sarıyor. İsmail Bey, İsmail Bey, hoş geldin İsmail Bey... Abartısız neredeyse adamı elleriyle havaya kaldıracaklar. Bu ne sevgi kardeşim! İnsanların ısrarlı tekliflerini geri çevirip çay, yemek vb. zamanı olmadığını söylüyor. Ama nafile sanki anlaşmışlar gibi Varto köylerinden gelen beş köy muhtarı adama sarılıp, bırakmıyorlar! Kurtuluş yok. Sonradan anlaşılıyor tabii insanların o kadar derdi, o kadar çilesi var ki, birisi buna ilgi göstermeye görsün, kendilerinden olan, çalışkan, dürüst bir insan bulunca ona sarılıyorlar. Her neyse biz yine yolumuzu aksatmadan Bertal Dede’nin evine doğru gidiyoruz, bu arada muhtarlar da bizimle beraber geliyorlar!?... İsmail Bey’in de benim de kurtuluşumuz yok.

 

26 Temmuz 2002, Bertal Ergüder, (Baba Mansur), (1934)

Aslen Tunceli, Mazgirt, Kupik (Gelintaş) Köyü’nden olan dede 17 yaşından itibaren Varto’da yaşadığını söylüyor. Seyyid Abdullah ve Senem Ana’nun çocuklarıyım, ben Aleviliği yaşayarak gördün, öğrendim, diyen dede görüşlerini şöyle özetliyor: Yavuz’un kırımından sonra dağlara, vadi diplerine saklanan Aleviler kimliklerini tüm saldırılara rağmen yaşatmışlardır. Bizi ne Yavuz’un kılıcı, ne Maraş, Çorum, Sivas olayları yıldıramamış, yıldıramayacaktır da. Hakk Muhammed Ali sevgisini, Ehlibeyt sevgisini, insanlığı yaşatan Alevileri yok etmeye kimsenin gücü yetmez. Çünkü Alevilik insanlık yoludur. Aleviler, misafirperverdir, paylaşımdan, eşitlikten yanadır. Bugünün savcısının, hakiminin yaptığını yüzyıllardır Alevi dedeleri yapıp toplumu bugünlere getirmişlerdir. Bugün Muaviyelerin devri devam etmektedir. Alevinin ne hukuku, ne hakkı vardır. Allah diyor ki; En güzel ibadet çocuğunun rızkını kazanmaktır. İşte İslam, işte Kur’an. Boş laflarla Alevinin işi yoktur. Bizde çalışmak, üretmek, emek esastır. Diyanet İşleri Teşkilatı Sünni bir teşkilattır. Bu düzen değişmelidir. Dedelik konusunda da sevgili kardeşim; bugün artık eğitimsiz, okuma yazması olmayan dede olmuyor. Dedeler eğitilmelidir, okumalıdır, günün şartlarına göre insanlara, gençlere bir şeyler verebilmelidirler. Bizim başımız Hünkar Hacı Bektaşi Veli’dir bundan kaçınamayız. Dedelerin birliği sağlanmadan Alevilik toparlanmaz. Dernekler birleşmelidir. Eğer dedelere kaynak verilecekse, tek kaynaktan verilmelidir. Her kafadan bir ses çıkmamalıdır. Çocukların, dede çocuklarının çok iyi eğitim almaları şarttır. Eğitim olmazsa bundan sonra dedelik tam yürümez. Alevi dedesi Kur’an da bilecek elbette.

Sevgili dost; benim babam gerçekten tam bir dedeydi. Çok okumuş, sevilen bir insandı. Alevi/Sünni ayrımı yapmayan herkes tarafından çok sevilen, sayılan yüce bir kişiydi. Örnek bir Aleviydi. Kimseyi incitmemiştir. Amcam Seyyid Nesimi de aynı şekilde karda, kışta taliplerini boş koymaz cemi cemaati aksatmadan yerine getiren değerli bir insandı. Biz güzel insanlardan bu yolun inceliklerini aldık. Ama bu yolu sürmek sanıldığından daha zordur. Alevilikle ilgili görüşlerimi şu anda bir kitap çalışmasında toparlıyorum. İnşallah bunu bastırabilirim.

Dedeyle söyleşiden sonra muhtarı da konuşturup onların sorunlarını da dinliyorum. Bu arada yukarda bahsettiğim gibi ağaçları yere yatıran, büyük fırtına ve yağmur gerçekten bölgeye çok büyük zarar vermiş. Hatta daha sonra öğreniyorum ki aslında haberin içindeymişim. Büyük su baskınları hatta ölümler bile olmuş bu büyük yağmurda.

 

Hamza Karaca, Onpınar (Ömeran), (49); Bizim köyümüz 91 hane diyen muhtar; bana sorun sormayın, her şeyimiz sorun, diyor. Haberleşme, hayvancılık, okul, yol... her şeyimiz sorun ama bizim yöre çok güzeldir, misafir olursanız çok seviniriz, diyor.

Turan Uzun, Doğanca (Sofuyan), (1955); Hamza Karaca’nın da söylediği gibi bizim sorunumuz çok. Hele de bugün bir çare bulabilir miyiz diye merkeze geldik. Yağmur bizi mahvetti. Yollar berbat oldu. Köylüler çile dolu. Bizim köyümüz 70 hanedir.

Mustafa Işık, İçmeler (Rakasan), (52); Geçimimiz yok diyen muhtar, sorunların çığ gibi olduğunu, sorunlarını çözecek memur bulamadıklarını anlatıyor.

Ali Yalçın, Küçüküstükırım, (41); 25 hanelik köylerinin sorunlarının fazlalığından dert yanıyor muhtarınız, aynı şekilde.

Mehmet Sarıkaş, Güzelkent (Tatan), (55); 76 hanelik köyün sorunları çok.

 

Buradaki söyleşilerden sonra yine Muş merkeze hareket ediyoruz. o akşam İsmail Diken’le yine uzun uzun sohbet ettikten sonra, bir gün sonra gitmek istediğim Bingöl için araç bakıyoruz. Nihayetinde aktarmalı da olsa Bingöl’e birgün sonra hareket ediyorum.

Bu arada yine hem daha öncedeki bilgilerimle hem de Varto’dan aldığım bilgilerle olanaklar ölçüsünde ziyaret yerlerini belirlemeye çalışıyorum. Bu arada Varto Çaylar Nahiyesi Tuzlu Köyü, Ozankent Mezrası’nda da çok değerli dedelerle söyleşemediğime, daha bir çok köye gitmem gerekirken buralara uğruyamama yanıyorum. Ozankent’te Ali Cemal Beyazyıldırım’ın ününü duyuyorum. Fakat Bingöl merkezde Hazır Ali Beyazyıldırım’la görüşmem beni biraz rahatlatıyor.

 

 

BİNGÖL

 

Bu tarafları görmem beni iyice etkiliyor. Tepeler, dağlar, ıssız yollar... Kıvrıla kıvrıla uzanan yollar. Köyler, köylüler... Terkedilmiş, fakirlik, kimsesizlik... Her tarafa bir gariplik çökmüş sanki. Türlü hayaller içindeyken birden bire çok büyük bir gürültü ve toz duman içinde kalıyoruz. Bizim hemen önümüzde olan bir kamyonet virajı alamayarak şarampolden aşağı uçuyor. Arabanın tekerlekleri, üzerindeki eşyalar her tarafa savruluyor... Tozlar içinde kalan kamyona doğru koşuyoruz. Bu arada gazetecilik merakımız da bizi sarıyor, yanımda hazır duran kamerayı çalıştırıyorum, fotoğraf makinemi alıyorum. Neyse ki arabalar duruyorlar, polis, jandarma... Kameramın da kaydettiği gibi artık tesadüf müydü, başka bir şey mi bir dünya rekoru kıracak şekilde ambulans 15/20 dakika olmadan geliyor. Bu arada arabada yalnız olan şoför de çok şanslı. Çünkü duran otobüste tesadüfen doktorlar varmış. İlk yardım müdahalesi neyse ki sefer profesyonel eller tarafından yapılıyor. Arabanın altında kalan bacağını askerlerin arabayı havaya kaldırarak kurtardıkları, şoförü konuşturup, oyalıyoruz. Çok acı çeken adamın elinden, yüzünden kanlar akıyor... Ortalık ana baba gününe dönüyor. Milletimiz bu işlere zaten çok meraklı. Her neyse adamı ambulansla hastaneye kaldırıyorlar, biz de yolumuza devam ediyoruz. Solhan’a uğradıktan sonra, doğru Bingöl’e hareket ediyoruz.

Bingöl, bin tane göl barındırıyor mu bilmiyorum ama, çok güzel bir kent olduğunu söylemeliyim. Hem yeşil, hem de düzenli bir kent merkezine sahip.

Peki ben Bingöl’de kime gideceğim? Bu sorunun cevabını aylar önce vermiştim, İzmir’de. Sen git bizim bölgeyi gör ki, gerçekleri anlayasın, diyen Cemal Sevin’in kardeşi Ali Sevin’in dükkanını bulup dertleştikten sonra onunla anlaşarak Kiğı Sütlüce’ye doğru hareket ediyoruz. Aynı gün beni köye götürüp geri dönecek olan can dosta iyilik etmediğimi yola çıkınca anlıyorum. Çok çetrefilli yolları olan Bingöl Kigı arasında tepeleri aşmak çok zor. Bu arada birkaç gün yağan yağmurlar yolları berbat etmiş, yol değil tepeyle bütünleşmiş yarıklar haline gelen bu çıkıntalar da ilerlerken olacak oluyor; arabanın tekerleği patlıyor. Yine ilerleyip yüce bir yamacın eteğine geliyoruz. Buradan öyle muazzam bir vadi görüntüsü beliriyor ki sormayın. Yemyeşil vadi içinde evler, hayvanlar, koyunlar, insanlar hayal meyal seçiliyor. Ama yolda olacak en kötü şey oluyor ve yine tekerlek patlıyor. Yolun ortasında kala kalıyoruz. 5 km. bir mesafe varmış, köye. Ağır çantaları bırakıp kameraları yanıma alıyorum. Köye gidip yardım alınacak, başka çaresi yok. Çünkü saatler boyunca buradan geçen araba olmadı. Vadi boyunca ilerleyip, küçük bir derenin sesine ses verip türlü türküler söylüyorum. Arkadaşımız benimle arayı açıyor, ben arkada kalıyorum. Çünkü mutlaka arabayı tamir ettirip, geri dönmesi gerekiyor. Buna aldırmıyorum. Doğayla sarmaş dolaş yürüyorum. Ama yol tehlikeli ve bir de büyük köpekleri görünce bir yere sığınmaktan başka çarem kalmıyor. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, tahmin ettiğim köye varıyorum. Köyün girişinde kurşun ve ağır silahlarla tahrip olmuş bir okul görüyorum ki, belliki kışla olarak da kullanılmış. Sonra eşek üstünde kadınlar, koyunlar, çocuklar... Köy gittikçe büyüyor, yaklaşıyor. Hele şükür deyip, köyün girişinde bulunanların garip bakışları içinde ilerliyorum. Öyle ya siyah bir tişört, siyah bir pantolan, siyah ayakkabılar, siyah bir çanta... insanların bu halimle beni bir gezgin rahibe benzetmeleri çok doğal. Ama çok şükür ki, ben bir rahip değil, daha çok bir dervişe benziyorum. Selam verip, kendimi tanıtınca, insanlar başka şey düşünmeden Cem Radyo lafına takılıp hemen beni buyur ediyorlar. Halis Yurtsever’miş benimle ilk konuşan. Yani bir öğretmenle karşılaşıyorum. Antakya’da görev yapan hocamız yaz tatili için buraya gelmiş. Yanında da çocukları var. Hele de bir baykuş var ki ellerinde milletin bana bakması gibi, şaşkın şaşkın çevreye bakıyor. Sonradan öğrendim, uzaktan ilk gördüklerinde bir baytar geliyor köye galiba, demişler!... Ayranları yudumlayıp başlıyoruz sohbete.

 

KİĞI, Sütlüce, Halis Yurtsever, Öğretmen, (48)

Kırk sekiz yaşındaki hocamız bu geziden çok etkilendiğini belirttikten sonra ricam üzerine bölgedeki köyleri şöyle sıralıyor: Bu bölgeye toptan Karer (Parlayan Göz/Nurlu Göz) bölgesi deniyormuş. Karer Baba ve Karer Dağı’ndan ismini aldığını söylüyor. Burası 8 muhtarlıkmış. Şu anda bulunduğumuz Sütlüce (Darabi/Söğüt Ağacı) köyü. Korkan (Sarıdibek/Haydar Eren Vakfı Başkanı Haydar Eren Dede’nin köyü), Pircan (Kabaçalı), Şirnan (süt/ekme) Altınevler, Yekmal (tekev) Dolutekne, Hırçık (Çamlıca), Sağyan (Doluçay) (Ali Aba ve Abidin Sevin Dedelerin köyü), Maskan (Elmaağaç).

Sütlüce’nin on mezrası varmış. Onlar da şunlarmış; Ağaköyü Mezrası, Gurbet Mezrası, Tengdere (Dardere) Mezrası, Hemçayır (Mergo Hemi/Hemo’nun Çayırı) Mezrası, Şaban Mezrası, Gurşan (Seyid Haydar Sevin Dede varmış) Mezrası, Bekar Mezrası, K (Q)eremanan Mezrası, Akkuş (Lolan) Mezrası, Güvercin Yayla (Hatun Ware/Xatun) Mezrası.

1926’da aydın bir öğretmen olan Ziya Demir’in buraya gelip okul açılmasını sağladığını ve aynı okulun çeşitli nedenlerle üçüncü kez açıldığını söyleyen Halis Yurtsever, köylerinin bölgenin en fazla adam okutan köy olarak ünlendiğini söylüyor.

1960’lı yıllarda yapılan sağlık ocağının hizmet beklediğini, şu an merkezde 22, mezralarla birlikte yerleşik olarak 100 civarında haneye sahip olan köylerinin 1700 rakıma sahip Doğu tarafında Şeker Baba, kuzeyinde Karer Baba, güneyinde Horoz Baba ziyaretleriyle binlerce kişinin uğrak yeri olduğunu söylen Yurtsever, en büyük güzellik eğitimdir, bizler okuyarak aydınlıklara çıkabiliriz, diyor.

Bu arada bir atlının dolu dizgin köyün üstünden geldiğini görüyorum; bir yanında siyah bir çantayla. Sonra anlıyorum, o büyük çanta benim çantam. Sohbetten dolayı diğer olayı hepten unuttum. Arkadaşımız bir araba bulmuş, tekerini tamir için kent merkezine gitmiş, benim çantamı da bir köylü gençle bana göndermiş... İnsanlara da zahmet verdik ama ne yapalım bu böyleymiş deyip, Hasan Dede’nin evine yöneliyoruz.

 

Hasan Sevin, (Baba Mansur), (Öğretmen), (1946)

Sütlüce’de görüşmemizin dostluğumuzun başlangıcı olan, yurtsever, aydın bir öğretmenimiz, dedemiz olan Hasan Sevin’i başı kalabalık buluyorum. Bölgede aynı zamanda evliyanın, “tarik”in de bulunduğu çok manevi bir ocağa sahip olmasının verdiği sorumluluklar oldukça fazla. İzmir’den kanser hastası bir talipleri yakınlarıyla medet dilemek için yüce dağlar aşıp buralara kadar gelmişler. Bu kültürü, bu inancı doğrudan yaşamanın ayrıcalığıyla onlarla da sohbet ediyorum. Aile yakınları durumu oldukça ağır olan canımızın şifa umuduyla son kapı olarak buraya gelmek istediğini, kendilerinin de ona iştirak ederek, bu büyük, kutsal topraklara geldiklerini söylüyorlar. Yemekler yendikten sonra, sohbetler başlıyor.

Biz daha sonra Hasan Sevin’le birlikte aynı zamanda tarikin de bulunduğu eve gidip söyleşimize orada devam ediyoruz. İlk önce evliyayı ziyaret ediyoruz. Evliyanın yanında devamlı bir ışık, mum yanıyor.

Alevilikle ilgisini sadece sohbetleriyle, cemleriyle sürdürmeyen Hasan Sevin’in aynı zamanda yayınlanmış bir şiir kitabı da var. (Daha sonra iki kitabı daha yayınlandı). Sazı, sözü, sohbetiyle doğuda aydın bir dedemizle tanışmanın verdiği aşkla söyleşimiz sürüp gidiyor... Hasan Sevin özetle şunları aktarıyor: Sevgili dost; Ocak Alevilikte bir hakikat okuludur. Köktür, asıldır. Ocakla övünülmez ama dedenin yetiştiği, insanın yetiştiği yer de ocaktır. Dedelik, bir öğretmendir, bir hakimdir, avukattır. Halkın sorunlarını çözen, bir toplum önderidir. Gerçek dede, inanın ki toplum için büyük hazinedir. Kişi cemlerde, meydanda ölçülür. Günün dedesi bilgili, görgülü, okuyan, araştıran kişi olmalıdır. Dede hakim gibi insanı ölçüp tartar, gerekirse savunur, gerekirse onun hastalıklarını sağaltır, sorunlarını çözer. Bizde el ele, el Hakk’a ilkesi asıldır. Musahiplik kapısı kutlu ve kutsal kapıdır. Hz. Muhammed muhacir ve ensarları musahipli kılmıştır. Bizler de o yolu takip ediyoruz. Tarik buralarda çok önemlidir. Tariki görmek için kurban kesmek gerekir. Buralarda Sağyan’da bir, bu köyde iki tarik vardır.

Cem Alevilikteki en önemli kurumların başında gelir. Cemlerin olmaması Alevilik için okulların kapanmasına benzer. Alisiz Alevilik diye saçma sapan şeyler uyduruyorlar. Alisiz Alevilik, cemsiz Alevilik, dedesiz Alevilik olmaz.

Dedeler arasında maalesef her zaman devam eden bir rekabet söz konusudur. Bunun önüne geçilmesi gereklidir. Her dede önemlidir, her dede kutsaldır. Kur’ansız Alevilik olmaz.

Kiğı Doğu’nun Avrupasıydı. Bence bilinçli şekilde bu güzel, demokrat, çağdaş yerleşim yerini dağıttılar. Örneğin bizim bu köyleri Adaklı İlçesi’ne bağladır. Bu bilinçli bir hareketti. Ben hala kendimi Kiğı’lı İlçesi’ne bağlı olarak görüp, bunu böyle söylüyorum.

Bana göre ozanlık bir sevdadır. Sadece saz çalmakla, söylemekle ozanlık olmaz.

Bana göre dedeler, Aleviler elbette devlette temsil edilmeli, yer almalılar. Ama dedeler devletten maaş alarak görev yapamazlar. Para karşılığı bu iş yapılmaz. (Sevgili hocamızla ilişkilerimiz devam ediyor. En son İstanbul’a geldiğinde kendisiyle Cem Radyo’da programlar yaptığım, dedemizin şu kitapları yayınlandı: Yaşamın Verdikleri Şiirlerde, Temmuz 1999, Can Yayınları; Yaşam Yolunda Gönül Sesi, Şubat 2003, Can Yayınları, 2000 Yılında Ehl-i Beyt Gerçeği ve İslam’da Alevilik, 2003, Can Yayınları)

 

Aynı gece tarikin olduğu bu evde mihman olup, sabah erkenden kalkıyoruz. Köyün civarını geziyorum. Oldukça gözel olan bu köyde beni çeken ayrı bir his uyanıyor. Biraz daha kalmak istiyorum. Fakat bir arabanın rast gelmesiyle daha önce telefonla görüştüğüm Hazır Ali Beyazyıldırım Dede’yle söyleşi yapmak üzere Bingöl merkeze doğru hareke ediyorum. Yine tepeler, vadiler aşıp, çok zor koşullarda yolculuk yapıp merkeze varıyorum.

 

Solan Gülüm Açmaz Oldu

 

Dağ başında gülüm soldu

Baykuş gelip güle kondu

Dertli gönül beni yordu

Solan gülüm açmaz oldu

 

Açan gülle gönül coşar

Bülbül gülden güle koşar

Gül solmadan güller açar

Benim gülüm açmaz oldu

 

Gönül dosttu iyi bilir

Gülüm için gönül erir

Böyle haller acı verir

Acı günler bitmez oldu

 

Hasan bilmez yalan dolan

Zevkler öldü, kendi kaldı

Böyle yaşam sanki yalan

Yalan dünya bitmez oldu

 

Hasan Sevin Dede

 

27 Temmuz 2002

Hazır Ali Beyazyıldırım, (Derviş Gevr/Derviş Beyaz), (1946/Varto)

Demek ki ben bu yola hizmet etmeye devam edeceğim, az çok da başarılı olacağım. Sevgili okurlar gerçekten de çok güzel insanlarımıza ulaşmaya devam ediyorum. Yine can dost bir insanla tanışmanın mutluluğu yine mest ediyor. Alçakgönüllü, bir sevgi insanı olan Hazır Ali Beyazyıldırım’la saatler süren söyleşimizde, onun değerli bir aydınımız olduğunu kavrıyorum. Oldukça güzel şiirleri ve araştırmaları da bulunan Beyazyıldırım sesi ve sazı da çok mu çok güzel.

Beyazyıldırım söyleşide şunları bana aktardı: Ben yörede çok sevilen 1958 yılında 63 yaşında vefat eden Seyyid Cafer Dede’nin evladıyım. Bizde aşiret sistemi vardır. Bizler Derviş Veli’nin soyundan geliyormuşuz. Bizler dedelik, ozanlık geleneğini sürdüren bir aileyiz. Bizim sülalede ünlü ozanlar da var. Varto, Tuzluca, Ozankent Mezrası’nda olan abim Seyyid Cemal Beyazyıldırım gerçekten çok bilgili, çok alim bir de dir. Daha geniş zamanlarda gelirseniz sizlere yardımcı olurum, bölgeyi gezebiliriz. Bizde Ali Kemal (Ozan Hicrani)’in binlerce şiiri vardır. İnanın çok kuvvetli bir ozandır ama bugüne kadar değerlendirilememiştir, şiirleri.

Bizim ocağın talipleri çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdadır. Bingöl Kiğı, Tunceli, Erzincan, Sivas, Muş/Varto, Kars Göle’de, Ardahan’da taliplerimiz vardır.

Dedelik çok zor bir inanç kurumudur. Dede olmak inanın çok zordur. Herkes dedelik yapamaz. Dede sorunları çözen, bir öğretmendir. Toplumun öncüsü, rehberi, gözcüsüdür. Dedelik kurumu çok ama çok önemlidir. Elbette bu kurumun yeniden düzenlenmesi gerekir.

Ozanlık da çok önemlidir. Ozanlar da halkın gerçek sözcüleridir. Hem toplumsal, hem de inançsal olarak yazdıkları eserler toplumu aydınlatmıştır, aydınlatmaktadır.

 

Aynı gün yine zar zor bir münibüs bularak bu sefer Sütlüce’ye mesafe bakımdan yakın olmasına rağmen, yol olmaması, yüce dağların birbirini ayırması sonucunda çok ayrı, kilometrelerce yol katedilerek gidilmesi gereken Adaklı İlçesi’ne oradan da Akbinek Köyü’ne gidip yörenin ünlü dedesi Seyyid Kazım Karaca’yla söyleşi yapmak istiyorum. Dede’ye geleceğimi haber vererek, yola koyuluyorum.

 

Hey erenler böyle ne oldu bize

Edep ile erkân yol nerde kaldı

Hepimiz dönmüşüz sağır dilsiz

Hakkı zikreyleyen dil nerde kaldı

 

Nerde yılda bir kez gelen rehberler

Erenler sırrını bize verenler

Nerde hak hak diye semah dönenler

Hak uğruna döner er nerde kaldı

 

Nerde Hallac-ı Mansur nerde Nesimi’ler

Nerde Pir Sultan’lar, Bektaş Veli’ler

Nerde Derviş Beyaz, Derviş Veli’ler

Hak yoluna giden er nerde kaldı

 

Gevheroğlu Seyid evladı resul

Erenler bağında ötmüyor bülbül

Nerde gerçeklere giden doğru kul

Hakka doğru giden er nerde kaldı

           

Hazır Ali Beyazyıldırım

 

Adaklı, Akbinek Köyü, Seyyid Kazım Karaca, (Cemal Abdal), (68)

Yine dolana dolana, tozlu, engebeli dağ yollarını aşarak saatler süren bir münibüs yolculuğundan sonra oldukça kıraç bir tepe üstündeki Adaklı İlçesi’nin merkezine varıyorum. Buradan da kendi imkamlarımla bir araba ayarlayıp yeşillikler içindeki Akbinek Köyü’ne, Seyid Kazım Karaca Dede’nin evine varıyorum.

Çok büyük bir ilgiyle karşılandığım hanede yorgunluk giderdikten sonra hemen dedeyle söyleşiye girişiyorum. Tam üç saat aralıksız söyleştiğimiz dedenin gerçekten de oldukça bilgili olduğunu anlıyorum. Öyle ki belki de bölgedeki en bilgili ve sosyal yönü en güçlü dedeyle karşı karşıya olduğumu anlıyorum.

Seyyid Kazım Karaca Dede anladığım kadarıyla Sünni İslam inancının kaidelerini de inkar etmeyen, Sünni İslam yorumuyla bir sorunu olmayan ama Alevi inanç ve kültürünün var olması için çok mücadele verip, yaşatan bir inanç önderimiz.

Yörede gerek kaymakam, askerler, gerek belediye başkanı, müftü ve hocalarla; Alevi ileri gelenleriyle yoğun temasları olduğu anlaşılan Karaca Dede, bölgedeki Alevi köylerini dağılmaktan kurtarmak için çok çaba harcadığını, bunda başarılı olmak için var gücüyle mücadele verdiğini anlatıyor. Bizler Sünnilerle bir olmalıyız, ayrı gayrımız yoktur, hepimiz bu vatanın evlatlarıyız, Kur’anımız birdir, diyen Karaca Dede dini bigileri de çok kuvvetli olan bir dedemiz.

Söyleşimizde görüşlerini şöyle özetledi dede: Ehlibeyt’e tarihler boyunca büyük zulümler yapılmıştır. Hz. Peygamber Efendimiz baki nurdur. Ehlibeyt büyük nurun tecellisidir. Hz. Ali murat vericidir. Onun gönlü alçaktır, O cihan serdarıdır, dertlerin dermanı, imamların şahıdır. Asumanın secdegahı olan İmam Ali, deryayı ummandır. O ilim kapısıdır, dostların dostu, doğruluğun timsali olan İmam Ali bizim önderimizdir.

Cemler Aleviliğin temelidir. İbadetimiz cemdir, bizim. Hz. Hüseyin için göz yaşı dökülen cemlerimiz aslında ayrı ayrı olmamalıdır. 12 hizmet sahiplerinin tümü özenle seçilir. Öyle sırdan, bilir bilmez kişiler bunu yapamazlar. Bir de herkesin lokması yenmez. Kul hakkını yiyen insanın lokmasını ben niye yiyeyim? Eskiden cem başladığı zaman gökyüzü yere inerdi. Dağlar taşlar sanki dile gelirdi. Taşlar erirdi. Hastalar iyi olur, tüm canlar coşup, kendinden geçerdi.

Hacı Bektaş Ocakların başıdır. Aslında 12 ocak vardır. Yedisi post, beşi hizmet sahibidir.

Tüm derneklerin hepsinin bir olması gerekir. Türkiye’deki Alevilerin bir olması, beraber olması gerekir. Bir televizyonun kurulması şart mı, şarttır. Mutlaka bir televizyonun kurulması lazım.

Akbinek Köyü 40 haneydi. Şimdi 18 hane kaldı. Civardaki köyler şunlardır: Çevreli (5 mezlarasıyla birlikte 150/200 hane), Elmaağaç (şu anda 30 hanedir), Doluçay (80/90 hane), Dolutekne (90 hane), Sarıbek (70), Çamlıca (25), Altenevler (80/90), Sütlüce (200), Bağlarpınarı (Alevi Sünni karışık), Eski Kavak (100), Demiroluk (30), Danatepe (Alevisi fazla, karışık köy), Göngörsün (Alevisi az, karışık köy), Gökçeli (Karışık), Kuşçimi (Karışık), Kozlu (Karışık), Harik (Karışık), Serik (Karışık), Döşlüce (Karışık).

Bizim Türkiye’nin dört bir yanında taliplerimiz vardır. Bunları saymakla bitiremem.

Senin mutlaka Karakoçan’a gitmeni isterim. Orası da çok önemli bir bölgedir. Delikan vardır, orası dedeler köyüdür. Cemal Abdal Türbesi vardır. Delikan’la Karakoçan arası 30/35 km. kadardır. Bu arada ünlü Bağın Kalesi vardır. Karakoçan’ın çok eski bir ismi de Hüsnişin’dir. Bizim yöremizde başka ocaklar da vardır. Kureyşanlılar vardır. Delil Berhicanlılar vardır. Delili Berhican, öz evladım demektir. Onlar Şadilli Aşireti’yle ilgilidirler. Derviş Cemal’la Cemal Abdal ayrı ayrı ocaklardır. Bunlar zaman zaman karıştırılmaktadır. Cemal Abdal türlü kerametleriyle insanlar tarafından çok sevilen bir ocak sahibi kişidir. Gösterdiği kerametlerlerden dolayı halk tarafından çok sevilen Cemal Abdal’a yer yurt da verilmiştir. Derviş Beyaz da aynı şekilde keramet göstermiştir.

Bizler Muharreme, Hızıra ayrı bir önem veririz. Bu oruçları aksatmadan tutarız. Bana göre Muharrem öyle bir olaydır ki, Aleviler çaba harcayıp bunu tüm İslam alemine mal etmeliler, herkesi bu konuda bilgilendirmeliler. Hz. Hüseyin, sevmeyen nasıl Müslüman olur?

Çok geç olduğu için bizler yatıyoruz. Ama ben diyorum ki, dede ben köylüler gibi çok erken uyanırım. Sabah Elazığ’a gitmeden önce sizinle mutlaka birkaç saat daha söyleşi yaparım. O da peki, diyor. Yatıyoruz. Sabah beşte kalkıyorum. Çevreyi dolaşıyorum. Köylüler bile yeni yeni uyanıyorlar. Her neyse... Benim uyandığımı dedeye haber vermişler. O da geliyor. Kahvaltı filan hazırlattırıyor. Bu arada iki saat daha söyleşi yapıyoruz.

 

(Dede’yi 2005 yılında kaybettiğimiz derin bir üzüntüyle öğreniyoruz. Ruhu sad olsun.)

 

28 Temmuz 2003

Sabahın serinliğinde yaptığımız söyleşide bu sefer dede Aleviliğin ve dedeliğin sosyal yönlerine değiniyor ve şunları aktarıyor bana: Aleviler hiçbir ayrım yapmadan tüm insanları severler. Bir musahiplik vardır ki, eşi benzeri yoktur. Sen kendi kardeşinden daha yakın oluyorsun, musahibinle. Öyle ki gerçek mümin musahipler, bunu ölene kadar sürdürenler ahirette de musahiplilerini sürdürürler. İnsan ölmemek istiyorsa, ölümsüz olmak istiyorsa, hizmet vermelidir, hizmet üretmelidir. Batı’da inanç özgürlüğü var, herkes istediği gibi inancını sergileyebilir, bu bizde yok. Bizde din siyasete alet ediliyor. Alevilerin de bu konuda çok dikkatli olması gerekir. Kesinlikle siyasi konulara girmemeliyiz. Özellikle cemevleri bunun dışında olmalıdır.

Biz Alevisiyle Sünnisiyle bu ülkeyi düşmanlardan kurtardık. Atatürk’e sahip çıkmak zorundayız. Tümümüz bu vatan için çalışmalıyız.

Ben bölgede Alevi varlığının ispatlanması için ne mücadeleler verdim, civardaki insanlara sorsanız söylerler. Bugünlere hiç kolay gelmedik. Bugün de ekseklerimiz çok fazla ama eskiden çekilen çilelerden sonra, bugünler çok iyi.

Alevilerin birliği için inanın benden ne istenirse yapmaya razıyım. Yalnız birlik olalım o yeter.

Bu güzel sohbet ve iyi bir kahvaltıdan sonra Dede beni hayır ve dualarıyla Elazığ’a uğurluyor.

 

ELAZIĞ

 

Zorlu bir minübüs yolculuğundan sonra nihayetinde Elazığ’ı varıyorum. Geçtiğimiz sene de geldiğim bu şehirde yine hemen Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneği binasını arayıp buluyorum. Geçen sene de yine aynı binada, bugünkü gibi gençlerle karşılaşmış, sohbet etmiştim. Şimdi de yine karşımda gençler var, canlar var. Ama bugün bir büyük koşuşturma içindeler. Nedenini anlamak zor olmuyor. İstanbul’da gerçekleştirilecek olan, daha önce Avrupa’da büyük yankılar uyandıran “ Bin Yılın Türküsü “ çalışmaları içinde buluyoruz insanları. Evet yurdumuzun her köşesinden gelecek bin saz ustası, bin söz ustası, semahçılarla tam bir Türkiye mozaği oluşturulup; el ele yürek yüreği bir büyük etkinlik yapmak için kolları sıvayan insanlar buralara kadar gelmişler, ön çalışmalar yapıyorlar. Aynı zamanda Elazığ Hacı Bektaşi Derneği’nin de aynı gün bir kültür etkinliği varmış. Tesadüf üzeri bu çalışmalar içinde buluyorum kendimi. Dernek başkanı aynı zamanda ocakzade olan Ali Haydar Çoban’la yine dertleşip, yarenleşiyoruz. O da, ben de yaşanan zorlukları paylaşıyoruz. Sürekli koşuşturan, çaba harcayan başkanımız buralarda iş yapmanın daha zor olduğunu söylüyor. Yine bu arada Hacı Bektaşi Kültür Derneği Merkez Genel Sekreteri... ile karşılaşıyoruz. O da yine yoğun bir şekilde bu işler için koşuşturan bir arkadaşımız. Kendisi de benim gittiğim hemen her yere gitmiş, insanlar içinde olan bir dostumuz. Benim yaptığım bu çalışmayı ise canı gönülden destekliyor. Bu arada Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Sanat Sorumlusu da burada.

Başkan ve diğer dostlarla yemek yedikten sonra ben aceleyle zaten de gidip görmek istediğim, türbesini çok merak ettiğim Mir Seyit Türbesi’ne, yani Sün Köyü’ne doğru hızla hareket ediyorum. Çok değer verdiğim Ahmet Mutluay Dedemizin de kırk gün önce kaybettiği bacısının yemeği için orada olduğunu öğrenmem beni daha çok sevindiriyor. Çünkü böylece hem dedeyle söyleşi yapma olanağım doğacak, hem de Türbeyi ziyaret edebileceğim.

 

Sün Köyü, Koca Seyyid, Ahmet Mutluay

İsmini belki en çok duyup merak ettiğim köylerden birisi de Sün Köyü’ydü. Elazığ’da, Doğu’da Alevilik’le özdeşleşen, dedelikle özdeşleşen bir isim Sün Köyü ismi. Ağuçan Ocağı dediğimiz ve Anadolu Alevileri üzerinde en fazla etkisi olan, en geniş dede ve talip kitlelerinden birisine sahip Ağuçan Ocağı’nın ana kollarından birisi Koca Seyyid’in Türbesi’nin burada olması elbette buranın önemini çok daha fazla arttıyor.

Dedeyle söyleşi yapmadan önce Türbe’yi ziyaret edip, fotoğraflarla ve kameramla kayıtlar alıyorum. Bu arada türbe yakınlarındaki eski tarihi mezar taşlarının da çekimlerini yapıyorum. Daha sonra kesilen kurbanların halka sunulduğu alana yönelip halkla söyleşiler yapıyorum. Büyük bir inançla bağlı oldukları bu büyük türbeyi ziyaret etmenin, burada kurbanlar kesip lokmalar dağıtmanın inançlarının gereği olduğunu söyleyen insanlar kesimhane önündeki ağaçlar altında sohbet ediyorlar. Bu arada ocakzade olan insanlarla söyleşi yapıyorum. Hollanda’da yaşayan 65 yaşındaki Mir Seyyid evlatlarından olduğunu söyleyen, Çemişgezek Ulukale Köyü doğumlu Hüseyin Ersoy; Elazığ Merkez Dambüyük Köyü doğumlu Koca Seyyid evlatlarından olduğunu söyleyen 66 yaşındaki Almanya’da yaşayan Ali Erdoğan; değişen değerlerden bahsediyorlar. Bu arada Malatya’dan Fuzulilerden Meryem Alpaslan dersen kendisi hatırlar deyip bol selamını aldığımız anamızın selamını dönüşte Abidin Özgünay’a iletiyorum.

 

Ahmet Mutluay, (Ağucan/Koca Seyyid), (76)

Belki de bölgenin, ilin en bilgili dedelerinden ve çok sevilen Ahmet Mutluay’ın evi çocuklarıyla, yakınlarıyla, talipleriyle dolup taşmış, insan kaynıyordu. Geniş bir bahçesi olan evinin önünde biraz sohbet ettikten sonra, evladım ne yapacaksın, ben sana ne söyleyim ki? deyip söyleşi yapma isteğime yanaşmayan Dede’ye çok aşırı ısrarla benim bu nedenle buralara kadar geldiğimi, kendisiyle söyleşi yapmazsam benim için çok kötü olacağını vb. söyleyerek onu konuşturmaya çalışıyorum. Söyleşiyi evin içinde yapmak istememe ise, yo burada insanların içinde konuşsak daha iyi olur, deyince bu sefer onlarca insan çevremizi sarıyor.

Yılların içinden süzülüp gelen bir bilgelikle öyle derinlerden, öyle ağır, öyle vakur, öyle duygulu bir konuşma yapıyor ki, tüm orada bulunanlar, 20/30 canın gözleri yaşarıyor.

Alevilikle ilgili mistik, batini bir yolculuğa çıkıyoruz, tüm orada bulunanlar. Dede anlattıkca geçmiş yılların acıları, çileleri dile geliyor. Önümüzden bir film şeridi gibi geçiyor. Ben diyor, dede; çok zor günler gördüm. Çok sıkıntılı dönemlerim oldu, çocukluğumda, gençliğimde. Babam öldüğü için beni anam büyüttü. Ben çok küçükken çalışmayı, yaşam mücadelesini her tarafımda hissettim. Çobanlık, işçilik, çiftçilik, çaycılık... her türlü işte çalıştım. Ama ben de öyle bir his vardı ki, öyle bir duygu vardı ki, benim babam, dedem dedeymiş, ocakzadeymiş... Bunu hiç ama hiç içimden çıkarmadım. Onun ağırlığıyla, ezikliğiyle, onuruyla, aşkıyla yaşadım. Aç kaldığımız günler oldu ama ben hiçbir zaman lanet okumadım güne, yaşama. Nerde bir saz duysam, nerde bir dede gelmiş lafı duysam hemen koşardım o küçük yaşımda. Anam da bana destek verdi. Bendeki bu sevgi günden güne, yıldan yıla azalmadı, arttı. Eski, okunmuş gazetelere bakardın, kendi kendime birşeyler okuyup, yazmak isterdim. Yaşamın yüküyle, ama Aleviliğin, dedeliğin aşkıyla bugünlere gelmişsek ne mutlu bana. Zaman zaman dalıp, gözleri dolan dede eski günleri yad etti. Gül alınıp, gül satılan devirleri canlandırdı...

Aslolan ölmeden önce ölmek, hidayeti mürşitten doğarak bulmaktır, diyen Dede, dedeyi dede yapan inançlı talibidir, tüm Horasan pirleri halkla Hakk’a ulaşmış Hakk’a ulaşmak için halka inmişlerdir. Her şeyin başı aşktır, sevgidir. Hep dedeler suçlandı bugüne kadar ama başkalarının hiç mi suçu yoktu? Dede olmak, dede çocuğu olmak ağırdır, sorumluluk getirerek. Bunu bilen bilir. Herkesin bileceği şey değildir, zaten.

Bana göre insan, insan donuyla görünmelidir, cihana. İnsan donu en kutsal dondur. Bana göre kemalet kerametten çok daha yücedir, yüksektir.

Siz dedeler devlete bağlansın mı? diye soruyorsunuz. Bu olmaz. Dede devletin memuru olmaz, olamaz. Dede devletin kapısında maaş bekleyen insan değildir. Herkesin rızkı vardır. Bu yolda da bu rızık meselesi, hak meselesi çok önemlidir, diye görüşlerini özetliyor.

Daha sonra bir araçla kent merkezine ulaşıyorum. Otelden bir yer ayırtarak, ben de Ali Ekber Çiçek Konseri’ne yetişmek üzere hızlıca, kültür etkinliğinin yapıldığı salonu arayıp, buluyorum.

Yerel sanatçılar yanında İstanbul’dan Aydın Öztürk’ün de katıldığı sanat dolu gecede Ali Ekber Çiçek beni karşısında görünce buna inanamıyor. Ben de seni o kadar seviyorum ki, İstanbul’dan geldim (!) diyorum. Ama olsun gönlümüz karşı karşıyaymış ki, hiç haberim yokken onun muhteşem sesini bu sefer de Elazığ’da dinleme olanağım oluyor.

Sesi ve düşünceleri çok güzel olan Birol Uğraş Alevi inanç ve kültürüyle uğraşmak istediğini söylüyor.

 

29 Temmuz 2003

Ahmut Uğurlu Dede’den aldığım telefon üzerine Elazığ Pinçci Köylü olmasına rağmen merkezde oturan Mehmet Bektaş Dede ve birkaç dedeye daha uluşmak istesem de bunda başarılı olamıyorum.

Olanakları çok zorlamanın bir anlamı yok. Kendimi zar zor Malatya’ya atıyorum.

 

 

MALATYA

 

Deyiş

 

Nefes harc eyleyüb salma araya

Bir özün bilmeze bildiremezsin

Alıcı olmadan gelüb geçene

Gel al, demekle aldıramazsın.

 

Din Muhammet dini, taptığım tapı

Yıkılır mı Hakk’ın yaptığı yapı

Yüzyıl emek çeksen yapılmaz kapı

Kumdan duvar örüp kaldıramazsın

 

Yavru şahin salar mı, sal demekle

Gönül dost bulur mu, bul demekle

Ağlamış gül yüzlü, gül demekle

Haktan izn olmazsa güldüremezsin

 

Derviş Muhammet’im koyma haini

Herkes beğeniyor kendi huyunu

Dibi delik kaba aşkın suyunu

Taşıyıp yorulma, dolduramazsın

 

 Malatyalı Derviş Muhammet

 

Nefes

 

Bir nişanı vardır gerçek aşıkın

Gece-gündüz geçer günü zar ile

Aşıklar aşk ile bulur ışığı

Çekmiştir özünü Mansur darına

 

Mansur, gece-gündüz çekerdi darı

Dilinde zikreden perverdigarı

Gördünüz mü siz ya o Server’i

Onlar muhabbette buldu yerini

 

Aşk, muhabbet bir araya cem oldu

Onlar da akılın yanına geldi

Ya İman, göğüse hem mihman oldu

Kim karışır yaradanın sırrına

 

Bu sırrın ötesi sırdır, ötedir

Gerçekler de bu mahluka putadır

Gerçeği gerçekten ırma hatadır

Lahm ile lahm oldu bir birine

 

Derviş Muhammet’im konanlar göçer

Bildiğimiz herkes ektiğin biçer

Kırmızı gülün üstüne kan saçar

Bak bülbülün figanına, zarına

 

Malatyalı Derviş Muhammet

Çok önemli bir Alevi merkezi olan Malatya’ya daha önce de gelip söyleşiler yapmış, önde gelen dedelerin görüşlerini toparlamıştım. Ama bu sefer ki amacım olanaklar ölçüsünde ilçelere, köylere inmekti. Ama öyle bir dönemdeydik ki, her tarafta iş var. Ayrıca açıkçası Cem Vakfı Malatya Şubesi’nin de ne maddi, ne de araç/gereç vb. konumu bu geziyi karşılayacak durum da değildi. İki/üç gün daha önce sohbet ettiğim, söyleştiğim, çok sevdiğim, Eşref Doğan, Kalender Topalcengiz, Hasan Akbudak’la gezileri değerlendirip, şehir içinde bazı ziyaretlerde bulunmanın dışında fazla bir şey yapamıyorum. İstanbul’dan da ne hikmetse Cem Vakfı Genel Müdürü Metiner Orhan da ha bire bastırıyor, sıkıştırıyor bir şeyler yapmam konusunda... Para yoksa, araba yoksa, adam yoksa ben ne yapacağım Malatya’nın ortasında? Bunu anlamakta çok zorluk çekiyorum.

Her neyse ben de hem Eşref Doğan’la, hem de Kalender Topalcengiz Dede’yle çok detaylı söyleşiler gerçekleştiriyorum.

 

Artık iyice yorulmam ve daha da önemlisi geziyi imkansız kılan olanaksızlıklar nedeniyle doğruca İstanbul’a hareket ediyorum.

 

Kerbela

 

Kurbanın olayım ey deli gönül,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim,

Yar ile yaranın himmeti olsun

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Ahu zar kılma canım, cihan ağlıyı,

Kerbela deyince sema ağlıyı,

Zeynep, Gülsüm, Leyla kara bağlıyı,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Şehriban’ın feryadını görsene,

Süreyya anaya yüzün sürsene,

Sakine’nin feryadını duysana,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

İnsan isen Kerbela’yığ hatırla bir kez,

Yezide laneti unutma her giz,

Onunla olanlara lanet her küz,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Leyla yaşlı gözlerle Ali Ekber’i arıyı,

Gülsüm Alemdar Abbas’ı soruyu,

Süreyya Kasım diye saçın yoluyu

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Sakine sahrada figan eyliyi,

Gelin Fatime matem kurmuş mani söylüyü,

Aşıkların yarası derin inliyi,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Al kanlara boyandı Hazreti Habip Pir,

Hüseyin katında durdu, Nurani Pir,

Ruhsat ver cihanı edeyim mır,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Hür Şehit Şaha destura geldi,

Kardeşini, oğlunu, kölesini yanına aldı,

Kahraman şanını cihana saldı,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Gelin lanet edelim Yezit’in huyuna,

Efradına Ebu Sufyan soyuna,

Nasıl kıydı Peygamberin soyuna

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Kerbela deyince cihan kan ağlar,

Hatice, Fatime çak edip sinesin dağlar,

Asuman karalar giymiş, karalar bağlar,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Zeynel Abidin Kerbela’da çeker çileyi,

Peygamberler ahu zarla seyrederler belayı,

Şahid ol Yarab Kerbela’daki hileye,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

 

Kalender Biçare bunların Allah’ı var mı,

Hem dini, imanı, vicdanı var mı,

Kavmi Sufyan’ın namusu var mı,

Gel beraber Kerbela’ya gidelim.

Kalender Topalcengiz Dede

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 377 -426)