ERENLER BAHÇESİ (GEZİ NOTLARI)

 ERENLER BAHÇESİ (GEZİ NOTLARI)

İkinci Baskı İçin...

2003’de yapılan CEM Vakfı Anadolu İnanç Önderleri Üçüncü Toplantısı esnasında veya daha sonra, hemen hemen tümü inanç önderi olan dede, baba ve ozanlara ücretsiz olarak dağıtılan Erenler Bahçesi Kitabı’nın birinci baskısında önemli  teknik hatalar bulunduğunu belirtmek istiyorum.

Her şeyden önce kitabın ismi bile kapağa yanlış yazılmış, uzun olan önsözde sayfalar tümüyle karışıp, hiçbir şey anlaşılmayan bir metin çıkmıştı ortaya.

Ayrıca kitabın çok önemli bir bölümünü teşkil eden fotoğraflar ise gerçekten, kalite bakımından kitaba bir değer katmaktan çok uzaktı.

Bunda baskı için belirlenen ücreti, hiç de hak etmedikleri halde, kendilerine ödememize rağmen bunun karşılığını bize veremeyen ajansın ve maatbanın önemli ölçüde sorumluluğu vardır.

Elimizde kitabın baskısının kalmaması, kitabın belki de asıl ulaşması gereken kesim olan araştırmacılara ulaşmaması da, kitabın yeni baskısını zorunlu kıldı.

Bu yeni ikinci baskıda bazı değişikliklerin olduğunu da söylemeliyim.

Çalışma bir gezi kitabı olduğu için, birinci baskıda yer alan, çeşitli araştırma, inceleme ve makalelerin kitapta yer alması, kitabın içeriğine fazla uygun düşmediği için bu yazıları kitaptan çıkarmayı uygun buldum.

Ayrıca 2003-2006 yıllarında Anadolu yaptığım gezi notlarıyla, Şiran’la ilgili kimi yazılarımı da bu kitapta değerlendirdim.

Eserin bu haliyle daha derli toplu olduğuna inanıyorum.

Yeni baskıyla birlikte Anadolu ve Trakya’yla ilgili, okurlar daha gerçekçi bir yorumda bulanabilecek malzemelere daha fazla ulaşmış oluyorlar.

Dilerim gerekli ilgiyi toplayıp okurunu bulacak bu eserin, yeni genişletilmiş baskılarıyla ve benzer başka çalışmalarımla karşınıza çıkarım.

Bu arada umarım, sizin de bilgi dağarcığınızı geliştirmek için daha çok seyehat etmiş olurum.

Yeni çalışmalarda görüşmek dileğiyle, hoşça kalın, diyorum.

Kitabın siz değerli okurlara ulaşmasında katkısı olan Sayın Murteza Dinçer’e ve Can Yayınları Sahibi Sayın Adil Ali Atalay’a  içten teşekkürlerimi bir borç bilirim.

 

 

Ayhan Aydın

 

Mart 2007, Rumelihisarüstü

 

ÖNSÖZ

 

Ateş-i ışkı’na yakdın özümü

Halil İbrahim’le nardan gelirem

Ab-ı Kevser ile yudun özümü

Kırkların bezminde dar’dan gelirem

 

Sual eder isen benim sırrımdan

Cümlemizi halk eyledi varından

Yarattı Muhammad Ali nurundan

Hakk ile Hak olan yardan gelirem

 

Cebrail çerağın almış eline

Mahabbete gider dostun iline

Hayranın şakıyan dudu diline

Ridvan kapı açmış şardan gelirem

 

Teni sual etme ol kuru tendir

Canımın içinde ki gevher-i kandır

Bu ilmin deryası bahr-i ummandır

Yolu kolaylayan sırdan gelirem

 

Mansur ile varıb dar’e çekildim

Yusuf ile kul oluben satıldım

Ham’da İsa ile göğe çekildim

Musa ile dahi Tur’dan gelirem

 

Mahkemede sual sordu kadılar

Kitapların orta yere kodular

Sen bu savn’ı kimden aldın dediler

Ustasından aldım Pir’den gelirem

 

Nesimi’yem ikrarsızdan beriyem

Gerçek erenlerin kemter kuluyam

Ali ravzasının gonca gülüyem

Münkir münafığa Hakk’dan gelirem

 

Nesimi

 

Kitaba neden bu ismi verdiğim sayfalarını biraz karıştıranlarca hemen anlaşılacaktır.

Biz Türkler Anadolu ve Balkan topraklarına ayak bastığımızda, yüzyıllar ötesinden getirmiş olduğumuz büyük maddi ve manevi mirasları yaşatarak, ulus kimliğimizi var eden temel aktörleri bu kutsal ve bereketli topraklara nakşetmiş insanlarız.

Şamanlardan bu yana Türk Ulusunun temel inançsal ve kültürel varlıkları, onların her gittikleri toprak parçasına da taşınmıştır. İslamiyet’in yüce değerlerini de kendi toplumsal yaşamına adapte edebilme maharetini göstererek, İslam inancı içindeki Arap ve diğer milletlerin törelerini bir tarafa bırakıp, kendi örf ve adetlerini örtüştürüp, Anadolu ve Balkanlar gibi binlerce yıllık geçmişi olan ve kendinden önce çok büyük uygarlıkların konakladığı bu topraklarda önceki kimliklerini de pişirerek olgunlaştıran Türk Milleti varlığını; velileri, ozanları, düşünürleri, inanç ve toplum erenleri, gerçek devlet adamı, sanatçı, düşünürleri, evliyaları, şehitleri, yatırları ile yaşatmıştır, yaşatmaktadır.

 

Dost ilinden gelen turna

Bekle kelamı kelamı

Uğrar isen yar yanına

Eyle selamı selamı

 

Kement olmuş zülfün bize

Ela gözler süze süze

Yazılmıştır alnımıza

Hasret kalemi kalemi

 

Hey ağalar hey gaziler

Yürekte yaram sızılar

Gönül yarı arızular

Bilmez ırağı yakını

 

Emrah der ki burda gitsem

Bir gün evvel yara yetsem

Yar elinden bade içsem

O gün ola mı ola mı

 

Erzurumlu Emrah

 

Korkut Ata’dan, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Seyyid Nesimi, Şah İsmail Hatai, Fuzuli, Yemini, Virani, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Karac’oğlan, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah’a; Koca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşı Veli, Seyyid Mahmut Hayrani, Kureyşan, Şah Haydar, Ebul Vefa, Ağucan, Koca Seyyit, Mir Seyyid, Köse Seyyid, Seyyid Mencek,  Seyyid Battal Gazi, Seyyid Hüseyin Gazi, Kumral Abdal, Üryan Baba, Piri Baba, Haydari Sultan, Hasan Dede, Budala Sultan, Baba Mansur, Baba İlyas, Baba İshak, Seyyid Sultan Süceattin Veli, Şeyh Bedrettin, Karacaahmet Sultan,Tebrizli Şems, Ahi Evran, Şeyh Edabıl, Kumral Abdal, Doğrul Abdal, Şah Kulu Sultan, Geyikli Baba, Abdal Musa, Sarı Saltuk, Otman Baba, Kızıldeli Sultan, Gül Baba, Demir Baba, Kolu Açık Hacım Sultan, Hubyar Sultan, Güvenç Abdal,  Mevlana’dan; Atatürk’e, Aşık Veysel’e; buraya yazmamıza imkan olmayan, ulus kimliğini temsil edip yaşatan binlerce büyük şahsiyet çıkaran Türk Milleti işini hep hoşgörüyle halletmiştir.

 

Onlar...

 

Anlar Diyar-ı Rum'a tac-ü teberle geldiler

Kimi Yunus,

Kimi Taptuk, Hacı Bektaşi Veli

Gökte rahmet,

Yerde nimet

Dört yana serpildiler

Anlar gelende bir avuç buğdaydılar

Oluklar yetmedi dolup taştı

Bir ucun anda kaldı

Bir ucun beller aştı

Çokluğun gökte yıldızlar ile bir saydılar

Anlar gelende bir avuç buğdaydılar

Kimisi hisar oldu kimisi burç

Ulûl emre pir oldular

Şol Diyâr-ı Rum mülküne saltanatsız kuruldular

Bir Bölük âteşe girip yitti

"Kerâmet gösterip halka, suya seccade saldılar"

Anlar Diyâr-ı Rum'a bir lokma bir hırka gelûp

Anda kaldılar

Kimisi yıldız olup göye ağdı

Kimisi yağmur olup yere yağdı

Kimisi dergâh oldu kimisi yol

Tuttular Rum'u dört yana kol kol

Toprağa Diyâr-ı Rum'a bir lokma bir hırka gelûp

Enelhak'da boğuldular

Kâbe de bu cennet de bu dediler

En güzel ibadet de bu dediler

Bir buğday harmanı gibi toprağı

Yıkadılar savurdular

Gönül pazarında kavurdular

Çölde kavrulmuş inancı bir akarsu ettiler

Hakla halkı bir edüp dört yana ilettiler

Mülkü devlet

Devleti mülk bildiler

 

Anlar Diyar-ı Rum'a bir lokma bir hırka gelüp

Öyle gittiler.

.....

Cahit Tanyol

 

Doğudan Batı’ya bir sel gibi akan Alp Erenler, kendi milli kimliklerini korumakla birlikte, günün, coğrafyanın, yaşamın yeni koşullarına göre değerlerine yeni değerler eklemişler, bahçedeki güller gibi, bülbüller gibi, yaraları sarmışlar, dostluk fidelerini her gittikleri beldeye ekerek oraların tasavvufun aydınlığında manevi bakımdan gelişmesini sağlamışlardır.

 

Ehlibeyt düşüncesinden, pınarından beslenen bu büyük tasavvuf okulu erbabları, aynı zamanda çağının temel bilgi kaynaklarını halka aktararak onların hem manevi, hem dünyevi rehberleri, yol göstericileri olmuşlardır.

Üretimi ama temiz, sağlam üretimi örgütleyen esnaflığın da temel ilkelerini yüzyıllar önce kurmuş Ahi Evranların, Bacıyan-ı Rumların, Ahilerin öncülüğünde toplumsal üretimin aktarımcıları olmuşlardır.

İster Ehlibeyt soyuna dayansın, isterse onların düşüncelerini, felsefelerini benimseyip o büyük atmosferden nefeslenip, nasip almış olsunlar, onların tümü Anadolu ve Balkanları gerçek manasıyla fetheden insanlar olmuşlardır.

Gönül kırmanın en büyük günah olduğunu söyleyip, yaratılmışı severiz yaratandan ötürü diyen; yeryüzündeki tüm insanlara eşit muamele edilmesini söyleyen, çalışılıp, üretilmesini öğütleyen; tembelliğin en büyük günah ve suç olduğunu söyleyen; eline/beline/diline sahip ol anlayışısını yerleştiren; her ne olursan ol gel/ burası umutsuzluk kapısı değildir, her ne ararsan kendi ara diyen; balçık içinde bile gönül gibi olabilen bu dervişler, erenler, veliler, ozanlar, dedeler, babalar, atalar... Anadolu ve Balkanlar’ı Türk yurdu yapan, İslam’ın en yüce değerleriyle yaşamasını sağlayan bizim gerçek kimliklerimiz, sembollerimiz, inanç önderlerimizdir.

Kutsal kimlikleriyle, Türklerin zaten kutsal saydıkları Ocakların, Ehlibeyt’in soyundan gelen dedeler, mensup oldukları ocağın, soyun temsilcileri oldukları gibi aynı zamanda içinde bulundukları obaların, boyların, aşiretlerin, köylerin, beldelerinde temel şahsiyetleridir. Onların kimlikleri sadece inanç kimlikleriyle sınırlı değildir. Toplum öncülüğünde de çok önemli yerlere sahip olan dedeler, Alevi İslam’ın ve Türk kültürünün de temel taşıyıcı ve yaşatıcılarıdır.

Aynı şekilde belli bir nesep (soy) bağlılığıyla Ehlibeyt’e bağlı olmasalar da düşünce ve felsefe bakımında yine aynı şekilde atalar kültünü yaşatıp Ehlibeyt’in düsturunun varlığının sürdürülmesine katkı sağlayan Bektaşi babaları, bu büyük okulun, Türk İslam Tasavvuf Okulu’nun temsilcileri, inanç önderleridir.

Sünni İslam anlayışını benimseyenlerin çoğu da Alevi İslam anlayışını benimseyenler gibi İslam’ı kendi kültür eksenlerinde algılamış ve yaşatmışlardır. Arap ve Acem geleneksel değerleri hiçbir zaman Sünni vatandaşlarımızın da hayatını tümüyle yönlendiren ana faktör olamamıştır.

Belli bir ocağın temsilcisi olarak görev yürüten dedeler; Anadolu Aleviliği üzerinde çok büyük bir öneme sahiptirler.

Aynı şekilde Bektaşi Babaları başta Balım Sultan Erkanı’nı ve diğer erkanları ve ritüelleri uygulamada Bektaşilerin rehberleri olmuşlardır.

Mevlevi Dedeleri de büyük mutasavvıf, büyük ozan, düşünür Mevlana’nın kutsal yolunu süren inanç öncüleridir.

 

Cömertlik ve Yardım Etmede

Akarsu Gibi Ol

 

Şefkat ve Merhamette

Güneş Gibi Ol

 

Başkalarının Kusurunu Örtmede

Gece Gibi Ol

 

Hiddet ve Asabiyette

Ölü Gibi Ol

 

Tevazu ve Alçakgönüllülükte

Toprak Gibi Ol

 

Hoşgörülülükte

Deniz Gibi Ol

 

YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN,

YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!

 

Mevlana

 

Ozanlar ve aşıklar da tarihler boyunca hem toplumsal sorunları en yalın ve etkili, kalıcı bir şekilde söz ve sazlarıyla dile getiren; aynı zamanda ibadet formları içinde de ciddi yükümlülükler alan çok önemli insan tipleridir.

Bir düşünür kimliğiyle karşımıza çıkan Alevi İslam İnancı’nı benimseyen ozanların sözleri sadece birer güzel söz ürünü olmayıp, bu inancın tüm boyutlarını en benzersiz şekilde dile getiren inanç, düşün ve kültür metinleridir.

Sözün kısası dedesiz, babasız, ozansız, aşıksız, sazsız, sözsüz, şiirsiz bir Alevi İslam İnancı düşünülemez.

Çok köklü kuralların uygulandığı cem, Alevi ibadetinin temelidir. Ama Alevilik sadece cemle ve hatta ibadetle açıklanamayacak kadar derin bir  inanç, kültür, yaşam anlayışını ifade eder.

Alevilikte ibadet her şey demek değildir.

Her ne kadar ibadetin temeli de doğruluğa, dürüstlüğe dayansa, düşkünler, şaşkınlar, suçlular, ceme yani ibadete katılamasalar da; tüm sosyal yaşamı düzenleyen ana unsur sadece cem, sadece ibadet değildir.

Alevilik - Bektaşilik gerçek anlamıyla bir adam olma okuludur. İnsanı kamil olma yolunda, erenlerin izinde, Ehlibeyt katarına katılabilmek için Alevilikteki – Bektaşilikteki temel şart güzel ahlaktır.

Güzel ahlak sahibi olmayan bir kişi kesinlikle iyi bir Alevi değildir.

Aleviliğin ne olup olmadığını, tarihini, kültürünü, inanç boyutlarını elbette tahmin edersiniz ki burada anlatacak değilim. Nihayetinde bu kitap bir gezi ve izlenimler, gözlemler kitabı.

Fakat en azından şunu söylemekte büyük yarar var: kamil insan olmaya sadece dedelerin, babaların yolundan gitmekle, cemlere katılmakla, müsahip tutmakla... ulaşılamaz; gerçek bir mürşit belki de sıradan bir insandır, dağ başında kavalını çalan bir çobandır.

Gerçeğin, doğrunun, düzgünün kim olduğunu her zaman bilemeyiz. O yüzden bir Alevi – bir Bektaşi  için her insan bir can taşır. Her canlı Tanrı’nın ruhunu taşır.

İnsanın yüzüne, giysisine, rütbesine bakılarak o insan değerlendirilmez. Her canlı, her insan sırlarla doludur. O yüzden bir Aleviye, bir Bektaşiye göre adımın atıldığı hiçbir yer boş değildir. Her yer doludur. İnsandan ümit kesilmez. Dünya varlıklar alemidir. Dünyayı, yaşamı, insanı tanımayan gerçek Alevi – Bektaşi olamaz.

Ayrıca dervişlik, harabatilik, kalenderilik en güzel erdemlerdir. Dervişler kılığa, kıyafete, yemeye, içmeye önem vermeyen insanlardır.

Önemli olan bu yola gerçekten talip olmaktır.

Her Alevi bu yolun doğal bir talibi olabilir ama gerçek bir talip, aramasını, bulmasını bilen kişidir.

O yüzden aslında bu boyutta dede, baba, sıradan bir insan arasında fark yoktur.

Eğer yola gerçekten talip olamıyorsa dede dede değildir, baba baba değildir.

Alevi- Bektaşi inanç anlayışında birey çok önemlidir. Hatta birey yaşamın, dünyanın, inancın merkezindedir. İnsan olmadan hiçbir şey olmaz.

Dünyanın anlamı insanın varlığından dolayıdır.

Hayat, ağaçlar, meyveler, dağlar, üzüntü, sevinç, doğum, ölüm, yaşam... her şey insan varsa anlamlıdır. İnsanın olmadığı bir dünya, dünya değildir.

Kaderci bir hayat anlayışına sahip olmayan bir Aleviye, bir Bektaşiye göre Tanrı, yani yaratan çok uzaklarda değildir. İnsana çok yakındır. İnsandan ayrı da değildir.

Kur’an’ı Kerim bir yasaklar kitabı, bir tabu kitabı değildir. İslam’ın 5, İmam’nın da 6 şartı olduğu yönündeki görüşler Alevilere, Bektaşilere fazla bir şey ifade etmez. Aleviler-Bektaşiler bunları inkar etmezler ama İslam için yetersiz görürler.

Yeryüzünün en büyük değeri insansa, yeryüzü insanla anlam buluyorsa, insandan kopuk bir yaşam ve dinin hiçbir anlamı da yoktur.

Cehennem zebanileri Alevileri, Bektaşileri korkutmaz. Aleviler, Bektaşiler cennetteki melek ve hurilerin peşinde de değildirler.

Hayatla imanı örtüştürebilme başarısını gösteren Alevilere, Bektaşilere göre her şey ilk önce bu dünyada terazisinde tartılmalı, suçlu olanın suçu; masum olanın hakkı bu dünyada kendisine verilmelidir.

Bir gönül yıkmak, bir insana azap vermek aslında onu yapanın cehennemidir.

Bir kişiyi zordan, dardan kurtarmak, dünyayı yaşanır, insanca bir dünyaya çevirmek, yardımlaşmak, çalışmak, üretmek ve bundan mutluluk duymak işte bu cennettir.

Boz atlı Hızır gibi darda kalana ulaşmadıktan sonra; Lokman Hekim gibi yaralar sarmadıktan sonra; Pir Sultan gibi haksızlığa başkaldırmadıktan sonra; Eyüp gibi zorluklara sabretmedikten sonra; gah bulut olup göğde ağmadıktan, gah yağmur olup kuruyan topraklara, gönüllere yağmadıktan sonra; Dede Korkut gibi, Köroğlu gibi, Dadaloğlu gibi soy soylayıp, boy boylayıp haksızlık yapanın haksızlığını yanına kar koymadıktan sonra; her ne olursan ol yine gel, diyen Mevlana gibi, yetmiş iki millet bize aynı görünür, diyen Hünkar Hacı Bektaşı Veli gibi, yaratılmışı hoş görürüz yaratandan ötürü, diyen Yunus Emre gibi, hoşgörülü olmadıktan sonra; Hoca Nasrettin gibi espirileriyle aslında insanı incitmeden eğitmesini bilmedikten sonra; Hallac-ı Mansur gibi, Seyyid Nesimi gibi inancı uğruna dara çekilip, canı başı dost yoluna,  Ehlibeyt yoluna, doğruluk yoluna koymadıktan sonra  gerçek  bir Alevi, gerçek bir Bektaşi olunamaz ki!

Alevi olmak, Bektaşi olmak, Mevlevi olmak gerçekten de çok zordur. Sadece bazı şekil şartlarına bağlı olan bir olgu da değildir.

 

HER KİME KİM DERVİŞLİK BAĞIŞLANA

 

Her kime kim dervişlik bağışlana

Kalp gide pak ola gümüşlene

 

Nefsinden misk ile amber tüte

Budağından il ü şar yemişlene

 

Yaprağı dertli için derman ola

Gölgesinden çok kademler işlene

 

Aşkın gözü yaşı hem göl ola

Ayağından saz bitip kamışlana

 

Cümle şair dost bahçesi bülbülü

Yunus Emre arada dürraçlana

 

Yunus Emre

 

SEYYAH OLUP ŞU ALEMİ GEZERİM

 

Seyyah olup şu alemi gezerim

Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kendi efkarımla yar yar okur yazarım

Bir dost bulamadım gün akşam oldu

 

Bilmem amelimden yoksa özümden

Ah ettikçe kan yaş gelir gözümden

İki elim kalkmaz yar yar oldu dizimden

Bir dost bulamadım gün akşam oldu

 

Kul Himmet üstadım ummana daldım

Gelenden geçenden haberin aldım

Mecnun olup şallar yar yar geyip dolandım

Bir dost bulamadım gün akşam oldu

 

Kul Himmet

 

Kitap Hakkında

Elinizdeki kitap bir araştırma gezi notları toplamı, bütünüdür.

2002 yılı içinde Cem Vakfı öncülüğünde gerçekleştirdiğim, daha sonra devamı gelen, Anadolu İnanç Önderleri’ni yaşadıkları mekanlarda ziyaret edip görüş ve düşüncelerini almayı amaçlayan gezi izlenimleri kitabın ana yapısını oluşturmaktadı.

Tarihler boyunca her türlü zorluğa göğüs gererek çok büyük bir tarihsel görevi yerine getiren dedeler, babalar, ozanlar bugün ne haldedirler, Alevilik/Bektaşilik hakkında ne düşünüyorlar, yaşamları, hayattan beklentileri nedir? Cem, müsahiplik gibi ibadet uygulamaları hakkında ne düşünüyorlar? Dedeler, babalar; dedelik ve babalık hakkında ne düşünüyorlar? Geleceklerini nasıl görüyorlar. Atalarından, dedelerinden neler almışlar. Kimlerin yanında yetişmişler. Bölgelerindeki sosyal ve toplumsal yaşam nasıldır? Çevrelerinde inanç uygulamaları nedir? Bölgelerindeki diğer Alevi Bektaşi köyleri hangileridir? Yakınlarında türbe, yatır, anma etkinliği uygulanan özel günler var mıdır?

Birbirinden çok farklı coğrafyalarda, mekanlarda, çok farklı toplumsal yapılar arasında yaptığım bu önemli araştırma gezisi açıkcası Anadolu ve Trakya’yla gerçeklere gözümün daha fazla açılmasını sağladı.

Batı Anadolu’da yaşayan büyük Alevi/Bektaşi varlığını, Doğu’nun ihmal edilmişliğini ve büyük Alevi Ocaklarının mekanlarını ziyaret ederek insanların oralara nasıl bağlı olduklarını görmem gerçekten de çok önemliydi. Tümüyle kedi imkanlarımla çektiğim yüzlerce fotoğraf, yaklaşık iki yüz saatlik  kamara çekimleri çok önemli arşiv belgeleri niteliğindedir.

Bu gezi notları bu bölgelerle, buralarda yaşayan insanların inanç dünyaları ve dede ve babaların, ozanların görüş/düşünceleri hakkında okura ilk elden bilgi aktarılmış olacaktır.

Bu konuda yapılması gereken alan araştırmalarının artması, devletin, kurum ve kuruluşların, üniversitelerin bu çalışmaları destekleyerek hızla yok olmaya başlayan inanç ve kültürümüzün gerçek değerlerinin gün yüzüne çıkartılmasında yardımcı olunmasıdır.

Elbette bu zamanda, bu imkansızlıklarla tüm Türkiye’yi gezmem olanaksızdı.

Ben sadece gezdiğim, gördüğüm yerler hakkında notlar aldım. Onları sizlere tarafsız bir gözlemci niteliğiyle aktarıyorum.

Bu konuda Batı Anadolu Gezisinde bana en büyük yardımı sağlayan, geziyi birlikte yaptığımız Hakkı Saygı’nın, Güneydoğu Anadolu Gezisi’ni birlikte yaptığımız Cem Vakfı Adıyaman Gölbaşı Şube Başkanı Niyazi Arslan’ın, Halk Ozanı Doğan Doğancan’ın, başta bölgelerdeki Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı, Hacı Bektaşı Veli Kültür Derneği yöneticilerinin, belediye başkanlarının ve elbette hepsinden çok daha fazla bizi evlerinde, hanelerinde misafir eden, bana kuçaklarını açan dede, baba, ozan, yazarların bu çalışmamda çok önemli katkıları oldu.

Bu vesileyle tümüne içten teşekkürlerini sunuyorum.

 

Aslıma Karışıp Toprak Olunca

 

Aslıma karışıp toprak olunca

Çiçek olur mezarımı süslerim

Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar

Gökyüzünde dalgalanır seslerim

 

Ne zaman toprakla birleşir cismim

Cümle mahluk ile bir olur ismim

Ne hasudum kalır ne de bir hasmım

Eski düşmanlarım olur dostlarım

 

Evvel de topraktır sonra da adım

Geldim gittim bu sahnede oynadım

Türlü türlü tebdilata uğradım

Gahi viran şen olurdu postlarım

 

Benden ayrılınca kin ve buğuzum

Herkese güzellik gösterir yüzüm

Topraktır cesedim güneştir özüm

Hava yağmur uyandırır hislerim

 

Alimler alemi ölçer biçerler

Hamını hasını eler seçerler

Bu dünya fanidir konar göçerler

Veysel der ki gel barışak küslerim

 

Aşık Veysel

 

 

Sevgili okurlarım;

En büyük hayalimse tüm Anadolu’yu daha sonra da Aleviliğin yaşadığı tüm coğrafyaları gezip yerel araştırmalarla olayın gerçek, yaşayan boyutlarına inebilmek. Buna ömrüm vefa eder mi? Ekonomik imkanlar sağlanabilir mi? Bunu bilemiyorum. Ama çalışmalarım bundan böyle de devam edecek.

 

Sevgili Okurlarım;

Elimde gerçekten çok önemli bir arşiv birikimi olduğuna inanıyorum.

 

  • Ses, görüntü, fotoğraf, eski yazma eserler, belgeler, icazetnameler, fermanlar, ilamlar, secereler, bir büyük merkezde Aleviler adına toplanmalıdır.

  • Tüm dünyada Alevilik’le, Bektaşilik’le ilgili yayınlanan her şey, ama her şey bir ana merkezde toplanmalıdır.

  • Gerçek bilim adamlarından oluşacak bir Alevi enstitüsü kurulmalı, burada bilimsel araştırmalar yapılıp, bilimsel içerikli kitaplar yayınlanmalıdır.

  • Alevi -  Bektaşi kurumları arasındaki ayrımlar giderilmeli, ortak bir hedef belirlenip, o ortak hedefte tüm Aleviler/Bektaşiler ilerlemelidir. Alevi kurumlarının başına dürüst, çalışkan, bilgili insanlar getirilmelidir.

  • Cemevleri yasal bir statüye kavuşturulmalı, cemevlerinin yönetim anlayışı kanunlar çerçevesinde belirlenmelidir.

  • Dedelik kurumu yeniden yapılandırılmalı, dedeler belli bir kültürel eğitimden geçirilmelidir.

  • Devletle yapılan görüşmeler sağlıklı bir zemine oturtularak, tüm bu işler devlet bünyesinde ve devlet bütçesiyle sağlıklı, Alevi törelerine uygun bir şekilde yapılmalıdır.

  • Tüm dünyadaki Alevilere hitap edecek bir Radyo istasyonu, dergi, gazete yayınlanmalıdır.

  • Tüm Türkiye ve dünyadaki Alevilere hitap eden bir televizyon istasyonu kurulmalıdır.

 

Yapılması gerekenler çok daha fazladır.

 

Sevgili Okurlarım;

Bu kitabın sizlere ulaşmasındaki katkılarından dolayı sevgili; Deniz Ünal’a, Mehmet Kaygusuz’a, şiir ve yazılarını kullanarak kitabın daha da zenginleşmesini sağladığım değerli dede, baba, ozan, şair ve yazarlara; teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Dünya insanlığının mutluluğuna; Güzel Türkiyemizin birlik ve beraberliğine; Alevilik araştırmacığına denizde bir damla misali bir katkım olabilirse kendimi mutlu hissedeceğim. Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Yeni çalışmalarda buluşmak dileğiyle.

Hoşçakalın.

Ayhan Aydın

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008