Tekirdağ’a Gezi, Lüleburgaz’da “Balkanlar’da ve Trakya’da Alevilik-Bektaşilik” Paneli, Ali Ekber Çiçek’le Tarihi Bir Söyleşi (Aralık 2005)

Tekirdağ’a Gezi,

Lüleburgaz’da

“Balkanlar’da ve Trakya’da Alevilik-Bektaşilik” Paneli,

Ali Ekber Çiçek’le Tarihi Bir Söyleşi

(Aralık 2005)

AYHAN AYDIN

 

3 Aralık 2005, cumartesi günü CEM Vakfı Lüleburgaz Şubesi tarafından düzenlenecek “Balkanlar’da ve Trakya’da Alevilik/Bektaşilik” isimli panele katılmak için evden biraz “erken” ayrıldım. Belki bu tip erken ayrılmalar, ve “yatıya gitmelerim” başlı başına bir yazı veya kitap konusu.

1 Aralık, Bakırköy’de Cem

1 Aralık’ta geçtiğimiz günlerde birlikte olduğum Nevzat Demirtaş’ın yine çok önemli bir hizmeti var; Geçtiğimiz sene baba postuna oturan Abidin Harman eşi Fatma Anasultan’la birlikte yıllık görgüden geçecekler.

Kendilerinden izin alarak, tez zamanda tanışıp kaynaştığımız ve çalışmalarından çok yararlandığımız Bilken Üniversitesi Doktora Öğrencisi ve Araştırmacı Rıza Yıldırım’la cemlerini izleyip izleyemeyeceğimizi soruyorum. Yanıt olumlu.

CEM Vakfı Bakırköy Kültür ve Cemevi’nde Abidin Baba’nın daha önce talibi olduğu ve vefatıyla onun yerine baba seçilen Abdullah Baba’nın canlarının ve dolayısıyla şimdi Abidin Harman Baba’nın talipleri olan canların katıldıkları ceme dahil oluyoruz. Bu arada Abdullah Baba’nın eşi Hatice Anasultan diğer canlardan ayrı olarak, hizmette Abidin Baba ve Fatma Anasultan’la birlikte görgüden geçiyor.

“Akşam Kılması” yapıldıktan sonra, okunan dualar ve niyazların, talip canlara, erkeğiyle/kadınıyla hazır bulunan cem erenlerine “ayini cem kardeşleri bu canlar sizlerden razılık istiyorlar” diyerek, “Abidin Harman ve Fatma Harman Anasultan ve onun ardından Hatice Anasultan’dan razı olup/olmadıkları” soruluyor. “Eyvallah!” nidalarıyla ondan razı olduklarını, onların iyiliklerini, güzelliklerini gördüklerini söylüyorlar. Ama asıl önemli olan nokta ise Nevzat Dede’nin bizzat onların kendilerine sordukları soruda saklı: “Erenler, canlar sizi iyi gördüler, güzel gördüler. Sizi sizden aldım, size verdim,  asl’olan kişinin kendisini ölçmesidir. Sizi size soruyorum. Davanızda ikrar kadim misiniz? Belki onlar sizin her şeyinizi bilemeyebilirler. Ama siz sizi iyi bilirsizin. Özünüyle, kalbinizle  şu cemaatin önünde kul kusursuz olmaz, bir kusursuz varsa o da Allah’tır,  kusur bir işlemediğinize yemin eder misiniz? Asıl şimdi Hakk karşısındasınız, mürşit önündesiniz, siz kendinizi nasıl biliyorsunuz?” diye sorar.

İşte Aleviliğin/Bektaşiliğin erdeminin ortaya çıktığı anlar. Kişi artık şu veya bu kişi benim hakkında iyi düşünüyor yanılgısından çıkıyor. Özüyle gerçeğe yöneliyor. Gerçekten insanlığa, Alevi/Bektaşi İslam inancının değerlerine ters gelecek bir şey yaptı mı? Eğer yaptıysa bunu içtenlikle dile getirecek hiç kimsenin tesiri altında kalmadan. Eğer kusuru yoksa zaten sorun yok. İşte her şey o anlarda gizli. Bir çocuk kadar masum olan kişi orada gerçeği söyleyecektir.

Bu sefer de Abidin Baba, Fatma Anasultan ve sonra da Hatice Anasultan “eyvallah!” diyerek yeminlerinde, ikrarlarında sabit olduklarını, kusur işlemediklerini teyit edeceklerdi.

Bu böyle devam ediyor. Canlarla tekrar niyazlaşmalar, dualar…

Bizler de cemin coşkusunda cem’oluyoruz. O gece günümüz önemli inanç önderlerinden Fethi Erdoğan Dede’nin misafiri oluyoruz, Rıza Yıldırım’la. Rıza dost tam bir sohbet ehli. Yaşayan Aleviliği, Bektaşiliği bu geleneği bizzat yaşatanlardan dinlemek istiyor.  Uzun bir sohbetle Fethi Dede’nin birikimlerini dinliyor. Sabah erkenden bizleri Garipdede Türbesi önünden Abidin Harman Baba alıyor, birlikte kahvaltı yapmak için Nevzat Dede, Nadire Ana’nın bulundukları eşi Fatma Anasultan’ın annesinin evine götürüyor. Orada yine sohbetler açılıyor.  Fethi Dede ve Rıza dostu uğurladıktan sonra ben Nevzat Dede/Nadire Ana’yla kalıyorum ve bir başka canın evine gidiyoruz. Burada da gün boyu devam eden sohbetlere katılma şansını yakalıyorum. 

O gece Abidin Baba’ya misafir olduktan sonra Sayın Mehmet Şilli Baba’da kalmak ve birlikte etkinliğe katılmak üzere Tekirdağ’a hareket ediyorum.

 

Tekirdağ

2 Aralık 2005, Namık Kemal Evi, Mehmez Serez

Tekirdağ İstanbul’a o kadar yakın ki, günübirlik bir geziyle İstanbul’lular neler göreceklerini bilseler inanıyorum ki, buraya akın ederler. Sahili, doğal ve tarihsel dokusuyla bir turizm beldesi olan Tekirdağ’da benim en çok ilgimi çeken mekan Namık Kemal Evi (Müzesi) oldu. Düşün ve edebiyat dünyamızın çok önemli ismi Namık Kemal’i bulmak istiyorsanız onu yaşatan bu müzeye gelmeniz gerekiyor. Gerçek bir başarı ürünü olan bu yer, tarihin ve yörenin kültürel rengini,  temiz kokularını saçıyor.

Yörenin kültür ve tarih dokusunu en iyi bilenlerden ve bu müzenin oluşturulmasında da çok emeği olan Halkbilimci Mehmet Serez ile karşılaşmak ve tanışmak da benim için büyük bir kazanç oldu. Aynı gün ve bir sonraki gün kendi bürosunda detaylı bir söyleşi yaptığım Serez aslında oldukça önemli bir isim. Kendisi Balkanlar’a gitmiş, oranın kültür dokusunu incelemiş birisi. Ayrıca Bektaşileri de sevdiğini söyleyen Serez, Tekirdağ’da önemli bir Bektaşi varlığından bahsediyor. Hatta Tekirdağ’da zamanında önemli Bektaşi türbelerinin de bulunduğunu söyleyen Serez, bir kısım Bektaşi mezar taşının eski, şehir mezarlığına kaldırıldığını birçoğunun ise ilgisizlikten yok olduğunu belirtiyor.

Gerçekten yörenin yaşayan en önemli simalarından birisi olan Serez ilerlemiş yaşına rağmen gerçek anlamda bir delikanlı sıcaklığı ve sempatisiyle dünyaya bakıyor. Yaşam fışkırıyor meraklı, sevgi dolu gözlerinden. Çok yönlü bir kültür insanı olan Mehmet Serez Tekirdağ’ın kültür elçilerinden birisi aslında.

İsterseniz biraz onu tanıyalım: 1929
Tekirdağ’da doğdu. Namık Kemal ilk ve orta okullarından sonra, İstanbul ve Haydarpaşa Liselerinde okudu. 1946’da Tekirdağ Halkevinde dernek çalışmalarına başladı.Tiyatro ve Sportif konularda hizmet verdi. 1950 yılından itibaren Tekirdağ’da muhtelif derneklerde başkanlık yapan Serez’in bugüne kadar 23 eseri yayımlandı.
1961 yılında Tekirdağ Turizm Derneği’ni kurdu, ayrıca o devrin tek güzelleştirme derneği olan Değirmenaltı Turizm Derneği’ni kurdu. 1963’te Tekirdağ Namık Kemal İl Halk Kütüphanesi Yaptırma Derneği ile Namık Kemal İl Halk Ve Çocuk Kütüphanesi’ni kurdu.
1963’de kiraz cümbüşü ile başlatılan Kiraz festivali 1964’te resmen şenliklere dönüştü. 33 yıldan beri devam ediyor. Festivalin üç kurucusundan biridir.
1967’de Namık Kemal Etnografya Müzesi’ni dernek olarak kurdu.
1963’ten 1971’e kadar Tekirdağ şafak gazetesinde Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı.
Şafak Gazetesi’nde yayınlanan: Yavru Vatan Kıbrıs, Mehmet Akif Ersoy, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Ziya Gökalp, Namık Kemal, Yahya Kemal, Mareşal Fevzi çakmak, Kazım Karabekir incelemeleri ve turizm ile ilgili çalışmaları devam etti.
1981’e kadar Tekirdağ Yeni İnan Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. 1983’te tarihte Türk Macar münasebetleri Rakoczi Ferenc ve Kelemen Mikes kitabı yayınlandı. Bu yayımdan dolayı Macar Kültür Bakanlığının Kültür Madalyası’nı kazandı.
1990’da Macar Kültür Bakanlığının daveti üzerine Budapeşte’de Uluslararası Kelemen Mikes konferansına davet edildi. Rakoczi Ferenc ve 18. Y.Y.’da Tekirdağ konulu konferansı dia gösterisi ile sundu.
Tekirdağ Camileri, Tekirdağ Çeşmeleri, Tekirdağ Fotoğrafları, Atatürk Fotoğrafları, Basında Atatürk Sergileri, Tekirdağ Evleri ve Namık Kemal ile ilgili 8 sergi açtı. Turizm Derneği ve Türk Kütüphaneciler Derneği Başkanlığı yaptı. 1991’den 1995’e kadar Turizm Derneği Başkanlığı yapan Mehmet Serez, ev hanımları arasında yapılan yemek yarışmalarını resmileştirerek, Tekirdağ Turizm İl Müdürlüğü, Halk Eğitim Başkanlığı, Turizm Derneği müşterek olarak devam ettirmektedir.
Tekirdağ folkloru ve Tekirdağ tarihi ile ilgili kitapları yayına hazır olan Mehmet Serez’i son eseri İl Turizm Müdürlüğü ve Tekirdağ Valiliği ile ortak çalışma sonucu yayınladığı Tekirdağ ve çevresi mutfağı eseridir.
Son eseri üç yıl içinde Tekirdağ turizmine büyük katkı sağlayan ve 60.000.000 yerli ve yabancı turistin gezdiği NAMIK KEMAL EVİ’dir.
Halen Namık Kemal Derneği başkanıdır.
Eserlerinden bazıları:Yavru Vatan Kıbrıs inceleme Şafak 1964, Mehmet Akif Ersoy inceleme Şafak 1968, Kahraman Maraş Kendini Kurtaran şehir inceleme Yeni İnan 1982, Tekirdağ inceleme Valilik Yayınları 1988, Mukaddes Topraklarda Hatırat Yeni İnan 1990, Tarihte Türk – Macar ilişkileri II. Rakoczi Frenc ve Mikes Kelemen inceleme Valilik Yayınları 2001 vb.

Ben derbeder bir şekilde kenti kendi başıma arşınlarken şaşırtıcı bir sıcak havanın lütfünden yararlanıyorum. Bir an Kadıköy’de hissediyorum kendimi. Ama bence burası daha başka güzel. Kıyı boyu, rıhtım boyu tarihi konakları izleyerek birkaç saatimi martılarla geçiriyorum.

Buraya gelip enfes Tekirdağ köftesini yememek olur mu, hem de bir de güzel işkembe, çatır çatır ekmekler, derken kendimi ara bir sokakta bir sahafın önünde buluyorum. Kitapları karıştırırken, Bulgaristan’la ilgili birkaç kitap alıp dönerken tam da karşımda görmeyi aklımdan geçirdiğim Mehmet Tirkayi Baba’yla karşılaşmam mı? Bu tip şeyler gerçi bana bazen oluyor, birçok insan gibi birilerini aklımdan geçirince bazen karşı karşıya geliveriyoruz aklımdan geçirdiğim dostlarla. Hoş beşten sonra birkaç ziyareti tamamlamak üzere birlikte hareket ediyoruz.

 

Çoban Baba Türbesi, Sarı Kız Türbesi

Mehmet Tiryaki Baba'yla Tekirdağ merkeze bağlı ve Kılavuzlu Köyü’ne giderken içinden geçilen ve bir dönem Bektaşi olduğu söylenen Kayı Köyü yakınlarındaki Çoban Baba Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Bir tarla içinde kalan ve birkaç yıl içinde yeni yapıldığı görülen bir bina içindeki mütevazı türbede Mehmet Tiryaki Baba’nın okuduğu duaları kaydediyorum.

Daha sonra Tekirdağ merkezde  bulunan Sarı Kız Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Aydın Oy’un verdiği bilgiye göre ise; Tekirdağ’ın Şabanoğlu semtinde yatırı bulunan Sarıkız ise gelin olmak üzere iken ölen bir genç kızdır. Birisinin rüyasına girerek kabrinin yapılmasını sağlayan Sarıkız, şimdi adak ve dilek yeridir. Adaklarını yerine getiremeyenleri cezalandırdığına da inanılmaktadır.

Bir okulun bahçe duvarının dibinde kalan türbede mum yakıldığı görülüyor.

Gün akşam olunca Mehmet Şilli Baba’ya gidiyorum. Onunla zevkli bir söyleşi yapıyorum.

 

Mehmet Tiryaki Baba

 

1956 yılında Tekirdağ Kılavuzlu Köyü’nde doğmuşum. 1987 yılında Halifebaba Cafer Tuncay’dan nasip aldım. 1998 yılında Halifebaba Fehmi Tuncay’dan dervişlik hırkasını giydim. 19 Ekim 2003’de Halifebaba Fehmi Tuncay’dan babalık postuna oturdum.

Ben bilindiği gibi çevrede sevilen inanç önderlerinden Bektaşi kolunun temsilcilerinden Halil Tiryaki Halifebaba’nın oğluyum.

Ben ilkokul mezunuyum. Şu anda çalışıyorum. Yola gücümüz oranında hizmet etmeye çalışıyorum. Bu yolda hizmette karşılık beklenmez. Devamlı verici olacaksın.

Bektaşilik Kuran’a dayalı bir yaşam biçimidir. Bektaşiler insana yaşayan bir Kuran gözüyle bakarlar. Bizler Babagan Bektaşi kolu olarak Dedebaba bağlıyız. Şu anda da bizlerin dedebaba olarak örnek aldığımız bağlandığımız kişi ise Dedebaba Ali Haydar Ercan’dır.

 

Mehmet Şilli Baba’yla birçok konuda sohbet ediyoruz. Yolun aydınlığı kadar kendi aydınlığını da Bektaşiliğe aktarmak isteyen Şilli Baba gerçek bir aydın. Sürekli okuyan ve araştıran Mehmet Şilli tekniği de iyi biliyor. Bilgisayarını yanından ayırmayan Baba, kaset, cd. Vs. her türden teknik veriyle gelişmeleri takip ediyor. Kendisinin en önemli özelliklerinden birisi de Alevilik ve Bektaşilik arasında sanki çok büyük ciddi farklılıklar varmışcasına bu iki büyük inanç kurumunun birbirinden uzak tutulmasına karşın, dedelerin, babaların tanışıp kaynaşması isteyen; varsa sorunlar, sorular buluşup bunları halletmekten yana olan bir Bektaşi babası olması. Erkanlarda farklılıklar olabilir, ibadet şeklinde, algılayışında, sosyal yaşamda farklılıkların olması çok doğaldır, diyen Mehmet Şilli Baba en büyük hatanın insanların konuşmadan, tanışmadan birbirleri hakkında hüküm yürütmeleri olduğunu vurgularken, Aleviliğin de Bektaşiliğin de aynı değerler üzerine yükseldiğini, Bektaşilik içinde de farklı yorumların olmasının da yine doğal olduğunu aradaki soğuklukların ve yanlış anlamaların zamanla ortadan kalkacağını söylüyor.

Sabah ise Refik Engin’i alarak Lüleburgaz’a doğru hareket ediyoruz.

 

3 Aralık 2005

Kent merkezindeki CEM Vakfı Lüleburgaz Şubesi’ni ziyaret ediyoruz. Burada dostlarla sohbet edip hasret giderdikten sonra panelin yapılacağı yere hareket ediyoruz.

Şube başkanı Sayın Av. İlhan Durmuş ve arkadaşlarının organize ettiği ve Prof. Dr. Necdet Tekin Gençlik Merkezi Salonu’nda yapılan panele oldukça büyük ilgi var. Bu konulara biraz ilgisiz kalan Trakyalı dostlarımız bugünkü etkinliğe ilgi gösteriyorlar. “Balkanlar’da ve Trakya’da Alevilik-Bektaşilik” konulu panele konuşmacı olarak katılan Hakkı Saygı Baba, Refik Engin ve Mehmet Şilli Baba doyurucu konuşmalarıyla ilgi topluyorlar. Her üç konuşmacı da konuyla ilgili dinleyenlere detaylı bilgiler veriyorlar. Panel aslında Hasan Yıldız Halifebaba’nın çerağ uyarmasıyla başlıyor ve sahnede toplantıya katılan babaların yan yana oturup birer cümleyle halkı selamlamalarıyla nihayetleniyor. Ayrıca sazlar ve nefesler ile zenginleşen panel dostluk köprülerinin pekişmesine katkıda bulunuyor.

Akşam Mehmet Şilli Baba bizleri Kılavuzlu Köyü’ne bırakıyor.

 

4 Aralık 2005

Uzun zamandır aklımda olan bir görüşmeyi gerçekleştiriyorum. Daha önce birkaç söyleşi yapsam da, yöreyle ilgili en geniş araştırmaları yapan isimlerden Refik Engin’le çok detaylı bir görüşme için Tekirdağ Kılavuzlu Köyü’ne hareket ediyorum. 4 Aralıkta yaklaşık 8 saatlik tarihi bir söyleşiyle Refik Engin’in tüm Yaşamı, Çalışmaları, Kitapları, Amucalar, Kızıldeli, Trakya, Bektaşilik, Balkanlar ve diğer birçok konuda çok uzun bir söyleşi yapıyorum.

 

5 Aralık 2005

Balıkesir

Ali Ekber Çiçek

Tekirdağ merkezden ayrılırken şimdi gidecek çok önemli bir hedefim var. Hedef Türk halk müziğinin ve Alevi deyişlerinin büyük usta yorumcusu Ali Ekber Çiçek’e kavuşmak için Balıkesir’e gitmek.

İçimde gerçek anlamıyla bambaşka duygular uyanarak büyük ustaya doğru yola koyuluyorum. Bu yola koyuluş denizlerin denizlere kavuşması gibi bir şey. Yüreğimdeki binlerce deyiş ve türküyle yolları geçiyorum. İçin için ağlıyorum, için için yüreğim burkuluyor. Biliyorum ki o şimdi hasta yatağında yatarken, başındaki sazına bakarken belki hüzünle bakıyor çevreye. Ben de Çanakkale’ye, Çanakkale Boğazına giderken Gelibolu’yu kat ederken bir yandan da yine erenlerin uğultularıyla çınlayan kulağımda aynı zamanda Ali Ekber Çiçek’in sesiyle dolan ruhum da duygu patlamaları yaşıyorum. Evet burasını da fazla gezmemiştim, burayı da çok iyi bilmiyorum diyorum kendi kendime. Horasan/Rum Erenleri Balkanlar’a ilkin buralardan geçmemiş miydiler? Balkanlar ilkin buradan geçen alp erenlerin sayesinde feth’edilmemiş miydi? Evronos Paşalar, Seyyid Ali Sultanlar, Ece Sultanlar bu boğazı geçip, kaleleri ve gönülleri fethederek ilerlememiş miydiler? Onların ayaklarını bastıkları topraklardan geçerken gerçekten ama gerçekten içim titredi, bir başka hüzün ve coşku sardı beni.

Bir büyük dosta, bir büyük ustaya gidiş vardı serde. Bir büyük yürekle bulaşma vardı. Ne mutluluk verici bir duygu. Beni eşiyle bekler buldum evinin yakınlarında. Oldukça zayıflamış olan yüzünün üstündeki zaten her zaman çekingen bakan gözlerinde sevinç kıvılcımlarını yakalamıştım ya, ne gam. Gerisi boş. Yaşam vardı, bu gözlerde, hayat halen delicesine fışkırıyordu.

Zeytin ağaçları arasında yol alıp evine doğru ilerlerken imanım diyordu, canım diyordu. Bağlamanın büyük ustası, büyük bir yürekle yan yanaydım, baş başaydım artık. Ne olursa konuşabilecektim. Kendisinin de diyeceği çok şeyi varmış ki eve girer girmez sohbete başladık. Rahat olmasını rica ettim, kendisini nasıl rahat hissediyorsa öyle davranmasını, öyle giyinmesini istedim. Her tarafı resimlerle süslü duvarlarından ışık yayılan evinde, şöminesinden çıkan odun ateşinin önünde Anadolu’nun büyülüğü sandığını açtı büyük usta. Saza sevdalanmasını, ödediği bedelleri, hayatın sırtına bindirdiği yükleri ve onulmaz sevdayla bağlı olduğu sanatını, sazını, müziğini, TRT.’sini, Anadolu insanını bir bir anlattı. Yine şöminenin önünde ölümsüz sesiyle bağlamasına sarılarak “haydar haydarı” çaldı bana.

 

6 Aralık 2005

Ertesi gün ise daha sabah kahvaltısında başladı sohbet, söyleşi. Yüzlerce siyah beyaz fotoğrafta anılar canlandı arka arkaya. O haliyle kamerama aldım, görüntülerini yani tüm doğallığıyla. Aslında gerçekten de hayli söyleyecek derdi vardı, hayli sitemi vardı. Ali Ekber Çiçek fazla konuşmaz, bu işlere pek girmek istemez, pek de bir şeyi takip etmiyor diye söylenirdi. Ama o çok şeyi bilenlerden de çok şey biliyor, birçok şeyi de gerçeğiyle görüyordu.

Kendini akıllı sanan cahiller yanında kamil insanların sessiz kalıp çok konuşmamaları ne da yanlış yorumlanır ülkemizde. Ali Ekber Çiçek dünya hakkında, Türkiye hakkında, Aleviler hakkında gerçekten de düşünen bir değerimizdi. Olup biteni çok iyi takip ediyor, olumludan, insandan yana güzel gelişmeler karşısında çok seviniyordu.

Sadece son söyleşimizde değil, kendisiyle görüşmelerimizde edindiğim izlenime göre son derece duygusal bir yapısı olan Ali Ekber Çiçek,  nadandan incinen, derin ve çok büyük bir ruha sahipti.

Üç dört saatlik söyleşi ve sohbetimizden sonra hep birlikte Tahtakuşlar Köyü’ne hareket ettik. Bizleri Ali Beykudar ve ailesi karşıladı. Bizlerle çok yakından ilgilenen Beykudar Ailesi’nin Ali Ekber Çiçek’i çok sevdikleri anlaşılıyordu. Sadece onlar mı? Tüm yöre insanı onu bağrına basmıştı. Kendilerinin ayrılmaz bir parçası olarak gördükleri büyük ustaya benzer bir şekilde bağlanan Tahtacılar Ali Ekber Çiçek’i ve eşi Can Hanım’ı yalnız bırakmıyorlardı. Daha sonra hep birlikte geri döndük.

Ben İstanbul’a hareket ederken bir yanımı da orada bırakıp giderken bir büyük ruhun varlığıyla onurlanan Balıkesir’in, Tahtakuşlar’ın ölümsüz ışıklara bezendiğini hissediyordum.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile