ORDU
ORDU
AYHAN AYDIN
Temmuz 2002
Eskiden beri yoğun bir Alevi varlığını duyduğum Ordu’yu ziyaretim benim için ayrı bir önem taşıyor. Çünkü burada kısmen bilgi sahibi olduğum Güvenç Abdal Ocağı dedeleriyle söyleşi yapmayı planlıyorum. Ünye Erenyurt Şerefiye Mahallesi’nde cemin yapılacağı ve misafir olacağımız evde ilk önce oradaki canlarla sohbet ediyorum; fındık bahçelerinin ve benzersiz bir tabiatın içinde bulunan evin balkonunda. Ali İhsan Aksu (65) ve Remzi Akın (47) bizi aralarında görmekten duydukları mutluluğu anlattıktan sonra, zaman zaman da eski cemleri ve dedeleri andıkça gözleri dolarak bilgilerini benimle paylaşıyorlar. Terme’de Sivaslılar Köyü varmış, Alevi olarak. Ünye’de; Göbü Nalcı 800 haneymiş, Gölevi 50/60 haneymiş, Üçpınar 300 haneymiş, Ballık 350 haneymiş, o anda bulunduğumuz Erenyurt Beldesinde farklı mahallelerde Aleviler varmış, Sarıhalil Köyü 100 hane Alevi varmış. Fatsa’da; Bolaman, Akkaya (300 hane), Oluklu Köyü Sanıç Mahallesi’nde (25 hane), Abazdağı (50/100 hane) varmış. Gürgentepe İlçesi Işıktepe Nahiyesi’nin hepsi Aleviymiş.
Ordu Erenyurt’ta Musahiplik Kavli
Tunceli’de Anadolu İnanç Önderleri Toplantısıyla ilgili yerel araştırmalarımızı sürdürürken Ali Rıza Uğurlu’yla beraber Ordu’ya uzanıyoruz. Öyle bir yolculuk yapıyorum ki baş döndürücü. Tunceli’den Erzincan’a; Erzincan’dan Gümüşhane’ye; Gümüşhane’den Ordu’ya... Yollar bizi dağlardan vadilere; platolara; uçurumlara, tünellere bağlıyor. Daha önce Gümüşhane/Trabzon yolu üzerinden gitmiştim Karadeniz’e. Şimdi ise Kürtün üzerinden aşıyorum, hem de belki de Türkiye’nin en derin vadilerinden birisine yapılmakta olan barajlarından birisinin heybetinin yanından geçiyorum. Bir bölümü bitmiş olacak ki, çalışmalar devam ediyor ama ne çalışma... Aynı anda yüzlerce araçla yapılan büyük yapımlar...
Nihayetinde Tunceli’nin çıplak dağlarından sonra, her tarafın yeşile batmış olduğu Karadeniz kıyıları... Ama İstanbul’u hatırlatan nem, sıcak, boğucu hava...
Yola, inanca ölesiye bağlı Seyit Ali Aksu (Hanımı Şeker Aksu) ile Remzi Akın (Eşi Dudu Akın)’ın musahiplik töreni, cemi, kavli olacak Gürgentepe, Ünye, Fatsa’ya da yakın, Fatsa kıyı merkezinden 20 km. içerde Erenyurt Beldesi’nde.
Bizi karşılayan Seyit Ali Aksu’nun oğlu Ceyhan Aksu’yla beraber kilometreler boyunca fındık bahçeleri içinde ilerleyerek, masal diyarlarındaymışız izlenimini veren yeşil tepeler üzerinde olan mahalleye ulaşıyoruz.
Civarda çok ama çok sevildiği anlaşılan Seyit Ali Amca bizi yüreğindeki en temiz duygularla sarıp sarmalıyor. Canlar bizi bekliyorlarmış, hoş sohbetler açılıyor. Hele hele Musahiplik cemine bölgedeki Güvenç Abdal Dedelerinden birçoğunun iştirak edeceğini öğrenmem benim heyecanımı arttırıyor. Öyle ya hem söyleşi, hem sohbet, hem cem, hem saz, hem söz, hem kurban, nefes, düvaz.... Dünyanın en büyük lezzetleri...
Birgün sonra dedeler gelmeye başlıyorlar, farklı bölgelerden... O akşam ceme Kanayim Dede, Alişan Göktepe, Niyazi Göktepe, Dursun Ali Göktepe, Cemal Göktepe, Celal Çelebi, Doğan Çelebi, Şükrü Karakoyun dedeler katılıyorlar. Bunlardan bir kısmıyla gündüz söyleşiler yapıyorum. Detaylı bilgiler derliyorum; yöreyle ilgili, bölgedeki Alevi varlığı, Güvenç Abdal dedelerinin cem, Alevilik konularındaki bilgilerini toparlıyorum. Ama en az bu kadar önemli olmak üzere cemi izleyip, kameraya alıyorum, fotoğraflıyorum.
Öyle bir atmosfer doğuyor ki burada, kelimelerle anlatılamaz bu gerçekten de.
Kurbanlar, ela gözlü, süslü, güzel koçlar meydana getirildi. Sazlarla duaları verildi. Cemaata, musahip olacak çiftlerden ağrınmış, incinmiş, kul hakkı olan, var mı? diye soruldu. Haklar helal ettirildi. Cemiyet karşısında çocukları da yanlarında olmak koşuluyla dedeler huzurunda özler dara çekildi. Dualarla, sırtları sıvazlanan koçlar tığlanmaya götürüldü. Kurbanlar tığlana görsün müthiş lezzetli ve yöreye has yemekler yenildi. Sonra ceme başlandı. Dedelerin avazlı sesleri, sazları, deyiş ve duvazlarıyla coşa gelen canlar, Allah, Allah, Allah, ya Allah, ya Muhammed, ya Ali nidalarıyla ortağı inlettiler. Kendinden geçip esriyen Ordulu Aleviler meydana serilen “alaca kilim” üstünde duasını alan rehber, gözcünün yönetiminde gerçekleştirilen hizmetlerden, İmam Hüseyin için ayakta duvazlar söyledikten sonra, semahlarını döndüler. Hubyar ve Şiran Semahlarını aşkla dönen canlar, coştukça coştular. Cemden sonra ise musahiplik kurbanının lokmaları dağıtıldı.
Daha sonra ise bir sene önce yine aynı dedeler tarafından birbirlerini sınamak için musahip olma kararını açıklayan canların hizmetleri görüldü. Alişan Göktepe Dede; dört canı bir baş etti. Şerbet içip, musahiplik kurbanının etinden yiyen dört can bir çarşaf içinde bir beden oldular. Alişan Göktepe yine dualarla, hayırlarla, musahipliğin nasıl bir kardeşlik ve birlik yolu olduğunu söyledi. Her türlü dar ve zor günde birbirinin yardıma koşan musahiplerin gerçek dünya ve ahret kardeşi olduklarını söyleyen Alişan Dede, ömür boyu bu kardeşliğin sürmesi dileğiyle musahiplik ritüellerini uygulayarak musahiplik kavlini kıldı. Gün sabaha yakın... Sohbetler gece boyu sürdü. Dostuluk, barış, kardeşlik, esenlik duygularıyla dolu bir ibadet günü daha geride kaldı. Uzaklardan gelen canlar teker teker hanelerine döndüler... Geride Aleviliğin en önemli ibadet kurumlarından birisi olan musahipliği günümüzde yurdumuzun her tarafında olduğu gibi Ordu’da da yaşatan canların sevinçleri, mutlulukları kaldı...
Dedelerle yaptığım söyleşilerin özetini gelecek sayılarda sizlere aktaracağım. (Ayhan Aydın, Cem Dergisi, Ağustos 2002)
Dedelerle Söyleşiler
Güvenç Abdal Ocağı özellikle Ordu ve çevresinde etkin bir ocak. Ama sınırları Karadeniz’le sınırlı değil. Cem uygulamalarında en azından dedeler arasında ciddi görüş ayrılıkları yok. En azından ben yukardaki cemde çok büyük bir uyum gördüm. Tüm dedeler bir uyumda, tüm ritüelleri ortak uygulayabiliyorlar. Görüş ve düşünceleri de birbirine çok benzer. Onlar kendileri arasındaki hiyerarşi problemini de kısmen zaten aşmışlar. Belli konularda aralarında anlaşma zeminleri oluşmuş durumda.
Alişan Göktepe, (Güvenç Abdal), (1937)
Başımız Pir Hünkar Hacı Bektaşı Veli’ye bağlıdır diyen dede görüşlerini şöyle özetliyor: Ben yetim büyüdüm. Babam ben 9 günlükken ölmüş. Eskiden insanlar daha sıcak, birbirlerine değer veren insanlardı. Biz cemi cemati hiç bırakmadık. Hızır, Muharrem, Görgü en önemli günlerdir. Musahiplik şarttır bizde.
Cemal Göktepe, (Güvenç Abdal), (1954)
İki kız, iki erkek dört çocuğum var diyen dede, çok uzun zamanlardan beri cemin cematin içinde olduğunu ve ölene kadar da bu yolu süreceklerini söyleyerek görüşlerini şöyle aktarıyor: En genç abdal olan Güvenç Abdal’ın üç oğlu olmuş Hıdır, Ali ve Veli isimlerinde. İşte bizler Hıdır’ın evlatlarıyız. Yani Sarıdervişoğulları’nın evlatlarıyız. Ben ilkokul mezunuyum. Bizler saza çok fazla önem veririz. Cemler aşıkla başlar, cem içinde aşığın çok önemi vardır. Ben otuz yıldan fazladır sazımla, sözümle, gücüm ve kuvvetimle bu işin içindeyim. Bizim yolumuz Hakk, Muhammed Ali yoludur; doğruluk, dürüstlük, erdem yoludur. Bizler Hünkar Hacı Bektaşı Veli’ye bağlıyız. Bizler Pençe-i Ali Abalı’yız. Dedeler bizde gençlere kendine bir eş bul derler. Bu eş bulma hem hayat arkadaşı, hem de musahip kardeşidir. 15 yaşındaki bir delikanlı kendine bir yol kardeşi ayarlayınca onunla bir iki sene içinde iyice arkadaş olup; musahip olup olamayacaklarını kararlaştırırlar. Eğer evlilikten sonra eşler de anlaşırsalar bu gençler müsahip olurlar. Daha sonra görgüler başlar. Yılda bir kez görgü yapılır. Görgüden önce küskünler barıştırılır. Ana baba, komşu hakkı sorulur ilkin. 200-300 kişi birleşip bir kurban keserler. Buna 12 İmam Kurbanı denir. Daha sonra görgüler başlar. Herkes senede bir kez dedesine görünmek zorundadır. Herkes kendi evinde cem yapar. Musahiplikte ise cemde büyüğün evi tercih edilir. Müsahiplikte ayrı kurban kesmek gerekir. Kişiler senede bir görülürler ama musahiplik başkadır. Dört canın musahip olmalarının cemi, kurbanı, duası başkadır. Diğer cemlerle karıştırılmamalıdır.
Görgüde insanların birbirinden razı olup olmadığı sorulur. Duruma göre Ceza verilir. Buna tercüman denir. Tercümanda sayı önemlidir. Örneğin elma cezası verilmişse bir kişiye onun; 3 kilo, 7 kilo, 40 kilo elma alması istenir.
Bizler Muharremi 18 gün tutarız.
Trabzon’da Akçaabat’ta Eskiköy vardır. Onlar da Alevidir. Güvenç Abdal’a bağlıdırlar, 500 hane civarındadırlar. (Kaniyim Dede’yle İstanbul’da yaptığım bir söyleşi de dedenin ifadesine göre bu köy 600 hane olup, gelenekleri biraz farklıymış, kendilerinden).
Dursun Ali Göktepe, (Güveç Abdal Ocağı), (41)
Alişan Efendi’nin oğlu olan dedenin iki çocuğu varmış. Görgü insanın barışıdır, esenleşmesidir diyen dede görüşlerini şöyle özetliyor; nasıl ki araba muayene görmeden kullanılamazsa, insan da görülmeden, sorulmadan yaşayamaz. Cemsiz, cemaatsiz bu işler olmaz. Bizler Hızır Orucu’na çok önem veririz. Hızır’ı 7 gün tutarız. 7. Günün sonunda da her mahallede bir Hızır Kurbanı kesilir.
Yörede ünlenen Urusoğlu Şükrü Dede’yi sorduğumuz da da onun asıl isminin Şükrü Şehittepe olduğunu ve Dervişlerden soyunun geldiğini söyledi.
Yöredeki Alevi yerleşimini de şöyle anlattı dede;
Ordu:
Ünye; Kirazbeli, Erenyut, Gocuklu, Ballık, Üçpınar, Dumanlı. (köy ve mahalleler)
Fatsa; Sarnıç, Akkaya, Bolaman, Güvercinlik, İnönü, Çullu, Mandıra.
Korgan; Çiftlik Beldesi (300 haneden fazlaymış)
Gürgentepe; Akören, Ağızlar, Gölyanı, Akyurt (yarı yarıya Alevi), Gölbelen, Işıktepe Beldesi (bin hane)
Uluğbey; Örenköyü (200 hane), Başçardak (60/70 hane), Hocaoğlu (150), Kumanlar (Çiftlik Mahallesi, 60 hane), Şıhlılar Köyü (Değirmendere Mahallesi, Harıtlıoğlu Mahallesi), Durakköyü (Eğrek Mahallesi), Tepekışla Mahallesi.
Gölköy; Kozören Köyü (300 hane)
Mesudiye; Akkırık Köyü, Gözelce, Türkköy.
Giresun
Dereli İlçesi; Bahçeköy, Samail, Zırhan
Çamoluk (Alevi Ağırlıklı)
Gürgentepe’de ismini alabildiğimiz dedeler ise şunlar: Şükrü Şehittepe, Hamdullah Karakoyun, Seyid Ali Karakoyun, Hasan Karakoyun, Dursun Uluşan, Ali Uluşan, Ali Taşpınar, Nazım Işık, Ali Haydar Kaplan, Kazım Taşpınar, Niyazi Göktepe, Alişan Göktepe, Cemal Göktepe, Dursun Ali Göktepe.
Kanayim Çelebi, (Güvenç Abdal), (1933)
Yörenin ünlü dedelerinden birisi olan Kanayim Dede, çok uzun yıllardan beri cem içinde olan bir dede. Ünye Şenyurt Köyü’nden olan dedenin görüşleri ve söyledikleri şöyle; Güvenç Abdal Hünkar Hacı Bektaşı Veli’yle birlikte Aleviliğe çok hizmet etmiş büyük bir ermiştir. Hindistan’dan Dünya Güzelini getiren, türlü kerametleri olan bir büyük insandır. Bizler de onun soyundan gelmekle övünürüz. Biliyorsunuz o şimdi Hacı Bektaş’ta yatmaktadır. Bizler Hünkar Hacı Bektaşı Veli’ye bağlıyız. Bizler Ahmet Yesevi’nin kurmuş olduğu büyük üniversite benzeri dergahından yetişen dervişlerin, abdalların, ocakzadelerin yolunu sürüyoruz. Ahmet Yesevi’yi de çok seviyoruz. Doksan bin Horasan ereni boş laf değildir. Güvenç Abdal Gümüşhane’ye gelmiştir ilkin. Torul Taşlıca Köyü’nde kalıyor. Kürtüm’de de kalıyor. Onun Çelik bir zırhı, kılıcı varmış.
Bizlerde saz çok önemlidir. Sazsız, sözsüz cem olmaz. Aşıklık çok önemlidir, dedenin en büyük yardımcısı aşıktır. Ama bizler zakir deriz. Çünkü aşık kendi yazdığını, kendinden olanı satar yani aktarır; zakir ise aşıkların malını çalar söyler.
Benim babam eski adıyla rüştiyeden terkmiş. Çok okuyan bir insandı. Daha doğrusu bizim sülale okumaya çok önem veren bir ailedir. Ben de yıllar yılı cemler içende yetiştim. Babam bana eski yazı da öğretmişti. Ben eski yazı da bilirim. Babam Cemil Çelebi, 40 yaşında öldü.
Mühip, aşık, sadık... Bizler aşkla bu yola bağlandık. Bizim çok geniş bir alanda taliplerimiz vardır. Ben hepsine gidemiyorum tabii. Mesala Niksar’daki Alevi köyleri size söyleyeyim; Kızılelma, Geyikgölü, Abdaltam, Gazalaba, Kıllıgeriş, Dönekse... Tokat’ta Hüseyin (Kanun) Dede vardı, çok bilgili bir dedeydi, yoksulların ellerinden tutan bir dedeydi.
Aydın Bey; ben de saz çalarım. Bizler dedeliğe çıkınca köye göre on, on beş, yirmi gün kalır cem yaparız. Biz de yıl kurbanı önemlidir. Senede bir ortak kurban önemlidir.
Ordu’da Ali Rıza Uğurlu bundan sonraki gezilere katılamayacağını belirtiyor. Oysa İstanbul’da konuştuğumuz ve de benim kafamdaki plan; Ali Rıza Uğurlu’yla Tekrar Tunceli’ye dönmek görülmeyen diğer bölgeleri de tarayarak, araştırmalara devam etmekti. Fakat anladım ki, Ali Rıza Uğurlu’dan artık bize hayır yok. Ben de acil olarak bir program yaparak yolculuğuma tek başına elimde çantalarla devam ediyorum.
Bundan sonraki ilim Erzurum.
TAMAMLAYACI BİLGİLER
Gerek söyleşiler, gerekse konuşmalar, sohbetler esnasında elde ettiğim kimi bilgilerin de buraya aktarılmasında fayda olduğunu düşündüm. Fakat şunu söyleyeyim ki benim bugüne kadar yaptığım ve sayısı 500’den fazla olan tüm dede ve baba söyleşileri kasetlerden deşifre edildikten sonra, Anadolu ve Bulgaristan’la ilgili çok önemli bilgilere ulaşılacağına inanıyorum. Bugüne kadar bu söyleşilerin 150 kadarı deşifre edilmiştir.
Mehmet Çelebi, (Güvenç Abdal), (75)
Bilebildiğimiz kadarıyla Giresun’da yaşayan son dede de olan Mehmet Çelebi Dede, kendilerine Ali Şayhoğulları dendiğini söylüyor. Giresun’un Dereli İlçesi, Geyrez Köyü’nden olan Mehmet Çelebi, Güvenç Abdal ocağından.
Amcam Kanun Dede, 12 Alevi köyü olan Niksar’a gidermiş diyen Çelebi Dede, bana çok önemli bir de bilgi veriyor. Gümüşhane’nin Kürtün İlçesi’nin Taşlıca (Şıhlar) Köyü’nün bir Alevi köyü olduğunu söylüyor. Trabzon Akçaabat’ta Eskiköy ve Lolak’ın; Düzce’nin Yunus Efendi; Gülyaka’nın İmamlar Nahiyesi’nin Alevi köyleri, Düzce’ye 5 km. uzaklıkta Kazıkoğlu’nda 50/60 hane Alevi olduğunu söyleyen Mehmet Çelebi kendi taliplerinin ise oldukça çok olduğunu söylüyor.
Bizler Pençe-i Ali Aba’lıyız, Trabzon’dakiler Erkanlılardır, diyen Mehmet Çelebi, Geyrez’in 300 hanelik bir köy olduğunu belirtiyor. Musahiplik bizde çok önemlidir ama bizler insanları bir iki sene dener sonra musahipli yaparız, diyen Mehmet Çelebi, bizler cenazeye çok önem veririz, üç cuma yas tutarız, diyor. Mehmet Çelebi Dede, gözcü yani rehberin kendilerinde “imat” olarak da geçtiğini bunu ise önemli bir hizmet olduğunu belirtiyor. Normalde her talibe bir kurban haktır, ama artık bu bir zorunluluk değildir, gücü olan keser diyen Çelebi Dede, Ordu Fatsa, Güvercinlik (Gölbaşı)’in de Alevi olduğunu, askere gitmedi, nikahta, düğünde, cenazede dedelerin görevleri olduğunu, her dede saz bilmezse de “sazlı dede nazlı dede olur”, diyor.
Mehmet Dede diğer görüşlerini de şöyle özetliyor: eski yaşamlar elbette şimdi yok, nerde o eski günler, dedeler, cemler. Ama bizler yine de cemimizi çok şükür bırakmadık. Eski insanlar eski yazı bilirlerdi, sohbet ehliydiler. Bilgili dedeler çoktu şimdi bunlar azaldı. Samsun Terme’de Sivaslılar Mahallesi vardır, onlar Alevidir. Yine Terme’nin Miliç Nahiyesi Kozluk’ta Aleviler çoktur, onlar da Gürgentepe’den oraya gelmişlerdir. Biz de Çepni diye bir şey yoktur. Hünkar Hacı Bektaş’ı Veli, bizim önderimizdir. Bizler de Nevruz çok bilinmez. Ama bizler Şubatta 7 gün Hızır Orucu tutarız. Elbette Muharremi de tutarız. Kurban Bayramından 18 gün sonra 12 gün Muharrem tutarız.
Bence dedeler devlette yer almalıdırlar. Çelebiler önemlidir. Bizimle ilgili iyi bir kitap Emrullah Eraslan’ın yazdığı Cem Kırklar Cem’i, (Alevilikte Cem ve Dar Duası) ismiyle çıkarılmış kitaptır. Bu Güvenç Abdal Ocağı’yla ilgili bir kitaptır. Eğer bizim oralara gelirsen mutlaka bize de uğra, seni ağırlarız.
Alucra
Yine söyleşiler esnasında edindiğim ve Kırıntı Köyü’nden konuya ilgili Hüsnü Öztürk’ün verdiği bilgiye göre; Alucra’nın Uzun köyü Alevi/Sünni karışık bir köymüş, o köyde aynı zamanda bir de dede ocağı varmış. Ayrıca Çakmanus Köyü’nde Gavrazlı Mahallesi Alevi Mahallesi’ymiş.
Ordu Fatsa
Kazım Aydoğan (1930)
Kendisi Gümüşhane, Şiran Kırıntı Köyü’nden olsa da Ordu Fatsa ve Giresun’la ilgili bilgileri de bulunan Kazım Aydoğan’la yaptığım bir söyleşi sonucu şu bilgileri elde ettim: Damadım Mustafa Kaplan Fatsalı olduğu için onlarla ilgili bilgilerim vardır. Babam Ali Aydoğan 1965 yılında 68; annem Kezban Aydoğan 1970 yılanda 90 yaşında vefat ettiler. 30 yıl Giresun’da oturdum. Ordu Fatsa’yla şöyle ilginç bir geleneğe şahit oldum; bir kişi öldükten sonra cenazeden sonra ölen kadınsa kadının eline ve ayaklarına kına yakıyorlar. (Aleviler) Ünye ile Fatsa arasında Kirazbeli vardır, oranın Alevileri çok çok iyi insanlardır.
Giresun’da çok kaldığım için dedeleri tanıdım, cemlere girdim, cemleri bizim yöreye çok benziyor. Eskiden Muharrem Dede, Aslan Dedeler vardılar. Giresun’da bir kişi ölünce hemen aynı anda yemek yapıp, dağıtırlar. Kurbanların kemiklerini de derin bir yere gömerler. Çok ilginçtir oradaki Alevilere biz Çepniler derdik, onlar bizlere Ekinci derlerdi, (bizler Kırıntı’da filan ekin ekiyorduk, herhalde o yüzden olacak).
Sevgili kardeşim zenginlik arttı, yol/iz kalmadı. Eski günler, cemler, dedeler nerde şimdi? Bizde biliyorsun Yılbaşı günü ocağın 10. Günü kabul edilip kutlanır. Bizde de müsahiplilik çok önemliydi. Kırıntı’da Hüsük Dede’nin derin bir bilgisi yoktu, ama halk onu seviyordu. İbrahim Dede (Günel/Şıh) bilgiliydi. Kamil Dede tezcanlı biraz sinirli bir dedeydi. Ama nerde o günler, nerde o insanlar. Hepsini şimdi arıyoruz. (Rumelihisarüstü, Cemal Aydoğan’ın evi, 12 Ocak 2003)
Hatun Aydoğan
Daha önce bir söyleşi yaptığım Kırıntı’yla ilgili önemli bilgiler aktaran, çok sevgili Hüsnü Aydoğan’ın eşi olan ve kocasını geçen sene kaybeden Hatun Aydoğan da söyleşiye katılarak konuşuyor. Bunları başka çalışmalarda değerlendirmek yararlı olacak ama eşi öldüğü için şu etkili sözleri söylüyor: “Dul oldum, pul oldum, her kapıya kul oldum”.
NİĞDE AKSARAY
Yöreye giden Şiran Yeniköy’den Nedim Şahintaş’ın yaptığı araştırmalar sonucu bölgedeki Alevi köylerin şunlar olduğu anlaşıldı; Saratlı Köyü (Kasaba), Akmezar, Süleyman Höyük, Pınarbaşı, Cahil, Mandama.
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 366-376)