Seyyid Battal Gazi, Süceattin Veli, Mevlana, Hacı Bektaş, Yunus Emre Ziyaretleri 2003
Seyyid Battal Gazi, Süceattin Veli, Mevlana, Hacı Bektaş, Yunus Emre Ziyaretleri
2003
AYHAN AYDIN
Bu sefer Alevi Bektaşi yoluna gönül vermiş canların organize ettiği bir seferle yine kutsal mekanlara doğru yol alıyorum. Bir otobüs dolusu insan; dünyayı aydınlatmış erenlerin izinde kutsal ziyaretlerde bulunmak için yola çıkıyor.
CEM Vakfı Bakırköy Kültür ve Cemevi önünde toplanan kadınlı erkekli onlarca insan, Bulgaristan’dan gelen misafirlerle birlikte Eskişehir Sultan Süceattin Veli’yi ziyaret için hemen yola çıkıyor.
Birçok defa geçtiğim yerlerden dolaştıktan sonra ilkin Seyyid Battal Gazi’ye daha sonra da otobüsteki insanların çoğunun talibi olduğu Sultan Süceattin Veli Dergahı’na varıyoruz.
Seyyid Battal Gazi, 28 Haziran 2003
Tüm Türkiye’de belki de en iyi korunabilmiş, en büyük inanç mekanlarından birisi olan ve tüm Türklerin belleklerine kahramanlıkları kadar hoşgörüsüyle ve bir Hıristiyan’la da evlenerek önemli olanının sevgi olduğunu göstermesiyle de, anılan büyük alp eren geleneğinin en büyük temsilcilerinden Seyyid Battal Gazi’nin Dergahı’nı bilmem kaçıncı kez ziyaret etsem de yine aynı aşkı, heyecanı yaşıyorum, bu kutsal mekanı gezerken.
Yolculuk için bizimle gelen ve binayı ilk kez gören canlar da aynı şekilde bu muhteşem yapı karşısında çarpılıyorlar.
Seyitgazi İlçesi’nde kente hakim yüksekçe bir tepe üzerinde yükselen bu büyük külliye aslında bir İnançlar Abidesi.
Bektaşi Meydanevi, Türbeleri, Kilisesi, Camisi, Sunakları, Mezarları, Aşevi, Müzesi ile burayı gelen herkesi büyüleyen bu külliyedeki şaheserleri gezmek inanç tarihine de bir yolculuk anlamına geliyor.
Muazzam bir kubbe altında Hıristiyan eşiyle yatan büyük Seyyit Battal Gazi Türk toplumu üzerinde öyle büyük, öyle derin bir iz bırakmış ki, bu toplum onun büyüklüğünü sadece destanlarda, türkülerde, şiirlerde değil, olağandışı mezarında da göstermiş. Metrelerce uzanan büyük mezarı örten kubbeye bakarken insanın aklı gidiyor. Bu güzelliği tüm dünya insanları görmelidir diye düşünüyorum.
Sultan Süceattin Veli
Sultan Süceattin Veli Dergahı’nda her zaman olduğu gibi herkesi aynı şekilde karşılayan Nevzat Demirtaş ve Nadire Demirtaş bizi kucaklıyorlar.
Anadolu’daki yine en büyük inanç merkezlerinden ve büyük külliyelerden olan Sultan Süceattin Veli’ye sadece Türkiye’den değil, Bulgaristan’dan da binlerce insan bağlı.
Onun adını cemlerinde, dualarında anıyor, gelip kurbanlar kesip onun aşkıyla cem yapıyorlar.
Bizler de aynı şekilde lokmalarımızı yedikten sonra nefesler, duvazlarla, bir akşam okumasıyla ibadete katılıyoruz.
Yine benzersiz nefesleri özellikle anaların seslerinden dinliyoruz.
Bu gece yola çıkarsak sabah Mevlana’ya varırız düşüncesiyle yine Nevzat Dedelerle vedalaşıp yola çıkıyoruz.
Günün ilk ışıklarıyla Mevlana’nın huzuruna varıyoruz.
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol
Hoşgörülülükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün
Ya göründüğün gibi ol
Yeni Şeyler Söylemek Gerekir
Düşman saçmasapan laflar eder,
Duyar can kulağım,
Hakkımda kötü şeyler düşünür,
Görür can gözüm.
Üzerime köpeğini salar,
Isırır köpek ayağımı,
Çok acılar çekerim, çok acılar,
Köpek değilim, ısıramam onu,
Isırırım kendi dudağımı.
Büyük kişilerin sırlarına ortağım,
Gene de nah şu kadar övünemem,
Bütün ayıplar bende ama,
Ne yapıp yapmalı,
Ulaşmalı dostlara,
Geride kalmayı kendime yediremem.
Mevlana
Mevlana
29 Haziran 2003
Tüm İslam aleminde ismi en çok bilinenlerden birisi hiç şüphesiz Mevlana Celalettin Rumi’dir.
Ünü sadece Müslümanlar arasında değil tüm diğer dinlerle ilgilenen araştırmacıların, Tanrı’ya varmada farklı yollar arayan milyonlarca insanın fikir ve görüşlerinden etkilendikleri Mevlana, Türkiye’nin sahip olduğu büyük manevi miraslardan birisidir.
O çağını aşan görüşleri nedeniyle kimi yobazlar tarafından eleştirilmiş; her ne olursan ol, yine gel, felsefesi nedeniyle kendine dindar denilen yobazlar tarafından kınanmış olsa da artık bugün şiirlerinden, yaratmış olduğu tasavvuf yorumundan etkilenmeyen kimse yok gibi.
O yoklukları var eden Yaradanın, var ettiği her şeyin görüntüsünde yansıdığına inanan bir mutasavvıf olarak tüm yaratılmışları seven bir büyük ozandır; aynen Yunus gibi, aynen Hacı Bektaş Veli gibi.
Bugüne kadar bu büyük şahsiyetler ve onların kendi aralarındaki ilişkiler hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı.
Şahsen benim kanım, aralarındaki ilişki ne olursa olsun; o üç büyük aşk eri, üç büyük ozan, üç büyük yürek; yaratılanı sevmiş, dünyaya sevgiyle bakmış insanlardır.
Genel gel, gene.
Ne olursan ol,
İster kafir ol, ister ateşe tap, ister puta,
İster yüz kere tövbe etmiş ol,
İster yüz kere bozmuş ol tövbeni,
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı;
Nasılsan öyle gel.
Mevlana
Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli, Mevlana aynı çağın adamlarıdır. Aynı sorunlu, sıkıntılı coğrafyanın insanlarıdır. Bu topraklarda büyümüşlerdir, ürünlerini bu topraklar da vermişlerdir. Dilleri farklı olabilir, görüşleri farklı olabilir, aşklarının renkleri farklı farklı olabilir ama onlar ve onlar gibi onların yolundan giden veya aynı topraklarda yetişip, aynı havayı soluyan daha yüzlerce ozan, eren, veli... hep bu toprakların kültür mayasından mayalanmışlar; bu topraklarda yaşayan insanlara seslenmişlerdir.
Onların kalbi birdir, ruhları birdir; yani tüm yeryüzü insanlığının kalplerinin birleştiği bir denizi beslerler veya o denizden beslenirler.
Sonuçta hep aynı insan sevgisi, katıksız, karışıksız tüm insanları bir görme anlayışı vardır, onlarda.
Mevlana’nın şiirlerindeki bilgelik, incelik, aşk, yanmayla; Yunus’un şiirlerinde bilgelik, incelik, aşk, yanma arasında öz itibariyle bir fark mıdır?
Yunus halktan birisi olarak halkın dilini kullanmış, halkla halkın diliyle sohbet etmiş, şiirlerini Türkçe’nin duruluğunda yazmıştır.
Mevlana Farsça yazsa da aynı gönül dilini kullanmış, aynı sesle dünyaya seslenmiştir. Onun kalp dili Türkçe’dir.
Aşk harmanında savruldum diyen Pir Sultanları yaratan Anadolu toprağı kendi üzerinde yaşayan tüm uygarlıklara kendi rengini vermiş, kendi kokusu sinmiştir tüm insan ürünlerine.
Hacı Bektaşı Veli bir eren olarak bugün tüm Alevi/Bektaşi/Mevlevi kesimi tarafından saygı gösterilen bir veliyse bu onun bu toprakların insanının dilinden konuşmasından dolayıdır.
Bu insanların sorunlarını görmesinden, atalarından aldığı inancı ve kültürü yaşatmalarındandır.
Yoksa burada nice sultanlar, vezirler, paşalar... eğlenmiştir ama bu topraklar kendinden olmayanı yok etmiş, kendinden olanı ölümsüzlük ağacı yaparak meyvelerinden tüm dünyanın tattığı, tüm insanlığın yararlandığı çağları aşan insanlar var etmiştir.
Şiirlerini çok sevdiğim, dünya görüşünü benimsediğim, büyük mutasavvıf Mevlana’nın türbesini budan çok uzun yıllar önce teyzem, şimdi beden eğitimi öğretmeni olan Mevlüde Aydın’la ziyaret etmiştik.
Ama ziyaretimiz müze kapalı olduğu için sadece kapısına kadar gelip uzaktan gönül gözüyle bakmak şeklinde kalmıştı.
Şimdi ise büyük bir hazinenin içinde saklı ışıklar içindeki türbeyi geze geze bitiremiyorum. Öyle ki üçüncü turu tamamlarken, otobüsün hareket halinde olduğunu ve herkesin beni beklediğini bir ulakla bildiriyorlar.
Gerçekten muazzam güzellikte bir şaheser burası.
Buranın güzelliğini anlatmakla bitiremem.
Gidip görmek lazım o muhteşem binayı, türbeyi, müzeyi.
Konya’yı Konya yapan gerçekten de Mevlana, Mevlana müzesi. Tarihimizin en güzel sayfalarından birisi orada saklı.
Sayısız kıymetli eski yazmalar, işlemeler, tarihten bize yadigar kalan kutsal emanetler... ta Selçuklu’ya gidiyorsunuz, ta Anadolu’nun Hititlerine, ta yedi yüz yıl öncesine gidiyorsunuz... gözleriniz kamaşıyor, ışıktan, nurdan... ruh tenden ayrılıp; cümle erenlerle sohbete başlıyor, inançla, imanla türbeyi ziyaret edip dua edenler, medet dileyenler, sonsuz bir vakur içinde önünde saygıyla eğilen yüzleri, binleri, on binleri gördükçe daha da duygulanıyor, mutlu oluyorum.
Ne mutlu ona kendini seven milyonlar var; ne mutlu bana onun şiirlerini okudum; ne mutlu bu topraklara onun gibi bir büyük ozan yetişmiş, ne mutlu ona kendine bağlı insanlar bu topraklarda onu sonsuza kadar yaşatacaklar, damarlarında Türk kanı aktıkça.
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağzım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Mevlana
Bir garip sarhoşlukla ayrılıyorum buradan, bedenimin bir parçası orada kalıyor; zaten hiçbir zaman ayrı değilim ki onlardan, o velilerden, o ozanlardan, o erenlerden.
Kalbimde hep o aşk, o sevgi, o özlem.
Kapadokya
Kafile, geziye biraz da tabiat güzelliği katılsın diye, Kapadokya’ya çevirtiyor otobüsü.
Yine lise yıllarından iyi biliyorum buraları. Buraya da birçok kez gelmiş, tabiat ananın Anadolu’ya ve bizlere hediye olarak verdiği bu eşi bulunmaz coğrafyayı tam doyamazsam da gezmiştim. Peribacalarını yine her zaman olduğu gibi büyük bir aşk ve sevdayla geziyorum. Rüzgarlar, yağmurlar ne de güzel işlemişler tepeleri de sonsuz güzellikle tabii heykeller yapmışlar, insan elinden çıkmışçasına muhteşem.
Zaten ne fark eder ki, ha insan yapısı, ha rüzgar yapısı, yağmur eseri... hepsi aynı varın içinde.
Siz kıyaslayabilir misiniz, insan yapımı şaheserlerle, doğal şaheserleri?
Uçhisar’daki oyuklar bizi gizemlere götüren kapılar gibi duruyor. Tüm Kapadokya bir bütün olarak tam bir doğal mucize. Her nere baksanız sizi bir başka güzellik karşılıyor. Sadece tabiatın değil, insan elinden çıkmış çanak, çömlekler, tabaklar, örmeler... Sizi büyülüyor.
Siz nasıl olur da buraya gelmişken birkaç hediyelik, vazo vb. almazsınız?
Nasıl olur da ayçiçeği veya kabak çekirdeği alıp yemezsiniz?
Bu büyük vadiye dalıp gitmezsiniz?
Hacı Bektaşı Veli
29/30 Haziran 2003
Nihayet gönüller kıblegahı Hacı Bektaş’a varıyoruz.
Aman ha aman, Anadolu’nun merkezinde, göbeğinde, güvercinlerle ak ve pak, güller, dostluklar, kardeşlikler diyarındayız, kutsal topraklardayız.
Zaten kutsallığı insanın kendisi yaratmaz mı?
Burasına ayak basarken nasıl olur da ruhunuz titremez?
Turnaların İmam Ali’nin sesini getirdikleri, tüm çiğlerin piştiği bu bereketli topraklara varmak insana kendiliğinden bir huzur veriyor.
Havası tüm bedeninizi sarıp sizi hafifletiyor.
Gün bu gün, dem bu dem.
Yedi yüz yıl önce değil de, şimdi de bize yakın Hacı Bektaş.
Türkçe konuşup, Türkçe düşünen, Türkçe ibadet eden, halkından bir insan Hacı Bektaşı Veli.
Horasan ve Rum Abdallarının, Bacıyanı Rum’un, Ahilerin, Hurufilerin, Kalenderilerin, Torlakların, Çepnilerin, Tahtacıların... Tüm ocakların ve boyların, obaların saygıyla andıkları bu Türkmen dervişi; Türk alp eren kimliğinin daha çok içe dönük sufi yolunun devamcıları tarafından saygı, sevgi ve hürmetle andıkları bu zatın huzurunda olmak açıkçası insanı biraz da ürpertiyor.
Ona niceleri kin besledi, sevilmesin, anılmasın istediler. Ama nafileydi tüm bu kıskançlıklar.
Dedik ya bir Anadolu var, bir de Anadolu’yu Anadolu yapan onun toprağından, suyundan, ateşinden, yelinden yoğrulan, kültüründen mayalanan Anadolu İnsanı. İşte Hacı Bektaşı Veli içinden geldiği Türk boylarının Anadolu toprağında filizlenip boy veren ölümsüz ağaçlarından birisiydi.
Ta o zaman ölümsüzleşeceği anlaşılmış, ona kin duyanlar olmuştu da, o hiç kimseye ama hiç kimseye kin tutmamıştı; yetmiş iki millete bir nazarla bakılmasını öğütlemişti.
O nedenledir ki ölümsüzleşti, sadece görüş ve düşünceleriyle değil, kendi nesnel varlığının ötesinde de insana saygıda, hoşgörüde, Türk dilinin, kültürünün yaşatılmasında İmam Ali bilgeliğindeki kimliğiyle de çağları aşıp damar damar, türkü türkü, erenler başı olarak yaşadı, yaşadı... yaşıyor ve Anadolu toprağı varoldukça varolacak.
Konunun dünyadaki en büyük araştırmacısı, bilim adamı Ahmet Yaşar Ocak’ın dediği gibi, bu inancın en önemli simalarından Bedri Noyan Dedebaba’nın belirttiği gibi; bu mücerret Vefai Dervişi gelmiş, Çepni boylarının içine girmiş...
İdris Hoca’yla, Kadıncık Ana’nın yol evladı olmuş.
Onları ana ve baba bilmiş.
Hacı Bektaş bozkırda öyle bir aşk ateşi yakmış ki, kendin yedi yüz sonra bile bu ateş yanıyor.
Kendinin Hz. Muhammed’in soyundan geldiğine inanan binlerce Ehlibeyt’e dahil olmuş, bel evlatları dedeler gibi; soyun, belin değil; işleğin, gönlün, bağlılığın, hizmetin daha önemli olduğunu söyleyerek yine aynı ölçüde o uluya bağlanan, bu yola gönül vermiş binlerce, yol oğlu baba ve derviş gibi inanç önderleri tarafından hala sevgi ve saygıyla anılıyor.
Gerek kendisinden önce Anadolu’ya geldiği bilinen büyük erenler gibi, gerekse de kendisinden sonra yine bu kutlu ve bereketli topraklara, Balkanlar’a giden veya oralarda büyüyüp, görüş ve düşüncelerini oralarda filizlendirip aynı dünya görüşünü paylaşan, aynı İslam anlayışını her gittikleri yerde yaşatan dervişler gibi; Hacı Bektaş ta bir eren, bir veli görünümünde halkın sevgisini kazanmıştır.
İşte bu yolu aydınlatan Hoca Ahmet Yesevilere, Aslan Babalara, Dedem Korkut’ta, Ebul Vefalara, Baba İlyas ve Baba İshaklara, Yunus Emrelere, Mahmudi Hayranilere, Sarı Saltıklara, Otman Babalara, Demir Babalar ne mutlu!
Keşke herkes aynı erdeme sahip olsa. Keşke hiç kimse atasından babasından aldığıyla, kendisine miras kalanla övünmese, hatta ve hatta o büyük hazineyi çürütmese.
Olayı saptıran yazarlar ve Alevi/Bektaşi/Mevlevi kurum temsilcilerinin bu inanca vermiş oldukları zararlar yanında, bazı inanç önderlerinin de bu kategoriye girmeleri çok acıdır.
Münir Ulusoy’un yaptırmış olduğu cem kültür evine konuk oluyoruz olmasına da bu menfat düşkünü adamın hal ve tavırlarının kimi kendine Alevi önderi diyenlerin de; Aleviliği/Bektaşiliği nasıl yozlaştırdığını da bir kez de çok canlı olarak yaşamış oluyoruz.
Adamın derdi meğerse bizler gibi buraya tümüyle kutsal ziyaret amacıyla gelenlerden maddi menfat elde etmek için çeşitli planlar kurmakmış.
Neyse ki onun gibiler çoğunlukta değil de bu inanç, inanç önderleri sayesinde de yaşamaya devam ediyor.
Ziyaretimizin ilk günü böylesi kutsal bir yerde bir ibadette gerçekleşiyor.
Kendisini bu yola vermiş Hakkı Saygı bir akşam duası veriyor.
Canlar da buna iştirak ediyorlar.
Büyük bir coşkuyla ziyaretlerimizi yapıyoruz.
Kurbanlar kesiliyor. Sohbetler başlıyor. Her zaman serin olan akşam saatlerinde, gece vakitlerinde insanın içini ürperten ayaz soğuna karşın bir barış diyarında olmanın mutluluğu içimizi ısıtıyor.
Daha öncede törenler dışında gelip burada Türbeyi ve müzeyi gezmenin keyfini yaşayan benim için yine bu ziyarette bir arşivleme fırsatı veriyor. Yine her tarafı kameramla ve fotoğraf makinemle belgeliyorum.
Bize yüzlerce yıl öncesinden miras kalan kutsal eşyaları ziyaret ederken içim her zamanki gibi ürperiyor.
Eski yazmalar, teberler, hırkalar, şamdanlar, kazanlar, Kırk Budak, döneminde kullanılan yüzlerce eser ne de güzel sergilenme olanağı buluyor burada.
Ama her zamanki isteğimiz de yine gönlümüzden geçmiyor değil; Alevilik Bektaşilikle ilgili bilimsel araştırmalar yapacak, eski yazmaları gününüz Türkçe’sine çevirecek, Aleviliğin ne olup olmadığı konusunda ciddi incelemelerde bulunup bunu bir ana merkezde toplayacak bir Üniversitesinin, bir enstütinin kurulmasını isteği hep içimde, hep aklımda.
Tek tek kurumlar, yazarlar, kişiler ne yapabilirler ki bu konuda.
Gerçi istense neler yapılmaz ki ama gelin görün ki bu konuya ilgi duyan kaç kurum var, kaç kişi var, hatta kaç yazar var?
Yazar olmak başka alan araştırmacısı olmak, arşiv oluşturmak başka başka şeyler. Bunlar da tabii hem düşünce işi, hem de ekonomik güç işi.
Bu alanlara yönelen kurumlar ve kişilerin sayısı ise çok az.
Devletin duyarsızlığı yanında Alevi/Bektaşi adını taşıyan kurum ve kuruluşların da, bu konuyla ilgili kitaplar yazıp sırf bu nedenle ünlenen kimilerinin de, fazla önem vermediği bu konular bence en hayati konular.
Bizler ziyaretlerimizi yaptıktan sonra yani Hacı Bektaş Türbesi’ni, Müzeyi, Beştaşlar’ı vd. tüm ziyaret edilecek yerleri gezdikten sonra toparlanıp, yola koyuluyoruz.
Dostlarla paylaşılan bir gezinin arkasından yine çok mutlu bir şekilde İstanbul’a dönmenin bendeki hazzına yine diyecek yok. Bu yolculukta da yeni birçok insanı tanıma olanağına sahip oluyorum.
Kutsal topraklarda bir kez daha yunup arınıyorum.
Eskişehir ve Yunus Emre Türbesi Ziyareti
CEM Vakfı Üçüncü Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’nın ön hazırlıkları için bu sefer Hakkı Saygı, Deniz Ünal, Mehmet Kaygusuz’la birlikte yine yollardayız.
Kaçıncı kez geçtiğimiz yollardan sanki kendi evimize gider gibi, araba kendiliğinden yolu biliyor gibi, rahatlıkla Eskişehir Seyit Battal Gazi İlçesi Aslanbeyli Köyü’ne, Sultan Süceattin Veli Dergahı’na Nevzat ve Nadire Demirtaşlara ulaşıyoruz.
Her zaman olduğu gibi yine güleç yüzleriyle bizi karşılıyorlar.
Sohbetler, muhabbetler, dertleşmeler... derken yine nefesler...
Bu arada genç araştırmacı arkadaşlardan Coşkun Kökel’le buluşuyoruz. Onun da yöreye ilişkin, Alevi Ocak sistemine ilişkin güzel çalışmaları var.
Bu arada büyük Yunus Emre’nin türbesinin bulunduğu yeri de ziyaret etmek isteğimiz karşısında bize her türlü yardımı yapacağını söylüyor.
Kendisiyle birlikte Mihallıççık’daki Yunus Emre türbesini ve kendi adına yapılan müzeyi ziyaret ediyoruz.
Her Kime Kim Dervişlik Bağışlana
Her kime kim dervişlik bağışlana
Kalp gide pak ola gümüşlene
Nefsinden misk ile amber tüte
Budağından il ü şar yemişlene
Yaprağı dertli için derman ola
Gölgesinden çok kademler işlene
Aşkın gözü yaşı hem göl ola
Ayağından saz bitip kamışlana
Cümle şair dost bahçesi bülbülü
Yunus Emre arada dürraçlana
Yunus Emre
Yunus Emre
27 Ağustos 2003
Bugüne kadar hakkında sayısız kitap yazılan, şiirleri çağını, yaşadığı coğrafyayı aşıp milyonların gönlüne taht kuran büyük Yunus Emre’nin türbesini ziyaret etmek benim için de tarihi bir hatıra oluyor.
Türkçe konuşup, Türkçe öğütler veren, yobazların şiirlerindeki tasavvufi derinliği anlayamadıkları için Hallacı Mansur gibi, Seyyid Nesimi gibi, Pir Sultan gibi İslam dışı gördükleri, bir zamanlar Molla Kasımların şiirlerini yasakladığı Yunus Emre büyük bir hümanist ozan olarak Batılı araştırmacıların da dikkatini çekmiş bir Anadolu Türk Erenidir.
O şiirlerinde taşkın Tanrı anlayışıyla yaradan yaratılan bütünlüğünü savunan, insanı kainatın merkezine oturtan, ibadette şekle önem vermeyen, Türkçe düşünüp, Türkçe konuşan, halktan biri olmasının yanında her zaman zulmedenin karşısında masumların yanında yer alan bir büyük Anadolu İnanç Önderidir.
Kendisine bağlı kalanların, onun fikirlerini benimseyenlerin yolundan gittikleri mistik şiirin en büyük temsilcilerinden birisi olan Yunus Emre, bundan yedi yüz yıl önce söylemiş olduğu, okuduğu bilgece dizelerle tüm inananların kalbine yazılmış, ölümsüzleşmiş abidelerden birisidir.
Bu büyük Türk sufi ozanının türbesini ziyaret etmek beni çok duygulandırdı. Çünkü zaman zaman dilime gelen şiirleriyle içimde hep yaşattığım bir ayrılmaz parçamdır, Yunus Emre.
Adı aynen Pir Sultan gibi benim duygu dünyamın temel mühürlerinden birisi olarak hep içimde yaşar durur.
Tam üç kez yer değiştirerek bugün meftun olduğu yere defnedilen Yunus Emre’nin türbesinin çevresi mermerden.
Ağaçların ve suyun bol olduğu bir mekanda huzur içinde yatan Yunus Emre adına yapılan küçük müze ise oldukça büyük anlam içeriyor, bizim için.
Onun adı sadece şiirleriyle gönüllerde yaşamıyor.
Aynı zamanda köylülerin bağışladıkları otantik eşyalarla, heykeliyle, türbesiyle de ziyaret edenlerin gözleri önünde somut olarak da nesne olarak da yaşıyor Yunus Emre Eskişehir’de, Mihallıççık’ta.
Bu ziyaretimiz aslında manevi bakımdan da toplantı için bize büyük güç veriyor.
Anadolu ve Balkanlar’da yüzyıllar boyunca doğruluk ve dürüstlükle yaşanan Türk İslam anlayışının temel sembol kişilerinden Yunus Emre’nin türbesini ziyaret etmenin aşkıyla Eskişehir’e varıyoruz.
Çevresinde çok sevilen Abidin Dede’nin dar merasimi ise inanç bakımından köklerine bağlı insanlarımızın bir başka yönlerine bizi götürüyor.
Abidin Dede’nin Dardan İndirme Merasimi
Aynı gün geç saatlere kadar süren Dardan İndirme merasimiyle bu dünyadan göçen insanlara son görevlerinin yapıldığı ibadeti de yaşıyoruz.
Onu seven, ona kan bağıyla en yakın olan kişilerin toplandığı Dardan İndirme Merasiminde Hakk’a yürüyen Abidin Dede için son helallikler alınıyor, dualar ediliyor, lokmalar yeniliyor.
Abidin Dede’yle geçtiğimiz sene gerçekleştirdiğimiz İnanç Önderleri Araştırma Gezimizde ziyaret edememiş, görüşememiştik.
Çevresinde çok sevilen ve ceme katılan tüm insanların göz yaşlarını tutamayarak andıkları Abidin Dede, alçakgönüllü, yardımsever, tam bir inanç önderiymiş.
Burada da bize söz veriyorlar, bizler de dilimiz döndüğünce ziyaret nedenimizi, Alevilik’le ilgili yaşanan sorunları ve Eskişehir’de böylesine büyük ve modern bir Cem kültür evinde bulunmanın verdiği mutlulukla bu yola her yönüyle hizmet veren canlara teşekkür ettiğimiz bir konuşma yapıyoruz.
Aynı gece Sultan Süceattin Veli Dergahı’na geç vakitte olsa dönüyoruz. Daha sonra ise sabah eşyalarımız alıp buradan ayrılıyoruz. O gece çok temiz olan cemevi misafirhanesinde kalmayı planlıyoruz.
Bu ikinci gün de yöneticilerle görüşüyoruz. Çalışmalarımız yaptıktan sonra İstanbul’a geri dönüyoruz. Yolda Mehmet Kaygusuz bizi erken terk ediyor, Ankara’ya uğramak üzere bizden ayrılıyoruz.
Biz de yollarda harap olan arabamızı tamir ettirdikten sonra yine yola revan oluyoruz.
Serçeşme Dergisi, Sayı 5 ve 6, Aralık 2004 / Ocak 2005
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 171-200)