Trakya Gezisi ve Topcu Baba Etkinliği (2011)
Trakya Gezisi ve Topcu Baba Etkinliği (2011)
AYHAN AYDIN
27 Mayıs Cuma, 2011
Serde gezginlik var. Her fırsatı değerlendir devamlı gez, benim yaşam ilkem nerdeyse. Orta yerde bir hısmın, akrabanın düğünü olduğu halde nasıl olsa Hz. Hızır’ın yardımıyla yetişiriz, diyerekten yine koyulduk yollara...
Abdal Musa Dergahı Mürşid Baba’sı Ali Koca, yine bu dergahtan dervişimiz Hüseyin Durak, üç hafta önce yola giren muhip Nesimi Doğan ve “âşık” Ayhan Aydın iyi bir dörtlü ekip olarak düştük Trakya’nın yeşil ipek bir halıyı andıran doğası içinden yola...
Türlü çilelerle hayat kavgasında büyük fedekarlıklarla hayli yıpranmış Hasan Yıldız Halifebaba ve Anasultan’ın ocağına kendimizi atıveriyoruz. Anasultan biraz rahatsızlanmış ama şimdi bizi de görünce hayli neşelendi her zaman ki gibi. İşte bir Alevi-Bektaşi anası, anasultanı, yolun hizmet bacısı, Kadıncık Anamız diyorum, karşımızda işte... Hayat devri daimden ibaret... Kınalı elleriyle, misafirlerini karşılayıp ağırlayan anamızla biraz da hayatın gerçekleri üzerine sohbet ediyorum; “... büyük sıkıntılar yaşadık. Pek bir şeyimiz yoktu”, diyor Ana. Koyun peşinde, hayat kavgasında bir Hasan Yıldız ve ondan önce Almanya’ya işçi olarak giden Anamız... Gece gündüz çalışmalar... Nihayetinde hastalıklar... Yurda dönüş... Ve yola çok erken girmiş olan Hasan Yıldız Baba’nın hizmet günlerinin başlaması... Sefer Aytekin’den büyük bir hürmetle bahsediyor Hasan Yıldız Baba. Şinasi Koç’un Almanya’daki evlerinde bir ay kaldığını söylerken, Halil Öztoprak’tan da saygıyla bahsediyor. Tevazu sahibi, aydın bir yüreği olan Halifebaba Hasan Yıldız’ı bu vesileyle bir kez daha selamlıyorum.
28 Mayıs Cumartesi
Topçu Baba Etkinliği
Sabah Topçu Baba Anma Etkinlikleri’ne katılmak üzer yola koyulduk. Kofçaz ilçesi Topçular Köyü yakınlarındaki Topçu Baba Türbesi’ni ziyaret ediyoruz ilkin. Etkinlik alanına gelen canlar ilkin Türbeyi ziyaret ediyorlar; dualar ediliyor, mumlar (çerağlar) yakılıyor, niyazlar yapılıyor. Sonra etkinlik alanındaki yerimizi alıyoruz. Meşe altında yemyeşil otlar üzerine yapay kilimler, halılar seriliyor. Kahvaltısını burada yapan canlar, yaşlı genç yüzlerce Trakya’lı bir araya geliyor, ağaçlar altında yeşillikler içinde en güzel çiçekler olarak açıyorlar. Muhabbet, sohbet başlıyor derken. Seksen sekiz koyun kurban ediliyor, Topçu Baba ve cümle erenler adına. Birçok insan bu kurbanların etlerini kazanlara koyuyorlar. Nice baba, ana bir araya geliyor. Nerdeyse gerçekten de aynı aileden farklı köylere yerleşmiş gibi insanların tümü birbiriyle akrabaymış gibi sarmaş dolaş oluyorlar. Birçok dostla, babayla karşılaşıyoruz; Ali Sezer Baba, Mehmet Şilli Baba, Bektaş Yavuz Baba, Hüseyin Baba, Babaeski’den Lütfü Arga, Deveçatağı Köyü Dedesi Talip Talih, Deveçağı Köyü Gülşani (Şah Bedrettin) Habip Özkaynak, Turgutbey Köyü’nden Levent Aktaş, Tekirdağ Kılavuzlu Köyü’nden Mehmet Tiryaki, Araştırmacı Yazar Refik Engin, Ozan Mustafa Ermiş... daha niceleriyle sohbet ediyoruz.
Hüseyin Durak Derviş ve Nesimi Doğan canla seyran eyliyoruz. Fotoğraflar çekiyoruz. Mahalli sanatçılar, ozanlar, babalar sahne alıyorlar, semahlar dönülüyor. Bunlar arasında Ali Koçluların döndükleri semahlar hafızama kazınıyor. Ali Koca da sahne alıyor, her zaman ki gibi kendine özgü üslubayla nefesler söylüyor. Topçu Baba Kültür Derneği Başkanı Selahattin Dağ, Topçu Baba hakkında bilgi veren Mehmet Şilli Baba konuşmalarıyla halkı selamlıyorlar.
Bu arada Ali Koç süreğinden Eskişehir’den Seydi Baba’dan el alan, “taç giyen” Lüleburgaz Hamzabey Köyü’nden Ali Koç’lu Bektaş Yavuz’la tanışıyorum. Oldukça sevecen olan baba sahne de alıyor, sazıyla, semahlarıyla etkinliği zenginleştiriyor.
Etkinlik alanından erken ayrılıp yine yola koyuluyoruz...
Etkinliğe katılanlar; Kırklareli Valisi Mustafa Yaman, Kofçaz Kaymakamı Enver Özderin, CHP Kırklareli Milletvekili Av. Turgut Dibek, Kırklareli Belediye Başkanı Av. Cavit Çağlayan, Kofçaz Belediye Başkanı Nuri Çalışkan, Kırklareli İl Jandarma Alay Komutanı J.Kd. Albay Mehmet Yiğit, Kırklareli İl Emniyet Müdürü Mehmet Behzat Canbazoğlu, Kaynarca Belediye Başkanı Sait Uçar, Topçular Köyü Muhtarı Cemil Akuç, Siyasi Parti Milletvekili Adayları, Siyasi Parti İl ve İlçe Temsilcileri, İl Genel Meclis Üyeleri, Oda ve Dernek Başkanları katıldı.
Meriç, Umurca
Babaeski, Havsa, Uzunköprü’nün yanlarından geçip Meriç’i aşıyoruz. Her yer çeltik tarlası. Her biri birer havza olan tarlalardan hasat edilecek pirinçler çifçinin yüzünü güldürebilecek mi acaba? Hiç sanmıyoruz. İnsanlarla konuşmalarımızda büyük geçim sıkıntısından, çifçinin gerçekten de nasıl bir darboğazda olduğunu görüyoruz. Bir amca 78 yaşında hala çalışmak zorunda, tarlasında, eşiyle birlikte. Çünkü yok. Olmayınca ne yapacak insanoğlu? Çalışacak. Peki 78 yaşında hiçbir güvencesi olmayan bir insanı tarlaya sürükleyen bir Türkiye nasıl bir Türkiye’dir? Bu ülkede bereket olabilir mi? Türkiye’de bir İsviçre yaşarken aynı anda 78 yaşında zar zor yürüyen bir adamı çalışmak zorunda bırakan düzen nasıl bir düzendir, sistem nasıl bir sistemdir? Bu utancı bize yaşatanlardan hiç hesap sorulmayacak mı?
Aynı akşam saat sekizde Meriç’in Umurca (Omurca) Köyü’ne Medeni Yağcı Baba’nın evine mihman oluyoruz. Ana, Oğlu, Gelini, Torunuyla bizi sevecenlikle karşılayan Medeni Yağcı ise bambaşka dertler içinde: “yol sürülmüyor, insanlar ceme gelmiyorlar, gençlerin ise hiç ilgileri yok” diyen Medeni Yağcı Baba oldukça kaygılı, üzgün, kederler içinde bize bakıyor. Hayli bir zaman emek verdim, çaba gösterdim ama şimdi benim de imkanlarım elvermiyor, Uzurköprü’de torun okutuyorum, onun yanından ayrılamıyorum. Kardeşcazım, cemler yapılmıyor, bir tek burası kaldı ama burada da yürümüyor. Ocaklar kapandı, bu işler bitiyor artık...” Ben üsteleyince işte al sana Nasuhbey Köyü bir zamanlar dört ayrı gurup cem olurdu, şimdi hiç yok. Burada da öyleydi, burada da yok. Ben dört sene Yeniköy’e gittim (Uzunköprü’ye bağlı belde) cemler yürüttüm ama artık gidemiyorum. Ali Mete’yi baba oturttuk. Ama orada da yürümüyor. Herkes sağa sola savruldu, çocuklar, (gençler) büyük şehirlere gittiler, yaşlılar yapamıyor, biz dağıldık be kızancığım”... diyor. Akşam bizleri daha önceden tanıyan diğer canların da katılımıyla yine muhabbet sofraları kuruluyor...
29 Mayıs Pazar
Kara Baba Türbesi
Erkenden kalkıyoruz. Köy yumartalı bir kahvaltı yaptıktan sonra Umurca ve Nasuhbey arasında bulunan bir önemli türbeyi ziyaret ediyoruz: Rumeli’ye fetheden “Kırk Eren”den birisi olarak bilinen Kara Baba’nın Türbesi Meriç boyunda, Yunanistan sınırında. Buradan karşı kıyıdaki, Yunanistan’daki bir köyün tüm evleri teker teker görülüyor. Daha önceki bir gezimde bir yaşlı bir Nasuhbey’li amca “Kara Baba, Kırk erenden birisiydi, kendisi Kızıldeli Sultan’la, Ece Sultan’la Rumeli’ye geçmek isteyen bir erendir. Ama kendisi burada Hakk’a yürümüş, türbesini burada yapmışlardır.” Demişti. Türbesi’nin türbedarı olarak yaz kış buraya hizmet veren Nasuhbey Köyü’nden Salih Arabacı ise herkesten daha dertli. Buraya hiç kimse bakmıyor, yardım etmiyor, diyen Arabacı şu anda yemekhanesi yapılan cem kültür evinin yarım kalan binasından, insanların ilgisizliğinden dert yanıyor. Türbede dualar yapılıyor, çerağlar yakılıyor. Burada benim en çok dikkatimi çeken ise yüzlerce yıllık olduğu besbelli olan meşe ağaçlarının bulunması. Burası kır, burası köy ama burada koyun yok, kuzu yok. Bu nasıl bir iştir Allah aşkına!? Salih Arabacı diyor ki, buraya adak adayan olduğu zaman kurbanını kendisi getirirken yanında getirecek bu köyde (Nasuhbey)’de koyun artık yok, diyor.
Uzunköprü, Derviş Kemal
Yaşayan belki de en ünlü Alevi-Bektaşi ozanı olan Kemal Özcan (Derviş Kemal) Ali Koca Baba’nın eski dostu. Zaten ben yıllardır tanıyorum kendisini, birçok kez söyleşimiz, sohbetimiz, hatta Cem Tv. İçin çekimlerimiz bile olmuştu. Tam altı aydır içerde hapistim, ben çok hastalık çektim, diyen Derviş Kemal bizleri karşısında görmekten son derece mutluydu. Sevinçten içim içime sığmıyor diyen Derviş Kemal ikinci kitabı olan Şah Gülleri isimli kitabının bizlere ulaşıp ulaşmadığını soruyor. Ama kitap konusunda bayağı öfkeli, adam Atatürk’le ilgili ne kadar şiirim varsa içinden çıkarmış öyle yayınlamış, diyor. Böyle şey olur mu be kardeşim, diyor. Olayın iç yüzü nedir bilemiyoruz, ama olmaz, diyoruz. İşte burada muhabbet ortamına giriyoruz. Bu gezide beni en çok bu ziyaret etkiliyor. Ağır, usul ama derinden, Tuna Nehri gibi akmaya başlıyor Derviş Kemal. Seyyid Ali Sultan süreğinden geldiği belli, bir başka tılsımı var kendisinin. Beni hep yanlış anladılar, diyor. Ben bu işlere çok eskiden başladım. Aleviliğimi, Kızılbaşlığımı, Bektaşiliğimi her zaman korkmadan yaşadım, yaşattım, söyledim. Cemler olurdu ama gizlilik içinde, yasaklar içinde, baskın yeme korkusu içinde. Pencerelerin önlerine yataklar, yorganlar konulup lambalar yakılmadan, mum ışığında, çerağ ışığında cemler yapılırdı. Gerçekten de bekçiler bekçilik görevini yaparlardı. Ama o bile sorundu, ya sokak bekçileri sorsa siz neyi bekliyorsunuz burada, dese ne denecek? Korku vardı, yasak vardı, yok sayılmak vardı, gizlenmek vardı, o günlerde, diye anlatıyor. “Reformcu bir yapım vardı, çeşitli eleştirilerim oluyordu, çağa uymak gerekir, diyordum. Ama derdimi kimseye anlatamadım, bu yola cahil dedeler ve babalar da zarar vermiştir, bunu kabul etmeliyiz, diyen Derviş Kemal; “ama yolun ana kuralları vardır bunu da kimse değiştiremez o değerler olmasaydı, bizler bu inancı bugüne getiremezdik, gülbenkler çok önemlidir, dualar çok önemli bu inançta” diyor. Bizden başka diğer bazı dostlarını da ağırlayan Derviş Kemal; “kusura bakmayın unutkanlık var, kelimeleri de toparlayamıyorum” diyerek yüzünden eksik olmayan gülemsemeyle bilge bir Anadolu ozanına dönüşüyor gözümde.
Cemler, muhabbetler, sohbetler, nefesler bu yolun gerçekliğini ortaya koyar, diyen Derviş Kemal “nerede yeni bir ozan duysam, görsem hemen gidip onunla tanışırdım. Böylelikle o kadar çok ozan, yazar tanıdım ki, ben bu inancı, kültürü içinde, özümde yaşatıyordum ama uygulamada da yaşatmak istiyordum, bu tanışıklıklar içinde Nesimi Çimen’le, Feyzullah Çınar’la olan dostluğumun yeri bambaşkadır” diyor. 3500 şiiri olduğunu söyleyen Derviş Kemal, şiirlerini birbirinden ayıramadığını, hepsini sevdiğini söylüyor. Vefasızlıktan yakınan ozan Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarını eleştirmekten geri durmuyor. Gelip bazıları, profesörler vs. Gelip bana söz veriyorla, senin şiirlerini kitaplaştıracağız, diye. Ama hiçbir sonuç alamıyorum. Allah’tan ki şiirlerimin kopyasını onlara veriyorum, aslını verseydim, onları bir daha bulamazdım, diyen Derviş Kemal’in yine bizi candan karşılayan sevgili eşi ve gelini hemen bir şeyler hazırlıyorlar. Bir baba gibi duaları sıralayan Derviş Kemal sofra adabını, sohbet adabını, Alevi-Bektaşi erkan ve adabını her yönüyle yaşıyor, yaşatıyor. Buna uymayanlara hemen eleştirisini yapıyor.
Tanrı insanda, anlayışıyla Alevi-Bektaşi felsefesini, Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimiler’in yolunda, Pir Sultan’ın aydınlığında üretmeye devam eden Derviş Kemal, babam okumamış bir insandı ama ne de güzel yapmış, hem can, özellikle de “Özcan” soy ismini almış. Benim amcam ise aslında bir basın şehididir. Mezarı İskeçe’dedir. 1920’li yıllarda bir gazete çıkarmış, Türkçe’nin mücadelesini vermiş Trakya’da. En büyük arzum bir kez olsun Kızıldeli Sultan’ın ve Amcamın mezarlarını ziyaret etmektir. Eskiden bu bize yasaktı. Ben aslında Dimetoka (Yunanistan) doğumluyum (Babalar Köyü). Kanuna göre Yunanistan’dan Türkiye’ye göç edenler, orada doğmuş olanlar, Yunanistan’a gidemiyordu. Sanırım bu yeni kalktı. Ama bizde de artık güç kalmadı.” Diyerek sözlerini sürdürüyor.
Sonrasında Ali Koca Derviş Kemal’in şiirlerinin türkülerini okuyor. Büyük bir sevda bu. Yürekte sevgi olmasa, kim böyle türkü yakar şiirlere. Derviş Kemal’i çok mu çok mutlu olmuş görüyorum. Türkülere kendisi de eşlik ediyor. Masa daha bir şenleniyor, muhabbet tatlılaşıyor. Son kitabını fazla beğenmese de konuklara imzalayan Derviş Kemal’le fotoğraf çektirmek tarihe bir not düşmek demek... Bizim Derviş Hüseyin Durak ve Nesimi Doğan dururlar mı? Onlarca kez flaşlar patlıyor. Yol, gelenek, töre, adet, edep erkan sürülüyor. Uzunköprü’ye çok uzun yıllar önce gelip yerleşen bu Kızıldeli muhipleri, geçmiş günlerin hatıralarıyla dolu bir şekilde uzaklara giden, uzaklarda kalmış bir adadan ayrılan bir gemidekilere kalkan eller gibi bizleri uğurluyor. Ben ise derin bir hüzne kapılıyorum.
Ne oluyoruz, neler oluyor?
Bu sefer Trakya gezisinden yüreğimde bazı açıtıcı çiziklerle ayrılıyorum;
Hayatın kavgasında yıllarını tarlalarda, el kapılarında geçirmiş, kırk elli yıl önce erenler meydanında nasip almış Hasan Yıldız Halifebaba ve Anasultan’ın, gençleri yola getiremiyoruz, demeleri... 78 yaşında hiçbir güvencesi olmayan tarlada çalışmak zorunda kalan bir yaşlı adamcağız...
Artık cemleri yürütmediğini, meydan açmadığını söyleyen Medeni Yağcı Baba...
Buralarda koyun yok, kurban için insanlar başka yerlerden getirirler diyen Nasuhbey Köylü türbedar...
Bunlar beni üzüyor, düşündürüyor... Akşamsa teyzemin kız torunu Selanik göçmenlerinden bir delikanlıyla evleniyorlar, ayağımın tozuyla düğüne yetişiyorum. Şiran-Selanik iyi bir buluşma. Barış ve Pınar’ın hayat boyu mutlu olmalarını, bu evliliğin herkese örnek bir evlilik olmasını diliyorum.
Düştüm 1
Benlik duvarını aşıp
Alem-i devrana düştüm
Vücut şehrini dolaşıp
Bir kutsal meydana düştüm
Ulu meydana katıldım
Kara kazana atıldım
Hem alındım hem satıldım
Bir pir-i mügana düştüm
Şeytan peri cinden uzak
Düşmanlıktan kinden uzak
Mezheplerden dinden uzak
Meclis-i irfana düştüm
Can gözümü sildirdiler
Beni bana bildirdiler
Can tendeyken öldürdüler
Badehu rahmana düştüm
Eller dostça bağlanınca
Aşkla coşup çağlanınca
Gerçek birlik sağlanınca
Meclis-i erkana düştüm
Kudretiyle kutsal cemin
Işık dolmuş arş u zemin
Herkes birbirinden emin
Sanırsın rıdvana düştüm
Derviş Kemal vade doldu
Herkes mevlasını buldu
Kullar dörde taksim oldu
Ben Şah-ı Merdan’a düştüm.
Derman Olur
Derdim çoksa gamım neden
Ali’m bana derman olur
Hiç şaşmadan Hakk’a giden
Yolum bana derman olur
Dilim Kerbela’yı anar
Gözüm dolar içim yanar
Saki dermanımı sunar
Dolum bana derman olur
İnsan olmaz yüksek uçan
Derman bulmaz dertten kaçan
Dostlar meclisinde açan
Gülüm bana derman olur
Derdin andırsa da dağı
Erise de yürek yağı
Ben neylerim yeşil bağı
Çölüm bana derman olur
Karakışa dönse yazım
Eksilmeyip artsa sızım
Derdime ortaktır sazım
Telim bana derman olur
El sürerken zevk ü sefa
Çektik nice cevr ü cefa
Biz çilede bulduk vefa
Zulüm bana derman olur
Derviş Kemal takat yetmez
Dertler bizi koyup gitmez
Ömür biter çile bitmez
Ölüm bana derman olur
Bilesin Felek
Bana insafsızca tuzak kursan da
Kul olan incinmez bilesin felek
Mızrap olup hergün bin kez vursan da
Tel olan incinmez bilesin felek
Bana türlü korku salsan ne çıkar
Her yönünle ateş olsan ne çıkar
Beni taştan taşa çalsan ne çıkar
Sel olan incinmez bilesin felek
Ele şerbet bana zehir sunsan da
Zamanı gelmeden tabut yonsan da
Karga olup dallarıma konsan da
Gül olan incinmez bilesin felek
Bir cellat misali başımı kessen
Kanımı akıtıp derimi yüzsen
Ayağın altında çiğneyip ezsen
Yol olan incinmez bilesin felek
Derviş Kemal der ki ferman doğdursan
Darağ’cına çeksen iple boğdursan
Üstüme sürekli bela yağdırsan
Çöl olan incinmez bilesin felek
Salın beni gideyim
Ellerine dostların
Varıp niyaz edeyim
Güllerine dostların
Dost ceminde bulunsam
Bir saz olup çalınsam
Kemer olup dolansam
Bellerine dostların
Kevser diye anılsam
Bir kadehe konulsam
Dolu olup sunulsam
Ellerine dostların
Çok özledim göreyim
Gönüllere gireyim
Eğilip yüz süreyim
Çullarına dostların
Derviş Kemal hep koşsam
Felek ile yarışsam
Damla olup karışsam
Sellerine dostların
Kitap: Şah Gülleri, Derviş Kemal, Karamavi, İstanbul, 2010
DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 105-113