MUĞLA DATÇA GEZİSİ (2014)

MUĞLA DATÇA, 5. HIZIRŞAH ETKİNLİĞİ

AYHAN AYDIN

1 Ağustos, Datça’ya Varış...

Tatlı bir koşuşturmayla yol alıyorum Muğla Datça’ya. Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi’nin düzenlediği etkinliğe katılmak her zamanki gibi yeni bir yer görme, yeni insanlar tanıma merakı beni çok çok sevindiriyor. Her şart altında ben sehayat delisi olan birisi olarak tüm güçlükleri ters yüz ediyorum. Otobüs bileti karşı tarafça alındığı için en öndeki yerimi bir başka yerle değiştirmem mümkün olmuyormuş! Bir de otobüse illaki gidip otogardan binmem gerekiyormuş! Hem de arabaya bindikten sonra ayağımı koridara uzatmam da yasakmış! Bir de muavin koltuğunde en önde seyahet etmek te yasakmış! Bu yüzyıllık otobüs şirketinin yasak saçmalıkları da yeni bir deneyim oluyor bana. Ne gam, ne gam, ne gam! Deli Ayhan’a ne gam! Dünya bilmiyor ki hiç bir zorluk benim yolculuk aşkımı azaltamaz.

Bu sefer doğrudan Muğla’ya doğru yol almak daha bir güzel. Daha öncesinden biliyorum İzmir’i, Ege’yi az da olsa. Ama Muğla’nın büyüsünün bu kadar güzel olacağını tüm anlatılara karşı bilemezdim ya. Git git bitmiyor yol... Aman ki bitmesin, kim istiyor ki bitmesini zaten? Çam ağaçları bana yetiyor anlattıkları öyküleriyle; her birisi saniyeler içinde kendi öykülerini anlatıyorlar yalnız yüreğime. Hışırtıları geliyor rüzgara bıraktıkları çıra kokularıyla, Yunan tanrılarının gizli sırlarını söylemek için sabırsızlanıp birbirleriyle yarışıyorlar. Her bir yolcuyu gözlerine kestirip bir bir anlatacaklar dağların, yağmurların, rüzgarların kendilerine fısıldadıkları gizli sırları, önemli bilgileri, efsunları... Kim anlar, kim dinlerse. Yol git git bitmiyor,  aman, aman bitmesin bitmesin kim istiyor ki zaten bitmesini?

Sonra dağlar, tepeler, koylar ve upuzun bir yarımadaya doğru alınan büyülü yolculuk. Kıvrımları içime giren nakışlı, büyülü efsaneler gibi uzayan bensersiz öyküleriyle Datça’ya geliyorum nihayetinte. Gülen yüzüyle ve içindeki en güzel duygularıyla, merakıyla, heyacıyla her davranışına yansıyan örgütçü vakıf başkanı Murat Yıldırım ve oğlu gülyüzlü Umut Yıldırım beni alıp evlerine götürmek için gelmişler. Beni kahvaltıya götürmek istiyorlar ama benim başka düşüncelerim var.

İyi ki açık sözlüyüm; ben her zaman böyle açık sözlümlüklerimle bir şeyler kazanıp, kaybettim! Diyorum, kahvaltı değil de şu sizin tarihi kentinizi gezsem en iyi kahvaltı bu olurdu, zaten sizin işiniz başınızdan aşkındır. Beni hemen sahile indirip yarım saat sonra başlayıp gün boyu sürecek  bir tekne gezisine atıyorlar beni.

Aklımı seveyim, Knossos Antik Kenti’ni gezmek için yol aldığımız bu tekne meğerki beni hayatımın en güzel tekne gezisine çıkarıyormuş da haberim yokmuş! Tüm billurluğuyla denizin suyu beni iç iç, diye bağırıyor, ya da gel çırılçıplak bedenini bana sun, diye haykırıyor!.

Kızlı, erkekli daha tam ergenleşmemiş delikanlılar, tüylenmemiş pürüzsüz genç vücut kıvrımlarını, yaşlılar ise buruşmuş, pörsümüş memelerini, baldırlarını, bir kısım orta yaşlılar, asla su girmeyecek sanılıp bir ayıyı kıskandıracak ve bazen de vücut denilen kıllı adacıkları getirin getirin; ne olursanız olun olduğunuz gibi gelin ben sizi kabul ederim, diyen bu dibi görünen bu sular, bu sular... Sizi yur, yıkar temtemiz, ak pak ederim, diye haykırıyor. Kaç kez koylara, kayalıklara yaklaşan tekne denizin bu çağrısına uyarak her birisi bir başka güzel koylara bu insaları bırakıyor. Üç saatte varıyorız gideceğimiz yere. Türkiye’nin yandığı bu günlerde denizin esintisi, bir mücevherden yansıyan ve insanın gözünün içine giren sonsuzluk deryasının ışıkları... Uzaklardaki gemiler bana filmlerdeki korsan öykülerini hatırlatıyor. Hava çok çok açık olmasına rağmen sisler içinde büyük gemiler geliyorlar sanki üstüme üstüme! Hani devasa kaya adacıkları gibi, onların arasından gelen dev yelkenliler gibi, ak bulutlar içinden çıkıp gelen ejderhalar gibi, ellerinde kılıçlar Ortaçağ kahramanları gibi. Bu benim hayal dünyam mı acaba? Pek de değil, gerçekten ne Karadeniz’de, ne Marmara’da, ne Akdeniz’de bu görüntüleri hissetmedim. Burası Yunan tanrılarının yurdu gerçekten de. Burada hava sarhoş, deniz sarhoş, kayalar sarhoş, tekneler ve gemiler sarhoş!.. Ben en ala sarhoş oldum.

Her zaman söylerim dünyanın hiç bir içkisi ama hiç bir içkisi insanı bulunduğu ortamın büyüsü kadar sarhoş edemez! Bu benim hayata bakışımdır. O anlar, o mekanlar, o sohbetler, o saniyeler... İnsanı en büyük mutlulukla sarhoş eden asla ve asla alkol sarhoşluğu değildir. Belki de insanlar hayatta gerçek anlamıyla sarhoş olamadıkları için alkole sarılıp sorhoş olup bir aldatıcı mutluluk arayışında oluyorlar!

Ben bugün hayatımın gerçek anlamıyla en güzel sarhoşluklarından birisini yaşıyorum. Allah başta Süleyman Zaman dostun ve buna vesile olanlardan razı olsun. Bu tarihi kenti gezmek de bir ayrıcalık. Bu tarihi kent beni alıp bu sımsıcak atmosferin içinden bambaşka bir büyülü dünyaya götürüyor. Çünkü burada gerçek anlamıyla tarihi bir hazine saklı. Bu sütunlar, bu büyük kayalar ve iki sahil arasında yükselen yeryüzü harikası bu kent yukarda anlattığım büyülü bir yerin öyküsünü anlatıyor bana. Burası tanrılar yurdu, burası aşk yurdu, saklı cennet yurdu...

Epey bir tepeye çıkınca Ege’yle, Akdeniz’i ayırdığı söylenen en uç noktadaki yarımadadan çok çok uzaklara bakarken gönlü de kör olanlar, ruhu da kara olanların ruh gözleri de açılır buraları görseler diyorum. Nankör, cahil, fesat, hazımsız, kadir kıymet bilmezleri, aşk, sevda, mutluluk nedir bilmeyip, insanların hayatlarını karartanları getirip Knossos tepelerine bırakacsın... Hayatları mutlaka değişir. Kilometreler kilometreler uzaktaki büyük gemiler ayan beyan ortada. Bu derin mavilik, zaman zaman yeşillik insanı deli ediyor. İnsan baktıkça bakası gelen bir ölümsüz güzellik karşısında tüm duygularının ötesinde bir derin sessizlik duygusuyla aptallaşıyor.

Can dostlar bu koylar, bu kıyılar, bu tepeler, bu ağaçlar dünyanın arayıp bulamadığı yerler.

Gerisin geriye de üç saat süren yolculukla ben gerçek anlamıyla ruhen dinlenmiş, dinginlenmiş, bulutlar içine girmiş, en tatlı uykusuyla bir çocuğa döndüm. On iki yıldır peşimi bırakmayan “uykusuzluk hastalığı” hayat boyu devam etse de, bu benim hayattan aldığım sarhoşluğu ve mutluluğu asla yok edemiyor, belki de arttırıyor.

Akşamsa beni kaldığım A parttan alıp “Yıldırım Malikanesi”ne götürüyorlar. Burası Murat Yıldırım’ın ve ailesinin bir başarısı. Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı Datça Şube Başkanı Murat Yıldırım buraya gelince aynen benim gibi çarpılmış, burayı çok sevmiş. Buraya tüm ailesini ve dostlarını, sevenlerini ağarlayabileceği geniş bahçesi içinde binasını kondurmuş. Bahçesindeki akşam yemeğinde bizleri diğer dostları ve Ankara’dan gelen Mimar Sevilay Miser Hanım’la buluşturuyor. Çok hoş sohbet bir ortam oluyor. İyi ki de bir gün önce gelip bu güzellikleri yaşamışım. Sevilay Miser bir kültür insanı. Alevi inancının değerleriyle yaşayan ve bu değerler konusunda çok hassas olan Sevilay Hanım bizim bildiğimiz sıradan mimarlardan değil. Alevi tarihini, inancını, değerlerini, sembollerini oldukça iyi bilen Miser aynı zamandan bir ocak mensubu. Kendisi Çankaya’da yapılan yeni cemevinin de mimarı. Araştıran, yazan, üreten bir değerimiz. Onunla tanışmak gerçek bir mutluluk.

Güzel insan Murat Yıldırım’ın çocukları Gülen ve Umut Yıldırım ve sevgili eşi onun aynı zamanda en büyük yardımcıları. Onlarla da kaynaşıyoruz.

Yahu gerçekten de ben niye buradaydım? Gezi delisi olduğum için etkinliği bile şimdi söyleyeceğim.

 

2-3 Ağustos 2014, 5. Hızırşah Etkinlikleri

 

Ayrıntısını kelimesine bile dokunmadan aşağıda aktaracağım, sevgili Gülen ve Umut Yıldırım kardeşler tarafından yazılan metindeki gibi, büyük başarıyla bir etkinlik yapıldı Datça’da. Tüm bunlar bile beni sevindirmeye yetiyor. Ama şu sivri dilim yok mu, ya yazılarım?, bana gerçek dostlarımı da maalesef düşmanlarımı da bu kalemim ve dilim gösterecek.

Neyse... Bir de efendim Hızırşah var. Bu da ayrı bir öykü. Ama önce bu koca gövdemle bu gezi aşkımın “ben de çıktım” dediğim etkinlik öncesi geziden de bahsetmeliyim. Tüm Datça’yı görmenin mümkün olduğu ve bazen bazı bulutlar bizi umutlandırsa da, aslında sıcak altında çıktığımız ve Datça’da gerçekten de ziyaret edilecek mekanlardan birisi olan “Hacet Tepesi”ne çıkıyoruz. Hacet; dilek, rüya, umut, istek manalarında kullanılıyor. Yöreye ait sayısız bitkinin, çiceğin, ağacın oluduğu ve Hızırşah’a hakim dağın ve tepelerin bulunduğu mevki bir vadinin parçaları. Burada çok çok sevdiğim keçiboynuzunun da ağacı var. Etkinliğin en önemli sürprizlerinden birisi de çok sevdiğim bir insanla tanışmak oldu.

Etkinlik vesilesiyle; Muğla Belediye Başkanı Sayın Osman Gürün’le, tatil için burada bulunan Mardin Artuklu Üniversitesi Süryani Dili ve Kültürü Bölümün’den çok sevgili Kutlu Akalın’la, Ruhu Su’yun varlığını yıllar sonra bana hissettiren ve aldığı sahneyle programı zenginleştiren Sanatçı ve Atasav (Ataşehir Sosyal, Ekonomik Araştırmalar ve Eğitim Vakfı) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Karayol ile tanışıyorum.

Çok sevgili ve olayı özden kavrayıp çalışmalarıyla Alevilere sayısız sözde Alevi aydınından daha çok yardımcı olan Doç. Dr. Ve CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir ve sevgili eşi Dr. Tuğba Tanyeri Erdemir’le hasret gideriyorum.

 

4-5 Ağustos, Neşe Budak ve Eski Datça

 

Hollanda’da milletvekili olan Neşe Budak son derece sevecen, hayat dolu, aynı zamanda kültür ve sanatla yoğrulmuş bir insan. O aynı zamanda bir psikolog. Datça hayranı Budak tatil için buraya gelmiş. Benimli daha önceden buraları keşfetmiş ve kültür insanı olarak ilgilenen Budak ve Almanya Wiesloch’tan gelen çok cana yakın, genç Demir çiftle Eski Datça’yı geziyoruz. Sanki burası bir başka güzel; tümüyle taş evler, büyülü çiçekler, ağaçlar... Hava, bu anbians dedikleri büyülü ortam insanı sarhoş ediyor. Nihayetinde geri dönüş yolunda da gördüğüm gibi kilometlelerce sizi yalnız bırakmayan el değmemiş, bozulmamış müthiş güzel kıyılar, tepeler, küçücük adacıklar, kayalıklar, değirmenler, ağaçlar ve türlü çiçekler Datça’ya inşallah ki beni bir kez daha getirecek gibi.

Neşe Hanım beni ünlü ressamlarımızdan ve şu anda Datça’da yaşamını sürdüren İbrahim Çiftçioğlu’yla da tanıştırıyor. Asıl Datça Karaköy Köyü’nde atölyesi olduğunu öğrendiğim Çiftçioğlu’nun merkez de bir galerisi var.

Datça’ya gelince her tarafın afişlerle dolu olduğunu gördüm; birçok yazar, şair, sanatçının etkinlik afişleri sokakları süslüyor. Bu ne gurur verici bir şey; Fazıl Say’dan Enver Aysever’e birçok ünlüye ev sahipliği yapıyor Datça. Bu arada kültür sanat merkezleri de var burada. Kendi mütevazi olanaklarıyla kültürü sanatı var etmek isteyen, çocuklara eğit verenler var.

 

Muğla Datça’daki Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı’na gönül veren ve özveriyle inancımızı, kültürümüzü bu turistlik beldede yaşatmak için mücadele veren can dostları görünce insan oldukça seviniyor. Çevreden aldığım bilgilere göre buradaki en önemli geçim; aslında sadece turizme bağlı değil; aslında badem, balcılık köylülerin tarım ve hayvancılıkları, inşaat sektörü, hizmet sektörü de burada iş dallarından bir kısmı. Geçim her yerde zor. Buradaki oteller gerçi senenin her döneminde turist ağırlıyor ve bu Datça’nın bir özelliği ama yine de yeterli bir gelir elde edilemediğini görüyorum. Buna rağmen yaz döneminde tek bir otel, butik, a partta tek bir boş oda olmaması sevindirici. Bu eşsiz beldeye belki de yaz dışında gelmek en iyisi. Her tarafı daha sakin olur. Benim gibi denize girmeyenler, doğa tutkunları için belki de sonbahar, kış, ilkbahar daha da uygundur. Bu durumu değerlendiren turistler de varmış. Burası sadece yabancı değil, yerli turistlerin de değerlendirdiği bir cennet köşe. Yaban hayatı oldukça iyi olan Datça’da Türkiye’de çok ender yetişen bitkiler bu arada türlü çiçekler ve yaban hayvanları, bu arada benim de çok sevdiğim yaban kedisi de var. Bu arada evinde bir gece mihman olduğum Tokat Almus Kınık’tan Veli Tokgöz gibi buraya sevdalanan yüzlerde İç Anadolu insanı, artık yeni yurtları olarak bu kıyı kentini seçmişler. Yine burada Garip Musa Ocağı’ndan Kangal Dışlık’lı Erzade Eroğlu Dede’yle sohbet ediyoruz.

Niyetlerimden birisi de Şimdiler de Ankara’dan daha çok Muğla Datça Gökova’ya bağlı Elmalı Köyü’nde ikamet etmeye başlayan Şakir Keçeli Baba’ya da uğramaktı ama onun bir işinin çıkması nedeniyle bu isteği bir başka zamana bırakıyorum.

 

 

 

 

 

 

5. DATÇA HIZIRŞAH ETKİNLİĞİ YAPILDI (02 - 03 AĞUSTOS 2014)

 

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cemevi’nin Datça Belediye Başkanlığının katkılarıyla gerçekleştirdiği 5. Hızırşah Etkinlikleri 2-3 Ağustos 2014 tarihlerinde Muğla Datça’da gerçekleşti.

 

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cemevi’nin Datça Belediye Başkanlığının katkılarıyla gerçekleştirdiği 5. Hızırşah Etkinlikleri 2-3 Ağustos 2014 tarihlerinde Muğla Datça’da gerçekleştirildi.

Etkinlik, 02 Ağustos 2014 Cumartesi günü Saat 10.00’da Datça Hızırşah’da bulunan Hacetevi Tepesi’ne çıkılmasıyla başlandı. Uzun ve yorucu bir tırmanışın ardından Hacetevi’ne ulaşan canlar burada dua okuyup, dilekler dilediler.

Program aynı gün Saat 14.00’de Hızırşah Külliyesi’nde yapılan açılış programıyla devam etti. Açılış programı Vakıf Şube Başkanı Murat Yıldırım’ın konuşmasıyla başladı.

Etkinliğe katılan Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman GÜRÜN, Datça Belediye Başkanı Şener TOKCAN, CHP Bursa Milletvekili Aykan ERDEMİR, Araştırmacı Yazar Ayhan AYDIN’da birer konuşma yaptılar.

MUĞLA Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, yaptığı konuşmada, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın her türlü inancın temsil edildiğine inanılacak şekilde yapılandırılmasını, aksi halde kaldırılmasını istedi.

Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman GÜRÜN ve Datça Belediye Başkanı Şener TOKCAN’ın Datça’ya bir cemevi yapma için söz verdikleri ve süreci yakından takip ettiklerini söyledikleri açılış töreninde kesilen adaklardan yapılan lokma ve pilav paylaşıldı.

Hızırşah Külliyesi’nde yapılan törene CHP Genel Başkan Yardımcısı Yakup AKKAYA, Datça Belediye Başkan Yardımcısı Gürsel UÇAR, CHP Muğla İl Başkanı Mustafa ÖZTÜRK, CHP Datça İlçe Başkanı Mustafa ÖZTÜRK, Datça Belediye Meclis Üyesi Hayriye BALKANLAR, CHP Datça Parti Meclisi Eski Üyesi Nazmiye HALVAŞI, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Okmeydanı Şubesi Başkanı Zeynel ŞAHİN, Erikli Baba Kültür Derneği ve Cemevi 2. Başkanı ve İstanbul Fatih ilçesi CHP Meclis Üyesi Kazım AKŞAHİN, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Marmaris Şubesi Başkanı Kasım ÇAVLI, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şubesi Başkanı Mustafa KATIKSIZ, Datça Kent Konseyi Başkanı Orhan KESKİNSOY, Mimar Sevilay MİSER de bizzat katılırken,

Maltepe Belediye Başkanı Ali KILIÇ ve Kartal Cemevi Vakfı Başkanı İsmail SAÇLI’da telgraflarıyla katılmışlardır.

Etkinliğe katılan tüm katılımcıların yer aldığı bir akşam yemeğinin ardından etkinliğin ilk günü sonlanırken,

İkinci günü Datça Belediyesi Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde “Geçmişten Günümüze Alevi İnanç Merkezleri” konulu panel gerçekleştirildi.

TBMM CHP Bursa Milletvekili ve Sosyal Antropolog Doç. Dr. Aykan ERDEMİR, Araştırmacı Yazar Ayhan AYDIN, Mimar Sevilay MİSER ve Emekli Öğretmen Kadri ÇOBAN’ın konuşmacı olarak yer aldığı panelin moderatörlüğü Edebiyat öğretmeniGüzel Bulut YILDIRIM tarafından gerçekleştirildi. Yaklaşık üç saat süren panele ve panelistlere ilginin yoğun olduğu gözlendi.

Etkinlik Datça Amfi Tiyatro ’da yapılan Hasan KARAYOL ve Sultan BİLGİN konseri ile son buldu.

Konserde ayrıca 2. Ve 4. Hızırşah etkinliklerinde hem bilim adamı hem de halk ozanı kimliğiyle yer alan ve geçtiğimiz Mayıs ayı içinde hakka yürüyen Op. Dr. Necati Özdemirde anıldı.

Amfi Tiyatro'nun tamamen dolduğu konsere, Datça Belediye Başkan yardımcısı Gürsel UÇAR, Datça Belediye Meclis Üyeleri Can CANBEY ve Gökhan SAĞIR ile Hollanda Eyalet Milletvekili Neşe BUDAK da bizzat katıldı.

Konser sonunda katılımcılara ve sponsor olan Afra Reklam, Alya İnşaat, Ata İnşaat, Cafer’in Yeri, Cansüs, Can Can Emlak, Datça Petrol Ofisi, Ersöz Emlak, Işık İnşaat-Bayram IŞIK, Saracoğulları Mobilya Fuarı ve Sıracettin DİNÇ’e teşekkür plaketleri takdim edilerek etkinlik sona erdi.

 

Gülen ve Umut Yıldırım Kardeşler

 

Açılış Konuşması - Murat YILDIRIM

 

Dostlar Merhaba,

 

Bu yıl 5. gerçekleştirdiğimiz Hızırşah Etkinliğimize gelerek bizlerler can, bizlerle cem olduğunuz için hepinize teşekkür eder, aşkı niyazlarımla selamlarım.

İnsan'a yakışan insan olmaktır. Peki, insan olmak nedir? Uzun uzadıya tanımlamaya gerek yok. Binlerce km. uzaktaki bir çocuğun kırılan oyuncağına onunla gamlanmak, bir annenin evladından ayrı düşürülmesine onunla isyan etmek, bir babanın ekmeğini kazanmak için girdiği madenden çıkamayışının yasını tutmak, savaşların, kanın durması için mücadele etmektir insan olmak. Hepimizi yaratan o ilahi güce Hakk’a boyun eğmek ve yeryüzü mescidinde yan yana saf tuta bilmektir insan olmak.

Peki, bugün bu mecliste bir araya gelen Alevi kimdir diye sorulursa, işte Alevi bütün bunları kendine dert eden, yolunu yitiren karıncanın gamını sırtlanandır. Alevi bu beşeriyete özde ben bir insan olmaya geldim diyen ve bu uğurda Hak rızası için gayret gösterendir.

Hal böyle olunca etkinliğimiz hazırlıkları da hayli buruk başladık. Zira Komşularımızın toprak bütünlüğünü etkilemeye yönelik, din eksenli ve her gün dozu daha bir artarak gelişen şiddet ülkemizde, gençlere özellikle kadınlara yönelik saldırıların artması bizleri kaygılandırmaktadır. Bununla beraber son yıllarda biz Alevilere yönelik menfi söz ve davranışlardaki artış da; Bu yıl 5. sini gerçekleştireceğimiz Hızırşah etkinliğimize hayli buruk hazırlanmamıza sebep oldu.

İsrail'in Filistin operasyonlarıyla nice masumu katletmesi... Öte yandan Sünni inancı temsil ettiği ifade edilerek, ülkemiz hükümetince terörist olarak adlandırılmayan IŞİD'in Suriye ve diğer bölge ülkelerinde özellikle Alevi inancına mensup halkı ve Türkmenleri katletmesi de bir diğer üzüntü sebebimizdir.. Kafa kesen, tecavüz eden, militanların ülkemizde rahatça dolaşmaları, hatta sağlık hizmetlerinden yaralanmaları sadece bizleri değil Sünni yurttaşları da rahatsız etmektedir. Bir başka rahatsızlık ve kaygı sebebi ise İslamiyet inancımıza göre Kuran'ın indirilmeye başlandığı kutsal bir ay olan Ramazan Ayında faili belirsiz eylemlerle Caferi camilerine yapılan saldırılardır. Ki bu da kendinden olmayana duyulan nefretin bir göstergesidir. Tüm bu kaygı verici, acı dolu gelişmeler bu yıl ki etkinliğimizin coşkusuna gölge düşürmüştür.

Sevgili canlar; insanların İnançları doğrultusunda ibadet edebilmesi, hiç bir toplum için lüks değildir. Ülkemizin de altında imzası bulunan insan hakları evrensel beyannamesince de tanımlandığı gibi ibadet özgürlüğü, insani bir haktır. Ancak bizler bu haktan mahrum edilmekteyiz. Bir yandan asimilasyon politikaları, öte yandan türbe, dergâh, cemevi gibi kutsal mekânlarımızın adeta gasp edilerek camiye dönüştürülmesi bizleri incitmektedir.

Pek çoğunuzun da medyadan takip etmiş olacağı gibi daha geçtiğimiz ay yüz yıllardır inancımızın en önemli dergâhlarından olan Tokat Erbağ’daki KEÇECİ BABA Türbesi cami olarak değiştirilmiştir. Bir kaç yıl evvel yanan türbe, onarımın ardından müftülükçe kadrolu bir imam da atanarak camiye devşirilmeye çalışılmıştır. Bu duruma itiraz eden köylüler Erbağ Kaymakamı tarafından devlet etiğine ve üslubuna yakışmayan bir biçimde, "sizin Müslümanlığınızdan şüphe ederim" diye azarlanıp aşağılanmışlardır. Minaresiz, minbersiz bir yapıyı camiye çevirmekten nasıl bir Müslümanlık algısı olduğunu bilemediğimiz Kaymakam, her ne hikmetse sadece Alevi köylerinde iftar yemeği vermiştir.

Peki, Alevi-Bektaşi inancına, inanç merkezlerine ve kültürüne karşı takınılan bu yok sayan tutum ilk midir? Ya da son olacak mıdır? Ne yazık ki; güdülen bu yanlı politika ve inancımıza bakış değişmediği sürece bu baskı gasp ve zulüm devam edecek gibi görülmektedir.

Devlet içinde devlet, din içinde din yaratmaya çalışan ve buna hizmet eden kendinden olmayanı yok sayan, ötekileştiren bu zihniyet... İbadetlerimizi cümbüş, Cem evlerimizi cümbüş evi diye niteleyen ve bin yıllardır bizleri olmadık iftiralarla tanımlayıp aşağılayan bu zihniyet adeta Alevi kimliğini tarihsel varlığımızı ve bu coğrafyadaki izlerimizi silmek için uğraşmaktadır. Etkinliğimize de ismini veren, ve beş yıldır lokmalarımızı dağıtıp bir araya gelerek inanç ve kültürümüzü anlatma ve yaşatmaya çalıştığımız Hızırşah dergahı da son yıllarda adeta tarihin bilgi, belge ve izlerini yok etmek istercesine "restorasyon" (yenilme) adı altında, talan edilmiştir.

Değerli Dostlar, 2010 yılında vakfımızın gayreti ve belediyemizin yardımlarıyla adeta çöplüğe dönmüş olan dış alanı temizlendiğinde dergâh bölümü metruk bir halde idi. Sonrasında SİT alanında bulunmasına rağmen, kimler tarafından görevlendirildiği bilinmeyen, sözde gönüllü bir inşaat ustasınca dergahın tahta döşemeleri söküldü ve seramikle kaplandı. Külliyenin bahçesinde yer alan Bektaşi mezarlarının taşları ise uygunsuz tasnif ve nakliye nedeniyle kırılıp kayboldu. Bu yetmezmiş gibi Alevi dergahlarının en önemli unsurlarından olan ve yapılan araştırma sonucu 500 yıllık bir tarihi olduğu öğrenilen "Eşik Taşı" da yine restorasyon adı altında gerçekleşen bu kıyımda söküldüğü halde, daha sonra bulunamamış ve tarafların ifadesine göre "nerde olduğu da bilinmemektedir."

Kamuoyu bilmeli ki, bu sadece biz Alevilere karşı bir sorumsuzluk değil ülkemiz kültür ve milli değerlerine karşı da en hafif ifadeyle ihanettir. Neyse ki bu ihanet ile ilgili olarak değerli vekillerimiz, Bursa milletvekili Aykan Erdemir ve Muğla milletvekili Ömer Süha Aldan, Kültür ve Turizm bakanı Ömer Çelik den yanıtını merakla beklediğimiz bir soru önergesi ile bilgi talep etmiştir.

Yine hatırlatalım ki, Hızırşah Külliyesi'nin sınırları içinde kalan HACET TEPESİ, vakfımızın aracılığıyla 2012 yılında Kültür Bakanlığı'nın gerçekleştirdiği proje kapsamında onarılmış, yolu ve çevre düzenlemesi yapılarak Hızırşah köyüne ve turizme kazandırılmıştır.

Kıymetli misafirler, Dostlar, biz Aleviler, cami düşmanı değiliz. Hatta yıllar yılı "herkes inandığı gibi yaşasın ve ibadetini gerçekleşirsin" dediğimiz için dinsiz ve ateist ilan edilerek taşa tutulmuş bir halkız. Hızışah dergâhı günümüzde Hızırşah köyü camii adıyla anılmaktadır. Bu bizler için sorun teşkil etmemektedir. Zira; kurulduğu günden bu güne kadar hiç bir hizmetini görmemiş olmamıza rağmen gelirinin büyük bir kısmına vergilerimizle katkı sunduğumuz Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Türkiye genelinde bulunan 130 bine civarındaki cami sayısı eğer Sünni dostlarımızın ibadethane ihtiyacını karşılamıyorsa biz Aleviler türbe ve cemevlerimizi kendilerinin ibadetlerine memnuniyetle açarız. Ancak ibadethanelerimizin; adeta gasp edilerek, inancımız yok sayılarak camileştirilmesine müsaade etmeyeceğimizi ve bu doğrultuda, her meşru zeminde hakkımızı sonuna kadar arayacağımız bilgisini de kamuoyuna sunmak isteriz.

Katılımın ve desteğiniz için hepinize tekrar teşekkür ederim. Saygılarımla.

 

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Başkan Murat YILDIRIM

 

 

 

Uçsuz bucaksız mavi gök altında

Nefesini nefeslere katışın güzel

Gün doğup gün batarken ufuklarda

Nazlı nazlı dalgalanıp gülüşün güzel

 

Nice çam ağaçları bademler ile

Kokusu dağlardan gelen yarpuzlar ile

Mahsun mahsun bakan Karakulağın ile

Gönüller fetheden dostluğun güzel

 

İnci, mercan saklar sahiller koylar

Işıl ışıl tertemizdir caddeler, yollar

Değerine değer katan turistler, canlar

Hacetevin, Hızırhaşın, hoşgörün güzel

 

Işıklar yayılır tarihinin aynasından

Korsanlardan, Karyalardan, Knissos’tan

Felsefe okumuş gibi bakan insanlarından

Bir bir renk açan çiçeklerin güzel

 

Yerel tarih araştıran gurupların var

Tarihi yolların, satranç kulübün var

Atatürk’ü seven cumhuriyetçi halkın var

Her bir otelin, yazlığın, bahçelerin güzel

 

Nerde böyle bir mavi, böyle bir yeşil

Nerde böyle uslu kediler, böyle bir nehir

Nerde böyle delişmen aşklar, böyle bir sahil

Erenlerin şavkı vuran tepelerin güzel

 

Fazlım hayran kaldı böyle bir şehre

Bir daha gelmek hem farz, hem sünnete

Tadına doyamadım, bambaşkaymış lezzetine

Eski Datça’da taş evlerin güzel

Ayhan Aydın

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile