BÜYÜK AVRUPA GEZİSİ 7. YAZI

AVRUPA’DA ALEVİLER BEKTAŞİLER ARASINDA 100 GÜN (2013/2014) 7. YAZI

Ayhan Aydın

ARNAVUTLUK’TA SARI SALTUK ETKİNLİĞİ (10-13 Eylül 2013, Tiran)

10-13 Eylül 2013 tarihleri arasında Sarı Saltuk’un Balkanlar’a geçişinin 750. yıldönümü nedeniyle Arnavutluk Tiran’da uluslararası bir etkinlik düzenlendi.

Etkinliğe ve bu etkinlik içindeki sempozyuma katılan bilim adamlarının, inanç önderi dede, baba, dervişlerin dışında; başta Balkanlar ve Türkiye olmak üzere Amerika’dan, Kanada’dan, Batı Avrupa’dan da ilgililerin ve yetkililerin katıldıkları etkinlik geniş katılımlı oldu.

Etkinlik için Türkiye’den de kalabalık bir akademisyen topluluğu ve bazı inanç önderleri de Arnavutluk’un başkenti Tiran’a 10 Eylül’de hareket ettiler. Türkiye heyetinde CEM Vakfı’nı temsilen Araştırmacı ve CEM Vakfı Basın Halkla İlişkiler Birimi’nden Ayhan Aydın, Prof. Dr. Hasan Onat, Prof. Dr. Gıyasettin Aytaş, Yrd. Doç. Dr. Rıza Yıldırım, Yrd. Doç. Dr. Haşim Şahin, Doç. Dr. İsmail Güleç gibi isimlerle; Hüseyin Dedekargınoğlu, Sultan Süceattin Veli Dergâhı Postnişini (Post Dedesi) Mehmet Demirtaş ve bu ocağa (dergâha) bağlı babalardan; Abidin Harman, Muharrem Topaloğlu, Mahrem Tezol da yer aldı. Etkinliğe Yunanistan’dan Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti Başkanı Ahmet Karahüseyin de katıldı.

Türkiye’den etkinliğe katılan heyet ilk gün otellerine yerleştikten sonra, Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği’ni ziyaret ettiler. Burada Dedebaba Edmond Brahimaj (Baba Mondi) tarafından ve dergâhta görevli dervişler tarafından karşılanan heyete ikramlarda bulunuldu. Dedebaba Edmond Brahimaj misafirlere seslenerek bu ziyaretten çok büyük bir mutluluk duyduğunu belirterek özellikle CEM Vakfı Genel Merkezi’nden bu toplantının yanı sıra kendilerini Prof. Dr. İzzettin Doğan adına ziyarete gelen Ayhan Aydın’ı takdim etti. Her konuda CEM Vakfı’nın yaptığı güzel çalışmaların yanında olduklarını dile getirdi. Heyette Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (TİKA) Başkanı Musa Serdar Çelebi de yer aldı. Konuşmalardan sonra Arnavutluk’ta hizmet etmiş olan dedebabaların türbeleri ziyaret edildi dualar yapıldı.

Daha sonra hep birlikte akademisyen düzeyde de öğrenciler yetiştirdiğini duyduğumuz Tiran Yunus Emre Türk Kültür Merkezi ziyaret edildi. Ziyarette Sayın Tayfun Kalkan misafirlerin ziyaretlerinden büyük memnuniyet duyduklarını söyledi. Bu arada burada nefesler bağlama eşliğinde söylendi.

11 Eylül

Saat ondan itibaren Sarı Saltuk Balkanlar Meclisi Sempozyumu Tiran’ın merkezindeki İnternational Otel’de büyük bir izleyici kitlesinin katılımıyla açıldı. Açılışta Arnavutluk Milli Marşı çalındı. Salonda aynı zamanda Türk bayrağı da vardı. Sabahki oturumu (toplantıyı) Dedebaba Edmond Brahimaj ustalıkla yönetti.  Sempozyuma Türkiye Tiran Büyükelçisi Hasan Sevilir Aşan, Uluslararası Kalkınma İşbirliği Derneği Başkanı Musa Serdar Çelebi, Cem Vakfı yetkilileri, TİKA Genel Müdürü Şefik Kantar, Sivil Toplum Kuruluşları Koordinasyon Birimi’nden Tolga Keskin, Hitit Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Osman Eğri, Arnavutluk Müslüman Cemiyeti Başkanı Selim Muça, Arnavutluk Bektaşi Topluluğu Başdedesi Edmond Brahimaj, Makedonya İslam Birliği Başkanı Süleyman Recep, Kosova Müslüman Cemiyeti Başkan Yardımcısı Prof. Kazım Kazimi, Karadağ İslam Birliği yetkilisi Ömer Halili Kayoşa, Arnavutluk Geleceğin Alternatifi Derneği Başkanı Mehdi Gurra ile Türkiye ve bölge ülkelerinden gelen dini temsilciler ve akademisyenler katıldı.

Arnavutluk Bektaşi Topluluğu Başdedesi Edmond Brahimaj, sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, Sarı Saltuk'un Balkanlar ve özellikle de Arnavutluk halkı için önemli bir şahsiyet olduğunu, yüzyıllar önce bu topraklara barış ve hoşgörü dilini getirdiğini söyledi. Arnavutluk Bektaşi Topluluğu Başdedesi Brahimaj, bu yüce şahsiyetin getirdiği bu dilin nesillere öğretilmesi gerektiğini vurguladı.

Türkiye Tiran Büyükelçisi Aşan ise, Tika'nın Arnavutluk'a yaptığı teknik yardımları yanında böyle kültürel alanda yaptığı desteğin takdire şayan olduğunu kaydetti. Türkiye Tiran Büyükelçisi Aşan, sempozyumun bölgenin dini hayatında önemli tesirleri olan Sarı Saltuk'un daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağını belirterek, sempozyumu düzenleyenlere ve katılımcılara teşekkürlerini sundu. Uluslararası Kalkınma İşbirliği Derneği Başkanı Çelebi de, Sarı Saltuk'un tüm insanları sevgi ve iyilikle sardığını, Saltukname'de Sarı Saltuk'un hosgörü ve barış oratamının sağlanmasında yöneticilerin adalet üzerine hükmetmelerini öğütlediğini belirtti. Uluslararası Kalkınma İşbirliği Derneği olarak Sarı Saltuk'un anlaşılması için ellerinden geleni yapmaya devam edeceklerini söyleyen Uluslararası Kalkınma İşbirliği Derneği Başkanı Çelebi, etkinliği destekleyen Tika'ya teşekkürlerini iletti.

Açılış konuşmalarının ardından, akademisyenler sempozyum için hazırladıkları tebliğlerini sundular.

Sempozyum sonrası ise, katılımcılara, Kruja şehrinde Sarı Saltuk'a ait olduğu öne sürülen türbe ile Kruja şehrindeki Dolma Tekkesi'ne ve Fuşe-Kruja şehirleri arasındaki Şemeni Baba Tekkesi'ne gezi düzenlendi.

Sarı Saltuk

Bir yüksek dağın içine oyulmuş gibi duran ve mağara olarak nitelendirilen bir yarık var. Oldukça dik ve meşakkatli bir yolculuktan sonra ulaştığımız bu tepenin üstün esen rüzgâr insanı üşütüyor.

Sarı Saltuk’un bir süre inzivaya çekilip, “çile” doldurduğuna inanılan “Sarı Saltuk Makamı”na şimdi merdivenle iniliyor. Gerçekten derin iki oyuktan birisinde mumlar yanıyor. Öyle ki mum alevlerinden duvarlar kapkara olmuş. Burası insanın baş başa kalmak isteyeceği ender yerlerden birisidir belki de. Mübarekten daha akıllı değil ya, şöyle sığınılacak bir yarık var burada. Cümle rüzgârın, soğuğun kavurduğu yalçın tepelikler içinde, fırtınalar eserken kendi kendinize ve kâinatla baş başa, yaratıcıyla baş başa kalabileceğiniz çok güzel bir yer.

Tüm doğallıklarıyla Arnavutluk’daki babaları, dervişleri burada görmek beni mest ediyor. Her birinin yüzlerindeki ifadeler,  nasırlaşmış ellerindeki hizmet bereketini burada daha iyi gördüm. Burasının havasıyla doldum. Büyük ovadan yukarılara doğru esen sert rüzgârlar beni kendime getirdi.

Mübareğin timsalli olarak yapılmış heykelinin önünde fotoğraf çektirdim. Ne güzel bir dünya yarabbi, bu sefer de fotoğrafları Hüseyin Dedekarkınoğlu çekiyor. Ne de iyi ediyor. Hep ben çekecek değilim ya. Böyle elinde fotoğraf makineli dedelere çok ihtiyaç var. Her zaman her yerde hizmette olan dedeler şimdi dijital makineleriyle ölümsüz pozlar da yakalıyorlar.

 

MUHARREM’DE AVRUPA GEZİSİ

(5-26 Kasım 2013)

 

Kosova Bölümü

(5 – 10 Kasım 2013)

2 Kasım’da, Cem Vakfı 6. Uluslar arası Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’nın Koordinatörlüğünü yapıp binlerce dede, baba ve anayı İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde bir araya getirdikten sonra oldukça rahatladım.

Sonuçta en azından kendim için de bir hedefe ulaşmış, başarılı olmuştum. Onca ağırladığımız dede, baba, ana arasında Balkanlar’dan (Rumeli’den) gelenlerin yerleri bir başkaydı. Yaklaşık 500 kişinin gelmesi için büyük mücadele vermemin birçok nedeni vardı. Hem Rumeli’ye sahip çıkma, en yoğun şekilde Anadolu ve Rumeli’yi birleştirme gayretlerine bir yenisini eklemek, buluşturmak düşüncesi, hem de insan kazanımı…

Şimdi muharremde Avrupa’daki insanlarımıza ulaşmak, onlarla söyleşmek, paneller yapmak zamanı. Ben de bir araştırmacı olarak yirmi gün kadar orada olmak istiyorum. Her sene bu yapılırsa Avrupa’daki Aleviler Bektaşiler hakkında da daha doğru bilgilere ulaşabilirim.

Cem Vakfı beni hazırlanan listeye almayıp engelleyince ben de; İstanbul Merkezli Büyük Alevi Ocaklarından olan ve aynı isimli Baba Mansur Derneği aracılığıyla bu geziyi yaptım. Dernek Benim uçak masrafımı karşıladı ayrıca 500 Avro para verdi. Fakat dönüş tarihi uygun olmadığı için uçak biletini yeniden almak zorunda kaldım.

Tümüyle kendi imkânlarıyla geziye katılan Sultan Süceattin Veli Dergâhı (Ocağı) Babası Abidin Harman’la birlikte bu gezi yapılmıştır.

 

 

Yarı Aydınlıklar Ki Sahipsiz

 

yarı aydınlıklar ki sahipsiz 
ve mavi serçeler sabahtan erken. 
çocuğum şarkı söyle sokaklarda 
sesin güzelliğini kaybetmeden. 

 

kapılar açılır ardına kadar 
kuşlar uçar hatıralar içinden 
çocuğum bol bol masal dinle 
henüz inanırken 

 

en uzak gemileri korsanların 
seyretmek yıldızların silinmesini 
çocuğum sor neden akşam oluyor 
ayıplamaz kimse seni 

 

bazı sahillerin serinliği 
ve unutulmayan ilk demet 
çocuğum sana yalvarıyorum 
ellerin çirkinleşmeden dua et.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Bana göre Türk dilinin en büyük ozanlarının başında gelen; ismi ancak Nazım Hikmet’le, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre’yle anılacak Fazıl Hüsni Dağlarca’nın birçok eserini okumuştum. Ben böyleyim işte; en ünlü kitabı olan Çocuk Ve Allah’ını ise henüz okumamıştım. Tüm Türk dünyasının en büyük ozanlarından olan Dağlarca’nın bu 70 yıl sonra ikinci baskısı teker teker numaralandırılarak, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı aldım yanıma, elimden bırakmadım. Herkese de tavsiye ediyorum…

 

KOSOVA Gezisindeki Gözlemlerim Aşağıdaki Gibidir…

 

5 Kasım 2013, Salı

Yakova (Jakova) Ali Naki Horasani Dergâhı ve Ali Naki’nin Ailesi

 

5 Kasım’da, gül yüzlü Rahmetli Ali Naki Horasani’nin kızı Ester’in yardımlarıyla, eşi Ermir Mati bizleri Priştine Havalimanı’ndan alıyor. Kendisi Arnavut olan Ermir hiç Türkçe bilmiyor. Bugün hava olağanüstü güzel. Bu bizim şansımız. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Yakova’ya yani Ali Naki Horasa’nin Dergâhı’nın bulunduğu şehre varıyoruz.

Burada Ester ve kız kardeşi Canan ve onların iki eşi, Ester ve Canan’ın ikişerden dört çocuğu Ali Naki Horasani’nin hanımı Seylan Ana ve oğlu Hasan Ali hep birlikte yaşıyorlar.

Onlar öyle mutlu, öyle mutlu ki, bizim Anadolu’daki dört can, bir cem hesabı iki kız kardeş diğer iki Arnavut delikanlıyla adeta müsahip olmuşlar, tam bir müsahip gibi yaşıyorlar…

Altı gün boyunca onlarda öyle bir uyum gördüm ki, bunu anlatmakla bitiremem.

Ortada dört çocuk var ama bunlar kimin çocuğu önemli değil, bu dört çocuk bu ailenin, bu dergâhın çocukları...

Tüm aile fertleri yani şu anda orada yaşayan on kişi bir gömlek, bir can olmuşlar. Ben böyle bir şey görmedim… Ben böyle bir aile görmedim… Her şey ortak, hepsi bir can…

Ester ise canlar canı… Ana olmuş o…

Ali Naki Horasani’nin kızı ve de bize emaneti ve mirası… Böyle bir güzellik yaşamadım ben… Öyle içtenler, öyle candanlar ki kelimeler bunu anlatmaya yetmez…

Bizi sarıp sarmaladılar… Bizi evimizden daha rahat ettirdiler… Ballı kaymaklı sohbetleriyle doyurdular… Gezdirdiler, yedirdiler, içirdiler, akladılar, pakladılar…

Kosova’nın gerçek güzelliklerini ben bu ailede gördüm.

Zaten buna da hazırlıklıydım. Ali Naki Horasani bir Türkmen öncüsüydü gerçekten de… Horasan’dan geldik diyordu hep, biz Horasan diyarından gelmişiz… Beş yüz yıl Kosova’ya kurulmuş asıl Türkler bizleriz, diyordu…

Şimdi kaçgöçün olmadığı, misafirleriyle bacı kardeş olan yobazın uğrayamayacağı bir Türk Tekkesinde Türk töresini Aleviliği-Bektaşiliği-Mevleviliği-Rufailiği hepsini birden iç içe yaşıyoruz…

Türk İslam tarikat yaşamının tüm renklerini yaşatan bu canlar Kadiri Tarikatı kökenliler… Ama ne gam! Onlar bir bacı, bir kardeş, ekmeğini paylaşan, güzelliklerini paylaşan Türk yurdunun, ölümsüz Türk Kültürünün has gülleri…

Kosova’daki incilerimiz onlar…

Hakiki Müslüman kimdir, kimlerdir deseler? İşte ben bu aileyi gösteririm… İşte örnek bir Müslüman aile… Kapısı, haneleri açık, sofraları açık, sohbetleri açık… Yürekleri, özleri ak pak, nurdan insanlar…

Hakk’ı yüreklerinde hisseden, Kuran okuyan, Yasin okuyan, Hakk Muhammed Ali duaları eden, çerağları yakan onlar…

Onları ben anlatmakla bitiremem…

Onları anlatırken abarttığımı asla sanmayın…

Onlar doğru sözlü, dürüst, çalışkan, erdemli insanlar, inançlı insanlar…

Canlarım benim…

Hemen gelir gelmez, oturma salonunun hemen yanında kapalı bir bölümde yatan canlar canı, sultanlar sultanı Ali Naki Horasani Dedemizin türbesini ziyaret edip, dualarda bulunuyoruz.

 

Yakova Bektaşi Tekkesi

Münin Lama Baba

 

Bir dönem yerle bir edilmiş, sonrasında ise büyük bir fedakârlıkla yeniden yapılmış Yakova Bektaşi Dergha’nı ziyaret ediyoruz.

Burası Arnavutluk Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne bağlı olarak hizmet yürüten bir tekke.  Geniş ve çok güzel bir bahçenin içinde bulunan Tekke büyük bir ana binadan oluşuyor. Üç katlı bu binanın giriş katında dikdörtgen büyük bir hol, bir mutfak, büyük bir kabul salonu ayrıca sohbet ve misafir salonu bulunuyor. İkinci katındaki balkondan güzel bir seyri olan tekkenin etrafı yeşillik içinde.

İkinci katta duvarlarında Balkanların, Arnavutluk ve Kosova’nın haritalarının bulunduğu bir kütüphane de yer alıyor. Üçüncü katta ise üç misafir odası var. Tekkenin duvarları Bektaşi babalarının resimleriyle dolu. Birinci katta Sırpların tekkeyi yıktıkları anları gösteren çerçeveli fotoğraflar galeri gibi duvarlarda sıralanmışlar.

Tekkenin ana giriş kapısının yanında burada hizmet etmiş baba ve dervişlerin sırlandığı bir kapalı mezarlık var, yani hazire. Burası türbe işlevi görüyor.

2 Kasım İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz, Cem Vakfı Anadolu İnanç Önderleri 6. Toplantısı’na katılan Mümin Lama Baba bizleri görünce hem çok şaşırıyor hem de çok seviniyor. Daha üç gün önce İstanbul’da beraberdik, şimdi Kosova’da birlikteyiz, diyor. Cem Vakfı’nı çok takdir ettiklerini anlatıyor. Bizleri topladınız, çok mutlu olduk, diyor. Yalnız anladığım kadarıyla buradan çok daha fazla derviş ve başka tekkelere mensup kişiler toplantıya katılmak istemiş. Mümin Lama, bizler kurtarıcı arıyoruz, bizler bir bütünüz, sizlerin desteğiyle çok güzel günler görmek istiyoruz, Hacı Bektaş’ın emriyle bir araya geliyoruz, diyor.

Bizim bu dergâhımızı bir Türk komutan ziyaret etti, biz çok mutlu olduk. Ben de Ali Naki Horasani gibi tüm dünyayı gezmek, görmek istiyorum. İnsanları tanımak istiyorum, yeni yeni yerleri, dergâhları tanımak istiyorum, diyor.

Tekkede görevli bir kişi sürekli burada kalıyormuş. Mümin Lama burada kalmıyor ama zamanın önemli bir bölümünü burada geçiriyor.

Makedonya Harabati Dergâhı’nın son Babası rahmetli Tahir Emini Baba’yı çok sevip sürekli andığını söyleyen Mümin Lama geleceğe büyük bir umutla bakıyor. Her şey daha iyi olacak, diyor. Mümin Lama içinde bulunduğumuz Muharrem için de sözler söylüyor: İmam Hüseyin büyük bir insandır, bizler onun yasını çekeriz. Özellikle yüz yüze görüşmeyiz (öpüşmeyiz), Ya Hüseyin, deriz diyor.

Dergâhtaki kütüphaneyi zenginleştirmek istediklerini söyleyen Mümin Lama bizlerden de bu konuda yardım talebinde bulunuyor. Kosova’da büyük işsizlik var, diyen Mümin Lama Türklerin burada büyük işler yaptığını halkın Türkleri ve Türkiye’yi çok sevdiğini söylüyor.

                                           

Yakova Bektaşi Dergâhı’nı ziyaretimizde Mümin Lama Baba hayatı hakkında bilgiler veriyor.

 

1949 J(Y)okova doğumluyum. Biz Bektaşi bir aileden geliyoruz. Ben fakülte bitirdim. Priştine Üniversitesi Arnavutça bölümünde okudum. 1971 yılında mezun oldum. Evliyim ve çocuğum var.  Buralar Sırplar zamanında çok kötüydü. Şimdi içinde bulunduğunuz yere “Tekke Bektaşiyan” derler. 1790 yılında bir Bektaşi misafir olarak buraya gelmiş. Onunla ilgili hiçbir bilgi şimdi elimizde yok. Bir bilgi bulamadık. Sonra da bir baba varmış o derviş ve o baba başlamışlar burada çalışmaya. Ve sonra bu hale gelmiş. Bu tekkenin bir benzeri Tiran’da da vardır.

Burada kimin baba olacağına halk ve hükümet karar verir. Dervişler, muhipler gelirler kendi aralarında konuşurlar onlar burayla ilgili kararları verirler. Buraya herkes gelebilir, gidebilir. Burası kimsenin malı değildir, herkese kapısı açıktır. Kosova Devleti gerçekten de buraya çok hizmet etti, yardım etti, onlara çok teşekkür ediyoruz.

Ben Müslüman’ım. Nasıl bir Müslüman’ım? Allah’a kim kulluk eder, insanlara iyilik ederse odur iyi Müslüman. Bizim kapımız herkese açıktır, kimseyi biz ayırmayız. İyilik eden kişi’le Allah beraberdir. Ben nereye baksam Allah’ı görürüm. Sen yüzünü nereye çevirirsen Allah oradadır. Allah, Muhammed Ali vardır. Bizler Allah’ı her zaman insanda görürüz.

Burada halkın çok sevdiği Kadiri Tarikatı’ndan bir Şeyh Memet vardır. O da bu dergâha gelmiş.

Münin Lama bizleri ertesi gün kahvaltıya davet ediyor. Bizler de ertesi gün bu gönül sultanlarıyla kahvaltımızı yapıyoruz.

 

MAZİ

 Dönmez yıldızların mavi sükûnuna,

Mavi çiçekleriyle rüyaların.

 

En eski günlere akmak, bir yıldız olup;

Ve işitmek çağırmasını göçen dünyaların.

 

Vaktiyle söylenmiş bir selam gibi duymak engini,

Sudan bir gül gibi açılmak, denizlerde.

Yaşamak, ağaçların mazisinde yaşamak,

Ve kalmak bulutların geldiği yerde.

 

Görmek, yıllanmış şarapları içerek;

Ve gitmek eski yıllara o eski rüzgârla.

Altın sonrasızlığın temposuyla yürümek;

Dinlemek, bir müziği dinlemek, ayaklarla.

 

Sevmek, rüyaların asırlarınca sevmek,

Ve kaybolmak hatıralar kaybolmuş diye.

Mazi, o mazi ki aşkın hatırasıdır.

Zamana temas eden ellerle uzanmak maziye.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Ali Naki Horasa’nin Ailesi

 

Geçen sene kaybettiğimiz ve binlerce seveni olan, cenazesine de her taraftan yüzlerce canın katıldığı, toplum adamı, inanç önderi, bugünün gerçek Evliya Çelebisi, gül yüzlü insan Şeyh Ali Naki Horasani’nin ailesiyle birlikte olmak onu yanımızda hissetmek çok güzel duygular.

Ester ve diğerlerinden bazı bilgiler derliyorum. Erzana (Ester’in kızının ismi). “Zana” Arnavutçası, Kuşların Kraliçesi anlamındaymış. Ester’in ikinci kızının ismi Ermita, güzel koku manasındaymış. Ester’in ablası aynen onun gibi varlığını misafirleri döken Canan’ın da iki çocuğu var; Aron ve Ülli. Ülli İki yıldız demekmiş. Gerek Canan’ın eşi Bekim gerekse Ester’in eşi Ermir Mati altı gün boyunca bizi havada gezdirdiler.

Ali Naki Horasani Dedemizin varisi Hasan Ali ise şimdi halen İstanbul’da. Cem Vakfı toplantısı için İstanbul’a gelmişti ama ayaklarından çektiği büyük sıkıntı için şimdi bir hastane araştırıyor. Hasan Ali’yle telefonla konuştuk. Hepimiz onu bekliyoruz. Gerçekten de ayaklarından tedavi olabilecek mi? İyi olup yürüyebilecek mi? Hepimizin ortak tasası da bu. Ali Naki Horasani’nin hanımı Seylan Ana ise son yıllarını büyük sıkıntılar içinde geçiriyor. Seylan Ana (69) felç geçirmiş, yürüyemiyor. Tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş.

Allah’tan bir aile cengâveri olan, feleğin çemberinden geçmiş Ester öyle dirayetli ki, hem çocuklara bakıyor, hem de anasına, hem de ayaklarından sakat Hasan Ali’ye, hem de gelen misafirlerle ilgileniyor… Yazılacak başarı öykülerinden birisi… Yüzü devamlı gülen bu canlar canı Ester’i yiğit bir Anadolu kadınına benzetiyorum. Kökler aynı olunca davranışlar da aynı oluyor. Seylan Ana ise yine bir Ana Sultan olarak bizlerle ilgileniyor, rahat etmemiz için elinden geleni yapıyor, o bu evin temel direği. Herkes ona büyük bir sevgi ve saygı besliyorlar. Onun bakımıyla da ilgilenen bir bakıcı var. Gün içinde tekkenin kabul salonunda ki şimdi orası bir hayat alanı, sonrasında ise büyük odada da yatağında uzanarak günlerini tamamlayan Seylan Ana hayattan şikâyet etmiyor.

Bir de daha önce CEM Vakfı’nın 5. Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı’nda gördüğüm başından fötr şapkasını hiç çıkarmayan Derviş Adnan’ı görüyorum. O bu dergâhın bir nevi dervişi. Ali Naki’ye bağlı, mütevazı, gönül insanı Derviş Adnan zaman zaman dergâha gelip buradakilerle yarenleşiyor, gelenleri ağarlıyor. Ona Evin Dervişi, diyorlar.

 

YURT

 

Dağlar taşlar bakar bana

Ben buradan ayrılamam.

Derdime çare bul ana

Ben buradan ayrılamam.

 

Çiçek, su, hava, ağaçlar

Hepsinde bir yoldaşlık var,

Gönlüm hüngür hüngür ağlar

Ben buradan ayrılamam.

 

Günlüm, günahkâr bir derviş

Aklı kısa, kalbi geniş.

Bilmem âlem nasıl gitmiş

Ben biradan ayrılamam.

 

Özlediğim yer sonsuzluk

Yüzüme değer sonsuzluk.

“Gidiriyorsun!’ der, sonsuzluk

Ben buradan ayrılamam.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Ali Naki Horasani’nin kız kardeşi Mihriban (82) Ana’dan Ali Naki Horasani ve buradaki Tekkeyle ilgili bilgiler alıyoruz.

 

(Mihriban Ana)’nın annesinin ismi Safiye’ymiş. Onun babasının ismi Vehbi’ymiş, onun annesinin ismi de Hürzem’miş. Babasının ismi Şeyh Hasan Horasan’mış. Babasının babası Şeyh Müeyyiddin, babasının annesinin ismi ise Debibe’ymiş.  Şeyh bir zamanlar soy ismi olarak geçerdi diyen Mihriban Ana ”Şeh Hasan Horasan” derlerdi, diyor. 

Şeyh ismini yasaklamışlar, sonra Horasan soy isim olmuş.

Bektaşiler her yerde vardır ama tekke sadece buradadır. 1877 yılında Prizren’de ilk açılan tekke budur. O zamanlar Hacı Adem Baba varmış. Mihriban Ana’nın anlatımıyla; Mihriban İmam Hüseyin Efendimizin kızının adıymış. Ben Prizren’de doğmuşum. Benim kocamın ismi Ali Hadri idi, 1980’de vefat etti. Kaynatam Yusuf, Bektaşiydi. Ona yörede, Bektaşi Yusuf, derlermiş. Babam çok iyi bir insanmış. Annem de çok iyi bir insanmış. Herkes onları severmiş. Babam ben 4 yaşındayken vefat etmiş. 78 sene olmuş. Annem 23 yıl önce vefat etti. Onların kabirleri Prizren’dedir. Ben 19 yaşında evlendim. İyi bir evliliğim oldu ama zahmet çok çektim. Yaşam şimdiler daha iyi gidiyor. Hepsi birdir; Alevi, Sünni, Bektaşi hepsi iyidir, iyi geçinirler, burada hayat iyi gidiyor.

Kocam yüksek maaş alan bir memurdu. Bizler Pirizrenliyiz. Bizim 500 yıllık bir geçmişimiz vardır. Büyük büyük dedelerimiz gelmiş burada tekke kurmuş. Bizim tekkemizin kökü Prizren’dedir. Maalesef Prizren’deki tekkemizi babam ölünce amcalarım ele geçirdi. Şeyh Mahmut amcam, Şeyh Bedreddin amcam. İşte Şeyh Mahmut Jakova’ya gelmiş. Şeyh Bedreddin Prizren’de kalıyor. O da vefat etti şimdi onun çocukları var. Bizim Pirizren’deki ana tekke ayaktadır. Şeyh Bedreddin’in oğlu Şeyh Abdülkadir’dir. O Prizren’deki tekkede oturuyor. Oradaki Tekkede rahmetli ağabeyim Ali Naki (Horasani)’nin topraktan evleri (evlerimiz) vardı, ama maalesef şimdi oraları zapt ettiler. Onlarla konuşuyoruz ama aramız yok. Onlar orayı işletiyorlar. Orası 500 yıllık tekkedir.

Evladım aslında bizler Kadiriymişiz. Bizler asılan bakarsan Sünniymişiz. Ama Ali Naki Dede’yle bizler Alevi olduk. Bu bölgede Halvetiler, Rufailer çok. Yakova’da tarikat çoktur. Ali Naki Pirizren’den buraya geldi. Orada başka amcazadeler var. Halen oradadır. Ama Ali Naki onlardan ayrıldı buraya Yakova’ya geldi. Şimdi burada iki tekke vardır. Biliyorsun bir Mümin Lama’nın Bektaşi Tekkesi “Tekke Bektaşin”, biri de bizimkisi işte “Tekke Şeh Mamutit”. Biz Tekke ve Türbe deriz. Bu Şeh Mamutit, Ali Naki’nin büyük amcasının ismidir. Bir de Pirizren’de Ümmi Sinan Dergahı vardır.

Bizim burada kapımızı herkese açıktır. Herkes gelebilir. Kim diler gelirse gelsin tekkede kalabilir. Yer vardır bol bol. Ekmek verecek zaman her zaman olmuyor ama yer bol, 14 kişilik misafirhanesi vardı. Eskiden buraya insanlar çok yardım yapıyorlardı. Olanı herkes paylaşabiliyordu. Buraya 2 sene önce 8 Yahudi geldi, gelip burada kaldılar. Bizler de onlardan memnun kaldık. Yahudiler bizlere sorular sordular, burasıyla ilgili, Tiran’la sizin bağınız var mı, diye sordular. Almanları da sordular. Onlar asıl dedelik nereden kalmış onu merak ediyorlarmış, onları sordular. Tekkemiz her gelene açık olmalıdır. Hazreti Hızır gelmiş, uğramış, 40 yıl sonra da uğrar, 60 yıl sonra da uğrar.

Ben yavrum; 2. Dünya Savaşını da yaşadım. NATO’nun geldiği zamanı da yaşadım.

2. Dünya Savaşı’nda çok askerler vardı. 1941’de büyük çatışma oldu.

Sonra da işte biliyorsunuz son zamanlarda neler oldu, siz biliyorsunuz. Sırplar bu kasabayı yaktılar, yıktılar o zaman da NATO geldi, bizi kurtardı. Ne olduysa sonra Sırplarla Arnavutlar kardeş gibi oldular. Ama sonra yine bizi Sırplar mahvetti. Bizimkileri aldattılar. Sırplar her tarafı ele geçirdiler. 1999’da Sırplar Arnavutlara saldırdılar. Okulları kapattılar. Gizli gizli çocuklar evlerde okurlardı. Ne yemek ne bir şey büyük yokluk yaşadık. Herkes işsiz kaldı. Bizim buradaki şu anda burada olduğumuz bu dergâhı da yaktılar, yıktılar. Savaşta biz dışarı çıkamıyorduk. Sonra bizler Prizren’e gittik.

1999’da Ali Naki sesimizi Türkiye’ye duyurabilmek için orada gitti.

1999’da Sırplar Arnavutları yavaş yavaş köylerinden çıkardı, öldürmeye, katliam yapmaya başladılar. Çok çocuk öldü. Bu saldırı 3 ay sürdü. Bizler bir şey bulamıyorduk, yemek için bir şey bulamıyorduk. Çocuklar hep aç kaldılar. Erkeklerin de bir kısmını öldürdüler, bir kısmını sürdüler. Hep bodrumlarda saklandık. İnsanlar evlerden tünellerle komşularına gidiyorlardı. Bizler çok korkuyorduk.

24 Martta nihayet NATO geldi, bizi kurtardı. Ruslar Sırpların babasıdır. Biz onlardan da çok korkuyorduk. Ama çok şükür uzun sürmedi Prizren’e Türk ve Alman askerleri geldi. Yakova’ya İtalyan askerleri geldi, bizleri kurtardılar.

 

Mihriban Ana’dan bir dua…

 

Sevdim sevdim selamet

Ulucemiz Muhammed

Muhammed’in kolları

Has bahçenin gülleri

Gökten inmiş Cebrail

Altın beşik elinde

Ninni demiş uyumuş

Hakk yolunda bir bunar (pınar)

Ne içilir ne donar

Top top olmuş dervişler

Kap karanca olmuşlar (karınca gibi çok)

Sordum nerden olmuşlar

Allah’ın korkusundan

Peygamber’in sevdasından

Selim Allah

Min Allah

Cennete girelim inşallah

Ben bunu çocukluğumda öğrendim. 6-7 yaşlarında bunu öğrendim. Unutmadım. Şimdi bunu kimse bilmiyor.

Bir de ben öğrenmişim şunu söylerim; La ilahe illallah – Hasbil Rabbi Ceylallah – Nuri Muhammed Sellallah – La ilahe illallah…

 

7 Kasım

Prizren

 

Sımsıcak, güneşli ve çok güzel bir hava var dışarıda. Kent aydınlıklar içinde. Oldukça mütevazı Arkeoloji Müzesi’nde küpler ve diğer objeler yanında 8 bin yıllık bir baltayı görüyoruz. Müze olarak kullanılan bu bina aslında bir Osmanlı hamamıymış.  Hemen yakınında tarihi saat kulesi var. Kentte tarihi evler çoğunlukta… Bahçeler yemyeşil. İnsanlar neşe içinde… Çocuklar, gençler sokaklardalar… Sokaklardan neşe akıyor.

Gençler özellikle büyük bir tepenin üstünde yükselen kalenin eteklerinden akan bir derenin yanındaki kafelerde buluşuyorlar. Dükkânlardan çerağ (mum) arıyoruz. Burada alış verişlerde para olarak Avro geçiyor. Ülke AB üyesi değil ama para birimi Avro, bu şaşırtıcı değil mi?

Kalenin önünde çok büyük bir çınar sararmış yapraklarıyla kollarını dört bir yana açmış tüm heybetiyle insanların neşesine neşe katıyor. Şehirde camilerin bolluğu dikkat çekiyor.

Halveti Şeyh Osman Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Türbenin ortasındaki çeşmeden akan sular, buranın temizliği, bizlere huzur veriyor. Ama suratsız bir bakıcı nerdeyse ziyaretlerden memnun değilmiş gibi davranarak buraya tezat bir görüntü oluşturuyor.

Kale ise tüm ihtişamıyla şehre tam hâkim bir tepenin üzerinden dört bir tarafı gözetliyor, bir kartal gibi endam ediyor. Acaba tarihi Alamut Kalesi nasıldı? Öyle bir sonbahar ki böyle güzellikler her zaman her yerde bulunmaz.

Bir parkta oturan ihtiyar delikanlılarla Türkçe konuşuyoruz. Herkeste bir Türkçe ve Türkiye sevgisi…

Hayat dingin, büyük bir mutlulukla akan Prizren’in caddelerinde, sokaklarında, kenti çok temiz buluyorum.

Sımsıcak güneş altında muhteşem bir 3 saat geçirdiğimiz Prizren’den ayrılmak gerçekten de çok zor.

 

Bir çınar var büyük bir çınar Pirizren’de

Yaşı en az yaşımın on katı kadar

Neşe saçan gençlerden aldığı ilhamla

Ömrüne ömür gücüne güç katar

 

Kasımpatları parlar güneş altında

Huzurlu ihtiyar delikanlılar parklarda

Ne mutlu bir gün geçirdim bugün

Çok şükür Elhamdülillah Kosova’da

 

Rumeli toprakları bereketli mi bereketli

Kosova bu toprakların parlayan yıldızı

Priştine, Prizren, Jakova, İpek ve diğerleri

Nice erenleri, şeyhlerin kutsal mekânları

 

Ruhuma yeni ruh kattın hey Kosova, Kosova

Tarihinle, kültürünle, ağaçlarınla bin yaşa

Ata yadigârı kutsal topraklar sendedir

Ayhan’ı böyle mutlu kılan neşe sendedir

 

Öyle güzel bir hava ki her taraf ap aydınlık, yemyeşil. Ovaları, dağları, dereleri, tarlaları geçiyoruz… İnsanları soluyoruz adeta…

İnekler yayılıyor, dereler çağlıyor, sular akıyor…

Işık huzmesi ağaçlar arasından sızıp sizi buluyor. Güneş vücudunuzu ısıtıyor, hatta gözlerinizi kamaştırıyor. Bizim şansımıza müthiş güzel bir sonbahar havası…

Akşamsa bizleri ziyarete Mümin Lama ve oradan Bektaşi canlar ve Sinani Dergâhı’ndan şeyh ve müritleri geliyorlar. Sohbet ediyoruz, hep birlikte Ali ilahileri okuyoruz. Abidin Harman Baba da bir inanç önderi olarak dualara katılıyor.

Bu gezi esnasında Prizren’de Ümmi Sinan Dergâhı’nın izinden giden Sinani Tekkesi’ni de ziyaret etmiştik.

Sinani Tekkesi şimdi Şeyh Hüsein’in yönettiği ve Hakk Muhammed Ali nefeslerinin nidalandığı, zikirlerin Allah, Allah, Allah diye çekildiği bir iman ve inanç merkezi. 

Şeyh Hüsein’in şeyhi İstanbul’da şimdi Hakk’a yürümüş olan Şeyh Kemal Şenyüz’müş. Güller içindeki bu tekkede teberler, tespihler dikkatimi çekiyor. Burada mis gibi bir koku var… Burada gerçek, samimi bir İslam kokusu var… Zikir var, dua var, nefes var, ilahiler var… Bu canlar Salı akşamları toplanıyorlarmış. Dervişlerin tümü toplanıyorlarmış. 24 yaşındaki lise mezunu ve üniversite okuyan Sinan Şişko babasının yolunda gitmek isteyen, meraklı, inançlı ve candan bir genç. Onu tekkede ziyaret etmiştik. Kendisini çok sevdim. Onların tümünü çok sevdim…

İşte bu güzel canlar bugün de bizi ziyarete geldiler.

 

2005 Ekiminde kaybettiğimiz büyük şair Atilla İlhan’dan bir şiir…

 

Adım Sonbahar

 

nasıl iş bu

her yanına çiçek yağmış

erik ağacının

ışık içinde yüzüyor

neresinden baksan

gözlerin kamaşır

oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul

adım sonbahar

 

Atilla İlhan

 

8 Kasım, Cuma

Makedonya, Tetovo, Harabati Baba Dergâhı

 

Ali Naki Horasani’nin her iki damadıyla birlikte sarp dağların bulunduğu derin vadilerden de geçerek hiç durmadan, Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Dergâhı’na varmak için Kosova sınırından Makedonya sınırına geçiyoruz. Bugün de çok güzel bir sonbahar günü. Murat Küçük’ün de böyle güzel bir mevsimde geldiğini çektiği fotoğraflardan hatırlıyorum. Kavak ağaçlarından altın ışıklar yere düşerken, kızıla çalan çalılar ve sımsıcak bir atmosferde İmam Hüseyin Efendimizin aşkıyla yolları aşıp yaklaşık iki saatte nihayetinde Abdülmüttalip Dervişimize ulaşıyoruz. Yola gönül vermiş bacılar, böylesine bir günde Dervişi yalnız bırakmamak için gelmişler.

Derviş Abdülmüttalip Bekiri Arnavutça’dan Kerbela Olayıyla ilgili çok uzun bir metin okuyor. Yaklaşık bir buçuk saat bu kitabı oradaki canlara okuyor. Sonra dualar ve lokmalar. Ben her zaman ki gibi buradaki gerici baskı ne zaman bitecek, bu zulüm, bu işgal bitecek mi, bu konuda bir ilerleme var mı? Diyince “yavaş, yavaş” diyor.

Ben ise çıldırıyorum. “Yavaş, yavaş… Evet, yavaş yavaş elden gidiyor beş yüzyıllık Bektaşi mabedi… Gözlerimizin önünde, “yavaş, yavaş…” Ciddi manada kaç yıldır konuşulan sözlerden başka somut olarak ciddi adımlar atılmadığı için “yavaş, yavaş…” elden çıkıyor inanç ve kültür merkezimiz…

Üç saatlik ziyaretimizden sonra, bu sefer karanlıkta bu dağ yollarına girmektense, ana karayolunu takip ederek ve yolu çok uzatarak Prizren’den geçip, Piriştine yakınlarından Yakova’ya geç vakitte de olsa varıyoruz.

 

9 Kasım Cumartesi

 

Bugün başkent Priştine’ye gidiyoruz. Kenti gezmek istiyoruz. Bu arada da İsviçre Zürih için bilet alıyoruz. İstanbul’da tanıştığım, çok sevdiğim, birikimli bir insan olan Hayrettin Gaşi bizi karşılıyor. Kendisi meşhur 4. Murat dizinin senaristi, aynı zamanda birçok dilden eğitim vermiş emekli öğretmen o. Zaman zaman Türkiye’ye gelip kalıyor, burası onun ikinci vatanı. Hayrettin Gaşi tam bir İstanbul, tam bir Türkiye sevdalısı. Türkiye’yle ilgili her türlü gelişmeleri izliyor. O hiç boş durmuyor. Okuyor, araştırıyor... Yetiştirdiği binlerce öğrencisi var. O arkadaşlarınca çok tanınan ve sevilen bir dost sima. Hayrettin Gaş tam da bir bilge Bektaşi Babası olacak yapıda; hoş sohbet, her gün panellere, toplantılara giden, Rumeli’yle ilgili gelişmeleri izleyen, güler yüzlü, nüktedan bir canımız.

Bugün de hava çok çok güzel. Kent ışıklar içinde. Kosova gerçekten çok temiz bir ülke… Hele başkent daha da temiz. Kent merkezinde geniş bir meydan var. Modern binalar yanında gençlerin eğlendikleri kafeteryalar her yerde olduğu gibi burada da cıvıl cıvıl…

Priştine’deki Fatih Sultan Mehmet Camii çok ihtişamlı bir yapı. Arkeoloji Müzesi dense de çok küçük bir binadan oluşan bu yapının bir katı boş. Ama üzücü olan bu müzenin ikinci katı çok abartılı bir şekilde NATO’nun işgali altında. Evet, NATO kuvvetleri Sırplar’dan Kosova’yı kurtarmış ama bu NATO barış zamanında ne işe yarar, ne yapar? NATO’ya bu ülkede olağanüstü bir ilgi ve hayranlık var… Her yerde NATO’nun nefesini hissediyorsunuz.

Bence Kosova’da Tarikatlar ve NATO sevgisi her şeyin önünde yer alıyor.

Tarihi bir binada Etnografya Müzesi yer alıyor. Yine ciddi bir envanterin olmadığı bu müzeyi de Avrupa’lı turistler ziyaret ediyorlar. Burada kap, kaçak, giyim, kuşam, yün ve pamuk dokuma tezgâhları yer alıyor.

Sonrasında ise Arnavutluk’ta tanıştığımız ve organizatör olan Bayan Luljeta Kryezui ile buluşuyoruz. Oldukça sempatik olan sonrasında benim de Facebook arkaşım olan Bayan Luli gerçek anlamda pozitif bir insan. Bayan Luli bize buraya özgü dondurmadan ısmarlıyor.

Sonrasında ise otobüsle Yakova’ya dönüyoruz.

Bugün Ali Naki Horasani Dede’nin oğlu Hasan Ali Türkiye’den Kosova’ya dönüyor. Onunla sohbet ediyoruz, dertleşiyoruz. Bu arada Barış Televizyonu’nda Ömer Uluçay’ı, öbür yandan da Cem Televizyonu’nda da Mehmet Demirtaş Dede’yi izliyoruz.

Buradaki Türkler hele de bu ailede, bu dergâhta sürekli Alevi kanalları bu arada diğer Türk kanalları izleniyor.

Hasan Ali tüm kenti gören bir tepedeki restorana bizi götürüyor. Kent ışıklar içinde.

 

Hasan Ali

 

Dünya güzeli bir insan Hasan Ali. Onun tüm amacı Alevi Bektaşi yolundan yürümek, aynen babası gibi bu yörede bu kültürü ve inancı yaşatabilmek. İnanç konularında çok duyarlı, ilgili, meraklı olan Hasan Ali kendini geliştirmek için çaba gösteriyor. Biraz mahçup, biraz utangaç ama sevgi dolu bir delikanlı Hasan Ali. Babası gibi uzun boylu, hep ileriye bakan tüm insanları kucaklayan bir can insan, bir can delikanlı. Bu devirde böyle gençler bulmak çok zor. O bu dergâhta bir inanç önderi olarak, babasından, dedelerinden, atalarından devraldığı mirası yaşatmak konusunda istekli. Herkesin ona yardım etmesi gerekir. En büyük sorunu ise çocukluktan beri büyük sıkıntılar yaşadığı yürüme güçlüğü. Ayaklarını tam basamadığı için yürümekte çok zorlanan Hasan Ali’nin bu sıkıntısı çok ciddi. Daha küçük yaşta tedavi edilmesi gerekirdi. Ama olmamış. Şimdi bunun halledilmesi gerekiyor ve bu uzun süren bir süreç. Ameliyat olması gerekiyor. İşte ilk girişimleri için Türkiye’de araştırmalar yapıyor. Hanedan, gözü tok, babacan, tam bir derviş insan Hasan Ali. Hakk onun önünü açık eylesin, dertlerine derman eylesin, geleceği aydınlık olsun.

(Hasan Ali daha sonraki süreç’te İstanbul’da tedavi gördü. Kendisini ziyaret ettim. İlk ameliyatı başarılı geçti. Sonra tekrar bir ameliyat daha olması gerekiyor. En büyük arzumuz onun sağlığına kavuşması ve normal bir şekilde hayatını idame ettirecek şekilde yürüyebilmesi.)

 

Adnan Abrahi (80) (Hannan) Derviş (Evin Dervişi)

 

Yukarda söz ettiğimiz bu derviş aslen Arnavut’muş. Kendisi Rufai’ymiş. Şeyhi Şeyh Abdülkadir, Mitrovica’daymış. Orada bir tekke varmış ama Sırplar 1999’da yıkmışlar. Onlar da Cuma akşamları toplanıyorlarmış. Bu tekke halen gündüzleri faaliyetteymiş. Akşamsa ibadetlerini ediyorlarmış. Tekkede ibadet ediyorlarmış. Onun akrabalarının ve oradaki dervişlerin çoğu ölmüş. Başka dervişlerin varlığı hakkında fazla bilgisi olmayan Adnan Derviş çok cüzi bir parayla yaşam savaşı veriyor, Ali Naki Horasani’nin Tekkesi’ni ziyareti ihmal etmiyor, buranın ufak tefek işlerinin yapılmasına yardımcı oluyor. Herkes onu çok seviyor. Ali Naki Horasani’nin oğlu Hasan Ali o şimdi benim arkadaşım oldu, ben onu çok seviyorum, diyor. Hanımı ve kızıyla oturan Adnan Derviş sadece ve sadece 40 Avro aylık alıyormuş, çok zor geçiniyormuş. Zaten Kosova’da emeklilerin durumu tümden berbatmış.

Bir gün bu dervişle Yakova’yı baştanbaşa gezdik. Çarşılarına gittik, sergilerin olduğu bir konağa gittik. Ahşap kapılardan zar zor bizleri karşılayan bir Arnavut bekçi, gelişimizden hiç memnun olmamak üzere ofluyup, tıslayarak bir kenara çekildi. Kent merkezi ve caddeler, sokaklar çok güzeldi. Bir de her taraf ağaçlık, yeşillikti…

 

Hasan Ali’den buradaki sosyal yaşamla ilgili bilgiler alıyorum…

Burada insanlar 150/200 Avro kadar aylık alıyorlarmış. Kiralar maaşa göre çokmuş: 100-150 arasında değişiyormuş. Burada yaşam çok çileli ve zormuş. Her şey çok pahalıymış. (Buradaki fiyatlar Türkiye’dekinin üçte biri kadar) İşsizlik çok. İnsanlar şanslarını daha çok başkent Priştine’de arıyorlarmış.

 

Ah neyleyim düşkün oldum dünyada

Ateşle tığ ile şişleyin beni

Sevda dedikleri bir bela imiş

Gelmeyin yanıma boşlayın beni

 

Yiğit olan yiğit durur ahtında

Çünkü bu dert gider bulur lehdinde

Şeytana rey verdim Ali tahtında

Lanet edin bana haşlayın beni

 

Mahzuni Şerif'im hal beyan eder

Müslüme düşmanım başında teber

Bilmem ki bu yolum nereye gider

Ben öldükten sonra işleyin beni

 

Âşık Mahzuni Şerif

 

10 Kasım Pazar

 

Bugün konuşmalar, sohbetlerle zaman geçiyor. Çünkü bir arkadaş İsviçre için ancak gece yarısından sonra, sabaha karşı bir uçak bileti ayarlayabiliyor. O nedenle gece yarısı Priştine Havalimanı’na gidip orada sabahlayıp kendi imkânlarımızla aldığımız biletimizle İsviçre uçağına sorunsuz binmek istiyoruz. Aynen de öyle yapıyoruz. Yalnız uçağa binmeden benim tipimden mi, pasaporttaki Şiran yazısının Suriye’yi çağrıştırmasından mıdır nedir, yarım saat kadar dil döküyoruz polise… Neyse zor bela buradan geçiyoruz… Fuları takmak bizi daha da doğulu yapıyor… Üç günlük sakal ve fular beni Suriye’li yapmaya yetti! Ne gam… Ama anladığım kadarıyla burada da Suriye’li sığınmacılar Avrupa’ya gitmenin yollarını deniyorlar demek ki!

İçimde bir Kosova ve Rumeli hasretiyle buralardan ayrılıyorum.

Yarabbim diyorum,  ben buraları gerçekten Batı Avrupa’dan çok daha fazla seviyorum. Aylarımı, yıllarımı burada geçirsem hiç bıkmam… Kendimden çok şey buluyorum… Kendimin bir başka yarısını buralarda keşfediyorum… O yüzden bu sevda bende bitmez, bu Rumeli sevdası serimden gitmez…

 

Allah’a ve Bize Dair

 

Allah ne kadar büyüktür, 
Ekinlere güneş verir çocuğum. 
Beni mavi sabahlara devreder, 
Mavi güller gibi uykum. 

Allah ne kadar büyüktür, 
Kuşlar gönderir dallarımıza. 
Karanlıklar kalbe dolduğu vakit, 
Nasibi terk ederiz bir yıldıza. 

Allah ne kadar büyüktür, 
Yol verir gemimize denizler üstünden. 
Garip sonsuzluklar duyarız 
Sular akarken, bulutlar yürürken. 

Ve Allah ne kadar büyüktür çocuğum, 
Şükrolsun ruhumuz şimdi. 
Nihayetsiz asırları içinde 
Bizi tesadüf ettirdi.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Kosova’da Bektaşilik Geleneği

 

Bektaşizm İslam dini esasları üzerine inşa edilmiştir. Bektaşizmin amacı Allah’ın huzurunda ortak refah ve gerçek bir sevgi dünyasının kenttaşları olarak birlikte ve beraber yaşayacak olan insanlar arasında uyumlu bir dünyanın yaratılmasıdır. Bektaşizimde dini ilim ve müspet bilimle de bütünsel ve geniş bir kültür alabilirsin, kültür sahibi olabilirsin.

Umut ediyorum ki; bizler gerçek sevgi ve iyiliğin insanları olmamız için birbirlerimize yardımda bulunacağız.

 

1790 yılında bir Kalender (alçakgönüllü gurur ve kibirden uzak) Yakova’yı ziyaret eder. Kalender o zamanlarda Şemsi’nin şeyh olduğu Sa’diyye Tekkesi’nde konakladı. Tekkede kaldığı zaman içerisinde derviş, son Peygamber ve Ehlibeyt’in yolundan giden inanç hakkında konuştu. Yüce Allah ile birleşecek olan tüm ahlaki ilkelerle donatılmış ve bütünleşmiş insanı yöneten  bir İslam yolunda bilgilerden söz etti. Bu konuşmalarından sonra şeyh kendini bizim kurslara ithaf ederek Alllah aşkıyla mest olan tam bir ilişki doğrultusunda yürüdü. Buna göre, Şemsi Baba Yakova Tekkesi’nin ilk babası oluyor (babasıdır).

Baba olarak; 1780 yılından hayatını yitirdiği 1820 yılına kadar (bu dergahta) hizmet etti.

Onun hayattan göç etmesinden sonra o dönem muhibbanı yasal istemde bulunurak Şems Baba’nın kardeşi oğlu olan Gani Baba’ya başvurdular ve o da Yakova Tekkesi’nin postnişi oldu.

Ondan sonra, Gani Baba evini ve tekkeyi Yakova Bektaşilerinin mülküne dönüştürdü. Kısa bir zaman içerisinde Hacı Bektaş Veli’nin mezarını ziyaret etmeye gitti. Hacı Bektaş’tan Derviş Hacı Adem ile birlikte döndü. Gani Baba İstanbul’a vardığında hayatından göç etti, 1840 yılıydı. Gani Baba, Yakova’ya döndüğünde istemişti ki; Hacı Adem Tekke’nin postnişini olsun ve tek oğlu olan Şemsi’ye baksın. O zamanın muhibbanı gereken istemi yaptılar ve Melça’na gönderdiler. Melçan, aynı zamanda Halife de olan Adem Baba tarafından imzalanan babalığın kararnamesinin gönderir...

Kısa bir zaman içerisinde Hacı Adem Baba, uygun olmayan eski tekkeyi bozar ve yeni tekkeyi inşa eder. Onun zamanında tekke çok sayıda muhip, derviş ve değerli balarla oldukça ilerlemişti.

Fanatizmin en ağır zamanında yaşamasına rağmen, yine de halk tarafından büyük bir saygınlık görüyordu. Hacı Adem Baba 1884 yılında vefat etti.

Tekke, klasik taraftar ve kendi muhabbibanı ile mazideki geleneklerin korunması için çaba harcadı. Fakat fanatizmle değil. Yıllar boyunca tekkenin derviş ve babaları o kadar karmaşık Balkan Savaşlarıyla mükemmel bir biçimde uyum sağlamayı başardılar. Bu uyum “vatansız din olmaz” büyük döviz (ibaresiyle) paralel olarak gidiyordu (sürüyordu).

 

1927 yılında Hafız Bab’nın hayatından göç etmesinden sonra, Yakova’da postnişin olarak Hacı Adem Vec-hi Baba adlandırıldı. O da Yakova’da doğmuştu. Doğum yerinde ilkokulu okudu. Ayrıca,  o zamanki dini kolejini de bütünledi. Bir genç olarak Bektaşilerin tekkesini ziyaret ediyordu. Sıkça yaptığı ziyaretler sırasında Bektaşiliğe karşı istekleri arttı ve Adem Baba tarafından el aldı. İlk dervişlik  sırasında Melçan’a gitti ve bu dergahın halifesi olan Adem Baba yanında üç yıl sürekli olarak hizmet etti. Onun izniyle Adem Baba Fraşer’e gider ve oradaki postnişine, Aluş Baba’ya hizmet etmiştir (etmiştir). Füru yöneticisi yanısıra, tekke misafirlerinin ağırlamaları ve uğurlamaları hizmetinde de bulunmuştur. Dervişliğiyle ilgili her türlü hizmetleri başarıyla gerçekleştirmiştir. Aluş Baba’yda olduğu gibi diğer babalara ve dervişlerin de kalplerinde yer bulmuştur. Yol kurallarının uygulanmasında mahafakardı ve işlerinde tek sözle, telaşsızdı. Bektaşi karakterine gerekli olan tüm erdemlere sahipti. Hacı Adem Vechi Baba, Baba Aluş’un adlandırdığı üç mücerretten biriydi. Onun izniyle Hacı Bektaş’ı, Mekke’yi, Medine’yi, Necef’i, Kerbela’yı, Bağdat’ı, Horasan’ı, Mısır’ı ve diğer yerleri ziyaret etmişti. Arnavut sorunu baş gösterdiğinde, Aluş Baba, Âdem Baba’yı kararname ile 1877 yılında Prizren’e gönderdi ve o şehirde yeni bir tekke açtı. Dini görevleri yanı sıra, halkın milli duygularının ilhamlandırmak görevini de görüyordu.

Böylece “Prizren Birliği” adı altında 1878 yılında Abdül Fraşe’nin başkanlığında yapılan büyük milli toplantısı için sahayı hazırladı. Bundan sonra da Adem Vecihi Baba her türlü milli ve dini hareket ve etkinliklerinde bulundu.

1921 yılında İslam Topluluğu (İslamiye) adı altında oluşan İslam örgütünde Bektaşi temsilcisi ve üyesi olarak katıldı.

 

Ondan sonra baba olarak Yakova’da doğmuş olan Hacı Hamza Baba adlandırıldı.

Hacı adem Vec-hi Baba tarafından Bektaşi olarak takdis edilmiştir. İlkin derviş olarak Tetova’daki (Kalkandelen’deki) Sersem Ali Baba’nın Tekkesine ve oradan da Leskovik’e gitmiştir. Sonrası da Hacı Bektaş’a giderek Feyzi Dede tarafından derviş olarak adlandırıldı. Bir zamanlar da Hacı Bektaş’ta da hizmet gördü. Hacı Hamza Baba da o zamanın dervişleri gibi tüm kutsal yerlerini ziyaret etmişti. Örneğin; Mekke, Medine, Necef, Kerbela, Bağdat, Horasan, Bombay ve Kahire’yi. Artık parası olmadığı için uzun bir zaman Horasan’da kaldı. Daha sonraları Horasan’ı ziyaret etmeye giden Mahmut Şefki Baba ile birlikte dönerler.

Hamza Baba İmam Ali Musa Rıza’nın türbesinde hizmet görmüştür. Aynı zamanda medreselerde de derslere devam etmiştir. Farsça ve Arapça’yı iyi bildiği için çok iyi bir şekilde yararlandı. İştip Tekkesi’nin postnişi olan Hacı Şüçürü Baba vefat ettikten sonra, bu tekkede baba adlandırılmasını muhibban istedi. Baba için kararnameyi Feyzi Dede verdi ve İştip’ten postnişin oldu. Hamza Baba 1942 yılına kadar orada kaldı.  O zaman Bulgar askerleri tarafından tekke bozuldu. Şunu da bilmeliyiz ki, Hamza Baba aynı zamanda Yakova Tekkesi’nde de baba olarak Adem Vec-hi Baba’nın ölümünden sonra hizmet görmüştür. Fakat 1942 yılından 1946 yılına kadar Yakova Tekkesi’nde hizmet gördü. Etüt eden ve yüksek kültüre sahip olan babalardan biriydi. Çok değerli bir kitaplığı vardı ve aynısını halefi olan Qazim (Kazım) Baba’ya adamıştı.

 

Qazim (Kazım) Baba ilk derslerini Yakova’daki Rüjdiye Mektebi’ndenden aldı; Ondan sonra Üsküp’deki “Darul Muallime” dini okulunda sürdürdü; aynı zamanda öğretmeni okulunu önce Berat’ta sonra Elbasan’da devamla bütünledi.

İlk önce öğretmen olarak Şiyak’ta çalıştı. Daha sonraları Şayik’a nakli yapıldı. Prens Vidi uzaklaştıktan sonra Kosova’ya dönmek zorunda kaldı ve yedi sekiz ay Has’ın Nikoliç’inde kaldı ve Has’ın işgalinden sonra Yakovo’ya döndü.

Daha sonra Qazim (Kazım) Baba Bütüç Belediyesinde sekreter olarak adlandırıldı.  Ve daha sonra taraftar olarak adlandırıldı. Bütüç’te Bayram Isuri’ya karşı gönüllü askerlerin örgütlenmesine kadar kaldı. Bu istem yüzünden istifa etmek zorunda kaldı.  Ondan sonra Luma’daki Poliçan’da öğretmen olarak çalışmaya başladı. Kimi dostlarının isteklerini üzerine yeni bir okulun açılması için Stiçen Köyüne gitti. Bu zaman içerisinde Bayram Tsuri ve  o zamanın iktidarıyla sıkı bağları vardı. Bu yüzden de Kruma’da tutuklandı ve daha  İşkodra hapishanesinde beş ay kaldı. Yakova ve çevresindeki Kosova Milli Korunma Komitesi Şubesi’nin en etkin üyelerinden biriydi. Tüm bu etkinliklerden sonra kesinlikle kendi merceğinden Bektaşilik’deki dini yolu üzerinde kalmayı benimsedi. Daha önceleri Hacı Adem Vec-hi Baba tarafından muhip olmuştu. Derviş üniformasını Kruya Ovası’nda Hacı Mehmet Baba sundu. Saflık kuralını Sali Niyazi Dede (baba) tarafından benimsedi. Bir zaman İşkodra’da Haydar İstanbul Baba’nı hizmetinde derviş olarak kaldı. İşkodra’dan Cafer İbrahim Baba’nın Elbasan’daki Tekkesine gitti.

1941’in ekim ayında Dünya Bektaşiler Başdedesi Salih Niyazi Dede’nin buyruğuyla Qazım (Kazım) Baba’ya Kalkandelen Tekkesinin açılışını ve mülki ile ilgilenmesi buyruldu. Onunla birlikte Derviş Musa da gitti. Daha sonraları Dünya  Bektaşi Başdedesi Salih Niyazi Dede Kalkandelen Tekkesinin postnişin Baba olarak atadı.

1946 yılında  Dünya Başdedesi Niyazi Dede Baba tarafından Dede (halife) olarak adlandırıldı. Makedonya’da da tutuklandı ve sekiz ay sonra suçsuz olarak azad oldu. Ondan sonra ölümüne kadar Yakova Tekkesindeydi.Büyük bir otorite sahibiydi. Kosova için ve büyük sayıda sempatizanı vardı.

Qazım (Kaz ım) Baba’nın elinden çok sayıda derviş  ve babalar çıkmıştır. Bunların çoğu bugün bile Qazım Baba’nın mezarını ziyaret ederler.

Baba Qazım derviş ve babaları adlandırdığı zaman Arnavutluk’ta Bektaşilik yasaktı.

Qazim Baba bilge ve kültürlüydü; yazı ve çevirilerle uğraşıyordu aynı zamanda vatan duyguları kuvvetliydi.

Yakova Bektaşi Tekkesi’nde özel kitaplığın kurulması fikrini destekledi ki burada kendi yazdıkları da yer almaktadır (depolanmıştır).

Qazım Baba’nın Farsça’dan tercüme ettiği bir  elyazısı kurtarılmıştır. Onu eleştirmen Velap Şita korumuştur. Bugün Arnavut dilinde yayınlanmış “Şemsi Tebrizi’nin Divanı” bulunmaktadır.

Qazım Baba 15 Şubat 1981 yılında vefat etti.

Kosova yörelerindeki tüm Bektaşiler Qazim Baba’yı; Bektaşilik geleneğini tasavvuf ve usluluk unsurlarıyla zenginleştirdiğini hatırlayacaklardır.

 

MÜNİN LAMA

 

1987 yılından Tajarit Baba’nın muhibidir. 1993 yılında Tajarit Baba’nın dervişi olmuştur.

Baba olarak 1996 yılında Hacı Dede Reşat Başşeyhliği tarafından Yakova Tekkesi’nin postnişini adlandırıldı. Dini sorumlulukları yanı sıra Yakova Tekkesi, Sırpların kabaca rejimi sırasında Yokava Lisesi’nin  sınıfları öğrencilerinin okulu oldu. Çeşitli tarihi gösterileri için toplantı yeri olarak da hizmet verdi. Bu tekkede Prizren Birliği’nin anma toplantısı  da yapıldı.

7 Mayısta Yakova Tekkesi Sırp askerler tarafından kundaklandı. En acınacak şey, Yakova Tekkesi’nde hizmet gören babalarının el yazıları ve çok sayıda değerli kitabın bulunduğu kitaplığın yanmasıydı. Bektaşi hayırseverlerin sayesinde yeni tekke inşa edildi. Bugün de Bektaşilik dini hizmetleri gerçekleştirmektedir.

Son zamanlarında, bizim dedeliğiniz, Dünya Bektaşileri Başdedeliği Kutsal Divanı’yla var olan dürüst ilişkileri sayesinde Kosova kurumlarına ait olan dini boyutlarındaki nesnelerin sıralanmasında geleneksel kararname üzerine mükemmel bir inancın korunması için bir katkının sunulması gerektiğine inanıyoruz.

Yalnız bu tür bir dünceyi teklif etmekle, Kosova’nın her yanındaki Bektaşiler, bugüne kadar oldukları gibi, barışın olgun bir etmeni (faktörü) olarak Bektaşiliğin doğasına ters olan her türlü radikalizme ya da vehabist etkisine karşı kapalı kapı olacaktır.

 

Teşekkür ederim.

 

Mümin Lama Baba

 

Türkçe’ye tercüme eden; Araştırmacı – Senarist – Gazeteci: Hayrettin Gaş

 

FATİHA

 

Ağaçların başladığı yerde kayboldu

Ümitle dolu aydınlığı şimalin.

İştirak eder nasibe, dallarda rüzgâr;

Esiri oldu halin,

Altın meyvalarla krallar.

 

Ağaçların başladığı yerde kayboldu

Çöllerden gelen sevda.

Ağaçlar, gündüzleri midir ki görülmez,

Ölülerin, sonsuz karanlıklarda,

Yalnız hisseder herkes.

 

Ağaçların başladığı yerde kayboldu,

Çocukluğu kalbimin.

Varlığını hatırlatan toprak

Ki bilinmez Allahım kimin,

Baharlar içre merak.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

 

ALİ NAKİ HORASANİ

 

BİR TÜRKMEN ÖNCÜSÜNÜ KAYBETTİK...

 

Tüm ömrü boyunca; Horasan erenlerinin günümüzdeki bir temsilcisi olarak Alevi-Bektaşi inanç ve kültür dünyasının renkli bir siması olarak Balkanlar’ın zengin dünyasını başta Türkiye olmak üzere Avrupa’ya tanıtmayı, Türk kültürünün zenginliklerini, Türk dilinin yaşamasını ve Alevi-Bektaşi İslam inancının değerlerinin yaşamasının mücadelesini veren büyük dedelerimizden birisi olan Ali Naki Horasani, 25 Haziran Pazartesi günü saat: 22.30’da Kosova Jakovo’da Hakk’a yürümüştür. Ruhu şad olsun.

Kosova Prizren’de 1928 yılında doğan Ali Naki Horasani liseye kadar eğitimini tamamladıktan sonra çok çeşitli işlerde çalışmıştır. Bu arada bir dönem hayat mücadelesini Türkiye’de de sürdüren Ali Naki Horasani çok küçük yaşlardan beri Alevi inanç dünyasının içinde olmuştur. En son Jakovo Bektaşi Dergahı’na bağlanan ve burada hizmet yürütmeyi sürdüren Alevi Dedesi Ali Naki Horasani, Balkanlar’daki Alevi Bektaşi varlığının gün yüzüne çıkması, haklarının savunulması için büyük mücadele vermiş, bu konudaki Türkiye’de, Balkanlar’da, Avrupa ülkelerinde sayısız toplantıya katılıp konuşmalar yapmıştır.

Özellikle Cem Vakfı tarafından düzenlenen tüm İnanç Önderleri toplantılarına katılan Ali Naki Horasani, başta Kosova olmak üzere Balkanlar’daki inanç önderi olan dede, baba, dervişleri bir araya getirip sorunlarının çözümü, birlik ve bareberlik için yoğun çabalarından dolayı tüm Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının takdirini kazanmıştır.

Eşi Seylan Ana’yla birlikte Ester, Canan, Hasan Ali isimli üç çocuğu olan Ali Naki Horasani’nin naşı Jakova Alevi-Bektaşi Dergahı’nda bugün (Salı) saat: 13.00’deki merasimden sonra kendi evinin önündeki türbesinde defnedilecektir.

Tüm sevenlerinin, ailesinin, Alevi-Bektaşi, Türk dünyasının başı sağolsun...

 

Kopuk

 

Sen en güzel caddelerde dolaşırsın

Altında son model araba

Ben ucuz meyhanelerde şiir okurum

Bir bardak şaraba

 

Ne zaman bir postacı görsem kapılarda

Ne zaman bir çocuk anne diye bağırsa

İçime yıkılır umut dağlarım

Sen bakma benim Erkekler Ağlamaz dediğime

Ara sıra ben de ağlarım

 

Bütün yıldızlar tanır beni

Kulağımda Bafra sigarası

Avucumda zar

Her gece bu kaldırımlarda

Ölürüm azar azar

 

Evlenmek adam olmak benim neyime

Böyle şeyler mutluluk vermiyor bana

Açmış bütün kollarını yalnızlık

Bir sevgili gibi gel diyor bana

 

İşte sen de bittin her masal gibi

Artık gözlerim gözlerini aramıyor

Anladım ben acıların çocuğuyum

Anladım gülmük bana yaramıyor

 ((Kosova Gilan doğumlu bir anne ve babanın oğlu olan) Muammer Hacıoğlu (16 Eylül 1945 – 4 Nisan 1992), PK. 690 Beyoğlu, Bütün Şiirleri, Dönence Basım Yayın Hizmetleri, Yayına Hazırlayanlar: İdris Atmaca – Volkan Hacıoğlu, İstanbul)

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile