BÜYÜK AVRUPA GEZİSİ 8. YAZI
AVRUPA’DA ALEVİLER BEKTAŞİLER ARASINDA 100 GÜN (2013/2014)
Ayhan Aydın
MUHARREM’DE AVRUPA GEZİSİ BATI AVRUPA (10-26 Kasım 2013)
İSVİÇRE
HİKMETİ NEDİR BU KARANLIĞIN
Hikmeti nedir bu karanlığın
İnsana aşinalıklarla devam eder.
Yıldız ışıkları gibi uzaklara ait,
Eşyanın üstünde düşünceler.
Hikmeti nedir bu karanlığın,
Büyür hatıralar, elbiseler ve uyku.
Nasibimiz değer ellerimize
Ve şehre dayar ufku.
Kaybolan oyunları mıdır,
O çocukların ki bilmez.
Ve nedir ki bulur kendi gemisini
O sahillerde herkes.
Hikmeti nedir bu karanlığın,
Sevilmez ve bazen sevilir.
Hissediyorum ki kuşların bıraktığı
Dallara nedametler inmiştir.
Fazıl Hüsni Dağlarca
İsviçre Biel Kültür Derneği
(10 - 15 Kasım 2013)
Abidin Harman Baba’yla birlikte İsviçre’ye geliyoruz. Bizi Zürih Havalimanı’ndan gül yüzlü ve gerçek anlamıyla bu yolun yolcusu olan Biel Alevi Kültür Dernek Başkanı Ali Sevinç alıyor. Yol boyu güzellikler içinde, sohbet ede ede Biel’e bizleri bekleyen dernek merkezindeki canlara ulaşmak için yol alıyoruz.
Bugün dernekteyiz. Zaten hava da çok kapalı ve çok soğuk. İnsanlarla sohbet ediyoruz, hele de çocukların varlığı beni mest ediyor. Dernek’te öyle de güzel bir köşe var ki; tam da benlik. Uzan, yat, yaslan… Ne ala, ne ala… Birden çocuklar hücum ettiler üzerime… Aman ne keyif, aman ne keyif… Koşun, koşun, atlayın üstüme, diyorum… Onlar sevinç çığlıkları atıyorlar, burası onlar için müthiş eğlenceli, zevkli bir mekân… İşte aradığım tablo...
Yahu bu çocuklar için burada bir oda var mı? Var.
İşte… Avrupa’nın farkı… Defalarca söyledim… Türkiye’de cemevlerinde bir çocuk odası var mı? Yok.
Nerden olsun…
Yahuu durun bii yazı yazayım mı size, şöyle sırası gelmişken, tam da yeri belki de. Yazayım, yazayım, yazıdan zarar gelmez.
Yazdım da bakalım gezi yazısının altındaki aşağıdaki yazıya ne diyeceksiniz?
Nedense tüm Avrupa’da şu ana kadar en çok sevdiğim yer Biel oluyor ve dernek olarak da benim kafama en iyi uyan, tümüyle de büyük uyum sağladığım dernek yönetimi de Biel Kültür Derneği oluyor.
Efendim buradaki insanlar canlar canı, güzeller güzeli insanlar. Çok özverili, candan, yürekten hizmet ediyorlar. Ben Avrupa’da en çok onları sevdim. Gençler de var, çocuklar da var, hanımlar da var, dedeler de var… Tüm üyeler buranın sanki başkanı gibi çalışıyor, başkan da sanki burada başkan değil bir hizmet eri. Yahu ben nereye düştüm böyle?! Tam da aradığım yere düştüm. Balkanlar’da dergâhlarda gördüğüm fedakârlığı Biel’de de görüyorum.
Burada bulunduğumuz süre içinde bizimle candan ilgilenen dernek yönetimi Aleviliği yaşama ve yaşatma konusunda öncü çabalar içindeler. Bir kere dernek bilinci insanlara yerleşmiş. Sürekli açık tutulan, her gelen misafirin ağırlandığı, çocuklara kol kanat geren, kültürel sanatsal eğitsel çalışmalar yapan dernek yönetimi aynı zamanda İbrahim ve Ozan Dedeler buraya güç katıyorlar. Ozan Sevinç gibi inancını yaşayan ve yaşatma konusunda kafa yoran yüreklerin olması geleceğe büyük umutlar doğuruyor…
Kaldığımız günler içinde Alevilik ve Muharrem ile ilgili halkın katılımıyla sohbetlerimiz oldu. Bizler de birikimlerimizi onlara anlatma fırsatı bulduk. Dedelerin ve Abidin Harman Baba’nın verdiği dualarla Ehlibeyt bendeleri olan canlar coşa geldiler. Verilen lokmalar paylaşılırken tümü inançlı olan tüm dernek yönetimi her akşam “Muharrem Anma”larına katılıyor, sorular soruyor, kendi fikirlerini de anlatıyorlardı. Onların hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Başta başkan Ali Sevinç sevgili eşi ev halkı tüm canlar bizleri insanlığın doruklarında gezdirdiler. Alevi olduğumdan ne kadar gurur duydum bu insanların ilgisini görünce anlatamam.
MEVZU
Avuçlarımda iman, saçlarımda uzamak,
Yüzüm durmuş taş gibi taşlar huzuru için.
Ağaçlar gibi doğru altın dallarda şafak
Nerde ulu sahibi kuşlardaki sevincin.
Elinde kitap durmuş, çocuğum, bahçelerde
Kitaplar belki doğru, bahçeler belki güzel.
Sesler var nehirlerin dağdan geçtiği yerde
Vermiş akan halini zamana tunçtan heykel.
Arzum, geleceklerden daha büyük, daha tek,
Elbet yollar bitecek ve ben hür kalacağım.
Dünyanın son gününde her varlık silinecek
Bütün mesafelerden görünür kalacağım.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
ALMANYA
KÖLN – BONN ALEVİ BEKTAŞİ KÜLTÜR ENSTİTÜSÜ
(16 Kasım – 19 Kasım 2013)
16 Kasım Cumartesi
Bugün hava çok kapalı ve puslu. Saat: 09.13’de Basel Ana İstasyonu’nda hızlı trenle Almanya Köln’e hareket ediyoruz. Avrupa’da ulaşımda trenler kullanılıyor ve hızlı ve temiz ulaşım sağlanıyor ama burada ulaşım çok pahalı; iki kişinin uçak pardon tren parası, 270 Avro.
Aynı gün bizleri Köln merkezden çok sevgili bir genç arkadaş alıyor. Bizi doğruca Dergâh’ın yani Alevi Bektaşi Araştırma Merkezi’nin bulunduğu merkeze götürüyor. Hava olağan üstü güzel. Benim en büyük zevkim böyle güzel havalarda yemyeşil doğa içende yol almak. Mükemmel bir araba kullanımıyla dost simalarla buluşuyoruz. Sevgili Gülizar Cengiz bizi karşılıyor. Tabii ki burada büyük bir koşuşturma ve telaş var… Herkesin çalışmasına ihtiyaç var.
Eğer diyorum buralar bu mevsimde böyle güzelse bahar ve yaz aylarında nasıl benzersiz olmaz? Benim bir ayımı geçirmek istediğim yerlerden birisi de Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü’nün bulunduğu bu alandır.
Hizmet erleri hizmet için yarıştalar. Bir gün sonra düzenlenecek etkinlik çok önemli ve de çok değerli konukları var dergâhın. Aynı zamanda bu Alevi Bektaşi toplumunun yüz akı bir günü olması gereken bir gün. Biz kendimizi adap ve erkânımızı en güzel şekilde sergilemeliyiz. O açıdan Gülizar Hanımın titizliliğini çok çok iyi biliyorum ve takdir ediyorum. Çok temiz ve titiz bir olan Gülizar Hanım gittiği her yere bu Alevi Bektaşi güzelliğini de götürüyor. Bunun istisnası yok. Kendisi de en az herkes kadar her işe koşturuyor. Buna da ben çok önem veriyorum. Bizler Abidin Harman Baba’yla sohbet halindeyiz. Öyle güzel canlar var ki burada ne iyi ettik de geldik, diyoruz. Gençler, pırıl pırıl ışıl ışıl gençler, bu arada ozanlara, türkülere verdiği önem ve eserleriyle tanıdığımız Bekir Karadeniz’i burada bulmak bizi mutlu ediyor. Tüm dostlarla sohbet ediyoruz, telefonlarını, adreslerini alıyoruz, fotoğraflar çektiriyoruz.
Bizler o gece orada kalıyoruz. Hava soğuk olmasına rağmen, burası çok çok güzel olduğu için gerisi önemli değil.
17 Kasım Pazar
Bugünkü koşuşturmayı anlatmam mümkün değil. Bugün olağanüstü bir çaba söz konusu burada. Alman ve Türk devlet erkânını karşılamak ve onları ağırlamak için herkes seferber oluyor. Nihayetinde ziyaret gerçekleşiyor. Birbirinden önemli konuklar Dergâhı ziyaret ediyorlar. Konuşmalar oluyor. Erkanlar yürüyor. Herkes sonuçtan çok memnun oluyor.
Derken her şey yerli yerine konuluyor, konuklar uğurlanıyor. Ben de Gülizar Hanımlara gidiyorum.
Bu arada Belkıs (Temren) Menemencioğlu da Gülizar Hanım’a konuk oluyor. Gülizar Hanım aynı hafta sonu Berlin’de Türk Büyükelçi’nin davetine katılması için Belkıs Hanım’ı ikna ediyor. Nihayetin de İstanbul’da bir cemi olan, randevularına müthiş sadık ve açıkça bu konuda takıntısı olan ve yolun kurallarını harfiyen uygulamaya çalışan Abidin Harman hemen İstanbul’a hareket etmek istediğini söylüyor. Ama Berlin Türk Büyükelçisi’ne söz verdiği için bir hafta sonra tekrar Almanya’ya bu sefer Berlin’e gelmek üzere İstanbul’a gidiyor.
Ben ise Köln Ve Çevresi Hacı Bektaş-ı Veli Alevi Cemevi’ni görmek istiyorum. Oradaki canlarla bu arada yaz aylarında geldiğimde bulamadığım bazı dostlara kavuşmak istiyorum.
Etkinlik sonrasında Dergâhtan yapılan açıklama şu şekildedir:
“Dergâhımızda 17.11.2013 Pazar günü saat 13.00 de, Kutsi Baba`nın yürüttüğü, Matem Erkânına, Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Büyükelçi Sayın Naci Koru ve eşi Sayın Canan Koru, Berlin BüyükelçisiSayın Hüseyin Avni Karslıoğlu ve eşi Sayın Gamze Karslıoğlu, Köln Başkonsolosu Sayın Hüseyin Emre Engin ve eşi Sayın Meral Engin ile çeşitli illerden gelen konsoloslarımız ve eşleri, Din Hizmetleri Ateşesi Sayın Kazım Türkmen, Hausen Belediye Başkanı Sayın Karl-Josef Hühner, Franziskanalar adına Sayın Sr. Edith-Maria Magar, ve farklı yörelerden, farklı inançlardan gelen mihmanlar katıldılar. Dualar ve gülbanklar eşliğinde Aşure Erkânımız yürütüldü. Sayın Dr. Gani Pekşen`in sazı eşliğinde Kerbela ile ilgili mersiyeler okundu.
Aşure erkânı akabinde Aşure Sofrası (Fatma Ana Sofrası) açıldı. Sofrada Alevi-Bektaşi Kültür Enstitüsü Bilim Kurulundan sayın Prof. Dr. Belkıs (Temren)Menemencioğlu Muharrem ve Kerbela üzerine bilgiler verdi. Dergâhımızda hazırlanan kurban ve lokmaların yanı sıra gelen mihmanlarımızın getirdikleri lokmalar barış, kardeşlik ve huzur içinde cümle canlarla birlikte paylaşıldı. Soframız acıların son bulması, kurtuluş, barış ve huzura kavuşmanın simgesi olan Aşure`nin sunulması ile son buldu.
Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Adına
Gülizar CENGÌZ “
Ben dervişim diyene bin ün edesim gelür
Seğirdüben sesine varup yetesim gelür
Sırat kıldan incedür kılıçdan keskincedür
Varub anun üstüne evler yapasım gelür
Altında gayya vardur içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelür
Altında gayya vardur içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelür
Od’a gölge dedüğme ta’netmenüz hocalar
Hatırunuz hoş olsun yanub tütesim gelür
Ben günahumca yanam rahmet suyuyla yunam
İki kanad takınam biraz uçasım gelür
Andan Cennet’e varam Cennet’te Hakk’ı görem
Huri ile gılmanı bir bir koçasım gelür
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelür
18 Kasım Pazartesi
Köln
Ertesi gün nihayetinde Köln Ve Çevresi Hacı Bektaş-ı Veli Alevi Cemevi Dedeler Birliği Başkanı Celal Bektaş sayesinde diğer dostlarla buluşmak üzere beni Gülizar Cengiz Hanım cemevine getiriyor.
Bu arada çok sevgili Niyazi Bozdoğan Dede’nin oğlu Abidin Bozdoğan’a da ulaşmak istiyorum. Bu arada yine genç dedelerimizden birisiyle birlikte Celal Dede bizi karşılıyor. Sonra Köln merkeze bir gezi yapıyoruz. Hava kapalı olmasına rağmen benim en büyük arzum kentin resim ve heykel müzesini görmek. Sabah Ali Duran Gülçiçek’le randevulaşıp onunla öğleden sonra buluşmak umuduyla müzeyi gezmeye gidiyoruz. Ama Sayın Gülçiçek erken gelince gezimizi yarım bırakıp cemevine yöneliyoruz. Ali Duran Gülçiçek sonrasında Pala Dedemizle buluşuyoruz. Çok güzel sohbetlerden sonra Celal Dede’nin misafiri olarak onun evine gidiyorum.
Gül yüzlü eşi ana sultanla buluşuyoruz. Ama akşam çok değerli iki konuğumuz daha oluyor. Köln Ve Çevresi Hacı Bektaş-ı Veli Alevi Cemevi’nin başkanlığına seçilen Gülsüm Bozdoğan yani Niyazi Bozdoğan Dedemizin gelini ile Abidin Bozdoğan bizleri ziyarete geliyorlar.
Ertesi gün ise günü çok iyi değerlendiriyoruz. Çünkü özel bir ziyaret için Celal Dedemiz Belçika’ya gideceği için beni de yanına alıyor. Böylece ulaşım sorununu çözüyorum.
Benim işlerim hep böyle işte, ya kısmet, ya Hızır diyoruz, sonuçta taştan su çıkıyor, yaşadığım o kadar olumsuzluğa rağmen ben çok da kısmetsiz değilmişim deyip her seferinde şükrediyorum, ne diyeyim ben? Bu halime de çok şükür!
Mazi
Dönmez yıldızların mavi sükûnuna,
Mavi çiçekleriyle rüyaların.
En eski günlere akmak, bir yıldız olup;
Ve işitmek çağırmasını göçen dünyaların.
Vaktiyle söylenmiş bir selam gibi duymak engini,
Sudan bir gül gibi açılmak, denizlerde.
Yaşamak, ağaçların mazisinde yaşamak,
Ve kalmak bulutların geldiği yerde.
Görmek, yıllanmış şarapları içerek;
Ve gitmek eski yıllara o eski rüzgârla.
Altın sonrasızlığın temposuyla yürümük;
Dinlemek, bir müziği dinlemek, akyalarınla.
Sevmek, rüyaların asırlarınca sevmek,
Ve kaybolmak hatıralar kaybolmuş diye.
Mazi, o mazi ki aşkın hatırasıdır.
Zamana temas eden ellerle uzanmak maziye.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Belçika – Hollanda
(19 – 25 Kasım 2013)
Celal Dede bir akrabasını ziyaret için Belçika’ya giderken ben de onunla bu ülkeye geçiyorum. Bu sefer ise daha önceden de haber verdiğim Metin Akbaba Dede’yi arayarak benimle ilgilenip ilgilenemeyeceğini soruyorum. O da ziyaretimden dolayı bundan çok memnun oluyor ve benimle ilgilenebileceğini söylüyor.
Metin Akbaba Dede genç yaşta kendini yetiştirme gayretinde, uğraşısında ve mücadelesinde bir dedemiz. Hep söylediğimiz gibi olanla yetinirsek geleceğe hazırlıksız yakalanırız. Benim hayat felsefem budur. Bizlerin bence böyle olması gerekir. Eğitime yatırım yapmayan toplumlar ve topluluklar yok olup gitmeye mahkûmdurlar. “Benim bildiğim bana yeter” dersek tam anlamıyla “hapı yutarız”. O yüzden Metin Akbaba Dede’yle geçirdiğimiz günler içinde dedenin oldukça iyi bir şekilde kendisini yetiştirme gayretinde olduğunu gözlemledim…
Metin Akbaba Dede Hollanda Maastricht’te otursa da Belçika’daki Liége Alevi Toplumu’yla çok iyi diyaloglar kurabilmiş, onların sevgisini kazanmış bir insan olduğu anlaşılıyor. Özellikle gençlerin ve çocukların onu çok sevdiklerini, anlattıklarını kavradıklarını, çocuklarla ve halkla iyi bir diyalog kurabildiğini gözlemledim. Çünkü verdiği bir dersi izleme fırsatım oldu. Bu da beni çok mutlu etti. Bizim aradığımız tam da bunlardır aslında. O ve ailesi; Eşi Güleser Akbaba Babayiğit, Çocukları; Hasret ve Erdem Ali’yle geçirdiğim dört beş gün boyunca gerçek anlamda ben mest oldum. Çünkü bu ailenin gerçek Aleviliği değerleriyle yaşayan, inançlı insanlar olduklarını gördüm.
Sürekli işle, okulla geçen yoğun, zor, bir hayat var Avrupa’da. Ama insanlarımız inançlarını yaşatıyorlar. Sadece Akbaba Ailesi değil, ziyaret ettiğimiz diğer ailelerde de çok sağlam yapılar gördüm.
Belki de bu Aleviliği Bektaşiliği yine bu Avrupa’da yaşayan canlarımız koruyacak, geliştirecek gelecek kuşaklara aktaracaklar, diyorum.
Avrupa’da gördüğüm Alevilik konusunda çok duyarlı bir kitlenin olması, inancımızı, kültürümüzü orada yaşatmak isteyen canların sayısının hayli fazla olması. İşi dedi kodu, siyaset adı altında bölücülük, dinsizlik edebiyatı yapmak olanlar da var ama Aleviliği yüzyıllardır olduğu gibi, Anadolu’da, Balkanlar’da olduğu gibi yaşayan insanları Batı Avrupa’da gördükçe mutlu olmamak mümkün mü?
Evet, Metin Dede dünyalar tatlısı, şekerler şekeri ve inşallah gelecekte bu işlerle ilgilenecek Erdem Ali’yle gelip beni alıyorlar. Yine çok güzel görüntüler, manzaralar eşliğinde doğruca Maastricht’e doğru yol alıyoruz.
Onlardaki içtenlik, ailedeki samimiyet, hep inançla ilgili sohbetler… Bu çok iyi geliyor bana. Bu canlarla günler boyunca konuşuyorum.
Metin Akbaba Dede’nin sayesinde yine Liége Alevi Toplumu’nu ziyaret ediyoruz.
Derneğe gelen canlarla Alevilik-Bektaşilik konusunda sorulan sorulara yanıtlar vererek çok verimli iki saat geçiriyoruz. Bu dernek ve buradaki gençlere bayıldım. Büyük bir samimiyet, iyi niyet, sadelik var burada. Yapmacıksız, çok güzel insan ilişkileri var. Daha önceki gezimde de buraya gelmiş, bu havayı solumuştum. Buradaki canlarla, gençlerle, kadınlarla, çocuklarla çok güzel diyaloglar kurulması mümkün. Çok inançlı ve samimi başkan Adıgüzel Turgut ve yardımcıları, gençler burada güzel işler yapma peşindeler.
Bir başka gün ise başkan ve yöneticileriyle görüştüğüm Hollanda Maastricht’teki Alevi Bektaşi Kültür Derneği Mab –Der’e uğruyorum.
Kaldığım bu süre içinde buradaki canlarla bir sohbet-söyleşi yapmak için gün belirliyoruz. Yine burada da insanların yoğun ilgisiyle karşılaşıyorum. Sorular, meraklar, istekler çok iyi. Ama burada bazı kararsızlıklar, düzensizlikler de yok değil. Bunlar ise farklı görüşteki insanlara tahammül göstererek, insanları dinleyerek aşılır.
Bir gün de yine can dost ve özü çok temiz olan mayısta yaptığım gezide kendilerinde kaldığım Gürkan Aras Ve Handan Aras’la buluşuyorum.
İşte bu iki genç çift benim kardeşlerim oluyor. Bu candan, bu yürekten gelen sevgilerle beni sarıp sarmalayan canlarım bu kimi zaman çok soğuk olabilen, sisli, puslu diyarlarda gerçek fenerler gibi kendilerine beni bağlıyorlar. İnanç dolu canlarım benim! Onlarla birlikte olmak bir sohbetten öte bir ibadet gibi.
Onlar müthiş bir iki olduğu kadar kendileri gibi canlar canı müsahip çiftleriyle de öyle uyumlular ki, müsahipliği Hollanda’da yaşatan bu canlarımı çok daha seviyorum. Tam bir müsahiplik yapıyorlar. Erzincan Urumsaray (Mecidiyeköy)’den olan kendine ait ışıl ışıl iş yerinde eşiyle birlikte yaşam mücadelesini başarıyla sürdüren Mahmut Bingölo ve eşi de candan, inançlı, yürekli, fedekar dünyalar güzeli insanlar…
Gürkan Canım bana şehri gezdiriyor. Şehrin kütüphanesinde günlük gazeteler, dergilere bakıyoruz. Hava biraz soğuk olmasına rağmen ben durur muyum? Yürüyerek, turluyoruz bu güzel kenti. Sonra ise kentin müzesine gidiyoruz. Burada görülmeye değer şaheserler saklı. Bendeki bu resim merakı ne güzel bir merak…
Bambaşka dünyalara açılan kapılar gibi her tabloyla biraz daha soluk alıyorum.
Bir gün de bir düğüne katılıyoruz. Başka canlarla tanışıyoruz.
Avrupa’da hayat aslında çok da deli dolu değil bence.
Hava kapalı, iş koşuşturması ve okul şartları, geçim koşulları çok zor. İnsanları bence bu hayat tarzı bunaltıyor.
Türkiye’deki insanlar bence Avrupa’ya göre çok daha rahat yaşıyorlar.
Elbette ki iş koşulları kolay demiyorum, alınan maaşlar ise çok çok düşük. Ama buradan hayal edildiği gibi bir Avrupa yok!
Bu yaz bir ay boyunca da gözlemledim. Şu andakiyle birlikte iki aylık bir gezi yaptım. Belki de hayatımın gezileriydi bunlar. Avrupa’da insanlar büyük kavga veriyorlar, hayata karşı. Belki de onların da ifadeleriyle birinci ve ikinci kuşak belki dil, eğitim vd. konularda zorluklar yaşamışlar ama ekonomik olarak o dönemleri şimdiler mumla arıyorlar. Onlara şimdi eskiden yaşayanların anlatıları tatlı masallar gibi geliyor. Avrupa’da hayat çok pahalı. İş koşulları çok ağır. Gelecek garantisi bile yok, Türkiye’dekilerin sandıklarının aksine. Allah onlara kolaylık versin. Artık orada yaşayacaklar için. Okul, iş, aş, ev…
Hiç de kolay değil.
25 Kasım
Abidin Bozdoğan Dede beni taa gelip Metin Akbaba Dede’nin evinden alıyor. Çok zevkli bir yolculukla Köln’e gidiyoruz. Türkiye’den daha yeni gelmiş olan Niyazi Bozdoğan Dedelere gitmeden önce, Abidin Bozdoğan beni bu sefer Pala Dede’nin oğluyla tanıştırıyor. Kendi iş yerinde hayat mücadelesine devam eden bu samimi, yürekli, içten dostumuz, bana çok sıcak davranıyor büyük ilgi gösteriyor. Biz de de kalabilirsiniz, sizinle ilgileniriz, bizler de sizi takip ediyor, seviyoruz diyen ve bir zamanlar Cem Dergisi Yayın Yönetmeni Murat Küçük’ün sonradan eşi olacak Karin’le burayı ziyaretlerini, onlara yardımcı olduklarını, buradaki insanların durumlarını anlatıyor.
Bir de burada tümüyle Türk dükkânların, lokantaların bulunduğu bir meşhur caddeye götürüyor. Oldukça zevkli geçen bir günün sonunda Niyazi Dedelerle birlikte aynı binada kalan Abidin Bozdoğan’lara doğru yol alıyoruz. Bozdoğanların yaşadıkları yer gerçekten de bir tatil beldesi gibi. Çam ormanlarından geçilerek gidilen bu semt insana huzur veriyor. Avrupa’yı Avrupa yapan da bu yönü zaten. İnsanlar sadece ve sadece kent merkezlerinde yaşamak zorunda değiller ki! İstanbul’da, Ankara’da tüm büyük şehirlerde insanlar beton bloklar içine hapsolmuş bir durumda yaşıyorlar. Batının farkı var bu konuda. İnsanlar büyük bir huzur ve mutluluk duyacakları yerlerde yaşamlarını sürdürüyor.
Niyazi Dede’yle uzun ve zevkli sohbetlerimize Anasultan da katılıyor. Benim CEM Vakfı’ndan ayrılmak istediğimi duyan Niyazi Dede özellikle Anasultan duruma üzülüyorlar, senin çok emeğin var orada, seni Cem Televizyonu’ndan izliyorduk, diyorlar. Ben de topluma hizmet etmeye devam edeceğimi söylüyorum. Gece oldukça soğuk olmasına rağmen Niyazi Dede’nin evi oldukça sıcak. Ben de Niyazi Dedeler de kalıyorum. Çünkü beni Niyazi Dede uçağa götürecek.
Beni evinde ağırlayan, siz Cem Televizyonu’na yakışırsınız, ben sizi çok seven ve izleyen bir annenizim diyen Anasultan’ın Hakk’a yürüdüğünü sonradan öğreniyorum. Çok üzülüyorum. İçim yanıyor. Bir nazlı canımız daha göçmüş bu dünyadan, bu dünya biraz daha fakirleşmiş… Heyhat… Geride kalanlara Allah uzun ömür versin, yakınlarına ve tanıdıklarına sabırlar diliyorum..
26 Kasım’da İstanbul’a dönüş…
Sabah oldukça soğuk bir güne uyanıyoruz. Gerçekten her taraf buz tutmuş. Bu arada arabaların camları da buz tutmuş. Dedeyle birlikte evlerine oldukça yakın havalimanına gidiyoruz. Uçağa biniyorum, doğruca İstanbul…
BİR ÖLÜNÜN SOĞUMASI
Durdu arabalar uzaklarda
Mumu söndü en uzak bir mabedin.
Ekinler sarardı gece yarısı
Ve bir yatak gibi, vücuttan ayrıldı din.
Kalktı uçurtmalar şafaklarda
Rüzgar aldı çocuktan uçurtmayı.
En güzel ve çok mavi iklimler
Bir şişe gibi boşaldı sayı.
Ve şarkılar köylerde, nurdan, çalışmaktan,
Şimal havalarında yıldız balıkları.
Dalgaları varlığa şekil verir
Öyle denizler ki namevcut açıkları.
Ötelerde, cesaretin, kalbi çarpan,
Gavur fabrikalarında vagonlar dolusu bahar.
Döner uzaklığına,
En sonuncu akislerden rüyalaşan parıltılar.
Çarmıhlar ki sonsuzluğun müspet işaretleri,
Ufuklar ki, daima nakıs.
Gider, bir çizgi halinde semalara,
Tütüyor kara dumanlar, lambayı kıs.
Çağıran, sevinen çılgın bir kalabalık,
Kemikten ellerini uzatmışlar yoluma.
Birisi daha geldi, birisi daha
Ey minareler dolusu sema.
Ve yanımda, henüz ayrıldıklarım,
Bir merhamet, bir sessizlik, bir dehşet.
Dünyanın tahta merdivenleri
Ve ey en büyük kışlada başlayan nöbet.
İki kalabalık arasında, yapyalnız
Vatansız kalan sema daireleri.
Hayatı ve ölümü gerilerde bırakarak
Düşen şehitler üstünden, ileri.
Hatıralar bir yanda, geceler bir yanda,
Nasibini arayan altın sular.
Karınca gibi çocuklar üstüne,
Kapanır dağ gibi kapılar.
Birisi, kemik parmaklarıyla
Serpti yüzüme ince bir bir toprak.
Birisi örttü gözlerimi
Aziz dünyasını kıskanarak.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Geziye Nasıl Gidildi…
Cem Vakfı 6. Uluslar arası İnanç Önderleri Toplantısı’ndan sonra; dedelerimizin yurtdışına çıkıp halkımıza Alevilik Bektaşilik konusunda bilgi vermesine imkân sağlayan, geçikmiş bir olanak olarak gördüğüm bir fırsatı değerlendirerek yurt dışına çıktım.
Bu Avrupa’da bazı derneklerin dedikodu malzemesi yaptığı bir konudur. Türk Devleti’nin yurtdışındaki Alevilere Bektaşilere Muharrem Ayı boyunca inançları konusunda bilgi verilmesi amacıyla; dede ve babaların ve hizmetlilerin farklı ülkelere gönderilmesi meselesidir.
Detayları bu yazının boyutunu aşar. Hiçbir dedenin oraya gidip Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanlışlarına evet dediklerini; propogandasını yapmak şöyle dursun, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın adaletsizliklerini eleştirdiklerini herkes biliyor. Birçok yazarın, dernek başkanının benim gibi düşünmediğini biliyorum. Onlara da saygı duyuyorum. Ama Devletin yanlı tutumunu, Diyaneti hepsinden çok eleştiren birisiyim. Bu görev Dışişlerince Diyanet İşleri’ne havale edilmiştir.
Bunu istismar edenler olursa onlar eleştirilir. Ama sonuçta Türkiye’den yurt dışına insanların kültür, inanç vs. alanlarında gönderilmesi diye bir şey söz konusuysa bundan Aleviler niye yararlanmasınlar? “Gri dedeler, Gri dedeler, onları cemevlerine sokmayın, onlar Diyanet’in ajanlarıdır” diye insanlara hakaret etmenin bir manası yoktur.
Gri Pasaport yurtdışına çıkın görevli insanlara vize konusunda sağlanan bir kolaylıklardır. Hem haktan söz etmek, hem insanların buluşmasına söz söylemek çelişkidir. Bu kişilerin oraya gitmelerinin değil, orada ne yapıp yapamadıklarının, gerçekten hizmet verip veremediklerinin hesabına bakın. Yoksa Avrupa’da yüzbinlerce insan Muharrem’de dedelerden, babalardan hizmet bekliyorlar. Eğer Türkiye’deki dedeleri istemiyorsanız, kendiniz Avrupa’daki genç dedeleri eğitin, geliştirin tüm bu hizmetleri yerine getirsinler. Avrupa’da onlarca cemevi var, yenileri de yapılıyor. Oralarda hizmeti kimler verecek?
Üstelik sağlanan imkân; uçak parası ve 500 Avro gibi komik bir paradır. Dedeler, babalar çoğunlukla kendilerini zorlayarak bu gezilere katılmaktadılar. Üstelik bazısı gitmek de istememektedir.
Ha, bu iş istismar ediliyor deniliyor ya, evet, doğru istismar ediliyor, Diyanet İşleri’ne söylemek gerekir; kim eline fırsat geçirirse kendi oğlunu, yiğenini de yurt dışına çıkarıyor.
Bu da Alevi fırsatçılığı işte, ne dersin!
Hani ulularımız söylemişse doğru gör, doğru söyle, diye. Ben de hani açık sözlüyüm ya, bunları da yazıyorum işte.
Ah şu benim Alevi damarım var, bir gün beni büyük belaya salacak! Hep doğruları söyleme isteğim ve huyum, birilerini iyice sinirlendirecek! Ne güzel haksızlık yapan birileri sinirlenince ben seviniyorum işte… Bu da bir hayat oyunu bana göre…
Cem Vakfı’nın beni listeye almaması sonucu ben de; Baba Mansur Derneği’nin başvurusu ve Türk Dış İşleri Bakanlığı’nın yönlendirip, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ve görevlendirmesiyle “Uzman” olarak Muharrem Ayı Etkinlikleri için Avrupa’da Bosna’dan başlayan 25 günlük bir gezi yaptım.
Bu gezinin uçak biletleri ve harcırah olarak 600 Avrosu Türk Dış İşleri Bakanlığı tarafından Baba Mansur Derneği aracılığıyla tarafıma verilmiştir. Uçak’la gidiş sağlanmış, dönüş Batı Avrupa üzerinden olduğu için uçak masrafı kendi imkânlarımla karşılanmıştır.
1 Aralık 2013
CEM Vakfı’ndan Ayrılış…
Sonrası mı?
Daha öncesinde alınmış bir kararla, çeşitli nedenlerle, üçüncü kez CEM Vakfı’ndan ayrılıyorum.
Ayrılış dilekçemi 1 Aralık’ta Genel Merkeze iletiyorum.
Kendimce hayatıma kahrederek, evimden daha çok sevip, özen gösterdiğim, bağlandığım ve toplumuma hizmet vermekten başka bir düşüncem olmayan, asla ihanet etmediğim, bir kurumdan ayrılmanın verdiği derin bir üzüntüyle, zaten önceden oraya bağışladığım otuza yakın bilgi klasörünü, 17 yıl boyunca binlerce insanın da tanık olduğu gibi çok büyük zahmetlerle oluşturduğum tüm dede, baba, ozan, yazar gibi tüm detaylarıyla kişisel bilgilerin yer aldığı CEM Vakfı Ana Fihristini, Cem Vakfı’na ait tüm yazılı bilgileri, belgeleri hiç birisini almadan orada bırakıp; yine tası tarağı toplayıp yeni bir geleceğe doğru adım atıyorum.
Hayata isyan ediyorum.
Aslında ben oradan ayrılmak zorunda bırakılıyorum.
Bunları çok ayrıntılı yazdım ama burada şimdilik yayınlamak istemiyorum…
Bir ay sonrasında ise Barış Televizyonu’ndan bana yapılan teklifi kabul ederek; haftada üç gün inancımız ve kültürümüzle ilgili programlar yapmayı kabul ediyorum.
1 Ocak 2014’ten itibaren Barış Televizyonu’nda Programcı olarak çalışmaya başlıyorum.
O da uzun sürmüyor 2 ay sonra Barış Televizyonu’nun sahibi ve yayın yönetmeni programların haftada teke düşürüldüğünü üstelik bana vermeyi vaat ettikleri ücreti bana veremeyeceklerini söylüyorlar.
Her türlü zor koşullara rağmen haziran ayına kadar toplam 50 program yapıyorum.
Para vermeseler de programları halkın izlediğini, kendilerine söz verdiğim konuklar olduğunu, bunlara devam etmek istediğimi söylüyorum.
Eylül ayında ise bana yeni yayın dönemiyle ilgili bir şey söylenmiyor.
Yani programım yayından kaldırılıyor.
Neden acaba?
Herhalde bunda Alevi kurumlarını, Alevilerin Alevilik adına yaptıkları yanlışları sert bir şekilde eleştirmem veya beni istemeyen birilerinin baskıları veya benim bilmediğim başka şeyler etkili oluyor.
Rumelihisarüstü’nde bir köylümüzün söylediği gibi “sen de hiçbir yerde tutunamıyorsun…” Lafı gerçek gibi…
Ben hayata tutunamayanlardım sanırım…
Şimdiki hedefim ise üç dört yıl daha çalışıp, biraz para biriktirip kendi imkânlarımla altı yedi ay memleketimde yaşayabileceğim bir ev yapmak için bir iş imkânı yakalamak…
Ortamı da, bu toplumun hak ettiğine inandığım, Alevilik adına her türlü dolaplar çeviren döndüğü bu insancıklara bırakmak…
Biraz daha edebiyat, biraz daha tarih, biraz daha sanatla yaşamımı sürdürmek…
Ben bu hayatı kaldıramıyorum artık…
Böyle bir hayatta yaşamak istemiyorum…
Tümüyle yeni bir sayfa açmak zorundayım kendime…
Çünkü hayatı bu yaşadıklarım üzerine oturtamıyorum, kuramıyorum, bu olumsuzlukların etkisinden bir türlü kurtulamıyorum…
AN GELİR
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
şarkılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür..
Atilla İlhan