Metin Turan'la Bahar Berfin'de Yayınlanan Söyleşi

Metin Turan’la

20. Yılında folklor/edebiyat Dergisi Üzerine…

Turan: folklor/edebiyat,  1950’lerden bu yana katmerleşerek kendi inşasını var eden kültürsüzleştirme politikası içerisinde, gücü oranında bu tekil söyleme, bu iktidar anlayışına itiraz hareketidir.

Ayhan Aydın

 Folklor/Edebiyat Dergisi’ni çıkaralı 20 yıl oldu. Böylesine önemli ve geniş kapsamlı dergiyi çıkarmayı ve dünyanın bazı önemli merkezleri de dahil olmak üzere dağıtımını yapmayı nasıl başarabiliyor, bunu tek başınıza nasıl sürdürebiliyorsunuz?

Türkiye’de, finansmanında ciddi bir sermayenin olmadığı bir derginin, 20 yıl düzenli olarak yayımlanabilmesi cidden önemli bir durum. Teknolojik şımarıklığın hayatımızı olmadık biçimde kuşattığı, kent kabadayılığının iktidar olduğu bir kültürel zeminde, folklor/edebiyat gibi çoksesliliği önemseyen, akademik yayıncılığı ufku geniş bilim insanlarının çabalarıyla buluşturma gayretinde olan bir  yayının 20. Yılı! Bu tekil söyleme, benmerkezciliğe,  bilimi tekelinde tutma isteğinde olan iktidar anlayışına karşı da bir öfke ve karşı koymadır. O iktidar duvarına gedik açabildiğimiz oranda  başarılıyızdır. Doğru,  çok sevinçliyim.

Anımsanırsa, 1994 Kasım ayında ilk sayıyı çıkardığımızda şöyle bir vurgulama da bulunmuş,“Bu dergi on kişi tarafından dahi okunsa en az altı sayı çıkacaktır.” demiştim. Çünkü benim idealim vardı. 1990’lı yıllar Türkiye’nin kültür erozyonu kuşatmasını en şiddetli şekilde yaşadığı yıllardı. Telif kitapların sayısı tercüme yayınlara göre daha bir sınırlı ve ötelenmiş durumdaydı. Dergilerde yer alan konu ve yazılar için de aynı şeyler söylenebilir.Böyle bir atmosfer içerisinde bizim kendi gücümüz oranında bir şekilde bu alana müdahale etmemiz gerekiyordu. Derginin çıkış gerekçesinde Anadolu kültür zenginliğinin, gün yüzüne çıkartılması ve özellikle 1950’li yıllardan başlayarak şiddetli bir şekilde çeviri yolu ile düşünce ufkumuzun daraltılması biçiminde dayatılan kültür atmosferine başka bir soluk getirelim kaygısı vardı.

 

Söz konusu dönemi kültürel açıdan nasıl görüyordunuz?

 

Her anlamda sancısını çektiğimiz özellikle kültürel anlamda içine itildiğimiz yoksulluğun çok büyük oranda suçlusu iktidar zeminini kan ve gözyaşına buladığı bir geçmişe oturtan, darbe dönemdir. Bu dönemin yaratmış olduğu yoksulluk bizde kültürel olarak başka mecrayı akla getirdi. Bunun arkasında bizim olmayan; üretmekten uzak, tüketimi körükleyen, kolaycı bir kültürel mecra vardı. 1980’lerin başları anımsanırsa Türkiye’de nasıl bir atmosferin olduğu çok net görülebilir. Şöyle kaba hatlarıyla bir anımsamaya başlayalım: İlk kez 1980’li yılların başında beyaz dizilerle tanışmaya başladık.Gerek kitap olarak, gerek televizyon dizileri olarak renkli camın bütün evlere girmesiyle birlikte pembe dizi, beyaz dizi diye romanların haftalık olarak basılıp evlerimize taşındığına tanık olduk. Bu bir kuşatmaydı. 

 

 

Bakınız, akılda tutmakta yarar var: Türkiye iki dönem çok ciddi kültürel politika belirlemiştir. Bunlardan ilki 1930’lu yıllarda cumhuriyetin çok dar bir kadrosunun farkında olabildiği ve o dar kadronun kurumsallaştırmaya  çalıştığı, çeviri bürosu, halkevleri, ardından halkodaları, Köy Enstitüleri,  Boratavlarla şekillenen halk kültürü çalışmalarıdır. Bu süreç cidden ataerkil toplumsal düzen içerisinde, feodal bağları baskın ve tarım toplumunun bir dolu olumsuzluğu içerisinde modern toplumun bireyi olma çabasının kökleştirilmeye çalışıldığı yıllardır. Daha dünyevi bir gayretin izlerini görürüz bu politika içerisinde. Orada da kutsal olan vardır; iktidar bütün erkleriyle sistemin yegane belirleyicisidir ama geniş bir perspektiften bakılınca ötelenmiş, yüzyıllar boyunca  görmezden gelinmiş ve deyim yerindeyse  adam yerine konulmamış bir büyük kesimin sesini kültürel anlamda duyma gayretini  görürüz. Eskiyen ve çürüyenin yerine yenisini bu kültürel iklimin içerisinden çıkarma gayretidir ki çok sayıda halk çocuğunun, örneğin Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Hasan Kıyafet, Ömer Polat, Osman Şahin, Behzat Ay, Yılmaz Güney, Ruhi Su, Cavit Orhan Tütengil, Pakize Türkoğlu, İlhan Başgöz gibi sınıfsal olarak daha yoksul kesimden insanın edebiyat, sanat ve bilim alanında sesini duyurma, varlığını ispatlama şansına erişmesi bu zemin üzerinde olabilmiştir. 

 

Kültürel yapılanmanın ikincisi aynı zamanda  en köklülerinden olanı1980 12 Eylül hareketiyle gelmiştir. Tersinden bakarsanız kültürsüzleştirme politikasıydı ama bütün ayrıntıları düşünülmüş bütün kurumsal işleyişi yapılmış  darbe hareketidir 12 Eylül. Esasında bunun tarihsel bağları, 1940’ların hemen ortasında Köy Enstitülerinin, DTCF’nde halk edebiyatı kürsüsününün lağvedilmesi, Behice Boran, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz gibi ufku geniş bilim insanlarının üniversiteden tasfiye edilmeleriyle başlayan sürece dayanmaktadır. Ama, 12 Eylül bir önemli dönüm noktasıdır. Türkiye ilk defa bu kültürsüzleştirme sürecinde basın yayın sektörünü, okumaz yazmaz işadamlarına, kültür sanat alanını bankerlere havale etmiş ya da bu zatlar böylesi alanlarla da ilgilenir olmaya başlamışlardır.

 

Böyle bir kültür hareketi içerisine Anadolu’nun çok sesli, zengin, paylaşım esasına  dayanan kültür anlayışı yok sayılarak onun yerine tek sesli hiçbir çoğul düşünceye yer vermeyen kapalı bir tercüme kültürünün inşası söz konusuydu.

Folklor/edebiyat,  yaklaşık otuz yıl süren, katmerleşerek kendi inşasını var eden bu kültürsüzleştirme politikası içerisinde, gücü oranında  bu tekil söyleme, bu iktidar anlayışına  itiraz hareketidir bir bakıma.

 

Dergiyi var eden ana unsurları yazarları ve okurları. Yayın yönetmeni olarak da siz bu bağlantıyı kuran temel kişisiniz. Yayımlanan yazılara bakınca, düşünsel zemini geniş, önemli akademisyen ve araştırmacılar var.Siz bunları toparlıyorsunuz ve tekrar halka sunuyorsunuz. Bu derginin üniversitelere ve kütüphanelere girmesi çok önemli. Yazıların gelmesi toparlanması ve derginin dağıtılması nasıl yapılıyor?

 

Sorunuzun son cümlesinden başlarsam: Çok yaygın bir dağıtım ağımız, ne yazık ki yirminci yılımızda da yok.  Ama, başka yayın organlarından farklı olarak nokta dağıtımlarımız var. Örneğin, birçok üniversitemizde,  bir hocamız elli dergi bir başkası beş dergi ister, onun kanalıyla hem kargo giderinden hem de dağıtıcı indiriminden tasarruf ederek bunu öğrenci arkadaşlarımıza yansıtır, oradaki okurlarımıza ulaşırız. Bu sayılar, çoğu yerde büyük büyük kitapevlerinin satışlarının epeyce üstündedir. Böylelikle Türkiye’nin hemen her iline, her üniversitesine ulaşma şansımız olur. Yurtdışına ise, özellikle  gelir düzeyi düşük ülkelerin hemen tamamındaki isteklilere dergiyi ücretsiz ulaştırıyoruz. Bunu kendiliğindenimeceye dönüştürerek Batı’dan bir abonenin karşılığında, Kazakistan’da, Özbekistan’da veya Azerbaycan’da üç  meraklı okura ücretsiz  olarak ulaştırmış oluruz. Şu var ki, dünyanın neresinden olursa olsun, talep eden her okura, dergiyi mutlak göndeririz.

Yayıncılığın hangi alanında olursanız olun sevmekten başka gücünüz yoktur. Ben bu işi severek yapıyorum. Son beş yıldır da Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nin akademik yayını olarak sürdürdüğümüz faaliyet, basım giderleri kaygısı olmaksızın  daha bir rahatlık içerisinde sürdürülmekte. Zira Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi kendi bünyesindeki akademisyenler yanı sıra 400 dolayında bilim insanına da bu derginin ulaşmasını sağlamaktadır.

Dergiye yazı akışında önemli bir bolluk olduğunu söyleyebilirim. Uluslararası birçok indeksçe taranıyor olması, foklklor/edebiyat’ı özellikle sosyal bilimler alanında yayın yapma gereksinmesi duyan akademisyenler için önemli bir zemin durumuna getirmiştir. Bu durum salt Türkiyeli araştırmacılar için değil, dünyanın her ülkesinden bilim insanları için böyledir. Ayrıca hemen her yıl bir sayımızı özel sayı olarak tasarlıyor olmamız, daha başından özgün makale ve araştırmaları gündeme getirmemiz, derginin  yazı sıkıntısını ortadan kaldırmış olmaktadır. Bir de biliyorsunuz, hakemli dergilerde  yazıların değerlendirme süreçleri vardır, bu bazen iki ayı alabildiği gibi bazen iki yılı da alabilmektedir. O bakımdan  biz bir yıl sonraki sayılarımızın neredeyse önemli bir bölümünün yazılarını daha bugünden  stoklamış durumdayızdır. 

 

 Folklor Edebiyat Dergisi’nin içeriğinde; etnoloji var, antropoloji var, tarih, sosyoloji var, edebiyat var… Folklor Edebiyat Dergisini kapsayan yazıların özellikleri nelerdir?

 

Her yazara sunu söylüyorum; mutlaka bir üslubunuz olsun. Son yıllarda Türkiye’deki düşünsel yoksulluğun arkasında yatan böyle bir gerçeklik var. Biz çok yoğun şekilde çeviri furyasının içerisinde bulduk kendimizi. Kendimize ait fikrin önü tıkandı. Mesela; kent sosyoloji ile ilgili çalışıyorsa sadece onunla ilgili çalışması olacak. Bir gün telefon çaldı İstanbul Teknik Üniversitesi İktisat Fakültesinden bir hoca, kaç gündür beni uykusuz bırakıyorsunuz dedi. Ben de acaba bir yanlışlık mı yaptık diye düşündüm. “Bu dergiyi aldım, etnomüzikolojiyle ilişkin bir makale okudum, mistik müzikle ilgili bir makale okudum, edebiyat sosyolojisi ile ilgili bir makale okudum ne kadar yoksul olduğumu görmeye başladım, aslında bu dergi bizi zenginleştirmeye başladı, dört gündür elimden bırakamıyorum.” dedi. Çünkü  tek başına iktisat bilmek bir insanı zenginleştirmez. İktisadın yanında biraz edebiyat biliyorsanız, biraz müzikten anlıyorsanız, sosyolojiyle, antropolojiyle bulgularınızı bağıntılandırabiliyor, bunları yapabiliyorsanız zenginliğiniz, farklılığınız artar. Folklor/Edebiyat çıkmaya başladıktan sonra insanlar bunlar da varmış, demeye başladılar. Hatta kimi üniversitelerimizde,  iletişim ve mimarlık fakültelerinde, ismini de anayım, örneğin Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde izlencelere antropoloji dersleri eklenmeye başlandı. Folklor araştırmalarının, antropoloji çalışmalarının ekseninde genişlemeler yaşandı; yemek kültürüyle ilgili bir çalışma, artık ‘tarif’le sınırlı olmaktan çıktı, onun sosyolojisine de bakmak gerekliliğini ortaya çıkardı. Konuşmanın antropolojik  yaklaşımla başka türlü bir okumayı gerektirdiği anlaşıldı. Bütün bunlarda sanıyorum, folklor/edebiyat’ın önemli ölçüde katkıları oldu.

 

Folklor Edebiyat’ta örneğin kimler yazıyor, kimler okuyor bu dergiyi?

 

Bir saptamada bulunayım; önceleri,  yanı derginin ilk on yılında, Türkiye’nin hemen her tarafından, örneğin Artvin’in Arhavi ilçesinden de, Tekirdağ’ın Saray ilçesinden de, Tunceli’nin Mazgirt ilçesinden de okurumuz vardı.Bugün bu yelpazede ciddi bir değişiklik var ve ağırlıklı olarak okurlarımız üniversite kesiminden, akademisyenlerden oluşmaya başladı. Ortalama 2500 dergi okurla buluşuyorsa, bunun yaklaşık 2000’i üniversitelilerden oluşmaktadır. Yani, ancak %25 dolayında bir okur,  akademi dışından. Bu iyi bir durum değil.

Daha başka bir gelişme, son on yılda, Türkiye’nin genel olarak siyasetine,  daha doğrusu hayatına egemen olan kırılma ve kutuplaşma,  folklor/edebiyat gibi bir derginin okur profiline de yansımış durumda. Örneğin, Hakkari’den, Şırnak’tan, Batman’dan eğer dolaylı yollardan edinmiyorsa, okurumuz gözükmüyor… Bu berbat bir durum. Türkiye’nin kültürel dokusunun hassaslığına işaret eden, üzerinde durup düşünmemizi gerekli kılan bir somutluk. Bunda derginin hakemli olmasının, yani biraz asık suratlı durmasının da payı var. Örneğin, ilk yıllarda Hopa’dan, Kağızman’dan, Bayat’tan, Çemişgezek’ten 10-15 dolayında emekli öğretmen, avukat, eczacı, bakkal dükkanı işletmecisinden de oluşan okurumuz artık ya yok, ya da çok  az sayıdadır. 

 

Bu okur potansiyeli yeniden yakalanamaz mı?

 

Yakalanabilir ama bu artık folklor/edebiyat’ın şu andaki çizgisi ve niteliğiyle olamaz. Daha popüler bir folklor dergisiyle bu mümkündür. Çünkü, o yıllarda okurlardan gelen tepkileri düşündüğümde, geçmişte çıkan Türk Folklor Araştırmaları gibi,  Sivas Folkloru gibi derlemelere de ağırlık veren, daha popüler dergilerin sürdürümcüsü olmuş insanlardan oluşan bir okur çizgisiydi. Şimdi hem o okurlar tükendi hem de dergi başka bir yörüngeye oturdu.

 

Yurtdışından da okurlarınız var, bildiğim kadarıyla..

 

Hem de çok var. Bir kez, akademik dünya, meraklı bilim insanı bir şekilde dergimize ulaşıyor. Amerika’dan,  Japonya, Rusya, Nahçıvan, Kazakistan, Japonya, Kanada, Kore’den çok değişik bir düzleme, dünyanın hemen hemen büyük bir coğrafyasına yayılmış takipçilerimiz vardır. Bunların önemli bir kısmı akademisyen, bu biraz da son yıllarda akademik yazılara duyulan ihtiyaçtan da kaynaklanıyor. 80 sayılı dergi külliyatında 24 bine yakın sayfaya ulaştık. 24 bin sayfalık yazı birikimi içerisinde yaklaşık 1100 dolayında imza var. Henüz araştırma görevlisiyken yazısını yayımladığımız arkadaşlarımız, profesör oldular. Henüz ilk yazısını yazmış olmanın heyecanını duyan arkadaşlar yanı sıra, mesleğinin duayeni olmuş değerli hocalarımızı da aynı zeminde buluşturma görevini üstlendik. Bilim böyle gelişip, yaygınlaşır.   Böyle bir yazar aynı zamanda da okur kadrosuna sahip dergi.

 

Hem okuma zevkini hem alarak saklayarak gelecek kuşaklara aktarma zevkini dergiye abone olarak alanlar, izleyenler vardır. Dergiye nasıl ulaşacaklar.

 

Dergiyi en sağlıklı edinme biçimi abone yoludur. Kitapçılarda da bulmak mümkün ama Türkiye dışındakiler sadece abone olmak yoluyla edinebilirler. Konur Sk. 36/3 Kızılay Ankara adresine mektup yazabilirler yada Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. adresine yazabilirlerse biz dergilerini istedikleri adrese ulaştırırız.

 

Folklor/edebiyat dergisinin, 20. yayın yılını geride bıraktık. Bu deneyimle Türkiye’de folklor çalışmaları hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?

Anımsatmak gerekirse, Türkiye’de, folklora yönelim, özellikle dil, dolayısıyla da edebiyat üzerinden başlamıştır. Batıda şekillenen milliyetçilik akımları, önünde sonunda Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki unsurları da etkilemiş ve milliyetçilik akımları çerçevesinde dil bilinci gelişmeye başlamıştır.  Bu etkiyi, Osmanlı coğrafyasında, özellikle on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren  görmeye başlıyoruz.  1839’da duyurulan Tanzimat Fermanı ile Osmanlı edebiyatında ciddi anlamda işlevsel değişikliğin başladığına tanık oluyoruz. Bunun temelinde de çok sayıda Osmanlı aydınının Batı ile  ama  özellikle  Fransa ile olan ilişkilerinin doğurmuş olduğu  yenileşme harekatı içerisinde edebiyatın toplumsal işlevinin önemli payı vardır.  Osmanlı aydını bu yolla, edebiyatın toplumsal dönüşüm üzerinde kurumsal etkisinin farkına varmaya başladı. Ne var ki bir dizi çabasına karşın,  ‘dil’ sorununu gideremediği için Batı’daki örneklerinde görülen işlevine sahip olamadı. Ahmet Mithad Efendi ve Ömer Seyfettin gibi dönemin aydınlarınca farkına varılan bu gerçeklik,  somut adımların atılmasına ön ayak olmuştur.

Söz konusu bu yönelimi Tanzimat edebiyatı ile başlatmak mümkün mü?

Hiç kuşkusuz öyle.  Adı,  ‘folklor’ ya da ‘halkbilim’  olarak konmamış olsa da dil üzerinden yapılan ve adına sadeleştirme denilen edebiyat çabalarının gelip dayandığı nokta folklor olmaktadır. Şinasi’nin eğitimsiz kesimler tarafından anlaşılması için kaleme aldığı Şair Evlenmesi (1860) adlı tiyatro eseri ve ardından  dört bin dolayında atasözünü topladığı Durub-u Emsal-i Osmaniye (1863) çalışmaları bu yönde atılmış önemli adımlardır. Ziya Paşa’nın şu sözünü hatırlarsak: “Bizim gerçek dilimiz ve edebiyatımız halkın arasında yaşamakta olanlardır. Milli şiirimiz ve nazımlarımız hala ozanlar ve halk arasında canlıdır.”  Bu vurgu dönemin birçok edebiyat ve gazete yazarını etkilemiş bir sözdür. 1860-1900 yılları arası bu çabanın etkili bir zemin oluşturduğu görülür.

Sistematik olarak halkbilimle ilgili çalışmalar, 1913 yılında birbirine çok yakın tarihlerde Rıza Tevfik Fuad Köprü’lü ve Ziya Gökalp’in, kimi halkiyat, kimi folklor olarak bu bilim dalını tanımlamaya, kavramlaştırmaya başlamalarıyla hız kazanır ve 1920’lerden itibaren de artık derleme çalışmalarına girişilir.  Rıza Nur’un Milli Eğitim Bakanlığı döneminde folklor ürünlerinin derlenmesi için bir birim oluşturulur ve düzenli derleme gezilerinin programları oluşturulur. Bilimsel anlamda ilk çabayı ise 1924 yılında Prof. Dr. Fuat Köprülü tarafından öncülüğü yapılan Türkiyat Enstitüsü’nün kurulmasıyla başlar.

 

Süreli yayınlar konusunda nasıl bir yol izlenmiştir? Cumhuriyetin ilk yıllarında halkbilim içerikli dergiler var mıdır,  anmak istersiniz bunlar içerisinde hangileri önem taşır?

Hemen şunu belirtmek isterim ki, daha cumhuriyet ilan edilmeden,  5 Haziran 1922 yılında, Ziya Gökalp, Diyarbakır’da Küçük Mecmua adıyla bir dergi çıkarır. 33 sayı kadar yayımlanan bu dergi tam bir kültür hazinesidir.Türkiye’de folklorla ilgili ilk kuruluş, 1 Kasım 1927 yılında Ankara'da kurulan ve daha sonra adı Türk Halk Bilgisi Derneği'ne çevrilen Anadolu Türk Halk Bilgisi Derneği olmuştur. Dernek Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve İhsan Mahvi tarafından kurulmuştur. Dernek  ilk sayısı 1928 yılında 189 sayfa hacminde Halk Bilgisi Mecmuası adıyla bir de dergi yayımladı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin destekleriyle etkinliklerini sürdüren dernek,  derleyiciler yetiştirmek ve yönlendirmek amacıyla ilk olarak 42 sayfadan oluşan  Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber  adlı kitabı yayımlar ki bu dönem için çok önemli bir kılavuz kitaptır.

1929 yılından itibaren derneğin yayın organının isminin Halk Bilgisi Haberleri olduğunu görüyoruz.   Şubat 1932tarihine kadar İzzet Âdil müdürlüğünde 19 sayı yayımlanan bu dergi, Halkevlerinin kurulmasıyla birlikte,  bu kez Mehmet Halit Bayrımüdürlüğünde Eminönü Halkevi’nin yayın organı olarak 124 sayıya kadar çıkarılır.

Halkevlerinin, sanırım başka dergileri de var. Onlarda da folklor ağırlık taşıyor mu?

Halkevleri zaten Ziya Gökalp’le başlayan milliyetçilik fikrinin,  folklor faaliyetleriyle yaygınlaştırılması çabasını güder.  1932 yılında kurulup, kapatıldıkları 1951 yılına değin toplam 478 şubesi vardır. Tüm şubeler aynı şablona dâhil edilemese de, özellikle kurulduğu ilk yıllarda tek parti döneminin egemenliğinde partinin kimlik arayışı içerisinde faaliyet gösterirler.  Her şubenin yayın organı olmamasına rağmen, kimi şubelerin birden çok yayın organının olduğunu görürüz. Örneğin Adana Halkevi Akgünler, Görüşler ve Çukurova adında üç süreli yayın çıkarmıştır. Bunlardan Akgünler gazete Görüşler ve Çukurova ise dergi olarak yayınlanmıştı ki Adana Halkevi, Yaşar Kemal gibi bir büyük edebiyat insanının da yetişmesinde önemli bir mekân olmuştur.  Yeri gelmişken belirteyim, Türkiye’de ağıtlar ile ilgili ilk derli toplu çalışma da yine Adana Halkevi tarafından, Yaşar Kemal’in derlemesi olarak 1941 yılında yayımlanmıştır.  Adana halkevi dergilerine,  Afyonkarahisar'ın Taşpınar, Çorum'un Çorumlu, İsparta'nın Ün, Denizli'nin İnanç, Balıkesir'in Kaynak, Bursa'nın Uludağ, Kars’ın Doğuş, Konya'nın Konya, Manisa'nın Gediz, İzmir'in Fikirlerdergisini de eklersek, Türkiye’nin bu alanda erişmiş olduğu birikimi daha iyi anlarız. Halkevleri’nin derleme çalışmalarıyla ilgili bir rakam vereyim size, Türk Dil Kurumu’nun 1932 yılında başlattığı halk ağzından derlemelere,  kurumun üç yıl içerisinde gönderdiği söz sayısı 40.000 fişi bulmuştur.

Yakın dönem halkbilim dergilerinden hangilerini söyleyebiliriz?

Halkevleri dergilerini ve elbette Türk Dil Kurumu’nun yayın organı Türk Dili dergisini bir tarafa bırakırsak, Türkiye’nin özellikle derleme ürün bakımından en zengin süreli folklor yayınlarından başlıcasına İhsan Hınçer tarafından yayımlanan Türk Folklor Araştırmaları dergisi oluşturur. Bunu, önceleri 1973 yılının şubatında yayın hayatına giren ve Sivas’ta Sivas Folkloru olarak78 sayı, daha sonra da Ağustos 1979’dan itibaren İstanbul’da Türk Folkloru olarak 96 sayı olarak yayımlanmış olan dergileri görürüz. Bunlara paralel olarak İstanbul’da Folklor Kurumu’nun değişik aralıklarla yayınını sürdüren Folklor dergisini, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nün yayımladığı Folklora Doğru dergisini, akademik dergicilikte önemli bir noktaya gelen Milli Folklor ile ODTÜ Halkbilim Topluluğunun yayımladığı Halkbilim dergilerini anmak isterim.

Bir noktayı daha belirteyim, Türkiye’de yayımlanan folklor dergilerinin çok azı görsel zenginliğe sahiptir. Kuşkusuz bunun başlıca sebebi, basım maliyetleridir. Ancak, bir dönem Anadolu Folklor Vakfı tarafından Ankara’da yayımlanan Anadolu Folkloru böyle bir işlevi yerine getirmişti. Daha çok halk dansları ve müziğine ağırlık veren, bu özellikleriyle renkli bir içeriğe sahip olan bu dergi artık yayımlanmıyor. Sevindirici bir gelişme, geçtiğimiz Ekim ayında yayın hayatına Bursa’dan başlayan PRUSYA adlı halkbilim dergisi görsel zenginlik anlamında bütün hevesimi karşılayan güzellikle çıktı.  Bu dergi süreklilik kazanır, uzun ömürlü olursa, Türkiye’de çok büyük bir boşluğu dolduracaktır.

Sizin dergicilik serüveniniz oldukça eski. Biraz bundan, biraz da folklor/edebiyat’ı hangi gerekçelerle yayımladınız, bundan söz eder misiniz?

O kadar eski olduk mu?! Doğru, ilk dergicilik serüvenim, 1980’lerin başında,  her yönüyle amatör olan, İstanbul merkezli Yeni Çağrı dergisinin Ankara temsilciliğini üstlenmemle başladı. Ondan öncesi (1981), kimi çocuk dergilerine, Milliyet ve Tercüman Çocuk dergilerine öykü ve şiirler yazmamdır. Sonra,deyim yerindeyse kendimi dergici hissetmem, Sivas’da yayımlanan İmece aylık kültür ve sanat dergisinin yayın koordinatörlüğünü üstlenmemle  başlar (1985).Yeni Şiir, Karşı, Anadolu Ekini, Mecaz ve Promete dergileri de başka bir serüvenim.

Folklor/Edebiyat’ı Kasım 1994 yılında yayımlarken Türkiye tam anlamıyla bir ‘ithal ikameci’ düşünsel kuşatmaya uğradığı; telif kitap ve makaleler yerine tercüme eserlerin alanı kuşattığı ama öncesinde de suskunluğun hakim olduğu bir dönemdi. Bu atmosfere bir itiraz olarak, entelektüel donanım açısından farklı disiplinleri bir arada okuma ve kavrama gerekliliğinin bilinciyle yayımladık.

Amacınıza ulaştınız mı?

Bir yanıyla ulaştık diyebilirim. Bir yanıla da eksik bıraktıklarımız,  geldiğimiz noktada başaramadıklarımız var. Başardıklarımız hanesine, bu yirmi yılda, antropoloji, halkbilim, sosyoloji, iletişim, tarih ve edebiyat bilimlerinin buluştuğu sosyal bilimler zemininde yaklaşık 25.000 sayfa hacminde bir külliyat oluşturmuşluğumuz yazılabilir.  Eksik bıraktığımız ve bana kalırsa acilen giderilmesi gereken ise, bu akademik yayıncılığın gelip dayandığı noktanın, derleme, dolayısıyla da ürün merkezli bir halkbilim yayıncılığı olmadığımızdır. Bu alanı ciddi anlamda ihmal ediyoruz ve bunu çok tehlikeli buluyorum. Kendimde biraz enerji hissedebilirsem, yeniden, folklor/edebiyat’a paralel hatta ona alternatif, derlemeye, doğrudan malzemeye ağırlık veren bir halkbilim dergisi yayımlamak isterim.

Çabalarınız ve verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

İlginiz için ben teşekkür ederim.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile