Şiran Yeniköy'den Halk Ozanı Yusuf Aydın

Gönül Pınarı (Paar)

Yusuf Aydın

 

Bu, öyle bir âlem ki balta girmemiş ormanlarda bile yarasız ağaç bulunmaz. Kaldı ki insanoğlu elbette ki kedersiz, gamsız, acısız olmaz. En gamsız insanların bile elbette bir sıkıntısı olduğu zamanlar vardır.

Dünyada dertsiz kul var ise bildir, var ise eğer o d a insan değildir.” Şeyh Sadi  

Ama herkesin duyguları da başka başkadır. Ben 1937 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesinin Yeniköy’ünde doğmuşum. Köyümüz yazın dahi kar bulunan dağların eteğine kurulmuş bir köydür. Çevresi meşelerle kaplı ufak bir tepenin düzlüğünde, yaylaların eteğinde kurulmuş bir köy...

İlahi bir emir midir bilinmez; her insanın doğuş şekli yaşamını belirten bir başlangıç olsa gerek, Veysel’in örneği anam Ayşe’nin bana sancısı vurunca, evdekilerden utanarak ağıla gitmiş ve beni orada koyunların arasında dünyaya getirmiş. Ayağımızda çarıklarla büyüdük. Yaz gelende köylümüz yaylaya çıkardı. O zaman insanlar köylerde kalabalıktı. Yaylanın yolları gelinlerle, kızlarla, ninelerle, genç ve yaşlı insanlarla bir başka olurdu. Hele kağnı arabaları yollara dizildi mi insana bir başka duygu verirdi. Yaylaların tozlu yolları, kendine özgü bir güzellik sergilerdi.

Baharda karların eriyip derelerin coştuğu günler tepelerin açılan yerlerinde koyunları yayarken okuduğumuz Karacaoğlan, Aşık Veysel, Aşık Kerem, Sümmani, Aşık Garip gibi aşıkların kitapları da özellikle gençliğimizde bir başka duygu verirdi insana.

Köyümüzün toprağı kıt, verimsiz olduğu için gurbetlik bizim için kaçınılmazdı. Ben on altı yaşındayken gurbete çıktım. Ege yöresini, İç Anadolu’yu, Karadeniz yörelerini gezdim. Köyümüzün yaylaların eteğinde oluşu, çektiğim gurbetliğin sıla özlemi, bir de bu duygulara 1965 yılının Eylül ayında gazeller dökerken, güz yağmurları yağarken eşim Seher’in ani vefatı beni bambaşka duyguların içine itti.

Yüreğimin derinliklerinde bir takım kıpırtılar başladı. Gönlümden kopup gelen duyguları dizeler halinde içimden geldiği gibi yazmaya başladım. 1957 Temmuzunda askere gitmek için İzmir’den geldim. Bir gelin ile bana bir tutam gül yollayan, yaylaya giderken yoluma çıkıp iki gül uzatan, beni bir tenhaya çağırtıp “Seni bekleyeceğim” diye söz veren, ben askerde iken nişanlanıp yolladığım fotoğrafı koynunda gezdiren, 1942 doğumlu, o zaman 15 yaşındaki kara gözlü Seher, Eylül 1965 yılında üç çocukla beni bırakıp kara toprakları mekan tutan güzel. kalpten dile, dilden ele, elden kaleme, kalemden deftere, defterden dostlara, okuyanlara...

Yaşam bu; kime ne getireceği belli olmaz. Ölüm, kalanlar için acı ama kaçınılmaz. Eşimin ölümünden iki buçuk yıl sonra tekrar evlendim. Eşimin küçük kardeşi Sevgi güzel bir kız idi. Evime mutluluklar verdi.

“Ölüm bir nefestir. Veririm de korkarım ki geri alamam.”   Hz. Ali

 

Sen doğduğun zaman herkes evladımız oldu diye gülüp seviniyordu.

Öyle bir insan ol ki öldüğün zaman da ne iyi insandı diye herkes ağlasın.  Hz. Ali

 

Eşimin vefatından sonra İstanbul’a gittim. İki buçuk yıl memlekete hiç gelmedim. Bu arada kendi kendime saz çalmayı öğrendim. Hayat şartları el vermediği için usta görmedim. Onun için ilerletemedim. Hani derler ya “ustasız meslek haramdır” diye; aynen öyle.

İkinci evlendiğim yıl Almanya’ya işçi olarak gittim. Sekiz yıl, sekiz ay çalıştım. Birçok yerlerini gezdim. Hannover, Branşvay, Köln, Frankfurt, Lütviksahafen, Hanao, Wainheim, Haydarberk, Münih, Studgard, Tubbingen ve son durağım Reutlingen idi. Tabii bu arada birçok kasaba ve köylerini de gördüm.

Ayrıntıya girince adımı yazmamıştım. Dedemin ismi Yusuf’muş. Birinci Cihan Harbinde asker olmuş bir daha dönmemiş. Dedemin ismini bana vermişler. Yani ismimi “Yusuf” koymuşlar. Hayatımı köyümün insanlarının olduğu gibi inşaat ustalığı yaparak kazandım. Ağır bir meslek. Almanya’dan döndükten sonra Bin dokuz yüz yetmiş sekizin onuncu ayında Türk Elektrik Kurumu’na girdim. Rahat bir iş hayatı başladı. Görevim demirbaş eşyaların bakım ve onarım ustalığıydı. Şimdiye kadar yazdıklarımı bu deftere aktarırken altı yıllık emekliliğin içindeyim. Şu an tarih 16.03.1998. Yazdıklarımı daktilo yaparak iş yerinde fotokopi yapmıştım. Şimdi istedim ki eserlerimi yani şiirlerimi bir de kendi el yazımla yazayım. Benden torunlarıma hatıra kalsın. Benden herkese selam.

En sevdiğim şey doğadır, ağaçları, suyu, dağları, yaylaları güzel olan her şeyi seviyorum. Biliyorum ki “Sevgi en güzel duygudur.”

 

YUSUF AYDIN, GÖNÜL PINARI “PAAR”,  ANKARA, ARALIK 2003, MATTEK MATBAACILIK.

 

 

OZANIN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

 

YÂRİ NİDEYİM

 

Ben de şu alame geldiğim anda

Hayali meylime düştü nideyim

Uslanmaz bu gönül hayli zamanda

Gönül bir sevdaya koştu nideyim

 

Bazı yaylalarda bazı dağlarda

Bazı bostanlarda bazı bağlarda

Karacaoğlan gibi gurbet ellerde

Bu divane gönül şaştı nideyim

 

Divane Yusuf’um kölen olayım

Söyle güzel, derdin nedir bileyim

Dünya mülküm olsa yüce sarayım

Bilirim hepsini boştur nideyim.

 

GUGUK

 

Çam dalına konmuş sesliyen guguk

Nedir senin dertli dertli ötüşün

Eşinden mi oldun boynun bükük

Nedir senin dertli dertli ötüşün

 

Seher vakti çıkıp gözyaşı dökme

Dertli dertli ötüp sinemi yakma

Eşin arar gibi çevrene bakma

Nedir senin dertli dertli ötüşün

 

Yitirdim yarimi durmaz ararım

Kesildi takatım yoktur kararım

Boynun eğip bakma sana sorarım

Nedir senin dertli dertli ötüşün

 

Divane Yusuf’un sana merakı

Giyindim karayı çıkardın akı

Sesin meşelere veriyor yankı

Nedir senin dertli dertli ötüşün

 

BAŞYURT

 

El ele gezdiğim yârin mekanı

Yurt yerlerin belli yaylasın Başyurt

Ayrıldım yârimden firkatim çoktur

Dertli gönül seni neylesin Başyurt

 

Çayırına çökmüş mandalar malın

Yeleli atların koyunlar narin

Nedir bu gariplik harabe yerin

Dile gelsin bir kez söyleyin Başyurt

 

Üç taraflı çökmüş yüce dağın var

Başında suların sanki bağın var

Yaz gelince yaşanacak çağın var

Yurtların bir kelâm eylesin Başyurt

 

Divane Yusuf'um bana ne derler

Seherinen gelip gezdiğim yerler

Tipilerin esmiş kaplamış karlar

Şu dertli gönlümde gaylesin Başyurt

 

SEHER YELİ

 

Seher vakti döndüm badı sabaya

Ilgıt ılgıt var yaylada gör seher yeli

 

Bekârın yurdunda esmeden gitme

Mehmet Ağanın Kalesi’ni sakın unutma

Başyurt'u sorarsan hiç ihmal etme

Büyük Sehit'te kekik der seher yeli

 

ŞİRAN'IN

 

Nasıl meteyleyim bilmem ki seni

Ortasından akar seli Şiran'ın

Çarşısı pazarı her şeyi mamur

Dört taraftan gelir yolu Şiran'ın

 

Yükseğinde yüce yüce dağı var

Engininde bostanı var bağı var

Yaz gelende yaşanacak çağı var

Tomur tomur açar gülü Şiran'ın

 

Yüce dağlar dumanlanır puslanır

Çoban alır sürüsünü yaslanır

Kaval elde dertli dertli seslenir

Bülbül gibi öter dili Şiran'ın

 

Divane Yusuf'um sözüm hoş eyler

Bahar gelir dereleri coş eyler

Gelin kızlar yaylasına göç eyler

İşte böyle böyle hâli Şiran’ım

 

GİTTİ

 

Bir güzel yolc'ettim dönülmez yola

Meylim bu güzelle geçti de gitti

Felek aldı aldı giydirdi kara

Ecel tırpanıyla biçti de gitti

 

Bir tel alsaydım sırma saçından

Beni ayırdılar yârin göçünden

Felek aldı güzellerin içinden

Kara gözlü yâri seçti de gitti

 

Felek kervanını eylemiş katar

Bu dert etti beni mecnundan beter

Bir güzel yolcu ettim toprakta yatar

Yaşı yirmi üçte göçtü de gitti

 

Felek eylemiş de yurdumu talan

Divane Yusuf'u dertlere salan

Var mıdır başından sonuna gülen

Benim gözüm yaşı taştı da gitti

 

ÜSTÜNDE

 

Yine bahar gelir dağlar yeşerir

Çayır çimen biter kabrin üstünde

Dertli Kerem gibi yanar bu gönül

Buram buram tüter kabrin üstünde

 

Kabrini süsler menekşe sümbül

Çektirme bu gammı vur beni öldür

Seherde konanda bir garip bülbül

Dertli dertli öter kabrin üstünde

 

Divane Yusuf'um gelmişim dile

Akıbet düşerim ben tozlu yola

Eğer gidersem yâr gurbet ele

Acep kimler yatar kabrin üstünde

 

İNCİTİR

 

Girme cahil meclisine

Dilleri seni incitir

Düzensiz bir sazı çalma

Telleri seni incitir

 

Ben dertliyim ezeli

Değmesin sana nazarı

Sevme vefasız güzeli

Kolları seni incitir

 

Dünyadır bu koyar dara

Kötülerden olmaz çare

Koyup gitme yaban yere

Yolları seni incitir

 

Divane Yusuf elinin

Kıymeti olmaz varının

Mihneti çok bir arının

Balları seni incitir

 

DURUR

 

Ağaçlar hu çeker seher vaktinde

Eser badı saba üğrünür durur

Yel vurdukça sanki iner niyaza

Yüzünü Mevlâ’ya sürünür durur

 

Can gelir baharda yeşil al olur

Uzanır kolları budak dal olur

Yapraklar hışırdar nağme dil olur

Yeşil örtülere bürünür durur

 

Kuşlar konar dallarına ses verir

Gölge verir hüzün verir his verir

Divane Yusuf'a neden yas verir

Dibinde gözyaşın silinir durur

 

ÖZLEMİŞİM

 

Yine coştu deli gönül

Özlemişim Yeniköy'ü

Açmıştır hem lâle sümbül

Özlemişim Yeniköy'ü

 

Bir tarafta var meşesi

Çatalçam'dadır deresi

Top top olmuş menekşesi

Özlemişim Yeniköy'ü

 

Başı karlı karlı dağlar

Eteğinde var yaylalar

Kızlar madımak toplar

Özlemişim Yeniköy'ü

 

Çağlar Zencirler deresi

Ağgüne de guguk sesi

Göçer olmuş çok hanesi

Özlemişim Yeniköy'ü

 

Kırıntı'nın Kızkalesi

Akar değirmen deresi

Mollagilin iki hanesi

Özlemişim Yeniköy'ü

 

BİLEN YOK

 

Ejderha dadanmış Keşmir'de bağa

Zülfikâr'ı çaldın bir ulu dağa

Neyine gerekti girdin sandığa

Bir fazlının kulu musun bilen yok

 

İncil'de İlya'sın Tevrat'ta Eli

Seni sevenlerin doğrudur yolu

Zebur'da Gufian'sın Kur'an'da Ali

Ali misin Veli misin bilen yok

 

Hızır'ı İlyas'ı dardan kurtaran

Hayber'in kapısını tutup koparan

Cebrail'in kanadında getiren

Yüce misin, ulumusun bilen yok

 

Her befatdan sonra şerefle gelen

Bütün nebilerle beraber olan

İsmi azamı okuyup bilen

Aşikar mı bir sır mısın bilen yok

 

Hakk imamsın yoktur gönlümde güman

Gizli ilimlere hazine olan

Bendedir diyorsun mühr-ü Süleyman

Bir sır mısın arı mısın bilen yok

 

Zülkarneynim dersin ey canlı Kur'an

Yusuf'un gönlüne gelip taht kuran

Kendisi aç yatıp eli doyuran

Akıl mısın, deli misin bilen yok

 

 

 

EŞEĞİMİN

 

Eşeğimin palanına

Boncuk dizdim yularına

Kafam geçti golanına

Ula durdur şu eşeği

 

Semeri yana büküldü

Çuvalda dikiş söküldü

Kelete yere döküldü

Ula durdur şu eşeği

 

Eşek ayrıldı eşinden

Kim yetişir ki peşinden

Çabuk tut semer kaşından

Ula durdur şu eşeği

 

Eşek bağırır avaz avaz

Çifte vurur bizi komaz

Kimse onu durduramaz

Ula durdur şu eşeği

 

Yusuf yazar hayal gerçek

Acaba nasıl yetişsek

Kırandan aşıyor eşek

Ula durdur şu eşeği

 

YUSUF AYDIN

 

 

SABIR ETMEK İMİŞ İLİMİN BAŞI

 

Mecliste oturup muhabbet etmek

Her kişinin harcı olmasa gerek

Arifce konuşup manaya yetmek

Herkes bu manadan bilmese gerek

 

Sabır etmek imiş ilimin başı

Sohbetinde kamil olmaz her kişi

Cahilin manasız incitmek işi

Böylesi mecliste durmasa gerek

 

Oturup mecliste ilim söylenir

Mana aleminden sohbet eylenir

Muhabbetin deryasını boylanır

Adu bu deryaya dalmasa gerek

 

Edep önde imiş ilmi irfandan

Evel ikrar verdim kavli mekandan

Divane Yusufum demi devrandan

Gönül herdem ayrı kalmasa gerek

 

Şiran Yeniköylü Yusuf Aydın

 

Cem Dergisi’nde yayınlandı.

 

Niye Taş Atarsın Aslını Bilmez

 

Niye taş atarsın aslını bilmez

Hiç olmazsa insan diye gör beni

Eğriyi bırakıp doğruya gelmez

Bilmiyorsan bilenlere sor beni

 

İçimde var oldu koca kainat

Kardeş olalım gel eyleme inat

Akıl kılavuzum mürşidim Ahmet

Gönlünü kapamış görmez kör beni

 

Kabe bende Kuran bende Hakk bende

Benzin döküp insan yakmak yok bende

Kainatı saran sevgi çok bende

Daha neden görürsün ki hor beni

 

Ne o ırkı ne bu ırkı ne Habeş

Dünyayı eyledim kendime kardeş

Yusuf’un dostudur namuslu herkes

Namussuza eğersin ki zor beni

 

Yusuf AYDIN