ŞERİF BAYKURT

 

ŞERİF BAYKURT

HALKBİLİMCİ

Bu söyleşimizde; Ülkemizde Halkbilim konusunda yapmış olduğu çalışmalarla kendi alanında bir öncü olan Şerif Baykurt’un yapmış olduğu birbirinden önemli çalışmalara yaptığımız bir yolculuk dışında, özellikle oyunla ilgili onun derin bilgilerinden yaptığım derlemeyi sizlere sunuyorum.

Oldukça geniş oylumlu olan söyleşinin “Semahlar” la ilgili bölümünü buraya aktarıyorum.

 

AYHAN AYDIN

Anadolu’ya gelmeden önce Türk kültürü, Türk inançları var, somut olarak binlerce yıllık geçmişi var. Anadolu’ya geliniyor. Anadolu’da da on bin yıllık bir uygarlık var. Urartu’lardan Ermeni’lere kadar farklı milletlerin getirmiş olduğu, biriktirmiş olduğu kültürler var; Bizans var, Hıristiyan kültürünün yoğun etkileri var. Daha sonra İslamiyet var. Atatürk’ün bu aydınlığında veya günümüzde bazılarının hala sancıları var nedense? Yani hala bir kaynaştıramama, yani bütünleştirememe gibi. Anadolu lafından, Türk lafından çekinmeden, Türkiye lafından çekinmeden fakat Anadolu gerçeği çerçevesinde o ışık çerçevesinde bu sancılar nasıl aşılabilir? Yani tümüyle özdeşleşme Alevisi, Sünni’si, yerel kültürleri nasıl tam anlamıyla harmanlanabilir? O sancıyı yaratanları nasıl aşabileceğiz? Tabii beni aşıyor ama gene de görüşlerimi söyleyeyim. Çok çok önemli bir konu. Bütün dünya uluslarını bile saran bir konu. Almanya’yı bile düşündürüyor bugün, Amerika’yı bile düşündürüyor. Ama biraz daha çok oturmamış kültürler biz de olduğu gibi işte Kıbrıs gibi konularda çıkıyor meydana. Kültür meselesidir tüm bunlar.

Şimdi iki tane konuyu size misal vereyim ve görüşlerimi açıklamaya çalışayım. 25 sene kadar evvel Bitlis ve Siirt’de birkaç üniversite için Milli Eğitim Bakanlığı toplu bir halk oyunları ve toplu geziler düzenlemişti. Bilhassa Siirt’de oyuncular topladım dedim ki, ‘’Ben hocayım Jandarma falan değilim, yetkim de yok benim ama sizinle konuşmak istiyorum, belki bir kefil bulursam ekibi İstanbul’a götüreceğim falan diye’’. Öyle zannediyorum ki, az çok bir itimat vermiş oldum kendilerine çünkü Ankara’dan gelen insana ürkek bakıyor bazı yerliler. Dedim ki, ‘’Konuşalım oynar mısınız?’’ Birisi Türkçe bilmiyormuş ama bir kısmını biliyormuş ama baştan belli. Dedi ki, ‘’Kürtçe Türkü söyleyeyim’’. Tabii söyleyeceksin, dedim ve Kürtçe’yi teybe aldım. Şimdi cep telefonu gibi her şey kolay. Teybe aldım. Bir yerde bir söz geçiyor ‘’Kamali, kamali kamali’’ diye... Şimdi kamali ikmalden gelir, Kemal’den gelir, deveden gelir, anlayamadım, kamali Kürtçe ama? Dedim ki, lütfen, bana bunun tercümesini yapın, benim evimde duracak bu bant, tamam ama ben tercümesini bileyim, dedim. Diyorlar ki ‘’Mavi gözlü Kemal, sarı saçlı Kemal, sen bizim avradımızı, anamızı da kurtardın.’’ Bu kadar çok seviyoruz Atatürk’ü, bantlar hala evde. Belki silinmedi hala. Atatürk’ten sonra biz Atatürk’ün bu güzel imajını yürütemedik. Benim görüşüm bu. O zaman iyiydi durum. Ama sonra dan dış memleketlerin menfaati ile mi oldu bu işler? Onu bilemiyorum. Herhalde her tarafta bir sürü milletler var. Büyüyen bir Türkiye var, suyu bol, toprağı bol, genç bir kuşak Türkiye var, bu etrafı ürkütüyor mu? Bu da mümkündür: Hatta Avrupa’yı ürkütüyor mu? Çünkü genç bir kuşak, genç bir ulus, dünyanın en güzel sularına sahip, en güzel toprağına sahip, belki madenlerin en güzeli. Bu mu ürküttü, bilemiyorum ama böyle bir şey vardı ve biz bunu yürütemedik.

Kültür meselesinde insanlar kültürle yetiştikleri zaman anasını babasını unutuyor. Kültür çok büyük bir güç. Çok büyük bir güç ama vaktiyle ele alıp yetiştirebilirsek.

Bir ikinci konu Kırklareli’de halk danslarını ele aldığımız zamanlarda başladım yarım kaldıydı. Topladım mahalleden o zaman 40-45 yaşında, benden daha yaşlıydılar onları çağırdım işte ‘’Hasan efendi, Hüseyin efendi gelin’’ diye akşam ağardı, bu iş oldu. Çalıştırıyorum onları halk evinde ama çok güzel danslar var, değişik halk oyunları, bugün hala utandırmıyor. Kırklareli Halk Oyunları hala iyi oyunlar. Dedim ki ‘’filanca gün bu Şubat, 46/47 Şubatı halk evlerinin bayramı var, çıkacağız meydanda oyunları göstereceğiz’’. Hasan Efendi oradan ‘’Şerif bey hoca‘’ dedi. ‘’Yahu biz nasıl çıkarız Mahir Paşanın yanına?, Faik Paşa’nın yanında davulu nasıl çalarız yahu?’’ dedi. Çok çok önemli ‘’Bizi maskara etme Allah’ını seversen, Valinin önüne çıkamayız biz, Valinin yanında duramayız biz’’ dedi. Düşünün 1946 yılında sokaktaki vatandaş Valinin yanında oturmaktan üzülüyormuş. Kendini o kadar iktidardan koparmış ki, saraydan, validen, yöneticiden... Valinin yanına gelemiyor, bu bir gerçek. Ve bunları getirinceye kadar akla karayı seçtim. Geldiler. Oyunun ertesi gün, o gece daha oyun bittikten sonra ‘’ooo’’ dedi. ‘’Ne güzel oyunlar varmış bakın bunları bulduk’’ işin zor tarafı da var. Türkiye’de bir işi yapmak önemli, fakat o işe sahip olmak daha da önemli. Yedirmezler adama, o gece daha dediler “Hah bulduk” dediler bitti. Başkalarının oldu yani. 3-4 sene gezdim bunun peşine başkaları bulmuş. Hatta o konu benim meslek hayatıma mal olacaktı 2-3 sene sonra beni sürdüler. Gerçi resim derecelerim falan Amerika’ya gitti filan ama yerim daraldı sürdüler de. Yani o işlerde o kadar kolay olmuyor. Hikaye gibi anlatıyorum ama mesleğimize ailemize bunlar oluveriyor.

 

Şimdi evet Alevilik ve Alevi semahı var yani bizim kültürümüzün içinde ayrı bir yeri var. Onları görmek, incelemek fırsatınız oldu mu? Cemlere gidebildiniz mi? Semah figürlerini incelediniz mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında bile semahlar kolay kolay ortaya çıkamadı. Gizli danslardı bunlar. Ama Vahit Lütfü Salcı ile dostluğum beni bu Cemleri neredeyse çok yakından tanımama vesile olmuştur. Cemleri görmüşçesine biliyorum. Çünkü o kadar çok okudum ki bu konuda. Özellikle Vahit Dede o kadar tanıttı ki bana bunu, aşağı yukarı Cemleri biliyorum. Şunu söyleyebilirim; Alevi Kültürü bende büyük etki yaptı. Daha dünyevi din görüşlerini daha açık ortaya koyan ve gene Vahit Dede’nin yazdıklarına ve Fransa’da da çok etki meydana getiren küçük kitapçıklarından sonra sanıyorum ki bu Alevi Bektaşiler Orta Asya’dan gelen Türkler’dir. Hatta danslar semahlar diyor ki; Mevlana’nın dansı da semahtır. Derler ki Mevlana Türkleştirilmiştir. Hayır! Hacı Bektaşi Veli, Alevi Bektaşiler Türkleştirmiştir Anadolu’yu. Ben bu konuda çok kitap karıştırdım anlıyorum ki Orta Asya’dan gelen Türkler Alevi Bektaşiler’dir. Bugün Anadolu’daki Alevi Bektaşiler Orta Asya’dan gelen Türklerdir. Ve ben Türkiye’deki Alevi/Bektaşi konusunun dinle, İslamiyet ile falan çözümleneceğine inanmıyorum. Ben bunu bir folklor konusu olarak görüyorum. Niye? Biraz evvel değindiğim bir konu vardı. Göçmenlik meselesi, yani dinamik-statik kültür meselesi. Anadolu’ya Orta Asya’dan büyük bir göç var. Anadolu’da bir kültür var. Orta Asya’dan gelen göçü Anadolu kabul edemiyor. Göç bu, her yerde böyle. Bugün hala dediğim gibi, gidin İç Anadolu’ ya kız vermezler ‘’bu yerli değil’’ diye. Öteki yerli dediğin ne? O da iki, üç seferde gelmiştir. Kendisinden sonra gelene göçmen diyor. Üç gün sonra gelene Göçmen der. Bana öyle geliyor ki Anadolu’daki Alevilik, Bektaşilik meselesi bir göç meselesidir. Orta Asya’dan gelmiştir; bir milyon, üç milyon, beş milyon. Anadolu hala onu hazmedemedi. Müslümanlığı kabul etmiş Orta Asya’dan gelen. Gerçi ben içki içiyorum, gerçi ben gece toplantıları yapıyorum ama İslamiyet’i kabul ediyorum. Muhammet’i, Ali’yi, Allah’ı, Kur-an’ı kabul ediyorum. Ben Müslüman’ım ama, bu şekilde bir Müslüman. Yani Allah’ı da şöyle görüyorum, Kur-an’ı da şöyle görüyorum. Yobaz değil bana göre Alevilik. Alevi/Bektaşi kavgacı değil. İçlerinde çok bulunduk tabii Vahit Dedenin etkisi de oldu. Ama Alevi kavgacı adam değildir. Evet Alevilik şu. Ama içen Aleviler de çok güzel içki içiyor yahu. İçki içip kavga eden Alevi de bilmiyorum ben. Cemleri de var. Böyle bir görüşüm var Aleviler arasında. Neden göçmen? Sonradan geldiği için. Yerli kim? O da çok ilginç bir konu. Yerli kim? Ne zaman geliyorlar Orta Asya’dan?... 11. yüzyılda. Ne kadar olmuş İslamiyet? 2-3 yüzyıl olmuş. Peki 2-3 yüzyıl  önce, İslamiyet’ten önceki Anadolu’da kim var? Kim o insan? Şimdi siz söyleyin kim Anadolu’daki insan? Bizanslı Romalı, Anadolu’da İslamiyet’ten evvel 1071’den evvel Bizans’lı vardı. Canım daha evvel Türkler gelmiş olabilir, ufak tefek gelmişler. Öbür taraftan Hazarlar var, Rusya tarafından gelmişler. Olabilir. Asıl 1071 Türklerin Anadolu’ya gelişidir. Ondan evvel kim var Anadolu’da? Niye kabul etmiyorsun Alevi, Bektaşi... Sen kimsin? Biliyoruz tabii, Türk Müslüman ama İslamiyet’ in oluşumu belki 300 sene olmuş. O da geliyor ‘’Ben de İslamiyet’i kabul ettim’’ diyor. Bana sorarsanız ben bir folklorcu gözüyle bunu bir göç meselesi olarak, bir göç-yerli meselesi olarak incelenmesini istiyorum. Din meselesi de değildir. Tabii dinci, bir çok yobaz dinci değil, bunu böyle yorumlamak istiyor. Hayır bana göre bu böyle değil bu bir kültür meselesi, bir göç meselesidir. Böyle çözmek gerekmektedir. Fazlasına gerek yoktur.

 

Yurdun değişik yörelerinde farklı semah şekilleri var. Bir inanç içerisinde ama figürler değişik. Nedir bunun nedeni? İşte aynı şey. Orta Asya’ dan bugün Orta Asya’da Türklerin Semahlara benzer çok güzel dansları var. Semahtan da evvelki şaman dansları var. Şaman danslarının bir kısmı Semahları andırıyor. Bugün de pek çok danslarda dikkat edin mesela Sivas’ta, Roma’dan evvelki Eti’ye bağlanan danslar da var Sivas’ta, bazı danslar bağlıdır. Ama Çekirge Halayı gibi oynananlar Çorum’ da, yahut Asker Uğurlaması gibi oynanan birtakım oyunlar var. Onlar tamamen şamanla ve Orta Asya ile ilişkili oyunlardır. Semahlarla ilişkilidir. Tutunmadan oynanan, salma halayların % 50-%70 kısmı semah figürleridir. Dediğim gibi nerelerde var? Çorum da var, hatta Sivas’ta da bazı dönme figürleri var. Antep’te bazı dönme figürleri var. Elazığ’ da dönme figürlerinin bir kısmı bunların bir kısmı aksak vuruş, vuruşlarda bile belli semahlar var. Semahlar da şaman var, Şamanlarda semah var ve Anadolu’da rastladıklarımın çoğunda da semah var. Yani tutunmadan oynanan disiplinsiz oyunların çoğunda da semah var. Tutunarak oynanan oyunlar Horonlar, Horolar, Halaylar, Barlar... Onlar tutunarak oynanıyor tabii. Bunların kökeni Orta Asya olabilir mi? Anadolu da olabilir. Ama salma oyunların bir çoğunun kökeni Şamanlardır. Bektaşi semah dönüyor, Mevlevi de semah dönüyor.

Aleviler’de Bektaşiler’de ‘’semah’’ deniyor, onlara ‘’sema’’ deniyor. Hatta son zamanlara kadar kadın yoktu ama kadın da girdi Mevlevi sema’ına.

Şimdi sema ve semah ikisi aynı kökten. Çok inceledim, üzerinde çok durdular. Anadolu şivesi samah diyor, zamah diyor, zamak diyenler var, ama asıl semah.

 

Nereden gelme olabilir? Duyma, işitme... Gökle ilgili değil, başka bir anlamı var onun. Semah dönmek dinsel bir tören gibi. Semah kelimesi baştan sona dönmek anlamında Mevleviler’de. Ama Aleviler’de böyle değil. Onların Cemleri var. Dikkat ederseniz hep bir yere gelip, selam verip dönüyorlar.

Dedenin huzurunda selam verme var.

Dedenin huzurunda selam. Dedeye arka dönemezsiniz. Ve çok ilginçtir, Vahit Salcı semahlarla ilgili ilk etkili görüşlerini müzikle ortaya koydu. Türk müziklerinde polifoni var çok seslilik vardır ve Alevi Semahlarında çok sesliliği yakaladı. Yani diyor ki 16., 17. yüzyılda Aleviler çok sesli müzik yapıyorlardı. Mesela bir kısım ‘Fa’dan söylerken bir kısım ‘Do’dan söyler gibi... Öyle birtakım çok seslilikler var polifoni var deniyor. Alevi müziğinde ve Alevi müziği tam bir gecekondu toplantısı müziği. Alevi Cemleri tam bir aile toplantısı.

Kadınlı erkekli semahlar dünülür. Dedeye arkasını dönmez semah dönenler. Niyazlaşma vardır.  Karşılıklı hoşgörü ve anlayış vardır. Çok nezih bir aile topluluğu. Çok ilginç, renkli bir inanç, kültür.

 

Hocam anılarınız var mı Alevilerle ilgili? Belki ben de bir şeyler söyleyeceğim daha ama Alevi Bektaşi Kültürü hakikaten bir çok köye gittiğimde gördüm ki, tiplerinden, bıyıklarından adamların Alevi olduğu belli. Hele bir köye gittim. Köyün muhtarı da Alevi idi. Köyün ismini vermeyeyim. Çünkü bir çok köy var böyle. Gece sofralar kuruldu, büyükçe iki odaya genç yaşlarda kadınlar, erkekler, rakı bardakları yetmedi, çay bardakları falan koyuldu. Yirmi yirmibeş sene kadar oluyor. Zeybekler Ege’de Balıkesir taraflarında. Çok dikkatimi çekti. Tipler, bıyıklar…, ben inanmam ırkçılığa ama tipler, bıyıklar.. bozulmamış. Saz getirin dediler mübalağa etmiyorum, saz 10-15 kişiyi döndü, hepsi saza vuruyor penayı hepsi de az çok Aşık Veysel. Bir bölgede geziyorsun 10 köy geziyorsun saz çalan yok, bu köyde 15-20’si de saza vuruyor. Müthiş bir kültür birikimi. Kalktım dedim ki zeybekleri... Tabi anladılar ki burada bir cümbüş var, güzel bir şeyler var, klarnetçiler de geldi, zurnayı yasak etmişler yanlışlıkla, yanlış politika. ‘’Bu zurna demişler Anadolu şeyi biz Avrupa’ ya döndük’’. Bir Kaymakam bir yazı yazmış zurnayı yasak etmiş yahu... Çok önemli taa 40’lardan Balıkesir’den Ankara’ ya bayrama gelince trambon çaldılar. Zurna yoktu diye. Neyse ertesi gün okul salonuna gittik. ‘’Eee dedik kimler Zeybek oynayacak?’’ ‘’Ne oynayacağız? dediler. Dedim ‘’Ağır Zeybek, Güvendeyi, hele hele Güvendeyi ilk başta’’ ‘’Hadi bakalım’’ dedim. Güvende en başta. Baktım ufacık 3-5 çocuk kalktı, 3-5 tane delikanlı değil, 3-5 tane sakallı kalktı. 20-30 kişi birden aynı, kültür birikimi. Tabi bu oyunun bir Alevi Bektaşi oyunu olduğunu bilmiyorum. Diyemem. Çünkü ‘Ağır Zeybek’ orada çok eski bir şey. Belki ilk gelenler Zeybeği, ilk gelenler demek ilginç bir konu ama hepsi biliyordu. O köyün adı şimdi Pamukçu köyüdür. Onun asıl ismi Pamukçu köyü değil. Onun asıl ismi Rumca bir kelime gibi. Yani Akhunlar karşılığı gelen kelimedir. Balıkesir’ in meşhur Güvencesini oynadığı. Atatürk sağlığında meşhur bir dansöz vardır. Rum kızı vardır, onun adıdır o köyün adı da öyledir. O köyün adının da Pamukçu köyü yapmışlar. Şimdi Zeybeğim ismi de Pamukçu Zeybeği. Araştırıyorum. Köyün değiştirdikleri adı oraya Orta Asya’dan ilk gelen Türkler anlamına geliyor. Köyün o adını da değiştirmişler Rumca diye bir tarihi baştan sona değiştirmişler.

 

Türk tarihinde maalesef öyle bir çok yanılgılar var Hocam bir de şunu öğreneyim konu hep öyle gitti ama özet alabilir miyim bir iki noktada? Tabii bir çok ulusların halk oyunlarını da gördünüz. Türk ulusunun da yörelere göre değişse de bir karakter özelliği vardır tabi ki. Bir fark var mı diğer uluslarla bizim ulusumuzun oyunları arasında? Böyle gözle görülebilecek bir farktan söz edebilir miyiz? Neye göre yorumlayabiliriz bu farkı? Farklı, farklı. Zaten Anadolumuzu bizi Avupa’da tutan her gittiğimiz yerden çok iyi dereceler alarak gelmemiz. Tabii çocuklarımızın çalışmaları, heyecanları çok önemli heyecanlar. Ama bizi Avrupa’da hep altın madalya ile gönderen konular Anadolu Kültürleri. Özellikler Kafkas’ların saydığımız; Horonlar, halaylar, saydığımız bin kadar, iki bin kadar oyundan dört-beş yüz kadarı yaşıyor. Hepsi bunların Anadolu’ya ait oyunlar. Mesela Azeri oyunları öyle değil, değişik konular. Balkan oyunları biraz Avrupa oyunlarına yakın, Azeri oyunları biraz Rus oyunlarına yakın ama hepsi Anadolu’da genel olarak değişik kültürler var. Bir defa müzik değişik. Bir şeyin yanılgısı var, sonra düzeltmiş onu diyorlar. Bela Bartolt araştırmalarında Anadolu da, aksak vuruş yok diyor, ‘’9 vuruş da Balkanlar’ın diyor’’. Olur mu? Türklerindir o 9 vuruş, Balkan Türklerinindir. İşte o Bulgarların falan diyor, sonra yanlışını kabul ediyor. Dokuz vuruş bizimdir bir defa. Dokuz vuruş Avrupa’da yok bir defa. Tabii çok aradılar bulamadılar Türkiye’ de, Orta Asya’da pentatonik var, yani diyezli bemollü sesler yok 5 ses var. Anadolu’da pentatonik de bulamadılar. Şu halde Anadolu’nun kendine has müzik vuruşlarında bile bir değişiklik var. Anadolu dansları semah ağırlıklı, belki de Bizans Roma ondan da daha çok Eti’ye kadar dayanan ki Eti kabartmalarında çok şeyler var zaten. Neredeyse Sivas Halaylarına dönüyor. Eti kabartmalarını biliyorsunuz. Sanki Sivas halayı gibi. Oradan çok eski şeyler var. Anadolu kültürleri Anadolu danslarına çok yansımış tabii farklar var. Rus danslarıyla farklılıklar var, Avrupa danslarıyla farklar var. Avrupa dansları artık estetik olmuş. Onlar folklorik değerlerini çok kaybetmiş.

 

Otantik özelliğini kaybetmiş. Otantik özelliğini yitirmiş. Hatta biliyorsunuz Avrupa’da folklorun bir macerası var. Kuzey memleketlerinde 1846’dan sonra zaten folklor kelimesi 1846 senelerinde başlıyor, birtakım iktisadi alanda konunun farkına varıyorlar. O zaman kadar kapalı bir ev ekonomisi var. Kapalı bir köy ekonomisi var. Belki İngiltere’deki sosyal hareketler, sanayi hareketleri falan yok. Köy arabasını orada yapıyor, çorabını kendi örüyor, binasını kendisi yapıyor... Kapalı ekonomi. Fakat Avrupa’da İngiltere’de Endüstri Devrimi, Sanayi İhtilali başlayınca köylere sanayi mamulü akmaya başlıyor. Adam geliyor çorap getiriyor, mendil getiriyor köydekini alıyor. Getiriyor ucuza satıyor, köydekini de ucuza alıyor. Takas bir nevi. Ama ne zaman köyde, bütün köy aletlerini, ev aletlerini almıyor. Bu iki şeyi etkiliyor, birisi köylü artık çok eskiden getirdiği, köylü zekasıyla oyduğu, yaptığı köyün sanat yaratılı gidişini, sanat *örtüsünü kaybediyor. Sanatçı azalıyor, gelenek bozuluyor. İkincisi çok ötelerden gelen sanat eserleri, anadan babadan kalan sanat eserleri uçup gidiyor. Fakat bir şeyin farkına varıyorlar. Orada başlıyor zaten folklor temposu, orada başlıyor folklorun değeri. Giden bizim mendilimiz, çanağımız, çömleğimiz gidiyor. Saatimiz gidiyor. Başka bir şey gidiyor. Bizim geleneklerimiz ve yaratıcı gücümüz gidiyor. Yaratıcı güç gitti mi bir toplumdan, gelenekler de gitti mi bir toplumdan yalnız parasal açıdan yıkılmıyor, devlet, millet olarak gidiyor. O bakımdan farkına varıyorlar şu kuzey memleketlerinde bir seferberlik. Sandıkları araştırıyorlar, eski kıyafetleri araştırıyorlar ama bir çoklarını bulamıyorlar. Anadan babadan dinleyerek uydurup gidiyorlar. Halbuki biz öyle bir hazineye yetiştik ki hala bitiriyoruz, bitiremiyoruz. Ama bitireceğiz biz, kaybediyoruz biz de bozuluyoruz. Halbuki biz geri kalmışız ama iyi olmuş yitmemiş henüz her şey.

 

Bunları ne yapacağız hocam? Şu gençlere bir mesaj verin. Ama çoğu yitti gitti.

 

Kalanları ne yapacağız hocam? Kalanlara hala anlatamıyoruz meclise bile hala anlatamıyoruz. Var mecliste 3-5 kişi ama herkes kendi derdine düşmüş. Bu halk kültürü çok önemli bir şey. İşte bu gelenekler gittiği zaman bir bakıma millet gidiyor, geleneği gitti mi ulus kalmadı!.. Geleneği büyük şehirlerde, meclise yıkıp durmayalım. Zaman tekniktir öyle getiriyor ya. Bir zamanlar kasabalarda, köylerde öğretmen geçti mi çocuklar ya kaçarlar ya da selama dururlardı. Almanya öyle Almanya oluyor. Kahveye girdiği zaman öğretmen ayağa kalkıyor, herkes. Nerede şimdi. Neden öğrenmeleri için eğitimleri kültürleri olsaydı. Öğretmense öğretmen oh... Onun için birtakım şeyleri kaybediyoruz çok şeyi kaybediyoruz. Ama daha kaybetmediklerimiz var, onları koruyabilsek...

 

Söyleşi: FOLKLOR / EDEBİYAT DERGİSİ, 22.08.1998, Ankara

 

Urumeli’nde Zaman

 

Duyulur gece mavzer sesi Urumeli’nde

İhtiyatlar silah çatar Lofça belinde

Aliş gelir Aliş

Aliş türküsü dilinde.

 

Es bre deli rüzgâr es gönül delidir

Gönlümüzü kemiren Tuna selidir.

 

Edirne’den Estergon’a yol gider

Kırkkimse’den* Hacıil Beye gül gider

Budin’den Varna’ya sel gider.

 

Es badi sabah es o dilbere uyansın

Uyansın da gül yastığa dayansın.

 

Edirne’de

Sabahi makamında yanık türküler duyulur

Gide gide aman...

Öyle ferman eder ki kahpe felek

Sarayiçi’nde bir günde

Bin yiğidin boynu urulur.

 

Esme Karadeniz esme gönül yaralı

Meriç boylarında güller karalı

 

Selanik kahvelerinde

Bir yaralı aslan Osman Paşa

Dilden diledir söylenir...

 

Pembe boyalı bir evin bahçesinde

Gök gözlü bir oğlan dut dalında sallanır...

Eyyam gelir boz kalpaklı yiğit paşam

Bir gazaya yollanır.

 

Es bre deli rüzgâr es gönül delidir

Gönlümüzü kemiren Tuna selidir.

 

Davullar vurulsun

Çifte zurnalar çalınsın

Kabadayılar atlasın sıçrasın

Diz vursun gayri Urumeli’nde

Aliş gitsin Tuna’ya Aliş

Aliş türküsü dilinde

 

Es bre deli rüzgâr es gönül delidir

Gönlümüzü kemiren Tuna selidir.

* Kırkimse-Kırkilise-Kırklareli

Şerif Baykurt, Urumeli’nde Zaman, Şiirler, Ürün Yayınları, 2000.

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile